22 Ekim 2011 Cumartesi

KURBAN ( l )


Rüştü Kam 2011

Kurban: Kurban Bayramı günleri, Allah’a yaklaşmak maksadıyla kesilen hayvanın adıdır. Kurban; hicretin ikinci senesinde meşru kılınmıştır. Kurban, hacca giden müslümanların yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Allah’a yakınlaşmak anlamına gelir.

Kur’an hacca gitmeyen müslümanlara kurban kesme zorunluluğu getirmez. Ancak Hanefi mezhebi Kevser suresini esas alarak zengin olan müslümanların kurban kesmelerinin vacip olduğu kanaatindedir. Diğer mezheplerin kanaati kurban kesmenin sünnet olduğu yönündedir.

Hatta Şafii mezhebi ömürde bir kez aile adına kesilen kurban, sünneti yerine getirme adına yeterlidir demiştir.

Konu ile ilgili ayetler, hadisler ve mezhep görüşleri aşağıda olduğu gibidir. Okuyun ve kendiniz hakkındaki kararı kendiniz veriniz.   

Konuyla ilgili Kur’an buyrukları


 “Biz o büyükbaş hayvanları da Allah’ın kutsallık nişanları arasına koyduk. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar ayakları üzerine sıralanmış du­rurken, üzerlerine Allah’ın ismini anın, yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin“. (Hacc Suresi 36)

Bakara Suresi

196.   “Allah için Hacc’ı ve Umre‘yi tamamlayın. Eğer alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderiniz. Kurban yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz. Sizden biri hasta olur veya başında bir rahatsızlık olursa, fidye olarak ya oruç tutar, ya sadaka verir veya kurban keser. Güvende olduğunuz zaman ise hacca kadar umreden faydalanmak isteyen kimse,  kolayına gelen bir kurban keser. Bulamayan, hacda üç gün, döndüğünde yedi gün -ki hepsi tam on gün eder- oruç tutar. Bu Mescid-i Haram’da oturmayan kimseleredir. Allah’a saygılı olun ve Allah’ın cezalandırmasının çetin olacağını bilin.”  

Hacc Suresi

27. “İnsanları Hacc’a çağır ki,  yürüyerek veya uzak yollardan gelen idmanlı binekler üstünde sana gelsinler.  

28- Kendileri için birtakım faydalar görsünler.   Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin; çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.“   

32- „İşte böyle; kişinin Allah’ın nişanelerine hürmet göstermesi, kalplerin Allah’a karşı saygılı olmasındandır.“  

33- „Bu hayvanlarda sizin için belle bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra bunların varacakları yer Kâbe’dir.“   

34- „Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi, her ümmet için bir ibadet biçimi kıldık. Sizin Allah’ ınız tek bir Allah’tır O’na tabi olunuz. Allah’a gönülden bağlanmış olanları müjdele.“  

36- „Sizin için büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın nişaneleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarından biri bağlanmış haldeyken üzerine Allah’ın adını anın. Yanları üzere düşüp canları çıkınca yiyin,  isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye böylece onları sizin buyruğunuza verdik.“  

37- „Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sizin saygınızdır. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Iyi davrananları müjdele.”    
           
Maide Suresi

27. “Onlara Âdem’in iki oğlunu doğru olarak anlat. İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. “Seni mutlaka öldüreceğim demişti“. “Allah sadece kendisine saygılı olanlardan kabul eder „cevabını vermişti.“
97- “Allah saygın ev Kâbe’yi, saygın ayı, Kâbe’ye hediye edilen kurbanı ve boynu tasmalı kurbanlıkları insanlar için bir dayanak kıldı. Bu Allah’ın göklerde olanları ve yerde olanları bildiğini ve Allah’ın herşeyi bildiğinizi bilmeniz içindir.”  

Kevser Suresi

“...Rabbin için namaz kıl,  kurban kes...“


Konuyla ilgili Hadisler

- „Zilhiccenin hilâlini görüpte sizden herhangi biriniz kurban kesmek isterse; saçlarını ve tırnaklarını kesmesin“. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli , c. 4,  s. 394)
- “Ben Kurbanla emrolundum.   Bu sizin    için Sünnet’ tir.” (Neylü’l Evtar’dan,  s. 108. Vehbe Zuhayli,  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c. 4,  s. 394)
- „Sakatlığı,  hastalığı veyahut bir gözünün kör olduğu belli olan veyahut zayıflıklarından dolayı kemiklerinde ilik kalmayan hayvanlar kurban olarak kesilmezler.“ (Ebû Davûd- 2802‘tan-Ibn. Rüşd,  B. Müçtehid,  c. 2,  s. 324)
- „Teşrik günlerinin hepsi kurban kesme zamanıdır.“ (Müslimden, a. g. e.  404- Bi­dayetül Müctehid,  c. 2,  s. 333)
- „Sen hangisinden hoşlanmıyorsan onu kurban etme, fakat başkasına da haram etme“. (Nesa-i’den 7/214,  B. Müçtehid,   s. 326)
- „Kurban etmek için koç aldım fakat kurt kuyruğunu kopardı. “Peygamber­imiz“:   Birşey olmaz kurban et.“ (İbn. Mace’den 3146,  B. Müçtehid,  s. 327.)  
- „Yiyiniz, yediriniz, saklayınız“. (Neylü‘ l Evtar‘dan, 1367.  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 422)

İlim Adamları  kurbanla ilgili olarak neler demişler

- İmam’azam Ebû Hanife’ye göre: Kurban kesmek vaciptir. İmam’ı Yusuf ve Muhammed’e göre Sünnet’i Müekkede‘dir.  Müslüman, hür, baliğ ve zengin olanlar keser. Kadın ve erkek olması arasın­da fark yoktur. Ehl-i Kitap olab birisi de kurban kesebilir. Ölen insanlar  adına kurban kesilebilir.   (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 303)

- İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, Imam-ı Hanbeli’ye göre: Sünnettir. Ödeyebileceğine inanan kimse borç alarak kurban kesebilir. Ayrıca; Şafii Mezhebinde,  bir kişinin ömründe bir kez kurban kesmesi Sünnet-i ayn, aile içerisinde bir kişinin kesmesi ise Sünnet-i Kifâyedir.  Ölen insanlar adına kurban kesmek  Malikilere göre mekruhtur. Şafiiler: Necm Sûresi 39‘u delil olarak ele almışlar vasiyet etmişse  kesilebilir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 394)

Kurban kesmenin vakti  

1- Namaz ve hutbeden sonra:  
- üçüncü bayram günü akşamına kadar kurban kesilebilir. Hanefi,  Maliki, Hanbeli mezheplerinin görüşü böyledir.
- tan yerinin ağarmasıyla başlar, dördüncü bayram günü akşamına kadar kesilebilir. Bu görüş Şafii mezhebinindir.
Geceleyin yanlışlık yapılır ihtimalinden ötürü kurban kesmek mekruhtur denilmiştir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 402)

Kurbanlıklarda yaş 

- Devede;  5 yaş esas alınır,  sığırda 3;  yaş esas alınır.  Koyun ve keçide; 2 ve daha yukarı yaş esas alınır. Gösterişli ise 6 aylık bir kuzu ve oğlak kurban olarak kesilebilir. Bu oranlama büyük baş hayvanlarda da yapılabilir. Hanefiler. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 408)

Kurbanlık hayvanları vasıfları   

- Etin kesilmesine mani olan her kusur, kurban olarak kesilmesine de manidir.   Etin değerini düşürmeyen her kusur; kurban olarak kesilmesine de mani değildir.  (Cumhur. B. M., c.   2, s. 325/İ İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 414)

Velhasıl; Boynuzu kopmuş, burulmuş ve uyuz olmuş hayvanlar kurban olarak kesilebilirler. Çünkü uyuz hastalığı deridedir,  ette değil. Ama en iyisi eksiksiz olan hayvanı kurban olarak kesmektir.( İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 412)

-  Etlerin taksimi
Eti üçe ayırmak lâzımdır:  
1- Yiyeceğimiz olan  bölüm,  
2- Saklayacağımız olan bölüm ,  
3- Yedireceğimiz olan bölüm olmak üzere. Yakın komşularımız arasında ayırım yapmadan; önce muhtaç olanlara, sonra Ehli Kitap olanlara daha sonra da diğerlerine etler pay olarak dağıtılmalıdır. Bizim dağıttığımız etin nasıl hangi şartlarda yenileceği bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren,  eti Allah’ın rızasına uygun olarak dağıtmaktır.  

- Bayram namazını hükmü 
1- Hanbelîler’e göre :              Farzı Kifâye
            2- Hanefîler’e göre   :             Vacip
            3- Malikiler’e göre    :              Sünnet-i Müekked
            4- Şafiiler’e göre      :              Sünnet’tir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 453)

-Kevser Suresinin anlamı şöyle olmalıdır
"Sen onların sözlerine aldırış etme de nübüvvet makamının şükrünü eda için Hakka yönel; gönlünü, sadrını, nahrını O'na aç, teslimiyetle O'nun huzurunda el-pençe divan dur! İnsanlar içinde de göğsünü gere gere dolaş. Nimetlerden mahrum olan sen değilsin ki! Hayırdan mahrum olanlar asıl seni mahrumiyetle suçlayan o zavallıların kendileridir!"

Kevser suresinin bildik meali ise şöyledir
“Biz sana kevseri verdik, o halde sen de Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Asıl zürriyetsiz olan, sana buğzedenin kendisidir.”

Sonuç:

Yukardaki ayetlerden ve hadislerden anlaşıldığına göre, kurban kesmek Hacc ibadetini yerine getirenler için bir vecibedir, gerekliliktir. Hacc’a gitmeyenlerin kurban kesmeleri gerekmez. Araplar arasında kurban kesmenin  bizdeki gibi yaygın olmayışının sebebi Kur’an’ı doğru anlamalarındandır.

Oysa Kurban Türkiye‘de zenginlerin yerine getirmesi gereken bir ibadet olarak algılanmaktadır. Ancak son zamanlarda zenginin de fakirin de kurban kesmesi moda haline gelmiştir.

Bununla birlikte, kurban etinin bir kısmının fakirlere dağıtılması şartıyla, kurban geleneğinin hayırlı bir gelenek olduğu söylenebilir.  

Kurban bir ibadettir. Ancak Hanefi mezhebinde olduğu gibi vacip bir ibadet değildir. Sünnet bir ibadettir. Bir ibadetin sünnet olması, o ibadetlerin önemsiz olduğu anlamına gelmez.  Kurban ibadeti, yaşanılan bölgedeki insanların kaynaşmasına vesile yapılmalı ve o şekilde değerlendirilmelidir. Şenlikler yapılmalıdır. Kurban etleri bu şenliğe gelenlere ikram edilmelidir.

Afrika ülkelerinde, Asya ülkelerinde kurban kesiyoruz, kurbanlarınızı bize verin diye kapıya gelenlere itibar edilmemelidir. Onlara kurban verilmemelidir.

Hacca gidecek olanlar da kurbanlarını Mekke’de değil bulundukları yöredeki hayır kurumlarına vererek değerlendirilmelidirler. Bugün mekke’de kurban kesmenin bir anlamı yoktur. Orada kesilen kurbanlar maalesef zebil ediliyor.

Devam edecek 

ALMANYA’DAN ABDULLAH GÜL GEÇTİ



Rüştü Kam  21.09.2011
Hem de öyle bir geçti ki, tozu dumana kattı.

„Suç örgütü, suç örgütü' dersen terör örgütüne, yapacağı budur işte. Kamu düzenini böyle bozar!''

Gençliğimde futbol takımlarımız yabancı bir ülke takımıyla maça çıktığı zaman, sahaya 2 sıfır yenik çıkardık. Maçtan sonra da yenildik ama ezilmedik derdik. UEFA kupası, dünya üçüncülüğü derken son yıllarda bir Anadolu takımı İnter’i bile evinde yenmeye başladı. Gururlanıyoruz, yürüyüşümüz değişiyor. Masada oturuşumuz değişiyor. Sohbetlerimizde sesimizi haklı olarak yükseltebiliyoruz.

Bilhassa biz gurbetçiler için dik duruş çok önemlidir. Alnımızın yere düşmemesi lazım. Bizler Alman halklarının içinde  azınlık olarak yaşıyoruz. İş yerinde, sokakta, okulda, cafede otururken sohbet bir şekilde Türklere ve Almanlara geliveriyor. İşte o zaman devletimizin ve hükümetlerimizin izledikleri tutarlı ve ısrarlı politikaları bizlere güç veriyor.  Rahat konuşuyoruz, öz güven içinde konuşuyoruz.

Eşekten düşmeyen anlamaz bu psikolojiyi.

Son zamanlarda dış politikada, Türkiye’nin izlediği siyaset gündem oluşturuyor. „One minute“ resti, arkasından Arap Baharı… Ne de hoş geliyor  Afrika Zambaklarının kokusu,  tâ Almanya’ya kadar...

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya ziyareti çerçevesinde Humboldt Üniveritesi’nde ortaya koyduğu irade de yüreklerimize ayrı bir ferahlık verdi: ''Ya bu konuşmayı yaparım ya da hemen Türkiye'ye dönerim!.“ İşte budur, ilkeli duruş işte budur dedik.

Şapkalarımızı havaya attık. Teşekkürler sayın Cumhurbaşkanım.

Bu iradenin ardından, iki saat gecikmeyle de olsa, Gül, Humboldt Üniversitesi’nde kürsüye geldi. Resti görülmüştü.. Yüreğimize su serpen konuşmasını yaptı:

„Şantajlara boyun eğmeyeceğiz, teröre kim taviz verirse, onun arkası gelir. Kim terörün şantajına, tehdidine boyun eğerse, onun faturasını o öder. Onun için bu tehditlere boyun eğmeyeceğimizi herkesin görmesini isterim, Almanya'nın demokratik ortamından faydalanan ve bunu istismar eden terör örgütüyle ilintili 30-40 kişinin buradaki tehditleri ve bu toplantıyı yaptırmak istememeleri, bu toplantıyı yapma ısrarımız karşısında da bomba ihbarı yapması üzerine güvenlik güçleri konuşmayı bu kadar geciktirdiler. Ama şunu ifade etmek isterim ki, burada böyle 30-40 kişiye pes edecek, onların tehdidine, şantajına boyun eğecek halde değiliz. Asla da onlara taviz vermem!

Hegel, Schopenhauer, Engels, Marks gibi birçok büyük bilim adamı ve siyasetçi bu üniversiteden geçti, bu üniversitede çok sayıda Nobel ödüllü bilim adamı yetişti.
Ben böyle bir üniversitede 40 kişinin tehdidine boyun eğip de konuşmaktan mı vazgeçecektim yani? Dolayısıyla bunun böyle bilinmesini isterim. Böyle seçkin bir üniversitede konuşma yapmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
 
Tarih boyunca dost olduk, beraber olduk. Öyle ki Sultan Abdülaziz 1800'lü yıllarda Almanya'ya gelmiş, o zamanki Alman krallığıyla biraraya gelmiş, ikinci Willhelm, iki kez, 1889 ve 1898 yıllarında İstanbul'u ziyaret etmiş. I. Dünya Harbi'ne beraber girmişiz, acıları beraber yaşamışız. Daha sonra II. Dünya Harbi'nde burada çekilen sıkıntılardan kaçan birçok Alman, İstanbul Boğazı'na sığınmış ve 'Boğaz’a sığınanlar' olarak bilinmişler ve Türk bilim dünyasına çok büyük katkıları olmuş.
Bundan 50 yıl önce de Almanya'nın daveti üzerine buraya gelen Türkler bugün 3 milyona ulaşmış, bunların bir milyonu Alman vatandaşı olmuş. Dolayısıyla tarihten gelen güçlü işbirliği bugün de devam ediyor.''

Bekir Bozdağ Türkevi’nde...
Birgün sonra Türkevi’nde Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Berlin’de hizmet veren sivil toplum örgütleriyle yaptığı toplantıdaydık. Dernekler bu toplantıya gereken ilgiyi göstermemişlerdi. Yıllardan beri sorulan sorular soruldu yine Bozdağ’a. Bozdağ da dinledi. Ben bu tip toplantılara fazla katılmam. Çünkü, soru soranlar değişmez. Kimin ne soracağını aşağı yukarı tahmin etmek mümkündür.  Bu tür toplantılarda konuşan insanlar da soruların cavapları da bellli olduğu için katılmam bu toplantılara. 

Sorulan sorular:
Holdingzedelerin hali ne olacak, mavi kart bilmecesi ne zaman çözülecek, borçlanarak emekli olanların durumunda bir iyileştirme olacak mı, seçme seçilme hakkımız konusunda müjde verebilecek misiniz, DİTİB’e bağlı olan camilerde yapılan seçimler niçin demokratik kurallara uygun olarak yapılmıyor, aile birleşimi konusunda ne gibi çalışmalar yapılıyor, çifte vatandaşlık konusunda bir ilerleme var mı, vize uygulamasından ne zaman vazgeçilecek?

Cevaplar:
“Holdingler şirkettir, devletin koruması altıda değildir. Devlet  şirketleri kurtarmaz... Mavi kart meselesini çözeceğiz, normal bir vatandaş hangi haklara sahipse, mavi kart sahibi olan kişi de aynı haklara sahip olacaktır, çifte vatandaşlığı biz tek taraflı olarak bu şekilde tanımış olacağız... Önümüzdeki seçimlerde sandık önünüze gelecektir bundan şüpheniz olmasın... Camiye üye kaydettiğiniz kişinin seçme ve seçilme hakkına mani olamazsınız... Almanca bilmiyor diye  evlenecek insanların evliliğine mani olmak insan haklarına aykırıdır...”
Bozdağ bundan sonraki toplantıların bir gündemi olacağını söyledi. Bu güzel bir karar. Ben bu konuyu zaman zaman teklif olarak aynı mekanda değişik misafirlere sunmuştum. İnşallah alınan bu karar uygulanır. Bu durumda aynı soruları belli şahıslardan defalarca dinleme zorunluluğundan kurtulmuş olacağız.
Bekleyip göreceğiz Bekir Bozdağ’ın farkını. En azından Mavi kartla ilgili bir çözüm bizleri rahatlatacaktır. 

İslâm dini evrenseldir
Berlin’den sonra Osnabrück’e geçen cumhurbaşkanı Gül Osnabrück Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nde konuşmasına devam etti. Bu kez konuşmasının merkezine İslâm dinini ve Almanya Cumhurbaşkanı sayın Wullf’u koydu: 

Almanya'da yaklaşık 4 milyon müslüman var. ''Sayın Cumhurbaşkanı, siz Almanya'daki bir gerçeği Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesinin yirminci yıl dönümünde yaptığınız konuşmada ifade ettiniz, 'Müslümanlık da Almanya'nın dini' dediniz. Burada 4 milyona yakın Müslüman yaşıyor, bunların önemli bir kısmı Alman vatandaşı yani sizin vatandaşlarınız, sizler için oy veriyorlar. Bu ülkeye sadakatleri var. 

Dolayısıyla siz gerçeği ifade etmiştiniz
Bu, hangi dinle ve nerede olursa olsun geçerli olan evrensel bir anlayıştır. Bu çerçevede Almanya'daki müslümanların da kendi dinlerini, inançlarını çocuklarına öğretebilmeleri için ve kendilerinin de öğrenebilmeleri için onlara imkan sunulması, bu yönde sorumlulukların üstlenilmesinin önemli olduğu kanaatindeyim. Eğer kendilerine önderlik edecek kurumlar söz konusu olmazsa o zaman yanlış kaynaklardan yanlış şeyleri öğrenebilirler ve farklı mecralara kayabilirler. O bakımdan İslam dininin aslını, özünü kendi berraklığı içerisinde hem bilimsel hem de pedagojik şekilde öğretecek bir çalışmanın başlatılması, bu imkanın oluşturulması herhalde kaçınılmazdı.
Bütün Müslümanların İslam dinini de Almanca olarak bilmeleri ve anlatabilmelerinin önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü, biz şuna inanıyoruz ki İslâm dini evrenseldir. Yani herhangi bir ırka, coğrafyaya gelmemiştir ve herhangi bir dil değildir. İnsanlar bir dine inandığında, bu Müslümanlıksa Müslümanlığa inandığında bunun gereğini yapmalarını ama aynı şekilde hangi toplulukta iseler o topluluğun dilini en güzel şekilde konuşarak hayata en aktif şekilde katılmalarını sağlamaktır. Bu ancak insanları mutlu eder, müreffeh eder, ülkeleri de barış içerisinde tutar''

Evet  Almanya’dan Abdullah Gül geçti, hem de tozu dumana katarak…

BERLİN MÜSİAD


BERLİN MÜSİAD’IN GALA YEMEĞİNDE SİYASİ PARTİ YETKİLİLERİ KOZLARINI PAYLAŞTI

Rüştü Kam 10.09.2011

“Görevi Ali, Veli’ye devrettiği zaman, işte ta o zaman, Veli’nin içindeki o ateşi keşfetmiştim ben. İçi içine sığmıyordu, yerinde duramıyordu.  O gün   70 üyesi olan Berlin Müsiad’ın bugün 327 üyesi var. Ben Veli’yi ve ekibini huzurlarınızda tebrik ediyorum.” Bu övgü dolu sözler  Müsiad Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan’dan.  

Berlin Müsiad’ın gala gecesi programı saat 20’de başladı. Organizasyon güzeldi. Gençler bizleri kapıda karşıladılar. Tertemiz giyinmişler, hepsi kravatlı, takım elbiseli, pırıl pırıl gençler, çok hoş, göğsüm kabardı. Gençliğiniz varsa geleceğiniz var demektir. “Hoş geldiniz buyurun.., size yardımcı olalım..., şuraya oturabilirsiniz...”

Katılım iyiydi. İlave masa ve sandalye geldiğine göre, katılım beklenenin üzerindeydi demek ki.

İkramlar  Müsiad’a yakışır şekilde hazırlanmıştı. Konuk profiline baktığınızda  toplantının  zenginlerin toplantısı olduğunu anlamakta güçlük çekmiyorsunuz. Yönetim kurulu üyeleri misafirleriyle tek tek ilgilendiler, kucaklaştılar, hal hatır sordular, yüzler gülüyordu. Zenginliğin verdiği şımarıklık yoktu yömetim kurulu üyelerinde. Alkışlanacak bir durum.  Bayanlar da salonda yerlerini almıştı.  Demek ki Müsiad iş hanımlarını da üyeleri arasına katmıştı. Ne güzel. Allah yolunuzu açık etsin. Karakaya ve ekibini en içten dileklerimle kutluyorum. Allah sayılarınızı artırsın, kazancınızı da bol ve bereketli eylesin ve  rızasına uygun olan yerlere harcamayı nasip eylesin. Amin.

Gala gecesine siyasiler  damgalarını vurdu. 
Sanki  Müsiad’ın gala gecesine değil de siyasi partilerin seçim meydanına gelmiş gibiydik. FDP, CDU, SOL  PARTİ, YEŞİLLER ve BİG Partisi  temsilcileri teker teker kürsüye çağrıldılar.  Bence en anlamlı konuşmayı Özcan Mutlu yaptı, ezberleri bozan bir konuşma yaptı, bir anlamda da öz eleştiriydi sanki:

“Müsiad’ın bu salonları doldurması Müsiad’ın büyümesi anlamına gelmez. Eğer Müsiad yeteri kadar güçlü olsaydı, bugün  burada Ticaret Bakanı olurdu, Maliye Bakanı olurdu.”, Kusura bakma Veli ama bu bir gerçek.
Beyaz Saray’da her yıl iftar yemekleri verilirken, Almanya’da içişleri Bakanı’nın iftar yemeği verdiğine henüz şahit olmadık, Sayın Wullf “İslâm Almanya’nın da parçasıdır” derken, Bellevue Sarayı’nda müslümanların temsilcilerine bir ftar yemeği verdiğini görmedik, duymadık. Almanya henüz, sadece  döner sektörünün bile yıllık 4 milyon Euro ciro yaptığının bile farkında değil. Yani biz Almanya’ya gücümüzü ispat edemedik, eğer etseydik o bakanlar bugün burada olacaklardı.” 

Özcan Mutlu’ya katılmamak mümkün değil. İşadamları, yaptıkları cironun yanında destekledikleri kurumlarla, kurdukları vakıflarla kendilerinden söz ettirebilirler. Çok para kazanmak, çok zengin olmak o kadar da önemli değildir. Alman yetkililer kazanılan paraların Almanya’da ne işe yaradığına bakıyor olmalılar. Mesela Türk İşadamlarının desteklediği kaç tane politikacı vardır ve hangi  siyasi partilerde politika yapmaktadırlar? Yabancıların partilerdeki  yoğunluğu nedir? Bunların ne kadarı vasıflıdır?
Hangi vakıflar yabancı iş adamları tarafından desteklenmektedir? Bu vakıfların hizmet alanları nerelerdir? Kaç tane üniversite bu vakıflar tarafından desteklenmektedir? Burs verilerek seçilen dolayısıyla geleceğe yatırım yapılan kaç tane öğrenci üniversitelerde okutulmaktadır? Bunların kaç tanesi, doktora öğrencisidir? Yabancılar statüsünde kurulan derneklerin gücü nedir? Bu derneklerin lobileşmedeki ağırlıkları nedir? Bu dernekler kendilerini nasıl finanse ediyorlar, bu derneklerin yabancı iş adamlarıyla olan münasebetleri ne kadardır?
Evet yabancı iş adamlarının gücünü belirleyecek olan çalışmalardır bunlar. Özcan Mutlu elbette haklıdır bu konuda.
Almanlar, yabancı iş adamlarının Afrika ülkelerine gönderdiği yüklü miktardaki paraların miktarıyla ilgilenmiyorlar demek ki. Almanlar için kemmiyet değil, keyfiyet önemli demek ki.

Yabancıların Almanya’da kaç tane özel okulları vardır.? Kaç tane vakıfları vardır, bu vakıfların ekonomik gücü ne kadardır? Yabancıların kurdukları kaç tane üniversite vardır? Bu üniversitelerde kaç tane öğrenci okumaktadır? Bütün bunlar yabancıların ekonomik gücünün ciddiye alınmasına sebep olacak olan faaliyet alanlarıdır.

Bizim iş adamlarımız, kazançlarının önemli bir bölümünü  Almanya’nın dışına aktardıkları sürece Alman devleti elbette o iş adamlarını ciddiye almayacaktır. İş adamlarımızın kazandığı paralar Almanya’da kalıcı olan alanlara yatırılmıyorsa o kadar da önemsenmiyor olmalı. Çünkü o para  güç olmaktan çıkıyor o zaman.

En son BİG Partisi Genel Başkanı Haluk Yıldız kürsüye geldi. Gördüğüm kadarıyla samimi bir insan. Heyacanlı da, mütedeyyin bir müslümana da benziyor. Ama siyaset, hayacanın yanı sıra siyasi olmayı da gerektiyor. Samimiyet her zaman yetmiyor.

Haluk Bey gala gecesinde tirübünlere oynadı. Bir partinin camiyi çizen afişini göstererek “Bunlar yarın bizleri de çizer” deyiverdi. Bu söylemler hoş değil. Bütün partileri aynı kazanın içine koymak doğru olmasa gerek. Sonra agrasif olmak, İslâmi söylemleri ön plana çıkarmak, fazla şık durmuyor. Geleceğe merdiven dayamak isteniyorsa, sloganlardan öte politikalar üretmek lazım. Partililerin yaptıkları hatalar yüzünden, İslâm’a zarar verilirse bu büyük vebal olur.

Sonra, camiyi çizen o malum parti, para veseydi Müslümanların eliyle kendi reklamını yaptıramazdı. BİG bu reklamı bütün adaylarının eliyle fevkalade güzel yapıyor, hem de bedavaya yapıyor...

Berlin Müsiad başkanı Veli Karakaya selamlama konuşmasıyla yetinmeseydi de, Müsiad’ın galasında Müsiad’ın projelerinden bahsetseydi çok daha iyi olurdu . Hazırladığı konuşmayı keşke çöpe atmasaydı. Belki o zaman gelecek toplantılara bakanlar gelir de yapılan kalıcı yatırımlardan dolayı Müsiadlılar’a plaket bile verirlerdi. Yılın İşadamı plaketı gibi...

Bu ekip, bu kadro, özgüven sahibi olduğu sürece eksikliklerin üstesinden gelecektir. Güzel bir galaydı, hayırlı olsun, yolunuz açık olsun...

SOMALİ

Somali’de Neden Kıtlık Var?

Rüştü Kam 21.08.2011

Star'daki "Somali'de neden kıtlık var?" yazısında İbrahim Kiras, açlıkla boğuşan ülkenin neden bu hale geldiğini yazdı. Aynen iktibas ederek önemine binaen sizlere takdim ediyorum.
Dünyanın en önemli ticaret yollarından birine hakim olan Somali'de İngiliz ve İtalyan sömürgelerine dikkat çeken Kiras, Etiyopya ve ABD'nin ülkedeki emellerini de anlattı.
Bir 'İç savaş' imtihanı da yaşayan Somali'ye, olaylar esnasında Etiyopya'nın kışkırtıcı müdahalesi yanısıra ABD'nin de malum 'Radikal İslam tehlikesi' bahanesiyle müdahalesinin olduğunu hatırlatan Kiras, önemli bir konuya da dikkat çekti: 1993 Mayısında Somali'deki BM Barış Gücü komutasını devralan, 28 Şubat'ın kudretli generali Çevik Bir'in ülkedeki unutulmaz icraatları !

İşte Kiras'ın önemli analizi:

SOMALİ'DE NEDEN KITLIK VAR?

Bugünlerde bütün Türk milletinin yardımına koşmak için sefer olduğu Somali’nin haline çok üzülüyoruz, ama bu ülke nasıl bu hale geldi diye pek düşünmüyoruz.

Aslında Afrika’daki en uzun kıyı şeridine sahip ülke Somali. Kıyılarının üçte ikisi Hind Okyanusu’na, üçte biri Aden Körfezi’ne açılıyor.

Yani dünyanın en önemli ticaret yollarından birine hâkim bir konumu var ülkenin.

Ne var ki geçmiş yüzyıllarda işlek bir ticaret merkezi olarak işlev gören ve o zamanlar “baharat ülkesi” adıyla anılan bu topraklar bugün ekonominin neredeyse sıfır derecesinde yer alıyor ve dünyanın en fakir ülkelerinin başında geliyor.

PROBLEM DIŞARIDA: SÖMÜRGE GÜÇLERİ, HIRİSTİYAN ETİYOPYA, ABD

Somali’de son yirmi yıldır “siyasi istikrar” yok; son on yıldır da fiilen “devlet” yok. Dolayısıyla neredeyse yirmi yıl öncesine kadar tarımsal üretimi “kendine yeter” durumda olan bu ülkenin bugün kıtlık ve açlıkla mücadele ediyor oluşunu bu açıdan da yorum getirmek gerekiyor.

Ama asıl problem dışarıda bir yerlerde.


Somali’nin kara talihi, öncelikle batılı sömürge güçlerinin buraya ayak basmasıyla başlıyor.

Sömürge döneminde neler yaşandığını tahmin etmek zor değil. Sömürge sonrası dönemde ise İngiliz Somalisi ile İtalyan Somalisi birleşerek tek bir devlet olarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ama sömürgeci güçler hiçbir zaman ellerini buradan çekmediler.

Zaten giderken de Somalililerin uğraşmaları için birtakım pürüzler bırakarak gittiler. Mesela Somali’nin Ogaden bölgesinin bir bölümünü Etiyopya’ya bırakmak gibi. Somali burası benim toprağım diye geri istiyor, Etiyopya vermem diyor.

Yaklaşık yarım asırdır iki ülke arasında bu sorun devam ediyor.

***

Gerçi Etiyopya ile Somali’nin derdi bundan ibaret de değil. Her dönemde batı desteğini de arkasına alan “Hıristiyan” Etiyopya kendisinin Hind Okyanusu’na açılabileceği “yol” üzerinde yer alan “Müslüman” Somali’yi mümkünse kontrolü altına almayı arzu ediyor. Öteden beri bu doğrultuda bir yaklaşımı var komşusuna karşı. 


İŞGAL İÇİN SOMALİ'NİN İSLAMİ KİMLİĞİ YETERLİ

Nitekim 1991’de diktatör Siyad Barre’nin devrilmesi sonrasında Somali’de başlayan iç savaşa doğrudan müdahale etmekten geri durmadı.
Somali’de binlerce insanın hayatına mal olan iç savaşın devamında Etiyopya’nın sorumluluğu çok büyük. Elbette onu destekleyen batılı güçlerin de.

Bu arada, batılı güçlerin Somali’de akan kanı “meşrulaştırma” gerekçeleri çok tanıdık: Radikal İslam tehlikesi.

Ülkede iç savaşı sona erdirip siyasi istikrarı yeniden tesis etme yolunda çok önemli adımlar atan Islah Hareketi’nin “İslami” kimliği yeterdi Somali’yi işgal etmek için.

Neticede iç savaş bir türlü bitirilemedi. Ülkede fiilen devlet yönetimi yok. Dolayısıyla ekonomi yok, üretim yok. Onun yerine kıtlık var, açlık var.

***

Etiyopya, Somali toprakları üzerinden Hind Okyanusu’na açılmak istiyor.

ABD Afrika’daki etkinliği giderek artmakta olan Çin’in etkisini kırmak için Aden Körfezi’ni kontrol altında tutmak istiyor.

Bu arada Somali’deki günahsız insanlar açlıktan ölüyor!

ÇEVİK BİR'İ HATIRLADINIZ MI?
Bugün bütün Türk milletinin neredeyse her ferdinin yüreklerinden kopan üç beş kuruşu bağışlayarak yardım gönderdiği Somali’ye daha önce Çevik Bir'i göndermiştik.
Hatırladınız mı?


ALMANYA'YA GÖÇ

MİSAFİR OLARAK DAVET EDİLDİLER, SONRA YABANCI SONRA DA GÖÇMEN OLDULAR...!

Rüştü Kam
28.08.2011

Onlar, Almanya’ya misafir işçi olarak çağrılmışlar, süre üç yılmış. O üçyıl birtürlü bitmek bilmemiş. Misafirlerden bazıları o üçyılı çoktan unutmuşlar bile. İlk zamanlar evin güzelliği, ev sahibinin misafirperverliği misafirlerin hoşuna gitmiş olacak ki, kendi evlerine dönmek istememişler. Hatta ev sahiplerinin kendilerine  misafir gibi davranmalarına çok bozuluyorlarmış.

O misafirler, evin imarı ve güzelleşmesi için, hane halkının gelirlerinin artması için o kadar gayret göstermişler ki; gençliklerini vermişler,  alın terlerini akıtmışlar, gece- gündüz, soğuk-sıcak, zor-kolay, ağır-hafif demeden, olanca  güçleriyle uğraşmışlar, yırtınmışlar, didinmişler.

Refah seviyelerinin her geçen gün yükseldiğini gören ev sahibi bu durumdan fazlasıyla memnun olduğu için geriye dönüş konusunu unutmuş gibi görünmeyi yeğlemiş, zamana bırakmış geriye dönüş konusunu.

Kendisine verilene kanaat getiren, fazla tamahkâr olmayan misafirler, zaman ilerlerdikçe çocuklarını da yanlarına almaya başlamışlar. Ev sahipleri başlangıçta bu durumdan rahatsız da olmamışlar hani.

Ancak ilk gelen misafirler zamanla yaşlanmışlar ve ev sahiplerinin ayağına dolaşmaya başlamışlar: Yerleşik halkla aynı şartlarda çalışmak istemişler, ayırımcılık yapılmamasını istemişler, sosyal haklardan eşit olarak yararlanmak istemişler, oy hakkı istemişler, çifte vatandaşlık hakkı istemişler, serbest dolaşım hakkı istemişler, çocuklarının eğitimi konusunda fırsat eşitliği istemişler.

Bu durumu hazmedemeyen ev sahibi alelacele onları, kulaklarından tutup evden atmaya çalışmış. “O kadarı da fazla demiş. Bizim verdiğimizle yetineceksiniz” demiş. “Misafir olduğunuzu unutmayın“ demiş.
Demiş demesine de, evdeki hesap çarşıya uymamış. Nankörlüğün bu kadarına tahammül edemeyen misafirler “Orada dur bakalım” demişler ev sahibine. “Önce siz bükülen belin, ağaran saçın, çürüyen ciğerin, alınan böbreğin, tekleyen kalbin hesabını verin bakalım” diyerek diklenmişler... Karşı koymalar, direnmeler başlamış.

Sen misin o direnen, karşı koyan diye efelenen ev sahipleri kuşanıvermişler  kılıçlarını. Rastgele başlamışlar sallamaya. O kelle senin bu kelle benim. Tınlamamışlar bile bunca feryat, ah-u figan karşısında. Başlamışlar misafirlerin oturdukları evleri yakmaya, camileri, mezarlıkları kundaklamaya. Belki göz dağı vermekmiş gayeleri ama, işler istedikleri gibi gitmemiş, nice masum canlar bu nefret ateşinin  içinde cayır cayır yanmış, kül olmuşlar.

Bu vahim manzara karşısında yetkili makamlar, siyasiler, kolluk kuvvetleri başlamışlar nutuklar atmaya: “Suçlular yakalanacak ve cezalarını çekecektir....” Yakalananlar olmuş olmasına da, nedense üç beş yıl sonra serbest bırakılmışlar.

Misafirler bu nutuklara rağmen  tacizden birtürlü kurtulamamışlar. Kurtulmak bir yana artarak devam etmiş şiddet, aşağılama ve taciz.  Sokakta taciz edilmişler, iş yerlerinde taciz edilmişler, okulda taciz edilmişler, alış–veriş merkezlerinde taciz edilmişler. “Ausländer raus!”

Neden sonra ev sahipleri anlamışlar ki, misafirler yılmayacaklar ve ülkelerine gitmeyecekler. Politika değiştirmişler. Onlara misafir yerine “yabancı” demeye başlamışlar. Çünkü,  onlardan vazgeçmelerinin mümkün olamayacağını da anlamışlar. İnce ayar yapmaya başlamışlar. Yabancıların vasıflı ve genç olanlarına kapıyı biraz aralamışlar. Vatandaş olmak isteyenleri teste tâbi tutarak kendilerine yakın olanları vatandaş yapmak istemişler, dışarıdan yeni yabancı istemedikleri için, aile birleşimine Almanca’yı bilme şartları getirmişler. 16 yaşına gelen çocuklar için, iki vatandaşlıktan birini seçeceksin diye, tamamen asimilasyon kokan bir uygulamayı yürürlüğe koymuşlar. Çifte vatandaşlığı yasaklamışlar. Serbest dolaşım konusundaki Avrupa Birliği kararlarını askıya almışlar. “İşte hendek işte deve ya atlarsın ya düşersin. Baktın olmaz vazgeçersin zordur almak bizden kızı.”  demişler  Amaç  içerideki üç milyonu ehlileştirmekmiş.

Bir taraftan ehlileştirme gayretlerini sürdüren ev sahibi, öbür taraftan bazı olumsuzlukların faturasını yabancılara kesmeyi de ihmal etmemiş: Mesela, PISA araştırmalarında sınıfta kalan ev sahibi, nerede hata yaptık diyerek öz eleştiri yapacağına kesmiş yabancıların çocuklarına faturayı. Kendilerini temize çıkarmak için konuya vur abalıya politikası ile yaklaşmışlar. PISA araştırmasına göre okuyan ama okuduğunu anlamayan öğrenci sayısı % 35 miş. Felaket. Oturup düşünmek, eksiklikleri tesbit etmek ve hatalarla yüzleşmek gerekirken suçlu aramayı yeğlemişler. Bu durum ev sahibine hiç yakışmamış. Ama onlar yakıştırmışlar. Geçmişte yakıştırılanların yanında bunlar ne ki.

Yabancısın sen ve hep yabancı kalacaksın. Politika böyle olmuş: Çünkü ev sahipleri o güne kadar  yabancı milletten olan bir misafir ağırlamamışlar. Onlarla birlikte oturup kalkmamışlar. Güzel olanın kendilerine çirkin olanların başkalarına ait olduğunu öğrenmişler büyüklerinden, efendilerinden. Bu önyargıyı her fırsatta açıklama lüzumu hissetmişler. Entegrasyon adı altında asimilasyon çalışmaları yapmaktan çekinmemişler. Hatta” En iyi entegrasyon asimilasyondur” diye asimilasyonun devlet politikası olduğunu söylemekte bir beis görmemişler.

Onların hayallerinde, uzun boylu, sarı saçlı ve mavi gözlü aile bireyleri varmış. Bu konuda geçmişte ciddi çalışmalar yapılmış. Fiili olarak uygulama içine bile girilmiş. Ama istenilen netice alınamamış.

Yabancı işgücünün vasıflı olup olmaması başlangıçta onları hiç ilgilendirmemiş, o kadar ki; davet ettikleri işçilerin sadece % 16’sı vasıflı, diğerleri vasıfsızmış. Belli ki kendilerine köle almışlar. Komşularından sadece İrlanda bu konuda dikkatli davranmış, onların vasıflı olarak aldıkları işçi % 53, Kanada daha dikkatli davranmış, onlarda bu rakam % 58 miş.  

Bugün o yabancıların  sayısı üç milyona ulaşmış. İkinci ve özellikle de üçüncü kuşak buraları kendileri için ikinci vatan bilmişler, sahiplenmişler burayı. Bockwurst yemişler, bira içmişler, patates tüketmişler ama nafile, ne yaparsan yap senin saçın siyah sen yabancısın, bizden değilsin demişler onlara.

11 Eylül’den sonra ev sahibi- yabancı diyaloğunda hisedilir derecede soğukluklar artmış: Çünkü yabacıların çoğunluğu müslümanmış. Öyle ki 11 Eylül’ü gerçekleştiren(!) faillerden birkaçı eğitimini ev sahibinin bahçesinde almışmış. Halka öyle anlatılmış.

Ev sahibi korkmaya başlamış bu durumdan. O güne kadar yabancılardan(misafirlerinden) şiddete yönelik bir hareket görmemiş ama, yine de korkmuş, hâlâ  korkuyormuş. Yabancılar da onların korkularını yenmelerine yarayacak ciddi bir çalışma içine girmemişler. Hattâ, bazen korkularında haklı olduklarını doğrulayıcı fiiller içine girdikleri bile olmuş.

2050 yılında hane halkının nüfusu sekseniki milyondan ellidokuz milyona düşecekmiş. Bu durum da ev sahibine korku vermeye başlamış. İçinde bulunan yabancı nüfusa, korkularına rağmen biraz daha samimi davranarak, güven artırıcı önlemler alarak yaklaşsa korkmaya gerek olmadığını anlayacakmış aslında.  O bu hazinenin henüz farkına varamamış; oysa o misafirlerin çocukları, o evde doğmuş, o evde büyümüş, o evde eğitimini almış.

Zamanla yabancı kavramı da terkedilerek, göçmen ismiyle anılmaya başlanmış o misafirler.  Başlanmış başlanmasına da, bu sefer Sarrazin ve Sarrazin gibiler sahneye çıkmışlar. Misafirler inançlarından dolayı aşağılanmaya başlanmış, gittikçe  dozu artmış bu aşağılanmaların. Hatta, kitaplaşmış bile. Sarrazim’in partisi yabancı dostu olarak bilinirmiş ama, nedense Sarrazin’e göz yummuş.  

Sarrazin’in provokosyanlarından sonra: Cami yapımlarında sıkıntılar doğmuş. Minarelerin uzunluğu problem olmuş. Siyasi söylemlerin dışında güven artırıcı önlemler alınmamış.

Göçmenlerin verilmeyen hakları var. Sarrazin belki günah keçisidir. O na bu kadar da yüklenmemek gerekir. Alman devleti yabancılara nasıl bakıyor? Bir de o çerçeveden bakmak lazım: Aradan elli yıl geçmiş. Eğitimde fırsat eşitliği konusu hâlâ masaya yatırılmamış. İnandırıcı çalışmalar yeteri kadar yoğunlaşmamış. Sözlü ve  yazılı basında Alman halkı empati yapmaya davet edilmemiş, konu ile ilgili programlar hâlâ vizyona çıkmamış.

Bu durumda misafirler; isimleri yabancı da olsa göçmen de olsa, ev sahiplerine eskisi kadar güvenmiyorlarmış artık. Aradan elli yıl geçmiş, yüzleri hiç gülmemiş zavallıların. Hâl ve hatırları sorulmamış, saçları  okşanmamış. Arada bir aba altından sopa gösterilmiş.

Oysa bu misafirler/ yabancılar/ göçmenler, II.Dünya Savaşı’ndan sonra taş üstünde taş kalmayan evleri hayatlarını hiçe sayarak imar etmek için gece gündüz çalışmışlar. Ev sahiplerine hiç yük olmamışlar, önlerine ne konduysa yemişler/ almışlar, seslerini çıkarmamışlar, boyunlarını eğmişler, “Eh ne yapalım öyleyse öyledir” diye teslim olmuşlar ev sahiplerinin  adaletine (!).

2000’li yıllara gelince işler biraz değişmeye başlamış; misafirlerin/yabancıların/göçmenlerin çocukları son zamanlarda seslerini biraz yükseltmeye başlamışlar. Onların içinde siyasete atılanlar varmış. Hatta siyasi parti başkanı bile olmuşlar. Avukat, doktor, öğretmen ve iş adamı olmaya başlamışlar. Alman mentalitesini öğrenmişler.

Başlamışlar ev sahibini sorgulamaya. Sorgulayan, misafirlerin/yabancıların/göçmenlerin çocuklarıdır. Kendi yetiştirdikleri çocuklar tarafından sorgulanmaya başlanmışlar. Üçüncü kuşağı yetiştiren de ev sahibidir. Onun sorgulaması daha çetin olacağa benzemektedir. Sorgulayan mı yanlış yapmaktadır, yoksa sorgulanan mı yanlış yapmıştır? Durum ortada, yapılanlara bakılırsa,  bu yanlışlık ev sahibinin yanlışlığıdır.

Bu sorgulamalardan anlaşılıyor ki; misafirin/yabancının/göçmenin sahip olduğu değerlere saygılı olunduğu sürece problemler azalacaktır. Ancak onun değerlerine saygı gösterilmez de alay konusu yapılırsa, yok farzedilirse, okullarda anadil yasaklanırsa, mensubu olduğu dine saygı gösterilmezse, o dinin mensuplarının terörist olduğu varsayılarak hareket edilirse, “müslüman = teröristtir” gibi bir anlayışla rencide edilirse; o da birgün kendine gelecek, Türk ve Müslüman  olduğunu hatırlayıverecektir.

Bu dünya hepimize yetecek kadar büyüktür, verimlidir. Birbirimizi ötekileştirerek mutluluğa ulaşamayız, kucaklayarak ulaşırız. Bizler artık buralıyız, çocuklarımız izinlerini geçirmek için kendi ülkelerini seçmemeye başladılar.

Gelin hep beraber yaşanabilir bir Almanya’yı nasıl inşa edebiliriz, geleceğe güvenle nasıl bakabiliriz onun hesabını yapalım, küresel olan ve bize yabancı olan ne varsa hepisine karşı duralım.

O zaman göreceğiz ki o ev, misafir için de ev sahibi içinde gül bahçesine dönecektir. Dikkatli davrandığımız sürece de dikenleri hiçbir zaman elimize batmayacaktır.



Alman eğitim görevlileri, göçmen çocuklarını anlamak için empati yapmalıdır


Rüştü Kam 27.08.2011

Eğitim konusu kanayan yaramızdır. İstisnasız bütün sivil toplum örgütleri toplantılarında bir vesileyle konuyu eğitime getiriverirler. Duyarlı iki Türk bir araya gelse “Ne olacak bizim çocukların hali!” diye başlarlar eğitim konusunda sohbete. Eğitimi konuşmak kolaydır. Ancak, eğitime yatırım yapmak zordur. Fedakarlık ister,  irade ister, cesaret ister. Ciddi bir çalışma içine girmek söz konusu olunca ortalıkta kimse kalmaz. Eğitime yapılan yatırımların boşuna gideceğine inanılır. Beklemeye tahammülümüz yoktur. Hemen netice isteriz.

2011-2012 eğitim ve öğretim yılı açıldı. Hemen Neukölln’deki bazı okullardan feryatlar yükselmeye başladı.  Öğrencilerin öğretmenleri taciz ettiğinden bahsediliyor. Öyle görülüyor ki, fatura yine yabancılara kesilecek.  2011 yılı, Berlin’de  eğitim reformu için milat olacak elbette.
Eğitim  reformu hazırlanırken sivil toplum örgütlerinin görüşleri de alınsaydı, reforma katkıları mutlaka olumlu olurdu. İhmalden midir yoksa bilinçli mi yapılmıştır bilinmez.  Ama ortada bir eksikliğin olduğu muhakkak.

İş yine başa düştü demektir. Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Veliler olarak bizler neler yapabiliriz hesabımızı yapmamız gerekiyor:


1-Halkımızın  sorunlarını rahatlıkla iletebileceği  danışma merkezleri oluşturabiliriz.
-Bu merkezlerde oluşturulacak  danışma grupları, gelen sorunları gruplandırarak ilgili makamlara ulaştırır ve takibini yapar.

2-Anadil öğretim ve eğitim kursları açabiliriz.
-Bu kurslar ihtiyaca göre her ilçede açılabilir. Bu konuda o ilçelerde hizmet veren sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılabilir.
-Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nden ve Başkonsolusluğu’ndan gerekli destek alınabilir. Öğretmen desteği, araç ve gereç desteği gibi.

3-Eğitim Senatörlüğü ve ilçe Eğitim Müdürlükleri ile işibirliği içine girilerek konu ile ilgili bilgi alışverişinde bulunulabilir.
-Problemlerimiz ve çözüm yollarını gösteren yazılı bir metin kendilerine sunulabilir. Bu konularda velileri bilgilendirici seminerler düzenlenebilir, açık oturumlar yapılabilir. Ancak, sorunların tespitinde ve çözümünde hedef kitlenin dünya görüşleri, dini hassasiyetleri, kültürleri ve içinde yaşadıkları toplumun “mahalle baskısı” gözardı edilmemelidir.

4-Partilerin eğitim sözcüleri ile ilişki kurularak bilgi alışverişinde bulunulabilir.
            -Bu konu çok önemlidir. Problemlerin çözümünün önemli  ayaklarından biridir siyaset makamı. İhmal edilmemelidir.

5-Çalışmalara önce okullardan başlanmalıdır.
-Hangi okullarda çalışma yapılacaksa belirlenmelidir.
-Yapmak istediklerimiz okul yönetimine birebir anlatılmalıdır.
-Sorunların tek taraflı çözülemeyeceği konusunda okul yönetimi ikna edilmelidir.
-Sorunlara suçluluk psikolojisi içinde yaklaşılmamalıdır. Biz Berlin’liyiz. Burada çalışıyoruz, vergimizi ödüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’in yeniden imarında büyük katkımız var. Çocuklarımız burada doğdu, büyüdü. Saçları siyah olmasaydı onlara Alman denirdi. Bu çevrede dolaşıyorlar. Temel eğitimlerini çocuk yuvalarında aldılar. Yanlış yapıyolarsa bu yanlışlık bize ait değildir, Alman eğitim sistemine aittir.: Bundan dolayı yanlışlıklardan sorumlu tutulamayız.   

6-Okullarda veli toplantısına katılarak, taleplerimiz öğretmenlere anlatılmalı ve onların talepleri de alınmalıdır.
-Alman öğrencilere ve onların velilerine Almanya’daki yabancı gerçeğini, müslüman gerçeğini anlatacak olanlar, okul yönetimidir, öğretmenlerdir.
-Bu konularda okul yönetiminin, öğretmenlerin olumlu yönde aktif görev almaları sağlanmalıdır.
-Yabancıları ve müslümanları ötekileştirmenin, eğitimin önünde duran önemli engellerden biri olduğu gerçeği konusunda okul yönetimi ve öğretmenler uyarılmalı ve  ikna edilmelidirler.

7-Bazı okullarda öğrencilerin kökenleri, tarihi, dili, inancı ve gelenekleri konusunda  aşağılandığı duyumları alınmaktadır. Sarrazin sonrası  bu duyumlar sıklıkla alınmaya başlanmıştır.   
-Aşağılanmaya vesile olacak davranışlar konusunda veliler ve öğrenciler bilgilendirilmelidirler.
-Yetkililerle   görüşülmeli ve gerekli alt yapı çalışmaları yapılmalıdır.
-El ilanı, broşür v.s. ile hedef kitle aydınlatılmalıdır.
-Televizyon, gazete ve dergilerde, Almanya’nın geleceği için yabancılarla “birlikte yaşama kültürü”  oluşturulması konusunda, programlar yapılması teklif edilmeli ve bu tekliflerde ısrarcı olunmalıdır. 

8-Alman medyasıyla bir araya gelerek taleplerimiz Alman halkına iletilmelidir.
-Sorumlu olanlar sadece yabancılar değildir. Almanlar da sorumludur. Yabancıları hedef tahtasına koyan Alman siyasetçileri ve bürokratları da sorumludur.
-Almanların yaptıkları yanlışlıklar da medya ile paylaşılmalıdır. 
-Bu konularda açık oturumlar ve sempozyumlar düzenlenmelidir.
-Almanlar empati yapmaya davet edilmelidir.

9-Zaman zaman eğitim kampları  düzenlenerek öğrencilerin öğretmenlere, anne ve babalara karşı görevleri  anlatılmalıdır.
-Arkadaş seçimi konusunda kendilerine yardımcı olunmalıdır.
-Okuma sevgisi aşılanmalıdır.
-Kendi dillerinde ve Alman dilinde hikaye, masal ve  şiir kitapları tavsiye edilmelidir. Ayrıca okuma günleri  düzenlenmelidir. Okuma günlerine velilerin de katılmaları sağlanmalıdır.

10-Almanya içine ve Almanya dışına geziler düzenlenerek öğrenciler arasında arkadaşlıkların güçlenmesine yardımcı olunmalıdır.
-Toplu geziler çocukların üzerinde unutulması mümkün olmayan tatlı hatıralar bırakacaktır, bilgilerini ve görgülerini artıracaktır.
-Sağlam arkadaşlıkların oluşmasına vesile olacaktır.

11-Bizim insanlarımız yüzde doksan Cuma günleri camiye giderler. Dini cemaatlarla diyalog içine girilerek vaazlarda ve bilhassa hutbelerde eğitim ve öğretim konusunda veliye düşen görevler  hatırlatılmalıdır.
-Bu çalışma, devamlılığı olan bir çalışma olmalıdır. Bu çalışmanın içine dini cemaatların eğitimcilerinden ve hocalarından  da birer temsilci alınmalıdır.

12-Eğitimin önemi ve ailelerin  bu konulardaki görevleri hakkında  spot cümleler hazırlanarak  Metropol FM’ de  ve değişik yayın organlarında yayınlanması sağlanmalıdır.
-Alman eğitim sistemindeki yanlışlıklar tespit edilerek ilgililere ve yetkililere çeşitli kanallardan ulaştırılmalıdır.

13-Bütün bu çalışmalar için gerekli olan maddi destek sağlanmalıdır.
-Arkasında maddi desteği olmayan hiçbir oluşum, lazım gelen çalışmayı yapamaz.
-Yapılan çalışmalar çok cılız kalır.
-Eğitime yapılan yatırm uzun vadede geriye döner, aceleci olmamak gerekir, sabırlı olmak gerekir.

2011-2012 Eğitim ve Öğretim Yılı’nde böyle bir çalışma yapmak için ortaya irade koyalım, bu ortak irade de eğitim reformunun yapıldığı bu yılda  bizim miladımız olsun.
Hayırlı olsun.