IGMG Genel
Merkezi’nde 3 yıl eğitim uzmanı ve icra kurulu üyesi olarak çalıştıktan sonra,
tekrar Berlin’deyim. Bu arada Mahmut Gül’ün bölge başkanlığı tartışmalı hale
gelmiş. Teşkilatlanma Başkanı Abdurrahman Akgül ve ekibi Mahmut(Mehmet) Gül’ü
hal’ etmek için bir gayret içine girmişler. Ekip Haldun Algan döneminden beri yapılan
yolsuzlukları bir dosya haline getirmiş. Nail Dural’ın başında olduğu İslâm
Federasyonu’nda işlenen yolsuzlukları da eklemişler bu dosyaya. Sonra gereği
yapılsın diye, Köln’e ve Ankara’ya göndermişler. Köln’den kendilerine sabır tavsiye
edilmiş, Ankara’dan ise ses çıkmamış. Abdurrahman bu olup bitenleri bana da anlattı
ve Erbakan Hoca’ya ulaşabilmeleri için ne yapmaları gerektiğini sordu. Bu işin
peşini bırakmak niyetinde olmadıklarını da kararlı bir şekilde vurguladı. Kardeşim Ömer Selami o zaman Denizli Refah
Partisi İl başkanı idi. Abdurrahman’a “ dosyayı Ömer Selami’ye gönderelim, o
bizzat kendi eliyle Hocamıza ulaştıracaktır” dedim. Kabul etti ve dosyayı Hoca’ya ulaştırdık. Hatta
Selami konunun önemini şifahi olarak bizzat
anlatmış Hoca’ya.
Abdurrahman Akgül
kimdir:
Abdurrahman
Akgül Denizlilidir. Ortaokulu bitirince ailesinin yanına Berlin’e gelmiş.
Berlin’de meslek yapmış. Bu arada halkına hizmet etmek için IGMG o günkü adıyla
(AMGT) teşkilatlarına üye olmuş. Gençlik teşkilatının yönetiminde bulunmuş. Başarılı
çalışmalarından dolayı daha sonra AMGT Berlin Bölgesi Teşkilatlanma Başkanlığı’na
getirilmiş. Teşkilatta çalıştığı süre içinde adalet ilkesinden asla taviz
vermemiş. Doğrunun yanında, yanlışın hep karşısında durmuş. Teşkilat üyelerinin
verdiği aidatlarla, bağışlarla ayakta duran teşkilatın, bir kuruşunun bile çar-çur
edilmesine tahammülü olmayan bir yapısı var Abdurrahman Akgül’ün. Bundan
sonrasını kendisinden dinleyelim:
Bölge
Başkanının azli
“Benim
Teşkilatlanma başkanlığı yaptığım teşkilat maalesef şaibeli hale gelmiş.
Teşkilat çalışması için gittiğim cemiyetlerde teşkilatın üst yönetimindeki bazı
yöneticilerin yaptıkları yolsuzlukları dile getiriyorlar ve bana bu konularda sorular
soruyorlardı. Cevap vermekten aciz kaldığım sorulardı bunlar. Açıkçası sorulanların
çoğuna vakıf da değildim. Çalışma arkadaşlarıma durumu anlattım, bu konuda bir
araştırma yapılması gerektiği konusunda hem fikirdik. Bir heyet kurduk ve başladık
araştırmaya. Bu heyetin içinde; İdris Kahraman, Rasül Bayram, Hasan İstanbul,
Necmettin Kanlı ve Mevlüt Başkaya vardı. Araştırma uzun sürdü ama sonunda bir dosya
hazırlamayı başardık. Ortaya kangren olmuş bir teşkilat çıktı. Konuyu cemiyet
başkanları ile istişare ettik. onlar durumun vahametine bizden önce vakıf
oldukları için o kadar şaşırmadılar ve “biz size demiştik” dediler. Hiç vakit
kaybetmeden bu araştırma ekibinin cami başkanlarından oluşan ayağını da
oluşturduk: Ayasofya Camii başkanı Bilal
Nas, Emir Sultan Camii başkanı Mevlüt Başkaya, Ensar Camii başkanı Ahmet Baş,
Fatih Camii başkanı Şahin Altınok, Gazi Osman Paşa Camii başkanı Hüseyin
Gültekin, Meriendorf Camii başkanı Soner Sezer, Mevlana Camii başkanı Hasan
Aydın’dan oluşuyordu. Bu ekibin içinde
yer almak istemeyen cami başkanları da vardı.
Aldığımız orak
karara göre, hazırlanan dosyanın ilk önce Genel Merkez’e gönderilmesi gerekiyordu. Hiyerarşiyi
bozmak olmazdı. Genel Merkezden uzun süre cevap gelmeyince biz aradık,
aldığımız cevap; “Sabredin, acele etmeyin, biz zamanı gelince sorunu
çözeceğiz.” şeklinde oldu. Bizlere sabır tavsiye ediliyordu. Berlin Teşkilatı ve cami başkanları bir dosya
hazırlamış ve bu dosyayı da çözüm için Genel Merkez’e göndermiş, onlar da
bizlere sabır tavsiye ediyorlar. Olacak şey değildi. İçimiz içimize sığmıyordu,
ağızları açılınca yolsuzluk yapmanın haramlığından bahseden bir teşkilatın
mensupları olarak bu olup bitenlere bir anlam veremiyorduk. Arkadaşlarla bir
araya geldik ve Genel Merkez’e son kez bir ikaz daha yapma kararı aldık ve bu
kararımızı Genel Merkeze ulaştırdık: “Ya gelir bölge başkanını iki hafta içinde
azledersiniz, ya da biz bölge başkanını hal ederiz ve yeni bölge başkanımızı kendimiz seçeriz.” Kararlıydık, blöf yapmıyorduk. Bu
kararlı duruşumuzdan mıdır, yoksa Ankara’nın olaya el koymasından mıdır
bilmiyorum, kısa süre içinde Mahmut (Mehmet) Gül İGMG Berlin Bölge
başkanlığından azledildi. Bu azilde genel başkan Yavuz Çelik Karahan’ın samimi
gayretlerinin var olduğunu biliyoruz.
Sonradan
duyduğumuza göre Mahmut Gül görevden, kendisinden sonrası için pazarlık
yapılarak alınmış. Pazarlığa göre; Celal
Tüter vekâleten bölge başkanlığına getirilecek, bir süre sonra da bölge
muhasibi Siyami Öztürk bölge başkanı olacakmış. Teamüllere aykırı olan bir
uygulama bu. Oysa teamüllere göre bazı sebeplerden dolayı boşalan bölge
başkanlığına teşkilatlanma başkanı vekâlet eder. Uygulama böyledir. Bu geleneğe
uyulmamıştır. Anlaşılan, rafların temizlenmesi gerekiyordu ki teamüller
çiğnendi. Çünkü ben vekalet etseydim rafları temizlemezdim ve neden bu raflar bu
kadar pislenmişi diye sorgulamaya başlar ve gereğini yapardım.
Yolsuzluklar
Berlin bölgesinde
IGMG ile birlikte çalışmalarını sürdüren cemiyetlerin ve o cemiyetlerin çatı
kuruluşu olan İslâm Federasyonu’nun ve de İslâm Vakfı’nın 5 milyon Euro
civarında izahı yapılmamış açıkları vardı. Kurulduğu günden beri İslâm Federasyonunun
ve Vakfın başkanı Nail Duraldır. Ehliyetsiz veya sorumsuz sorumlular yüzünden Mevlana
Camii’nin ve Ensar Camii’nin 2 sefer alınmasından, bölge için alınan arsanın
bilinmeyen akıbetinden, förderungların (İş ve işçi Bulma Kurumu Destekleme
Fonu) amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığından, mülkiyet
alımlarındaki kredi ve ödeme uyumsuzluğuna kadar bir dizi yolsuzluktan
bahsediliyordu. İşte bizim heyet bunları dosya haline getirdi ve sonra da bu
dosyayı Genel Merkez’e ve Ankara’ya ulaştırdı.
Bölge trafiği
hızlandı
Yaptığımız o
son uyarıdan sonra Ankara’ya gidip
gelmeler sıklaştı, aynı zamanda Köln trafiği de hızlandı. Mahmut Gül’den
boşalan koltuğa vekaleten Celal Tüter getirildi. Celal Tüter Hacı Bayram
gençliğindendir. Zeki bir delikanlıdır. Berlin’de Üniversite okudu, uçak
Mühendisi oldu. Keşke doktorasını da yapsaydı.
Celal Tüter’i Berlin
Milli Görüş Teşkilatlarına Bölge Başkanı olarak asaleten atasalardı bana göre daha
isabetli olurdu, ama yapmadılar. O zaman Genel Merkez’de Üniversiteliler
başkanı olarak görev yapıyordu. Celal, Genel Merkez’e gitmeden önce Berlin’de Üniversiteliler
derneğinin(BSV) başkanlığını yaptı. İGMG üyesi olan üniversiteli gençleri ayağa
kaldırdı desem abartılı olmaz. Celal Tüter, Murat Dere, Ersin Kocakaya,
Zülfikar Kam, Hakan Yıldız bunlar sıkı çalışan iyi organize olmuş bir ekipti. Hedefleri
vardı, tutarlı bir ekip çalışması yapıyorlardı. Dücane Cündioğlu’nu Berlin’e
getirdiler ve ondan iki sene felsefe ve mantık dersleri aldılar. Prof. Dr. Ahmet
Davutoğlu’nu(T.C.62. Hükümeti Başbakanı), Doç.Dr. İbrahim Kalın’ı (T.C.Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü), Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nu, Prof. Dr. İskender Pala’yı Berlin’e
getirdiler ve onlardan da dersler aldılar. Celal Köln’e Üniversiteliler Genel
Başkanı olarak gidince Berlin Üniversiteliler Derneği zayıfladı ve sonra da
sönüp gitti. Şimdilerde varlığı ile yokluğu arasında bir fark yoktur (2017).”
Bölge başkanının
seçimi (!)
İGMG Berlin Bölge
başkanı kim olacak? sorusunun cevabını bulmak için, hummalı bir çalışma
başladı. İsimler havada uçuşuyordu. Rasül Bayram, İdris Kahraman, Sedat Şener,
Mevlüt Başkaya, Abdurrahman Akgül başkan aday adayı olarak isimleri geçen
kişilerdi. Abdurrahman Akgül’ün başında bulunduğu heyet, Sedat Şener ismi üzerinde
anlaşmışlar, istişarede herkes Sedat Hoca’yı önerecekmiş. İGMG’ de görevli
olmadığım halde, Celal Tüter bölge başkanlığı istişaresine benim de katılmamı
istemiş, davet ettiler, gittim. Sami Ganioğlu ve ekibi istişare yapıyor.
Ganioğlu Genel Merkez’de teşkilatlanma başkanı. Ben Genel Merkez İcra Kurulu
Üyesi iken o Stuttgart Teşkilatlanma başkanı idi. O zaman Stuttgart Bölge
Başkanı Eyüp Fatsadır. Eyüp Fatsa daha sonra Refah Partisi’nden Samsun Millet Vekili
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi... Ben İGMG Genel Merkezi’nin Stuttgart
sorumlusu idim.
Ganioğlu Genel
Merkez’e gelince havalanmış, saygı, yerini gurura bırakmış. Tavırları,
konuşmalarındaki ciddiyetsizliği, bıyık altından gülmeleri beni tedirgin etti.
Tedirgin etti etmesine de onun seviyesine inmek bana yakışmazdı. Ben bana
yakışanı yaptım, sorulanlara cevabımı verdim.
Abdurrahman Akgül tarafından bana söylenildiği şekliyle de Sedat Şener’in
Berlin Bölge başkanılığına uygun olacağını tavsiye ettim. Bölgede olup
bitenleri bilen birisi olarak Sedat’ın Bölgeye daha faydalı olacağını söyledim,
’Okumuş adamdır, üniversite mezunudur, eğitimcidir’ dedim… Sonradan duyduğuma
göre Yavuz Çelik Karahan bölge başkanlığı sözünü aynı zamanda Rasül Bayram’a da
vermiş. Rasül Bayram, Akgül’ün heyetinin içinde olduğu halde, heyete rağmen
aday olmasını ve adaylığını heyete söylememesini yadırgadım. Bu adaylıktan
Akgül ekibinin de haberi yokmuş. Sedat’ın oylarını bölmek için ona da bir mavi
boncuk takmışlar anlaşılan. Rasül o günden beri bana, “bana oy vermedin” diye
hâlâ tavırlıdır.
Heyetin ve
Sedat’ın bana anlattıklarına göre, Sedat Genel Merkez’deki sınıf arkadaşı olan İcra
Kurulu üyesi Celil’den kesin söz almış ve aldığı bu sözden sonra,“ben adayım” diye
ortaya çıkmış. Dolayısıyla bizler Sedat’ın Bölge başkanı olacağına kesin
gözüyle bakarken, adaylar arasında ismi geçmeyen istişaresi bile yapılmayan
birisi çıktı geldi bölge başkanı olarak tombaladan: Siyami Öztürk. Böylece
Mahmut Gül görevden alınırken kendisine verildiği söylenen sözler doğrulanmış
oldu. Demekki Rasül Bayram’a mavi boncuk takanlardan daha güçlü olan birisi
daha varmış. Onu da anlamış olduk. Peki bu kadar insan istişare için niye
toplandı, Akgül heyeti niçin Sedat Şener’in bölge başkanı olması için
uğraştılar, sonucu belli olan maç niçin oynandı? Skor, seyircinin önünde resmen açıklansın diye
herhalde...İslâmi kurallara uygun(!) olan bir seçim yapılmış oldu...
Siyami Öztürk dönemi
Siyami Öztürk Bölge’nin
muhasibidir, yani Mahmut Gül’ün Muhasibidir. Bahçe düzenleme işleriyle uğraşan
birisidir. Mahmut Gül’ün sağ koludur demek daha doğru olacaktır. Bir bölge
başkanı yolsuzluk iddialarıyla görevden azlediliyor ve onun muhasibi olan kişi
bölge başkanlığına getiriliyor. Ne kadar anlamlı bir uygulama, al gülüm ver gülüm, evlere şenlik bir durum. Buyurun buradan yakın. Anladık ki, Siyami
Öztürk rafları temizlemek ve yolsuzlukların üzerini örtmek için bölge başkanı
yapılmış. Bu bir kıyamet alameti değildir de nedir?
İtirazlar
yükseldi Berlin’den; “olmaz böyle şey bizler koyun muyuz, madem böyle
yapacaktınız neden bizlerle istişare yaptınız, bizi ahmak yerine koydunuz,
bizler işlerimizi bırakarak geldik bu istişareye…” sesler Berlin semalarında
yankılanıyordu. Ancak bu sesleri takan olmadı. Ve böylece Siyami Öztürk
yolsuzluklar için mahkemeye son başvuru tarihine kadar (Müruru’z-zaman/verjährung)
görevde kalıverdi. Zaman aşımı diyorlar bu duruma. Ve görev yerine getirilmiş
oldu. Toprağın altında ne yapacaklar onu bilmiyorum...Bildiğim şey, orada zaman
aşımının olmadığıdır...
Siyami’nin ilk
icraatları
Siyami ilk
icraat olarak kendisinin bölge başkanı olmasına vesile olan Teşkilatlanma
Başkanı Abdurrahman Akgül ve heyetini görevden uzaklaştırdı.
İkinci icraat
olarak, yolsuzluklarla mücadele sürecinde Akgül ve heyetinin yanında yer alan
Cemiyet başkanlarını birer birer görevden aldı.
Bölge başkanı seçimi
için istişare yapılırken kandırıldıklarını söyleyen Milli Görüşçüler Siyami Öztürk’ün iktidarından
memnun olmasalar da, ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz.’ dediler ve yattılar
kulaklarının üstüne. Siyami de borusunu öttürmeye devam etti, hem de yüksek
sesle öttürüyordu boruyu. Meşru bir başkan olduğunu kanıtlamak için Erbakan
Hocamızı o yaşlı halinde Berlin’e bile getirebildi. O da geldi. Bana göre
Erbakan Hoca’yı Berlin’e itibarsızlaştırmak için getirmiş olabilirler. Gelmiş
mi getirmişler mi, orası fazla açık değil. Siyaminin arkasında Oğuzhan Asiltürk
var denildiğine göre, hocanın Berlin’e gelmesinin kendi iradesiyle olmadığını gösteriyor.
Necip Fazıl Kısakürek onun için şöyle demiş diye anlatılır; “Bir insanın adı hem Oğuz hem Han hem Asil
hem de Türk ise vardır onda bir çapanoğlu.”
O zaman Erbakan
Hocamızın Berlin’e gelişiyle işgili bir yazı yazmıştım. Yazının başlığı
şöyleydi:
Bir tüccarın kârı % 36 dan %2,5' ğa düşmüşse ya
malı kalitesizdir ya da pazarlamacı ehil değildir (27 Nisan 2010)
-"Bu yazıyı yazan yapılan
iyiliğin karşılığını Allah'ın vereceğini bilen bir kişidir. Onun anlatmak
istediği, Allah'ın değil kulun verecekleri ile ilgilidir."
"Ya Muhammed sana tabi
olanlara kanadını indir" buyruğunun muhataplarının neler yapması
gerektiğinin peşindedir o. Yazıyı lütfen bu anlayış çerçevesinde okuyun.
"Bir çiçek ile bahar olmaz,
ancak o bir çiçek olmasa bahar başlamaz."
"Heyecanınız nerede sizin!
Kime söylüyorum ben!...
" Söze böyle başladı 14 yıl
sonra Hocamız Berlin'de. Kırk yıl önce de aynı heyecanı istiyordu
muhataplarından ve istediği heyecanı buluyor ve o bir kaç çiçekle birden
başlatıyordu baharı. Oysa 2010 yılında Berlin'de mevsim bahardı, yaprak dökümü
başlamıştı.
Baharın yeniden gelmesi için
gerekli olan o çiçek belki hiç açmayabilir. Ortada ne bağ var ne de bağban. 40
yıl önce 17 yaşın verdiği heyecanla, yeni bir dünya kurulurken tarafsız
kalınamayacağının şuuruyla bakıyorduk dünyadaki gelişmelere. Büyük Doğu Nesli
diyorlardı o zaman bizlere. Sakarya'nın ayağa kalkmasını istiyorduk: Çünkü o
yüzüstü çok sürünmüştü. O ayağa kalkarsa bizler de ayağa kalkabilecektik. Salon
programlarında Üstad Necip Fazıl Kısakürek "Ben bir genç arıyorum,
gençlikte köprübaşı" diye tanımlıyordu bu gençliği. Üstadın aradığı o genç
biz olabilirdik, olmalıydık, bu inançla ve bu azimle çalışıyorduk gece gündüz
demeden sokakta, dernekte, okulda, her yerde.
Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)
çatısı altında sürdürüyorduk çalışmalarımızı. Her hafta seminerler veriliyordu, şiirler ezberleniyordu, piyesler
sahneleniyordu, dergiler çıkarılıyor, bildiriler dağıtılıyordu, kahramanlık
türküleri söyleniyordu orada. Milli Türk Talebe Birliği sağduyulu gençler için
hayat mektebiydi.
O gün içinde bulunduğumuz ortam
bu şiirlerin ve sahneye konan piyeslerin millî ve dini içerikli olmasını icap
ettiriyordu. Mehmet Akif Ersoy dememiş miydi, "Asımın nesli diyordum ya,
nesilmiş gerçek/ İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek" diye. İşte biz o
namusunu çiğnetmeyecek olan nesildik. Olaylar bizleri böyle düşünmeye sevk
ediyordu. Bu güzel dönemin arkasından öyle bir dönem geldi ki; gerçekten çok
korkunçtu. Kardeş kardeşine, çocuğu babasına, karısı kocasına düşman olmuştu. O
öyle bir dönemdi ki, ortaokul öğrencileri bile politize edilmişti. Kavramlar
havalarda uçuşuyordu. ‘Sağcılık, Solculuk, Milliyetçilik, Şeriatçılık'. Her bir
kavramın içi doldurulmuştu ağa babaları tarafından. Gençlere sadece bu
düşünceleri muhataplarına servis yapmak kalıyordu. Herkes kendi kabulünü bir şekilde
gündeme getirmeli ve grubuna yeni sempatizanlar ve üyeler kazandırmalıydı.
Okulda, sokakta, pastanede ve derneklerde hararetli tartışmalar oluyordu. Zaman
zaman bu tartışmalar yerini şiddete bile bırakabiliyordu. Sonraki zamanlarda bu
şiddet içerikli kavgalar yerini karşılıklı olarak ölümlere bırakmaya
başlamıştı. Üyelerini 1969 yılına kadar bu kavgaların dışında tutmasını bilen
M.T.T.B. , bu tarihten sonra zorlanmaya başladı.
Sahneye yeni bir siyasi parti
çıkmıştı. Heyecan isteyen gençler hemen o tarafa kanalize oluverdi. M.T.T.B' yi
tamamen içlerine çekemeyen bu siyasi parti, gençlik teşkilatı olarak Akıncılar
adıyla yeni bir kuruluşu hemen sahneye çıkardı. Akıncıların kurulmasıyla, yeni
yeni sloganlarla tanıştık.
"Şeriat gelecek vahşet
bitecek",
"Ne sağcıyız ne solcu,
Müslümansız Müslüman",
"İslâmî devlet kurulacak
elbet",
"Şeriat İslâm'dır Anayasa
Kur'andır "v.d.
Ortalık iyice toz duman olmuştu.
Bir tarafta, Lenin, Stalin, Mao sesleri yükseliyor, öbür tarafta Turancılık, buu
tarafta şeriatçılık. Bu günün ulusalcısı Doğu Perinçek'i o günün hızlı
Maocusuydu. Öyle bir zaman geldiki, Allah’ın yardımıyla, şeriat isteyenler,
İslâmi devlet isteyenler zaman zaman iktidara ortak oldular. İktidar olunca;
kendilerini oraya taşıyan inançlı, saf, tertemiz olan o gençleri unuttular,
kadrolar eskiden olduğu gibi yine malum çevrelerin insanlarıyla dolduruldu. O
gençlere de sabır tavsiye edildi. Hatta; “Siz zaten bizim insanımızsınız,
onları göreve alalım ki, onlar da bizim insanımız olsun” gibi tamamen saçma sapan
tavsi gerekçeleriydi bunlar.
80 darbesinde o heyecanlı
gençlerin çoğu içeri alındı, işkencelere tabi tutuldu. İktidar nimetinden
istifade eden ekâbir takımı maalesef o gençlerin kapısını bile çalmadı. Hatta
onlarla aynı cümlenin içinde isimlerinin geçmesine bile tahammül edemediler.
Haliyle ekâbir takımından bazıları da bir süre içerde kaldı. Ancak içerden
çıkar çıkmaz, kaldıkları yerden başka isimler altında tekrar siyaset sahnesinde
yerlerini aldılar. Yeniden başladılar biz kardeşiz demeye, birlik ve beraberlik
nutukları tekrar atılmaya başlandı, maddi ve manevi kalkınma, adil düzen
konuları sanki hiç bir şey olmamış gibi yeniden sahneye konuldu. Tek başına
iktidara gelememenin sıkıntısından bahsedilerek, gençler tekrar kazanılmaya
çalışıldı.
28 Şubat'la son bulan Refah-Yol hükümeti
keşke kurulmasaydı. Bu tarih refah Partisi’ni iktidara taşıyan insanların
hayallerinin bittiği tarihtir. Hiç bir şey değişmemiştir. Ondan önceki
iktidarlarla, o iktidarın arasında vaat edilen beklentiler açısından hiç bir
fark yoktur. Değişen bir tek şey vardır; bu iktidardan sonra artık
toplantılarda tekbir çekilmeyecektir, alkış yapılacaktır. Şalvar giyenler
şalvarını çıkaracak, sakal bırakanlar sakallarını kesecek, çarşaf giyenler de
çarşaflarını çıkaracaktır. Değişmeyen bir şey daha var o da Hocamızın
söylemleri. Mübarek 1970 de ne söylediyse 2010 da da aynen onları söylüyordu.
"Avrupalının tuvaleti bilmediğini, yüzünü lavabonun deliğini kapatarak
aynı suyla yıkadığını, yıkanmadıklarını, Goethe'nin bile seneden seneye yıkandığını"
söylüyordu kendisini dinlemeye gelenlere, 27 Nisan 2010 yılında Berlin'de
Hocamız yine.
Buna mukabil Müslümanların o
çağlarda, sıfırı bulduklarını, cebir'i bulduklarını, astromide fevkalade yollar
kat ettiklerini anlatarak o günün Müslümanlarının Avrupalıdan ne kadar ilerde
olduklarını 2010 yılında Avrupa'da yaşayan dinleyicilerine anlatıyordu Hocamız.
Hocamızın kırk yıldan beri
anlattığı bu bilgiler elbette doğruydu. Ancak doğru olmayan bir şey var, o da
hocamızın Avrupalıları tarihe mahkûm ederken, günümüz Müslümanlarını provoke
etmesidir, bu doğru değildir.
Avrupa'da yaşayan bu insanlara
Avrupalıları hedef göstermek hocamıza hiç yakışmadı. Sonra Avrupalılar,
tarihlerinde ne varsa onu inkâr etmiyorlar. Hatta hocamızın da söylediği gibi
müzelerde geçmişlerini teşhir etmekten çekinmiyorlar. Biz eskiden böyleymişiz
diyorlar. Peki, o sıfırı bulan, cebir'i bulan insanlar bu gün ne durumdadır.
Bu günün müslümanının hangi artı
değerin altında imzası var? Sıfır ve cebir gibi ilimleri bulan o Müslümanların
varisleri neden bugünkü teknik seviyeyi yakalayamadılar. Sıfırı Müslümanlardan
alan Avrupalılar sıfır sayesinde bugünkü teknik seviyeyi yakalarken o varisler
ne ile meşgul oluyordu? Tuvaleti Müslümanlardan alan, yıkanmayı Müslümanlardan
öğrenen Avrupalının dört odalı evlerinde bugün iki tuvalet ve iki banyo
bulunuyor. Umuma açık olan tuvaletleri bile pırıl pırıl oluyor Avrupalının. Ama
tuvaleti Avrupalılara öğreten Müslümanların camilerindeki tuvaletlerine
pislikten, kokudan girilmiyor. Umuma açık olan yerlerde ki tuvaletleri ise hiç
sormayın. Geçmişle övünmek elbette güzeldir. Gururumuzu kabartır, kendimize
olan güveni artırır. Ancak geçmişin güzelliği o insanların güzelliği ile
ilgilidir, orada kalır. Bizi ilgilendirmesi gereken bizim güzelliğimiz
olmalıdır. Dünya insanlığına mal olmuş hangi başarılı projenin altında günümüz
Müslümanlarının imzası vardır?
Günümüz Müslümanlarının dünya
çapında yetiştirdiği kaç tane ilim adamı vardır?
Hangi müslümanın Müslümanlığı, bu
günün insanına örnek olarak gösterilebilir güzelliktedir. 50 seneden beri
Avrupa'da yaşayan Müslümanların yaşantısının, kendilerine örnek teşkil
etmesinden dolayı kaç tane Avrupalı, sırf bu yüzden İslâm'ı din olarak
seçmiştir?
Hocamızın cemaatinde parmakla
gösterilebilecek kaç tane örnek Müslüman vardır: İnsani davranışlarda örnek,
ticaret ahlakında örnek, aile yapısında örnek, konuşmasında örnek,
paylaşımcılıkta örnek, ilimde örnek, güzel sanatlarda örnek, insan haklarına
saygılı olmakta örnek, kaç tane Müslüman vardır o cemaatte?
Liderler ve toplum mühendisleri,
öncelikle kendi mensuplarının arasında adaleti sağlamalıdır. Kendi içlerinde ki
eksiklikleri gidermelidir. Söylemleri İslâm'ın güzelliğine yakışır güzellikte
olmalıdır. "Gidin Firavuna anlatın, ama en güzel şekilde anlatın"
ilahi buyruğuyla paralellik arz etmelidir. "Onların putlarına küfretmeyin
ki, sizin İlahınıza küfretmesinler" uyarısına ters düşmemelidir.
"Bir topluluğa olan kininiz
sizi adaletten ayırmasın" anlayışına uygun olmalıdır.
"Birbirinizin ayıplarını
araştırmayın" ,
"Birbirinizi kötü lakaplarla
da çağırmayın" uyarısına muhalif olmamalıdır. Yoksa inandırıcılığınız
kaybolur. Bir tüccarın kârı yüzde otuz altıdan yüzde iki buçuğa düşmüşse, ya
malı kötüdür, ya da malını pazarlayamıyordur. Kaliteli mal her zaman alıcı
bulur ve o mal her zaman aranan maldır ve piyasası da vardır. Geriye dönüp
baktığım zaman yaşananlar filim şeridi gibi geçiriyor gözümün önünden. Tekrar
yaşıyorum o günleri. Geride kalan kocaman kırk yıl. Bu süre içinde; Büyük Doğu
Nesli kaybolmuş. Sakarya yüz üstü bırakılmış. Asımın nesli tırpanlanmış,
paramparça olmuş. Lime lime doğramışlar onun idealini siyaset tacirleri. Şimdi
Asım, bu kırk yılın hesabını kimden soracak Hocam...”-
Üçüncü icraatı,
bir gece baskınıyla Sedat Şener’in Müdürü olduğu İslâmi İlimler Okulu’ndan 5
hocayı birden görevden almasıdır. Sedat Şener, Faruk Kahya, Mehmet Erol,
Fatmana Kam ve Aliye Hocahanım…Bu baskından sonra Fatmana Kam hoca hanım 25 yıl
görev yaptığı Vakıf Camii hocalığından da alınıverdi… Daha sonra vakıf camii hocalığına
ve kadın kolları başkanlığına hocahanımın bir öğrencisi olan Sultan Beyazıt
getirildi, getirilmesine getirildi de cami kapanmaktan kurtulamadı, kadınlar ve
çocuklar dağıldı gitti.
Dördüncü
icraatı, Soner Sezer’in başkanı olduğu Mariendorf Camii yönetimini feshetmek
oldu.
Beşinci icraatı
ki, en önemli icraatı budur: Kendisinin bölge başkanı olmasına vesile olan
rafları gıcır gıcır etti, “Ariel” ile temizlemiş olmalı. IGM Berlin bölgesinde
görevini, rafları temizleyerek yerine getiren Siyami Öztürk tam 8 sene sonra İslâm
Vakfı’nın başına da getirildi. Mevlüt
Başkaya’nın yeterli temizliği yapamadığını gören Genel Merkez yönetimi,
temizlik konusunda uzmanlaşan Siyami’yi Vakfın başına getirmekte terettüt bile
etmediler. Hem de Siyami’den sonra İGMG Berlin Bölge Başkanı İrfan Taşkıran’a
rağmen. Anlatılanlara göre, İrfan Taşkıran Siyaminin vakıf başkanı olmaması
için ciddi uğraşlar vermiş. Ancak Siyaminin vakfın başına gelmesine mani
olamamış. Kendisinin, süresi dolmadan bölge başkanlığından alınmasının nedenlerinden
birisi de Siyaminin muhalefeti imiş.
Siyaminin neden
vakfın başına gelmesinde israr edildiğini anlamak zor değildir. Zira milyonlarla
ifade edilen yolsuzluktan söz edilen kurumların başında İslâm Vakfı geliyor. Mülkiyetler
bu vakfın üzerinden alınıyor.
Akgül ve heyeti
Teşkilatlanma
başkanı Abdurrahmnan Akgül’ün anlattığına göre; yolsuzluklarla mücadele heyetinde
yer alan herkesin teşkilattaki görevlerine son verildiği halde, heyet, yaptıkları
çalışmaların kesin olarak hedefine ulaşması için görevini sürdürmüş. Olayın
sadece Mahmut Gül’ün başkanlıktan alınmasından ibaret olarak kalmasını
istememişler. Suçlulara hesap sorulsun diye bir çalışma içine girmişler, ilk
adım olarak Mevlüt Başkaya’yı İslâm Vakfı’nın başına getirmişler ve onunla
birlikte çalışmasını istedikleri kişileri de onun yanına yerleştirmişler.
Mevlüt Başkaya
ve heyeti göreve hızlı başlamışlar. Hemen, Nail Dural’ı ve Mahmut Gül’ü hesaba
çekmek için onları vakfa davet etmişler, ancak başaramamışlar. ’Siz kimsiniz
ki, bizi hesaba çekeceksiniz?’ şeklinde sert bir yanıt almışlar onlardan.
Bölge başkanı,
Federasyon başkanı ve onların etkisi altında kalan diğer görünmeyen yandaşlar
bir araya gelerek zamanla Mevlüt Başkaya’yı tesirsiz hale getirmişler. Mevlüt
Başkaya ve ekibi maalesef soruşturmayı sürdürememişler, başarısız olmuşlar. Başkaya
mı başarısız olmuş, yoksa Başkaya’nın vakfa gelmesine müsade eden güç odakları
mı başarısız kalmasını istemişler tahmin etmek o kadar da zor değil.
Başkaya’nın
yanında yer alan heyet üyeleri, bakmışlar Başkaya le bu işi becerilemeyecek, başarılamayacak,
birer birer heyetten ayrılmışlar. İlk ayrılan Battal Aslan olmuş, daha sonra
Hasan Akyol... Heyetten ayrılış gerekçelerini, “Yapılanları içimize
sindiremedik” şeklinde açıklamışlar.
Mevlüt Başkaya
İslâm Federasyonu Başkanı
Ve Mevlüt
Başkaya İslâm Vakfı başkanlığından İslâm Federasyonu başkanlığına yükseltilmiş.
İslâm Vakfı’nda gösterdiği mutlak sadakata karşılık olsa gerek. Abdurrahman
Akgül Mevlüt Başkaya’ya şöyle demiş: “İslâm Vakfı’ndaki yolsuzlukların üstünü
sana kapattırdılar, şimdi de sana İslâm Federasyonu’ndaki yolsuzluk dosyalarını
temizlettirecekler. Sen bunlara alet oluyorsun. Biz seninle yola çıkarken bu
şekilde anlaşmamıştık, yazıklar olsun sana. Federasyonun seçiminin yapılacağı
salona geleceğim ve sana yaptığın bu gayri meşru işlerin hesabını orada soracağım.”
Seçim günü
Abdurrahman salona gitmiş, ancak görevliler ‘Kesin talimat var seni içeriye
alamayız.’ Demişler ve salona sokmamışlar.
Devam edecek