1 Aralık 2025 Pazartesi

Laodikeia/Laodikya

DENİZLİ'DE BİR HAC MERKEZİ Laodikeia/Laodikya Rüştü KAM Berlin Türk Eğitim Derneği her yıl Türkiye’ye kültür gezileri düzenliyor; amaç, ülkemizi ve tarihî mirasımızı yakından tanımak. 2017’te rotamızı, İncil’in Vahiy Kitabı’nda adı geçen Yedi Kiliseye çevirdik; Efes, İzmir/Smirna, Pergamon, Tiyatira/Akhisar, Sardis/Sart, Filadelfya/Alaşehir, Laodikya/Denizli. Ayrıca Pavlus’un mektuplarında sözü edilen toplulukların yaşadığı kentlerden mümkün olanlarını da ziyaret ettik. Yol boyunca gördüklerimizi metinlerle karşılaştırarak, mektuplardaki uyarı ve temaların bu şehirlerin tarihî arka planıyla ne kadar örtüştüğünü yerinde gördük ve değerlendirdik. Her durakta tek sorumuz vardı: Metinlerdeki uyarılar ve temalar, bu şehirlerin hafızasına ne kadar denk düşüyordu? Cevabı, taşların ve yazıtların arasında aradık ve bulduk. Son mektup Laodikya'ya gönderilmişti. Rehber eşliğinde yaptık ziyaretlerimizi. Emin Oruç. Denzililidir. İşinin ehli bir delikanlıydı. Şöyle: “Laodikya MÖ 3. yüzyıl ortalarında, Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından kuruldu; adını eşi Laodike’den alır. Alanın küçük bir bölümü günümüze sağlam ulaşsa da 2000’lerden itibaren kazılar hızlanınca; bugün stadyum, su kanalları, su kuleleri, sokaklar ve kiliseler gün yüzüne çıkarılmıştır. Şehir bir tıp okulu ve göz için merhemleri, ayrıca siyah yünlü tekstiliyle ünlüydü. Bankerlerin ve milyonerlerin yaşadığı yerdi. MS 60 depremi şehri yıkınca Roma’nın yardımını reddedecek kadar varlıklıydılar. İki tiyatrolu nadir kentlerdendir Laodikya; stadyumu, Gymnasium’u ve hamamları oldukça lükstü. Ticaret merkeziydi. Şehrin ana caddesinde at arabalarının bıraktığı o izleri hâlâ duruyor. Laodikya, antik Frigya’nın en zengin kentlerinden biridir. Roma döneminde bankacılık, tekstil ve tıp alanlarında ün yapmış; pamuklu kumaşları ve göz merhemiyle tanınmıştı. İncil’de geçen “ne sıcak, ne soğuk; ılıksın” ifadesi, kentin ılık termal sularına gönderme yapar. Bugün Pamukkale’nin hemen yanında yer alan Laodikya, hem Pavlus’un mektubuyla hem de Vahiy kitabındaki sert uyarısıyla Hristiyanlık tarihinde özel bir yere sahiptir.” Anlaşılan, bu dünyevî zenginlikler imanlıları da sarhoş etmişti. Bolluğu “Tanrı’nın özel lütfu” diye yorumlarlarken ruhsal değerleri gözden kaçırıyorlardı. Kendilerini güçlü sayıyorlardı aslında içten içe çürümüşlerdi. Paul’us yedinci mektubunu buraya hitaben yazmıştır. Oldukça sert bir mektuptur. Şöyle: “Laodikya’daki kilisenin meleğine yaz: Âmin, sadık ve gerçek tanık, Tanrı yaratılışının başlangıcı şöyle diyor: Yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun ne sıcak! Keşke soğuk ya da sıcak olsaydın! Ama ılıksın, ne sıcak ne soğuk; bu yüzden seni ağzımdan kusacağım. Zenginim, servet kazandım, hiçbir şeye ihtiyacım yok” diyorsun, ama aslında zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun! Sana öğüt veriyorum: Benden ateşte arıtılmış altın satın al ki zengin olasın; beyaz giysiler al ki çıplaklığın ayıbın görülmesin; gözlerine sürmek için merhem al ki net görebilesin. Ben sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim. Gayrete gel, tövbe et! İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onunla birlikte yemek yiyeceğim, o da benimle. Galip gelene, benimle birlikte tahtıma oturma hakkı vereceğim; nitekim ben de galip geldim ve Babam’la birlikte O’nun tahtına oturdum. Kulağı olan, Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin.” (Vahiy 3:14–22) “Mektupta Laodikya’daki Hristiyanlar; “ılık su” benzetmesiyle kıyasıya eleştirilir: Ne Hierapolis’in sıcağı gibi ateşli ne Kolose’nin soğuğu gibi dinç; ılık ve mide bulandırıcıdır. Kolose; Denizli ilinin Honaz ilçesi sınırları içinde yer alan antik bir Frigya kentidir. Günümüzde Honaz ilçesindeki bir höyük olarak sessizce geçmişini saklamaktadır. Bir gün kazılar başladığında, Frigya–Roma geçiş dönemine dair çok değerli arkeolojik bulgular beklenmektedir. Mektup, onların şımarıklıklarını yüzlerine vurur ve gerçek tevbeye çağırır. İncil’de adı geçen Yedi Kilise’den biri Denizli’deki Laodikya’dadır. Sekiz paye üzerine oturtulmuş, yaklaşık 2.000 m²lik büyük bir kilisedir, orijinal parçalarının çoğu korunmuştur. Kent, MS 4. yüzyıldan itibaren kutsal hac merkezi olarak da anılır.” Ben Denizliliyim. Bu mezarları defalarca gördüm, buralarda dolaştım; ama Hierapolis’in nekropolünü=Ölüler şehrini ve Laodikya’yı yıllar sonra yeni tanıdım. Yetkililere tavsiyemdir. Okul öğrencileri, rehberler eşliğinde Laodiya’ya ve Hierapolis’e ve Denizli’ye yakın olan antik kentlere mutlaka götürülmelidir. Ülkesini bütün değerleriyle tanıyan genç, ancak o zaman ülkesine âşık olabilir. O zaman Avrupa’nın Türkiye üzerinde oynadığı oyunları daha net görebilir. Laodikya oldukça sıcaktı. Her birimiz antik kente girerken hemen oradan birer şapka aldık. Ancak o şapkanın üzerinde Laodikya’dan bir resim baskısı yoktu. Yüzlerce ziyaretçi geliyor ama onlara arz edecek hediyelik eşya düşünülmemiş. Şapka bunlardan birisi olabilir. Tişört olabilir, anahtarlık olabilir, mıknatıs olabilir… Laodikya’dan ayrılmadan önce son kez dönüp baktım. Ufukta uzanan sütunlar, akşam güneşinin altında uzun gölgeler düşürüyordu. Antik caddenin iki yanına dizilmiş mermer sütunlar, bir zamanlar tüccarların, hacıların, düşünürlerin geçtiği yolun sessiz tanıklarıydı. Yüzyıllar önce kalabalıkların dolup taştığı bu sokaklarda şimdi yalnızca rüzgârın hışırtısı vardı; taşların arasından geçerken sanki geçmişin uğultusunu taşır gibi. Kentin kalbinde iki tiyatro yükseliyor: Biri doğuya, diğeri batıya bakıyor. Doğu tiyatrosu daha eski; oturma sıralarına oturup ovaya bakınca insan kendini Roma çağının ortasında hissediyor. Batı tiyatrosu ise daha büyük ve görkemli; zamanında şenliklerin, törenlerin, imparator kutlamalarının yapıldığı söyleniyor. Şimdi sessizlik hâkim… Sadece rüzgâr esiyor, bazen bir kuş konuyor sahnenin taşına; ama sanki taşların içinde hâlâ bir alkışın yankısı gizli duruyor. Laodikya, yalnızca bir ören yeri değil, taşlara sinmiş bir hafıza. Sütunlar bir dönemin gururunu, tiyatrolar o dönemin sesini anlatıyor bize. Biz ise bu sessiz kalabalığın arasından geçip bugüne dönüyoruz. Pamukkale’nin yanı başındaki Laodikya, Roma döneminde zenginliğiyle, dokumaları ve göz merhemiyle tanınmış bir kentmiş. İncil’de geçen “ılık” benzetmesi, hem kentin termal sularına hem de halkının rehavetine bir göndermedir. Bugün harabelerinin arasında gezerken hâlâ o eski zenginliğin, o uyarının sesi duyuluyor; biz de bu sesle vedalaşıp yola koyuluyoruz….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder