"Geldim, gördüm, yazdım" 2015
Dadaşlar diyarı Erzurum; taşınla,
toprağınla dile gelsen de anlatsan başından geçenleri. Zaman yeter mi,
sığar mısın kitapların içine, bitirebilir misin hikâyeni bilmem. Elden
ele geçtin, yakıldın, yıkıldın, örselendin, hakaretler gördün, namusun
çiğnendi. Milattan önce 4.000 yılında başlayan hikâyen nasıl sığsın iki
kapak arasına. Kaç medeniyet kuruldu ve kaç medeniyet yıkıldı senin
kara bağrında. Gözyaşı akıta akıta göz pınarların kurudu. Bağrına
saplanan hançerleri söküp atan Nene Hatunlar, Kara Fatmalar olmasaydı,
nice olurdu halin. Bugün biz geldik, senin hikâyeni senden dinlemek için
geldik. Biraz da olsa yaralarını sarmak için geldik. Senin bizlere
anlattıklarını, biz de çocuklarımıza anlatacağız. Anlatacağız ki, senin
başına gelenler bizden sonrakilerin başına gelmesin.
Sırtında çocuğu elinde silahıyla
karşıladı Nene hatun Tabyaların önünde bizi. Selamlaştık, hal hatır
sorduk. Nene Hatun’un önünde saygı ile eğildik. Erzurum’un hikâyesini
başladık dinlameye. Aziziye Tabyası’nın önündeyiz. “Tabyalar 19.
yüzyılın acı hatıralarını taşıyan önemli askeri barınaklardan,
siperlerdenmiş. Osmanlı Devleti’nin gerileme sürecinde doğudan gelen
tehlikelere karşı şehrin 21 stratejik noktasına inşa edilmiş. Özellikle
Aziziye ve Mecidiye Tabyaları, ‘93 Harbi olarak bilinen 1877-1878
Osmanlı -Rus Savaşı’nda kritik rol üstlenmiş. 9 Kasım 1877 tarihli
Aziziye Müdafaası, Erzurum halkının kahramanlıklarına sahne olmuş ve
şehrin işgalden kurtarılmasını sağlamış. Erzurum halkı, bu müdafaayı her
yıl tabyalara doğru yürüyüş gerçekleştirerek canlandırırmış. Yeni
nesillere bu toprakların bedava elde edilmediği anlatılmak istenirmiş.”
İçeriye vize almadan girmemiz mümkün
değil. Sırtında çocuğu elinde tüfeğiyle Nene Hatun nöbet tutuyor
kapıda. Rehberimiz Yasin anlatıyor, hikâyesini:
“7 Kasım 1877 günü, bölge halkından
olan Osmanlı vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum'un Aziziye Tabyası'na
girmeyi başarırlar. Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürürler. Böylece
arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın
tabyayı ele geçirirler. Haber şehir merkezine ulaşır. Acı haber
minarelerden şehir halkına duyurulur: "Moskof askeri Aziziye Tabyası'nı
ele geçirdi…"
Silâhı olan silâhını, olmayanlar;
balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya'ya
doğru koşmaya başlar. Kadın-erkek tüm Erzurum halkı yollara dökülür.
Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir taze gelin de vardır.
Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can
vermiştir. Üç aylık bebeğini emzirir ve "Seni bana Allah verdi, ben de
seni O'na emânet ediyorum." der ve ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa
fırlar.
Erzurum halkının bu asil yürüyüşünü,
Rusların açtığı yaylım ateşi bile durduramaz. Tabyalara doğru bütün
güçleriyle koşmaya devam ederler. Ön sıradakiler şehit olurlar.
Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hırslı bir şekilde
ileri atılırlar. Demir kapılar birer birer kırılır ve içeri girilir.
Boğaz boğaza bir savaş başlar. Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof
ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı–sopalı, askeri eğitim bile almamış bu
halk karşısında ancak yarım saat tutunabilir. Tabya geri alınır ve
göndere yeniden Türk bayrağı çekilir.
Nene Hâtun da yaralılar arasındadır.
Fakat o kendi yarasına aldırmaz, evindeki bebeğini de unutmuştur.
Yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarabilmek için oradan
oraya koşturur durur. O'nun, o gece vatan için başlayan mücâdelesi,
düşman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam eder. Erzurum'un her karış
toprağına cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek
pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaşır adeta.
Sevilir, sayılır, örnek alınır ve sonunda Nene Hatun olarak tarihe
geçer. Kahraman Erzurumlu kadınlarının temsilcisidir o. Türk-Rus
savaşında destanlaşan yiğit, kahraman bir Türk kadını, Türk anasıdır o.
Aziziye Tabyaları’nda Ruslara karşı silah olarak kullandığı “kasaturası”
ile bütünleşen yüreğidir onu Nene Hatun yapan. İşte karşımızdaki kadın O
Kadındır. Nene Hatun.”
Sarıkamış’tan sonra, Erzurum’a da
böyle duygu seli içinde girdik. Tabyaların önüne yaklaştı kaptan Sezgin.
Anıt önünde ziyeratimizi ölümsüzleştirdik. Aziziye Tabyasının içine
girdik ve o kahraman dadaşların, Nene Hatunların, Kara Fatmaların
canhıraş çığlıklarını duyduk, gayretlerini canlandırdık hayalimizde, 30
dakika içinde Rus askerlerini nasıl tarumar ettiklerini hayal ettik.
Duaya ihtiyaçları olmadığı halde, dua ettik onlar için. “Allah yolunda
öldürülenlere “ölü” demeyin: Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında
değilsiniz.”( Bakara 154)
Nene Hatun,1857 senesinde Erzurum'da
dünyaya geldi. 98 yıl yaşadıktan sonra yine Erzurum'da, hayata vedâ
etti. Mekânı Cennet olsun…
Tarihi eserler
Çifte Minareli Medrese
Nene Hatun’la vedalaştık. Sonraki durağımız, Çifte Minareli Medrese. Tamir ediliyor. İçeriye giremedik. Rehberimiz Yasin Medresenin tanıtımını Ulu Camii’nin eski imamına bıraktı. O muhterem zat, zaten orada İstanbul’dan gelen bir gruba tanıtım yapıyordu. Yaklaştık yanına ve dinledik biz de anlatılanları. Yüzü nurlu bir adam, çok da nazik, ellleriyle işaret ederek anlatıyor eserleri, “Bakın işte şu …”: .
Nene Hatun’la vedalaştık. Sonraki durağımız, Çifte Minareli Medrese. Tamir ediliyor. İçeriye giremedik. Rehberimiz Yasin Medresenin tanıtımını Ulu Camii’nin eski imamına bıraktı. O muhterem zat, zaten orada İstanbul’dan gelen bir gruba tanıtım yapıyordu. Yaklaştık yanına ve dinledik biz de anlatılanları. Yüzü nurlu bir adam, çok da nazik, ellleriyle işaret ederek anlatıyor eserleri, “Bakın işte şu …”: .
“13. yüzyılın sonlarında inşa edilen
Çifte Minareli Medrese, Selçuklu Medeniyeti’nin günümüze ulaşan en
önemli eserlerinden biri ve aynı zamanda Erzurum’un sembolüdür.
Medresenin özellikle taç kapısında bulunan bezemeler, Selçuklu taş
süslemesindeki derinliği ve estetik anlayışı gösterir. Burada yer alan
palmet ve rumi motifleri, Selçuklular’ın simgesi olan çift başlı kartal
ile hayat ağacı figürleri dikkat çekicidir. Bakın şu kartal 3 boyutlu
olarak yapılmıştır. Medresenin, efsanelere konu olan yarım minareleri
de çinileri ile göz kamaştırmaktadır. Çifte Minareli Medrese; döneminin
en önemli üniversitelerinden biridir. Avlunun güneyinde yer alan kümbet
de o dönemde yapılan en büyük türbe unvanına sahiptir. Her biri 26 metre
yüksekliğindeki rengârenk çinilerle süslü çifte minare, bu tarihi esere
isim olmuştur. Minarelere “Allah", "Muhammed" ve "ilk dört büyük
halife" nin isimleri de işlenmiştir. Çifte Minareli Medrese, Erzurum'un
sembollerinden biridir.
Taç kapıyı çeviren bitki
süslemeleri, kalın silmeli panoların içindeki "ejder", "hayatağacı",
"kartal" motifleri cephenin en gösterişli bölümüdür. Ön dış cephede yer
alan tamamlanmış hayat ağacı ile kartal motiflerinin bir arma olmaktan
çok, Orta Asya, Türk inanışı kapsamında, güç ve ölümsüzlüğü dile
getirdiğine inanılır. Taç kapıdan avluya girilir. Zemin katta on dokuz,
birinci katta ise on sekiz oda bulunmaktadır.
Medresenin ve iç kısımda bulunan
kümbetin giriş kapıları başta olmak üzere; medrese mimarisinde yer alan
önemli ve değerli parçalar, Rusların Erzurum’u işgali dönemlerinde
Ruslar tarafından yerlerinden sökülerek Rusya'ya götürülmüştür.
Leningrad müzesinde sergilenmektedir.“
Anadolu’ya gelen herkes buradan birşeyler alıp götürmüşler, ama bitirememişler.
Namaz vakti yaklaştı. Öğle namazı
kılacağız. İmam bizi Ulu Cami‘ye davet etti. Emekli olduğu camiye.
Dünyalar tatlısı bir kişilik. Yaşı yetmişin üzerinde, hâlâ koşturuyor.
Gelen ziyaretçilere bildiklerini anlatma derdinde. Kabuğuna çekilmemiş,
emekli maaşını alarak yan gelip yatmamış. Önce namazımızı kıldık. İkindi
namazını da peşine cem ederek kıldık. Mükemmel bir eser. Başladı Ulu
cami imamı görev yaptığı camiyi anlatmaya:
Ulu cami
“Erzurum Ulu Camii (Atabeg Camii,
Atabey Camii), şehrin en eski camisidir. Saltuklu Emiri Nasreddin Aslan
Mehmet tarafından 1179 yılında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı cami,
kalın taş sütunları, kırlangıç kubbesi, mihrabı ve minaresi ile Selçuklu
mimari anlayışının en güzel örneklerindendir. 28 pencere ile
aydınlatılan caminin içerisinde toplam 40 sütun bulunmaktadır.
Cami 6.000 kişi kapasitelidir.
Günümüzde 4.500 kişi aynı anda rahatlıkla namaz kılabilmektedir. Caminin
beş kapısı vardır. Kapılardan ikisi doğuda, üçü de kuzeydedir.
Kapıların hiç birisi bir diğerine benzememektedir. Caminin üç kubbesi
vardır. En önemlisi yapıldığı günden beri orijinal hali ile günümüze
kadar varlığını sürdürmüş olan „Kırlangıç örtü" diye adlandırılan ahşap
örtülü kubbedir.
Yapılış tasarım özelliği ile caminin
içerisindeki nemi toplar ve yukarıya çekerek dışarıya tahliye eder. Bu
kubbe sayesinde cami içerisinde nem olmaz.
Güneyden kuzeye doğru kırlangıç
kubbe ile mukarnas taş oyma kubbe arasında yer alan ikinci kubbe,
tavanında yer alan ve gökyüzüne açılan penceresi ile caminin aydınlanma
unsurlarından birini oluşturmaktadır.
Bunlara ek olarak 6.000 kişinin aynı
anda bulunduğu kapalı mekânda ses iletişimini daha sağlıklı kılmak için
caminin tam orta bölümüne „Mukarnas kubbe“ yerleştirilmiştir. Bu kubbe
sayesinde hem caminin aydınlanması ve hem de mevcut sesin 10 kat daha
yüksek tonda yayılması sağlanmıştır. Aritmetik olarak hesaplanıp sert
kaya zemin üzerine kendine özgü şekillerin işlenerek yapıldığı ve sadece
bu camide bulunan bu mukarnas örtü şeklinin bir benzeri başka bir
yapıda yoktur.
Kırlangıç kubbeyi taşıyan dört
sütuna "Fil ayağı" denir. Kıble yönündeki iki fil ayağının en üst
kısımlarında bulunan yuvarlak iki pencere de "Fil gözü" diye
adlandırılır. Fil gözü pencerelerden sol taraftaki güney-doğuya, sağ
taraftaki ise güney-batıya meyilli olup, gökyüzüne doğru bir bakış açısı
oluşturmaktadırlar.
Bu pencereler caminin içerisine
adeta birer aydınlatma projektörü gibi ışık saçarlar. Soldaki pencereden
sızan güneş ışığının cami içerisinde yer zeminde oluşturduğu elips
şeklindeki ışık yoğunluğu daralarak tam daire şeklini aldığı an, öğle
namazı için ezan okunma vaktinin geldiği anlaşılır. Sağdaki ise aynı
şekilde ikindi namazı için ezan okunma vaktini bildirir.
İşte orada, kıble duvarında üç tane
mihrap vardır. Ortadaki imama aittir. Sağda ve soldakiler ise cami
içerisinde her ne kadar akustik mimari ses sistemi olsa bile ses
iletiminin yeterli gelmeyeceği düşüncesi ile imamın namaz anındaki
tekbirlerini tekrarlayarak bulundukları yerden cemaata duyuracak Kayyım
denilen müezzin yardımcılarının yer aldığı "Mihrabiye" lerdir.
Gördüğünüz şu sütunlardan cami
içerisinde toplam 47 tane vardır. Caminin orta kesiminde batıdan doğu
istikametine doğru bakıldığında; 4 sağ tarafta, 4 de sol taraftaki
sütünlar arasında 15 er cm. lik çıkıntı farklılıkları görülür.
Sütunların bu şekilde yapılması, imamın sesinin cami içerisinde " U "
şeklinde yayılması içindir. Aynı zamanda depreme karşı dayanıklılığı
artırır, caminin yükü bu sütunlara dağıtılmıştır. Cami 28 pencere ile
aydınlanmaktadır.
Cami 830 yılı aşkın süreden beri
varlığını sürdürmektedir. Yakın tarihe kadar caminin iç duvarlarına
Ruslar tarafından hayvan bağlamak için çakılmış halkalı mıhlar vardı,
işte bakın şurada. Bunlar işgal sırasında Rusların camiyi "ahır" olarak
kullandıklarını göstermektedir. Ruslardan sonra şehri ele geçiren Ermeni
çeteleri de camiye büyük zarar vermişlerdir.”
Mükemmel bir anlatım. Teşekkür ettik
ve elini öptük hoca efendinin. 1 saate yakın bizimle ilgilendi. Zaman
harcadı ve rehberlik yaptı. Usulüne uygun şekilde para vermek istedik.
Almadı. “Orada duran bağış kutusuna bırakın vereceğiniz parayı, caminin
ihtiyaçları için kullanılsın” dedi. Gözümüzde bir defa daha büyüdü hoca
efendi. Allah selamet versin.
Üç Kümbetler
“Bu kümbetler, Anadolu’daki mezar
anıtların en güzel örneklerindendir. Üç Kümbetler ismi ile tanınan
kümbetlerin en büyüğünün Emir Saltuk’a ait olduğu ve XII. yüzyılın
sonlarında veya XIV. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Diğer
kümbetlerin kime ait oldukları bilinmemektedir.
Üç Kümbetlerin yanında kümbeti
andıran bir diğer yapının mahiyeti anlaşılamamışdır. Bunun da kümbet
olduğu ileri sürülmüşse de bazılarına göre bu bir mescittir. İç kısmında
oldukça güzel bezenmiş mihrabı vardır. Giriş kapısının saçakları
üzerinde geometrik bezeme ile çiçek ve hayvan motifleri görülmektedir.
Üçüncü kümbet yöresel Keyek taşından
yapılmıştır. On iki cepheli ve dört pencerelidir. Kuzey yönünde giriş
kapısı bulunmaktadır. Kümbetin üzerini örten konik külahın kasnağında
Emir Saltuk Kümbetine benzeyen bezemelere yer verilmiştir.“
Karnımız acıktı. Sıra geldi
Erzurumun cağ Kebabını yemeye. Kemal Zeyveli ve Davut Yıldırım öğle
yameği bizden dediler. Davut Yıldırım Erzurumlu, Kemal Zeyveli
Malatyalı. Berlin’de
arkadaş olmuşlar. Restoran tıklım tıklım. Ancak Davut önceden
rezervasyon yaptırdığı için bizim yerimiz üst katta hazırlanmış. Önce
iyi pişmiş, incecik açılmış yufkalar geldi sofraya, arkasından 4 er tane
şişlere dizilmiş kebaplar. Önümüzdeki şişler biter bitmez hemen
yenileri geliyor. Garsonlar fırtına gibi ve de son derce saygılılar.
Kebap gerçekten lezzetli. Rehberimiz yasin Cağ kababının Artvin’e ait
olduğunu, ancak Erzurumluların elinde meşhur olduğunu söyledi ama.
Yasin’in Artvinli olduğunu da unutmamak lazım.
Dışarıda yağmur var. Ama biz
Erzurumu bitirmek zorundayız. İki saat sonra Yakutiye Medresesi’nde
buluşmak üzere dağıldık. Alış veriş zamanı. Oltu taşları alınacak, başka
hediyelikler alınacak. İsteyenler de Erzurum Kalesi’ne gidebilecek. Ben
eşimle Rüstem Paşa Hanı’na gittim. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı
Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında yaptırılmış. Yapı, Osmanlı
kervansaray mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Taşhan adıyla da
anılan bu eser, günümüzde Oltu taşı esnafının imalat ve satış yeri
olarak hizmet vermekte.
Cimşit ailesi de bizim gibi
düşünenlerden, orada karşılaştık. Alacaklarımızı aldık, hazırda
bulamadıklarımızı da bir saat içinde yapıp teslim ettiler. Buna rağmen,
verilen saatte Yakutiye Medresesi’ne vardık. Gökyüzü ağlamaya devam
ediyor. Çoğumuzda şemsiye yok.
Yakutiye Medresesi
İlhanlılar döneminde Hoca Yakut
Gazani tarafından 1310 yılında yaptırılan eser Anadolu’daki kapalı
avlulu medreselerin en büyüğüymüş. İlhanlı Valisi Hoca Cemaleddin
tarafından Sultan Olcayto ve Bulgan Hatun adına yaptırılmış. Medrese,
dengeli mimarisi, iri motifli süslemeleri, oymalı taç kapısı ve taş
bezemeleri ile muhteşem bir görüntü oluşturmakta. Taç kapı üzerinde yer
alan hurma yaprakları, pars ve kartal figürleri Orta Asya Türklerinin
önemli simgeleriymiş. Avlunun sağ ve solunda karşılıklı beşik tonozlu
altışar oda sıralanmış. Bunlardan sağ köşedeki odadan aynı zamanda
minareye çıkılmakta. Eserin, geometrik motifler ve çinilerle bezeli
minaresi de dikkat çekici. Yakutiye Medresesi, 1994 yılından itibaren
Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi olarak hizmet vermekteymiş.
Sınıfların giriş kapıları burada da alçak yapılmış. Aynı mantık;
öğrencinin hocanın huzuruna eğilerek girmesi gerekiyor. İlme ve ilim
adamına olan saygı.
Hediyelik eşyalarımızı aldık. Bazı arkadaşlarımız tişört alırken bazıları da magnet almayı tercih etti.
Medreseden çıktık. Yasin ‘ Sizi
oldukça güzel bir kafeye götüreceğim.’ dedi. Gerçekten dediği kadar da
varmış. Girişte sizi bir ayakkabı boyacı sandığı karşılıyor. Boyacısı
olmayan bir sandık. İçiçe odalardan oluşan bir kafe burası. Tarihi
eşyalarla döşenmiş. Yere oturuyorsunuz. Garsonları fazla becerikli
değil, yüzleri de gülmüyor. Mekan güzel ama, servis kalitesi sıfır.
Kahve içtik, Türk kahvesi. Yanında lokumu ve suyu da yoktu. Mekanı bize
anlatmak için gelen zat hem konusuna hakim değildi, hem de çok soğuk bir
yapısı vardı, garsonlar gibi. Dışarıda gördüğümüz Erzurumlulara
benzemiyor bunlar.
Erzurumla ilgili kısa bilgiler
Erzurum
Erzurum, Doğu Anadolu’da Palandöken
Dağları’nın eteğine kurulmuş, tabiatın güzelliklerini esirgemediği bir
ovanın yanıbaşında yer almakta. İlin burada kurulmuş olması tesadüfi
değil. 6.000 yıllık tarihi boyunca şehir; bölgesel, iktisadi ve siyasi
merkez olmuş. Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar
gibi dünyanın en önemli medeniyetlerine ait önemli eserleri
barındırıyor bünyesinde. Erzurum, kültürel değerleri, kayak tesisleri,
doğal güzellikleri, yöresel ev yapımı ürünleri, kaplıcaları, doğa
sporlarına elverişli coğrafi özellikleri ve doğal güzellikleri ile
gezilip görülmeye değer müstesna şehirlerimizden biri. İpek Yolu ve
verimli ovaları bölgenin tarih boyunca yerleşme alanı olarak
seçilmesinde önemli rol oynamış.
Erzurum’un nüfusu yaklaşık 780 bin (2015). Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki en büyük il. Denizden yüksekliği yaklaşık 1.900 m.
Temel geçim kaynağı tarım ve
hayvancılık. Son yıllarda kış turizmiyle de öne çıkmakta. Soğuk iklimi
sebebiyle sanayisi gelişmemiş. Kadayıf dolması, cağ kebabı, kesme
çorbası, civil peyniri meşhur.
Erzurum, Hz. Ömer zamanında (638)
Müslümanlar tafafından fethedilmiş. Ancak şehre tam olarak yerleşmeleri
mümkün olmamış ve 949 yılında Bizanslıların eline geçmiş. 1071 Malazgirt
Zaferi’nden sonra şehir tekrar Müslümanların hâkimiyetine girmiş.
Erzurum, I. Dünya Savaşı’nda işgal
edilen Anadolu’nun kurtuluşu için başlatılan mücadelede de kritik rol
oynamış. 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, 23 Temmuz
1919’da Anadolu’nun değişik illerinden gelen 56 delege ile birlikte
Erzurum Kongresi’ni düzenlemiş. Böylece Milli Mücadele’nin en ciddi
adımı burada atılmış.
Bar
Erzurum yöresinde oynanan halk
oyunlarına “bar” deniyor. Bar, birlik ve beraberliği ifade etmekteymiş.
Kadın ve erkek barları ayrı ayrı oynanırmış. Erkek oyunları 18 bardan,
kadın oyunları 15 bardan oluşmaktaymış. Özel günlerde, kutlamalarda ve
çeşitli etkinliklerde bar oynanırmış.
Oltu taşı
Oltu taşı; siyah, sert, parlak,
kavlı biçiminde kırıkları olan, parlatılabilir, tıraşlanabilir bir
linyit türü. Altın ve gümüş ile birlikte de kullanılırmış. Oltu taşından
ağızlık, tespih, kolye, broş, küpe, yüzük, bilezik gibi aksesuarlar
üretilirmiş. Erzurum oltusu çok pahalı. Rus oltu taşı ithal edilmeye
başlanınca piyasa etkilenmiş. Çünkü o taşlar ucuza alıcı bulabiliyormuş.
İklim ve bitki örtüsü
Türkiye'nin en yüksek ve en soğuk
illerinden biri olan Erzurum'da sert kara iklimi hüküm sürmekteyhmiş.
Genel olarak kışlar çok soğuk ve karlı; yazlar ise çok sıcak ve kurak
geçermiş. Hemen hemen yılın 2-3 ayı bölge kar altında kalırmış.
Türkiye'nin en çok güneş gören
illerinden biri olmasına rağmen, aynı zamanda en soğuk illerindenmiş.
Yazın sıcaklık +35 dereceyi görürken kışın sıcaklık -30 dereceye kadar
inermiş.
Ekonomi
Erzurum'un ekonomisini genel olarak
tarım-hayvancılık ve sanayi-ticaret unsurları oluşturmaktaymış.
Erzurum'da kurulmuş olan Atatürk Üniversitesi , şehirde ticari anlamda
da canlılık sağlamaktaymış.
Erzurum’un , Palandöken dağı kış
spor tesisleri ile sınırlı olan kış turizmi, özellikle son yıllarda
önemli kazanımlar elde etmiş.
Tarım ve hayvancılık, bitkisel
üretimi; tahıllar, yem bitkileri, baklagiller, endüstri bitkileri,
yumrulu bitkiler, yağlı tohumlar oluşturmaktaymış.
Erzurum’da küçümsenmeyecek derecede
küçükbaş-büyükbaş hayvan yetiştirilmekteymiş. Etlik ve sütlük. Et ve süt
ürünleri için tesisler mevcutmuş. Bal üretimi ise hatırı sayılır bir
miktardaymış.
Erzurum'un en önemli sanayi kuruluşu, 1956 yılında üretime başlayan ve kamuya ait olan Erzurum Şeker Fabrikası’ymış.
Dadaş
Türkiye'de Erzurum denince halk
arasında akla gelen ilk ifade dadaştır. Dadaş kelimesi Erzurum barlarını
oynayan oyunculardan her birini ifade edermiş. Dadaş kelimesi yörede;
erkek kardeş, yiğit, delikanlı, babayiğit kimse, mert, cesur, arkadaş,
dost anlamlarında da kullanılırmış. Dadaş olmak tarihi kahramanlıklar,
dostluklar, sevgi ve saygı diyalogları, insanlar arasındaki sosyal
yardımlaşma ve dayanışmanın adeta alt yapısını oluşturan en önemli
unsurmuş.
Şenlikler
Erzurum gelenekleri arasında 1001
hatim şenlikleri yapılırmış. Şehrin en önemli şenliklerindenmiş.
Özellikle Aralık ayında okunurmuş hatimler ve yaklaşık 1 ay sürermiş.
Tüm şehir halkı 1 ay içerisinde hatimler okur ve 1 ayın sonunda okunan
hatimler Ulucamii'de tüm halkın katılımı ile bağışlanır ve Erzurum için
dualar edilirmiş.
Erzurum Kalesi
Erzurum Kalesi, şehir merkezinde yer
aldığı tepenin en uc noktasında bir iç kale ve bu iç kaleyi çevreleyen
bir dış kaleden oluşmakta. Kalenin ilk inşâ tarihi kesin olarak
bilinmemekle birlikte M.S. 5. yüzyılın ilk yarısında Bizanslılar
tarafından yaptırıldığı tahmin edilmekte.
Saat kulesi
Saat Kulesi, Erzurum'un şehir
merkezindeki en yüksek tepesinde yer alan "İçkale" dedir. Tepsi Minare
diye de geçmişte adlandırılmış. Saltukoğulları tarafından 12. asırda
gözetleme kulesi olarak yapılmış. Gövdesi tuğla, kaidesi ise kesme
taştan. 19. yüzyılda üst kısmına ahşap külah ilave edilmiş. Kale
içerisinde bulunan "Kale Mescidi" nin minaresi olarak da kullanılmış.
Kale mescidi kitabesinde "İnanç Beygu Alp Tuğrul Bey Ebi-l Muzaffer
Kasım" yazılı. Erzurum Saat Kulesi (Tepsi Minare), Anadolu'daki en eski
Selçuklu minaresiymiş.
Palandöken
Akşam oldu neredeyse. Bugün biraz
fazla yorulduk. Yağmurun da etkisi var bu yorgunlukta. Otobüs bir hayli
uzağa park etmiş. Otele gitme zamanı. Verilen saatte tam olarak
gelmeyenler oldu yine ama bu kez Yasin ceza kesmedi. Sebebinden sual
edilmez dedik ve yola koyulduk. Palandöken dağına çıkacağız. Otelimiz
orada. Oldukça dik yolu var. Otele kadar çıkamadık kar yüzünden, kaydı
otobüs. Yaya olarak çıktık otele. Eşyalarımız sonradan geldi. Kaptan
Sezgin zincir kullanarak otobüsü çıkarmış. Erzurum’u Palandöken’den
seyretmek keyifli olacaktı ama, o da olmadı. Çünkü sis bu zevki bize
tattırmadı. Seyfi Bey, spor yapmayı tercih etti. Bazı arkadaşlarımız
saunaya gitti. Bazıları da havuza.
Sonuç
Erzurum insanı cana yakın. Esnafı
tatlı dilli. Tarihi doku olarak oldukça zengin. Nene Hatunların Kara
Fatmaların yeri bambaşka halk arasında. Halk onları destanlaştırmış.
Ermeniler halka çok zulmetmiş. Sohbete başlar başlamaz sözü bir şekilde
hemen ermeni ihanetine getiriyorlar. Toplu katliamlardan bahsediyorlar,
tecavüzlerden bahsediyorlar. Rusların camileri hayvan ahırına
çevirdiklerini anlatıyorlar. ‘93 Rus Savaşı’nda kaybolan canlara ağıt
yakıyorlar. Tüylerimiz diken diken oluyor. Çok çekmiş Erzurum halkı,
Erzurum çok dertli. Biz derdini dinledik Erzurum’un, göz yaşını birazcık
da olsa dindirdik. Erzurum sizleri de bekliyor.
Sabah yola koyulacağız. Hedefimizde
Sivas var. Erzincan’da da bakır alışverişi var. Ayrıca Gülayşe Yücel
teyzesini de ziyaret edecek…
Devam edecek
Rüştü Kam