14 Temmuz 2025 Pazartesi
15 TEMMUZ
TÜRKİYE'NİN DARBELERLE İMTİHANI
"Bu ülkede darbeler sadece yönetimi devirmedi; milletin hafızasını, inancını, iradesini de yaraladı."
Berlin – Rüştü KAM
14 Temmuz 2025
Türkiye’de darbeler tarihi 15 Temmuz ile başlamaz. Aksine, 15 Temmuz bir finaldir; belki de “darbelerin son çırpınışı”dır. 15 Temmuz’u diri tutmak ve diğerlerini unutturmak ise maksat yanlış bir yaklaşımdır. Aynı hassasiyet yapılan diğer darbeler konusunda da gösterilmelidir. Her darbenin mağduru vardır. Onlar da vatan evladıdır.
Bu ülkede “boru”yu eline geçiren herkes darbe yapmıştır. Bu bir metafor değil, gerçekliğin ta kendisidir. Askerin gölgesi, yıllarca siyasetin, hukukun ve toplumun üzerine düşmüştür. Demokrasiye her on yılda bir “ayar” verilmiş; sandığın üstüne postal izi bırakılmıştır. Eğer Türkseniz, üstüne üstlük bir de Müslümansanız, yetmezmiş gibi bir de başbakanınız veya cumhurbaşkanınızın İslamî hassasiyetleri varsa, darbe bu topraklarda kaçınılmaz olur.
Mesela;
27 Mayıs 1960 sabahı ordu yönetime el koydu. Başbakan Adnan Menderes, bakanlarıyla birlikte tutuklandı. Yassıada’da kurulan mahkemelerde yargılandı ve sonunda idam edildi. Ülkenin seçilmiş lideri darağacında sallandırıldı. Bu, Türkiye'nin askerî vesayete teslimiyetinin resmî başlangıcıydı.
12 Mart 1971’de bu kez meclis feshedilmeden bir muhtıra verildi. “Ya istifa ya tank” denilerek hükümet baskıyla görevden alındı. Bu “postalsız darbe”, askerin siyaset üzerindeki etkisinin nasıl sinsice sürdüğünün bir göstergesiydi.
12 Eylül 1980 sabahı ülke yeniden tank sesleriyle uyandı. Generaller yönetime el koydu. TBMM feshedildi, siyasi partiler kapatıldı. Binlerce insan gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi. 5.000 genç yaşamını yitirdi, idamlar yapıldı. Kenan Evren hem darbenin mimarı oldu hem de cumhurbaşkanı. 1982 Anayasası’yla darbe, hukuki zemine taşındı.
28 Şubat 1997'de “postmodern darbe” yaşandı. Bu sefer tanklar sokakta değil, medyada ve MGK salonundaydı. Refah-Yol Hükümeti hedef alındı. Başbakan Erbakan istifa etmek zorunda kaldı. İmam hatipler kapatıldı, üniversitelerde ve devlet dairelerinde başörtüsü yasaklandı. İslamî kimliği olan ne varsa baskı altına alındı. “İrtica” bahanesiyle halkın değerleri kriminalize edildi. Binlerce Müslüman vatan evladı mağdur edildi, üniversite okuma hakları ellerinden alındı.
27 Nisan 2007'de ordunun internet sitesinde yayınladığı “e-muhtıra” ile AK Parti hükümetine aba altından sopa gösterildi. Gerekçe aynıydı: Laiklik tehlikede! Aslında tehlikede olan, halkın kendi seçtiğini iktidarda tutma kararlılığıydı. Ama bu kez hükümet geri adım atmadı. Bu direniş, askerî vesayetin çözülmeye başladığı dönüm noktası oldu.
15 Temmuz 2016'da ise bu kez FETÖ adlı bir yapı, askerî üniformanın içine sızarak darbeye kalkıştı. Meclis bombalandı, insanlar sokakta vuruldu. 253 kişi şehit oldu. Halk, ilk kez tankların önüne bedenini siper ederek bir darbeyi püskürttü. Bu, Türkiye'nin darbeler tarihindeki en kanlı ama en onurlu direnişi olarak kayıtlara geçti.
Darbelerin bu ülkeye kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Ne demokrasi, ne adalet, ne kalkınma… Her seferinde milletin iradesi çiğnendi, korku düzeni kuruldu. Ama artık ezber bozulmuştur. Darbeyle başbakanı bile asılmış olan bir millet, o gün kendisine yönelen namluyu tutmasını bilmiştir.
Kemalizm üzerinden, demokrasi üzerinden ve din üzerinden menfaat devşirmeye çalışanlar dün olduğu gibi bundan sonra da olacaktır. Farklı dönemlerde, farklı ideolojik görünümler altında; değişik isimlerle kendilerini halka tanıtan kişi ve kurumlar, legal ya da illegal yollarla kamuoyunu etkilemeye çalışacaktır. Bu nedenle devlet aklı, yalnızca geçmişin hatıralarına değil; geleceğin ihtimallerine karşı da her zaman uyanık olmak zorundadır. Zira modern dünyada tehdit yalnızca askerî değil; aynı zamanda kültürel, ekonomik, dinî ve ideolojik biçimlerde de tezahür etmektedir.
Bütün bunlardan dolayıdır ki; bugün sadece 15 Temmuz’un değil, bütün darbelerin lanetlenmesi gerekir. Yalnızca 15 Temmuz’u gündeme alarak diğerlerini unutmak ise maksat bu yanlıştır. Bu yanlışın ilerleyen zamanlarda ağır bedelleri olabilir. 15 Temmuz unutulmamalıdır elbette; ama 28 Şubat da unutulmamalıdır, Adnan Menderes ve arkadaşları da unutturulmamalıdır…
Sadece 15 Temmuz’a odaklanarak diğer darbelerin mağdur ettiği vatan evlatları da unutulmamalıdır.
15 Temmuz önemlidir; çünkü Türkiye’nin o gece verdiği mücadele, darbelerin finali olması hasebiyle önemlidir. Bu kalkışmaya direnen halk, aynı zamanda emperyal aklın vesayet projelerine, vekâlet örgütlerine ve içeriden çökertme girişimlerine direnmiştir. Bu gerçeklik, uluslararası ilişkiler bağlamında Türkiye’nin güvenlik ve dış politika stratejilerini yeniden tanımlamasına neden olmuştur.
15 Temmuz bize bir kez daha şunu göstermiştir: Modern zamanlarda savaşlar sadece cephelerde değil; eğitim kurumlarında, medya ağlarında, yargı salonlarında ve dijital platformlarda verilmektedir. Devletler artık yalnızca tankla değil, algıyla da kuşatılmaktadır. Evet, Türkiye bu yeni nesil kuşatmayı görmüş ve kendi öz gücüyle yarmayı başarmıştır.
Sonuç olarak, 15 Temmuz gecesi Müslüman Türk milleti, vatanına ve bağımsızlığına olan bağlılığını sadece sözle değil, canı pahasına ortaya koymuştur. Bu kalkışma, ihanetin coğrafyası ve dini olmadığını; ancak direnişin bir millete karakter kazandırdığını göstermiştir. Artık bu millet, sadece darbeye direnen bir halk değil; aynı zamanda küresel vesayet sistemine “dur” diyebilen bir iradenin de sahibidir.
Hiçbir darbeyi unutmadık, asla da unutturmayacağız.
Bitirirken:
Her darbe, halkın devlete güvenini zedeledi. Umutla oy verdiği yöneticilerin asker postalıyla devrilmesi, demokrasinin meşruiyetini sorgulanır hale getirdi. Toplum sindirildi. Gözaltılar, işkenceler, fişlemeler sıradanlaştı. Darbelerle birlikte korku kültürü yayıldı. Konuşan değil, susan bir toplum üretildi. İnsanlar devletle arasına mesafe koydu, sivil inisiyatifler güçsüz hale geldi. Özellikle genç kuşaklar siyasetten soğutuldu, “ülkeyi konuşmak” bile tehlikeli sayıldı.
Darbeler siyaseti resetlemedi; çürüttü. Seçilmişler görevlerinden edildi, partiler kapatıldı, liderler yasaklandı. Meclis devre dışı bırakıldı. Her darbenin ardından yeni bir anayasa yapıldı; ama bu metinlerin hiçbiri halkı değil, devleti koruyan metinlerdi. Seçimler ertelendi, sivil yönetim askıya alındı. Bürokrasiye “vesayet aklı” yerleşti. Askerî müdahaleler, siyaseti halka değil merkeze karşı sorumlu hale getirdi. Millî irade değil, “binlerce yıllık devlet aklının yerine geçen darbe aklı” kazandı. Bu da çoğulculuğu ve demokratik gelişimi engelledi.
Darbelerin ve darbecilerin vazgeçilmez hedefi ise her zaman dindar halk kesimleri oldu. İslamî hassasiyetleri olan liderler, partiler, kurumlar hep “irtica” yaftasıyla bastırıldı. 28 Şubat’ta başörtüsü yasağı eğitim hakkını gasbetti. İmam hatipler kapatıldı, Kur’an kurslarına sınırlamalar getirildi. Camiler fişlendi, vaazlar kontrol altına alındı. İslamî dernekler, yayınlar, fikirler baskılandı. Bu durum din ile devlet arasına derin bir mesafe koydu. Müslüman kimlik, potansiyel tehdit gibi muamele gördü. Oysa toplumun büyük çoğunluğu Müslümandı; baskılanan halkın ta kendisiydi.
Ben derim ki; asıl yapılması gereken şey, her yıl sadece 15 Temmuz’u anmak olmamalıdır. Önümüzü kapatan ne kadar köhnemiş benzer kafa yapısı varsa, onlar da tahlil edilmeli ve onlara karşı da çözümler üreterek Türk Milletinin geleceği inşa edilmelidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder