"Geldim, gördüm, yazdım" 2015
Anıt mezar
Ardahan ve köylerinden, I. Dünya
Savaşı sırasında Ermeni ve Rus işbirliği ile oralardaki Müslüman nüfus
temizlenmek istenmiş. Müslümanlar ahırlara ve camilere doldurularak
hunharca yakılmış. Daha sonra yapılan kazılarda toplu mezarlar bulunmuş.
Kazılar yapılırken, Ermeniler sevinmişler bile. Belki bu toplu
mezarlardan bir tane de olsa Ermeni kafatası ve kemikleri çıkar diye.
Ama bekledikleri olmamış, toplu mezarlardan Müslümanların kafatasları ve
kemikleri çıkmış. Yol üzerine anıt mezar yapmışlar. Sizi selamlıyor
karşıdan. Burada toplu mezar var, Ermenilerin katlettikleri savunmasız
insanların mezarları, bu anıt tarihinizi unutmayasınız diye dikilmiştir
buraya, sakın Fatiha okumadan geçmeyin der gibi. Anadolu’nun vatan
toprağı olması için yapılan mücadelede katledilmiş bu insanlar. Durmadan
onlarla dertleşmeden, selamlaşmadan geçilir mi?
Durduk, selamımızı verdik
şehitlerimize, düşündük, acılarını hissetmeye çalıştık, gözlerimiz
doldu. Önce Fatiha okuduk, sonra da fotoğraf makinalarımızın
deklanşörüne bastık.
Üzerinden yüzyıl geçmiş bu
olayların, ama acılar hâlâ taze. Bu işi yapanlar pişman olmamışlar.
Aksine bu işin sorumluluğunu Osmanlı’ya atmak için değişik vesilelerle
işbirlikçileriyle birlikte her yıl 24 Nisan’da programlar yapıyorlar.
Çeşitli ülkelerin parlamentolarından ‘Soykırım yapılmıştır’ şeklinde
düzmece kararlar çıkartıyorlar. Türkiye, evlatlarına sahip çıkmak için
birkaç adım daha atmalıdır. Kararlılıkla atılan adımlar olmalı bu
adımlar. “Biz hainlerin halka daha fazla zarar vermemesi için tedbir
aldık, soykırım yapmadık. Hiçbir zaman da yapmayız. Haydi, varsa
cesaretiniz açın arşivlerinizi…”
Elveda Ardahan, elveda Ardahanlılar,
elveda Ermeniler tarafından şehit edilen vatan evlatları. Hüznümüzü
yanımıza aldık, sırtlandık şehitlerimizden aldığımız mesajın
sorumluluğunu sırtımıza, ayrıldık Anıt Mezardan ve Ardahan’dan, o güzel
insanlardan. İstikamet Ani harabeleri.
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü
ederdi?” demiş ya Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy. İşte tam da öyle.
İbret alınmıyor tarihten ve tekerrür etmeye devam ediyor.
Tarihi değerlere sahip çıkmak
Bizler tecrübelerimizi belli
bedeller karşılığında elde etmişiz etmesine de, ibret almak için her
defasında ille de bedel mi vermek zorundayız? Ecdadımızın
tecrübelerinden yararlanmayı hiç mi akıl etmiyoruz? Madem ki bu kadar
çileler çektik, bari bunları geleceki nesillere aktaralım. Onların aynı
makûs talihe muhatap olmalarına izin vermeyelim. Çocuklarımıza güzel
vatanımızı tanıtalım. Adım adım, karış karış tanıtalım. İlkokuldan
itibaren yapalım bu işi. Eski bakan Vehbi Dinçerler anlatıyor:
“Bakanlığım sırasında, Japonya’dan gelen bir grup resmi konuğu
ağırladım. Sohbet sırasında Japon Heyet Başkanı’na sordum;
çocuklarınıza, gençlerinize millî kişiliklerinizi, değerlerinizi nasıl
aktarıyorsunuz, onları nasıl eğitiyorsunuz?”
Japon heyeti başkanı: „Çocuklarımız
okula başlamadan önce onları gruplar halinde çok hızlı trenlere
bindirerek, 200 km hızla ülkeyi şöyle bir dolaştırırız. Amerikalıların
attığı atom bombasıyla harabeye dönen Hiroşima’ya götürürüz onları.
Burada onlara deriz ki ‘Çalışırsanız, bizimkilerden daha hızlı
teknolojiler geliştirirsiniz. Geriye değil, ileriye gidersiniz.
Çalışmazsanız, düşman gelir sadece bir kentinizi değil, bütün ülkeyi bu
hâle getirir. Takdir sizin.’ Hepsi bu… Özel bir şey yapmıyoruz...” der.
Ve anlatmaya devam eder: „Sizde de
çok önemli yerler var. Meselâ Çanakkale... Gençler ilk mektebe gitmeden
bu bölgeyi görmeli. Sizin İtilaf devletlerine karşı gösterdiğiniz
kahramanlık bir destan gibi... Gençler bunu iyi bellemeli. Yedi düvele
karşı çarpıştınız. Teslim olmadınız. Bunu izah etmek öyle pek kolay
olmuyor, Çanakkale Boğazı’nı görmeden, bilmeden, tanımadan…”
Dün Ermeni meselesi bugün Kürt
meselesi. Türkiye’nin aslında yok böyle bir meselesi. 1.000 yıllık tarih
içinde olmamış da. Yok demekle olmuyor ki, koyuveriyorlar önünüze gayri
meşru bir çocuk. Bağlayıveriyorlar elinizi kolunuzu, haydi bakalım
ispat edin bu çocuğun sizin çocuğunuz olamadığını… Delinin biri atarmış
kuyuya bir taş, kırk akıllı çıkaramazmış o taşı. Onun gibi…
Uçsuz bucaksız ovalardan süzüle
süzüle ilerliyoruz, Doğu Anadolu topraklarından. Üzerimizdeki hüzün
elbisesini çıkarmak için zaman zaman fıkralar anlatıyoruz, Kur’an
okuyoruz, ilahiler okuyoruz ve dualar ediyoruz, türküler okuyarak
Anadolu’yu içselleştirmeye çalışıyoruz. Zaman zaman da kaptanımız
Sezgin radyodan dinletiyor Anadolu türkülerini bize. Telefonlardan
dinletilen türküler de var:
“Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Emine’m
Mavi boncuk takışına ölürüm
Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım,
Heybelerin nakışına ölürüm, Türkiye’m”
Ani’deyiz
Sevgi hanım da müsait olduğu zaman,
aldığı izlenimlerini, fotoğraflarıyla birlikte paylaşıyor anında sosyal
medya üzerinden. Arkadaşlar birbirlerine indiğimiz yerlerden aldıkları
meyvelerden ekmeklerden, çerezlerden ne varsa ikramlarda bulunuyorlar.
Bazen hüzünleniyoruz bazen de gülüyoruz işte. Yollar bomboş. Ara sıra
kamyon, tır ve birer ikişer küçük araçlar da geçiyor. Şehirler arasında
sefer yapan yolcu otobüsü görmedik desek yalan olmaz.
Derken, ‘İşte şurası Ani harabeleri’
dedi rehberimiz Yasin. Yaklaşıyoruz Ani’ye. Damları toprak evlerin
yanından geçiyoruz. Bazı evlerin yapımında kerpiç yerine taş da
kullanılmış. Ani’deki tarihi eserlerden sökülen taşlarmış bunlar. Tarihe
sahip çıkılmayınca ve tarih bilinci olmayınca böyle oluyor. Belki de
çaresizlikten kullanılmıştır.
Gördüğümüz kadarıyla bu köylere
devlet eli değmemiş, o elin sıcaklığının buralarda hissedilmediği belli.
Biz o elin sıcaklığını Ardahan’da da hissetmemiştik. Ardahan bir il
değil de sanki bir kasaba gibi geldi bize, bakımsız bir köy demek daha
doğru olacaktır. İnsanları kavruk. Yorgun düşmüşler, gülüyorlar ama,
sıkıntıları yüzlerinden okunuyor, sanki yaşama sevinçleri kalmamış,
yaşamaktan çok ölmeyi düşünüyorlar gibi.
Ancak samimiyetleri yapmacık değil.
Buyurun sizlere ikramlarda bulunalım, misafirimiz olun demelerindeki o
samimiyeti görebiliyor, anlayabiliyorsunuz. Karadeniz insanındaki
sertlik, kabalık doğu insanında yok. Haksızlık etmeyelim Karadeniz
insanına. Aslında onların o sertliğinde de samimiyet var, gizli bir
samimiyet. Onları coğrafi şartlar o hale getirmiş olmalı. Gezimiz Doğu
Anadolu ve Doğu Karadeniz gezisi olunca, kıyaslama yapmak o kadar zor
olmuyor.
22 ayrı medeniyet kurulmuş Ani’de
Rehberimiz Yasin rica etti ve Ani’yi
bize oradaki görevli anlattı. Tebrikler Yasin. Gurur yapmadın ve daha
güzel anlatacağına inandığın bir kişiye devrettin görevini. Alkışlıyoruz
Türk Eğitim Derneği olarak seni bu erdemli davranışından ötürü.
Görevli Ani Harabelerini gezmek için
en az iki saat gerekir diye söze başladı. Bizim de mesaimizin bitmesine
yaklaşık iki saat var. Biraz hızlı yürüyeceğiz. Kendi başınıza gezme
yerine bana tabi olursanız iki saatlik süre yeterli olur. Süre başladı.
Ani’nin tarihinden başladı anlatmaya görevli. Ayrıca her tarihi eserin
veya kalıntısının başında durarak o eserle ilgili bilgilendirme yaptı.
Uzun boylu ve hızlı yürüyen birisi. Kendisine ulaşmakta sıkıntı
çekenlerimiz oldu:
“Ani Şehri Kars'a 48 kilometre
uzaklıktadır. 961-1045 yılları arasında Aras Nehri'nin Arpa Çay kolu
kıyısında vadiye hâkim yüksek bir kayalık üzerinde kurulmuştur.
Bitişiğinde Ocaklı köyü, kuzeydoğusunda Tatarcık, batısında Bostanlar
deresi vardır. Arpa Çay, Türkiye ile Ermenistan'ı bir birinde ayırır.
Ani’nin nüfusunun zamanla 100 bini aştığı ve bazı dönemlerde 200 bine
ulaştığı rivayet edilir.
Sokakları, çarşıları ve bitişik
evleriyle, kiliseleri ve camileriyle mükemmel bir şehirdir Ani. Görünür
de kederli bir ölüm sessizliğindeki Ani, 22 ayrı medeniyete beşiklik
etmiştir. Ani şimdi, o uygarlıklardan kalan bin bir çeşit ses ve
dokuyla yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
Kale kapıları
Çok sayıda burçla güçlendirilmiş Ani
surlarının uzunluğu 4 bin 500 metre, yüksekliği ise 8 metre kadardır.
Üzerinde kükreyen bir aslan kabartması ve Manuçehr tarafından koydurulan
kitabenin bulunduğu gördüğünüz şu orta Kapı (Aslanlı Kapı) yedi girişi
bulunan kentin görkemli kapılarından biridir. Kuzeyde çifte beden Kapısı
(Kars Kapısı), solunda ise taştan satranç tahtası bezemeli Hıdırellez
Kapısı yer alır. Acemoğlu, Divin ve Mığmığ deresi (Tatarcık) Kapıları
doğuya, Arpaçay’a açılır. Suyolu kapısı, kentin batıya açılan tek
kapısıdır. Arpaçay aynı zamanda Türkiye Ermenistan sınırını oluşturur.
Ani, 10. yüzyılda Bagratoğulları
sülalesinden Ermeni hükümdarlara başkentlik yapmıştır. Bunlara
Pakraduniler de denir. 1064 yılına kadar Bizans’ın yönetiminde kalan
şehir, bu tarihte Selçukluların eline geçmiştir. Ani’nin, İpek Yolu
üzerinde olması ticari ve askeri bakımdan önemini bir kat daha
artırmıştır.
Şeddadiler
Ani, Anadolu'da Türklerin ilk ele
geçirdiği şehir unvanını alır. Fetihten sonra, Sultan Alparslan şehrin
yönetimini bir Türk boyu olan Şeddadilere verir ve yoluna devam eder.
Şehir tepeden tırnağa onarılır ve ikinci bir yükseliş devri başlar
adeta. Şehir Malazgirt Savaşı'ndan yedi yıl önce ele geçirildiği için,
hazırlık safhası ve geri karakol olma özelliği ile Malazgirt Zaferi'ne
büyük katkıda bulunur. Şehirde, Selçuklu eserleri ile kiliseler yan yana
hatta kol koladır.
Moğol istilası
1190 yılında Ani Gürcülerin eline
geçer. Ani'deki Hıristiyan eserlerinin birçoğu bu devirde yapılmış veya
onarılmıştır. Daha sonra kent Celayir’i ve Karakoyunlu devletlerinin
egemenliğine girmiş ise de, her devirde nüfusu ağırlıklı olarak
Ermenilerden oluşmuştur.
Moğollar tarafından 1239 yılında
istila edilen ve yakılıp yıkılarak talan edilen Ani'ye, son darbeyi 1319
yılında deprem vurur. Şehir yaşanmaz hale gelir. Depremden sonra her ne
kadar ufak bir yerleşim yeri olarak kullanılmaya devam edilse de, terk
edilmiş bir şehir görünümünden bir daha kurtulamaz Ani. Ani’yi, harabeye
çeviren bir başka, belki de en önemli neden; İpek Yolu'nun önemini
kaybetmiş olmasıdır.
Şimdi bir mezarlık sessizliğine
hakim olan, öncesinde ise bir din şehri olan Ani; Kordoba, Bagrat,
Byzantion gibi krallılara asırlarca beşiklik etmiş kozmopolit bir
metropol aslında. Bunu şehrin göbeğinde kurulan büyük pazar yerlerinden,
kervansaraylardan anlamakta mümkün. Ortaçağın en büyük ticaret merkezi
olduğu düşünüldüğünde metropol tanımlamasının yerinde olduğu yadsınamaz
bir gerçektir.
Kiliseler
Şehir zaman zaman, defalarca görmüş
olduğu saldırılar ve depremlerden dolayı harabe haline gelmiştir. Kentin
merkezindeki Ani Katedrali en büyük eserlerden birisidir. 1001 yılında
yapılmış olan katedral 1064’de Alparslan tarafından geçici olarak camiye
çevrilmiştir. Cami yapılınca da tekrar kiliseye döndürülmüştür.
Arpaçay’a inen kayalıkların eteğinde
yapılan bu kilise, Prens Dikran Honents’in yaptırdığı Surp Kirkor
Kilisesidir. Gördüğünüz gibi, içi fresklerle süslü kilise oldukça iyi
durumdadır. 1036 yılında yapılmış Surp Pirgiç (Halaskar) Kilisesi ise
yörede Keçeli Kilise diye bilinir.
1038’de yapılan Surp Hovannes
(Apostol) Kilisesi’nden günümüze pek bir şey ulaşamamış. Kuzeybatı
tarafında aynı adı taşıyan üç kilise daha bulunuyor. Bunlardan Surp
Kirkor Abugamrents Kilisesi 994’de yapılmış ve Aziz Kirkor Lusaroviç’e
adanmış.
Manuşehr camii
Şeddadoğullarından Ebul Şüca
Manuçehr tarafından 1072 yılında yaptırılan bu üç neftli cami,
Anadolu’da yapılan ilk camidir. Özellikle tavanı zengin Selçuklu
motifleri ile süslenmiştir. Caminin gözcü kulesi olarak da kullanılan 99
basamaklı minaresi Ani’nin çağlar boyu süren önemli konumuna işaret
eder. Bir zamanlar uzun kervanların çan sesleri arasında aylarca gece
gündüz ilerlediği İpek Yolu üzerindeki 100 bin nüfuslu Krallar Diyarı
Ani’de şimdi maalesef hüzün hâkim. Manuçehr Camii’ni o halde görünce
içimiz cız etti. Bir tek minaresi ayakta kalmış neredeyse. Anadolu’da
yapılan ilk cami bu şekilde mi olur? Vakıflar, Diyanet Vakfı, Kültür
Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, TİKA ne işler yaparlar? Avrupa ülkelerinin
neredeyse tamamını gezdim, gördüm; bu kadar tarihine düşman, tarihine
yabancı başka bir millet görmedim ben.
Tarihi eserler Rusya’ya taşınmış
93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus
Savaşları’nda 40 yıl Rusların hâkimiyetinde kalan bölge; St. Petersburg
Çarlık Üniversitesi'nden Prof. Marr tarafından 250 kişilik bir grup ile
şehirde kazı yapılmış ve ne yazık ki, taşınabilir bütün eserler ve
birçok fresk Rusya'ya götürülmüştür.
Ani'nin öyküsü bununla da bitmiyor.
Ani bütün bu zengin tarihinin altında bir de yer altı şehri saklıyor.
Halk buraya "Gider-Gelmez" diyor. Giriş Resimli Kilise'nin hemen
güneydoğusundaki ana kayanın altında bulunuyor. 100 metrekarelik birçok
odadan meydana gelen bu "yer altı şehri" hem saklanma yeri hem de devasa
bir kiler olarak kullanılmış vaktinde. Şimdi tekrar eski günlerine
dönmeyi bekliyor Ani."
Ani ile ilgili bir efsane
Bir de efsane anlatılır Ani hakkında: “Bir ırmağın ayırdığı iki ülke varmış. Birinin tüccarları diğer ülkeye gelir giderlermiş. Onlar iyi tüccarlarmış, dürüst tüccarlarmış. Ülkenin başında da iyi ve dürüst yöneticiler varmış. İyi anlaşırlar, kimsenin hakkı kimsede kalmazmış. Ama bir gün bu dürüst hükümdar ölmüş, yerine başkası geçmiş. Tüccarlar gelip de hükümdarı değişmiş görünce, bakmışlar ki adet usul de değişmiş. Yetimin hakkı yeniyor, masumun malı gasp ediliyormuş. Yargıçların vicdanları alınıp satılıyormuş pazarlarda. Adalet de kalmamış mülk de, kısacası. Kaybettikleri mala akçeye değil de, taşlaşmış bu yüreklere vahlanan tüccarlar “Taş kesilesiniz” diye beddua etmişler. Aniden koca kent taş kesilmiş ve o günden sonra bu isimle anılır olmuş: Ani.”O gün bugündür mabetleri taş, kervansarayları taş, yürekleri taş, saklı bir kenttir Ani. Ve o gün bugündür yerlisi değilse de mutlaka yolcusu vardır Ani’nin.”
Değerlendirme
Şehirden dışarıya çıktığımızda,
hediyelik eşya satan çocuklar çevirdi etrafımızı. Gözleri pırıl pırıl,
hediyelik eşyalarımızdan alır mısınız, sadece teşhir ediyorlar,
benimkini al, benimkini al diye birbirleriyle yarış içinde değiller.
Giyim kuşamları da gayet temiz. Eğitimli oldukları her hallerinden
belli. Saygılılar. İşte dedik, 22 ayrı medeniyetin geride bıraktığı
asıl eser bunlar… hediyelik eşyalardan aldık. Ben bir atkı aldım.
Arkadaşlar renkleri konusunda bana takılsalar da, uzun sürede taşıdım
boynumda.
„Ani bir dünya ama dünya bir Ani
değil" denilmiş vakti zamanında. Ani'nin böylesine onurlandırılmasının
nedeni ise yüzyıllar boyunca değişik ulus ve dinleri bünyesinde
toplamasından gelen çok kültürlülüğü olsa gerektir. Türkler, Gürcüler ve
Ermeniler bir orkestranın enstrümanları gibi uyum içinde yaşamayı
başarabilmiş olmalarındandır. Günümüzün tahammülsüz dünyası
düşünüldüğünde, binlerce yıldan beri yan yana duran cami, kilise ve
Zerdüşt tapınağı insanı fazlasıyla şaşırtıyor. Bu yanıyla Ani saygıyı
fazlasıyla hak ediyor. "Bin bir kiliseli şehir" adıyla anılan Ani'nin,
Venedik Avrupa'sını andırdığını söyleyenler hiç de haksız değildirler.
Devam edecek
Rüştü Kam