BATI TRAKYA'DA TÜRK OLMANIN AĞIRLIĞINI OMUZLARINDA TAŞIYAN BİR TÜRK KADINI: DR.PERVİN HAYRULLAH
RÜSTÜ KAM/2018
Pervin Hayrullah Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi (BAKEŞ)’nin Genel Müdürü. Bu şirket, Batı Trakya Türk azınlığının eğitim ve kültürel seviyesinin yükseltilmesi için çalışmalar yürütmeyi amaçlayan bir yapı olarak kurulmuş.
Sesi sakin, cümleleri net. Yorulmuş ama vazgeçmiş değil.
İstanbul doğumlu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi mezunu. İnsan hakları uzmanı. Kâğıt üzerinde yazınca sade duruyor belki; ama anlatmaya başlayınca genişliyor hikâye. Eğitim üzerine çalışıyorlar. Araştırmalar yapılıyor, arşivler tutuluyor. Elli bin fotoğraftan oluşan bir bellekten bahsediyorum. Biriktirilmiş, saklanmış, kayda geçirilmiş bir hayat. Kitap çalışmaları var. Henüz tamamlanmamış belki ama başlamış olmak bile başlı başına bir direnç.
Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi (BAKEŞ); kar amacı gütmeyen, vakıf niteliğinde bir yapı. 2007 yılında İskeçe’de, kırk dört kurucu üye ile kurulmuş. Amaçları net: Batı Trakya Türk azınlığının eğitim ve kültür seviyesini yükseltmek. Türk dilini ve kültürünü araştırmak, yaymak. Eğitimsel, pedagojik, kültürel ve bilimsel çalışmalar yapmak. Anaokulları, çocuk yuvaları ve eğitim kurumları açmak. Yerli ve yabancı kurumlarla işbirliği yürütmek. Pervin Hayrullah, işte bu çok yönlü yapının genel müdürü.
Kreşler açıyorlar.
İki buçuk ile beş yaş arası çocuklar için.
Ardından okul derslerine yardımcı kurslar açıyorlar… Beş ile on iki yaş arası çocuklar için. Çocuk büyüdükçe ihtiyaç da büyüyor çünkü. Ortaokul açmak için müracaat etmişler. Yıl 2011. Hâlâ cevap bekliyorlar. Aynı dönemde başvuran Yunanlı bir arkadaşın izni 2012’de çıkmış bir sene sonra. Pervin Hayrullah bunu anlatırken sesi yükselmiyor. Zaten gerek de duymuyor buna. Rakamlar yeterince konuşuyor.
Ama resmî makamlarla ilişkiler ise biraz zor. “Bizi yok farz ettikleri için, işlerimizin takibinde zorlanıyoruz. Yok sayılmak, bazen açık bir yasaktan daha ağır geliyor insana.
Batı Trakya’da bir dönem yaklaşık yüz on beş iki dilli azınlık okulu vardı. Kâğıt üzerinde böyle kaldı bu sayı. Zamanla okullar kapandı, birleştirildi ya da işlevsiz hâle getirildi. Oysa azınlıkların kendi eğitim kurumlarını kurma ve yönetme hakkı, yalnızca ikili antlaşmalarla değil; uluslararası azınlık hakları belgeleriyle de güvence altına alınmıştır. Buna rağmen Batı Trakya’da azınlık toplumunun okul açma hakkı hukuken tanınmış olsa da fiilen kullandırılmıyor. Yeni okul talepleri karşılıksız bırakılırken, çözüm olarak sürekli devlet okulları öneriliyor. İskeçe Azınlık Lisesi var, evet; ancak sayı ve kapasite bakımından ihtiyacı karşılamaktan uzak. Medrese-i Hayriye ise bir zamanlar öğretmen yetiştiren bir eğitim kurumu iken, zamanla lise statüsüne çekildi. Eğitim zincirinde bir halka koparılmış gibi; bir eksilme var ama adı konulmuyor.”
Azınlıkların kendi eğitim kurumlarını kurma ve sürdürme hakkı, yalnızca 1923 Lozan Antlaşması’yla değil; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile AGİT azınlık hakları belgeleriyle de güvence altına alınmıştır. Bu metinlerde, azınlıkların dilini, kültürünü ve kimliğini eğitim yoluyla yaşatma hakkı temel bir ilke olarak kabul edilir. Batı Trakya örneğinde ise bu hak, hukuken tanınmış olmasına rağmen idarî uygulamalar ve dolaylı kısıtlamalar yoluyla fiilen sınırlandırılmaktadır.
“Yunanistan, klasik anlamda laik bir devlet yapısına sahip değildir. Eğitim sistemi de bu yapının bir parçasıdır. Devlet okullarının açılmasında ve yönetiminde Ortodoks Kilisesi’nin, özellikle metropolitlerin etkisi belirgindir. Azınlık açısından bakıldığında ise, Lozan Antlaşması’nın tanıdığı haklar çerçevesinde, Müslüman toplumun kendi dinî ve eğitim kurumlarını kendi temsilcileri eliyle yönetmesi gerekirken, bu ilke fiilen işletilmemektedir.
Lozan Antlaşması’na göre Batı Trakya’da on iki bölgede müftülük bulunması öngörülmesine rağmen, günümüzde yalnızca üç bölgede sınırlı ve tartışmalı biçimde seçime izin verilmektedir. Seçilen müftülerin yetkileri ise idarî ve hukuki düzenlemelerle büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Diğer bölgelerde görev yapan müftüler devlet tarafından atanmakta, bu durum azınlık toplumunun dinî özerkliği konusunda ciddi bir sorun alanı oluşturmaktadır.
Yunanistan’da yaklaşık yedi yüz bin Müslüman yaşamaktadır. 2017 yılında müftülük ve şer‘î yetkilere ilişkin bazı yasal düzenlemeler yapılmış olsa da, Türk azınlığın statüsü uygulamada hâlâ “özel” ve çoğu zaman “dışsal” bir unsur gibi ele alınmaktadır. Bu çerçevede azınlık meseleleri, klasik bir iç politika konusu olmaktan ziyade, fiilen Dışişleri Bakanlığı’nın yetki alanında değerlendirilmektedir. Güvenlik bürokrasisi, siyaset ve idare bu alanda eşgüdümlü hareket etmekte; bu durum, azınlık haklarının sivil ve eşit yurttaşlık temelinde ele alınmasını zorlaştırmaktadır.
Avrupa Birliği fonları, kâğıt üzerinde Batı Trakya’daki tüm yurttaşlara eşit biçimde ulaşıyor görünür. Resmî raporlar böyle yazıyor. Programlar var, bütçeler ayrılmış, tablolar tamam. Fakat sahaya inildiğinde başka bir manzara çıkıyor ortaya. Türk azınlığın yaşadığı köylerde, mahallelerde bu fonların izini sürmek zor. Kreşlerde, okullarda, kültür merkezlerinde, yerel projelerde… Eksiklik hissediliyor. Somut, gündelik bir eksiklik bu.
Sorun, çoğu zaman açık bir engellemeden değil; dolaylı mekanizmalarla işleyen bir dışlamadan kaynaklanıyor. Fonlara erişim için gereken idarî şartlar, bürokratik dil, başvuru süreçleri ve onay mekanizmaları azınlık yapıları için fiilen aşılması güç hâle geliyor. Yerel yönetimler ve merkezi idare, projeleri genellikle azınlık dışı kurumlar üzerinden yürütmeyi tercih ediyor. Böylece eşitlik, belgelerde sağlanmış oluyor; ama uygulamada dağıtım kanalları eşitsiz işliyor.
Azınlık kurumları bu fonlardan yararlanmak istediklerinde, ya uzun süre cevapsız bırakılıyor ya da teknik gerekçelerle süreç dışına itiliyor. Aynı nitelikteki projelerin çoğunluk toplumuna ait kurumlarca daha hızlı ve sorunsuz biçimde hayata geçirildiği görülüyor. Bu durum, resmî olarak inkâr edilemeyen ama fiilen hissedilen bir ayrımcılık alanı oluşturuyor.
En çok da günlük hayatta hissediliyor bu fark.
Bir köy okulunun yenilenememesinde.
Bir kültür merkezinin açılamamasında.
Bir kreşin ya da gençlik projesinin sürekli “gelecek yıla” ertelenmesinde.
Avrupa Birliği düzeyinde eşit yurttaşlık vurgusu yapılırken, Batı Trakya Türk azınlığı bu eşitliğin son halkasında kalıyor. Kağıt üzerinde var olan haklar, hayata geçmediğinde bir teselliye dönüşmüyor. Aksine, görünmez bir yük hâline geliyor. Çünkü eksik kalan her hizmet, her proje, her destek; azınlık için yalnızca maddi değil, varoluşsal bir boşluk anlamına geliyor.”
Bir hafta kaldım Batı Trakya’da. Evlere misafir oldum. Kahvelerde halkla birlikte oturdum; vakit namazlarında cemaatin arasına karıştım, Cuma namazı bile kıldım. Yakından bakınca insan daha iyi görüyor. İnsanlar çok dertli. Sürekli tetikte yaşamak gibi bu. Her an diken üzerinde durur hâlde. Söz söylerken, iş yaparken, talepte bulunurken.
Kanaat önderleri de öyle. Bütün güçleriyle çalışıyorlar. Gecelerini gündüzlerine katıyorlar. Lüks bir hayatları yok. Evlerini bile tamir edemiyorlar çoğu zaman. Bir sürü prosedür, bir sürü engel. En basit iş bile aylar sürüyor. Amaç açık: Yormak, bıktırmak, vazgeçirmek. Göç etmelerini sağlamak. Büyük ölçüde de başarmışlar bunu.
İşte tam bu noktada, “eşitlik” meselesi çıkıyor karşımıza.
Uluslararası hukukta ve Avrupa Birliği normlarında eşitlik, yalnızca hakların metinlerde tanınmasıyla ölçülmüyor. Asıl ölçü, bu haklardan fiilen ve etkili biçimde yararlanılıp yararlanılamadığı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Avrupa Birliği hukukunun yerleşik yaklaşımı da bunu söylüyor: Görünüşte tarafsız olan ama belirli bir grubu sürekli dezavantajlı kılan uygulamalar, dolaylı ayrımcılık sayılıyor.
Batı Trakya’da yaşanan tam olarak bu.
Kâğıt üzerinde eşitlik var.
Sahada ise eksiklik.
Avrupa Birliği fonları hukuken herkese açık, ama Türk azınlık için erişilmesi güç. Eğitimde, barınmada, kültürde, gündelik hayatta… Bu fark en çok da yaşamın içinde hissediliyor.
Bir hafta yetti bunu görmek için.
Bir haftada çözülmüyor elbette ama bir haftada anlaşılıyor.
Sorun ne yüksek sesle söyleniyor ne de gizleniyor.
Sessizce yaşanıyor.
Ve belki de en ağır olanı bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder