28 Eylül 2024 Cumartesi

BALKANLAR GEZİSİ

BALKANLAR GEZİSİ (X) KARADAĞ (II) -Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turu’ndan 2024- -Balkanlarda, TİKA aracılığıyla karşılıklı çıkarlar gözetilerek önemli adımlar atılmış. O adımları görmek bizleri gururlandırdı. TİKA levhalarını her Balkan ülkesinde görmeniz mümkün. TİKA, Balkan ülkelerinin kaynaklarını sömürmek için gitmemiş oraya, halka, yeraltı ve yerüstü kaynaklarından istifade ederek, daha müreffeh bir yaşamı nasıl yakalayacaklarını öğretmeye gitmiş, başarılı da olmuş- KOTOR Karşımızda mükemmel bir tablo var. Hangi Ressam’ın fırçasıyla hayat bulduysa bulmuş, kusursuz bir tablo. Özene bezene yapıldığı belli. Büyüleyici bir manzara. Kotor. Kotor Kalesi 9. yüzyıl ile 15. yüzyıl arasında Kotor'u işgallerden korumak amacıyla inşa edilmiş. 1420'den 1944'e kadar, Osmanlı kuşatması dahil olmak üzere sürekli saldırı ve işgallere, depremlere bir şekilde dayanarak günümüze kadar gelmiş. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Kotor, “Adriyatik Denizi’nde, Nova Körfezi kıyısında bulunan küçük bir kaleden ibarettir. Kale bir kaya üzerindedir ve etrafı verimsiz, taşlık, ormanlık dağlarla çevrilidir.” (EÇS, 2010: 130) Piri Reis de Kotor’u ‘at eğeri’ ne benzetir: Kalenin üzerinde yüksek bir dağ vardır ki yazın öğleden sonra dağın harareti kaleye vurur ve çok sıcak olur. Çünkü güneşe karşı bir yerdir. Dağın iki tarafından iki su akar ve denize dökülür. Bu dağ iyi bir nişandır. Çünkü uzaktan at eğeri gibi görünür. İyi bir limandır. Çünkü, kale önüne kadar büyük gemiler gelebilirler.” Eğer ne demektir: “Eğer, en basit tanımı ile hayvan sırtlığı, binek hayvanlarının sırtına konan, üstüne rahat oturulabilecek yer” dir. Eğer, hayvanın sırtına yerleştirilmeden önce keçe ya da pamuktan üretilmiş belleme adı verilen bir koruyucu atın sırtına yerleştirilir. Sonra üzerine eğer konularak kolan ile hayvanın gövdesine sabitlenir. Türk kültüründe eğerin önemli bir yeri vardır. Atasözlerine bile konu olmuştur. Mesela şöyle denir: “Ata eğer gerek, eğere er gerek.” Bu deyim, elde edilen başarıda aletin ve insanın önemini belirtmek için söylenmiştir. Hiciv sanatında da ustalıkla kullanılmıştır eğer: "Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir.” Anlamı şöyle: Aslı bozuk olana üniforma soyluluk mu verir; eşeğe altın işlemeli eğer/semer vursan eşek yine eşektir. Mehmet Akif Ersoy boşuna dememiştir, “Karadağ haydudu” diye. Karadağlılar Osmanlı’nın yıkılmasında pay sahibidirler. İhanetleri âşikârdır. Piri Reis Kotor’u at eğerine benzetirken gelecekte olacaklar acaba kendisine malum mu oldu dersiniz. Varın kararı siz verin. Osmanlılar Kotor’u fethetmemişler, önce adet olduğu üzere onlara eman vermişler; olumlu cevap alınca da sadece vergiye bağlamakla yetinmişler. Kotor Körfezi’ni kontrol altında tutan Herceg Novi şehri zaten Osmanlı şehriymiş. Bundan dolayı da kalenin fethini zaman kaybı olarak görmüşler. Ek masraf da var elbet…Osmanlı bir yere giderken orayı tarumar etmeye değil, imar etmeye gidermiş. Bunu Kotor uygulamasında görüyoruz. Osmanlılar, meydan savaşlarında ve kale kuşatmalarında, önce eman verirlermiş. Sonra savaş devreye girermiş. Yani savaş ikinci plandaymış. Eman şöyle: “Eğer İslam’ı din olarak seçerseniz veya Osmanlı sancağı altında yaşamayı kabul ederseniz; canlarınız, mallarınız, ibadethaneleriniz güvence altındadır. Teklifimizi kabul etmezseniz, o zaman kılıçlarımız gök girecek kızıl çıkacaktır.” Kotor’a da aynen bu teklif yapılmış. Teklif kabul edilince de kendileriyle savaşılmamış. Vergi karşılığında halk kaldıkları yerden yaşamlarına devam etmiştir. Kotor yağmalanmamıştır, talan edilmemiştir. Kültür değerleri muhafaza edilmiştir. Sadece bazı kiliseler camiye çevrilmiş, yine ibadethane olarak işlevini devam ettirmiştir. Kadına-kıza, ihtiyara ve sivil halka dokunulmamıştır. Savaş ahlakı Kur’an buyruğudur. Osmanlının gittiği yerde halk tarafından kabul görmesi bu ahlakından dolayıdır. Üzüm bağlarından geçerken canı üzüm çeken asker, üzümlerden koparmıştır. Koparmasına koparmıştır da ancak bedelinden daha fazla altınını da bağın dallarına asmıştır. Kul hakkının gözetilmesi. İnsana saygı. Kültüre saygı. İnanca saygı. Savaşta olsan da saygı… Kale önündeyiz Saatin akrebi 10’nun yelkovanı da 12’nin üzerine geldiğinde, Kotor Kalesinin önüne gelmiştik. Skurda Nehrinin kenarında otobüsten indik. Kotor rehberimizi, orada bizi bekliyor olarak bulduk. Genç ve güzel bir bayan. Kotorluymuş. Karadağ kadar güzel. Alımlı. Türkçesi de güzel. Kotor’a en çok Türk ziyaretçi geliyormuş. Meslek icabı öğrenmiş Türkçeyi. Her birimize telsiz dağıttı. “Anlatılanları ben duyamıyorum, biraz yüksek sesle konuşur musunuz?” gibi bahanelere son vermek için yapılıyor olmalı bu uygulama. Bu uygulama benim hoşuma gitmedi. Rehber önden biz arkadan Kotor’u dolaşıyoruz. Radyo dinler gibi dinliyoruz rehberi. Rehberle göz göze gelmeden anlatılanları anlamak ve sindirmek ne mümkün. Şehrin ana giriş kapısı olan Batı Deniz Kapısından (1555) tarihi şehir merkezine girdik. Silah Meydanı olarak tanıtıldı, ilk adımı attığımız o meydan. Kotor’da benzer meydan çok fazla var. Orta Çağ’da silah pazarının kurulduğu yermiş burası. Dar, dikdörtgen şeklinde bir meydan. Silah meydanı; saat kulesi, dük sarayı, Napolyon tiyatro binası ve cephanelik binasına ev sahipliği yapıyormuş. Elbette etraftaki restoran ve kafeteryalarını da unutmamak lazım. Giriş kapısının karşısında saat kulesi var, 1602 yılına tarihlenirmiş. Şehrin simgelerinden birisiymiş. Kulede birisi giriş kapısı tarafında, diğeri ise onun sağında kalan iki adet saat var. 19. Yüzyılda monte edilmiş. 1667 depreminden ciddi anlamda etkilenen kule ön tarafa doğru biraz eğilmiş, misafirlerini selamlamak için olmalı. Saat kulesinin hemen altında, uç tarafı piramit biçiminde olan bir kaide var. Eski dönemde insanlar bir suç işlediklerinde onu bu taşa bağlarlar ve gelip geçenlerde kişinin suçuna göre bağırıp çağırır, domates fırlatır, hatta yüzüne tükürürlermiş. İki amaç güdülüyormuş bu uygulamayla: İlki suçluyu halk önünde rezil ederek cezasını çektikten sonra mümkünse şehri terk etmesini sağlamak. İkincisi de vatandaşlara "ayağınızı denk alın, dikkatli olun, yoksa sizin sonunuz da böyle olur..." mesajını vermek. Daracık sokaklardan devam ediyoruz Kotor’u turlamaya. Un Meydanı çıkıyor bu sefer karşımıza. Evet yanlış duymadınız Un Meydanı. Bir dönem şehrin un pazarı burada kurulurmuş. Aynı zamanda un ambarları da burada bulunduğu için ismi böyle kalmış. Bu küçük meydan şehrin önemli iki küçük sarayına ev sahipliği yapıyor. Bunlardan ilki Pima Sarayı. İkincisi Buca Sarayı. Bu saraylar kalburüstü ailelere ait saraylarmış. Kotor enteresan bir yer. Şehir sokakları belirli bir plan dahilinde oluşmamış, bu yüzden de gezmenin en iyi yöntemi kaybolmak olsa gerek. Ama emin olun ki kaybolmanız da çok zor zira nereye giderseniz gidin mutlaka şehrin birkaç meydanından birine çıkacaksınız. Bazı yerlerde sokaklar birbirini dik kesiyor bazı yerlerde ise birdenbire sağa sola bükülüveriyor. Sokaklar aynı genişlikte değil. Binalar da standart bir kat sayısına sahip değil. Tam bir Orta Çağ şehri. Tarihte yolculuk. Huzur veriyor. Hele bir de elini tutarak o sokakları birlikte arşınladığınız ve sohbet ettiğiniz sevgiliniz varsa yanınızda… Arşınlamak: Bir yerde, geniş adımlarla gidip gelmek, amaçsızca dolaşmak, volta atmak demektir. Cümlede şöyle kullanılıyor; "Adam, sigara ağzında, eli arkasında bahçeyi arşınlamaktaydı." Kısa süre içinde tur tamamlandı ve serbest zaman verildi, iki saat. Her birimiz bir yana dağıldık. Zeynep Hanım, Ayhan, Suna Hanım ve Gülseren Hanım bizler bir grup olduk. Kotor’da cami arıyoruz. Daracık sokaklarda dolaşıyoruz. Esnaflara soruyoruz, “bilmiyoruz, bildiğimiz kadarıyla burada cami yok” diyorlar. Derken Afrika ülkelerinden geldiğini tahmin ettiğimiz bir esnafa Suna Hanım yaklaştı ve sordu. O da önce eliyle tarif etmek için yeltendi ve sonra karar değiştirerek sanki böyle bir soruyu bekliyormuş gibi hemen düştü önümüze, o önden biz arkadan daracık sokaklardan geçerek camiye ulaştık. “Solda ikinci katta dedi.” Teşekkür ettik kendisine. Bizden ayrılırken de “Selemün aleyküm” dedi ve elini kalbinin üzerine koyarak hafif eğildi. İşte sana uluslararası bir iletişim cümlesi. İslâm ne kadar da güzel bir din… Caminin, Suudi Arabistan tarafından finanse edildiğini duvarlardaki ilanlardan anladık. Osmanlı yıkılınca, mirasına sahip çıkan da olmayınca, Suudi Arabistan devreye girmiş. İyi ki girmiş… Cami ikinci katta. Oldukça geniş. Arkada sınıflar var. Kur’an kursu olarak kullanılıyor olmalı. Namazlarımızı camide kıldık ve ayağımızı oradaki rahlenin üzerine kaldırarak biraz da dinlendik. Camiden ayrıldıktan sonra Osmanlılar üzerine konuşmaya başladık…İttihatçıları ve Jön Türkleri yatırdık masaya…Osmanlı topraklarını ne hale getirdiklerini görünce dertlendik…Sadece dertlenmedik elbet, biraz da verdik veriştirdik… Sonra da bir yerde kahve içtik. Fotoğraflama işlemleri de bittikten sonra söylenen saatte söylenen yerde buluştuk. Deniz kapısında. Hedefimizde Budva var. BUDVA Budva, Adriyatik Denizinin kıyısında, Helenistik dönemden Osmanlı dönemine uzanan zengin geçmişe sahip. Harika bir yer. Evliya Çelebi Kotor’dan sonra güneye inerek Budva şehrini ziyaret etmiş. Budva hakkında verdiği bilgiler şöyle; “Budva, Venedik Frengi kalesidir. Deniz kıyısında dörtgen şekilli şeddadi (çok büyük ve sağlam) taştan yapılmış küçük, beyaz, hoş bir kaledir.” (EÇS, 2010: 130). Budva’da gezilecek yer sadece eski şehirmiş (Old Town). İki saatte rahatlıkla gezilebilirmiş. Otobüsten indikten sonra 30 dakika kadar yaya yürüdük ve kaleye ulaştık. Yürüyüş hepimize iyi geldi. İkişer üçer kol halinde sohbet ede ede yürüyoruz, bazen parklardan geçiyoruz bazen de kaldırımlardan yürüyoruz. Arnavut kaldırımlı dar sokakları ve göz kamaştıran sahiliyle hem doğal hem de tarihi mekânlar bir arada, iç içe. Müslüman nüfus, nüfusun %1’i kadarmış. Budva’da cami mevcut değilmiş. Kalenin içinde tarihi bir şehir var; restoranı, sanat galerisi, sergi odaları, tarihi eşya ve maketleri ile eski bir kütüphanesi var. Sergilenen maketlerden en çok dikkatimi çekenler gemi maketleri oldu. Kristof Kolomb’un gemisi Caravella Santa Maria da burada. Bu gemi, Kolomb’un 1492 yılında gerçekleştirdiği deniz seyahatinde kullandığı gemilerden en büyük olanıymış. Ayrıca Orta çağdan kalma St. Mary Kilisesi’nin kalıntıları da burada. Kale, Balkanlar’a adanmış en değerli kitap ve harita koleksiyonlarından birine de ev sahipliği yapmaktaymış. Sergi bölümünde, önemli sayıda kitap ve elle boyanmış tarihi haritaların çok nadir örneklerini görmek mümkün. Orada ilerde dans den kız heykeli var. Bu heykel, Budva’nın simgelerindenmiş. Kaleden çıktık. Bazı arkadaşlarımız tekne turu yapmak istedi ama. Zamanımız kısıtlıydı. Dönüş yolunda deniz kenarında balık yemeyi ihmal etmedik. Sonra da Kosova’ya doğru çevirdik dümenimizi. Sveti Stefan Adası Kosova yolunda ilerlerken, otuz dakika kadar yol aldıktan sonra, otobüsümüz kenarda durdu. Neden durduk anlamaya çalışırken, önemli bir adadan bahsedildi. Onu görmek ve fotoğraflamak gerekiyormuş. Hep beraber indik. Orada denizin ortasında bir ada var. Sveti Stefan Adasıymış. Ada, 15. yüzyılda küçük bir balıkçı köyü imiş. Osmanlı donanması Karadağ şehirlerini fethetmek için Budva ve Kotor dahil olmak üzere tüm körfezi kuşatma altına aldığında, adayı saldırılara karşı korumak için etrafını surlarla çevirerek adayı korunaklı bir yerleşim yeri haline getirmiş. Uzun yıllar boyunca güvenli yaşamın adresi olan Sveti Stefan adası, 19. Yüzyılda önemini kaybetmiş. Ada halkı da şehri terk etmiş. 2007 yılında oldukça yüklü bir meblağ karşılığında adayı 30 yıllığına Singapur kökenli International Group of Aman Resorts firması kiralamış. Sonra da turizme açmış. Hollywood yıldızları, dünyaca ünlü şarkıcılar, ünlü sporcular, milyarder iş adamları, devlet adamları vb. tarafından tercih edilen bir tatil ve eğlence yeri haline gelmiş. Zenginin malı züğürdün ağzını yorarmış derler ya doğu galiba…Otobüste bir süre sohbet konumuz o ada oldu… Sonuç Artık Türkiye’nin Karadağ ile ortak bir bağı ve sınırı yok. Aradan 100 sene geçmiş. Ayrıca iki devlet arasında yüzlerce kilometre mesafe var. Tarihte yok yere yaşanan acılar içe atılarak ve kinler bir tarafa bırakılarak bu günlere gelinmiş. TİKA aracılığıyla karşılıklı çıkarlar gözetilerek önemli adımlar atılmış. O adımları görmek bizleri gururlandırdı. TİKA levhalarını her Balkan ülkesinde görmeniz mümkün. TİKA; kaynakları sömürmek için gitmemiş oraya, yeraltı ve yerüstü kaynaklarından istifade ederek, daha müreffeh bir yaşamı nasıl yakalayacaklarını öğretmeye gitmiş. Sadece tarihi eser restorasyonu yapmıyormuş TİKA, aynı zamanda oralarda üretilebilecek ne varsa meyve ve sebze cinsinden, onların en kolay yoldan nasıl üretileceğini de öğretiyormuş- Yani, o insanlara balık tutmayı öğretiyormuş… Bilhassa tarım alanında çok büyük yol kat etmişler. TİKA; 1992 yılında Dışişleri Bakanlığı'na bağlı olarak kurulmuş. 28 Mayıs 1999 'da Başbakanlığa bağlanmış. TİKA, Orta Asya, Balkanlar, Afrika, Doğu Asya ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere, yaklaşık 150 ülkede görev yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tek, Teknik Yardım Kuruluşuymuş. Gel de övünme, gururlanma… Karadağ devleti de geçmişte olduğu gibi, Türkiye’nin kendisine daima dost elini uzatacağından eminmiş. Osmanlı torunu olmak böyle bir şey…Ne kadar anlamlı… Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder