-'Yeni bir İlmihal' özlemini ayakta alkışlıyorum. Bu
İlmihal Avrupa'nın şartlarını bilen yani Avrupa'yı, Avrupalı'yı, Avrupa'da
yaşayan Müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi tanıyan, ön yargısız,
ufku geniş uzman kişiler tarafından hazırlanmalıdır. Bu ilmihal ile, geleneksel
din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak, insanların dînî
idrak ve şuurları, Kuran'ın penceresinden hareketle geliştirilmelidir. -
Kanal 7/ İsmail Yetiş
Bir televizyon kanalının kurulması zarureti Erbakan Hocamız tarafından sık
sık gündeme gelmeye başladı. Milli Görüş üyesi her şahıs bu televizyona en az
100 DM olmak üzere ortak olmalıydı. Hocalar ve Türkiye’den gelen siyasetçiler
Farz-ı ayın bir ibadet olarak anlatıyorlardı televizyon yayıncılığını. Mevcut
televizyon kanallarında Milli Görüş’ün dünya görüşü halka ulaştırılamıyordu. Eğer televizyon
kanalıyla halka ulaşılırsa en kısa zamanda Milli Görüş iktidar olacaktı. Üyeler
elinde avucunda ne varsa döktüler ortaya ve Kanal 7 televizyonu kuruldu.
Kurulmasına kuruldu da yetenekli televizyon yayıncılığını yapacak yetişmiş
eleman yoktu. Buna rağmen başında Zekeriya Karamanın bulunduğu televizyon derme
çatma programlarla yayın hayatına başladı. Maalesef televizyon programları beklentileri
karşılayamadı. Yayın ve program kalitesi, sunucular, program yapımcıları, müzik
programları dökülüyordu. Dolayısıyla reklam da alamıyordu. Televizyon kuruldu
ama Kanal 7’nin eli cemaatın cebinden çıkmadı. Yeni aletlerin alınması lazım
verin, televizyon reklam almakta zorlanıyor verin, televizyon için yer alacağız
verin, uyduya çıkacağız verin...Cemaat bu ortaklıktan birşey anlamadığı gibi,
mazeret muhabbetlerinden de sıkılmaya başladı.
Televizyon yayıncılığını benden
öğrenen ve Kon-Tv’nin kurucusu ve Genel yayın yönetmeni olan İsmail Yetiş kanal
7’nin satın alma müdürlüğüne getirilmiş. Kendisi kabilyetli bir delikanlıdır ve
sağlam bir Milli Görüşçüdür.
İsmail Yetiş araç-gereç
satınalmak üzere Köln’e geldi. Kanal 7’ yi sorduk kendisine, o da anlattı, icra
heyeti anlatılanları dikkatle dinledi. Anlatılanlar moral bozucu şeylerdi.
Orada işlerin iyi gitmediğinden bahsetti İsmail. Tedbir alınması gerektiği
konusunda bilhassa ısrarcı oldu. Osman Yumakoğulları gerekenin yapılacağını
söyledi kendisine. Aradan birhayli zaman geçti. İsmail tekrar Köln’e geldi
tedbir konusunda önceki verilen sözlerin tutulmamasından dolayı çok kızgındı. Hasta
olan bir uzuvdan bahsediyordu, ancak bu uzvun tedavi edilmesi için ehliyet
sahibi olanlar ona göre ilgisiz davranıyorlardı. Hastalık ilerlerse kol
kesilebilirdi. Binbir güçlükle kurulan televizyon, televizyonun kurulmasında en
ufak bir katkısı olmayan şımarık çocuklar tarafından yabancı ellere peşkeş
çekilebilirdi.
İsmail netice almak istiyordu,
somut adımların atılmasını istiyordu. Bu sefer sözlü değilde yazılı olarak
şikâyette bulundu. Bir dosya hazırlamış icra heyeti üyelerine dağıttı bu
dosyayı. Televizyonun ehil olmayan insanların elinde olduğundan ve yapılan
yolsuzluklardan bahsediyordu dosyada, delilleri de eklenmişti. Bu dosyadan
sonra kendisiyle özel olarak görüşüldü mü görüşülmedimi bilmiyorum, ama İsmail Yetiş’in
kısa süre sonra görevine son verildiğini biliyorum.
Birara Kanal 7’ ye Avrupa
temsilcisi aranıyor dediler. Ali Yüksel beni tavsiye etmiş, görüşmek için İstanbul’a
çağırıldım. Zekeriya Karaman ve yanılmıyorsam Mustafa Çelik ile görüştük. Berlin’de
edindiğim 8 senelik televizyon tecrübemi
anlattım onlara. Yaptığım programlardan bahsettim. Avrupa’dan Kanal 7 için
nasıl programlar yapabileceğimi de anlattım. Ben görüşmeden memnun olarak
ayrıldım. Onlar da memnun görünüyorlardı. Gerekli görüşmeleri kendi aralarında
yapıp sonuç bana bildirilecekti. Köln’e
gelince Ali Yüksel’e görüşme hakkında bilgi verdim ve beklemeye koyuldum.
Yapacağım programların alt yapısını yazmaya başladım, hayallerim vardı zaten,
bu vesileyle genişlemeye başladı o hayallerim tekrar.
Bu arada araya kimler girdi ise
girmiş, bir hafta sonra ilan edilen isim ben değildim. Mehmet Gürkan idi. Herşeyde
bir hayır vardır derlerya evet öyle galiba… Kanal 7’ de görev alamadım,
birileri engelledi ama belki de hayırlı oldu. Çünkü, ne kadar paravan şirket
varsa kurdurmuşlar Mehmet Gürkan’a, Zahid Akman ile iş tutmuşlar ve daha sonra Mehmet Gürkan, Deniz Feneri e.V yöneticisi, Beyaz Holding ortağı ve Kanal 7 INT’in
yöneticisi olarak, Deniz Feneri davasında
yolsuzluktan hüküm giyiverdi.
Milas arsaları
Milli Görüş teşkilatlarında
yapılan yolsuzluklar oldukça fazla olmalı ki; her bölgeden ayrı bir ses
geliyordu. Mesela, Milas arsaları vardır. Yavuz Çelik Karahan(Osman Yobaş) ve
Abdussamed Temel’in teşvikiyle alınmış arsalar bunlar. Bilhassa Münih ve
civarında yaşayan Milli Görüş üyelerine kredi çektirilerek alınmış. Kısa süre
içinde hesabı bile yapılamayacak kadar yüksek kâra dönüştürülme sözü verilmiş
ortaklara, verilen süreler dolunca ve çekilen kredilerin geri ödemesinde
zorluklar başlayınca sesler yükselmeye başlamış. Osman Yumakoğullarının gecenin
geç saatlerinde yan odadan yükselen sesi, ortakların yükselen sesleriyle birlikte
daha da bir güç kazanıyor olmalıydı. O kadar ki, işin vahameti Osman hocanın
şekerine tavan yaptırıyordu.
Milas arsaları icra toplantısına
geldi bir gün. Abdullah Yüksel Osman Yumakoğulları’na; “Bu arsalardan çok para kazanılacak
idiyse benim neden bu işten haberim yoktur, hayır netameli bir iş idiyse sizler
neden bu pisliğin içine girdiniz de teşkilatı zora soktunuz?” diye sormuştu.
Netice olarak iki sene önce arsalar
satılmış ve ortaklara paralar dağıtılmış, dağıtılmış dağıtılmasına da ortaklar
o kadar da memnun olmamışlar bu alışverişten. Anlatılanlara göre dağıtımda
adalet sağlanmamış, ortak olarak yazılmış ama para ödememiş olanlar da kârdan
pay almış. Bu arada Yavuz ile 40 senelik dost olan Abdussamed Temel birbirlerine
girmişler, neden girmişler, niçin girmişler o kadar net değil…
Mevlâna Camii’nde yolsuzluk
Bazı şeyler vardır ki, mide
bulandırıcıdır. Yıllarınızı inandığınız bir dava uğruna mücadele ederek geçirirsiniz,
sıkıntılar çekersiniz, davanız için sevdiklerinizi ihmal edersiniz birgün gelir
aynı davada sizinle birlikte olduklarını sandığınız insanların ihanetine uğrarsınız,
o insanın davanıza ihanetine şahit olursunuz; işte insanı kahreden bu ihanetlerdir.
Ganel Merkez’deyim. Abdurrahman
Akgül’den bir mektup aldım. Abdurrahman Akgül Milli Görüş Berlin teşkilatma
başkanıdır. Şahit oldukları bir yolsuzluktan bahsediyor maktubunda. Berlin
Bölge başkanıyla çözülemeyen bir yolsuzluk bu. Konunun çözüme kavuşturulması
için benden yardım talep ediyor. Yolsuzluğu yapan Yakup taşçı hocadır, suçüstü
yakalanmıştır. Buna rağmen kendisine gereken ceza verilmemiştir. Abdurrahman
olayı şu şekilde özetlemiş: “Berlin Mevlâna Camii yaklaşık 500 kişinin namaz
kıldığı bir mekândır. Caminin hocası Yakup Taşçıdır. Zaman zaman camide para
toplanır, gönüllüler ayağa kalkarak naylon torbalarla veya takkelerle safların
arasında dolaşarak bu işi yaparlar. Her camide bu iş böyle yapılır. Bu çalışma
camilerin giderlerini karşılamak için uygulanan yöntemlerden biridir. Görevli şahıslar
toplama işini bitirince torbaları kitaplığa bırakıp namaza geçerler. Kitaplık
camiye girişte hemen sağ taraftadır. Burada, kitabın yanında, tesbih, koku,
misvak gibi malzemeler de satılır. Paralar kitaplıktaki kişiler tarafından namazdan
sonra sayılır ve tutanağa geçirilir.
Birgün Süleyman Yılmaz’ın
dikkatini çeken bir olay olur. Yakup Hoca namazdan sonra gelir ve paraları
bütünlettirmek için kantine götürür. Paralar bütünletildikten sonra da tutanağa
yazılır. Süleyman Yılmaz bu olaydan pirelenir.
Başka bir gün yine aynı senaryo
sahnelenince; bu sefer Süleyman toplanan paraları namazdan evvel üşenmez oturup
sayar, namazdan sonra Yakup hoca yine parayı alır doğru kentine gider. Paralar bütünlettirilir.
Bu para tutanağa yazılır, ancak toplanan paranın yarısıdır.
Süleyman’ın şüpheleri artar, bu
durumu şahitlendirmek ister ve teşkilatta görevli olan güvendiği kişileri çağırarak
onlara durumu açar. Herkes birbirine bakar, şaşkındırlar. Çağrılanların için de
ben de varım. 8 kişi hep birlikte karar verdik; paranın toplanacağı hafta Cuma namazını
Mevlana Camii’nde kılacağız. Heyette 8 kişi var: Süleyman Yılmaz, Abdurrahman
Akgül, Battal Aslan, Muharrem Çınar, Bahri Özdemir, Emin Gündüz, Rasül Bayram, Ercan Yılmaz (veya Tuncay Yılmaz).
Görevliler tarafından toplanan paralar
torbalarla kitaplığa geldi. Paraları namazdan önce birlikte saydık ve aynı
zamanda numaralarını da aldık. Yakup Hoca her zaman yaptığı gibi namazdan hemen
sonra geldi ve “çocuklar verin toplanan paraları da ben kantinde bütünletip
geleyim, sonra da tutanağı yazarız” dedi, aldı paraları doğru kantine.
Geriye getirdiği para, götürülen
paranın yarısıydı. Hocaya bir şey söylemeden tutanak tutuldu, kantine gidilerek
paraların numaraları da karşılaştırılarak tespit edildi. Hepimiz şoktayız.
Heyet olarak hep birlikte Bölge başkanı
Mahmut Gül’e gittik ve şikâyette bulunduk. İmzaladığımız tutanağı da gösterdik. Mahmut durumla
ilgileneceğini söyledi, ancak telaşlanmadı, olağan üstü bir durumla karşılaşma
telaşı göstermedi. Sanki önceleri olaydan haberdarmış gibi bir izlenim verdibize.
Aradan birkeç ay geçmesine rağmen
ses çıkmayınca, durumdan haberdar edilmeyince, tekrar Mahmut Gül’e gittik ve
olayla ilgili gelişmelerin ne durumda olduğunu sorduk. Mahmut’tan tatmin edici
bir cevap alamadık, üstüne üstlük Mahmut elimizdeki tutanağı da aldı ve gözlerimizin
önünde yırttı: ‘Siz bu işlerle uğraşmayın işinize bakın.’ dedi
ve bizleri kovmaktan beter etti. İstenirse o tutanağı tekrar yazar sizlere
göndeririz.”
Abdurahman Akgül’ün yardım
istediği konunun halledilmesi oldukça zor bir iştir. Telefon açtım ve konuyla
ilgileneceğimi söyledim kendisine. Konuyu Osman Yumakoğulları ve Abdullah
Yüksel ile görüştüm. Onlar da şaşırdılar, ancak sadece şaşırdılar. Ciddi bir
adım atıldığını sanmıyorum. Cemaate bu konu anlatılamayacağı gibi, hac
zamanında da Yakup hocanın kafilede olmasının etkisi vazgeçilemez cinsten. Altın
yumurtlayan tavuğun boğazının kesilmeyeceği aşikâr. Sonuç ne oldu onu
bilmiyorum. Bildiğim şudur, Milli Görüş ile kafile başkanı olarak hacca
gidenler kendisinden memnun olduklarından ve her sene Yakup Hoca’yla hacca
gitmek isteyenlerin sayısında farkedilebilir bir artış olduğundan, Yakup Hoca’ya
üstün hizmet madalyası verilecekti genel Merkez tarafından, ben mani oldum.
İcraya konu getirildiğinde bu teklifin yanlış olabileceğini söyledim ve tekrar
gözden geçirilmesinde fayda olacağını anlattım. O gün teklif daha sonra
görüşülmek üzere ertelendi. Osman Yumakoğulları ve Abdullah Yüksel’de önceden
konuya vâkıf oldukları için o madalya Yakup Hoca’ya verilmedi.
Yolcu namazı
(seferilik)
Bir taraftan bölgelerin işiyle uğraşırken, bir taraftan da
fetva heyetiyle tartışmalara devam ediyoruz. Bu sefer masada seferilik var.
Kadın kollarını da kurunca Milli Görüş, seferilik konusu sıkıntı olmaya
başladı. “Kadın bir yakını olmadan 90 km. den uzağa yalnız başına gidemez”
hükmü çalışmaları zorlaştırıyordu. Eşlerden
ikisi de teşkilatta görevli değilse veya aileden ikinci bir kişi teşkilatta
görevli değilse, -bu kişinin erkek olması gerekiyor-, çalışmalar aksıyor.
Bu durum hacca gitmek isteyen hanımlar için de geçerli.
Ya eşinden boşanarak hacca gidecek(hülle) ya da erkek olan bir yakınıyla hacca
gidecek. Hülle nikâhıyla hacca giden kadınlar, yeni eşlerinden memnunlarsa hac
dönüşü boşanmıyorlar ve aile faciaları meydana gelebiliyordu. Müslümanlık ve sahtekârlık
yanyana olmuyordu.
Kanuyu şöyle takdim ettim:
İş için, gezi için,
ziyaret için evinden çıkan kimse meşakkatli, endişeli veya korkulu bir yolculuk yapıyorsa,
seferi sayılır. Dört rekâtlı farz namazları kısaltarak iki rekât olarak kılar.
„Yeryüzüne ayak bastığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden
korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin
için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki,
küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır.„ (Nisa 101 ) İslâm bilginleri
namazın kısaltılarak kılınması hakkında ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:
- Hanefiler:
Misafirin, namazı kısaltarak kılması vacibtir,
derken,
- Mâlikîler:
Sünnet-i müekkede’dir demişler,
- Hanbelîler ve
Şafiîler: Caizdir diye aksi hüküm belirterek, uygulamayı bireyin kendisine bırakmışlardır. İbn.
Rüşd, „İmam Şafiî‘den gelen en
meşhur rivayet budur“ demiş ve imam Şafii’nin hükmünü onaylamıştır.( Ibn. Rüşd,
Bidayetü’l- Müctehid, c. 1, s. 336)
Bu durumda
herhangi bir sebeple evinden dışarıya adımını atan bir Müslüman, kendi konumunu
kendisi belirleyecek ve -bu
belirleme başkalarının kendisine vereceği psikolojik, ekonomik ve fizikî
zararların tesbitidir- kararını verecektir. Namazlarını ya kısaltarak
kılacak, ya da tam olarak kılacaktır, bu
konuda birey hürdür.
Kanaatim o dur ki;
Günümüz şartlarında bu yolculuğa 90 kilometre diye sınır
getirmek yanlıştır. Buyruk sahibi, buyruğunda, Müslümanın evinden ayrılışını
zikretmiş, peşi sıra tekrar evine
gelinceye kadar başına gelebilecek tehlikeleri, tedirgin edilme olarak
zikrederek dikkatleri oraya yönlendirmiş,
tedirginliği de; Müslümanın, düşmanı olan birileri tarafından rahatsız
edilmesi olarak ifadeye koymuştur. Bu rahatsızlık, onur kırıcı davranışlar
olabileceği gibi saldırı şeklinde de olabilir, işten çıkarma şeklinde olabilir,
iş yerinde taciz edilme olabilir, yol güvenliği olabilir v.s.
Yüce Yaratıcı devamla, ibadet süresinin İslâm
düşmanlarının, Müslümanın yaşamını sona erdirecek/ zorlaştıracak kararlar
almasına sebep olacak kadar uzun olmaması gerektiğini, bu durumun neticede Müslümanın
tedirgin edilmesine sebep olabileceğini özellikle vurgulamaktadır.( Nisa 102)
Konuya bu açıdan bakarsak, günümüz şartlarında;
Büyük şehirlerde,
metropollerde yaşayan insanlar tedirgin edilmektedirler, her an tehlike ile
burun buruna yaşamaktadırlar. Ulaşım sorunu,
trafik sorunu, stres ve hertürlü sosyolojik ve psikolojik sorunlar,
işsizlik sorunu, işten atılma korkusu, işyeri sorunları gibi hayati önem
arzeden sorunlar, kilometre söz konusu edilmeden ibadet yapmak isteyen bir Müslüman
için tedirginlik kapsamına alınmalı ve bu Müslüman evine dönünceye kadar
namazını kısaltarak kılmalıdır. Zahirîlerin görüşü de böyledir.( Ibn.
Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, c.1, s.338)
Yolcu namazı ile ilgili diğer meseleler:
Yolcu, yolcu
olmayana, mukim de yolcuya imamlık yapabilir. İmam misafirse iki rekâtta selam
verir/ şart da değildir: Çünkü bu seçimi imam olan o kişi yapacaktır. Yolcu (
misafir) olmayan cemaat namazlarını dört rekâta tamamlar. Eğer cemaat yolcu da
imam mukim ise, imamla birlikte selam verir. Ancak bu durumda da cemaat yine
seçme hakkına sahiptir.
Kadınlar için yolculuğa gelince:
Kadınların mahremleri yanlarında olmadan 90 kilometreye
kadar olan yolculuğu yapabileceklerini, fazlasını yapamayacaklarını biliriz,
ama niçin 91. kilometreyi gidemez diye çoğukez sormayız. Oysa kadınlarla ilgili
yolculuk hükümleri tamamen yol emniyetiyle ilgilidir. Yol güvenliği varsa kadın
istediği kilometreyi tek başına gidebilir. Zamanımızda yolculuğu kilometreyle izah
etmek yanlış olur. Uçakla yapılan yolculuklar kilometreyle
sınırlandırılamayacağı gibi, güvenlik açısından da sanırım tartışılamaz.
Konuyla ilgili Peygamber buyrukları şöyledir:
1. „Allah’a, Âhiret Günü‘ne inanan hiç bir kadına
mahremsiz olarak bir gün bir gece yolculuğa çıkması helal olmaz.„( Buharî,
Taksîru’s-Salât 4, Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 29, no. 2194)
2.
„Kadın, yanında kocası veya mahremi olmadan
iki gün sürecek yolculuğa çıkmasın.„( Kütüb-i Sitte, c. 8,
s. 29)
3. „Kadın yanında mahremi bulunmadan üç gün sürecek
yolculuğa çıkmasın.„( a. g. e c. 8, s. 29, ayrıca bkz. Ebû Davut, ilgili
bölüm.)
Yukardaki hadislerde güvenlik arttıkça zamanın uzadığını
görmekteyiz. Öyleyse kadınların yoculuğunda yasağı getiren, mesafenin uzaklığı
değil, yol güvenliğidir. Oysa aynı
güvenlik erkek için de geçerlidir.
Kaldı ki; Şafiiler‘e ve Hanbeliler’e
göre, erkek karısının farz olan hacca gitmesine mani olamaz. Çünkü hac farzdır,
kocası izin vermese de kadın, Hacc‘a
gider.( a. g. e. , s. 32)
Farz olan Hacc‘a izinsiz gidebilen kadın, herhalde haccın üzerinde bir farz olan cihad
ve rızık içinde 91. Kilometreyi haydi haydi gidebilir. Âl-i Imran 97’de konuya
açıklık getirilmektedir: „Orada apaçık ayetler ve İbrahim Makamı vardır. Kim oraya giderse o güvenliktedir. O na bir
yol bulup güç yetirenlerin Evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki
hakkıdır. Kim de küfre saparsa, kuşku yok, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.
„
Âyette geçen güç
yetirmek ne anlama gelir, mezhepler bu konuda neler demişlerdir:
a- Hanefiler güç
yetirmeyi üçe ayırmışlar: Sağlıklı bir beden/ Yeterli mal / Yol ve mekan
güvenliği
b- Malikîler: Güç, bedenin dayanıklılığı / Mal ve
keyfiyet yeterliliği /Günün şartlarına göre güvenlik
c- Şafiîler:
Sağlıklı bir beden / Yeterli mal /Uygun binek
d- Hanbelîler: Kudret, dayanıklı bir beden / Yeteri
kadar, yiyecek-içecek / Binek
Sonuç:
Mezheplerin
kadınların yolculuğu ile ilgili yasaklama kararları, görüldüğü gibi mesafe ile
ilgili değil, güvenlik ile ilgilidir.
Genel Merkez’den ayrıldıktan
sonra Berlin’e geldim tekrar, çocuklarım Berlin’deydi. Yavuz Çelik Karahan(Osman
Yobaş) Genel başkan. Mahmut Gül Yavuz’un selamını getirdi ve ‘Genel Merkez’in
yeniden yapılanması için bir çalışma yapmanı istiyor, yapabilir misin?’ Dedi. Kendisi
telefon açıp bana söyleyebilirdi, ama olsun, teşkilat için bunu da yaparım
dedim ve başladım çalışmaya. Bitirince de mahmut Gül’e teslim ettim. O çalışma
aynen şöyledir:
YENİDEN YAPILANMA/
TEMMUZ 2003
(Motivasyon
çalışmaları)
Giriş
'Teşkilatın yeniden yapılanması' gibi fevkalade
önemli bir konuda benim de görüşlerimin alınması için gösterdiğiniz nezaketten
ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.
Müsade ederseniz tekliflerimi üç anabaşlık altında görüş
belirterek sunmak istiyorum.
1- Geçmişteki
denemeler
Yeniden yapılanma çok ciddi şekilde üzerinde durulması
gereken ve teşkilatımız açısından önem arzeden hayati bir konudur. Bu zamana
kadar hakkıyla uygulamaya konulamayan bu husustaki belli teşebbüslerin, niyet
ve nitelik yoksunluğundan dolayı maraz ve noksan uygulamalarla bir türlü rayına
oturamaması, hastalığı kronikleştirmiştir. Bunun bertaraf edilebilmesi için 'Teşkilatın
yeniden yapılanması' gereklidir. (Osman Yumakoğulları zamanında masaya
yatırıldı, Ali Yüksel'in genel başkanlığında rötuşlanarak kısmi olarak
uygulamaya konuldu, Mehmet Erbakan'ın genel başkanlığında ciddi şekilde ele
alındı ve bugün yine yeniden yapılanma baş meselemiz olmaya devam etmektedir.).
2- Yeniden
yapılanmadan ne kastediliyor?
Burada kastedilen yapısal değişiklik midir, düşünce
planında yapılması gereken, öze yönelik değişiklik midir, yoksa her iki alanda
da yapılacak olan köklü bir değişiklik midir? Tam olarak niyet
anlaşılamamaktadır. Bana göre her iki konuda da yeniden yapılanma gereklidir.
Çünkü, her kurumsal faaliyet zaman, şartlar ve taleplerin gereği olarak,
kendini işlev ve içerik olarak her konuda yenilemek mecburiyetindedir. Aksi
halde gerek içinde barındırdığı kitleden, gerekse dışında muhatap olduğu
kitleden uzaklaşmak ve kopmak durumunda kalacaktır (Demode olacaktır).
Doğal olarak teşkilatın da hem söylem, hem de kurumsal
organizasyon olarak durumunu köklü bir şekilde gözden geçirip, yeni bir
yapılanmaya gitmesi elzemdir. Bu vesileyle, böyle bir tartışmayı başlatan,
sorumluluk taşıyan, cesur yöneticilerimizi kutluyorum.
3- IGMG için
yeniden yapılanma gerekli midir?
Yeniden yapılanmaya her açıdan ihtiyaç vardır. Ancak bu
ihtiyacı giderecek potansiyeli ciddi bir şekilde gözden geçirmek gerekir: Çünkü
yeniden yapılanmanın bedeli vardır, yeniden yapılanmanın şartları ağırdır,
yeniden yapılanma fedakârlık ister, yeniden yapılanma ehliyet ister, yeniden
yapılanma zamana ve şartlara göre tecdidler ister.
İlk önce IGMG'nin bugünkü haliyle yeniden yapılanmayı ne
denli gerçekleştirebileğine bakmak gerekir. Bu konudaki samimiyet acımasızca
sorgulanmalıdır. Daha sonra, mümkün olduğu kadar ön yargılardan uzak, yeterli
birikime ve analiz gücüne sahip kişilerin öncülüğünde, tabanın sesini de
dinleyerek, mevcut kaynaklar tesbit edilerek, teşkilatın manevra ve icra
kabiliyetine göre konu masaya yatırılmalıdır.
Yeniden yapılanma sürecinde bazı, bulundukları makamları
kendine ait ve kurumu kendisiyle özdeşleşmiş gören kişilerin, bu süreçten
rahatsız olup, makam, mevki ve menfaat telaşıyla ciddi sorunlar ve engeller
çıkarabileceği gözardı edilmemelidir. Bu kişilerin, kendi menfaatlerini,
teşkilat menfaati gibi takdim etmeleri her zaman mümkündür.
Bütün bu açıklamalardan sonra yapılmak istenen
çalışmaların, yeniden yapılanma çalışması değil de motivasyon çalışması olduğu
gerçeğinden hareket ederek, tekliflerimi, yeniden yapılanmaya geçiş olabilir
düşüncesiyle elimdeki örneğe de sadık kalarak, şu şekilde sıralamam mümkündür.
Ancak pansuman tedbirlerle istenilen ölçüde bir yapılanmanın
olamayacağını, hatta motivasyonun bile kazanılamayacağını, çeşitli ıslahatlarla
varlığını sürdürmeye çalışan Osmanlı'nın sonucuna bakarak anlamak mümkün
olabilecektir.
YENİDEN YAPILANMA
1-Yapısal
değişiklikler
-Teşkilat saydamlığı esas alınmalı.
Teşkilat saydamlığı esas alınmalıdır. Şimdiye kadar
çekilen sıkıntıların temelinde takiyeci bir mantık yatmaktadır. Bu da içinde
yaşdığımız topluma verdiğimiz güveni (yapılan bütün olumu icraatlara rağmen)
zedelemektedir. Bundan dolayı teşkiatımızı temsil eden şahısların içeride
söyledikleri ve yaptıklarıyla dışarıda söyledikleri ve yaptıkları uyum
içerisinde olmalıdır ki beklenilen güven oluşabilsin.
Kamuda güven ortamının oluşturulabilmesi de teşkilatın
genel başkanı dâhil bütün yöneticileri atamayla değil seçimle işbaşına
gelmelidir. Cemaat atanan başkandan daha ziyade kendi seçtiği başkanla çalışmak
ister.
Genel Başkan ve dernek başkanları en fazla dört sene
süreyle icra heyetlerinin başında kalabilirler. (Bu süreler şartlara göre
kısaltılabilir.)
-Katılımcı şura
prensibinin karar alma mekanizmasında esas alınması.
Katılımcı şura prensibi doğru bir ifadedir. Sorun bu
anlayışın doğru olarak uygulamaya konulmamasında yatmaktadır. Bu prensip, esas
alınmanın da ötesinde bütün işleviyle birlikte titizlikle uygulanmalıdır, yani
şurada istişare heyetine rağmen karar almamalıdır. Peygamber Efendimiz’in
''Ümmetm yanlışta ittifak etmez'' buyruğu dikkate alınmalıdır. Sahibimiz’in de
“Aklınızı calıstırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım“( Yunus 100)
buyruğu, şurada tüm boyutlarıyla geçerli olmalıdır.
-Genel Merkez,
Bölge ve Şube ilşkisinin belirlenmesi
Genel Merkez ve Şube ilişkilerinde bulunulan ülkelerin
hukuku çerçevesinde federatif bir yapı esas alınmalıdır. Yani her bölge ve şube
özerklik haklarını korumalıdır. Ve Genel Merkez’le olan münasebetler bu yapı
çerçevesinde özenle sürdürülmelidir.
-Yukarıdan aşağıya
aynı isim altında kamu oyuna çıkılması.
Bu şekildeki bir
yapılanma gereksizdir ve İslâmi kurallara uygun değildir. Adil Düzen
anlayışında da ifade edildiği gibi İslâm yerinden yönetimi esas alır ve güdümlü
idareye karşı tavır koyar. Doğru olan da budur. Buradan hareketle her
kuruluşumuzun kendi tüzüğüyle ve adıyla varlığını sürdürmesi icap eder.
Öte yandan IGMG her bölgede federasyon olarak resmen
kurulmalı ve faaliyet alanları farklı olan yerel kuruluşlar da çatı organizasyonu
olan IGMG’yi üye olarak desteklemelidirler. Bölge federasyonları bulunulan ülke
çapında konfederasyonlarını oluşturmalıdırlar. Eyalet ve ülke hukuku bu
oluşumda belirleyici olmalıdır.
Böylece yerel kuruluşların faaliyetleri Federasyonu
olumsuz olarak etkilemeyecektir. Gerekli görüldüğü takdirde IGMG nin dünya
görüşüne muhalefet eden veya faaliyetleriyle IGMG’yi zor durumda bırakacak
dernekler rahatlıkla Federasyon bünyesinden çıkarılabilirler.
-Kadın, Gençlik ve diğer kuruluşlar
Kadın, Gençlik ve diğer kuruluşlar da çeşitli isimler
altında dernekleştirilerek kendi Federasyonlarını oluşturmaları ve
Konfederasyona federasyon olarak üye olmaları, ancak kendi faaliyet alanlarında
serbest bırakılmaları sağlanmalıdır. Çatı organizasyonuna bağlılıkları resmi
üyelik şeklinde olmalıdır. Federasyon ayda bir olmak üzere üye derneklerle
tolantılar yaparak faaliyetlerle ilgili bilgiler almalı ve yeni stratejiler
belirlemelidir. Bu toplantılar kamuya açık olarak yapılmalıdır. Stratejilerin
belirleneceği toplantılar istisna tutulabilir.
Spor kulüpleri, veli dernekleri v.b. kuruluşlarda aynı
prensiplerle çalışmalıdırlar.
2- Eğitimde
yeniden yapılanma
-Temel esasların
kitaplaştırılması.
Teşkilatın el kitabı olarak böyle bir çalışmanın
yapılması fekalade faydalı olacaktır. Ancak muhtevanın akademik bir süzgeçten
geçirlerek kitap haline getirilmesi neticesinde daha faydalı sonuçlar elde
edilebilinir. Bu kitapçık içide yaşanılan toplumun yapısına ters düşmemelidir.
-Destek verilen
eğitim kurumlarının değerlendirilmesi
Eğitim kurumları, dernekleşerek ve de özelleştirilerek federasyon
içerisinde yerlerini almalıdırlar. Yaptığı faaliyetlerin getirisiyle ayakta
durabilenler durmalı, duramayanlar belirli zaman dilimi içerisinde
yapılabiliyorsa sübvanse edilmeli, yapılamıyorsa elden çıkarılmalıdırlar.
Müfredat programları bulunulan ülkenin şartları göz
önünde bulundurularak ehillerince modern çağın eğitim metodlarından
faydalanılarak hazırlanmalıdır.
Ders kitapların (Temel Bilgiler) IGMG mührüyle eğitim
kurumlarında okutulması faydalı olur. Diğer sahalarda (Tarih, Türkçe, Ehli
Kitap medeniyetini tanıtan ve entegrasyon amaçlı kitaplar) uzmanlarınca
hazırlanacak veya başka yollarla tedarik edilebilecek yardımcı kitaplar da,
faydalanılabilecek kitaplar olarak eğitim kurumlarına tavsiye edilmelidir.
Öğretmenler çalışmalarında kaynak arama derdine düşmeden bu kitaplardan azami
derecede yararlanabilmelidirler. Tabii ki derslerde bu kitapların dışında başka
kitaplardan faydalanılamaz gibi bir şart, eğitimde kısırlaşmanın yolunu açar.
-IGMG yaygın ve örgün eğitime ağırlık vermelidir
Eğitim kurumları da kendilerini yaygın ve örgün eğitime
göre programlamalıdır. Örgün eğitimler hafta sonunda, yaygın eğitim hafta
içinde yapılmalıdır, böylece yaygın eğitim için gerekli zaman ve zemin
oluşturulmuş olacağı gibi, eğitimci sıkıntısı da çekilmeyecektir.
Bu şekildeki bir eğitim organizasyonu ile cemaat birebir
eğitime tabi tutulacağı için, başka cephelere kaymalar asgariye indirilmiş
olacaktır. Hafta içerisinde camilerde yapılacak Nachhilfe kurslarıyla da
çocuklar için cami faydalı hale geleceğinen, cami zorla gidilen bir yer
olmaktan çıkacak ve cazibe merkezi haline gelecektir. Din eğitimi de hafta
sonlarına kaydırılarak uygun ortamlarda belirli bir disiplin içerisinde günde
üç ders saati olmak şartıyla toplam altı ders saati olarak verilmelidir.
Böylece öğrenciler arasında yaş ve seviye tespiti yaparak cami eğitimi daha
faydalı hale getirilmiş olacaktır.
-İnternet ve radyonun
eğitim amaçlı olarak kullanılması
Gereklidir, ancak pahalı bir çalışma olur. IGMG'ye gönül
veren insanlar arasındaki yorum uyumunu sağlayacağı için profesyonel ciddi bir
dergi hem kendi mensuplarımız hemde dışımızdaki kamunun istifadesine sunulabilir.
IGMG ayrıca, faaliyetlerini tanıtabileceği mevcut bültenden (bülten mi dergi mi
ne olduğu belli değil) biraz daha kapsamlı bir aylık bülten de çıkarmalıdır.
İnternet, radyo ve televizyon gibi araçlarla da eğitim
hizmetleri sunulabilir. Sözkonusu araçlara sahip değilsek bile bu araçlara
sahip kişi ve kurumlarla menfaat birliği kurulabilir.
-Yeni İlmihal
çalışması
'Yeni bir İlmihal' özlemini ayakta alkışlıyorum.
Geleneksel din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak,
insanların dini idrak ve şuurları, Kuran'ın penceresinden hareketle
geliştirilmeli, insanlarımız içinde yaşadıkları toplumda aydın bir Müslüman
kimliğiyle yaşayabilecekleri şekildeki özelliklerle donatılmalıdır.
Bu İlmihal Avrupa'nın şartlarını bilen yani Avrupa'yı,
Avrupalı'yı, Avrupa'da yaşayan Müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi
tanıyan, ön yargısız, ufku geniş uzman kişiler tarafından hazırlanmalıdır.
Bu İlmihal „Ehl-i Kitap çoğunluk içerisinde azınlık
olarak bulunan Müslümanlar İslâm'ı nasıl yaşamalıdırlar?“ sorusunun her konuda
rahatlatıcı cevabını içeren bir ilmihal olmalıdır: Yani Müslümanların işlerini
zorlaştıran değil kolaylaştıran, onların ellerinden tutan bir ilmihal
olmalıdır.
Ancak bu ilmihal IGMG adına çıkarılmamalıdır. İlimihal
bir kurumun, bir şahsın, bir devletin ilmihali olur ise ümmet arasında
kapsayıcı olamayacağından sakıncalıdır.
-Burs Yönetmeliği
Burs, IGMG'nin bilhassa Avrupa'da üzerinde hassasiyetle
durması gereken bir çalışma alanı olmalıdır. Kadro elamanlarını yetiştiremeyen
bir hareket başarısızlığa mahkûmdur. Hasbelkader ilköğretim okullarından mezun
olmuş veya sonradan meslek yapmış, imkânları ölçüsünde IGMG içerisinde hizmete
devam eden gönüllü ordularıyla, hareket uzun vadede hizmetlerine devam edemez.
Üniversitelerde okuyan öğrenciler geçinebilecekleri kadar
burs verilerek mutlaka desteklenmelidirler. Burs verilecek öğrencilerde
aranacak vasıflar elbette olacaktır, ancak bu vasıflar dar bir çerçeve
içerisine sıkıştırılan üç beş maddelik cemaat mensubiyetiyle ilgili vasıflar
olmamalıdır.
Bursları Genel Merkez veya Bölgeler değil, şubeler
vermelidir. Böylece şubelerin bünyesinde vasıflı elamanların sayısı artacak ve
cemaat kime ne veriyorsa onu bilecek ve hergün gözünün önünde görecek,
şubelerdeki sorumluluk bilinci artacaktır. Özet olarak şubeler arası hayırda
yarış teşvik edilmiş olacaktır.
-Eleman
yetiştirmek
Teşkilatın, teşkilata elaman yetiştirmek gibi bir lüksü
olmamalıdır. Vasıflı insan yetiştirmek gibi bir derdi olmalıdır. Yetişen vasıflı elemanlar içerisinden doğal seyrinde ihtiyaç duyulan birim
ve konularda eleman seçmek daha kolay ve mantıklı olacaktır.
Seçilen bu elemanların teşkilat amacı doğrultusunda
bilgilendirilecekleri ve belirli becerileri elde edebilecekleri enstitüler
açılarak istenilen vasıflarla donanmış personel elde edilebilir. Eleman
yetiştirmek için yukarıdaki metodun tercih edilmesinin sebebi şudur: Teşkilat
için yetiştirilen insan çoğunlukla teşkilat varlığını sürdürdüğü müddetçe var
olabilmekte aksi sözkonusu olduğunda ise yokolabilmektedir. Hâlbuki biz yetiştirdiğimiz
insanların vasıflı olmasına özen gösterirsek, sözkonusu şahıs bırakın
kaybolmayı hiç teşkilatımızın olmadığı yerde bile çalışmalar başlatıp yeni bir
şube kurabilir.
3- İrşad ve
Tanıtma faaliyetlerinin reorganizasyonu
İrşad faaliyetlerinde ifade ve davranış birliğinden söz
etmek fevkalade yanlış bir yaklaşımdır. İnanç ve düşünce hürriyetinden,
düşüncesini ifade edebilme hürriyetinden her fırsatta bahsetmeyi sünneti haline
getiren bir teşkilatın 'ifade ve davranış birliği' nden bahsetmesi abesle
iştigal olur. Bu anlayış kişilerin kabiliyetlerini törpülemek anlamı taşır.
Tebliğ ve İrşad denilince İslâm'ın tebliği, insanların irşadı akla gelir. Bu
konuda Sahibimiz'in mihmandarlığı tebliğciler için yeterlidir.
Ne yaptığını bilen donanımlı, faaliyet yapacağı alana
göre şuurlandırılmış tebliğ ve beyan edici elamanlar yetiştirmek gerekir. Bu
elemanlar kendiliklerinden ifade ve davranış birliği içerisinde olacaklardır.
Bundan ötesi propagandist yetiştirmek, çığırtkan yetiştirmek olur. Bu tür
elemana gerek yoktur: Çünkü bu elamanlar cemaat fanatizmiyle hareket ederler.
Gayesi İslâm olan teşkilatların böyle ucuz kahramanlara ihtiyacı olmaz.
Burada kastedilen teşkilat prensiplerinin anlatılması
ise, o görevi yapacak propagandistler ihtiyaca göre yetiştirilebilr.
-İrşad
derslerinin, hassaten nafile ibadet ve zikir programlarının teşvik edilmesi.
Sistemlere alternatif bir yapılanmanın özlemiyle çalışan
bir teşkilat, önüne hedef olarak irşad faliyetlerini ve nafile ibadetleri
koyuyorsa, orada ruhbanlığa doğru bir kayma vardır. Sistemlerin değil
tarikatların alternatifi olmak gibi bir anlayışın varabileceği sonuçtur bu.
Genel İslâm eğitiminde zaten nafile ibadetlerin yeri
bellidir. Merkezi idarenin nafile ibadetlere müdahil olması insanları teşkilat
amacının dışına taşımak olacaktır.
'Cihad gibi ulvi bir davası olan insanların başka şeyleri
yapmaya zamanı kalmaz'
Yeniden yapılanmanın
hedefinde problem çözmek olmalıdır beyin yıkamak olmamalıdır. „Hedef kitlenin
derdi nedir, bizler bu insanların ellerinden nasıl tutar da onlara yardımcı
olabiliriz?“ diye bir düşüncenin geliştirilmesi, planlanması gerekmektedir. Bu
durum gözden kaçırılmamalıdır. Aksi takdirde insanların Milli Görüşçü olmaları
için sebep olmaz.
-İmamların
eğitiminin gözden geçirilmesi
IGMG'nin çatısı altında hizmet veren din görevlilerinin
ilk önce insan olmalarından doğan hakları kendilerine verilmelidir. İkinci
olarak imam olmalarından ötürü gerekli olan saygı ve hürmet kendilerinden
esirgenmemelidir. En az bilgili olan imam bile,- madem onun arkasında namaz
kılıyor ona tabi oluyoruz- hürmete layık büyüğümüz, önderimiz olarak baş tacı
edilmelidir, tahsildar ve garson olarak kullanılmamalıdır. Ulema ve Umera
sıralamasında birinci sırada olmalıdır. Başkana ve idare heyetine veya cemaatın
önde gelenlerine yağ çekmek mecburiyetinde bırakılan imamın ne kendisine ne de
başkasına faydası olur.
Donanım konusuna gelince; imamlara ilk önce ülke lisanını öğrenme konusunda
yardımcı olunmalı, teşkilat imkanları lisan öğrenimi için seferber edilmelidir.
Lisan öğenimine parelel olarak hutbeler en azından iki lisanda okunmalıdır. Alt
yapısı olan gençler imkânlar zorlanarak yukarda sözünü ettiğim enstitülerde
belirli periyodlarla ehil kişilerin gözetiminde eğitime tabi tutularak ihtiyaç
duyulan imamlar yetiştirilmelidir.
-Dik'in yeniden
tanzimi
DİK, IGMG'nin bölge federasyonları içerisinde ve
konfederasyon bünyesinde kurumlaştırılmalıdır. DİK üyeleri atama usulüyle değil
ehilerince seçim usulüyle işbaşına getirilmelidir. Her bölge kendi problemini
kendisi çözmelidir. Konfederasyon içerisinde kurumlaşan DİK ise, bölgelerde
çözülemeyen konularda araştırma yapabilecek bir üst kurul olmalıdır. Ancak her
iki kurulun fetvaları da bağlayıcı değil tavsiye niteliğinde olmalıdır. Ve aynı
şekide başka konularda da DİK benzeri kurullar oluşturularak en azından hedef
kitlenin günlük problemlerine neşter vurulmalıdır. Yani sadece dini alanda
değil bunun yanısıra sosyal, kültürel ve hukuki alanlarda da benzeri kurullar
oluşturulmalıdır.
-Türkçe ve Türkçe
olmayan tanıtma çalışmaları...
Türkçe ve ülke dillerinde yapılmış olan basılı ve sesli
yayınlar derlenerek ihtiyaca uygun olanlarının üyelere servisi yapılabilir.
Ancak bu pahalı bir çalışmadır. Teşkilat bu çalışmaların hakkından gelebilecek
midir? Bilemem. Bence bu konularda çalışma yapan kurumlara siparişler verilerek
daha ucuz ve daha az emekle bu ihtiyaç karşılanabilir. Teşkilat iş yapmak
yerine işi organize edip, plan ve programını yapıp uzmanlarına havale etme
yolunu seçmelidir. Yani özel teşebbüslerle işbirliğine gitmelidir. Ancak
teşkilat bu işleri takip edecek kurul ve kurullar oluşturabilir. Bu kurullar
dernek ve şirket statüsünde hizmet verebilir. Dolayısıyla Genel Merkez'deki
personel fazlalığı da giderilmiş olur.
-Müslim ve Gayri
Müslim Göçmen kuruluşlarla işbirliği..
Bu tür faaliyetler uzman eleman işidir, nitelikli eleman
ister, cemaat fanatizminden uzak olmayı gerektirir, özveri ister. Diyalog hep
bana düşüncesiyle kurulmaz, biraz sana biraz da bana anlayışıyla kurulur.
İstenen çalışma böyle bir çalışma olacaksa hemen işe
koyulmalıdır. Hele 11 Eylül’den sonra, IGMG'nin, dışında olup bitenlere bigâne
kalarak cazibe merkezi olması mümkün değildir.
Dini cemaatlarla olan ilişkiler de aynı şekilde cemaat
fanatizminden uzaklaşarak kurulabilir.
IGMG öncelikli olarak Ehl-i Kitap’la olan ilişkisini
Kura'n ve Sünnet çizgisine oturtmalıdır. Günümüzde dünyadan başka bir hayatı
gerçek kabul etmeyen modern insanlara nispetle Ehl-i Kitab'ın bize yakın olan
inançlarını dikkate alıp onlarla olan hukukumuzu bu temelde oluşturmamız gerekir.
-Camilerimize yeni
şekiller kazandırılmalıdır
„Camilere yeni şekiller kazandırılmalıdır“, Bu ifade ile
ne denilmek istendiğini anlayamadım. Camiler sünnete uygun olarak tanzim
edilmelidir deniyorsa, bu düşünceye katılmamak mümkün değildir. Camilerimizin
spor salonu, konferans salonu görüntüsünden çıkarılıp, içerisine giren
insanlarımızın manevi bir atmosfere bürünebilmelerini sağlayacak ortam
oluşturulmalıdır. Böylece İslâm medeniyetinin merkezini teşkil eden camiler
Avrupa'da da işlerlik kazanabilir.
Kastedilen estetik ise, temizlik ise elbette bu düşünceye
de katılmamak mümkün değildir. Çorap kokusundan, tuvalet kokusundan dolayı huşu
içerisinde ibadet yapılamayan camilerimiz var. Bu faaliyetlerin yürütülebilmesi
için her bölgede bir murakıb heyeti kurulabilir.
Kastedilen yeni, asli mimarisina uygun cami yapımı ise,
külliye yapımı ise, elbette gönül onu da ister, ancak bu imkân meselesidir.
Genel Merkez'in imkânları varsa niçin olmasın.
Bu konularda, bölgeler kendi yerel yönetimleriyle
ilişkiye girebilirler. Samimiyet ve güven içerisinde yapılan iyi niyetli
çalışmalarla sorun çözülecektir.
Ancak kimlik gizlemekle, „Ben ondan değilim de“, „İşte
karşılıklı menfaat birlikteliğimiz var da“, „Aslında o tukaka da ben daha
iyiyim“ gibi, çelişkili tutarsız ifadelerle o güven ortamı oluşturulamaz.
Oluşturuluyor gibi görünse bile bir gün ipler kopuverir
4- Mali durum
-Genel Merkez
üyeliği
Federasyon ve konfederasyon tipi bir yapılanmada Genel
Merkez’e şahıslar değil, cemiyetler üye olacağından hukuki olarak zaten aidat
alma hakkı doğmaktadır. Tek tek şahısların üye yapılması için çalışmalar
yapmaya gerek kalmayacaktır.
Mensubiyet şuuru çalışmalarını samimiyetle yürüten ve
hedeflerini gerçekleştirmek için gayret gösteren teşkilatlarda doğal olarak
gelişecektir. Eğer gelişmiyorsa hatayı mensuplarda değil, ortaya koyduğumuz
çalışmaların yukarıdaki ilkelere ne derece sadık olup olmadığında aramamız
gerekir. Burada belirleyici olan güven unsurudur.
-Hizmet alanlarına
uygun yatırım
Hac hizmetlerimizin daha güzel yürütülebilmesi için yeni
yapılanmaya uygun olarak konfederasyon seviyesinde şirket kurulmalıdır. Bu
hizmetlerden elde edilen gelirler en küçük birimlerimize (şube) ulaşacak
şekilde ve hizmetler katılım oranı dikkate alınarak adalet gözetilerek
dağıtılmalıdır. Hac görevlileri hep aynı şahıslar değil, teşkilatta görev yapan
herkesin dönüşümlü olarak görev yapabilecekleri şekilde organize edilmelidir.
Kurban hizmetleri dedikoduya meydan vermeyecek şekilde
organize edilmelidir. Kurban kesilecek ülkelerdeki fiyatlar baz alınarak ilan
edilmelidir. Tek fiyat uygulaması cemaat arasında hoşnutsuzluklara sebep
olmaktadır. Kurban parası yerinde dağıtılmak üzere görevlendirilecek kişilere
teslim edilmelidir. Bu yolla teşkilatların gönderdiği kişilerin art niyetli karalamalardan
uzak tutulması sağlanmış olacaktır. Diğer hizmet alanlarında da aynı hassasiyet
gösterilmelidir.
Tasarruf Tedbirleri:
Milletimizin zor şartlarda kazandıkları paraları teşkilatımızın hizmetine
sunması her türlü takdirin üstündedir. Teşkilatımızın da bu özveriyi gözönünde
bulundurması otomatik olarak bizlerin tasarruflu harcamalar yapmamızı
sağlayacaktır.
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder