VENİ VİDİ SCRİPSİ (V)
"Geldim, gördüm, yazdım" 2015
Amasya’dan hüzünlü ayrıldık. Kemal
Bey bizleri oldukça duygulandırdı. Otobüste bir müddet sessizlik oldu.
Rehber Yasin’in sesinden Samsun’un Kavak ilçesine geldiğimizi işittik.
Etrafımıza bakmamız isteniyordu. Yolun sağında ve solunda restoranlar
var. Levhalarında menemen veya melemen yazıyor. Meğer Kavak menemeni ile
meşhurmuş. Biz tadına bakamadık. Ancak bazı dükkânların levhasında
melemen bazılarının levhasında menemen yazması dikkatimizi çekti. Turizm
Bakanlığı’nın sorumluları ve Türk Dil Kurumu’nun yetkilileri buralardan
mutlaka geçmiştir bu karmaşaya son verebilirler.
Samsun’dayız. Bandırma Vapuru’nun
bulunduğu sahilde. Çiçekler açmış, rengârenk. Ancak bu güzelliği
bastıran bir koku yayılıyor ortalığa, dayanmak mümkün değil. Burnumuzun
direğini sızlatıyor. Oradan çabucak uzaklaştık. Attık kendimizi Bandırma
Vapuru’nun olduğu mekâna. Bandırma Vapuru Mustafa Kemal’in
arkadaşlarıyla birlikte Samsun’a geldiği vapur.
Bandırma Vapuru’nun, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde önemli yeri vardır. Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu
Genel Müfettişi vazifesiyle ve maiyeti ile birlikte İstanbul'dan
Samsun'a Bandırma Vapuru ile gitmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Sultan
Vahdettin buyruğuyla Osmanlı Ordusu'nun dağıtılması sürecini denetleme
ve asayiş için görevlendirilmişti.
Vapur, 22 subay, 25 asker ve 8
yönetim personeliyle beraber 16 Mayıs 1919 tarihinde öğle üzeri Kaptan
İsmail Hakkı (Durusu) idaresinde İstanbul'dan Samsun'a doğru yola çıktı.
19 Mayıs'ta Samsun'a vardı.
1925 yılında gemi İlhami Söke isimli şahsa satılmıştır ve aynı şahıs tarafından Haliç'te hurda olarak sökülmüştür.
Rehberimiz Yasin’in anlattığına
göre, bu vapur o vapur değilmiş. İsveçlilere sonradan yaptırılmış. 2001
yılında inşası tamamlanan vapur 18 Mayıs 2003 tarihinde müze olarak
hizmete açılmış. Atatürk'ün Samsun'a çıktığı Bandırma Vapurunun boyu 48
metre baca yüksekliği 6 metreymiş. Bu vapurun boyu 68.59 metre, baca
yüksekliğinin ise 8.40 metreymiş. Üstelik bu gemi günün tekniğiyle
yapılmış. Malzemeler günümüz teknolojisinin malzemeleri. Tabiatıyla
sırıtıyor.
Atatürk heykelinin bulunduğu
parktayız. Samsun il merkezinde, Hükümet Konağı yanındaki şehir parkı
içerisindeki Atatürk Anıtı, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919
gününü simgeleyen anıt, Samsun Belediyesi tarafından 1931 yılında
Avusturyalı Heykeltıraş H.Krippel’e yaptırılmış ve 19 Ocak 1932’de
törenle açılmış. Tunçtan yapılmış olan heykelin yüksekliği 4,75 metre,
taş blok kaidenin yüksekliği 4,10 metre, tüm anıtın yüksekliği ise 8,85
metredir. ...
Bizim için Karadeniz'de Samsun'un
ehemmiyeti Akdeniz'deki İzmir'in değeri derecesindedir denebilir.
İstiklâl tarihi Samsun'da başladı, İzmir'de tamam oldu. Türk inkılâbının
güneşi olan o altın baş Samsun’da Türkeli'ne ve İzmir'de de cihana
doğdu. Samsun ‘da çekilen kılıç kınına İzmir'de girmiştir...
Osmanlı’dan sonra T.C. devleti
devletinde demek ki güzel sanatlar ihmal edilmiş diye düşündük. Hemen
arkada Atatürk müzesi var. Temsili resimler var o müzede.
Atatürk Müzesi
Samsun Eski Fuar alanı içinde 19
Mayıs Galerisi olarak inşa edilmiş bulunan Atatürk Müzesi, 1 Temmuz
1968'de ziyarete açılmış. Tamamen taş ve renkli mermerlerle inşa edilen
müze binası anıtsal ve etkili bir görünüme sahip. Ön cephesindeki
basamaklar ve bir friz halinde Kurtuluş Savaşı'nı temsil eden
kabartmalar binaya hareket kazandırmakta. Müzede Atatürk'e ait 114 eser
teşhir edilmekte.
Müze içerisi Atatürk'ün çalışma
odası, yatak odası ve toplantı salonları, derlenebilen eşyasıyla
döşenmiş. Müzenin, Kongre Salonu adı verilen büyük salonunda Bandırma
Vapuru'nun bir maketi, Atatürk'le ilgili fotoğraflar ve belgeler yer
alıyor. Müzede yer alan diğer önemli millî eserler arasında Onuncu Yıl
Nutku'nun aslı, Nutuk'un Osmanlıca aslının örneği ve ilk ziyaretinde
Atatürk'ün yanında bulundurduğu gezi çantası yer almaktadır.
Biraz sonra da Mustafa Kemal’in
Samsun’a çıktığı yerdeki temsili mumyaların bulunduğu sahile gittik.
Açık havada duran bu mumyalar gibi dünyada başka mumya yokmuş. Başka bir
teknik kullanılmış burada. Yasin öyle anlattı.
Ve Samsun’dan ayrıldık. Doğru Terme. Terme’de Berlin
Türkiyem restoranın sahibi Halil Kaya’nın bir arkadaşının pide salonu
var. Halil Berlin’den bizlere pide ikramında bulundu. Teşekkürler
Halil’im. Pidenin hamuru çıtır çıtır olmasına rağmen, üzerindeki
malzemeler yumuşak kalabilmiş. Ustalık gerektiriyor herhalde. Gerçekten
de lezzetliydi. Aynı pideyi Halil’in restoranında da yemek isteriz. Pide
yemek için her zaman Terme’ye gidecek değiliz ya.
Samsun
Samsun M.Ö.750-760 yılları arasında
İyon şehir devletlerinden Miletoslular (Millet) tarafından Amisos adı
ile kurulmuş bir yerleşim merkezi. Daha sonra Pers, Makedonya, Pontus,
Roma, Bizans, Danişment, Selçuklu ve Osmanlı hâkimiyetinde kalmış.
Karadeniz Bölgesi’nde yer alan
Samsun, doğal tarihi ve kültürel zenginlikleri, deniz, kara, hava,
demiryolu ulaşım olanakları ile bölgenin turizm potansiyeli en yüksek
kentlerinden biri. Anadolu'nun savunulmasını planlamak amacı ile Padişah
Vahdettin’in 19 Mayıs, 1919'da Mustafa Kemal’i kurmay heyetiyle
birlikte deniz yoluyla Samsun’a göndermesiyle Samsun, Türk İstiklal
Savaşı'nın başladığı yer olma özelliğini hâlâ koruyor.
Mustafa Kemal anıtı, müzesi ve
çıkarma yaptığı sahil bir kenara bırakılırsa tarihi doku açısından
Samsun’da fazla bir şey yok. Amazonların tarihi canlandırılıyormuş diye
söyledi rehberimiz. “Amazonların Pontus bölgesinde yaşadıkları söylenir,
bölge günümüzde Türkiye sınırları içinde Karadeniz kıyısındadır. Burada
kraliçeleri Hippolyta önderliğinde bağımsız bir krallık kurarlar.
Amazonların birçok kenti kurdukları iddia edilir, bunlar arasında
Ephesus, Sinope, Paphos ve Smyrna sayılabilir.”
Rehber Yasin Samsun’u bize tanıtmak
için o kadar hevesli değildi. Bizde, bizden bir an evvel kurtulmak
istiyor gibi bir izlenim bıraktı. Belki de evine gitmek istiyordu. Çünkü
Samsun’da oturuyormuş.
Akşamı Fatsa’da geçirdik. Fatsa’ya
yaklaşırken aklıma 12 Eylül Darbesi’nden önce Demirel’in Fatsa hakkında
söyledikleri geldi:“ Bırakın siz İstanbul’u İzmir’i Ankara’yı yollar
yürümekle aşınmaz; siz yüzünüzü Fatsa’ya Ünye’ye çevirin.“
O zamanlar Fatsa ve Ünye solcuların
kalesiydi. Kurtarılmış bölge. Bir süre Fatsa'da kalan Mahir Çayan ve
arkadaşları infazları engellemek için eylem olanakları araştırırlar. 26
Mart 1972'de Ünye'de NATO'ya ait radar istasyonunda çalışan iki İngiliz
ve bir Kanadalı teknisyeni kaçırır ve karşılığında Türkiye Halk Kurtuluş
Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın serbest
bırakılmasını isterler. 28 Mart'ta rehinelerle birlikte Niksar'ın
Kızıldere köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına
giderler. 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya
alınırlar. Askerlerin megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına devrimci
sloganlarla karşılık verilir.
Evi sarmış olan askerler ile silahlı
çatışmaya girilir. Çatışma sonunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer
Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy,
Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülür. Evde bulunan
Ertuğrul Kürkçü samanlıkta saklanarak nasılsa sağ kalır ve yakalanır. O
Ertuğrul Kürkçü bugün HDP milletvekilidir.
O günleri bizzat yaşamış biri olan
beni bu hatırladıklarım rahatsız etti. Yaşı büyütülerek idam edilenler
dâhil olmak üzere 517 fidan bir hiç uğruna yok edildi. Kenan Evren’in şu
talihsiz sözü kulağımda yeniden çınladı.:
„Asmayalım da besleyelim mi? Bitaraf
olduğumuzu göstermek için . Sağ-sol demesinler diye bir sağdan bir
soldan, bir sağdan bir soldan astık.”
İnsanlığımdan utandım, içim burkuldu. Allah o günleri bir daha bu millete yaşatmasın…
Sabah yola revan olduk. Ordu’dayız.
Teleferik hava yağmurlu olduğu için kapalı. Otobüsle çıktık Boztepe’ye.
Muhteşem bir manzara. Ordu ayaklarınızın altında. Türk kahvesi içtik,
fotoğraflar çekildik. Öz çekim yapanlar çoğunluktaydı. Nutella’ya inat
Türk Fındığına destek vermek için bol bol fındık ve fındık ürünleri
alışverişi yaptık.
Sonra ver elini Giresun. Yol
güzergâhı büyüleyici; yeşil ile deniz iç içe. 1978’de üniversite
öğrencisiyken Sarp’a kadar seyahat etmiştim. O günkü yollarla bugünkü
yollar gayrı kabil-i kıyas: Bölünmüş yollar, modern tüneller, trafik
işaretleri, yol güvenliği için alınan tedbirler… Velhasıl şoförümüz gözü
kapalı sürüyor otobüsü deseydim abartılı olurdu.
Giresun’un en yüksek tepesindeyiz.
Şehir ayaklarımızın altında. Deniz ile kara şeridi kol kola girmiş ne
güzel de horon tepiyorlar öyle. Sarmaş dolaş, kıvrıla kıvrıla. Bu horon
Trabzon’a, Rize ye oradan da Artvin’e kadar dalga dalga devam eden bir
oyun. Karadeniz’i anlatıyor.
Topal Osman tepede medfun. Biz
Atatürk’ün Anıtkabir’inde yaptığımız gibi, ona da bir Fatiha okuduk,
İsmail bir de dua etti Topal Osman’a, o yağmurun altında ellerini havaya
kaldırarak. .
Bu arada yükseklik korkusu olan Gül
Ayşe hanım bizi oldukça korkuttu. Hüngür hüngür ağlamaya başlayınca bir
şey olduğunu sandık. Elimiz ayağımıza dolaştı. Konuşamıyor, anlatamıyor
durmadan ağlıyor. Meğer Gülayşe Hanım’ın yükseklik korkusu varmış.
Öğrenince rahatladık. Yanlarında korkuluk olmayan yerlerde yüreğini
korku salarmış. Hanımlar koluna girdiler ve aşağıya kadar eşlik ettiler.
Yağmur şarıl şarıl, bardaktan boşanırcasına, herkes sırılsıklam.
Topal Osman kimdir?
Topal Osman, Kuvay-ı Milliye ruhuna
sahip yağız bir Karadeniz delikanlısıdır. 1883 senesinde Giresun’un Hacı
Hüseyin Mahallesinde doğmuş. Babası Hacı Mehmet Efendi Giresun
vilâyetinin tanınmış kişilerinden biri. Oğluna 3.Halife’nin ismi olan;
Osman, ismini koymuş.
Topal Osman delikanlılık yaşlarında
Balkan Harbi’ne katılmış. Çorlu’da sağ bacağına bir şarapnel isabet
etmiş. Tedavi edilmesine rağmen bacağı eski haline döndürülememiş.
Bundan sonra Topal Osman mahlasıyla anılmaya başlanmış.
Mustafa Kemal, Havza’ya geldiğinde
Topal Osman’la görüşür ve tekrar Giresun Vilayet Reisliğine getirir.
Topal Osman Mustafa Kemal’in sağ kolu olmuştur. Ekibiyle birlikte
Mustafa Kemal in muhafızlığını yapmaya başlar.
Birinci Meclis
Kurtuluş Savaşı bitmiş, devlet
yeniden dizayn edilmeye başlanmıştır. Meclis’te, Mustafa Kemal’in
çıkaracağı yasalarla ilgili muhalif sesler yükselmeye başlar. Trabzon
Mebusu Ali Şükrü Bey de muhaliflerdendir, gazetecidir. Olup bitenleri
gazetesinde yazmaktadır. Ali Şükrü Bey’in, muhaliflere gözdağı vermek
için ortadan kaldırılması gerekir. Bu görev Topal Osman’a verilmiştir.
Ali Şükrü Bey boğularak feci bir şekilde öldürülür.
Bir çobanın ihbarı üzerine; Ali
Şükrü Beyin cesedi bulunur. Ceset parça parça edilmiştir. Ve çift iple
boğulmuştur. Sol eli kırılmış, dili dışarı fırlamıştır. Sol avucunda
sandalyenin hasırları kalmıştır. Sol kulağının yanında bir de bıçak
yarası vardır. Cesedin bulunduğu yer Topal Osman’ın kaldığı yere beş yüz
metre uzaktadır.
Sıra Ali Şükrü Bey’i öldüren Topal
Osman’a gelmiştir. Yakalanırsa ve konuşursa ortalık karışabilir. Gece
alınan tedbirle M. Kemal Paşa ile eşi Latife Hanım, kimse duymadan
Çankaya Köşkü’nden istasyondaki binaya aktarılır.
Hemen sonra güvenlik kuvvetleri
harekete geçer. Topal Osman’ın evi kuşatılır ve teslim olması istenir.
Kapıdakiler Askeri Güçlerdir. Topal Osman teslim olmaz. Teslim ol
çağrısına, ‘Mustafa Kemal Paşa nerede? ben onunla görüşmek istiyorum.’
diye cevap verir. (1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece)
Sorusuna cevap alamaz. Çatışma
başlar. Ve Topal Osman’ın arkadaşlarından birçoğu oracıkta öldürülür.
Topal Osman çatışmadan sağ yakalanmasına rağmen, nedense başı kesilerek
oracıkta infaz edilir.
Meclise, “Şükrü Bey’in katili kimse
meclis kapısının önünde cesedi sallandırılacak!” diye bir yasa teklifi
verilir. Yasa Meclis’te kabul edilir. 5 Nisan günü Topal Osman
mezarından çıkartılarak, ayağından sallandırılmış bir şekilde Meclis’in
kapısının önüne asılır. 6 Nisan günü tekrar gömülür.
Karadeniz kıyılarının bu destan
kahramanı, sonuna kadar Mustafa Kemal’e bağlı kalan ve adamlarına,
Çankaya’da ve köşkle şehir arasındaki yolda nöbet bekleten Topal Osman,
nizamlı ordunun kıta kumandanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından
Çankaya sırtlarında başı kesilerek öldürülmüştür.
(Daha fazla bilgi için bakınız;
Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın
Tarihimiz Yayınları, İstanbul 1965, sayfa 106. / Cemal Şener, Topal
Osman Olayı, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul 2001, cild 2, sayfa 10. /
Milliyet Gazetesi, 16 Kasım 1968, sayfa 5./ Mahir İz, Yılların İzi,
İrfan Yayınları, İstanbul 1975, sayfa 93. / Dr. Rıza Nur, Hayat ve
Hatıratım (Paris 1929), Altındağ Yayınları, İstanbul 1967, cild 3, sayfa
1172 – 1175./ Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1980, sayfa 237.)
Ne gariptir ki, Milli Mücadele’ye büyük katkılarda bulunmuş insanlar bir bahaneyle, birer birer ortadan kaldırılmıştır…
Biz Giresun’dan sıkıldık. Topal
Osman gibi başımıza bir bela gelmeden Giresun’dan çıkmak istedik.
Giresun fındıklarının daha lezzetli olduğunu söyledi arkadaşlarımızdan
bazıları ama biz şehri terk etmeye karar verdik… Ve Trabzon’dayız.
Devam edecek
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder