Vahye ilk
muhatap olanlardan Müslüman olanlar sıkıntılı günler yaşadılar Mekke’de.
Mekkelileri vahiyle tanıştıran Hz. Muhammed başta olmak üzere ona tabi olanlar
en acımasız işkencelere tabi tutuldular. Bu işkence 13 sene devam etti. Sonunda
mallarını, mülklerini, sevgililerini, analarını babalarını Mekke’de bırakarak
Medine’ye iltica ettiler. Tevhid bayrağı’nın altına giren insanlar için o işkence
hiçbir devirde bitmedi. En acımasız
şekilde çağımızda da devam ediyor. Afganistan’da, Irak’da, Somali’de,
Filistin’de, Mısır’da, Arakan’da Suriye’de … devam ediyor. Hangi sebepten
dolayı öldürüldüğünü bilmeyen küçücük çocuklar, yaşlılar, savunmasız insanlar
acımasızca katlediliyorlar. Dünya bu katliamı seyrediyor, hem de konulu filim
gibi seyrediyor televizyon ekranlarından, internet sayfalarından. Dün haberlerde Suriyeli bir genç feryat
ediyordu, “Ülkemizdeki savaşı durdurun, biz vatanımıza dönelim, Avrupa’nız
sizin olsun” diye. Bütün olan bitenleri özetleyen manidar bir feryad. Yrd.Doç.Dr. Necmettin Kızılkaya konu ile ilgili
anlamlı bir makale kaleme almış. Sizlerle paylaşmak istedim. Okuyalım:
“Tarihin akışına yön veren önemli
olaylar vardır. Bu olaylar sadece muhataplarını değil bir bütün olarak
insanlığı etkilemektedir. Hicret de tarihin gidişatına yön vermiş bu tür
hadiselerden biridir. Bu nedenle İslam Tarihi’nde Hz. Peygamber’in (a.s)
risâlet ile gönderilmesinden sonraki en önemli hadisenin hicret olduğunu
söylemek yanlış olmasa gerektir. Zira hicret ile beraber sadece Müslümanların
değil insanlığın gidişatı değişmiş, yeni bir döneme girilmiştir. Bu yeni
dönemin sadece Arap Yarımadası’na değil yeryüzünde mevcut olan tüm medeniyetlerin
gidişatına önemli tesirlerde bulunduğuna tarih tanıklık etmektedir.
Hicretin sahip olduğu bu genel etki Müslümanlar söz
konusu olduğunda daha da somutlaşır. Bu nedenle Kur’ân ayetleri Mekkî-Medenî
şeklinde bir ayırıma tâbi tutulur; Hz. Peygamber’in (a.s) başka din ve
kültürlere mensup olan toplumlar ile olan münasebetlerinde iki döneme dair
farklı tutumlar sergilediği kabul edilir; şer‘î ahkâmın karakterinin hicret ile
beraber farklı bir şekil aldığı görülür. Müslümanların hicreti bu kadar önemsemelerinde
birçok etkenden söz etmek mümkündür. Bunlardan biri, Mekke’den hicret eden ve
Muhacir olarak isimlendirilen ilk Müslümanlar ile onları bağrına basan Medine
mukimleri olan ve Ensar olarak isimlendirilen Müslümanlar arasındaki ilişkidir.
Muhacir ile Ensar arasındaki ilişkiyi tarihte benzeri
olmayan bir yere yükselten en temel husus hiç şüphesiz Medine yerlilerinin,
vatanlarını, yuvalarını, ailelerini, akrabalarını, sahip oldukları mal ve mülkü
bırakarak kendilerine yönelen Mekkeli Müslümanlara karşı takındıkları tavırdır.
Zira Ensar, Mekke’de zor şartlar altındayken ilahî emirle Medine’ye gelen
Muhacirleri insanlığın kıyamete kadar gıpta ile anacağı ve benzerini bir daha
göremeyeceği bir fedakârlıkla karşıladı. Burada Mekkelilerin yardan ve serden
geçerek arkalarına hiç bakmadan ellerinin tersiyle bütün dünyalıkları bir
kenara itmeleri kadar, Medinelilerin karşılıksız ve büyük bir fedakârlıkla
ortaya koydukları kardeşliğin de altını çizmek gerekir.
Ensar’ın tavrında kardeşliğin baskın gelmesi, Mekke’den
Medine’ye gidişi bir göç ve iltica olmaktan çıkarmış, hicrete dönüştürmüştür.
Bunda Ensar’ın, Mekke’den gelen kardeşlerine sığınmacı olarak bakmayıp onları
Muhacir olarak görmelerinin büyük rolü olmuştur. Bu tutumun bir sonucu olacak
ki hicret edenlerden biri olan Hz. Peygamber’i (a.s) kendilerine lider olarak
görmüşlerdir. Ne Hz. Peygamber’i (a.s) ne de onunla beraber kutlu yolculuğa
çıkan hemşerilerini incitecek bir tutum içerisine girmemiş; aksine onlara
birçok kez iltifatta bulunarak bağırlarına basmışlardır. Zira Medineliler
Mekke’den gelenlerin bulundukları yerlerde kendileri gibi bir hayat
sürdürdüklerinin farkındaydılar; Medineliler Mekke’den gelenlerin büyük ticari
faaliyetler yaptıklarının farkındaydılar; Medineliler Mekke’den gelenlerin asil
insanlar olduklarının farkındaydılar; Medineliler Mekke’den gelenlerin büyük
acılar sonucu kendilerine geldiklerinin farkındaydılar ve her şeyden önemlisi
Medineliler Mekke’den gelenlerin ilahî takdir ile kendilerine yöneldiklerinin
farkındaydılar. İşte bu farkındalık, hicret edenlerin geride bıraktıkları
acıları unutmalarını sağlamıştır.
Tarihte birçok defa evlerinden ve yurtlarından
ayrılmak zorunda kalan nice toplumlar olmuştur. Ancak hiçbir ayrılık veya göç,
hicret olarak isimlendirilmemiştir. Bunda göç edenler kadar onları karşılayan,
onları yanlarına alanların tavrının belirleyici olduğunu söylemek mümkündür.
Her göçün arkasında büyük acılar ve onulmaz yaralar bulunmaktadır. Bunları
azaltan ve etkisini unutturan tek bir şey vardır: Kucak açanların tutumu. Göç
edenlere sığınmacı, mülteci, kamplarda yaşamak zorunda kalan insanlar gibi muamele
edilmesi halinde acıların unutulamayacağı, belki de daha da artacağı aşikârdır.
İslam Tarihi’ndeki hicreti iltica ve sığınmadan ayıran en temel husus, daha
önce ifade edildiği üzere Ensar’ın tutumudur. Ensar, Muhacir’i çadır kentlere,
mülteci kamplarına yerleştirmedi; evlerine yerleştirdi, ocaklarını paylaştı.
Ensar, Muhacir’e insanî olmayan bir ücret vererek onları zor işlerde
çalıştırmadı; kendi işlerine ortak etti. Ensar, Muhacir’e geri döneceklerini,
geçici bir süre kendilerine sığınmacı olarak geldiklerini ima etmedi; onlara
Medine’nin aslî unsurları gibi davrandı. Ensar, Muhacir’e yapılan haksızlıklara
göz yummadı; hukuku onlara da teşmil ederek adaleti ayakta tutmaya çalıştı.
Ensar, Muhacir’i kendi öz nefislerine tercih etti.
İşte bu tutum ve davranışlardır ki üzerinden onlarca
asır geçmesine rağmen Müslümanların övündükleri bir kardeşlik destanı tesis
edildi. Müslümanlar hicreti ve bunun sonunda ortaya çıkan Ensar-Muhacir
kardeşliğini büyük bir övünç vesilesi olarak görseler de bugün onların aynı
tutumu sergilediklerini söylemek oldukça güçtür. Hicret edenlere karşı ortaya
konan tutum ve davranışlar bir yana, kavramsal düzeyde dahi yuvalarını terk
edip kendilerine yönelen insanları mülteci ve sığınmacı olarak isimlendirip
ötekileştirmekteler ne yazık ki. Hâlbuki kavramlar zihin dünyasının dile
yansıyan somut göstergeleridir. İnsanlar içlerinde ve belleklerinde olanı
dillerine dökerler. Dolayısıyla kimi zaman gelişigüzel kullanılan bir kelime
aslında belki de bir tutumun bilinçli olmayan bir yansımasıdır. Bu bağlamda her
bir kavram bir tavır ve duruşu ifade eder. Muhacir yerine sığınmacı ve mülteci
kavramlarının günümüzde kullanılması bunun somut bir göstergesidir. Zira
mülteci ve sığınmacı kavramları; bize ait olmayan, ötekileştiren, yüreğe basmayıp
minnet ile bazı haklar tanıyan bir içeriğe sahiptir.
Bu kavramların günümüzde hâkim hale gelmesinde, hicret
ruhunun Müslüman toplumlarda unutulmaya yüz tutmasının rolü büyüktür. Zira
Müslümanlar, artık muhacirleri mülteci ve sığınmacı olarak görmekte, Allah’ın
arzının geniş olduğunu unutmakta ve dışlayıcı bir tutum benimsemektedirler.
Oysaki hicret bazı zamanlarda kaçınılmaz hale geldiğinde, her Müslüman’ın başka
hiçbir hesap yapmadan yüreğini ve kapısını kardeşlerine açması beklenir. Ancak
bu ruhtan uzaklaşıldığı için tarihte örneklik teşkil eden Ensar-Muhacir
kardeşliğini bırakın, mültecilerin temel haklarını koruyacak düzenlemeler dahi
yapılamamaktadır.
Müslümanlar bu konuda Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği (The United Nations Higy Commissioner for
Refugees/UNHCR) gibi kurumların programlarını takip etmenin ötesine
geçememektedir ne yazık ki! Nazi Almanya’sından kaçarak Amerika’ya sığınan
mültecileri korumak için kurulan Hükümetlerarası Mülteci Komisyonu’nun
(Intergovernmental Committee on Refugees/IGCR) bir devamı olarak faaliyetlerini
sürdüren Uluslararası Mülteci Örgütü (International Refugee Organization/IRO)
gibi kurumların yerini alan UNHCR’in, Ensar-Muhacir kardeşliği ruhunu tesis
edemeyeceği de ortadadır. Bu kuruluşların tamamı, mülteci kamplarında zor yaşam
şartları altında hayatlarını sürdüren insanlara yardım etmeyi ve onlara destek
olmayı amaçlamaktadır. Hâlbuki problemin kaynağı, yerini-yurdunu terk edenlerin
muhacir olarak görülmeyip mülteci/sığınmacı olarak algılanmasıdır. Müslümanlar
için hicret eden insanların dışlanarak kötü muamele görmesi gibi bir durum söz
konusu olmayıp aksine muhacirler, geldikleri toplumun asli unsurları olarak
görülmelidirler. Ancak günümüzde Müslümanlar ne yazık ki bu üst düzey ahlakî
tutumu yansıtmak bir yana, bahsi geçen mülteci kuruluşlarının sahip olduğu
bakış açısını dahi yakalayabilmiş değiller.
Medine’yi medeniyet beşiği ve selamet yurdu kılan,
yeni sakinlerine kucak açan ve onlarla bir medeniyeti beraber inşa eden ruhtur.
Müslümanlar günümüzde bu ruhtan uzaklaştıkları için artık muhacirden değil
mülteciden, kardeşlikten değil sığınmacıdan söz edilmektedir. Ensar-Muhacir
kardeşliği yeniden tesis edilmedikçe hicretin, göçün, ilticanın neden olduğu
sorunların çözüme kavuşması mümkün gözükmemektedir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder