7 Temmuz 2024 Pazar

BALKLANLAR VII

BALKANLAR GEZİSİ (VII) BOSNA- HERSEK (II) Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024 Aliya İzzetbegoviç ziyaretimizden oldukça memnun kaldı. “Ey Türk’ün evladı…” diye başlayan vasiyetini tekrar etti bize. Müsaade aldık ve elimizi önden bağlayıp hafif de öne eğilerek huzurdan ayrıldık. Akşam yemeği için restorana geçtik. Türk restoranı. Menüde ekmek içi cevapcici var. Yanında da ayran. Cevapciciye yazık etmişler. Bosna’da Türk restoranında cevapcici yersen olacağı budur. Akşam yemeği yiyoruz. Yoldan gelmişiz. Büfede değil restorandayız. Ayaküstü akşam yemeği yiyoruz. Olacak şey değil. Garsona sordum o da beni restoranın sahibine götürdü. Beyefendi, önce bir çorba arkasından tabakta köfte ve yanında yeşillik... Menünün böyle olması gerekmez miydi? Dedim. “Abi, bize böyle söylendi” dedi. Çok da nazik olmayan bir şekilde söyledi bunu. Dil ucundan. Sanki bizim restorana gelmemizden memnun değilmiş gibi. Yapacak bir şey yok. Olan olmuş. Oradan otele geçtik. Otel şehrin 25 km dışında. Sabah erkenden Bosna Piramitlerine gideceğiz. Sonrasında Mostar’a, oradan da Sarı Saltuk Türbesi’ne. Son olarak Poçitel Köyü’ne varacağız. Bosna Piramitleri Önce Bosna Piramitleri. Yunus İnci ve Zeynep Tel ekletmişlerdi yol güzergâhına Bosna piramitlerini. İyi de yapmışlar. Saraybosna’ya 15 km. uzaklıkta. Visoko Kasabası’nın biraz ötesinde. Zenica’da. Gelecekte, Visoko kasabasını bütün dünyaya tanıtacak olan bir kâşif dünyaya gelmiş orada. Semir Osmanagic. Sarajevo Üniversitesi’nde uluslararası ekonomi okumuş. Yüksek lisansını ve doktorasını aynı üniversitede yapmış. Bosna-Hersek’ten, iç savaştan önce ayrılıp Houston’a (ABD) yerleşmiş (1993). Orada bulunduğu süreç içerisinde Aztek, İnka ve Maya medeniyetleriyle ilgili araştırmalar yapmış. Orta ve Güney Amerika’da piramitlerle tanışmış. Haklarında bilgi toplamış. 2005 yılında Visoko’ya dönünce ilk işi, çocukluktan beri dikkatini çeken Visoko tepelerine gitmek olmuş. Piramit görünümlü tepelerin kendi kendine olamayacağını, doğanın kendi kendine böyle tepeleri inşa edemeyeceğini düşünmüş ve başlamış toprağı eşelemeye. Çalışmalarını yoğunlaştırmış. Aradığını da bulmuş. “Evet bunlar piramittir” kararına kesin olarak varmış. Ancak kendi imkanlarıyla piramitleri gün yüzüne çıkarması da mümkün değilmiş. Bu kararını önce yakın çevresine açıklamış. Sonra da resmi makamlara ve arkeologlara. Önce gülüp geçmişler. Osmanagiç ısrar edince. Detaylı bir çalışma istemişler. “Bir bakalım” demişler. Aslında, Osmanagiç’in yaptığı bu keşif Bosna-Hersek’in değil dünyanın tarihini değiştirecek bir keşifmiş. Çalışmalar başlayınca ve kitle iletişim araçlarında gündem de olunca, Avrupa’daki ve Amerika’daki ‘bilim’ çevrelerinden sesler yükselmeye başlamış. “Bosna’da piramitler vardır” diyenler ile, “hayır, yoktur” diyenler arasında kıyasıya bir tartışma başlamış. Ben bu itirazlara yabancı değilim. Benzer tartışmalar Türkiye’de de yapılmıştı. Hâlâ yapılıyor. “Türkiye’de petrol vardır, hayır Türkiye’de petrol yoktur…Biz uçak yaptık ama çok pahalı bir üründü, hayır pahalı değildi... Araba yaptık ama yürümedi, hayır yürüdü; depoya benzin koymayı unuttular…” Demek ki, sıkıntı her yerde var. Siz sömürgecilerin düzenine çomak sokarsanız; aynı sesleri dünyanın her yerinde duymanız mümkündür. Nedense bu tartışmalar az gelişmiş ülkelerde yapılıyor. Hele o ülke bir de Müslümansa orada tartışmaların dozu artırılarak devam ediyor. Rehberlerimiz tarafından da oraya gitmemiz engellenmeye çalışılmadı mı? Bilinçli veya bilinçsiz. Orasını bilemem. Ancak, Bosna Piramitlerini görünce ve oradaki rehber hanımefendi tarafından bilgilendirilince, aklımıza bu sorular düşmedi değil. Rehberler tarafından turistlerin bile oraya gitmesine tahammül edilmiyorsa; vardır bu işte bir bit yeniği. Biz orada piramide benzer tepeler gördük. Üzeri bitki örtüsüyle kaplıydı. O tepelerde kazı yapılmasına müsaade edilmiyormuş. Gerekçe; doğaya zarar verilecekmiş... Eğer tepenin birisinde kazı yapılmasına müsaade edilseydi zaten mesele anlaşılmış olacaktı. Dolayısıyla, piramitlerin meydana çıkışı birilerini rahatsız edebilir mi? Diye düşünmemek mümkün değil. Şırnak’ta bulunan petrolün, Karadeniz’de çıkarılan gazın, Bandırma’da kurulan Bor işletmelerinin, savunma sanayiinde atılan adımların birilerini rahatsız ettiği gibi…Kararı sizler verin… Uzun bir maratondan sonra, Osmanagiç o piramitlere üç km. uzaklıkta bir yerde kazı yapılmasına müsaade alabilmiş. Bunun için gerekli desteği de almış. Ancak onların istediği, piramitlerin gün yüzüne çıkarılması değil, turistlerin bölgeyi ziyaret etmesini sağlamak olabilirmiş. Öyle veya böyle, neticede Osmanagiç kazı iznini almış. “Hiç kazı izni vermeyebilirler ve çalışmalarımı yasaklayabilirlerdi” dermiş ve sevinirmiş. İlk kazmanın vurulmasıyla 300 metre uzunluğunda bir tünel bulunmuş. Biz o tünele girdik. Orada görevlendirilmiş bir rehber var. Bosnalı. Güzel Türkçe konuşuyor. Piramitler ve tünel hakkında bilgiler verdi bizlere. Orada bir tünel değil birkaç tünel varmış. Yol işaretleri takip edilmez ise kaybolmanız bile mümkünmüş. Tünelin ortasında kocaman ve yuvarlak bir taş var. Etrafına dizildik o taşın. “Elinizi üzerine koyarsanız enerjinizi alır.” dedi rehberimiz. Söyleneni yaptık. Hepimiz elimizi o taşın üzerine koyduk. Biraz karıncalanma oldu elimizde ama taşın soğukluğundan mıdır yoksa gerçekten enerjimizi almış olmasından mıdır, o nu bilmiyorum. Tünelde kalıntılar var. Kil ve taşlarla örülmüş duvar ve teras kalıntıları bunlar. Tünellerde yer alan yığma duvarları da gördük. Osmanagiç bu duvarları, tüneli kapatmak isteyen ikinci bir uygarlığın yaptığını söylüyormuş. Rehberimizin anlattıkları böyle… Büyük keyif aldık piramitlerle ilgili yapılan bilgilendirmeden. Belli mi olur, belki yarın tepelerin üzerinde kazı izni çıkar da o zaman evet biz de oraya gitmiştik diyebiliriz. Piramitlerle ilgili kuşkunun sebebinin, piramitlerin toprakla ve bitki örtüsüyle kaplı olması olsa gerektir. Çünkü dünya, taş bloklardan yapılmış Mısır ve Meksika piramitlerine aşinadır. Tabii ki çölde, piramitlerin üzerinin toprakla kaplanması ve üzerinde ağaçların bitmesi beklenemez. Binlerce piramit var dünyada. Ama Bosna-Hersek’e benzeyen iklimlerde değil o piramitler. Keşfi yapan Osmanagiç; Bosna piramitlerinin 25 bin yıl önce yapıldığını ve daha sonra gelen başka bir medeniyetin, tünelleri bilinçli olarak kapattığını söylüyormuş. Osmanagiç’e göre; “bu piramitlerin ortaya çıkmasına müsaade etmeyenler karanlık güçlermiş.” Hatta şu anda kendi ülkesindeki yetkililerin de karanlık güçlerle birlikte çalıştıklarından şüphelenirmiş. Olur mu, olur…. Yaklaşık 300 metre sonra tünelin kazılan kısmının sonuna ulaşıyoruz. Osmanagic, 2,2 kilometre uzaklıktaki Visoco Tepesi'ne kadar kazmayı planladığını ve ek bağışlarla üç yıl gibi kısa bir sürede oraya ulaşabileceğini söylermiş. Ve devamla şöyle dermiş; “ışığa doğru yürümeye başladığımızda, bundan on yıl sonra beni eleştirenleri kimse hatırlamayacak ve milyonlarca insan sahip olduklarımızı görmeye gelecek." Biz seni destekliyoruz Osmanagiç, yolun açık olsun… Blagaj Tekkesi Blagay, Bosna-Hersek’te, Mostar şehrine 10 km uzaklıkta bir yerleşim merkezi. Orada bir tekke var. Balkanlarda önemi büyük olan bir tekke. Bektaşi Şeyhi Sarı Saltuk tekkesi. Buna nehrinin çıktığı kaynağın hemen yanı başında. Tekkenin içinde Sarı Saltuk’un mezarı bulunmakta. Sarı Saltuk, Türkistanlıdır. Hoca Ahmed Yesevî’nin müridlerindendir. Hocası; "Saltuk, seni diyar-ı Rum'a saldım, var git oraya ve çalışmalarına başla" diyerek, Anadolu'nun bağrına salıvermiştir. Sarı Saltuk'un Anadolu'ya geldiği günler, Anadolu'nun Türk birliğinin sancısını çektiği günlerdir. O günlerde her beylik kendi istiklâlinin sevdasındadır. Sarı Saltuk, bunların arasında, Kayı Boyu'nun devlet yönetimindeki liyakatlini görür ve onları destekler. Sarı Saltuk aynı zamanda, etrafta kahramanlığı ile tanınan değme yiğitlerdendir. Asıl adı, Şerif Hızır’dır. Selçuklu ve Osmanlı, bir yeri fethedeceği zaman yıllar öncesinden o yöreye önce gönüllerin fethi için irşad erleri gönderirmiş. Sarı Saltuk da o erlerden bir ermiş. Gönül eri (1465). Bu tekke Bosna halkının Müslümanlığı seçmesinde çok önemli bir rol oynamış. Bektaşi şeyhi Sarı Saltuk ve dervişleri çok kısa sürede yüzbinlerce kişinin Müslümanlaşmasını sağlamış. Bektaşi dervişlerinin hoşgörülü ve özellikle hakkaniyetli tavırları, tarih boyunca hep karmaşa ve savaş içinde yaşamış olan bölge halkının Müslümanlığa büyük sempati duymasını sağlamışlar. Osmanlı da bu yeni Müslüman olan halka hemen kucak açmış ve en fazla yatırımı da bu bölgeye yapmış. Hala Boşnakların “Biz Osmanlıyız!’’ demelerinin sebebi bu karşılıklı sevgiymiş. Blagay Tekkesi, oldukça mütevazı bir tekke. Orada kayanın dibinde misafirlerini ağırlıyor. Girişte hemen sağda ‘hu’ yazıları tekkeye ulaşıncaya kadar misafirlerine eşlik ediyor. Solda bir de çeşme var. Tekke iki katlı. Müze olarak kullanılıyor. Tekke daha sonraları Halvetîler, Kadirîler, Nakşîler tarafından kullanılmış. Şimdilerde tekkeyi 30 yıllığına Fidan adında bir dernek kiralamış. Bu dernek hangi cemaate aittir onu bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla, onların amaçları para kazanmak olmalı. Girişte, hemen orada hediyelik eşya standı var. O ne öyle. Orası bir tekke. Balkanlara damgasını vuran bir tekke. Hemen girişte hediyelik eşya mı satılırmış. Tekkelerin fonksiyonunu bilen kalmadı ki; onlar nereden bilsin. Yazıktır günahtır. Odalara dervişlerin kullandıkları birkaç eşyayı koymuşlar; “işte dervişler bu eşyaları kullanıyordu ve bu sofrada yemek yiyiyorlardı” şeklinde bilgilenmemiz için. Bana ne onların ne yediğinden ne içtiğinden; bana insanlara yaptıkları hizmetler, halk için yapılan özverili çalışmalar ve insanların akın akın gelip dervişlerin saflarına katılmasına sebep olan, o tebliğler ve onların tebliğ metodları lazım. Gönül isterdi ki; dervişler, misafirlerini, Bektaşi nefesleriyle karşılasınlar. İçeride bir panorama olsun. Bektaşi dervişlerinin halka temaslarının nasıl olduğunu anlatılsın orada. Bir de tanıtım filmi olsun, böylece tekkeyi ziyarete gelenler de Sarı Saltuk’un öğretilerinden istifade etsinler. Ziyaretten sonra, evlerine götürecekleri ve çocuklarıyla paylaşacakları azıklar doldursunlar heybelerine. Vizyon meselesi… Sarı Saltuk, güçlü, korkusuz ama bir o kadar da bağışlayıcı ve hakkaniyetli bir yiğitmiş. Bu özellikleriyle birçok coğrafyada halkın sevgilisi olmuş. Hatta sadece Müslümanlar için değil Hristiyanlar için de önemli bir kahramanmış o. Önceki gelişimde, eşimle birlikte Blagay Tekkesi’nin girişinde bulunan balık restoranda yemek yemiştik. Tekkeye nazır yemiştik yemeğimizi. Yanımızdan sessiz ve sakin bir şekilde akıp giden Buna nehrinin kıyısında. İnsanın karşısında iki tane çok güzel ve eşsiz birer değer olursa o yemeğin tadı da başka oluyor… Bu gelişimde o zevki tekrar yaşayamadım. Yugoslavya’da tekkeler Tito döneminde kapatılmış. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de kapatıldığı gibi. Zihniyet aynı olsa gerek. Ancak, Bosna-Hersek’in bağımsızlığıyla birlikte tekkeler yeniden açılmış. Ancak bu sefer gönüllere değil, turizme açılmış. Türkiye de ise henüz açılmadı tekkeler. Hakkında kanun var. 677 sayılın kanun. Sevsinler sizi… Blagay'daki Sarı Saltık Tekkesi’nin geçmişi ile ilgili birçok efsane anlatılırmış. Bir efsaneye göre, çok eski zamanda, Blagay’daki Buna ırmağının kaynadığı olan mağarada bir ejderha yaşarmış. Halk, yaşamını devam ettirebilmek için her yıl kendisine bir genç kızı kurban olarak vermek zorundaymış. Derken yıllardan bir yılda sıra Hersek hükümdarı Styepan'ın, güzeller güzeli kızı Miliça gelmiş. Hükümdarın uykuları kaçmaya başlamış. Yemeden içmeden kesilmiş. Kızını kurban olarak verse bir dert vermese başka bir dert. O sıralarda; Suriye taraflarından bir genç gelmiş Blagay’a. Oldukça yakışıklı bir delikanlıymış. Aynı zamanda cengâver ve dindarmış da. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmasını bilmiş. Bu arada Hersek hükümdarının güzeller güzeli kızı Miliça’ya da âşık olmuş. Yıldırım aşkı derler ya işte ondan. Sarı Saltuk âşık olduğu kızın ejderhaya kurban edileceğini öğrenince, yıldırım aşkının verdiği o olağanüstü güçle, çekmiş kılıcını yürümüş canavarın üstüne. Herkesin gözünün önünde bir hamlede alıvermiş kellesini canavarın. Canavar durur mu, can havliyle saldırmış Sarı Saltuk’a. Bir kuyruk darbesiyle havalarda uçmaya başlamış Sarı Saltuk. Halk korkudan saklanmış erimlerin dibine. Kuyruğunu bir oraya bir buraya savururmuş Ejderha. Sarı Saltuk kuyruğu takip etmekteymiş. Bir ara fırsatını bulmuş ve ikinci darbeyi indirmiş, arkasından üç, dört derken ejderhayı serivermiş yere. Boylu boyunca uzatıvermiş köy meydanına. Canavar yoktur artık. Aşk bu, ferman mı dinlermiş, dinlememiş işte… Böylesi aşka can kurban. Kızının kurban olarak ejderhaya vermekten kurtulduğuna sevinen kral, çıkmış meydana ve avazının çıktığı kadar bağırarak; “herkes bilsin ve duysun, duymayanlara duyanlar duyursun! Kızım Milaç’ı Sarı Saltuk’a verdim gitti.” Demiş. Halkıyla sevincini paylaşıvermiş. Kırk gün kırk gece sürmüş düğün. Düğün hediyesi olarak da hemen oraya bir tekke inşa ettirmiş Kral. İşte bu tekke o tekkeymiş. Balkanlarda bulunan tekkeler, yalnız dinî faaliyetlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda içtimaî hayatın her safhasında tesirli bir rol oynamışlar. Kısaca bu tekkeler ilim, kültür, sanat ve edebiyat gibi pek çok alanda hizmetler vermişler. Bu dönemin din ve insan anlayışı, iki asra yakın bir süre boyunca, Sarı Saltuk adıyla bütünleşmiştir. Gerçek şahsiyeti, menkıbevî nakillerinin gölgesinde kalan Sarı Saltuk, faziletlere dayalı bir medeniyetin münevver mümessili olarak, Dobruca’da, hayatının sonuna kadar unutulmaz çalışmalar yapan gazi bir dervişmiş. Günümüzde de Yahya Kemal’in: “Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan” Mısralarında ifade ettiği gibi, Anadolu’nun bağrından çıkıp memleketine dönemeden diyar-ı gurbetteki sade mezarlarında yatmakta olan nice Alperen torunları vardır. Balkanlardan Sibirya’ya, Amerika’dan Afrika’ya kadar yayılmış bu Alperenlerin her geçen gün sayıları artmaktadır. Belki de dünyanın dört bir tarafına defnedilen bu kutlu muhacirler, zaman içinde hayırlarla anılır da kabirleri teveccühle ziyaret edilen birer mübarek mekâna dönüşür. Sarı Saltuk Tekkesi’ne gösterilen teveccüh gibi. Belki de küllerinden yeniden doğuverirler…Neden olmasın…Öldüren de O dirilten de O! Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder