13 Kasım 2025 Perşembe

İSLAM VE DÖRK EVLİLİK

KUR’AN’DA ÇOK EŞLİLİK İZNİ YOKTUR; ÇOK EŞLİLİK ŞARTLARA BAĞLI RUHSATTIR Rüştü KAM 13.11.2025 Kur’an’ın çok eşlilik konusunda ne söylediği, uzun yıllardır hem akademinin hem de gündelik din tartışmalarının konusu olmuştur. Ne var ki pek çok değerlendirme, Nisa Suresi 3. ayetin yalnızca ilk kısmına odaklanmıştır; ayetin bağlamı, tarihsel koşulları ve Kur’an’ın genel aile tasavvuru göz ardı edilmiştir. Bu nedenle, “İslam çok eşliliği teşvik eder” şeklindeki yaygın kanaat, aslında metnin kendi bütünlüğüne ve Kur’an’ın tedricî düzenleme yöntemine aykırıdır. Bugün ayete önyargısız veya tarafsız bir bakışla yaklaşmayı denediğimizde, Kur’an’ın çok eşlilik konusunda sunduğu model, sanıldığından çok daha farklı bir yere oturur. Savaş Sonrası Toplumsal Travma: Ayetin Gerçek Zeminini oluşturur “Nisa Suresi’nin çok eşlilikle ilgili düzenlemesi, Müslüman toplumun ciddi kayıplar yaşadığı Medine döneminin savaşlarla şekillenen ilk yıllarında; özellikle Bedir ve Uhud savaşlarının ardından ortaya çıkan ağır yetim ve dul kadın tablosunun belirlediği bir bağlamda nazil olmuştur. Bu dönemde: • Çok sayıda kadın dul kalmış, • Yetimler himayesiz kalmış, • Ekonomik ve sosyal yapı sarsılmış, • Miras ve nafaka mekanizmaları işlemez hale gelmiştir. Bu tablo, modern anlamda sosyal devletin bulunmadığı bir ortamda toplumsal bir acil durum niteliği taşır. Kur’an’ın müdahalesi de tam bu noktada devreye girer: Amaç, birden fazla eş almayı teşvik etmek değil; yetimlerin ve dul kadınların korunması için o günün şartlarında işleyen bir hukuki çerçeve oluşturmaktır. Yedinci yüzyılı düşünelim. Orta Çağ Arap coğrafyasını. Bu bağlam hatırlandığında ayetin yönü daha net anlaşılır: Bu bir aile politikası tasarımı değil, toplumsal bir yarayı sarmaya yönelik geçici bir sosyal düzenlemedir. Devrim niteliğinde bir düzenlemedir. “İkişer, üçer, dörder…”: Teşvik Değil Sınırlandırmadır Söz konusu ayetin ilk cümlesi sıkça gündeme getirilir: “İkişer, üçer, dörder nikâhlayın.” Bu ifade, çoğu kişi tarafından bir hak veya teşvik gibi okunur. Oysa bu, tarihsel formları incelendiğinde açık bir sınırlandırmadır. Zira Orta Çağ’da erkeklerin evlilik sayısına ilişkin hiçbir sınır yoktur. Kur’an, ilk kez, sınırsız evliliği ikişer, üçer, dörder diyerek sınırlandırmıştır. Yetki kamu otoritesine bırakılmıştır. Evlilik için yetkili kuruma müracaat edilecektir. O kurum da yaptığı araştırma sonucu o talibin çok eşliliğe uygun bir kişi olup olmadığına karar verecektir. Karar, adalet kavramı çerçevesinde şekillenecektir. Adalet için; ekonomik yeterlilik, yaş farkı, sevgi, kişinin karakteri göz ününde bulundurulacaktır… Bundan daha da önemlisi ayetin devamındaki vurgudur: “Eğer adaletsizlikten korkarsanız tek kadınla yetinin!” Yetinin bir emirdir. Bu emri veren de Allah’tır. Ayetin asıl normatif yönlendirmesi bu cümlede yer alır. Adalet şartının yerine getiremeyeceği aşikardır. Bu tespit, teorik olarak toplumun tamamı için geçerlidir. Adalet Şartı: Kur’an’ın Koyduğu Sınırdır Kur’an yalnızca yönlendirme yapmakla yetinmez; sınırlandırmayı pekiştiren ikinci bir ayet daha ortaya koyar: “Kadınlar arasında adaletli davranmaya —ne kadar isteseniz de— asla güç yetiremezsiniz.” (Nisa 4/129) Bu ayet, birden fazla eşliliği teorik olarak mümkün kılsa da fiilen neredeyse uygulanamaz hale getirmektedir. Güç yetiremezsiniz diyen Allah’tır. Ben güç yetirebilirim derse birisi, Allah’ı bilgisizlikle suçlamış olur. Kur’an’ın hukuk mantığı açısından bakıldığında: • Hüküm: Birden fazla eşliliğe kapı aralanır. • Şart: Adalet zorunlu tutulur. • Gerçek: Adaletin sağlanması insan gücünü aşar. Sonuç olarak: Kur’an’ın fiili yönelimi tek eşliliktir. Bu yöntem Kur’an’ın diğer sosyal düzenlemelerde de kullandığı “tedricilik” ilkesinin tipik bir örneğidir. Şartların zorlamasıyla çok eşliliğe kapı aralanmıştır. İstismar edilmemelidir. Kur’an’ın Aile Anlayışı Kur’an, aile kurumunun temelini Rum Suresi 21. ayette şöyle tanımlar: “Allah, eşlerinizle aranıza sevgi ve merhamet koydu.” Bu yaklaşım, evliliği duygusal bütünlük, sadakat, karşılıklı güven ve sükûnet üzerine kurar. Bu değerler çok eşlilik pratiğinin doğası gereği zedelenmeye açık olduğundan, Kur’an’ın aile vizyonu tek eşlilikle uyumludur. Çok eşlilikle uyumlu değildir. Sınırları zorlamak Allah’a kafa tutmaktır… Peygamberimizin Evlilikleri Hz. Peygamber’in çok eşliliği de çoğu zaman yanlış bir delil olarak kullanılır. Oysa bu evliliklerin neredeyse tamamı: • Toplumsal barışı koruma, • Dul kadınları himaye etme, • Kabileler arası düşmanlıkları giderme, • Siyasi bütünlüğü sağlama, gibi o döneme özgü toplumsal sorumluluklar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Nitekim Ahzab 50. ayette bu durumun Peygambere özgü olduğu açıkça belirtilir. Dolayısıyla bu örneklerin hüküm çıkarmak için kullanılması metodolojik açıdan hatalıdır. Bugünün Dünyasında Çok Eşlilik Tarihselcilik yaklaşımı, bir ayetin anlamını belirlerken hem niçin indiğine hem de bugün hangi şartlarda karşılık bulacağına bakmayı gerektirir. Savaş sonrası oluşan ağır sosyal tablo bugün mevcut değildir. Yetimlerin korunması kamu mekanizmalarıyla sağlanmakta; kadın ve çocuk haklarına ilişkin hukuki yapılar geçmişe kıyasla oldukça gelişmiş durumdadır. Dolayısıyla çok eşlilik ayetinin inmesine sebep olan toplumsal bağlam ortadan kalkmıştır. Bunun doğal sonucu olarak hüküm, bugün ancak bağlamı açıklayan bir tarihsel tedbir niteliği taşır. Sonuç Kur’an’ın bütünsel yaklaşımı değerlendirildiğinde ortaya çıkan tablo şudur: • Çok eşlilik teşvik edilmemiş, sınırlandırılmıştır. • Yetimlerin korunması amacıyla geçici bir tedbir niteliği taşır. • Adalet şartı getirilmiştir. Nisa 129’un hükmüyle adaletin sağlanması imkansızdır. • Kur’an’ın aile vizyonu sevgi, merhamet ve sükûnet ilkeleri üzerine kuruludur. • Bu değerlerin doğası gereği tek eşlilik Kur’an’ın normatif aile modelidir. Bugün yapılması gereken, ayetin indiği tarihsel zemini bilerek, Kur’an’ın ortaya koyduğu adalet ve merhamet merkezli aile anlayışını günümüzün toplumsal gerçekliği içinde yeniden okumaktır. Kur’an’ın aile kurumuna yönelik temel mesajı ise her zamankinden daha açıktır: Adaletin, sevginin ve merhametin olduğu yerde aile vardır. Bu modelin doğal formu ise tek eşliliktir. Çok eşlilik değildir.

11 Kasım 2025 Salı

İTHAL DAMAT VE İTHAL GELİN

HAFTANIN HUTBESİ İTHAL GELİN VE İTHAL DAMAT: AİLE, KUL HAKKI VE MÎSÂK-I GALÎZ Rüştü KAM 14.11.2025 Berlin/Ted Aziz Müminler, İlerde literatüre girecek olan bir kavram kullanıyoruz Almanya’da; “ithal gelin” ve “ithal damat.” Türkiye’den Almanya’ya getirilen damatlar ve gelinler için kullanılan bir kavram. Elbette insanların yuva kurma hakları vardır, teşvik de edilir evlilikler. Ama bunların evlilikleri sıkıntılara yol açıyor. Evlilik; ırk, dil, din, millet ve coğrafya farkı gözetmeksizin iki insanın helal bir yuva kurma iradesidir ve Allah evliliği teşvik eder. Ancak bazı evliliklerin sağlıklı bir tanışma, güven, ailenin rızası ve sorumluluk bilinci üzerine kurulmadığı; “başlık parası”, “menfaat evliliği” ya da “kaçış yolu arama” gibi sebeplerle gerçekleştiği de acı bir gerçektir. İşte bu noktada, Almanya’da bazı evliliklerin sonuçları çoğu zaman hüzünlü hikâyelerle karşımıza çıkmaktadır. Nice kızlarımız gurbet ellerde zorluklara sürüklenmekte, nice delikanlılarımız ise tanımadıkları kültürlerin içinde istismar ve mağduriyetin öznesi hâline gelmektedirler. Sevincin yerini pişmanlıklar, huzurun yerini de kırgınlıklar almaktadır. Bugün hutbemizde bu meselenin aileyi, toplumu ve bireyi nasıl etkilediğinin üzerinde duracağız ve nerede hata yapıldığına ve nelerden sakınmamız gerektiğine dikkat çekeceğiz. Rabbimizin bize emanet ettiği aile kurumunun korunması için nelere ihtiyacımızın olduğuna hep birlikte göz atacağız. Aziz Müminler! Allah Teâlâ evliliği insan hayatının temeline yerleştirmiş, onu “huzur, sevgi ve merhamet” üzerine kurmuştur. Buyruk şöyledir: “Sizin için kendilerinde huzur bulacağınız eşler yaratması O’nun ayetlerindendir.” (Rûm 30/21) Ve yine Kur’ân, evlilik sözleşmesini “mîsâk-ı galîz” yani ağır, sorumluluk yüklü bir akit olarak tanımlar. (Nisâ 4/21) Mîsâk-ı galîz ifadesi, evliliğin bir oyun, bir heves, bir çıkar aracı değil; Allah katında mesuliyet doğuran şerefli bir sözleşme olduğunu göstermektedir. Önemlidir. Kardeşlerim! Almanya’da Müslüman toplumumuzun karşı karşıya olduğu acı bir gerçek vardır: Kanayan bir yaramızdır. İthal Gelin ve İthal Damat betimlemesi. Bu büyük bir meseledir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Birbirinizin mallarını ve haklarını haksız yollarla yemeyin.” (Bakara 2/188) Hak sadece mal değildir; bir insanın duygusunu, emeğini, sadakatini, emanetini suistimal etmek de hak gaspıdır. Muhterem Cemaat! Türkiye’den bir kız ve damak bulmak yanlıştır. Bu yanlışlığın kurbanlarına İthal gelin–ithal damat diyoruz. Bu yanlışlığın arkasında gelin ve damattan ziyade aileler vardır. Kültürel uyumsuzluklar, kısa sürede gerçekleşen boşanmalar, ekonomik beklentiler, psikolojik sarsıntılar, kimlik bunalımına giren çocuklar, kırılan gönüller ve dağılan yuvalar bu yanlış kararların alınmasına vesile olan ailelerin eseridir. Yanlış kurulan bir evlilik sadece iki kişiyi değil, iki aileyi ve toplumun güven dokusunu da yaralar. Almanlar bu konuda şöyle derler: “Vertrauen kommt zu Fuß und geht zu Pferd.” (Güven adım adım gelir ama dört nala gider.) Değerli Müslümanlar! Kur’ân’ın nikâh öğretisi çok nettir: Nikâh özgür iradeyle yapılmalıdır. İcap ve kabul, yani tarafların açık ve gönüllü rızası esastır. Bu evliliklerin tamamen gönül rızasıyla yapıldığına inanmak oldukça zordur. Dolayısıyla özgür iradeyle yapılmayan, taraflardan birinin gönülsüz olduğu kabuller sıkıntı doğurur. Doğuruyor da zaten. Aziz Cemaat! Aile, toplumun çekirdeğidir. Evlilik, sadece iki gencin kararı değil; iki hanenin, iki kültürün, iki hayatın birleşmesidir. Bu nedenle evlilik konusunda aileler de büyük sorumluluk taşırlar. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi koruyun.” (Tahrîm 66/6) Aileler, evlilik kararlarını kendileri vermemelidir, kimler evlenecekse onlar vermelidir. Onları da acele etmemeleri konusunda aileler uyarmalıdırlar. Gençlerin birbirlerini tanımaları gerekir, çıkar evliliği yapmamaları gerekir aileler bu tür evliliklere göz yummamalıdır. Aileler çocuklarına doğruluk ve sorumluluk konusunda rehberlik etmelidirler. Friedrich Schiller’in şöyle der: „Drum prüfe, wer sich ewig bindet, Ob sich das Herz zum Herzen findet!“ “Kim ömür boyu bağlanacaksa iyice düşünsün; Yürek, yüreğe uyuyor mu, önce ona baksın.” Şüphesiz bu söz Kur’ân’ın hikmetiyle de uyumlu bir sözdür. Kıymetli Müminler! Evlilik bir emanettir. Emanete ihanet, kişinin hem Allah katında hem insanların yanında hesap vereceği ağır bir suçtur. Gelin, evliliği çıkar aracı değil, ibadet bilinciyle ele alalım. Gelin, gizlilik değil şeffaflık; keyfîlik değil sorumluluk, heves değil sadakat üzerine yuva kuralım. Ve unutmayalım: “Ehrlich währt am längsten.” (Dürüstlük en uzun ömürlü olandır.) Şunu da unutmayalım ki evlilik sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın ortak değeridir. Sadakat ve güven, bütün ilahî mesajların ortak emridir. Nitekim İncil’de de şöyle buyrulur: „Die Ehe soll von allen in Ehren gehalten werden, und das Ehebett soll unbefleckt sein; denn Unzüchtige und Ehebrecher wird Gott richten.“ (İbraniler (Hebräer) 13:4) “Evlilik herkes tarafından saygıdeğer tutulmalı, evlilik yatağı lekesiz olmalıdır; çünkü Allah fuhuş yapanları ve zina edenleri yargılayacaktır.” Bu ayetin güçlendirdiği mesaj şudur: Evlilik kutsaldır, korunmalıdır. Sadakat ihlali, sadece sosyal değil manevî bir suçtur. Allah, aileyi yıkan davranışları asla hafife almaz. Aile, sadakat ve kul hakkı, insanlığın ortak emanetidir. Bu kadar açıklamadan sonra, gelelim ithal gelin ve ithal damat meselesine. Aziz kardeşlerim, Dilini, kültürünü, alışkanlıklarını bilmediğiniz gelini ya da damadı, sırf bir akrabanın sözüyle, bir tanıdığın yönlendirmesiyle Türkiye’den getiriyorsunuz. Türkiye’den bakıldığında Almanya cazip göründüğü için hem gelin hem damat açısından buraya gelmek büyük bir fırsat gibi algılanıyor. Ne yazık ki işin derinliği düşünülmeden, geleceği hesap edilmeden bu evliliklere onay veriliyor. Ve bu acele kararı en çok da anne babalar veriyor. Ama Almanya’ya gelince işin rengi değişiyor. Kayınvalide, gelin ve damat daha adımını atar atmaz başlıyor baskı kurmaya. Sanki eve gelin değil, bir hizmetçi getirilmiş gibi davranılıyor. Daha yeni yuva kurmuş gençlerin üzerine yükleniliyor; gelin de, damat da aşağılanıyor, baskı altında tutuluyor, adeta köleleştiriliyorlar. Hele ithal gelin getiren damadın burada önceden bir ilişkisi varsa, o evlilik çok daha erken çöküyor. Türkiye’den damat getiren kız için de aynı vefasızlık geçerlidir; terk edilme, örselenme, hayal kırıklığı… Kültür farkları da cabası. Bu farklar zamanla tarafları yıpratıyor, yoruyor, tüketiyor. Birçok evlilik birkaç ay içinde ya da bir kaç yıl içinde son buluyor. Olan, nice umutlarla buraya gelen ithal gelinlere ve damatlara oluyor. Erkekler yine bir şekilde bir yol bulabiliyorlar ama özellikle kadınlar büyük sıkıntı yaşıyorlar. Hele ortada bir de çocuk varsa, o annenin dünyası bir anda kararıyor; hayalleri yıkılıyor, geleceği belirsizleşiyor. Ben buradan ailelere sesleniyorum: Bu problemlerin çoğu sizin aceleciliğinizden, ısrarcı tavırlarınızdan ve gerçekleri görmezden gelişinizden kaynaklanıyor. Sırf “evlensin de kurtulayım” diye çocuklarınızı bilmedikleri topraklardan insanlarla evlendirmeyin. O masumların hayatıyla oynamayın. Bu iş vebaldir; Allah katında da, kul katında da hesabı ağırdır. Elbette mutlu olan ithal gelinler, ithal damatlar vardır. Ancak istisnalar üzerinden konuşarak geneli görmezden gelemeyiz. Ben burada gerçeğin ağırlığını dile getiriyorum; yaşanan sıkıntıların fotoğrafını çekiyorum. Bir yuva kurmak kolay değildir. Bir insanı başka bir coğrafyadan getirip bir hayata dahil etmek, sandığınız gibi basit bir iş değildir. Bu mesele kader meselesidir. Çocukların, torunların, gelecek nesillerin hayatını şekillendiren bir meseledir. Bir de dinin yanlış anlaşılmasından doğan bir sıkıntı var. Bu, özellikle kızlar söz konusu olduğunda yaygın bir kanaattir. Müslüman bir erkek, Müslüman bir kadınla evlenebildiği gibi Hristiyan bir kadınla da evlenebiliyor; Mâide Suresi’nin beşinci ayeti bu konuda açıktır. Ancak yaygın anlayışa göre Müslüman bir kız yalnızca Müslüman bir erkekle evlenebilir; Hristiyan bir erkekle evlenemez. Dini hassasiyeti olan insanlar bu noktaya dikkat ediyorlar. Böyle olunca Müslüman erkeğin seçenekleri oldukça genişlerken, Müslüman kadının seçenekleri tek ihtimale kadar daralıyor. Seçeneklerin sınırlı olması nedeniyle aileler ve kızlar, ister istemez Türkiye’den bir eş arayışına yöneliyor. Zoraki ya da mecburiyet kokan evliliklerin önemli bir kısmı da bu şekilde gündeme geliyor; böylece “ithal damat” meselesi ortaya çıkıyor. Kız iyi niyetli ve sabırlı ise, belli sıkıntılar aşıldıktan sonra evlilik rayına oturabiliyor; iyi niyet ve sabır yoksa, birkaç ay içinde herkes kendi yolunu çiziyor. Menfaat merkezli kurulan evliliklerin ise uzun soluklu olmadığı görülüyor. Tam da bu noktada, Mâide Suresi’nin beşinci ayetine bir kez daha bakmak gerekiyor: “Bugün size bütün iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Ehl-i kitabın yiyeceği size helâl, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. İffetinizi korumanız, zina etmemeniz, gizli dost edinmemeniz şartıyla ve mehirlerini verdiğiniz takdirde hür ve iffetli mü’min kadınlar ile sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları size helâldir.” (Mâide 5/5) Bu ayette “kadınlar Ehl-i Kitap erkeklerle evlenemez” diye bir yasak yoktur. Kur’an’ın mütakabiliyet ilkesi gereği kızlarımız da Ehl-i Kitap bir erkekle evlenebilir. Müslümanların bu yanlış anlayıştan dönerek kızlarına gerçekçi bir seçenek sunmaları gerekir. Bu yaklaşım hem Allah’ın iradesine uygundur hem de içinde bulunduğumuz fiilî duruma karşılık geldiği için kızlarımızın hayat alanını genişletecektir. Böylece Türkiye’deki erkekler de “ithal damat” olmak zorunda kalmayacaklardır. Sevgili Müminler bir de Sahtekârlar var Aile birleşimi yoluyla Almanya’ya gelebilmek için Türkiye’de eşini boşayıp, Almanya’da başka biriyle nikâhlanıyor — bu bir sahtekârlıktır. Evlilik hukukunu, dinî hükümlerin ciddiyetini ve insanların güvenini istismar eden bu davranışlar sadece bireysel bir hata değildir; aile kurumunu zedeler, çocukları savunmasız bırakır ve toplumun güvenini sarsar. Böyle davrananlar hem hukuka hem de ahlâka karşı büyük bir haksızlık yapmaktadırlar. Bu, düpedüz sahtekârlıktır hem hukuka hem de Allah’ın hukukuna karşı ağır bir ihlaldir ve kesinlikle kınanmalıdır. Dua Allah’ım! Bizi ailede doğruluk, sadakat ve emanet bilinciyle yaşayan kullarından eyle. Evliliklerimizi huzurla, evlatlarımızı hayırla, yuvalarımızı bereketle doldur. Bizleri kul hakkından uzak eyle. Nesillerimizi hidayet ve ahlak üzere daim kıl. Âmin.

8 Kasım 2025 Cumartesi

KELEBEK CUMHURİYETİ

TÜRK EĞİTİM DENEĞİNİN BATI KARADENİZ GEZİSİNDEN BİR KESİT: KELEBEK CUMHURİYETİ RÜŞTÜ KAM Kelebeğin hikâyesi, dışarıdan bakınca hafif duran bir ömrün aslında ne kadar ağır bir yolculuk sürecinden geçtiğini anlatır. Yumurtayla başlar her şey; küçücük, sessiz bir başlangıç. Sonra o yumurtanın içinden, hayata tutunmak için bir kurtçuk çıkar. Ne sığınacağı yer bellidir ne de kaderi. Yaprağın üzerinde açlıkla, saklanmayla, hayatta kalma telaşıyla sürer gider günleri. Çünkü o bilir ki; hayat üç günlük bir uçuştan ibaret de olsa yaşamaya değer. Tırtıl, bazen bir kuşun gölgesinden korkup kaçar, bazen rüzgârın sesinden korkup saklanır. Büyür, yorulur, durur… Sonra kendine bir koza örer; karanlığın içine kapanır. İşte o kozanın sessizliğinde başlar gerçek mücadele: Etini karanlığa teslim ederken kanadını ışığa hazırlar. Sancı vardır bu dönüşümde, sızı vardır. Ama o bilir ki; acı, yolculuğun bir parçasıdır. Ve sonra… Kısacık bir ömrü süslemek için, kanadını dünyanın rengine boyayarak çıkar karşımıza. Üç gün için bunca çaba; üç gün için bunca emek. Yine de pes etmez, doğasına küsmek nedir bilmez. Çünkü kelebek bilir ki o üç gün, bir ömrün en hak edilmiş nefesidir. Bu yüzden ibretliktir kelebek: Yaşamın uzunluğuyla değil, dönüşmeye razı oluşuyla ölçüldüğünü hatırlattığı için. Polonezköy’den İstanbul’a giderken, yolun solundaki yeşilliklerin arasından birden çıkıverdi karşımıza kelebek çiftliği. Randevumuz vardı; kapıda oyalanmadık. Görevliler bahçeye buyur ettiler. Şehrin uğultusu burada sanki kenara çekilmiş, nefes aralığı bırakmıştı. Çimenlerin üzerindeki ahşap masalarda oturuyoruz, yere uzananlar da var. Hemen çaylar geldi. Görevli bayan bu arada çiflik hakkında da kısaca bilgi verdi. Hafta içi ağırlıklı olarak İstanbul ve çevre illerden gelen okul gruplarını misafir ederlermiş çiftlikte. Hafta sonları da ise hem zengin kahvaltı menüsüyle hem de geniş yeşil alanıyla aileleri çekiyormuş kendine. Şehirden neredeyse tamamen izole bir ortam, kurumsal etkinlikler ve kır düğünleri için de bölgenin en çok tercih edilen mekânlarından biriymiş. İnce belli bardaklarda çaylarımız dumanlanırken, Polonezköy’ü bir kez daha tarttık içimizde: Dar yollarını, ahşap evlerini, o yılların hafızası Częstochowa Meryem Ana Kilisesini ve Osmanlı hoşgörüsünü … Çayın etrafında muhabbet koyulaşmıştı ki; zarafeti yüzünden taşan genç bir hanımefendi yanımıza gelip “hazırsanız içeriye buyurun, kelebekler sizi bekliyor” dedi. O an, bahçenin dinginliğinden kelebeklerin renkli dünyasına açılan kapı aralandı ve merakla içeri adım attık. Hemen sunum başladı: “Ülkemizde tek, Avrupa’da ise sayılı örneklerden biridir, İstanbul Kelebek Çiftliği. Çiftlik, kimya öğretmeni Çiğdem Ünlü ile akademisyen Nafiz Ünlü ’nün, çocukların doğayla barışık büyüyebileceği bir mekân hayaliyle 2014’te kurdukları bir dünyadır. Bugün burada yaklaşık yirmi nadir tropikal tür yaşıyor. Bulunan en eski kelebek fosillerinin 50 milyon yıl önceye dayandığı göz önüne alınırsa; kırılgan görünümlerine rağmen ne kadar köklü bir geçmişe sahip oldukları anlaşılır. Ne var ki daralan yaşam alanları, bugün pek çok türün geleceğini tehlikeye atıyor. Çiftliği kurarken Ünlü çiftinin amacı, kelebeklerin doğal yaşamını korumakmış. Türlerin yok olmasını engellemek, insanlara da doğayı tanıma fırsatı sunmak istemişler. Buradaki kelebekler doğadan toplanmıyor; dünya genelindeki çiftliklerde özel olarak üretiliyor. Böylece hem doğal ekosistem zarar görmüyor hem de üretimin yapıldığı köylerde yaşayan insanlar için önemli bir gelir sağlanmış oluyor. Kelebekler, doğanın en güzel ve en zarif yaratıklarındandır. Dünyada boyları 1,5 ila 30 santimetreye ulaşan yaklaşık 200.000 kelebek türü vardır. Kelebekler hakkında en çarpıcı olan, ömürlerinin büyük kısmını tırtıl olarak geçirmeleridir. Bahçelerde sürünen, yaprakların arasında saklanan; kimi zaman bir kuş dışkısına ya da solgun bir yaprağa benzeyen bu küçük canlılar, kısa süre sonra kâğıt inceliğinde kanatlara sahip rengârenk bir mucizeye dönüşür. Ama bu değişim, dışarıdan göründüğü gibi acısız ve dertsiz değildir. Kelebeğin hikâyesi, hayatta kalmanın hikâyesidir aslında. Yumurtadan çıkan küçücük bir tırtılın, türlü tehlikeler ve düşmanlar arasından sıyrılarak kelebeğe dönüşmesi doğanın en büyük mucizelerindendir. Tüm bu mücadelenin ödülü ise çoğu tür için yalnızca birkaç gün süren renkli bir uçuştan ibarettir. Belki de bu yüzden hayranız kelebeklere; yalnız hafifliklerine, renklerine değil. O narin kanadın ardında saklanan acıya, sabra; bunca sancıya rağmen üç günlük hayat için kurtçuktan kelebeğe dönüşmeye razı oluşlarına. Kısacık ömürlerine karşın bıraktıkları o uzun nefese.” İnsan, kendi hayat mücadelesini de o kurtçuğun serüveninde görmelidir. Kabuğunu kırmakta zorlanır tırtıl, sonra bir bakar ki; zaten uçmak için yaratılmış ve uçar. Ama bu uçuş için mücadele şarttır. Hem de kabuğunu çatlatma pahasına. Kelebeğin dünyası işte böyledir, ibretlik: Kimine lüzumsuz görünen bu üç günlük kısa ömür için çekilen o kadar sancı, kabuğu yararken duyulan o tarifi mümkün olmayan acı, onu kısa da olsa çıkacağı yoldan alıkoyamaz. Yumurtadan tırtıla, kozadan kanada durmadan yürüyen kelebeğin direnci insanı hayran bırakır. Ve kulağımıza en çok unuttuğumuz şeyi fısıldar: Umudu. Değişmek mümkündür — hem de acıların içinden geçerek. Kelebek bahçesinde dolaşırken, hafifçe duyulabilen kanat seslerinin arasında bir kelebek gelip elime kondu. Ne ürktü ne de kaçtı. Arkadaşlar o kadar insanın içinde kelebeğin beni seçmesini olmayan kerametime yordular. İşte böyle, o kelebeğin kanadında hafifçe sürüklenen bir hatırayla İstanbul’a doğru yola koyulduk. Kelebek cumhuriyetiyle vedalaşarak...