1 Aralık 2025 Pazartesi

Amasya 2018

BERLİN TÜRK EĞİTİM DERNEĞİNİN BATI KARADENİZ GEZİSİNDEN 2018 RÜŞTÜ KAM Amasya 2018 Samsun Havaalanı’nda Emin, Kaptan Sezgin ve rehberimiz Mehmet Doğan Öz bizi bekliyordu. Kısa bir hal-hatır sohbetinden sonra hemen otobüse bindik. Akşam Amasya’da konaklayacağız. Güneş daha Amasya’yı terk etmemişti ki Şehzadeler Şehri’ne adım attık. Önce otele yerleşip biraz nefeslendik. Akşam yemeğinden sonra düştük Amasya sokaklarına. İlk gelişimizde bizleri ellerinde lambalarla karşılayan Ferhat ile Şirin, bu sefer karşılamadı bizi. Şehir karalara bürünmüştü. Sokak lambaları dışında özel bir ışıklandırma yapılmamıştı; Kaya Mezarları da gizlenmişti, görünmüyordu. Sadece hafiften bir su sesi geliyordu kulağımıza: Yeşilırmak’ın sesi… Gizliden gizliye ağlıyor gibiydi. Belki de bu yıl Ferhat ile Şirin’in ölüm yıldönümüdür, yoksa şehir niçin karalar bağlasın böyle diye dü şündük… Şehzadeler Sokak lambalarının cılız ışığında da olsa Şehzadeleri selamlamayı ihmal etmedik. Orada nehrin kenarında sıra sıra dizilmişler ziyaretçilerini karşılıyorlar gece gündüz, yaz kış demeden. Rehberimiz —aynı zamanda doktora öğrencisi; inançlı, bilgili ve saygılı— kısa kısa anlattı şehzadelerin Amasya hatıralarını. Amasya, Osmanlı şehzadelerini çok sevmiş, bağrına basmış onları, sütünü ve aşını onlarla paylaşmış; sonra da dualarla cihan padişahı olarak uğurlamış onları Amasya’dan Payitahta. Bundan daha büyük bahtiyarlık mı olurmuş? Heyecanlıyız. Yeşilırmak kenarında aheste aheste yürüyoruz. Aynı zamanda salepçi arıyoruz. Amasya’nın salebini çok methettiler. İçmeden gitmek olmazmış. Sokaklarda önümüze gelene “Nerede salep içebiliriz?” diye soruyoruz; her sorduğumuz kişi başka yer tarif ediyor. Baktı olmuyor böyle, Recai önden hızlıca gitti, ara sokaklarda kayboldu, biz de aynı istikamette ilerliyoruz; az sonra ilerde sokağın başında göründü Recai el sallıyor, “buldum, buldum!” Hep birlikte düştük peşine: Salepçi Dursun. Salepçi Dursun Önce tanıştık. İnce, uzun boylu; başında sekiz köşeli şapkasıyla esmer bir Amasyalı beyefendi. Buyur etti bizleri. Otuz kişiyiz. Masalar birleştirildi. Hâl hatır soruldu. “Nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz?” Bildik sorular işte. Anlattık. Soru sorma sırası bize geldi: “Sadece salep kurtarıyor mu, başka bir şey satmıyorsun, dükkânda gördüğümüz kadarıyla?” “Şükretmesini bildikten sonra Allah insanın rızkını çoğaltır. Elhamdülillah, biz de şükredenlerdeniz.” “Allah bereketini versin.” “Dursun amca, biraz da salepten bahsedelim. Anlatır mısın salebi; ham maddesi nedir, nasıl hazırlanır ve pişirilir?” “Salebin ham maddesi yabani orkidedir; Anadolu orkidesi. Kışın evlerde, kafelerde, pastanelerde içilir; üzerine tarçın ekleyerek servis edilir, içinizi ısıtır. Hele rayihasını şöyle bir içinize çekerseniz salebin tadına varırsınız. Bir kilo salep için 2.500 orkide çiçeği gerekir. Türkiye’de doğal ortamda yetişen yaklaşık 40 çeşit yabani orkide vardır; kalitesi yetiştiği yere ve türe göre değişir. Salep ticaret merkezi Bucak, Burdur’dur. Salebin faydasına gelince, o saymakla bitmez. Öksürüğe, sindirime iyi gelir; enerji verir, zihni açar… Geleneğimizde salep kulpsuz porselen fincanlarda içilir. Salep içmenin bir kültürü vardır. Orkideler bilinçsiz bir şekilde toplanıyor; dolayısıyla bazı orkidelerin nesli tükenmek üzere. Devlet koruma altına almalıdır. Kahramanmaraş dondurmasına kıvam ve esneklik veren de saleptir. Salep, ilaç hammaddesi olarak da kullanılır.” Dursun amcanın sohbeti ve salebi içimizi ısıttı. Sadece müşteri memnuniyeti değil; mesleğini bilip sormamız onu ziyadesiyle sevindirdi. Fotoğraflarımızı çektik ve müsaade istedik Dursun amcadan. Ayağa kalktı, kapının dışına kadar çıktı ve uğurladı bizi. Keşke her esnaf, Dursun amca gibi mesleğini ibadet aşkıyla, hilesiz hurdasız yapsa… Elveda Dursun amca; belki yine çalarız kapını. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Amasya programı başladı. Önce Hazeran Konağı… Önceden gördüğümüz yerleri bu kez rehberimiz otobüste anlattı; bu sefer farklı duraklara yöneldik. Hazeran Konağı Sabah erkenden ayrıldık otelden. Hemen otelin yan tarafında bir konak varmış. Yürüme mesafesinde. Kocaman bri tahta kapıdan girdik içeriye. Küçük de olsa bir bahçesi var konağın. Hemen orada bir de su kuyusu var. Suyu kova ile çekiyorlarmış o zaman. Otantik. Konağa merdivenle çıkılıyor. “1865’te, Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa’nın defterdarı Hasan Talat Efendi tarafından yaptırılmış. Hasan Talat’ın kız kardeşi Hazeran Hanım uzun yıllar burada yaşadığı için adını ondan almış. Konağın planı haremlik–selamlık olarak yapılmıştır. 20. yüzyıl başındaki ‘Türk evi’ tipinin seçkin örneğidir. Doğu cephesi penceresiz (bitişik nizamdan), diğer cepheler cumbalı ve pencerelidir. Güney ve batı odalarında pencerelerin önünde sedirler; karşı duvarlarda barok etkili alçı şerbetlikler, yanlarda kapaklı yüklükler (yatak odalarında bir yanı gusülhane). Vardır. Selamlık bölümü misafir ağırlama mekânıdır. Paşa Odası. Başoda da denir. Evin en aydınlık ve görüşü en geniş odasıdır. Üst katta mâbeyn, çeyiz, hizmetçi ve ebeveyn odaları; alt katta mutfak, kiler ve oturma–yatak odaları vardır. Avlunun doğu köşesinden bodruma inilir.” Kısa bir gezinti ve fotoğraf molasından sonra yürüyerek Ulu Cami’ye geçtik. Yeşilırmak üzerindeki köprüden geçtik. Sanki sevgililerin fotoğraf çekmeleri için yapılmış. Yeşil Irmağın huzur veren sesi şehrin anlamına anlam katıyor. Yeşilırmak, Kösedağ eteklerinden yola çıkarmış; yolda Çekerek Irmağı ve Deli Çayı ile buluşurmuş. Ferhat ile Şirin’in düğün alayına katılmak isterlermiş, aceleleri ondanmış ama kısmet olmamış. Onlar da madem ferhat ile Şirin’e bu dünya yar olmadı, bize de olmasın diye öfkelenmişler, şehri ortasından ikiye bölerek, başlarını taştan taşa vura vura yol almışlar Karadeniz’e doğru. Sonrasında da Karadeniz de intihar etmişler. Amasya hüzünlü bir şehir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder