22 Ekim 2011 Cumartesi

BEŞ BIÇKIN MÜCAHİT(!!!)


BİR HİKAYE DENEMESİ 
Rüştü Kam 14.01.2011

Saygıdeğer okuyucularım, Allah’ın Elçisi Hz.Muhammed yazı serisine bir hafta ara vererek size bir hikaye denemesi yazdım bu hafta. Haftaya inşallah UHUD’da buluşmak üzere...

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken 4+1 bıçkın mücahit varmış… Gurbetçiymiş bunlar…Kendi ülkelerinden çok uzaklardaki  Almanya adında bir ülkeye işçi olarak gelmişler. O zamanlar Almanya’da insanların dini görevlerini yerine getirmelerine yönelik teşkilatlar kurulmuş,  bu teşkilatlardan çoğu Türkiye diye bilinen bir ülkeden yönetiliyormuş. Bıçkın mücahitler de hasbelkader o teşkilatlardan birinin yöneticisi oluvermişler…Astıkları  astık, kestikleri kestikmiş bu bıçkınların…Yönettikleri teşkilatta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamışlar yönetimleri süresince...Yalan söylemek ve iftira atmak da bunların sünnetiymiş aynı zamanda...

O zamanlar Almanya'da bir de göçmen televizyonu kurulmuş. Bu televizyonu  üç gurbetçi arkadaş kurmuş. Ortaklardan biri olan  delikanlı anlarmış televizyon yayıncılığından. Diğer ortaklar kendi işleriyle meşgullermiş...Nasıl olduysa, bu bıçkın mücahitlerle, gurbetçi delikanlının yolları birleşivermiş birdenbire Almanya’nın büyükçe bir şehrinde...O büyük şehirin adı da Berlin’miş...Bir zamanlar Almanya’nın başşehriymiş Berlin...
Kader bu ya, televizyon aşkı o bıçkın mücahitlerle o gurbetçi delikanlıyı televizyon yayıncılığında bir araya getirmiş...Parayı veren düdüğü çalar hesabından hareketle, bıçkın kardeşler o televizyonu sahiplenivermişler...Gurbetçi delikanlı  televizyonun Genel yayın yönetmenliğini yapacakmış...Öyle anlaşmışlar bıçkın kardeşlerle. Ancak  bıçkın kardeşler söz verdikleri halde para desteğinde bulunmamışlar...Bulunmak bir yana televizyonda yayınlanacak reklam konusunda bile delikanlıya ayak bağı olmaya başlamışlar... “O reklamı yayınlayamazsın haramdır, bunu yayınlaman lazım, o helaldir” v.s.

Aslında haramlık ve helallik meselesi değilmiş mesele, mesele: Bıçkın mücahitlerden  birisinin arkadaşı restoran sahibiymiş, aynı zamanda kasaplık da yaparmış...Helal olan onun sattığı etmiş, diğer kasapların sattığı etlerin hepsi harammıııış... 

Bütün bu sıkıntıların üstesinden gelerek yayın hayatını sürdürmüş  gurbetçi delikanlı...4 yıl boyunca o televizyon Berlin'de gündem belirlemiş... “Tek kişilik ordu” diye gazetelere manşet olmuş, hatta başka televizyonlara da konu bile olmuş, bu tek kişilik ordu ile yönetilen televizyon... Zamanla bıçkın mücahitler  genel yayın yönetmenini ve aynı zamanda televizyonun kurucusu olan delikanlıyı çekememişleeer. ‘Bu televizyonda şarkı türkü söyleniyor ve aynı zamanda  davamıza da ihanet ediyor’ diye  baş vezire şikayette bulunmuşlar. Bunun için taaa Kölln'e kadar gitmişler.

Davamıza ihanet ediyor demeleri işin bahanesiymiş, işin aslı başkaymış: O yıllarda geldikleri ülkede ihtilal olmuş, askerler devleti elegeçirmiş. İhtilalden sonra sağcı solcuyla, solcu sağcıyla konuşmazlarmış. Ülkücülerle, şeriatçılar da birbirlerine yan yan bakarlarmış. Genç delikanlı bunları televizyonda bir araya getirmeyi başarmış,  onlarla açık oturumlar bile yapıyormuş televizyonda.
Ayrıca çeşitli dini gruplara da yer vermiş televizyonda genç delikanlı. Süleymancısı da, nurcusu da, diyanetçisi de, o televizyonda yer bulmuş kendisine. Bunlar da yetmezmiş gibi Aleviler de türkü söylemeye, saz çalmaya başlamazlar mı...Bunlar cin çarpmışa dönmüşler... Toplantı üstüne toplantı yaparak, şarkı türkü çalmanın haram olduğuna dair fetva çıkarmaya çalışmışlar. Sonunda çıkarmışlar fetvayı....Bu fetvayı delikanlıya tebliğ etmişler... Tebliğ etmişler etmesine de, delikanlı kesin delil istemiş...Onlar da kesin bir delil  getirememişler... Bu durumda delikanlı aynı şekilde yayın politikasına devam etmiş...Çünkü o delikanlı da aynı zamanda ilahiyatçıymış...Neyin haram neyin helal olduğunu o da bilirmiş...
İşte bıçkın mücahitler asıl bu renkliliği hazmedememişler...Dava dedikleri şey ne ise, bu yapılanlar güya onların davalarıyla örtüşmüyormuş...

Aynı zamanda bunlara dört silahşörler de derlermiş. Başka bir ifadeyle o şehirde bunlar Dalton Kardeşler diye de tanınırmış. Herşeyi  çok iyi bilirlermiş haaa  bu Dalton Kardeşler....Bilmedikleri hiçbirşey yokmuş onların...Siyaseti çok iyi bilirlermiiiş, dini çok iyi bilirlermiiiiş, ekonomiyi çok iyi bilirlermiiiiş, yayıncılığı çok iyi bilirlermiiiiş v.s. Bunların herbiri bulunmaz birer Bursa kumaşıymıııış...

Baş vezire, televizyonda yayınlanan hangi yayının zararlı olduğunu anlatamamışlar Kölln'de ama...Olsun...Baş vezir irade etmiş ve Adil(!)  bir yargılamayla alıvermişler genç delikanlının televizyonunu elinden…Televizyonun kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan delikanlı böylece ortalıkta kalakalmış…Paranın gözü kör olsun…İster istemez razı olmuş kaderine genç delikanlı…Binbir emekle kurduğu televizyonun elinden gittiğine mi yansın, gurbet ellerde beş parasız ve işsiz kaldığına mı yansın…Yoksa bu durumu hanımına nasıl izah edecek olduğuna mı yansın…

Olacak olan olmuş, evde ekmek beklerlermiş çocukları…Genç delikanlı çocuklarının rızkını temin etmek için Manisa’lı bir arkadaşının desteğiyle  pazarcılık yapmaya başlamış, -Allah rahmet eylesin, delikanlının  o arkadaşı genç yaşta Hakkın rahmetine kavuşmuş-… Olanları içine sindirememiş ama yapacak daha fazla bir şeyi de yokmuş delikanlının...Çaresiz sabretmiş bütün bu olanlara...

Televizyonun adı TFD televizyonu imiş. Almanya'daki Türk televizyonu demekmiş...Bir süre sonra da binbir emekle kurulan bu televizyon sorumsuz sorumluların, kifayetsiz muhterislerin üstün gayretleriyle maalesef kapanmış, tarih olmuş...

Bu zihniyetin sahipleri alışkınmış zaten televizyon açıp televizyon kapatmaya. Başka yerlerde kurulan televizyonları da kapatmış bunlar...Hem de Allah rızası için hizmet yapacağız diye, insanların duygularına hitap ederek, onların  birer fenik birer fenik verdikleri paralarla  açmışlar o televizyonları...Hisse sahipleri hesap sormaya başlayınca da” Üzgünüz biz ihanete uğradık” diyerek çok rahat bir şekilde çıkıvermişler  işin içinden...

Ortalıkta dolaşan dedikodulara bakılırsa, bu Dalton kardeşler,  25 sene yönettikleri teşkilatlarını da 4 milyon Euro civarında zarara sokmuşlar...Bu zararı haber alan baş vezir ve arkadaşları hemen bunların görevine son vermiş...Son vermiş vermesine de bunların yıllarca muhasipliğini yapan, onlar gibi bıçkın bir mücahidi(!) de onların boşalttığı koltuğa oturtuvermişler...

O, +1 bıçkın mücahit de vefa borcu olarak 4 milyon Euro’nun iç edilme  konusunu hukuk açısında zaman aşımına uğrayıncaya kadar tartışmamış çalışma arkadaşlarıyla, konuyu açanları da gözünün yaşına bakmadan görevden alıvermiş...Zaman aşımına uğrayınca da elindeki asayı havaya fırlatarak sevinç çığlıkları arasında kutlamışlar zaferlerini hep birlikte Dalton kardeşlerle...Baş vezir de “Aferin evlat aferin…İşte böyle olacak, gel seni alnından öpeyim bakim” demiş ve görev süresini uzatıvermiş ödül olarak +1 bıçkın mücahidin…

Bir numaralı bıçkın  mücahit şeyhliğini ilan etmiş daha sonra, el veriyormuş artık müritlerine ve ekliyormuş soranlara: "Siz biliyor musunuz, ben neler biliyoruuum neler... Padişah hazretlerinin Amerika da 50 milyon, İsviçre' de 40 milyon Doları yatmaktadır haaaa. Ben 25 sene sonra oradan neden ayrıldım sanıyorsunuz? İşte bu sahtekarlıklar yüzünden ayrıldım… İsteyen herkese belgeleriyle ispat ederim bu söylediklerimi” diyerek te üstü kapalı tehdit etmeyi de ihmal etmiyormuş dinleyenlerini...

Müridler de “Vay beee, şu işe bak, görüyor musun olanları” diye dedikodu ediyorlarmış kafalarını sallaya sallaya cemaat arasında...Ondan sonra da oturup zikir(!) yapıyorlarmış topluca... Hiç birisi de “Sen 25 sene ne yaptın orada, şimdi oradan ayrılınca mı aklına geldi bütün bunları anlatmak diye soramıyormuuuuş ...Öyle saça böyle tarak..

İkincisini sürgün etmişler yaşadığı o ülkeden, söylenenlere göre, onun da bankalarda milyonları varmıııış. Oysa bu bıçkın mücahit, daha düne kadar cami kürsülerinden: “Değil faiz almak, faiz vermek, bankaların saçakları altında yağmurdan ıslanmamak için birazcık duranlar bile annesiyle Kâbe’nin önünde zina etmiş gibidirler” diye de vaazlar veriyormuş hararetli hararetli... Hitabeti de oldukça güzelmiş…Vaazlarında belden aşağıya vurmayı da ihmal etmezmiş haaa bu bıçkın mücahit…

Üçüncüsü aslında zavallı birisiymiş…O birinci Dalton’un elinde oyuncak gibiymiş…İradesini ona teslim etmiş, birinci Dalton ne derse, o, onu yaparmış…İki kelimeyi bir araya getirip de konuşamazmış ama…Ne yapacaksın, o memnunmuş çantacılık yapmaktan…Aslında rütbe olarak birinci daltonun rütbesinden üstünmüş rütbesi…Ama ehliyet olmayınca ne yapsın zavallım… Zamanla utancından namaz kılacak cami bile bulamaz olmuş…Birisi bana birşey der diye de  bucak bucak kaçıyormuş insanlardan...

Dördüncü Dalton’a selam bile vermek istemiyormuş  sokakta görenler. Ama o yüzsüzlük edip insanların zorla elini sıkmaya çalışıyormuş yılışık yılışık...

Dördüncü Dalton aynı zamanda duvar ustasıymış. Ancak  bu ustanın bir özelliği varmış ki sormayın gitsin. Bu Dalton usta, öyle ev yapmak, otel yapmak, saray yapmak için duvar örmezmiş. Hürrem Sultanlar’ın emriyle evlerin bodrumlarının kapılarını kapatmak için duvar örermiş. Bu konunun da uzmanıymış hani. Birgün televizyonun genel yayın yönetmeni olan delikanlının oturduğu evin bodrumuna inen kapıyı da kapatıvermiş aniden bir duvarla. Hürrem Sultanlar böyle emir buyurmuşlar. Nedense, Gorbachov Doğu Bloklarından duvarı kaldırırken, dördüncü Dalton duvar yapmaya başlamış. Hem de berlin Duvarı’nın yıkıldığı şehirde yapıyormuş bodrum duvarını.

Delikanlı da almış balyozu eline bigüzel yıkıvermiş bu duvarı. Bu işe celallenmiş Dalton kardeş, yağmış gürlemiş, “Benki dördüncü Dalton’num, bire gafil sen kim olursun da yıkarsın benim yaptırdığım duvarı”diye dellenmeye başlamış... Delikanlı muhatap bile almamış dördüncü Dalton’u...Durumu hemen başvezire bildirmiş. Başvezir olay mahalline bir heyet göndermiş. Heyet kiracıların hepsini toplanmış huzura. Hürrem Sultanlar da varmış bu toplantı da. Heyet herkesi tek tek dinledikten sonra, hep birlikte bodrum duvarını incelemeye inmişler. Delikenlı ve oturduğu evdeki bütün kiracılar bu bodruma kömürlerini koyarlarmış. Başka kömür koyacak yerleri yokmuş. Evler zaten birer buçuk odaymış. Durumu yerinde inceleyen heyet dördüncü Dalton’a emir vermiş: “Derhal bu bodrum duvarı yıkıla ve kiracıların bodrum yolu açıla.” Emir uygulanmış, uygulanmış uygulanmasına da zarar ziyan hesabı delikanlının üzerine yıkılevermiş. Duvarı o yıkmış çünkü.. Heyetin verdiği  böylesine adaletli(!) bir kararla bodrum duvarı olayı çözülüvermiş.

Ne kadar doğrudur ve ne kadar yanlıştır bilinmez amma. Dördüncü Dalton’un  bu yıkılan duvarın altında kaldığı anlatılırmış o şehirde dilden dile, nesilden nesile. Başvezir yapılanları heyetten dinledikten sonra; hımmm demiş ve eklemiş “Buyruğumdur, bu densizin boynu tiz vurula”. Ve alıvermişler kellesini geleceğin fatihi olarak o şehirde nam salmış Dalton kardeşin...

Söylenenlere göre yolsuzluk konuları o büyük şehirden giden bir heyet tarafından Padişah Hazretlerine arzedilmiş: Padişah Hazretleri de ferman buyurmuşlar: "Bu olanların üstüne bir sünger çekin ve dedikodusunu da yapmayın." diye... Meseleyi Padişah hazretlerine arzeden heyetten bazıları; "Emriniz başımız üzredir" derken, bazıları da hayal kırıklığına uğramışlar... Onların da ömrü zaten çok sürmemiş bu olaydan sonra...+1 bıçkın  mücahit alıvermiş onların kellelerini bir bahne uydurarak. 
İnsanlar olup bitenleri neden sonra görmüşler görmesine de ne yapsınlar…Havale etmişler Rabb’lerine onları…Eeeee etme bulma dünyası demişler bu dünyaya...Zalimin zulmü varsa mazlumun da âhı vardır…Herhalde yapılan  zulümler karşılıksız kalmayacaktır, Allah hesabı çetin olandır,  Allah’ın acelesi de yoktur tabii ki deyip tevekkül ediyorlarmış Rabb’lerine...
Hikaye de burada bitmiiiiiş...

Kıssadan Hisse:

Adamcağızın birisi ölmüş. Cenazeyi kaldıracaklar ama köylüler, namazını kıldıracak kimseyi bulamamışlar. Bakmışlar, hafız olan, aynı zamanda da akşamcı olan Bekri Mustafa geçiyormuş yoldan. Yakalamışlar hemen onu. Ne kadar itiraz etse de kurtulamamış ellerinden cemaatın Bekri Mustafa...
Çaresiz cenaze namazını   kıldırmış... Sonra da eğilerek cenazenin kulağına birşeyler fısıldamış... Cemaat merak etmiş ve ne dediğini sormuş Bekri Mustafa'ya, o da; "O na dedim ki, şimdi aşağıya inince sana soracaklar yukarıda ne var ne yok diye, onlara de ki; Bekri Mustafa yukarıda imam oldu, onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar....“


6.İSLÂM KONFERANSI’NIN ARDINDAN...



YETKİLİ MAKAMLAR TARAFSIZ OLMALI VE ALMANYA’DA KURULMUŞ OLAN İSLÂMÎ ÖRGÜTLER DE YENİDEN YAPILANMALIDIR
Rüştü Kam  30.03.2011

Bir İslâm Konferansı daha sona erdi. İslâm Konferansları’nın İçişleri Bakanlarının başkanlığında toplanması bu toplantılara gölge düşürüyor.  İçişleri bakanlıkları güvenlikten sorumlu bakanlıklardır. İslâm Konferansı’nın güvenlikle alakasının olmaması gerekir. Bu şekildeki organizasyonlar uzlaşmacı değil, kavgacı bir ortamın oluşmasına vesile olabilir. Müslümanların düşüncelerinde terörist muamelesi yapılıyormuş gibi bir izlenimin uyanması, müslümanları yaralar. Güven ortamı oluşmaz. İçişleri bakanlarının elinde sopa vardır. Gül yoktur, güvercin yoktur, zeytin dalı yoktur. Bu toplantıların Eğitim bakanlığının başkanlığında toplanması güven ortamının oluşması açısından daha faydalı olacaktır. Müslümanların konumu güvenlik açısından değil de din eğitimi açısından ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu toplantılarda müslümanlar kendilerini potansiyel suçlu değil de, Cumhurbaşkanımız Wullf’un ve Berlin’de Hükümet Eden Belediye Başkanımız\Başbakanımız Wowereit’ın da dediği gibi Almanya’nın bir gerçeği olarak görmeye başlarlarsa ve sorunların çözümünde kendilerine görev düştüğüne inanırlarsa, gerçekten sorunlar birer birer çözülecektir.
Samimiyet ve güven esastır
Ayrıca toplantıya çağrılanların  da din ile, dini cemaatlarla alakalı olmayışı İslâmi kuruluşların mensuplarını derinden yaralamaktadır. Toplantıya davet edilen bazı çatı kuruluşlarının üyeleri arasında bir cami yoktur,  din hizmeti veren bir dernek yoktur. Dahası, İslâm dini ile fazla alâkası olmayan, Kur’an’ı istifade edilmesi gereken bir kitap olarak görmeyen kişilerin de bu toplantılarda taraf olarak bulunması aynı şekilde İslâmi hizmet veren kuruluşları yaralamaktadır.
Adına İslâm Konferansı denilen bu toplantılara İslâmi duyarlılığı fazla olmayan insanları davet ederek, mütedeyyin müslümanların yaşamlarını düzenleyici kararlar almak çözüme yönelik adımların atılmaması anlamına gelmektedir.
İslâm bir dinin adıdır. Bu din vahye dayalı olan son dindir. Bundan sonra peygamber de gelmeyecektir, din de. Müslümanların inandıkları  Kitap’ta  böyle yazar. Müslümanlar da böyle inanır. Sorun varsa eğer, bu sorun nerededir, dinde mi,  dinin Kitabında mı, yoksa   O dinin mensuplarında mıdır?
İslâmî bilgisi ve duyarlılığı olmayan insanları, İslâm dîni konusunda danışman olarak İslâm Konferansı adı altında yapılan toplantılara davet etmek, mesleği kaportacılık olan insanları inşaat konusunda danışman olarak kabul etmeye benzer. Onların verdiği bilgilerle yapılan  binalar yarın birer birer çökmeye başlarsa bu çöküşten herkes zarar görecektir.
Müslüman terör yapmaz
Müslümanlar 50 yıldan beri Almanya’da yaşamaktadır. Almanya’nın en küçük yerleşim birimlerinden tutun da büyük şehirlerine varıncaya kadar müslümanlar Alman tolumuyla içiçe yaşamaktadır. Bu güne kadar kaç tane müslüman sadece inancından dolayı terör eyleminde bulunmuştur, kaç tane müslüman kutsalı adına savaş çığırtkanlığı yapmıştır? Kaç tane müslüman hristiyanları rencide edici, aşağılayıcı tavırlar içine girerek cephe oluşturmuştur? Müslümanları eleştirirken biraz insaflı olmak lazım. Bazı fevri davranışları, gelenekle ilgili, örfle ilgili, töre ile ilgili bazı meseleleri bahane ederek müslümanların potansiyel birer suçlu gibi topluma takdim edilmeleri doğru değildir, yanlıştır, yaralayıcıdır, rencide edicidir.
Müslümanlara gelince
Müslümanlar da kendi davranışlarını elbette gözden geçirmelidirler. Dinleriyle barışık olmalıdırlar. Adlarının müslüman adı olması, toplumda müslüman olarak bilinmeleri demek ki yetmiyor. “Ben de müslümanım, sen benim kalbime bak, benim dedem ve babamda müslüman, hacı “v.s gibi kelimerin arkasına sığınılarak gerçek müslüman olunmuyormuş demek ki. Müslümanlığı yaşamak gerekiyormuş demek ki... Kur’an’ın sesine kulak vermek gerekiyormuş demek ki...
İslâm, Kur’an çerçevesinin dışına çıkarılarak yaşanmıyor demek ki...İslâm sosuyla hazırlanan menülerden gerçek İslâm’ın tadı alınmıyor demek ki...
İslâm Konseyi
Bu durumda daha dikkatli davranmak gereklidir. Değişik isimler altında oluşturulan kurumlar, güven ortamının oluşması açısından Alman Devleti’nin ilgili kurumlarını rahatsız ediyor olabilir. Bu durumda Almanya’da “İslam Konseyi”ni oluşturmak gerekir. Adı ne olursa olsun, hangi meşrebe dahil olursa olsun ben müslümanım diyen herkes konsey şemsiyesi altında toplanmalıdır. Resmi makamlar da böylece muhatap olarak bu konseyi tanıyacak onlarla meselelerini konuşacaktır. Müslümanların birlikte haraket etmeleri güven ortamının oluşması açısından faydalı olacaktır. Bu konsey sorunların çözümünde devletin  ilgili kurumlarına yardımcı olunması açısından önemli  bir yapılanmadır. 
Öte yandan, Müslümanlar bugün dünyada ve özellikle de halkı müslüman olan ülkelerde olup bitenleri görmezlikten gelerek, hiçbirşey olmuyormuş gibi davranamazlar. Halkı müslüman olan Arap ve Afrika  ülkelerindeki son olaylar özgürlük arayışın da gelinen son noktayı göstermektedir. 
Müslümanların yeniden yapılanmaları gerekir
Hele Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanların, mezhep ve meşrep endişelerini bir kenara bırakarak  hızlı bir şekilde hareket ederek, Avrupa’nın şartlarını da göz önünde bulundurarak ve de demokrasinin içinde kalarak, tez elden yeniden yapılanmaları gerekir. Geçmişten devralınan yapılanmalar bugünün müslümanlarına faydalı olamadığı gibi, içinde yaşanılan toplumun fertlerine de gördüğümüz kadarıyla korku veriyor. Almanya’da ve Avrupa’da yaşayan müslümanlar geçmişte buraları imar eden insanlardır. Şimdi de geleceklerini aynı gayret ve fedakarlıkla şekillendirebilirler.
Neler yapılmalıdır diye bakarsak
Müslümanlar, hem düşünce planında, hem de öze yönelik değişiklikler planında, köklü bir yapılanma içine girmelidirler. Doğal olarak müslümanların hem söylem, hem de kurumsal organizasyon olarak durumlarını  yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Bu konularda adım atacak cesur ve  sorumluluk taşıyan iyi niyetli dini bilen ve Kur’an’a saygılı olan ehil  yöneticilere, toplum mühendislerine ihtiyaç vardır.
Yeniden yapılanma gereklidir ama, yeniden yapılanmanın bedeli de vardır, yeniden yapılanmanın şartları ağırdır, yeniden yapılanma fedakarlık ister, yeniden yapılanma ehliyet ister, yeniden yapılanma zamana ve şartlara göre tecditler ister:
Çünkü, yeniden yapılanma, mümkün olduğu kadar ön yargılardan uzak, yeterli birikime ve analiz gücüne sahip kişilerin öncülüğünde, tabanın sesini de dinleyerek, mevcut kaynaklar tespit edilerek yapılmalıdır.
Yeniden yapılanma sürecinde, bulundukları makamları kendine ait ve kurumu da kendisiyle özdeşleşmiş gören bazı kişilerin, bu süreçten rahatsız olup, makam, mevki ve menfaat telaşıyla ciddi sorunlar ve engeller çıkarabileceği gözardı edilmemelidir. Bu kişilerin, kendi menfaatlerini, müslümanların  menfaati gibi takdim etmeleri her zaman mümkündür.
Yeniden yapılanmada şeffaflık esas alınmalıdır. Takiyeci mantıkla yapılanma olmaz. Böyle bir  mantık, yapılan bütün olumlu icraatlara rağmen güveni zedeler. Müslümanların, bilhassa müslümanları temsil eden şahısların içeride söyledikleri ve yaptıklarıyla dışarıda söyledikleri ve yaptıkları örtüşmelidir, uyum içinde olmalıdır ki beklenilen güven oluşabilsin.
Katılımcı şûrâ prensibi
Katılımcı şûra prensibi doğru bir ifadedir. Sorun bu anlayışın doğru olarak uygulamaya konulmamasındadır. Bu prensip, bütün işleviyle birlikte titizlikle uygulanmalıdır, yani şûra toplantılarında istişare heyetine rağmen karar alınmamalıdır. Peygamber efendimizin ''Ümmetim yanlışta ittifak etmez'' buyruğu dikkate alınmalıdır. Sahibimizin de “Aklınızı çalıstırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım[1][1] buyruğu, şûrâ kararlarında tüm boyutlarıyla geçerli olmalıdır.
Muhatap olmak
İslam yerinden yönetimi esas alır ve güdümlü idareye karşı tavır koyar. Doğru olan da budur. Buradan hareketle her müslüman kuruluşun kendi tüzüğüyle ve adıyla varlığını sürdürmesi icabeder.
Müslüman kuruluşlar her bölge de federasyonlar kurarak varlıklarını sürdürebilirler. Bu federasyonlar da “İslam Konseyi”nin üyesi olarak birlik içindeki yerini almalıdır. Böylece ilgili kurumların istediği birlik oluşacak ve muhatap bulmakta sıkıntı çekmeyeceklerdir.
Eğitim birliği sağlanmalı
Müslümanlar yaygın ve örgün eğitime ağırlık vermelidirler. Müslümanlar arasında eğitim birliği sağlanmalıdır. Müslümanlar arasındaki birliğin, beraberliğin oluşması doğru bir eğitime bağlıdır. Din eğitiminde Kur’an esas alınarak müfredat hazırlanmalıdır.
İnternet ve radyonun eğitim amaçlı olarak kullanılması
Eğitim birliğini sağlamak için, böyle bir çalışma gereklidir, ancak bu pahalı bir çalışmadır. Müslümanlar arasındaki yorum uyumunu sağlayacak  profesyonel, ciddi bir dergi ve gazete de çıkarılabilir, radyo da kurulabilir veya bu araçlara sahip kişi ve kurumlarla menfaat birliği yapılabilir.
Yeni bir İlmihal çalışması
Müslümanların yapması gereken işlerin başında gelen en önemli çalışma “İlmihal” çalışması olmalıdır. Mutlaka  'Yeni bir İlmihal' yazılmalıdır. Avrupa’da yaşayan müslümanların yaşam şartları farklıdır. Çünkü, Avrupa farklıdır. Avrupa Ehlikitaptır. Geleneksel din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak, insanların dînî anlayışları, Kuran'ın penceresinden hareketle geliştirilmelidir.
Müslümanlar içinde yaşadıkları toplumda aydın bir müslüman kimliğiyle yaşayabilecekleri şekildek donatılmalıdır. Geçmişte yazılan ilmihallerin bugünün insanına ve de Avrupa’da yaşayan müslümanların ihtiyaçlarına cevap veremediği aşikardır. Hatta bu ilmihaller Avrupa ülkelerinde sıkıntı bile doğurmaktadır.
Bu İlmihal Avrupa'nın şartlarını bilen yani Avrupa'yı, Avrupalı'yı, Avrupa'da yaşayan müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi bilen, tanıyan, ön yargısız, ufku geniş  uzman kişiler tarafından Kur”an esas alınarak hazırlanmalıdır. Bu “İlmihali” Avrupa’da yaşayan din bilginleri hazırlamalıdır. Arap ülkelerindeki ve Türkiye’deki müslüman alimler hazırlamamalıdır.
Bu İlmihal, „Ehl-i Kitap çoğunluk içinde azınlık olarak bulunan müslümanlar İslâm'ı nasıl yaşamalıdırlar?“ sorusunun, her konuda rahatlatıcı cevabını içeren bir ilmihal olmalıdır: Yani müslümanların işlerini zorlaştıran değil kolaylaştıran, onların ellerinden tutan bir ilmihal olmalıdır.
Bu ilmihal bir mezhebin görüşünü yansıtacak şekilde, mezhep taasuubuyla, meşrep taassubuyla  hazırlanmamalıdır.  Kur’an esas alınarak hazırlanmalıdır.
Bazı dînî kavramlar yeniden gözden geçirilmelidir.
Vakıflar kurulmalıdır
Müslümanların “zekat, fitre, sadaka, bağış ve kurban” gibi mali badetleri bu vakıfta toplanmalıdır. Toplanan bu sadakalar Almanya’da harcanmalıdır. Kur’an, yardımların en yakınımızdakilerden başlayarak verilmesini ister. Müslümanların Almanya’da yapacakları bir o kadar hizmet var iken Afrika ülkelerine, Asya ülkelerine büyük ölçüde yardım yapamazlar. Kur’an’ın ruhuna uygun değildir. Kendi evinde yangın varken başkasının evindeki yangını söndürmeye kimse gitmez, gidemez. Müslümanlar arasında yardımlaşma elbette olacaktır, ancak bu yardımlaşma Almanya dışında yaşayan müslümanlar için kırkta bir oranında olmalıdır.
Doğru olan zekatların büyük bölümünün Almanya’da kalmasıdır. Kurbanların da Almanya’da kesilmesidir, Alman komşularımızla birlikte paylaşılmasıdır. Sosyal kurumlarla işbirliği yaparak ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasıdır. Bu durum Allah’ın rızasına daha uygun olacaktır.  Diğer hizmet alanlarında da aynı hassasiyet gösterilmelidir.
Kurban ve Zekat paralarıyla ihtiyaç duyulan kurumlar kurulabilir. Okul, gazete, dergi, cami ve araştırma merkezi gibi müslümanları bilgi olarak besleyen, donatan kurumlar kurulabilir. 
Mesela:
1- Üniversite öğrencilerine burs verilebilir: Bu alan müslümanların üzerinde hassasiyetle durması gereken bir çalışma alanı olmalıdır. Kadro elamanlarını yetiştiremeyen bir topluluk başarısızlığa mahkumdur. Hasbelkader ilk öğretim okullarından mezun olmuş veya sonradan meslek yapmış, imkanları ölçüsünde İslâmi teşkilatlar içinde hizmete devam eden gönüllülerle, müslümanlar uzun vadede  hizmetlerine devam edemezler.
Üniversitelerde okuyan öğrenciler desteklenmelidir. Yeterli miktarda burs verilerek  desteklenmelidir. Doktora yapanlar daha çok desteklenmelidir. Bu vesileyle gelecekte teşkilatlar ehil imsanların eline teslim edilmiş olacaktır.
2-İhtiyaç duyulan yerlere minareli camiler yapılabilir: Müslümanlar fabrika binalarından, arka binalardan, bodrumlardan kurtarılmalıdır. Bodrumdaki dine kimse itibar etmez. Bodrumdaki dinin mensubuna da kimse gereken değeri vermez.
3- Gazete, dergi, radyo ve televizyon kurulabilir: Böylece müslümanlar arasında eğitim birliği sağlanacak ve hem de  eğitim seviyeleri yükselecektir.
4- İslâm’ı tanıtım amaçlı konferaslar ve paneller düzenlenebilir: Ancak bu konferanslar Kur’an esas alarak hazırlanmalıdır. Mezhep ve meşrep taasubuyla hazırlanmamalıdır.
5- İslam araştırma enstitüleri ve okulları açılabilir: Araştırma enstitüleri müslümanların geleceğinin sağlam temeller üzerine oturması için gerekli olan bir kurumdur. Bu enstitülerinin araştırmalarının sonuçları müslümanlarla sürekli paylaşılmalıdır. İlk okuldan liseye kadar özel okullar açılmalıdır. Bu okullar da bir mezhep ve meşrep taassubundan uzak Kur’an merkezli din eğitimi yapılmalıdır.
6- Çocuk yuvaları açılabilir: Çocuk yuvaları çocuğun eğitimi açısından fevkalade önemlidir. Dil eğitimi açısından, görgü kuralları açısından ve hem de temel dini bilgiler açısından fevkalade önemlidir.
7- Gençlik merkezleri açılabilir: Gençlerin kötü alışkanlıklardan uzak tutulması için gerekli olan gençlik merkezleri açılmalıdır. Bu merkezlerde sportif faaliyetler, müzik eğitimi, tiyatro eğitimi verilebilir. Meslekî yönlendirme yapılabilir.
8- İlk öğretimdeki öğrencilerin başarılarının artması için okul öğrencilerini destekleme kursları açılabilir: Bu kurslar çocukların okullardaki başarılarının artırılması için gerekli olan kurslardır. Bu kurslar veli ve okul işbirliği ile desteklenebilir.
9- Kütüphaneler açılabilir: Bu kütüphanelerde Kur’an merkezli din kitapları bulundurulmalıdır. Aynı zamanda okuma akşamları düzenlenerek müslümanların bilgi seviyeleri yükseltirlmelidir.
Eleman yetiştirmek  
Müslümanların, teşkilatlarına elaman yetiştirmek gibi bir lüksü olmamalı, vasıflı insan yetiştirmek gibi bir derdi olmalıdır. Böylece yetişen vasıflı elemanlar içinden, doğal seyrinde ihtiyaç duyulan birim ve konularda eleman seçmek daha kolay ve mantıklı olacaktır.
Seçilen bu elemanların müslümanların amaçları doğrultusunda bilgilendirilecekleri ve belirli becerileri elde edebilecekleri enstitüler açılarak istenilen vasıflarla donatılmış personel elde edilebilir. Müslümanlar yetiştirdiklerii insanların vasıflı olmasına özen gösterirlerse, sözkonusu şahıslar her yerde faaliyetlerini sürdürebilirler. Bu konuda bilhasa iş adamlarına önemli görevler düşmektedir. İş adamlarımız yetişmiş elaman aramamalıdır, elaman yetiştirmelidir.
İrşad faaliyetleri
Çuurlu bir müslüman yetiştirmek özlemiyle çalışan müslümanlar,  önlerine hedef olarak irşad faliyetlerini ve nafile ibadetleri koymamalıdır. Böyle yapılırsa müslümanlarda ruhbanlığa doğru bir kayma olur. İslâm eğitiminde nafile ibadetlerin yeri bellidir. Adı üstünde o ibadetin adı nafiledir. Yani boş zaman ibadetidir.
'İnsanlara hizmet etmek (Cihad) gibi ulvi bir davası olan insanların başka şeyleri yapmaya zamanı kalmaz'
İmamların eğitiminin gözden geçirilmesi
Camilerde hizmet veren din görevlilerimize gerekli olan saygı ve hürmet kendilerinden esirgenmemelidir. En az bilgili olan imam bile,- madem onun arkasında namaz kılıyor ona tabi oluyoruz- hürmete layık büyüğümüz, önderimiz olarak baş tacı edilmelidir, tahsildar ve garson olarak kullanılmamalıdır. Onlar, ulema mı, Umera mı? sıralamasında birinci sırada olmalıdırlar. Geçim kaygısıyla, başkana ve idare heyetine veya cemaatın önde gelenlerine yağ çekmek mecburiyetinde bırakılan imamın ne kendisine ne de başkasına faydası olur.
Donanım konusuna gelince; imamlara  ilk önce ülke lisanını öğrenme konusunda yardımcı olunmalı, teşkilat imkanları lisan öğrenimi için seferber edilmelidir. Lisan öğenimine parelel olarak hutbeler en azından iki lisanda okunmalıdır. Alt yapısı olan gençler imkanlar zorlanarak yukarıda sözünü ettiğim enstitülerde belirli periyodlarla ehil kişilerin gözetiminde  eğitime tabi tutularak yetiştirilmelidir.
Din İşleri Yüksek Kurulu (DİYK)oluşturulmalıdır
Müslümanlar kendi dini problemini kendileri çözmelidir. Bu iş için, ehil olan din alimlerinden oluşan bir din kurulu oluşturulmalıdır.  Ancak her iki kurulun fetvaları da bağlayıcı değil tavsiye niteliğinde olmalıdır. Ve aynı şekide başka konularda da DİYK benzeri kurullar oluşturularak en azından hedef kitlenin günlük dini problemlerine neşter vurulmalıdır. Yani sadece dini alanda değil bunun yanısıra sosyal, kültürel ve hukuki alanlarda da benzeri kurullar oluşturulmalıdır.
Müslim ve Gayri Müslim Göçmen kuruluşlarla işbirliği..
Bu tür faaliyetler uzman eleman işidir, nitelikli eleman ister, cemaat, tarikat, meşrep fanatizminden uzak olmayı gerektirir, özveri ister. Diyalog hep bana düşüncesiyle kurulmaz, biraz sana biraz da bana anlayışıyla kurulur.
Hele 11 Eylülden sonra, müslümanlar dışarda olup bitenlere bîgâne kalarak, müslümanlığı cazibe merkezi haline getiremezler.
Dini cemaatlarla olan ilişkiler de aynı şekilde cemaat, tarikat ve meşrep fanatizminden uzaklaşarak kurulabilir.
Müslümanlar Ehl-i Kitapla olan ilişkilerini  Kur’an ve Sünnet çizgisine oturtmalıdırlar. Günümüzde dünyadan başka bir hayatı gerçek kabul etmeyen modern insanlara nispetle, Ehl-i Kitab'ın müslümanlığa yakın olan inançlarını dikkate alıp onlarla olan hukukun bu temelde oluşturulması  gerekir.
Camilerimizin fizik mekanları  yeniden gözden geçirilmelidir
„Camiler yeniden gözden geçirilmelidir. Mümkünse arka binalarda, bodrum katlarda, birinci ve ikinci katlarda ibadet yapma yerine, ihtiyaca göre şehrin mekezi yerlerine minareli camiler inşa edilmelidir.  İçine giren insanlarımızın manevi bir atmosfere bürünebilmelerini sağlayacak ortam oluşturulmalıdır. Böylece İslam medeniyetinin merkezini teşkil eden camiler Avrupa'da da işlerlik kazanabilir.
Estetik ve temizliğe önem verilmelidir. Çorap kokusundan, tuvalet kokusundan dolayı huşu içinde ibadet yapılamayan camilerimiz var. Secdeye inince burnumuzun direği sızlıyor. Bu faaliyetlerin denetlenmesi için her bölgede bir murakıb heyeti kurulabilir.
Bu konularda, bölgeler  kendi yerel yönetimleriyle ilişkiye girebilirler. Samimiyete ve güvene dayalı iyi niyetli çalışmalarla sorunlar mutlaka  çözülecektir.
Takiye yaparak:
-„Ben ondan değilim de“,
-„İşte karşılıklı menfaat birlikteliğimiz var da“,
-„Aslında o kötü, ben daha iyiyim de“ gibi, çelişkili, iftiraya ve kıskançlığa dayalı tutarsız ifadelerle güven ortamı oluşturulamaz. Oluşturuluyor gibi görünse bile bir gün ipler kopuverir. Şeffaflık esastır. Şeffaf olmayan müslümanlara Allah münafık der...Allah Münfıkların şerrinden gerçek müslümanları korusun...

Sonuç

İNFAK Müslüman’ım ve İŞİTTİM İTAAT ETTİM diyen her Mümin'ın olmazsa olmazıdır..Allah aklını çalıştırmayan teslimiyetçiler için şöyle der:

“-Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler:

“Sizi cehenneme ne soktu?

Onlar şöyle derler:

Biz namaz kılanlardan değildik.

Yoksula yedirmezdik.

Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.

Ceza gününü de yalanlıyorduk.

Nihayet ölüm bize gelip çattı.“

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar? Onlar sanki aslandan kaçan yaban eşekleridirler.” Müddessir 40-51

“İÇİMİZDEKİ

BEYİNSİZLERİN

YÜZÜNDEN,

BİZLERİ HELAK

EDERMİSİN

ALLAHIM! “ A`raf suresi 155.âyet



AVRUPA’DA KURULMUŞ OLAN İSLÂMÎ KURULUŞLAR YENİDEN YAPILANMAK ZORUNDADIR


Rüştü Kam  30.03.2011

Berlin’de İslam Konferansları düzenleniyor. Ancak bu İslâm Konferansları’nın İçişleri Bakanlarının başkanlığında yapılması bu toplantılara gölge düşürüyor.  İçişleri bakanlıkları güvenlikten sorumlu bakanlıklardır. İslam konferansı’nın güvenlikle alakasının olmaması gerekir. Bu şekildeki organizeler uzlaşmacı değil kavgacı bir ortamın oluşmasına vesile olabilir. Müslümanların düşüncelerinde terörist muamelesi yapılıyormuş gibi bir izlenimin uyanması, müslümanları yaralar. Güven ortamı oluşmaz. İçişleri bakanlarının elinde sopa vardır. Gül yoktur, güvercin yoktur, zeytin dalı yoktur. Bu toplantıların Eğitim bakanlığının başkanlığında toplanması güven ortamının oluşması açısından daha faydalı olacaktır. Müslümanların konumu güvenlik açısından değil de din eğitimi açısından ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu toplantılarda müslümanlar kendilerini potalsiyel suçlu değilde, Cumhurbaşkanımız Wullf’un ve Hükümet Eden Belediye Başkanımız\Başbakanımız Wowereit’ın da dediği gibi Almanya’nın bir gerçeği olarak görmeye başlarlarsa ve sorunların çözümünde kendilerine görev düştüğüne inanırlarsa, gerçekten sorunlar birer birer çözülecektir.
Samimiyet ve güven esastır
Ayrıca toplantıya çağrılanların  da din ile, dini cemaatlarla alakalı olmayışı İslâmi kuruluşların mensuplarını derinden yaralamaktadır. Toplantıya davet edilen bazı kuruluşların üyeleri arasında bir cami derneği bile yoktur,  din hizmeti veren bir dernek yoktur. Dahası, İslam dini ile alakası olmayan, Kur’an’ı istifade edilmesi gereken bir kitap olarak görmeyen kişilerin de bu toplantılarda taraf olarak bulunması aynı şekilde İslâmi hizmet veren kuruluşları yaralamaktadır.
İslâmi kurum ve kuruluşların da bu olumsuzluklarda elbette katkıları vardır. Değişik isimler altında oluşturulan kurumlar da, güven ortamının oluşması açısından Alman Devletini rahatsız ediyor olabilir. Müslümanların birlikte haraket etmeleri, sorunların çözümünde devletin konu ile ilgili kurumlarına yardımcı olmaları arzu edilen bir yapılanmadır.  Bu açıdan konuya yaklaşırsak:
Müslümanların teşkil ettiği kuruluşların yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Müslümanlar dünyada ve özellikle de halkı müslüman olan ülkelerde olup bitenleri görmezlikten gelerek, hiçbirşey olmuyormuş gibi davranamazlar. Arap ülkelerindeki son olaylar özgürlük arayışın da gelinen son noktayı götermektedir. 
Müslümanların yeniden yapılanmaları gerekir
Hele Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanların, mezhep ve meşrep endişelerini bir kenara bırakarak  hızlı bir şekilde hareket ederek, Avrupa’nın şartlarını da göz önünde bulundurarak demokrasinin içinde kalarak, tez elden yeniden yapılanmaları gerekir. Geçmişten devralınan yapılanmalar bugünün müslümanlarına faydalı olamadığı gibi, içinde yaşanılan toplumun fertlerine de korku veriyor. Almanya’da ve Avrupa’da yaşayan müslümanlar geçmişte buraları imar eden insanlardır. Şimdi de geleceklerini aynı gayret ve fedakarlıkla şekillendirmek zorundadırlar.  Ancak geleceğin şekillendirilmesi bazı yapısal değişiklerin yapılmasına bağlıdır.

NELER NASIL YAPILMALIDIR
Yeniden yapılanma çok ciddi şekilde üzerinde durulması gereken ve Avrupalı müslümanlar açısından önem arzeden hayati bir konudur. Bu zamana kadar uygulanan metodların belli teşebbüslerin, niyet ve nitelik yoksunluğundan dolayı taasup ve noksan uygulamalarla bir türlü rayına oturamaması, hastalığı kronikleştirmiştir.
Müslümanlar, hem düşünce planında, hem de öze yönelik değişiklikler planında, köklü bir yapılanma içine girmelidirler. Çünkü, her kurumsal faaliyet zaman, şartlar ve taleplerin gereği olarak, kendini işlev ve içerik olarak her konuda yenilemek mecburiyetindedir. Aksi halde gerek içinde barındırdığı kitleden, gerekse dışında muhatap olduğu kitleden uzaklaşmak ve kopmak durumunda kalacaktır, demode olacaktır.
Doğal olarak müslümanların hem söylem, hem de kurumsal organizasyon olarak durumunu köklü bir şekilde gözden geçirmesi gerekir. Bu konularda adım atacak cesur ve  sorumluluk taşıyan iyi niyetli ehil  yöneticilere ihtiyaç vardır.

Müslümanlar için yeniden yapılanma gerekli midir?
Yeniden yapılanmaya her açıdan ihtiyaç vardır. Ancak bu ihtiyacı giderecek potansiyeli ciddi bir şekilde gözden geçirmek gerekir: çünkü, yeniden yapılanmanın bedeli vardır, yeniden yapılanmanın şartları ağırdır, yeniden yapılanma fedakarlık ister, yeniden yapılanma ehliyet ister, yeniden yapılanma zamana ve şartlara göre tecditler ister.
Yeniden yapılanma, mümkün olduğu kadar ön yargılardan uzak, yeterli birikime ve analiz gücüne sahip kişilerin öncülüğünde, tabanın sesini de dinleyerek, mevcut kaynaklar tesbit edilerek yapılmalıdır.
Yeniden yapılanma sürecinde, bulundukları makamları kendine ait ve kurumu kendisiyle özdeşleşmiş gören bazı kişilerin, bu süreçten rahatsız olup, makam, mevki ve menfaat telaşıyla ciddi sorunlar ve engeller çıkarabileceği gözardı edilmemelidir. Bu kişilerin, kendi menfaatlerini, teşkilat menfaati gibi takdim etmeleri her zaman mümkündür.

YENİDEN YAPILANMA
1- Yapısal değişiklikler
Teşkilat saydamlığı esas alınmalıdır. Şimdiye kadar çekilen sıkıntıların temelinde takiyeci bir mantık yatmaktadır. Bu da içinde yaşdığımız topluma verdiğimiz güveni (yapılan bütün olumu icraatlara rağmen) zedelemektedir. Bundan dolayı teşkialatlarımızı temsil eden şahısların içeride söyledikleri ve yaptıklarıyla dışarıda söyledikleri ve yaptıkları örtüşmelidir, uyum içinde olmalıdır ki beklenilen güven oluşabilsin.
Müslümanların kurdukları teşkilatlarda teşkilatların genel başkanı dahil bütün yöneticileri atamayla değil seçimle işbaşına gelmelidir. Cemaat atanan başkandan daha ziyade kendi seçtiği başkanla çalışmak ister.
Genel Başkan ve dernek başkanları en fazla dört sene süreyle icra heyetlerinin başında kalabilmelidir.      (Bu süreler şartlara göre kısaltılabileceği gibi uyatılabilmelidir de)
Katılımcı şûrâ prensibinin karar alma mekanizmasında esas alınması.
Katılımcı şura prensibi doğru bir ifadedir. Sorun bu anlayışın doğru olarak uygulamaya konulmamasında yatmaktadır. Bu prensib, esas alınmanın da ötesinde bütün işleviyle birlikte titizlikle uygulanmalıdır, yani şurada istişare heyetine rağmen karar alınmamalıdır. Peygamber efendimizin ''Ümmetim yanlışta ittifak etmez'' buyruğu dikkate alınmalıdır. Sahibimizin de “Aklınızı çalıstırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım[1] buyruğu, şûrâda tüm boyutlarıyla geçerli olmalıdır.
Genel Merkez, Bölge ve Şube ilşkisinin belirlenmesi
Genel Merkez ve Şube ilişkilerinde bulunulan ülkelerin hukuku çerçevesinde federatif bir yapı esas alınmalıdır. Yani her bölge ve şube özerklik haklarını korumalıdır. Ve Genel Merkezle olan münasebetler bu yapı çerçevesinde özenle sürdürülmelidir.
İslam yerinden yönetimi esas alır ve güdümlü idareye karşı tavır koyar. Doğru olan da budur. Buradan hareketle her kuruluşun kendi tüzüğüyle ve adıyla varlığını sürdürmesi icabeder.
Müslüman teşkilatlar her bölgede federasyonlar kurarak varlıklarını sürdürmelidir. Faaliyet alanları farklı olan lokal kuruluşlar da çatı organizasyonlarını üye olarak desteklemelidirler. Bölge federasyonları bulunulan ülke çapında konfederasyonlarını oluşturmalıdırlar. Eyalet ve Ülke hukuku bu oluşumda belirleyici olmalıdır.
Böylece lokal kuruluşların faaliyetleri federasyonu olumsuz olarak etkilemeyecektir. Gerekli görüldüğü takdirde federasyonun dünya görüşüne muhalefet eden veya faaliyetleriyle federasyonu  zor durumda bırakan dernekler rahatlıkla federasyon bünyesinden çıkarılabilirler.
Kadın, Gençlik ve diğer kuruluşlar
Kadın, gençlik ve diğer kuruluşlar da çeşitli isimler altında dernekleştirilerek kendi federasyonlarını oluşturmaları ve konfederasyona, federasyon olarak üye olmaları, ancak kendi faaliyet alanlarında serbest bırakılmaları sağlanmalıdır. Çatı organizasyonuna bağlılıkları resmi üyelik şeklinde olmalıdır. Federasyon ayda bir olmak üzere üye derneklerle toplantılar yaparak faaliyetlerle ilgili bilgiler almalı ve yeni stratejiler belirlemelidir. Bu toplantılar kamuya açık olarak yapılmalıdır. Stratejilerin belirleneceği toplantılar istisna tutulabilir. Spor kulüpleri, veli dernekleri v.b. kuruluşlarda aynı prensiplerle çalışmalıdırlar.
2- Eğitimde yeniden yapılanma
Her teşkilatın bir el kitabı olmalıdır. Böyle bir çalışmanın yapılması fekalade faydalı olacaktır. Ancak muhtevanın akademik bir süzgeçten geçirlerek kitap haline getirilmesi gerekir. Böyle titiz bir çalışmayla daha faydalı sonuçlar elde edilebilinir. Ancak bu kitapçık içinde yaşanılan toplumun hukuk yapısına ters düşmemelidir.
Eğitim kurumları, dernekleşerek ve de özelleştirilerek federasyon içinde yerlerini almalıdırlar. Yaptığı faaliyetlerin getirisiyle ayakta durabilenler durmalı, duramayanlar belirli zaman dilimi içinde yapılabiliyorsa sübvanse edilmeli, yapılamıyorsa elden çıkarılmalıdırlar.
Müfredat programları bulunulan ülkenin şartları göz önünde bulundurularak ehillerince modern çağın eğitim metodlarından faydalanılarak hazırlanmalıdır.
Ders kitapları Ehl-i Kitap gerçeği göz önünde bulundurularak ehillerince hazırlanmalı ve okutulmalıdır. Diğer sahalarda, Tarih, Türkçe ve  Ehli Kitap medeniyetini tanıtan entegrasyon amaçlı kitaplar uzmanlarınca hazırlanacak veya başka yollarla tedarik edilebilecek yardımcı kitaplar da, faydalanılabilecek kitaplar olarak eğitim kurumlarına tavsiye edilmelidir. Öğretmenler çalışmalarında kaynak arama derdine düşmeden bu kitaplardan azami derecede yararlanabilmelidirler. Tabii ki derslerde bu kitapların dışında başka kitaplardan faydalanılamaz gibi bir şart, eğitimde kısırlaşmanın yolunu açar.
Müslümanlar yaygın ve örgün eğitime ağırlık vermelidirler. Eğitim kurumları da kendilerini yaygın ve örgün eğitime göre programlamalıdırlar. Örgün eğitimler hafta sonunda, yaygın eğitim hafta içinde  yapılmalıdır, böylece yaygın eğitim için gerekli zaman ve zemin oluşturulmuş olacağı gibi, eğitimci sıkıntısı da çekilmeyecektir.
Hafta içinde camilerde nachhilfe eğitimi yapılmalıdır
Bu şekildeki bir eğitim organizasyonu ile cemaat birebir eğitime tabi tutulacağı için, yanlış  cephelere kaymalar asgariye indirilmiş olacaktır. Hafta içinde camilerde nachhilfe eğitimi yapılmalıdır. Dolayısıyla çocuklar için cami faydalı hale geleceğinden, cami zorla gidilen bir yer olmaktan çıkacak ve cazibe merkezi haline gelecektir. Din eğitimi de hafta sonlarına kaydırılarak uygun ortamlarda belirli bir disiplin içinde günde üç ders saati olmak şartıyla toplam altı ders saati olarak verilmelidir. Böylece öğrenciler arasında yaş ve seviye tespiti yaparak cami eğitimi daha faydalı hale getirilmiş olacaktır.
İnternet ve radyonun eğitim amaçlı olarak kullanılması
Böyle bir çalışma gereklidir, ancak pahalı bir çalışmadır. Müslümanlar arasındaki yorum uyumunu sağlayacak  profesyonel ciddi bir dergi ve gazete çıkarılabilir. Hem teşkilat mensupları hem de dışarıdaki insanların istifadesine sunulabilir. İnternet, radyo ve televizyon gibi araçlarla da eğitim hizmetleri sunulabilir. Sözkonusu araçlara sahip değilsek bile bu araçlara sahip kişi ve kurumlarla menfaat birliği kurulabilir.
Yeni bir İlmihal çalışması
'Yeni bir İlmihal' yazılmalıdır. Geleneksel din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak, insanların dini idrak ve şuurları, Kuran'ın penceresinden hareketle geliştirilmeli, insanlarımız içinde yaşadıkları toplumda aydın bir müslüman kimliğiyle yaşayabilecekleri şekildeki özelliklerle donatılmalıdır.
Bu İlmihal Avrupa'nın şartlarını bilen yani Avrupa'yı, Avrupalı'yı, Avrupa'da yaşayan müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi tanıyan, ön yargısız, ufku geniş  uzman kişiler tarafından Kur’an esas alınarak hazırlanmalıdır.
Bu İlmihal „Ehl-i Kitap çoğunluk içinde azınlık olarak bulunan müslümanlar İslâm'ı nasıl yaşamalıdırlar?“ sorusunun her konuda rahatlatıcı cevabını içeren bir ilmihal olmalıdır: Yani müslümanların işlerini zorlaştıran değil kolaylaştıran, onların ellerinden tutan bir ilmihal olmalıdır.

Burs Yönetmeliği
Burs, müslümanların üzerinde hassasiyetle durması gereken bir çalışma alanı olmalıdır. Kadro elamanlarını yetiştiremeyen bir topluluk başarısızlığa mahkumdur. Hasbelkader ilk öğretim okullarından mezun olmuş veya sonradan meslek yapmış, imkanları ölçüsünde teşkilatlar içinde hizmete devam eden gönüllülerle, müslümanlar uzun vadede  hizmetlerine devam edemezler.
Üniversitelerde okuyan öğrenciler geçinebilecekleri kadar burs verilerek mutlaka desteklenmelidirler. Burs verilecek öğrencilerde aranacak vasıflar elbette olacaktır, ancak bu vasıflar, dar bir çerçeve içine sıkıştırılan üç beş maddelik cemaat mensubiyetiyle ilgili  vasıflar olmamalıdır. 
Bursları Genel Merkez veya bölgeler değil, şubeler vermelidir. Böylece şubelerin bünyesinde vasıflı elamanların sayısı artacak ve cemaat kime ne veriyorsa onu bilecek ve hergün gözünün önünde görecek, şubelerdeki sorumluluk bilinci artacaktır. Özet olarak şubeler arası hayırda yarış teşvik edilmiş olacaktır. En önemlisi bu vesileyle teşkilatlar ehil imsanların eline teslim edilmiş olacaktır.
Eleman yetiştirmek  
Müslümanların, teşkilata elaman yetiştirmek gibi bir lüksü olmamalıdır. Vasıflı insan yetiştirmek gibi bir derdi olmalıdır. Böylece yetişen vasıflı elemanlar içinden doğal seyrinde ihtiyaç duyulan birim ve konularda eleman seçmek daha kolay ve mantıklı olacaktır.
Seçilen bu elemanların teşkilat amacı doğrultusunda bilgilendirilecekleri ve belirli becerileri elde edebilecekleri enstitüler açılarak istenilen vasıflarla donanmış personel elde edilebilir. Eleman yetiştirmek için yukarıdaki metodun tercih edilmesinin sebebi şudur: Teşkilat için yetiştirilen insan çoğunlukla teşkilat varlığını sürdürdüğü müddetçe var olabilmekte aksi sözkonusu olduğunda ise yokolabilmektedir. Halbuki müslümanlar yetiştirdiği insanların vasıflı olmasına özen gösterirlerse, sözkonusu şahıslar,  bırakın kaybolmayı hiç teşkilatımızın olmadığı yerde bile çalışmalar başlatıp yeni  şubeler kurabilirler.
3- İrşad ve Tanıtma faaliyetlerinin reorganizasyonu
İrşad faaliyetlerinde Kur’an esas alınmalıdır. Tebliğ ve irşad denilince İslâm'ın tebliği, insanların irşadı akla gelir. Bu konuda Sahibimiz'in mihmandarlığı tebliğciler için yeterlidir.
Ne yaptığını bilen donanımlı, faaliyet yapacağı alana göre şuurlandırılmış tebliğ ve beyan edici elamanlar yetiştirmek esastır. Bundan ötesi propagandist yetiştirmek, çığırtkan yetiştirmek olur. Bu tür elemana gerek yoktur: Çünkü bu elamanlar cemaat fanatizmiyle hareket ederler. Gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olan teşkilatların böyle ucuz kahramanlara ihtiyacı olmaz. Teşkilata üye yetiştirmek olmamalıdır maksat, maksat Allah’a duruşu belli kul yetiştirmek olmalıdır.
İrşad derslerinin, hassaten nafile ibadet ve zikir programlarının teşvik edilmesi.
Gerçek bir müslüman yetiştirmek özlemiyle çalışan bir teşkilat, önüne hedef olarak irşad faliyetlerini ve nafile ibadetleri koyuyorsa, orada ruhbanlığa doğru bir kayma olur. Sistemlerin değil tarikatların alternatifi olmak gibi bir anlayışın varabileceği sonuçtur bu.
İslâm eğitiminde nafile ibadetlerin yeri bellidir. Merkezi idarenin nafile ibadetleri teşvik etmesi müslümanları  teşkilat amacının dışına taşımak olacaktır.
'İnsanlara hizmet etmek (Cihad) gibi ulvi bir davası olan insanların başka şeyleri yapmaya zamanı kalmaz'
Müslümanların kurdukları teşkilatlarda  genel olarak irşad faaliyeti yapılmaktadır. Sanki amaç problem çözmek, insan eğitmek  değil de beyin yıkamak gibi. „Hedef kitlenin derdi nedir? Bizler bu insanların ellerinden nasıl tutar da onlara yardımcı olabiliriz?“ diye bir düşüncenin geliştirilmesinin  planları maalesef  yapılmamaktadır. Bu durumun gözden kaçmış olabileceğini ümit ediyorum. Aksi taktirde insanların müslüman olmaları için sebep kalmamaktadır.
İmamların eğitiminin gözden geçirilmesi
Camilerde hizmet veren din görevlilerinin yaptıkları iş karşılığında hak ettikleri maaş  kendilerine verilmelidir. İkinci olarak imam olmalarından ötürü gerekli olan saygı ve hürmet kendilerinden esirgenmemelidir. En az bilgili olan imam bile,- madem onun arkasında namaz kılıyor ona tabi oluyoruz- hürmete layık büyüğümüz, önderimiz olarak baş tacı edilmelidir, tahsildar ve garson olarak kullanılmamalıdır. Ulema ve Umera sıralamasında birinci sırada olmalıdır. Başkana ve idare heyetine veya cemaatın önde gelenlerine yağ çekmek mecburiyetinde bırakılan imamın ne kendisine ne de başkasına faydası olur.
Donanım konusuna gelince; imamlara  ilk önce ülke lisanını öğrenme konusunda yardımcı olunmalı, teşkilat imkanları lisan öğrenimi için seferber edilmelidir. Lisan öğenimine parelel olarak hutbeler en azından iki lisanda okunmalıdır. Alt yapısı olan gençler imkanlar zorlanarak yukarıda sözünü ettiğim enstitülerde belirli periyodlarla ehil kişilerin gözetiminde  eğitime tabi tutularak ihtiyaç duyulan kadar imam yetiştirilmelidir.
Din İşleri Yüksek Kurulu (DİYK)oluşturulmalıdır
Bölge federasyonları içinde ve konfederasyon bünyesinde kurumlaştırılmalıdır.  üyeleri atama usulüyle değil ehillerince seçim usulüyle işbaşına getirilmelidir. Her bölge kendi dini problemini kendisi çözmelidir. Konfederasyon içinde kurumlaşan DİK ise, bölgelerde çözülemeyen konularda araştırma yapabilecek bir üst kurul olmalıdır. Ancak her iki kurulun fetvaları da bağlayıcı değil tavsiye niteliğinde olmalıdır. Ve aynı şekide başka konularda da DİK benzeri kurullar oluşturularak en azından hedef kitlenin günlük dini problemlerine neşter vurulmalıdır. Yani sadece dini alanda değil bunun yanısıra sosyal, kültürel ve hukuki alanlarda da benzeri kurullar oluşturulmalıdır.
Türkçe ve Türkçe olmayan tanıtma çalışmaları...
Türkçe ve Almanca yapılmış olan basılı ve sesli yayınlar derlenerek ihtiyaca uygun olanlarının üyelere servisi yapılmalıdır. Ancak bu pahalı bir çalışmadır. bu konularda çalışma yapan kurumlara siparişler verilerek daha ucuz ve daha az emekle bu ihtiyaç karşılanabilir. Teşkilat iş yapmak yerine işi organize edip, plan ve programını yapıp uzmanlarına havale etme yolunu seçmelidir. Yani özel teşebbüslerle işbirliğine gitmelidir. Ancak teşkilat bu işleri takip edecek kurul ve kurullar oluşturabilir. Bu kurullar dernek ve şirket statüsünde hizmet verebilir. Dolayısıyla Genel Merkez'deki personel fazlalığı da giderilmiş olur.
Müslim ve Gayri Müslim Göçmen kuruluşlarla işbirliği..
Bu tür faaliyetler uzman eleman işidir, nitelikli eleman ister, cemaat fanatizminden uzak olmayı gerektirir, özveri ister. Diyalog hep bana düşüncesiyle kurulmaz, biraz sana biraz da bana anlayışıyla kurulur.
İstenen çalışma böyle bir çalışma olacaksa hemen işe başlanılmalıdır. Hele 11 Eylülden sonra, müslümanların dışarda olup bitenlere bigane kalarak cazibe merkezi olmaları mümkün değildir.
Dini cemaatlarla olan ilişkiler de aynı şekilde cemaat fanatizminden uzaklaşarak kurulabilir.
Müslümanlar Ehl-i Kitapla olan ilişkilerini  Kura'n ve Sünnet çizgisine oturtmalıdırlar. Günümüzde dünyadan başka bir hayatı gerçek kabul etmeyen modern insanlara nispetle, Ehl-i Kitab'ın müslümanlığa yakın olan inançlarını dikkate alıp onlarla olan hukukun bu temelde oluşturulması  gerekir.
Camilerimize yeni şekiller kazandırılmalıdır.
„Camilere yeniden gözden geçirilmelidir. Mümkünse birinci ve ikinci katlarda ibadet yapma yerine, ihtiyaca göre şehrin mekezi yerlerine minareli camiler inşa edilmelidir.  İçine giren insanlarımızın manevi bir atmosfere bürünebilmelerini sağlayacak ortam oluşturulmalıdır. Böylece İslam medeniyetinin merkezini teşkil eden camiler Avrupa'da da işlerlik kazanabilir.
Estetik ve temizliğe önem verilmelidir. Çorap kokusundan, tuvalet kokusundan dolayı huşu içinde ibadet yapılamayan camilerimiz var. Secdeye inince burnunuzun direği sızlıyor. Bu faaliyetlerin denetlenmesi için her bölgede bir murakıb heyeti kurulabilir.
Bu konularda, bölgeler  kendi yerel yönetimleriyle ilişkiye girebilirler. Samimiyet ve güven içerisinde yapılan iyi niyetli çalışmalarla sorun çözülecektir.
Ancak kimlik gizlemekle, „Ben ondan değilim de“, „İşte karşılıklı menfaat birlikteliğimiz var da“, „Aslında o tukaka da, ben daha iyiyim de“ gibi, çelişkili tutarsız ifadelerle o istenilen güven ortamı oluşturulamaz. Oluşturuluyor gibi görünse bile bir gün ipler kopuverir. Şeffaflık esas olmalıdır.
4- Mali durum
Üyelik
Federasyon ve konfederasyon tipi bir yapılanmada çatı kuruluşlarına şahıslar değil, cemiyetler üye olacağından hukuki olarak zaten aidat alma hakkı doğmaktadır. Tek tek şahısların üye yapılması için çalışmalar yapmaya gerek kalmayacaktır.
Mensubiyet şuuru çalışmalarını samimiyetle yürüten ve hedeflerini gerçekleştirmek için gayret gösteren teşkilatlarda doğal olarak gelişecektir. Eğer gelişmiyorsa hatayı mensuplarda değil, ortaya koyduğumuz çalışmaların yukarıdaki ilkelere ne derece uyup uymadığına bakmak gerekir. Burada belirleyici olan güven unsurudur.
Hizmet alanlarına uygun yatırım
Hac hizmetlerimizin daha güzel yürütülebilmesi için yeni yapılanmaya uygun olarak konfederasyon seviyesinde şirket kurulmalıdır. Bu hizmetlerden elde edilen gelirler en küçük birimlere (şube) ulaşacak şekilde ve hizmetler katılım oranı dikkate alınarak adalet gözetilerek dağıtılmalıdır. Hac görevlileri hep aynı derneklerden değilde, konfederasyona üye olan derneklerin dönüşümlü olarak görev yapabilecekleri şekilde organize edilmelidir.
Kurban hizmetleri dedikoduya meydan vermeyecek şekilde organize edilmelidir. Kurbanların Almanya sınırları içinde kesilmesine özen gösterilmelidir. Alman komşularımızla birlikte paylaşılmalidir. Almanya’daki sosyal kurumlarla işbirliği yaparak ihtiyaç sahiplerine kurbanlarımız ulaştırılmalıdır. . Bu durum Allah’ın rızasına daha uygun olacaktır.  Diğer hizmet alanlarında da aynı hassasiyet gösterilmelidir.
Almanya’da Kurban ve Zekat paralarıyla ihtiyaç duyulan kurumlar kurulabilir. Okul, gazete, dergi, cami ve araştırma merkezi gibi kurumlar kurulabilir.  Vakıflar kurulabiliir....


[1]   Yunus 100