16 Temmuz 2024 Salı

BALKANLAR GEZİSİ (VIII) BOSNA- HERSEK (III) -Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turu’ndan 2024-

“Sayın komutan…İstediğiniz kadar dağlara haç dikin. Gökyüzüne her baktığınızda çaresizce hilali ve yıldızları göreceksiniz.’’ Rüştü KAM Avrupa’nın ortasında, dünyanın gözü önünde yapılan Boşnak Soykırımı’na tüm dünya kör olmuş ve yapılan bu soykırımı görmezden gelmişti (1992). O yıllarda sadece Türkiye ve birkaç ülke yaşanan bu vahşete sesini yükseltmişti. Efsane Lider, Büyük Komutan, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, bir yandan elindeki sınırlı imkanlarla ülkesini ayakta tutmaya çalışırken öbür taraftan da İslam’ın bayrağını yere düşürmemek için büyük çaba sarf ediyordu. Gözü dönmüş Sırplar ve Hırvatlar, yaşlı-çocuk-kadın demeden önlerine gelen Boşnağı hunharca katlediyordu. Hatta bu vahşeti o derece ileriye götürmüşlerdi ki; Saraybosna’yı çevreleyen tepelerden keskin nişancı (sniper) silahlarıyla sivil Boşnakları da birer birer avlıyorlardı. Ayrıca, İslâm adına ne varsa hepsini yakıp yıkıyorlardı; köprüler, camiler, hanlar, hamamlar …hepsini. Asıl gayeleri, Avrupa’dan sadece Boşnakları yok etmek değil Boşnak adı altında İslâm’ı da yok etmekti. Bu örneklerden birisi Mostar köprüsüdür. Üç gün süreyle 54 tane top mermisi ile canlı yayında, dünyaya göstere göstere Hırvatların yıktığı köprü. Bosna Hersek’teki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olan Mostar Köprüsü. Hırvatlarla, Müslümanların yaşadığı bölgeleri birbirine bağlayan köprü. İslâm mimarisinin en dikkat çekici yapılarından biri olan ve Boşnakça’da “Stari Most” olarak isimlendirilen Mostar Köprüsü. Dünya mimarlık anıtları listesinde yer alan ve şehre tek başına mimari bir değer katan köprü. Mimar Hayrettin’in köprüsü (1566). Mimar Sinan’ın talebesi Hayrettin’in. İki ismi birleştirerek çocuklarımıza isim olarak koyduğumuz iki mimarın; Sinan ve Hayrettin’in köprüsü. Biz şimdi Mostar’dayız. 427 sene ayakta kalarak; dil, din ve ırk ayırımı yapmadan bütün insanları sırtında taşıyan o vefakâr ve de cefakâr köprüye selam vermeye geldik. Şehrin girişinde hemen mezarlığın yanında indik otobüsten. İki saat burada kalacakmışız. Otobüsten indiğimiz yer buluşma yerimiz olacakmış. Arnavut kaldırımlı o daracık yollar bizleri köprüye ulaştıracakmış. Sağ tarafta Türk Konsolosluğu var, Ay yıldızlı bayrağımız dalgalanıyor. Selamlıyoruz bayrağımızı, o da bizi. Yol boyunca, hediyelik eşya satan alışveriş yerleri sıra sıra dizilmiş, müşterisini bekliyorlar. Mostar’da her milletten insan var. Çok kültürlü bir şehir havasında. Sokak cıvıl cıvıl. Onlar da köprüyü görmeye gelmiş olmalılar. Mostar Köprüsü karşıdan göründü. Yay gibi gerilmiş, her an düşmanına okunu salacakmış gibi hazır vaziyette öylece duruyor orada, mükemmel bir eser. Değil 54 topla 154 topla da yıksanız ben yine ayağa kalkar selamlarım ziyaretçilerimi der gibi. Gururlanıyor elbet. Haksız da değil. Bu insanlar dünyanın her bir tarafından sadece onu görmeye gelmişler. Az şey midir bu? Yokuşun başındayız. Aramızda mesafe var, selamlaştık, biraz sonra köprü ile el sıkışacağız ve başından geçenleri anlatacak bize lisan-ı haliyle. Şimdi fotoğraf çekilme zamanı. Sağ tarafta bir duvar var, insanlar nehre uçmasınlar diye yapılmış olmalı. En güzel fotoğraf o duvarın üzerinde çekilirmiş. Boydan boya dizildik duvarın üstüne. Arkası uçurum. Hafif bir sendelemede düşebiliriz. Bu fotoğraf, Mostar Köprüsü’nün önünde çekilen anlamlı bir hatıra fotoğrafı oldu. Duvarın üzerinden inerken Recai’nin sırtına elimi koyarak inmek istedim ve elimi omuzuna koydum, koydum koymasına da o benden böyle bir hareket beklemediğinden hazırlıksız yakalandı ve ayağının üzerine düştü. Ayağı zedelendi. Acı çektiği belli oluyordu. Doktora gidelim teklifimi her defasında reddetti. “Hocam bir şey olmaz, bir iki gün sonra geçer.” Üzüldüm tabi… İki gün acı çekerek öylece dolaştı. Köprüye doğru yürürken el ele tutuştuk, çocuklar gibi şendik. Ayrı bir havaya girdik. Heyecanlıydık. Medeniyet düşmanı Hırvatların yıktığı (8 Kasım 1993) köprüyle el ele kol kolaydık. Ne büyük saadet. UNESCO ve Bosna-Hersek Devleti’nin çalışmaları sonucunda Türkiye Devleti tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş (23 Temmuz 2004). Yıllar Aliya’yı haklı çıkarmıştır. Köprü yeniden inşa edilmiştir. Yine Türkler tarafından inşa edilmiştir. “Yukarıdaki ay ve yıldız orada durduğu sürece siz, bizi yok edemezsiniz.” Başladık köprüye doğru tırmanmaya, tam ortasına geldik. O deve hörgücü gibi olan tümsek yerdeyiz. Hasretle kucaklaştık. Aşağıya bir baktım ki, göz yaşları sel olmuş akıyor. Hasret çekmek kolay değildir. Kavuşunca da göz yaşlarınız sel olur akar. Neretva Nehri’ni seyrediyoruz. Blagay ’da kendisine Buna Nehri’nin de katıldığı Neretva Nehri’ni. Nehrin rengi bizi bizden almaya yetiyor da artıyor. Berrak. Masmavi. Altındaki taşları teker teker saymak mümkün. Fotoğraf çekiliyoruz. Müthiş bir heyecan. Yıllardan beri resimlerde, haberlerde gördüğümüz o tarihi köprünün üzerindeyiz. Kavuşmanın verdiği heyecandan, sevinçten, kollarını makas gibi açarak avazının çıktığı kadar bağıranlarımız da var. Fatma Mıdık var yanımda. Fatma Mıdık hakikatli bir kızdır. Türk Eğitim Derneği’nin düzenlediği kültür gezilerinin çoğuna katılmıştır. Dünyayı gezmek dolaşmak isteyen ve gittiği yerden de bol bol alış-veriş yapan Fatma Mıdık. Aynı zamanda cömerttir. Sineğin yağını hesap edenlerden değildir. Mevlâ’m ayağına taş değdirmesin. Türk bir yere ayak basınca çığlık olur yükselir. Her yerde yükselir. Bazen minare olur yükselir, bazen kervansaray olur yükselir, bazen hamam olur yükselir, bazen de çarşı. Burada da köprü olmuş yükselmiş o çığlık. Mostar Köprüsü. Dünyada başka bir benzeri olmayan köprü. İşte biz tam da o köprünün hörgücünün üzerindeyiz. Tüm güzellikler onun etrafında toplanmış. O, orada olduğu için her şey güzel görünür olmuş. Mostar Köprüsü üzerinde merdivenler var. Atların ve insanların rahat bir şekilde çıkıp inebilmeleri için yapılmış bu merdivenler. 99 adetmiş. Merdivenin, Allah’ın 99 ismini temsil ettiği bilgisi bizler için çok değerli. Çünkü Mostar biziz. Biz Mostar’ız. Köprünün her taşı, bölgede okunan her ezan biziz. İçilen kahvenin her zerresi biziz. Edilen her dua biziz. Nehirden akan suyun her dalgası biziz… Yürüyerek, köprünün ayaklarına kadar indik. Yol üzerinde sağlı sollu dükkanlar var yine. Ellerine külahta dondurma alanlarımıza ne dersiniz. Eşler ve sevgililer ellerini, birbirinin kollarının içinden geçirerek birbirlerine ikramda bile bulunuyorlar. Mesele dondurma yemek değil o havayı teneffüs etmek. Sevgilinize Mostar Köprüsü’nün ayaklarında dondurma ikram ediyorsunuz…! Belki de tekrarı olmayacak… Ne kadar güzel ve ne kadar da anlamlı bir ikram. Köprünün sol tarafında II. Selim’e nisbet edilen minaresiz bir mescid var. 1878’e kadar müezzin beş vakit ezanı, vakti geldiğinde köprünün ortasına gelir ve orada okurmuş. Hırvatlar köprüyü bunun niçin yıkmış olmasınlar? Ayrıca Mostar Köprüsü, Osmanlılar zamanından beri gençlerin nehre atlayarak cesaretlerini gösterdikleri bir mekân olmuş, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu âdet bir spor türüne dönüşmüş. Böylece bir gelenek oluşmuş Mostar’da. Evlenecek genç erkekler erkekliklerini ispat etmek için kendilerini köprüden aşağıya bırakırlarmış. Orada bir genç vardı. Bize atlayışı göstermek istiyordu. Bunun için herkesten para topluyor. 100 Euro toplayınca dalışı gerçekleştirecekmiş. Orada uzun süre bekledik o dalışı görmek için. Ama göremedik. 100 Euro’yu toplayamadı mı yoksa gayesi atlamak değil de para toplamak mıydı onu anlayamadık. Verdiğimiz parayı da almadan oradan ayrıldık. Köprüden büyük övgüyle söz eden Evliya Çelebi, o güne kadar on altı ülke gezdiğini, böyle yüksek bir köprü görmediğini belirtmiş eserinde. Köprü hakkındaki değerlendirmelerden birini de Ekrem Hakkı Ayverdi yapmış: “Bu köprü mimari dehânın terkibiyle taştan yapılmış değil de muhayyilenin cisim halini almasıyla meydana gelmiştir. Efsanevî bir mâna ve ruh kazanmıştır” (Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri II, III, 260). Köprünün, yeniden inşasında orijinal yapısına sadık kalmak için çok emek harcanmış. Dalgıçlar köprünün taşlarına ulaşmışlar. Sonra da bu taşlar örnek alınarak, taş ocağında yenileri üretilmiş. 23 Temmuz 2004 tarihinde de görkemli bir törenle yeniden kullanıma açılmış. Hum Tepesine Haç Mostar’a hâkim bir noktaya, Hum Dağı’nın tepesine 2000 yılında 33 metre yüksekliğinde bir haç dikilmiş. Gece de ışıklandırılırmış. Bir kilisenin çan kulesine veya kenarına dikilirse haç, anlaşılabilir bir şeydir. Oraya dağın tepesine dikilirse haç, bu tamamen kışkırtmak için dikilmiştir. Müslümanlar da öbür dağın tepesine minare mi diksinler yani. Mostar şehrinin Hırvat komutanı niyetini açık etmiş Aliya’ya. Cevabını da almış: Hırvat komutan Aliya İzzetbegoviç’e, tehdit havasında dağın tepesine dikilen devasa büyüklükteki haç’ı göstererek; “Aliya, görüyorsun biz haç’ımızı dağın tepesine diktik. Artık, sizin hilâlinizden daha yukarıda bir haçımız var. Bunu kaldırmaya gücünüz yeter mi?” diye imalı bir soru sorar. Aliya İzzetbegoviç gülümseyerek; “Hele, gün geceye dönsün de tekrar görüşelim” der. Akşam karanlığı basınca, Hırvat Komutanı dışarıya davet eder Aliya ve şahadet parmağıyla işaret ederek, daha sonra Bosna’da efsaneleşecek olan ve tüylerimizi diken diken eden şu sözü söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de kafanı kaldır da semaya bakıver! Şu hilâli ve yıldızları görüyor musunuz? Senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere dikerseniz dikin haçınızı, onları geçemezsiniz ve asla onları oradan da indiremezsiniz. Onlar semada durduğu müddetçe biz varlığımızı inşallah devam ettireceğiz. İstediğiniz kadar dağlara haç dikin. Gökyüzüne her baktığınızda çaresizce hilali ve yıldızları göreceksiniz.’’ POÇİTEL Mostar’dan ayrıldık. Eski bir Osmanlı yerleşim merkezi olan Poçitel Köyü’ne doğru yol alıyoruz. 1471 yılında Osmanlı topraklarına katılan Poçitel 427 yıl boyunca bölgenin önemli şehirlerinden biri olmuş. Poçitel Köyü 1990’lı yıllardaki savaşta büyük hasar almış. Tarihi yapılarıyla ve hala “biz kokan” eserleriyle Poçitel Köyü orada duruyor. Köye vardığımızda akşam olmuştu. Karanlık çökmek üzereydi. Sokakları bir başka güzel, evleri de bir başka güzel buranın da. Kaleye çıkmak istiyoruz. Yokuş yukarı çıkıyoruz. Biraz ilerledikten sonra bir camiye denk geldik. Maalesef bu cami de yaşanan savaşta topçu ateşiyle minaresi ve kubbesi hasar gören camilerdenmiş. Vurmadıkları cami yok zaten! Lanet ediyorsunuz bu haysiyet ve namus düşmanlarına. Savaşın bile onuru, şerefi olur. Kutsal yerleri bombalamak, kadınları, çocukları öldürmek hangi dinde, hangi inançta var! İçeriye giremedik. Sadece Cuma namazı kılınıyormuş o camide. Camiden yukarıya söylene söylene tırmandık ve kaleye çıktık. Maşallah genç ihtiyar o gece vaktinde hepimiz kaledeydik. Ne güzel hatıralar bırakmış önden gidenler. Milyonlarca para dökerek elde edilemeyen huzuru, yüzlerce yıl önce kurulmuş ve aslını korumayı başarabilmiş dağ başındaki evlerde, sokaklarda, camilerde, kalelerde buluyoruz. Sokaklar bizi, bir başka sokağa ve bambaşka bir dünyaya götürüyor. Yalanın, riyanın, sahtenin olmadığı sokaklara… Olanları düşünmek ve biraz tefekkür etmek yeterli aslında... Poçitel Eski bir Osmanlı köyü imiş. Mostar’ın 35 km güneyinde, Neretva Nehri’nin doğu yakasında bir tepenin eteğinde kurulmuş. Köydeki yapılar, çatıları da dahil olmak üzere tümüyle taştan inşa edilmiş. Neretva Nehri kenarından köye bakıldığında tepedeki kaleden başka Saat Kulesi, Han, Şişman İbrahim Paşa Medresesi ve Şişman İbrahim Paşa Camii hemen göze çarpan Osmanlı yapıları. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de övgüyle bahsedilen Poçitel, Osmanlı tarzı cumbalı evleri, camii, hamamı, imareti ve taş patika yollarıyla şair ve ressamlara da ilham kaynağı olan bir köy olarak UNESCO Kültür Mirası listesinde yerini almış. Hersek bölgesinin hayat kaynağı olan “Neretva’nın hemen yanında bulunan Poçitel, aslında Osmanlıların sınır kasabasıymış. Poçitel, Osmanlı’nın batıdaki en büyük rakiplerinden olan Venediklilere bağlı Dubrovnik ile sınır komşusuymuş. Osmanlılar Poçitel’i, aynı Mostar gibi, Avrupa ülkelerine gücünü göstermek için oldukça görkemli bir şekilde inşa etmiş. Büyük, güçlü ve içinde her türlü yaşam alanlarının bulunması sebebiyle Poçitel, benzersiz bir sınır karakoluymuş. Âdem’in Yeri Poçitel’de hizmet veren bir de Türk restoranı bulunmaktadır. Âdem’in Yeri. Âdem ve hanımı ile konuştuk. Acıklı, yüreklerimizi dağlayan, hüzün dolu bir de hikayesi var Âdem’in: Savaş başladığında 13 yaşındaymış. Sırplar evlerini basmışlar. Ailesinin bütün fertlerini öldürmüşler. Âdem de silahını ateşlemiş ve bir Sırp askerini öldürmüş. Alıp götürmüşler karargâha Âdem’i ve orada sorgulamaya başlamışlar: “Hangi elinle ateşledin silahı?” Âdem de sağ elini göstermiş. O elini kesmişler, sonra da ‘Bu ders sana yaşadığın sürece ibret olsun.’ demişler ve öylece salıvermişler sokağa... Yani şimdi Âdem anlatırken bile tüylerimiz diken diken oldu, gözlerimiz doldu. Vahşetin bu kadarına dayanmak oldukça zor. Âdem aslında bu konuları konuşmak istemiyor. Biz rica etmiştik. Hatta evinden çağırttık hanımına. Keşke çağırmasaydık ve Âdemin o hatıralarını tekrar hatırlatmasaydık… Bizler vakitlice gidemedik Poçitel Köyüne. Sizler vakitlice gidin de Âdem’in yerinde yemek yiyin, ona destek olun. Sadece yemek yiyin… Konaklama yerimiz Hırvatistan kapısına yakın bir yerde. Ama Bosna Hersek topraklarında. Sl.Industry Hotel. Trebinye (Trebinje) kasabasında. Otele yerleşip yemeğimizi de yedikten sonra yürüyüşe çıktık. Cengiz ve Ekrem ile. Küçük bir kasaba Trebinje. Ama şirin. Yeşili bol. Ekrem dönüşte marketten Bosna kahvesi aldı. Sekiz kez öğütülen kahve. Bir paketini de bana verdi. Saygılı gençtir Ekrem. Nereden baksanız elimde büyümüş sayılır. Aynı mahallenin insanıyız. Teşekkür ederim Ekrem. Devam edecek

15 TEMMUZ 2024

15 TEMMUZ; HAİNLERİN DARBE YAPTIĞI TARİH Rüştü KAM Ha-ber.com 2024 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü Anma Töreni’ne davet edildim. Katılabileceğimi belirttim ve verilen saatte büyükelçilik salonunda hazır bulundum. Kalabalık bir katılımcı kitlesi vardı. Alışılageldiğimiz simaların dışında yeni yüzler davet edilmiş besbelli. Devlet, adını aldığı kitleyle, cumhur ile kucaklaşmış. Güzel de olmuş. Ama gözlerim yine de büyük dernek olarak kendilerini adlandıran dernek başkanlarını aradı. Toplantıya temsilci göndermekle görevlerini yaptıklarını saymış olabilirler mi? Onu bilemiyorum. Bildiğim şey 15 Temmuz gibi önemli bir lanetleme gününde orada olmamaları hoş değildi. Programdan birkaç gün önce bazı dernek başkanlarıyla programa katılıp katılmama konusunda istişare ettik. Varılan sonuç; “artık 15 Temmuz anlamını yitirdi” şeklindeydi. 1980 Darbesi ile 15 Temmuz’un arasındaki farkı soranlar bile oldu. “Darbe ise o da darbe. 15 Temmuz lanetleniyor da 1980 darbesi niçin lanetlenmiyor?” Yetkililerden bu sorulara cevap beklemek vatandaşın hakkı olsa grektir. Salonu dolduran davetliler, o toplantıdan, heybelerine hatırı sayılır bilgiler doldurmak için gelmişlerdir mutlaka. Ne yazık ki; o gece, Büyükelçi Ahmet Başar Şen’in konuşmasının dışında ciddi denecek bir bilgiden söz etmek mümkün değildi. Mesela, ne anlattığı belli olmayan bir film gösterildi. İçi bomboş. İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanmış. Yazık hem de çok yazık. Oraya bir yorum koy. Vurucu sahneleri yorumla. Bir şey yap… Koskoca İletişim Başkanlığı fare doğurdu o gece. O resimlerin daha güzelini televizyonlardan izliyor vatandaş zaten. Onu vatandaşın önüne getirmenin anlamı nedir? O salon devletin özelinin servis edileceği yerdir. Vatandaş dışarıda alamadığı bazı bilgileri oradan alıp gitmelidir. Almanlar için o resimleri koyduk denilse orada bir tane bile Alman yok idi. Sinema endüstrisini kullanmadan kendimizi dünyaya nasıl anlatacağız? Allah aşkına 15 Temmuz'dan bu yana geçen sekiz senede kaç adet uluslararası kalitede, dünya pazarında kendisine şans bulabilecek belgesel çekilmiştir? Belediyelerimiz 'demokrasi nöbeti katılım beratı' dağıtacaklarına, “kontrollü darbe” söylemleriyle algı oluşturacaklarına, hiç olmazsa kendi bölgelerinde böyle işlere kafa yorsalar olmaz mı? Mesela İsmail Kılıçaslan’ın da dediği gibi; “Kültür Bakanlığının, Başbakanlığın ya da Cumhurbaşkanlığının toplantı odalarında 'çok yüksek bütçeli ve dünyada 100 ülkede gösterime girmesi planlanan bir 15 Temmuz filmini mutlaka hayata geçirmeliyiz' şeklinde bir cümle kurulmuş mudur? Böyle bir cümle kurulduysa sekiz seneden beri gereğinin yapılması için neler yapılmıştır.” Bir tarafta Yurt Dışı Türkler Başkanlığı, bir tarafta Yunus Emre Enstitüsü, öbür tarafta Kültür Müşavirliği, Eğitim Müşavirliği, Din Hizmetleri Müşavirliği…Koca koca isimler. Ortada bir şey yok. Sivil Toplum Kuruluşları (STK) da kendi havalarında. Kaç tane STK 15 Temmuz ile ilgili bilgilendirme toplantısı düzenledi 15 Temmuz’dan önce derneğinde. Etmeyin eylemeyin, sadece 15 Temmuz’da hamasi nutuklar atmakla yürümez bu işler. Birileri algı oluşturmak için olanca gücü ile çalışma yaparken, temcit pilavı gibi ikide bir “kontrollü darbeyi” sofraya getirirken, diğerleri yan gelip yatarsa, sadece yatmış olur…Yatın bakalım. Karpuz yata yata büyürmüş… Günün mana ve ehemmiyetini anlatan iyi formüle edilmiş konuşmayı, Büyükelçi Ahmet Başar Şen’in konuşmasını siz okuyucularımla paylaşmak istedim: “Değerli Vatandaşlarımız, Kıymetli Basın Mensupları, Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler, 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü Anma Töreni vesilesiyle Siz değerli konuklarımızla bugün Büyükelçiliğimizde biraraya gelmekten memnuniyet duyuyoruz. Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Hoşgeldiniz. Değerli Konuklar, Hain 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden sekiz yıl geçti. Terör örgütü FETÖ tarafından planlanan ve tatbik edilen; 251 vatandaşımızın şehadetine ve iki binden fazla vatandaşımızın yaralanmasına sebep olan bu elim olay hafızalarımızdaki acı hatırasını hala koruyor. 15 Temmuz şehitlerimizi, Demokrasi Kahramanlarımızı, Milli Birlik Kahramanlarımızı bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, gazilerimizi ve bu mücadelede yeralan tüm vatandaşlarımızı yürekten selamlıyorum. Değerli Misafirler, Terör örgütünün ordumuza sızdırılmış mensupları tarafından, emir komuta zinciri dışına çıkılmak suretiyle yapılan 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü FETÖ’nün devletimizin bekasına karşı oluşturduğu tehlikeyi açıkça ortaya koymuştur. Bu tehlikenin bertaraf edilmesinde en büyük katkıyı şüphesiz Türk halkı yapmıştır. İnsanımız kendi iradesi üzerinde güç tanımadığını, devletini ve demokratik kazanımlarını korumak için hayatını feda etmeye hazır olduğunu açıkça göstermiştir. 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe girişimi, aziz milletimizin ve canlarını hiçe sayan kahraman güvenlik güçlerimizin onurlu direnişi ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği sayesinde bozguna uğratılmıştır. 15 Temmuz gecesinde, toplumumuzun tüm kesimleri, farklılıkları bir yana koyarak tek bir amaç etrafında, ülkesine, bayrağına, demokrasisine sahip çıkmak için birleşmiştir. Vatandaşlarımız, milli irademizin timsali TBMM’yi bombalayan, kahraman Mehmetçiğimizin üniformasına bürünen teröristlere karşı koymuştur. Demokrasimize, milletimize, milli iradeye ve Gazi Meclisimize yönelik hain darbe girişiminde bulunanlara en kuvvetli yanıtı vermiştir. 15 Temmuz gecesi canları pahasına vatan müdafaası yapan aziz milletimiz ve kahraman güvenlik güçlerimiz 15 Temmuz destanın tarihe altın harflerle yazdırmıştır. Demokrasinin Zaferi niteliğini taşıyan 15 Temmuz’u bu anlayışla bizler de “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak anıyoruz. Hain darbe girişiminin FETÖ tarafından organize edildiği, bir kez daha örgüt içerisinden gelen itiraf ve ifşaatlarla ortaya konulmuştur. Buna rağmen, iradesini, aklını ve vicdanını bu şebekeye kaptıran birçok şahsın ne yazık ki hala bu gerçeği kabullenemediği görülmektedir. Terör örgütü olmasının yanısıra, “kült” niteliğini taşıyan bir casusluk örgütü olan FETÖ, karanlık örgüt yapısı ve tüm evrensel değerleri kendi amaçları için kullanan çıkarcı, fırsatçı, yozlaşmış unsurlarıyla, yurtdışındaki Türk toplumları için de büyük bir tehlike arzetmektedir. Bu bağlamda hain saldırıdan bu yana geçen sekiz yılda devletimizin temel önceliklerinden biri, yurt içinde ve yurt dışında FETÖ’yle kararlı mücadelemize devam etmek olmuştur. Saygıdeğer Konuklar, Yurt içinde, öncelikle 15 Temmuz ihaneti sorumlularının hukukun üstünlüğü ilkesi temelinde adalet önünde hesap vermeleri sağlanmıştır. Ayrıca, FETÖ’nün devlet kurumları içindeki örgütsel yapılanması deşifre edilmiş, mensupları hakkında idari ve adli süreçler başlatılmış, nihai tahlilde örgütün “paralel devlet yapılanması” çökertilmiştir. FETÖ, ülkemizdeki yapısının giderek zayıflaması sonucunda yurtdışı faaliyetlerine ağırlık vermeye başlamış; bu durum Türkiye dışındaki FETÖ yapılarıyla mücadeleye daha da önem kazandırmıştır. FETÖ’nün yurt dışı yapılanmasıyla mücadelemize uluslararası hukuk temelinde kararlılıkla devam ediyoruz. Bu mücadele, mensubu olmaktan gurur duyduğum Dışişleri Bakanlığımızın en öncelikli gündem maddelerinden biridir. Yabancı muhataplarımızla yaptığımız temaslarda, FETÖ’nün faaliyet gösterdiği diğer ülkeler bakımından da güvenlik tehdidi olduğu, örgütün kendisine siyasi ve ekonomik nüfuz alanları yaratmayı amaçladığı, bu doğrultuda bulunduğu ülkelerin kanunlarını ihlal etmekten çekinmediği, adeta bir istihbarat ve uluslararası suç örgütü gibi çalıştığını somut örnekleriyle anlattık. Bundan sonra da anlatmaya devam edeceğiz. Değerli Katılımcılar, FETÖ terör örgütünün yurtdışındaki hareket alanının daraltılması, mensuplarının adaletten kaçmalarının ve para transferlerinin engellenmesi amacıyla idari tedbirler ve adli süreçler de devreye konulmuş, FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasının önde gelen elebaşlarına yönelik olarak Türkiye’de açılan soruşturmalar kapsamında, şahısların bulunduğu ülkelere iade taleplerimiz iletilmiştir. FETÖ terör örgütünün yurtdışı yapılanmasında görev alan ve örgüte finansman sağlayan kişi ve kuruluşların malvarlıklarının dondurulması talep edilmiştir. Öte yandan, yurtdışındaki FETÖ iltisaklı eğitim kurumlarının kapatılması, FETÖ unsurlarından tamamen arındırılması ve Türkiye Maarif Vakfı’na devredilmesine yönelik girişimlerimiz de sürmektedir. Bu taleplerimiz FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasının güçlü olduğu ülkelerden biri olan Almanya’ya da iletilmekte ve sıkı bir şekilde takip edilmektedir. Kıymetli Vatandaşlarımız, Yurtdışı misyonlarımızın katkılarıyla sürdürülen yoğun çabaların somut neticeleri alınmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, yeni nesil bir terör örgütü niteliği taşıyan FETÖ’nün kendisini lanse etmeye çalıştığı gibi eğitim ve hayır işleriyle uğraşan toplumsal bir hareket olmadığı, siyasi ve ekonomik gündemleri ve hedefleri bulunan, dini inancın istismarına dayalı, karanlık ve sinsi bir örgüt olduğu uluslararası planda tedricen de olsa anlaşılmaya başlanmıştır. Çeşitli ülkeler ve uluslararası teşkilatlar, FETÖ’yü terör örgütü olarak ilan etmişler; bazı ülkelerde ise FETÖ’ye karşı farkındalık oluşmaya başlamıştır. Sözkonusu ülkeler tarafından bu unsurların faaliyetleri yakından izlenmeye ve soruşturulmaya başlanmıştır. Nihayetinde çabalarımız yurtdışındaki örgüt üyeleri üzerindeki baskıyı artırmış, örgütün yurtdışı yapılanmasında ve manevra alanında daralma yaşanmıştır. FETÖ’nün küresel ağında ciddi bir bozulma yaşanırken, örgüt, halkla ilişkiler ve lobi imkânlarını kullanarak asılsız haberler üzerinden mağduriyet hikâyesi yaratmaya, basında görünür olmaya, ülkemize düşman çevrelerle işbirliğini güçlendirmeye gayret etmektedir. FETÖ’nün yurtdışındaki yapılanmasıyla mücadele şüphesiz kararlılıkla sürdürülecektir. Değerli Misafirler, Türk milletinin bağımsızlığına, demokrasisine, milli birliğine ve milli iradesine kasteden dâhili ve harici hiçbir girişime teslim olmayacağını, geçen yıl 100. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin, büyük mücadeleler sonucu elde ettiği kazanımlarını ne pahasına olursa olsun koruyacağını bir kez daha belirtmek istiyorum. Bu noktada, FETÖ’yle mücadeleye Almanya’daki Türk toplumu olarak verdiğiniz desteğin kıymetini de tekrar vurgulamak isterim. Almanya Türk Toplumunun sergilediği takdire şayan dayanışma ruhu, 15 Temmuz bilincinin buradaki kardeşlerimiz arasında da muhafaza edilmesi için vazgeçilmezdir. Sözlerime son verirken, hainlere karşı duran ve vatanı canı pahasına koruyan kahramanlarımızın destanı olan “Milletin ve Demokrasinin Zaferi”ni asla unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı vurgulamak istiyorum. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Kahramanlarımızı ve vatanı, milleti, ülkemizin bölünmez bütünlüğü, bağımsızlık ve egemenliği için hayatını feda eden tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Teşekkür ederim.”

7 Temmuz 2024 Pazar

BALKLANLAR VII

BALKANLAR GEZİSİ (VII) BOSNA- HERSEK (II) Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024 Aliya İzzetbegoviç ziyaretimizden oldukça memnun kaldı. “Ey Türk’ün evladı…” diye başlayan vasiyetini tekrar etti bize. Müsaade aldık ve elimizi önden bağlayıp hafif de öne eğilerek huzurdan ayrıldık. Akşam yemeği için restorana geçtik. Türk restoranı. Menüde ekmek içi cevapcici var. Yanında da ayran. Cevapciciye yazık etmişler. Bosna’da Türk restoranında cevapcici yersen olacağı budur. Akşam yemeği yiyoruz. Yoldan gelmişiz. Büfede değil restorandayız. Ayaküstü akşam yemeği yiyoruz. Olacak şey değil. Garsona sordum o da beni restoranın sahibine götürdü. Beyefendi, önce bir çorba arkasından tabakta köfte ve yanında yeşillik... Menünün böyle olması gerekmez miydi? Dedim. “Abi, bize böyle söylendi” dedi. Çok da nazik olmayan bir şekilde söyledi bunu. Dil ucundan. Sanki bizim restorana gelmemizden memnun değilmiş gibi. Yapacak bir şey yok. Olan olmuş. Oradan otele geçtik. Otel şehrin 25 km dışında. Sabah erkenden Bosna Piramitlerine gideceğiz. Sonrasında Mostar’a, oradan da Sarı Saltuk Türbesi’ne. Son olarak Poçitel Köyü’ne varacağız. Bosna Piramitleri Önce Bosna Piramitleri. Yunus İnci ve Zeynep Tel ekletmişlerdi yol güzergâhına Bosna piramitlerini. İyi de yapmışlar. Saraybosna’ya 15 km. uzaklıkta. Visoko Kasabası’nın biraz ötesinde. Zenica’da. Gelecekte, Visoko kasabasını bütün dünyaya tanıtacak olan bir kâşif dünyaya gelmiş orada. Semir Osmanagic. Sarajevo Üniversitesi’nde uluslararası ekonomi okumuş. Yüksek lisansını ve doktorasını aynı üniversitede yapmış. Bosna-Hersek’ten, iç savaştan önce ayrılıp Houston’a (ABD) yerleşmiş (1993). Orada bulunduğu süreç içerisinde Aztek, İnka ve Maya medeniyetleriyle ilgili araştırmalar yapmış. Orta ve Güney Amerika’da piramitlerle tanışmış. Haklarında bilgi toplamış. 2005 yılında Visoko’ya dönünce ilk işi, çocukluktan beri dikkatini çeken Visoko tepelerine gitmek olmuş. Piramit görünümlü tepelerin kendi kendine olamayacağını, doğanın kendi kendine böyle tepeleri inşa edemeyeceğini düşünmüş ve başlamış toprağı eşelemeye. Çalışmalarını yoğunlaştırmış. Aradığını da bulmuş. “Evet bunlar piramittir” kararına kesin olarak varmış. Ancak kendi imkanlarıyla piramitleri gün yüzüne çıkarması da mümkün değilmiş. Bu kararını önce yakın çevresine açıklamış. Sonra da resmi makamlara ve arkeologlara. Önce gülüp geçmişler. Osmanagiç ısrar edince. Detaylı bir çalışma istemişler. “Bir bakalım” demişler. Aslında, Osmanagiç’in yaptığı bu keşif Bosna-Hersek’in değil dünyanın tarihini değiştirecek bir keşifmiş. Çalışmalar başlayınca ve kitle iletişim araçlarında gündem de olunca, Avrupa’daki ve Amerika’daki ‘bilim’ çevrelerinden sesler yükselmeye başlamış. “Bosna’da piramitler vardır” diyenler ile, “hayır, yoktur” diyenler arasında kıyasıya bir tartışma başlamış. Ben bu itirazlara yabancı değilim. Benzer tartışmalar Türkiye’de de yapılmıştı. Hâlâ yapılıyor. “Türkiye’de petrol vardır, hayır Türkiye’de petrol yoktur…Biz uçak yaptık ama çok pahalı bir üründü, hayır pahalı değildi... Araba yaptık ama yürümedi, hayır yürüdü; depoya benzin koymayı unuttular…” Demek ki, sıkıntı her yerde var. Siz sömürgecilerin düzenine çomak sokarsanız; aynı sesleri dünyanın her yerinde duymanız mümkündür. Nedense bu tartışmalar az gelişmiş ülkelerde yapılıyor. Hele o ülke bir de Müslümansa orada tartışmaların dozu artırılarak devam ediyor. Rehberlerimiz tarafından da oraya gitmemiz engellenmeye çalışılmadı mı? Bilinçli veya bilinçsiz. Orasını bilemem. Ancak, Bosna Piramitlerini görünce ve oradaki rehber hanımefendi tarafından bilgilendirilince, aklımıza bu sorular düşmedi değil. Rehberler tarafından turistlerin bile oraya gitmesine tahammül edilmiyorsa; vardır bu işte bir bit yeniği. Biz orada piramide benzer tepeler gördük. Üzeri bitki örtüsüyle kaplıydı. O tepelerde kazı yapılmasına müsaade edilmiyormuş. Gerekçe; doğaya zarar verilecekmiş... Eğer tepenin birisinde kazı yapılmasına müsaade edilseydi zaten mesele anlaşılmış olacaktı. Dolayısıyla, piramitlerin meydana çıkışı birilerini rahatsız edebilir mi? Diye düşünmemek mümkün değil. Şırnak’ta bulunan petrolün, Karadeniz’de çıkarılan gazın, Bandırma’da kurulan Bor işletmelerinin, savunma sanayiinde atılan adımların birilerini rahatsız ettiği gibi…Kararı sizler verin… Uzun bir maratondan sonra, Osmanagiç o piramitlere üç km. uzaklıkta bir yerde kazı yapılmasına müsaade alabilmiş. Bunun için gerekli desteği de almış. Ancak onların istediği, piramitlerin gün yüzüne çıkarılması değil, turistlerin bölgeyi ziyaret etmesini sağlamak olabilirmiş. Öyle veya böyle, neticede Osmanagiç kazı iznini almış. “Hiç kazı izni vermeyebilirler ve çalışmalarımı yasaklayabilirlerdi” dermiş ve sevinirmiş. İlk kazmanın vurulmasıyla 300 metre uzunluğunda bir tünel bulunmuş. Biz o tünele girdik. Orada görevlendirilmiş bir rehber var. Bosnalı. Güzel Türkçe konuşuyor. Piramitler ve tünel hakkında bilgiler verdi bizlere. Orada bir tünel değil birkaç tünel varmış. Yol işaretleri takip edilmez ise kaybolmanız bile mümkünmüş. Tünelin ortasında kocaman ve yuvarlak bir taş var. Etrafına dizildik o taşın. “Elinizi üzerine koyarsanız enerjinizi alır.” dedi rehberimiz. Söyleneni yaptık. Hepimiz elimizi o taşın üzerine koyduk. Biraz karıncalanma oldu elimizde ama taşın soğukluğundan mıdır yoksa gerçekten enerjimizi almış olmasından mıdır, o nu bilmiyorum. Tünelde kalıntılar var. Kil ve taşlarla örülmüş duvar ve teras kalıntıları bunlar. Tünellerde yer alan yığma duvarları da gördük. Osmanagiç bu duvarları, tüneli kapatmak isteyen ikinci bir uygarlığın yaptığını söylüyormuş. Rehberimizin anlattıkları böyle… Büyük keyif aldık piramitlerle ilgili yapılan bilgilendirmeden. Belli mi olur, belki yarın tepelerin üzerinde kazı izni çıkar da o zaman evet biz de oraya gitmiştik diyebiliriz. Piramitlerle ilgili kuşkunun sebebinin, piramitlerin toprakla ve bitki örtüsüyle kaplı olması olsa gerektir. Çünkü dünya, taş bloklardan yapılmış Mısır ve Meksika piramitlerine aşinadır. Tabii ki çölde, piramitlerin üzerinin toprakla kaplanması ve üzerinde ağaçların bitmesi beklenemez. Binlerce piramit var dünyada. Ama Bosna-Hersek’e benzeyen iklimlerde değil o piramitler. Keşfi yapan Osmanagiç; Bosna piramitlerinin 25 bin yıl önce yapıldığını ve daha sonra gelen başka bir medeniyetin, tünelleri bilinçli olarak kapattığını söylüyormuş. Osmanagiç’e göre; “bu piramitlerin ortaya çıkmasına müsaade etmeyenler karanlık güçlermiş.” Hatta şu anda kendi ülkesindeki yetkililerin de karanlık güçlerle birlikte çalıştıklarından şüphelenirmiş. Olur mu, olur…. Yaklaşık 300 metre sonra tünelin kazılan kısmının sonuna ulaşıyoruz. Osmanagic, 2,2 kilometre uzaklıktaki Visoco Tepesi'ne kadar kazmayı planladığını ve ek bağışlarla üç yıl gibi kısa bir sürede oraya ulaşabileceğini söylermiş. Ve devamla şöyle dermiş; “ışığa doğru yürümeye başladığımızda, bundan on yıl sonra beni eleştirenleri kimse hatırlamayacak ve milyonlarca insan sahip olduklarımızı görmeye gelecek." Biz seni destekliyoruz Osmanagiç, yolun açık olsun… Blagaj Tekkesi Blagay, Bosna-Hersek’te, Mostar şehrine 10 km uzaklıkta bir yerleşim merkezi. Orada bir tekke var. Balkanlarda önemi büyük olan bir tekke. Bektaşi Şeyhi Sarı Saltuk tekkesi. Buna nehrinin çıktığı kaynağın hemen yanı başında. Tekkenin içinde Sarı Saltuk’un mezarı bulunmakta. Sarı Saltuk, Türkistanlıdır. Hoca Ahmed Yesevî’nin müridlerindendir. Hocası; "Saltuk, seni diyar-ı Rum'a saldım, var git oraya ve çalışmalarına başla" diyerek, Anadolu'nun bağrına salıvermiştir. Sarı Saltuk'un Anadolu'ya geldiği günler, Anadolu'nun Türk birliğinin sancısını çektiği günlerdir. O günlerde her beylik kendi istiklâlinin sevdasındadır. Sarı Saltuk, bunların arasında, Kayı Boyu'nun devlet yönetimindeki liyakatlini görür ve onları destekler. Sarı Saltuk aynı zamanda, etrafta kahramanlığı ile tanınan değme yiğitlerdendir. Asıl adı, Şerif Hızır’dır. Selçuklu ve Osmanlı, bir yeri fethedeceği zaman yıllar öncesinden o yöreye önce gönüllerin fethi için irşad erleri gönderirmiş. Sarı Saltuk da o erlerden bir ermiş. Gönül eri (1465). Bu tekke Bosna halkının Müslümanlığı seçmesinde çok önemli bir rol oynamış. Bektaşi şeyhi Sarı Saltuk ve dervişleri çok kısa sürede yüzbinlerce kişinin Müslümanlaşmasını sağlamış. Bektaşi dervişlerinin hoşgörülü ve özellikle hakkaniyetli tavırları, tarih boyunca hep karmaşa ve savaş içinde yaşamış olan bölge halkının Müslümanlığa büyük sempati duymasını sağlamışlar. Osmanlı da bu yeni Müslüman olan halka hemen kucak açmış ve en fazla yatırımı da bu bölgeye yapmış. Hala Boşnakların “Biz Osmanlıyız!’’ demelerinin sebebi bu karşılıklı sevgiymiş. Blagay Tekkesi, oldukça mütevazı bir tekke. Orada kayanın dibinde misafirlerini ağırlıyor. Girişte hemen sağda ‘hu’ yazıları tekkeye ulaşıncaya kadar misafirlerine eşlik ediyor. Solda bir de çeşme var. Tekke iki katlı. Müze olarak kullanılıyor. Tekke daha sonraları Halvetîler, Kadirîler, Nakşîler tarafından kullanılmış. Şimdilerde tekkeyi 30 yıllığına Fidan adında bir dernek kiralamış. Bu dernek hangi cemaate aittir onu bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla, onların amaçları para kazanmak olmalı. Girişte, hemen orada hediyelik eşya standı var. O ne öyle. Orası bir tekke. Balkanlara damgasını vuran bir tekke. Hemen girişte hediyelik eşya mı satılırmış. Tekkelerin fonksiyonunu bilen kalmadı ki; onlar nereden bilsin. Yazıktır günahtır. Odalara dervişlerin kullandıkları birkaç eşyayı koymuşlar; “işte dervişler bu eşyaları kullanıyordu ve bu sofrada yemek yiyiyorlardı” şeklinde bilgilenmemiz için. Bana ne onların ne yediğinden ne içtiğinden; bana insanlara yaptıkları hizmetler, halk için yapılan özverili çalışmalar ve insanların akın akın gelip dervişlerin saflarına katılmasına sebep olan, o tebliğler ve onların tebliğ metodları lazım. Gönül isterdi ki; dervişler, misafirlerini, Bektaşi nefesleriyle karşılasınlar. İçeride bir panorama olsun. Bektaşi dervişlerinin halka temaslarının nasıl olduğunu anlatılsın orada. Bir de tanıtım filmi olsun, böylece tekkeyi ziyarete gelenler de Sarı Saltuk’un öğretilerinden istifade etsinler. Ziyaretten sonra, evlerine götürecekleri ve çocuklarıyla paylaşacakları azıklar doldursunlar heybelerine. Vizyon meselesi… Sarı Saltuk, güçlü, korkusuz ama bir o kadar da bağışlayıcı ve hakkaniyetli bir yiğitmiş. Bu özellikleriyle birçok coğrafyada halkın sevgilisi olmuş. Hatta sadece Müslümanlar için değil Hristiyanlar için de önemli bir kahramanmış o. Önceki gelişimde, eşimle birlikte Blagay Tekkesi’nin girişinde bulunan balık restoranda yemek yemiştik. Tekkeye nazır yemiştik yemeğimizi. Yanımızdan sessiz ve sakin bir şekilde akıp giden Buna nehrinin kıyısında. İnsanın karşısında iki tane çok güzel ve eşsiz birer değer olursa o yemeğin tadı da başka oluyor… Bu gelişimde o zevki tekrar yaşayamadım. Yugoslavya’da tekkeler Tito döneminde kapatılmış. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de kapatıldığı gibi. Zihniyet aynı olsa gerek. Ancak, Bosna-Hersek’in bağımsızlığıyla birlikte tekkeler yeniden açılmış. Ancak bu sefer gönüllere değil, turizme açılmış. Türkiye de ise henüz açılmadı tekkeler. Hakkında kanun var. 677 sayılın kanun. Sevsinler sizi… Blagay'daki Sarı Saltık Tekkesi’nin geçmişi ile ilgili birçok efsane anlatılırmış. Bir efsaneye göre, çok eski zamanda, Blagay’daki Buna ırmağının kaynadığı olan mağarada bir ejderha yaşarmış. Halk, yaşamını devam ettirebilmek için her yıl kendisine bir genç kızı kurban olarak vermek zorundaymış. Derken yıllardan bir yılda sıra Hersek hükümdarı Styepan'ın, güzeller güzeli kızı Miliça gelmiş. Hükümdarın uykuları kaçmaya başlamış. Yemeden içmeden kesilmiş. Kızını kurban olarak verse bir dert vermese başka bir dert. O sıralarda; Suriye taraflarından bir genç gelmiş Blagay’a. Oldukça yakışıklı bir delikanlıymış. Aynı zamanda cengâver ve dindarmış da. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmasını bilmiş. Bu arada Hersek hükümdarının güzeller güzeli kızı Miliça’ya da âşık olmuş. Yıldırım aşkı derler ya işte ondan. Sarı Saltuk âşık olduğu kızın ejderhaya kurban edileceğini öğrenince, yıldırım aşkının verdiği o olağanüstü güçle, çekmiş kılıcını yürümüş canavarın üstüne. Herkesin gözünün önünde bir hamlede alıvermiş kellesini canavarın. Canavar durur mu, can havliyle saldırmış Sarı Saltuk’a. Bir kuyruk darbesiyle havalarda uçmaya başlamış Sarı Saltuk. Halk korkudan saklanmış erimlerin dibine. Kuyruğunu bir oraya bir buraya savururmuş Ejderha. Sarı Saltuk kuyruğu takip etmekteymiş. Bir ara fırsatını bulmuş ve ikinci darbeyi indirmiş, arkasından üç, dört derken ejderhayı serivermiş yere. Boylu boyunca uzatıvermiş köy meydanına. Canavar yoktur artık. Aşk bu, ferman mı dinlermiş, dinlememiş işte… Böylesi aşka can kurban. Kızının kurban olarak ejderhaya vermekten kurtulduğuna sevinen kral, çıkmış meydana ve avazının çıktığı kadar bağırarak; “herkes bilsin ve duysun, duymayanlara duyanlar duyursun! Kızım Milaç’ı Sarı Saltuk’a verdim gitti.” Demiş. Halkıyla sevincini paylaşıvermiş. Kırk gün kırk gece sürmüş düğün. Düğün hediyesi olarak da hemen oraya bir tekke inşa ettirmiş Kral. İşte bu tekke o tekkeymiş. Balkanlarda bulunan tekkeler, yalnız dinî faaliyetlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda içtimaî hayatın her safhasında tesirli bir rol oynamışlar. Kısaca bu tekkeler ilim, kültür, sanat ve edebiyat gibi pek çok alanda hizmetler vermişler. Bu dönemin din ve insan anlayışı, iki asra yakın bir süre boyunca, Sarı Saltuk adıyla bütünleşmiştir. Gerçek şahsiyeti, menkıbevî nakillerinin gölgesinde kalan Sarı Saltuk, faziletlere dayalı bir medeniyetin münevver mümessili olarak, Dobruca’da, hayatının sonuna kadar unutulmaz çalışmalar yapan gazi bir dervişmiş. Günümüzde de Yahya Kemal’in: “Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan” Mısralarında ifade ettiği gibi, Anadolu’nun bağrından çıkıp memleketine dönemeden diyar-ı gurbetteki sade mezarlarında yatmakta olan nice Alperen torunları vardır. Balkanlardan Sibirya’ya, Amerika’dan Afrika’ya kadar yayılmış bu Alperenlerin her geçen gün sayıları artmaktadır. Belki de dünyanın dört bir tarafına defnedilen bu kutlu muhacirler, zaman içinde hayırlarla anılır da kabirleri teveccühle ziyaret edilen birer mübarek mekâna dönüşür. Sarı Saltuk Tekkesi’ne gösterilen teveccüh gibi. Belki de küllerinden yeniden doğuverirler…Neden olmasın…Öldüren de O dirilten de O! Devam edecek