7 Ağustos 2025 Perşembe

LOZAN IV

LOZAN IV Güneş-Dil Teorisi: Akıllara Ziyan Bir Uydurma mı, Ulusal Kimlik Kurgusu mu? Rüştü Kam – 5.08.2025 “Bütün Diller Türkçe ’den mi Türedi?” 1930’ların Türkiye’sinde resmi olarak savunulan bir teoriydi bu: Güneş-Dil Teorisi. Mustafa Kemal Atatürk’ün teorisi. İddiaya göre, insanlık tarihindeki ilk dil Türkçe’ydi. İnsanlar güneşe bakarak birtakım sesler çıkarmış; bu sesler Türkçe kökenliymiş. Sümerce, Latince, Sanskritçe, Arapça, Yunanca... Hepsi Türkçe’den türemiş. Yani bütün diller bizim dilden çıkmış! Bu teoriyi ilk duyduğunuzda gülümsüyor olabilirsiniz. Ama mesele yalnızca absürt bir iddia değil, bir rejimin zorla sıfırdan bir kimlik inşa etme çabasıdır. Lozan ile Güneş-Dil Arasındaki Görünmez Hat Lozan, Osmanlı'nın tasfiyesini hukuken tescilleyen bir metindir. Güneş-Dil Teorisi ise bu tasfiyeye psikolojik meşruiyet kazandırmanın aracıdır. Biri tarihle hesaplaşır, öteki dille. İkisinin de ortak gayesi, Osmanlı’yı silmek; yerine yeni bir millet, yeni bir hafıza, yeni bir bilinç yerleştirmektir. O da başarılmıştır. Açık açık yazalım artık bütün olup bitenleri. Körü körüne, el yordamıyla yol almaya çalışmanın anlamı yoktur. İşte geldik ve tosladık duvara, 102 yıl sonra. Bundan ötesi yok. Burası çıkmaz sokak. Güneş balçıkla sıvanmıyormuş demek ki: Güneş-Dil Teorisi bilimsel değil, akıllara ziyan bir iddiaydı zaten. Bu akıllara ziyan iddiayı ne dilbilim destekledi ne tarih ne de antropoloji. Uluslararası akademik camia da bu iddialara oturduğu yerden bıyık altından güldü. Onlar gülüyordu gülmesine de Türkiye’de bu teoriye itiraz etmek suç sayıldı. Fikir babası ve destekçisi Mustafa Kemal Atatürk idi çünkü… Çünkü mesele bilim değil, rejimin psikolojik altyapısını tahkim etmekti. Milletin ecdadı itibarsızlaştırılmış, alfabe değişmiş, hafıza silinmiş kimin umurunda. Yeni bir masal gerekiyordu: Hem laik, hem köklü, hem Batı’dan üstün bir millet tahayyülü… İşte bu teori, o boşluğu doldurdu. Gerçeğin yerine rahatlatıcı bir efsane üretildi. Mustafa Kemal Atatürk, bu teoriyi savundu. Kurultaylar topladı, kitaplar okudu, araştırmalar yaptırdı. Çünkü mesele basitti: Yeni bir devlet kuruluyordu. Bu devletin yalnızca sınırları değil, zihniyeti de yeniden inşa edilmeliydi. Çünkü, Atatürk pragmatikti. Fikirlere değil, sonuca bakıyordu. Güneş-Dil Teorisi, o günün şartlarında işe yarıyordu. Batı karşısında ezikliği azaltıyor, yıllarca süren savaşlardan boynu bükük çıkmış olan halka biz en büyüğüz duygusunu aşılıyordu. 1940’a gelindiğinde teori sessizce gündemden düşürüldü. Ders kitaplarından çıkarıldı, akademik çevrelerde konuşulmaz oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye Batı’ya entegre oldukça bu biz her şeyin başıyız söylemi gülünç taraftar bulmaz oldu ve gülünç kalmaya başladı. Ne bir özeleştiri yapıldı ne de resmî bir açıklama...Günü geldiğinde ıskartaya çıkarılan laboratuvar fareleri gibi. Bu teoriyle birlikte yalnızca alfabe değil, zihin haritası da değiştirildi. Ecdat küçümsendi, dil köksüzleştirildi. Sonra yerine “biz her şeyin başıyız” masalı kondu. Yani bir uçtan diğer uca savrulduk. Ve hâlâ dengeyi bulabilmiş değiliz. Yapılan hamle doğru muydu? Kısa vadede evet: Topluma özgüven verdi, rejime meşruiyet sağladı. Yeni Türk kimliği için eski ve büyük bir tarih inşa edildi. Ama uzun vadede hayır: Çünkü, bilim dışıydı. Eğitim sistemini çarpıttı. Toplumu gerçekle değil, ideolojik efsanelerle besledi. Ve halk ne eskiyi tanıyabildi ne de yeniyi içselleştirebildi. Sonuç: Güneş-Dil Teorisi bir masaldı. Halkı aldatan bir masal. Bu masal, bir milletin geçmişini sıfırlayıp efsanelerle yönetmenin somut örneğidir. Oysa geleceği, efsanelerle değil, hakikatle yürüyen milletler inşa eder. Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder