6 Kasım 2024 Çarşamba
BALKLANLAR GEZİSİ MANASTIR , SELANİK 2024
BALKANLAR GEZİSİ (XIII) MANASTIR VE SELANİK
-Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024-
Rüştü KAM
“- En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.- Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır. Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.- En büyük suçlar yokluktan değil çokluktan doğar. Kimse başını sokacak yer bulabilmek için zorba olmaz.- Faziletli olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, muhterisi ve en doymak bilmez olanıdır.” (Aristotales)
Manastır On bir günlük Balkanlar gezisinin sonuna yaklaşıyoruz. Manastırdayız. Sonrasında Selanik’te olacağız ve öbür gün de Berlin’de. Manastır’a ait çok olumlu malumatlar var dağarcığımızda, ancak bunlar kitabi malumatlar, bu bilgiler maalesef gerçeklerle örtüşmüyor. Yaşadık, gördük. Dolayısıyla Manastır’da nelerle karşılaşacağız, onu bilmiyoruz. Balkan ülkelerinde yaşadıklarımız, gördüklerimiz bizleri hayal kırıklığına uğrattı. Her tarafta acı ve göz yaşı vardı. Bu kadar acı, bu kadar gözyaşı on bir günlük bir gezi için çok fazla. Sadece insanların hayata tutunabilmeleri için havaalanının altından, imkansızlıklar içinde yapılan “yaşam tüneli” ve “Srebrenitsa katliamı” bile yetti bizlere. Yirminci asırda Avrupa’nın göbeğinde Birleşmiş Milletlerin (BM) kontrolünde yapılan soykırıma şahit olduk. Ulaşmaya çalıştığımız medeniyetin! Ulaştığı seviyeye. Az bir şey midir bunlar? Yine de iyi niyetimizi koruyarak heyecanla indik otobüsümüzden Manastır’da. Ziyaret yeri olarak sadece askeri idadi (okul) var denildi. Osmanlıdan kalma başka eser yokmuş gibi anlatıldı Manastır bize. Altı yüz sene kalınan yerde o medeniyetten başka eser kalmamış gibi... Algı böyle bir şey olmalı. Biz o işin öyle olmadığını biliyoruz bilmesine de bizimki kitabi bilgi dedim ya… Rehberin bilgisi aynelyakin olmalı. Madem mesleğin rehberliktir o zaman o mesleğin bütün inceliklerine de vakıf olacaksın. Anlatılanlara inanmadığımızı omuzumuzu silkerek belli ettik. Sadece belli ettik. Ayhan Ertürk “Manastırın ortasında var bir havuz” türküsünü hatırlattı rehbere ama bu hatırlatma da işe yaramadı. İlgisiz bir şekilde, “Şurada bir havuz var belki o olabilir” diye geçiştirildi. Havuz İşaret edilen havuz, saat kulesinin karşısındaki meydanda, yeni camiinin önünde, içinde su yok. Şairlere ilham olan bir havuz. Hem tarih severler hem de edebiyat tutkunları için eşsiz bir kaynak olan havuz. Hakkında şiirler yazılan havuz. Bu havuz o havuz olmalı dedik ve fotoğraflarını çektik: “Manastır'ın ortasında var bir havuz
Aman havuz canım havuz
Dimetoka kızlarının hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız …….
Manastır'ın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Dimetoka kızlarının hepsi de seçme
Biz çalar oynarız….
Manastır'ın ortasında var bir pınar
Aman pınar canım pınar
Dimetoka kızlarının hepsi de çınar
Biz çalar oynarız” Askeri İdadi Şehre büyük bir caddeden girdik. Şehrin en geniş caddesiymiş (Şirok Sokak). Sokağın bitiminde Manastır Askeri İdadisi var. Öylece duruyor orada. Aslında sevinçli olmalı. Çünkü, en çok ziyaretçiyi o celbediyormuş. Osmanlı’dan kalan bir eser olduğu için değil de Atatürk’ün okuduğu okul olduğu ve içinde bir anı odası olduğu için olması gerekir. Binayı görür görmez deklanşörlere basıldı. İki saat zamanımız var. Manastır Askeri İdadisi (Okul) 1847 de açılmış. 1892 yılına gelindiğinde 245 öğrencisi bulunuyormuş. 1903 yılında ise öğrenci sayısı 274’ e ulaşmış. Okulda; tarih, coğrafya, hendese, cebir, riyaziye, müsellesat, kozmografya, jimnastik, resim, hüsnühat, münşeat, Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dersler okutulurmuş. Sonraki süreçte okul, Askeri Akademiye dönüştürülmüş. Akademi 1909 yılına kadar hizmet vermeye devametmiş. Askeri İdadi binası günümüzde müze olarak hizmet veriyor. 1983 tarihinde müzeye çevrilmiş. Müzede, Makedonya ve Makedon tarihi ile ilgili pek çok eser sergilenmekte. İkinci katta da sadece Mustafa Kemal’e ait bir anı odası var. Askeri İdadi ’de yetişen diğer paşalardan maalesef hiçbir iz yok. Anı odasının sadece Mustafa Kemal’e ait olması merakımızı mucip oldu. Biraz manidar bulduk. O okulda sadece Mustafa Kemal okumuş değil. Yüzlerce subay yetişmiş. Belki müzeyi Yugoslavya açtığı için bu böyledir; eğer anı odasını Türkiye açsaydı veya Türkiye’ye haber verilerek açılsaydı başka türlü olurdu diye düşündük. Öyle veya böyle realite bu. İdadide yetişen ama duvarlarda isimleri dahi yazılmamış olan diğer Osmanlı subaylarından bazılarının isimleri şöyle: Enver Paşa, Ali Fethi Okyar, Kazım Özalp, Kazım Dirik, Ahmet İzzet Furgaç, Hafız Hakkı Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez,Nuri Conker, Fuat Bulca gibi paşalar bu okulda eğitim almışlar. Anı odasında; Mustafa Kemal’in balmumu heykeli, bazı kişisel eşyaları, hayatı, katıldığı savaş ve devrimleri ve Atatürk ile ilgili yayınlanmış Türkçe ve diğer dillerdeki kitap ve broşürler bulunmakta. Bu anı odası; kendisi de ittihatçı olan ve Balkan halklarını Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi için örgütlemekle görevlendirilen Mustafa Kemal için mi hazırlanmıştır? Yoksa 16. Türk Devletinin kurucu kadrosuna liderlik etmek için Padişah Vahdettin tarafından atanan ve Anadolu’da görevlendirilen Mustafa Kemal için mi hazırlanmıştır? Orası tam net değil, biz onu bilemedik… Oradan çıktık, baktık ki; Askeri İdadinin etrafı tarihi eserlerle çevrili. Kadı İshak Çelebi Camii (1508); Manastır Kadısı Mahmut Efendi Camii (1552), Yeni Cami ve Kadı Haydar Camii. 86 dükkânı olan bedesteni de unutmamak lazımdır. Bedesten yapmak Selçuklunun ve Osmanlının sünnetidir. Rehberimiz bu eserleri bahis konusu bile etmedi. Hangi meslek olursa olsun o meslekten ekmek yeniliyorsa, o kişinin olaylar karşısında tarafsız olması gerekir ve de donanımlı olması gerekir. Aksi takdirde mesleğe ihanet olur… Anı odasında bir anı defteri var, masanın üzerine koymuşlar. O deftere Türk Eğitim Derneği adına birkaç cümle yazdım ve imzaladım. İdadide yetişen diğer subaylara çok büyük haksızlık yapıldığını yazdım. Bir Türk’ün dünyaya bedel olamayacağını da özellikle vurguladım. Manastır, Makedonya’nın ikinci büyük şehriymiş. Bitola adıyla da anılırmış. MS 4. Yüzyılda Bizans tarafından kurulmuş. O zamanlar piskoposluk merkezi olarak da işlev görürmüş. 1382 yılına gelindiğinde, I. Murat döneminde Timurtaş Bey tarafından fethedilmiş. Şehrin merkezine bir Saat Kulesi yapılmış. Saat Kulesi yapmak da Osmanlının sünneti olsa gerektir. Önemli bir sünnet. Kule yaklaşık 30 metre yüksekliğindeymiş. 1936’da kuleye 15 çan ilave edilmiş. 1970’de de kulenin içerisine piyano yerleştirilmiş. Kulede, her altı saatte bir Bitola şarkısı çalınmaktaymış.Yapıldığında kulenin tepesine alem olarak hilal dikilmiş. Sonraki dönemlerde hilal kaldırılmış yerine Ortodoks haçı dikilmiş. Hilal ve haç savaşı. Bugün de dünyada aynı savaş devam etmektedir. İkiz kuleler 11 Eylül'de şüpheli bir şekilde vurulduğunda, ABD Başkanı George W. Bush; bu saldırıyı 'Haçlı seferi' ne benzeterek nefret tohumu ekmemiş miydi? İstiklal Marşının Şairi, Mehmet Akif Ersoy her seferinde haklı çıkıyor. Yine de haklı çıktı:“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Manastır, Anadolu'dan getirilen aşiretlerce iskân edilmiş. Manastır’da, bir zamanlar; 24 cami, 5 kilise, 9 Havra ve 9 Medrese mevcutmuş. Manastır aynı zamanda, III. Ordu’nun da karargâhı imiş. 19. Yüzyılda Üsküp ve Selanik’i bağlayan demiryolu Manastır’dan geçirilmiş, bu durum, sanayinin ve askeri hizmetlerin gelişmesine neden olmuş. Manastır’da 147 vakıf eserinin olduğu bilinmekteymiş. 600 yıl adaletle, ayrımcılık yapmadan ve merhametle yönetilen Manastır, 1912 Balkan savaşları sonucu Osmanlının elinden çıkmış.Bugün Manastır’ın yüz bine yaklaşan nüfusunun sadece yüzde onu Müslümanlardan oluşuyormuş. Manastır yüzlerce yıl Osmanlı yönetiminde iken farklı dinlere mensup insanlar bir arada dostça ve kardeşçe yaşamış. Geçmiş medeniyetlere ait eserler de o zamanlar olduğu gibi muhafaza edilmiş. Bugünün süper güçlerinin yaptığı gibi geçmiş medeniyetlere ait eserler talan edilmemiş. Hatta ilaveler bile yapılmış. Manastır’ı Türkler için anlamlı kılan bir diğer ayrıntı da “Elveda Rumeli” dizisinin, bu şehirdeki Pürsıçan (Makova)köyünde çekilmiş olmasıymış. Erdal Özyağcılar, Rıza Kocaoğlu ve Tolga Sayışman’ın başrollerinde oynadıkları dizide; 1900’lerin başında, henüz Osmanlı hakimiyetinde olan Makedonya topraklarında, kendi halinde yaşayan köylülerin, yeni bir değişimin eşiğine geldiklerinde yaşadıkları kaçınılmaz olaylar, acılar, sürgünler anlatılıyor... Sütçülükle geçinen Ramiz ve 5 kızından oluşan ailesi, Manastır kasabasının Pürşıçan köyünde kendi yağlarıyla kavruldukları bir hayat sürerler. Fakat yaşadıkları coğrafya Balkan halklarının ardı ardına isyan çıkarttığı, iç karışıklıkların her gün arttığı topraklardır. Devlet-i Osmaniye'nin başkentinde ise İttihatçılar padişaha karşı örgütlenerek mevcut yönetime karşı muhalefet hareketini sürdürmektedirler. Sütçü Ramiz ve ailesi hayatlarını sürdürdükleri coğrafyada Müslüman-Hristiyan kavgası olmadan kardeşçe yaşamaktadırlar. Ama barış dolu günler yavaş yavaş geride kalmak üzeredir... Ramiz ve karısı Fatma’nın tüm bu kargaşalardan habersiz en çok istedikleri, sevgili kızlarının helal süt emmiş, hayırlı birer kocaya varmalarıdır...
Maalesef Balkanlarda ne olmuş ise Manastır’da da o olmuş, Müslümanlara hayat hakkı tanınmamış ve insanlar yerlerinden yurtlarından edilmişler ve onlardan geriye ne kaldıysa onlar da büyük ölçüde talan edilmişler. Kültür katliamı... Fotoğraflarımızı çektik-çekildik. Osmanlı devletinin açtığı askeri okulun (idadi) ayakta olmasına, müze olarak ziyarete açık tutulmasına ve o müzenin içinde hangi amaçla olursa olsun Mustafa Kemal’e özel bir anı odası tahsis edilmesine sevinerek ayrıldık oradan… İstikamet Selanik. YUNANİSTAN Mustafa Kemal’in Evi Selanik’te ziyaret edilebilecek sadece Mustafa Kemal’in doğduğu ev var denildi. 16’ncı Türk devletinin kurucularına liderlik eden Mustafa Kemal’in evi. 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğduğu söylenen 'pembe boyalı' ev. Rivayete göre, Mustafa Kemal, 1881'de evin ikinci katındaki ocaklı odada dünyaya gelmiş. Üç katlı olan binanın zemin katında; 'Mustafa Kemal ve Çocuk Odası' yer alıyor. Birinci katta; 'Selanik Odası', 'Manastır Odası', 'İstanbul Odası' ve 'Ankara Odası var. Bu odalarda Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatından kesitleri anlatan bilgi panoları bulunuyor.Ayrıca, Selanik Odası’nda sedir üzerinde oturan ve elinde tesbih tutan, annesi, başörtülü Zübeyde Hanım heykeli ile,giriş katında mutfakta masada oturan Atatürk’ün çocukluk dönemini yansıtan heykel bulunuyor.İkinci katta; misafir odası, sandık odası, mutfak ve yatak odası bulunmaktadır.Yatağın baş ucundaki duvarda, bir Kur'an-ı Kerim ve bir de levha asılı, Levhada Fetih Suresinin ilk ayeti yazılı (İnna fetahna leke fethan mübina= “Doğrusu Biz Sana zafer yollarını açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik.”) Üçüncü katta; çalışma odası ve vitrinler var. Vitrinlerde Atatürk'ün kullandığı elbiseler ve şahsi eşyaları sergileniyor. Selanik Selanik (Thessaloniki), MÖ 315 yılında, Makedon kralı Kassandros tarafından kurulmuş. Büyük İskender'in de kız kardeşi olan karısı Therman Thessaloniki’nin adını da kente vermiş. Günümüzde Selanik kent merkezinde yaklaşık 300 bin kişi yaşamaktaymış. 1492 yılında Osmanlılar, İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerininin büyük bir bölümünü Selanik’e yerleştirmiş. Osmanlının yıkılışını başlatanlar da maalesef onlar. Besle kargayı oysun gözünü… Sefarad Yahudileri. Türkiye'de bunlar; Sabetayistler olarak bilinir. Sabetay Sevi, Yahudi din adamı ve tarikat lideridir. Osmanlı tebaasından olup dinî ve siyasî ideallerine daha rahat ulaşabilmek için İslâm'ı kabul etmiş görünen bir yahudi cemaati lideri. Mesih. 1492'de İspanya'dan kovulan Museviler, İspanya kökenli oldukları için kendilerine "Sefarad" adını koymuşlardır. Genişletilmiş anlamda ise bugün, Sefarad, Aşkenaz olmayan tüm Yahudilere verilen addır. “Aşkenazi" Yahudileri;Batı Almanya ve Kuzey Fransa'da Orta Çağ'da Ren nehri boyunca yaşayan Yahudilere denir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlayan ve 1908 Meşrutiyet’ini hazırlayan Jön Türk (Genç Türk) hareketi ve bunun gibi, Osmanlı’nın son yıllarına damgasını vuran İttihat ve Terakki Partisi de bu kentte doğmuş. 40 bin kişilik ordusuyla Selanik’i korumakla görevli Tahsin Paşa, 9 Kasım 1912 günü, tek kurşun atmadan kenti Yunan ordusuna teslim etmiş. Peşinden de Yunan vatandaşı olmuş. Aya Sofya Aristo Meydanı’na yakın bir yerde Katedral görünüyor. İnsanlar güzel elbiselerini giymişler, ellerinde hediyelik paketler ve çiçeklerle akın akın oraya doğru gidiyorlar. Merak ettim ve kalabalığa karıştım. Ayasofya (Azize Sofya/Hagia Sophia) Katedrali. Katedralde düğün yapılıyor. İçeride gelin ve damat yakınlarıyla tebrikleri alıyorlar. Zengin birisi olmalı. Birden aklıma geldi; Müslümanlar da düğünlerini camilerde yapsalar, nikahlarını camilerde kıysalar, nasıl olurdu? Olur muydu acaba? Laikliğe zarar gelir miydi? Yok canım öyle şey mi olurmuş. Olmaz elbet. Camilerde sadece namaz kılınır başka bir etkinlik yapılamaz. Günahtır. Zinhar olmaz. Bir taraftan gelenekçi-yobaz Müslümanlar öbür taraftan Kemalist yobazlar bu işe bütün güçleriyle karşı çıkarlar... Alın birini vurun ötekine… Ne hale getirmişler Müslümanları… 1908 yılında tahttan indirilerek sürgün edilen II. Abdülhamid'in kaldığı köşk de varmış Selanik’te. Alatini Köşkü, Selanikli Musevi fabrikatör Georgio Alatini’ye aitmiş. Terkedilmiş bir bölgede bulunuyormuş ve harabe denecek kadar bakımsızmış. Temel ihtiyaçların görüleceği malzemeler bile yokmuş konakta. Orada tutulmuş II. Abdülhamid. Aslında ziyaret edilmesi gereken önemli bir yer. Üç sene kalmış orada II. Abdülhamid. Esefle söylemeliyim, Selanik'te gezilecek-ziyaret edilecek yerler arasında bile yok.Mustafa Kemal’in geçerken uğradığı nice yerler bugün ziyarete açıktır ve müze olarak kullanılmaktadır. Kıskandığım için söylemiyorum, o da bizim değerimiz o da. Benim demem odur ki; 33 sene devleti ayakta tutan Abdülhamid'in sürgün edildiği o konak niçin müze haline getirilmemiştir? Buyurun, cevabını lütfen sizler verin… Şehir Turu Ev ziyaretinden sonra, serbest zaman verildi. Arkadaşlarımız gruplar halinde şehre dağıldılar. Selanik'te bütün yollar Aristo Meydanına çıkarmış. Öyle dediler ve öyle de oldu. Bizim yolumuz da o meydana çıktı. Meydan, daha çok kentin modern yüzünü anlatıyor. Meydanı çevreleyen mekanlar tıklım tıklım, cıcıl cıvıl bir meydan. Meydandaki binalar ve mermer sütunlar antik Yunan’ı ve Bizans'ı hatırlatıyor. 1917 yangınında şehrin büyük kısmı kül olmuş. Sonra da şehir aslına uygun olarak yeniden yapılandırılmış, güç gösterisi için yapılmış olmalı. Aristo Meydanı'nın da üç heykel dikkat çekiyor. Venizelos heykeli, Aristo heykeli ve bir Papaz heykeli. Bu heykellertoplumda din ile ulusal kimliğin ne kadar iç içe olduğunu sembolize etmeye yetiyor. Aristo, Venizelos ve Papaz... Modern Yunan kimliğinin hangi temeller üzerinde yükseltilmeye çalışıldığını bu meydanda görebiliyorsunuz. Yunanistan’da yol boyunca kenarlarda sık sık kilise maketlerinin inşa edilmesi boşuna olmasa gerek. Kilisenin gücü…Kilise'nin doğrudan yaptırımı olmasa da kamusal alanda, siyasalın oluşmasında meşruiyet kaynağı. Aristo Meydanı, şehrin kalbi gibi. Meydanın bittiği yerde deniz başlıyor. İzmir'in kordon boyunu hatırlattı bize. Kafeleriyle, restoranlarıyla ve deniz kokan havasıyla sanki İzmir’deyiz. Hemen orada, kordon boyunda bir kafede oturup, denize nazır kahvelerimizi yudumladık. Mahmut bey ödedi kahveleri. Buluşma yerine yakın bir yerde olunca. Biz gören oturdu kafeye. Buluşma yeri o kafeymiş gibi oldu…
Verilen saatte buluşma yerindeydik. Eksik yok. Geç kalan olsa bile Fatma Mıdık ve Recai ceza kesmeyi bıraktılar. Sebebini sormadım. Vardır bir hikmeti dedim. Otele doğru yol alırken, “sağ tarafınıza bakın” komutu aldık ve baktık. Orada bir cami gördük. Tamir için iskele kurulu vaziyette. Anlaşılan restore edilmeyi bekliyor. Anlatılana göre on seneden beri böylece bekliyormuş. İnşaatı durdurulmuş. İskeleler de sökülmemiş. On sene… Bu süre içinde bir çivi dahi çakılmamış. Balkanlar’da Osmanlı’ya ait olan eserlere bir çivi dahi çakılamaz iken, birer birer yıkılırken, yok edilirken; Türkiye'deki vakıf eserleri niçin tamir edilir, ziyarete veya eğitime açık hale getirilir; sormak gerekmez mi? Gerekir elbet. Soralım o zaman Niçin? Sıra gecesi Akşam sıra gecesindeydik. Yemeğimizi de orada yedik. Hem de balık. Yunan ve Türk müziği dinledik. Adet olduğu üzere tabak kırdılar. Müzikle coşan insanlar doruk noktasına geldiklerinde “kalpler kırılacağına tabaklar kırılsın” anlamında tabakları kırarlarmış. Velhasıl eğlendik. Güzel bir gece oldu. Balkan turunun son gecesiydi. Sabahında döneceğiz. Önce İstanbul'a sonra da Berlin’e. Türk Eğitim derneğinin On yedinci gezisi. 16 gezimizin hepsinde Emin Oruç başımızda idi. Bu gezide o vize alamadığı için bizimle ‘Balkanlar Gezisi’ ne katılamadı. Bacanağını göndermiş ama... Emin’in eksikliğini çektik. Hem de çok. Gezimizin başlangıcında ve sonunda toplu konuşmalarımız olurdu değerlendirmeler yapardık, bu gezimiz de maalesef onları yapamadık, hatta otobüste değerlendirmeler yapardık. Onlar da olmadı. Evet sevgili Eminim Başkanlardan sana selam olsun… 11 günün sonunda tarihi malumat heybemize bir şeyler ilave ederek ve de ibret alarak döndük Berlin’e. Aristo Sokrates, Aristo, Platon ve Büyük İskender’in yaşadığı topraklardayız. Onlardan birkaç cümleyle de olsa bahsetmeden olmazdı. Ama burada hepsine yer ayırmam takdir edersiniz ki, oldukça zor. Sadece Türkler tarafından Aristo olarak telaffuz edilen sistematik ahlâk ilminin kurucusu sayılan Aristoteles’ten ve O’nun ahlâk anlayışından örnekler sunarak Balkanlar gezisi ile ilgili yazımı sonlandırmak isterim: Aristo'nun ahlâk felsefesinin temel ilkesi orta yolun takip edilmesidir. İfrat ve tefrit denen iki aşırı uçtan uzakdurmak gerekir. O’na göre, her türlü davranış orta yol takip edilerek gerçekleştirilmelidir. Bu sebeple Aristo ahlâk konusunda genel ve katı kurallar üzerinde durmamış, sadece “ne zaman, neye göre, kime karşı, ne sebeple, ne ölçüde ve nasıl hareket etmek gerektiğini” araştırmış; insanı fazilete, mutluluğa ve olgunluğa götürecek “orta yol”un da bu olduğunu söylemiştir. Aristo fakirlerin, kölelerin, kadınların, cahillerin, siyasi nüfuzu bulunmayanların, soylu bir aileden gelmeyenlerin hiçbir zaman tam olarak mutlu olamayacaklarını söyler. “Mutluluk sadece aristokrat bir zümreye hastır. Ahlaklı davranışın amacı zaten şeref kazanmaktır.” Der. Sözlerinden birkaç örnek:· Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler.· Alçak olan kimse düşmekten korkmaz.· Birçok kişinin yaşamı, isteklerini doyurma yollarını aramakla geçer.· Bilge kişi zevk aramaz, kaygı ve acılardan uzak durur.· Bilgi doğuştan akılda yoktur, ama akıl bilgiyi üretecek kapasitededir.· Bütün insanların düşüneceği bir aklı vardır ve kullanmasını bilmek gerekir.· Bir şeyi yapma gücümüzde saklı olan, bir şeyi yapmama gücümüzde saklıdır.· Çok süslenenlere bakın; hepsi de eksikliklerini gizlemek isteyenlerdir.· Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı olduğunu sanmak yanlıştır. Aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da vardır. · Dünya bir hücredir, seni yalnızlığa iten bir hücre, fakat seni düşündürüp olgunlaştıran ortam da olabilir.· Demokrasi despotizmin en ileri şeklidir.· Dost; kişinin ikinci benliğidir. Dostlar! Dost yoktur! Dost kara günde belli olurErdem ve kabiliyet yönünden üstün olan kimselerin arkasından gitmek ve onlara uymak doğru olandır.· Erdem bilincine sahip olmak yeterli değildir. Erdeme erişmek için ya da iyi insan olmak için çaba göstermeliyiz.· En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.· Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır. Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.· En büyük suçlar yokluktan değil çokluktan doğar. Kimse başını sokacak yer bulabilmek için zorba olmaz.· Faziletli olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, muhterisi ve en doymak bilmez olanıdır. BİTTİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder