22 Ekim 2011 Cumartesi

CUMA NAMAZINA DAİR


Rüştü Kam
14.04.2011
*İmamlar dirilmeden hutbeler dirilmez.
*Hutbeler dirilmeden cemaat dirilmez.
*Cemaat dirilmeden ümmet dirilmez.
*Ümmet dirilmeden insanlık dirilmez.


*İmam kelimesi “anne” manasına gelen “umm”den türetilir. Anneler çocuklarının bedenini beslerler, hocalar insanların kafalarını ve kalplerini beslerler. Anneler yavrularına göğüslerinden süt emzirirler. Hocalar müminlere Kur’an ve onun beyanı olan sünnet çeşmesinden ilim ve hikmet emzirirler.
* Hutbe, bir açıdan ilim, bir açıdan irfan, bir açıdan irşad, bir açıdan hikmet, bir açıdan emr-i bi’l-ma’ruf ve’n-nehy-i ani’l-münker, bir açıdan davettir.
* Minberler imam-hatiplere bir peygamber emanetidir. Asıl kutsal emanet budur. Zira Hz. Peygamber kendisinden sonra yaşayan müminlere giysilerini ve eşyasını değil misyonunu ve davasını miras bırakmıştır.
Sözün özü:
* İmam demek, ana yürekli adam demektir. İmam demek, ölü değil, diri yıkayan adam demektir. O halde imam ve hatiplerin başarısı, dirileri nasıl ve ne kadar yıkayabildikleriyle ölçülmelidir.

Cuma namazı
           
Cum’a namazı; Cum'a günü öğlen namazı vakti içinde, teamüle göre   hutbeden evvel cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namazdır.

Cum'a Arapça bir isimdir, "toplanma, bir araya gelme, toplu dostluk" anlamlarına gelir. Cum'a gününe, müslümanların ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.1

Hafta günlerine İslâm'dan önce verilen isimler şimdiki isimler değildi. Cum'a gününe "yevmu'l-arûbe"2 denirdi. Bu isimler Sabiîlerden Araplara geçmiştir: Çünkü Süryâniler Sabiî idi. Süryânîce de arûbe "rahmet" manasına gelmektedir. Cum'a'dan sonraki günler de "şiyâr: cumartesi", "evvel: pazar", "ehven: pazartesi", "cübâr: salı", "dubâr: çarşamba", "mûnis: perşembe" idi.
Sabiîler, cübâr: salı", "dubâr: çarşamba" günlerinin uğursuz olduğuna inanırlardı. Bu günler, Merih ve Zühre yıldızlarına nisbet edilir ve müneccimlerde  bu yıldızları uğursuz sayarlardı 3

Aynı günlerin müslümanlar tarafından da uğursuz olarak kabul edilmesinin ve o günlerde bir işe başlangıç yapılmasının uğursuz! sayılmasının kaynağı İslâm Dîni değil, Süryanîlerdir. Bu anlayışı, İslâm’a; İslâm  adına dayatanlar geleneksel dinin temsilcileridirler.

Araplar günlerin bu eski isimlerini ne zaman değiştirmişler diye araştırdığımızda şu bilgilere ulaşabiliyoruz; Arûbe’ye cum'a adını veren, bir rivayete göre Hz. Peygamber'in  dedelerinden Ka'b İbn Lüeyy'dir.

İbn Şîrîn'den gelen bir başka rivayete göre bu ad, cum'a namazı henüz farz kılınmadan evvel Medine'de bulunan müslümanlar tarafından verilmiştir. İbn Şîrîn'in rivayeti şöyledir: "Hz. Peygamber  Medine'ye hicret etmeden ve cum'a ayeti nazil olmadan önce Medineliler Cum'a namazı kılmışlardı." Medineliler(Ensâr): "Yahudilerin bir günü var, her yedi günde biraraya toplanıyorlar, hristiyanların da öyle. Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o günde Allah'ı zikredelim; şükredelim." dediler. Bunun üzerine: "sebt:’’ cumartesi günü yahudilerin, ‘’ahad’’: pazar günü hristiyanların, o halde bu toplanmayı ‘’arûbe’’: günü yapalım." demişlerdi. Bu suretle Es'ad İbn Zürâre'nin yanında toplandılar, Es'ad b. Zürâre onlara iki rekat namaz kıldırdı ve vaaz etti. Toplandıkları o âna "cum'a" adını verdiler. 4 O da onlara bir koyun kesti,  ondan kuşluk ve akşam vakti yediler. Daha sonraları da cum'a ayeti nazil oldu 5

Cuma Namazının Mekke’de farz kılındığı hakkındaki rivayet doğru değildir
İbn. Hacer'e göre Cum'a Mekke'de farz kılınmıştır. Fakat müslümanların azlığı ve açıktan namaz kılacak derecede güçlü olmamaları nedeniyle Mekke'de Cum'a kılmak mümkün olmamıştır. İbn Abbas'ın şu rivayeti de bu görüşü desteklemektedir: "Rasûlullah, hicret etmeden önce Cum'a namazının kılınması için izin verilmiştir. Fakat Mekke'de Cum'a kıldırmaya gücü olmadı. Onun için, daha önce Medine'deki müslümanlara İslâm'ı öğretmek için gönderilmiş olan Mus'ab İbn Umeyr'e mektup yazarak: "Yahudilerin açıktan Zebur okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da zeval vaktinden sonra Allah'a iki rekat namaz ile yaklaşın." Bu emir üzerine Mus'ab, Medine'de ilk Cum'a kıldıran kişi olmuştur. Bu görevi Peygamber Medine'ye gelinceye kadar sürdürmüştür." Mus'ab'ın Cum'a namazı kıldırdığı ilk cemaatin sayısı, oniki idi. 6

Bu rivayetin  doğru olmaması gerekir
İbn Hacer'in Cum'a namazının Mekke'de farz kılındığı halde, orada kılınmayışını sayı azlığına bağlanması uzak ihtimaldir. Çünkü Cum'a namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığı gerekecek olsa bile, bu sayıda müslüman o tarihlerde bir araya rahatlıkla gelebilirdi. Kaldıki, rivayete göre, Mus’ab b. Umeyrin kıldırdığı Cum’a namazında da oniki kişi vardı.
Ancak Cum'a namazının açık olarak kılınması gerektiği ve Rasûlullah ile müslümanların da o sıralarda gizlendiği için kılamamış olmaları düşünülebilir. Bu durumda da  Peygamberimizin müşriklerden korkarak  Allah’ın emri olan Cuma namazını terketmesi gerekir ki, böyle bir davranışı tevhidin tebliğcisi bir peygambere yakıştırmak terbiye sınırlarını zorlamak olur. 
Cum’a izni, sıradan bir izin olarak da değerlendirilemez. Çünkü Yüce Allah'ın ve O‘nun Rasûlü'nün izinleri bile emir gibi uyulması gerekli hükümlerdir. Oysa farz kılınan Cum’a namazıdır. Kur’an buyruğuna göre, işi-aşı terkedip koşarak gidilmesi gereken ibadettir. Böyle bir buyruğu peygamberimizin Mekke’de atlaması mümkün olamaz. Üstelik müslümanlara cihad 7 etme izni verilmiş iken böyle bir korkaklığın altına peygamberimizin imzasını atması asla düşünülemez..

Diğer taraftan Cum'a namazının farziyetini bildiren ayet 8 bilindiği gibi Medine'de ve Hicret'ten sonraki yıllarda nazil olmuştur.

İlk kılınan Cuma namazı
Hz. Peygamber'in kıldırdığı ilk Cum'a namazının, Ranûna denilen yerde Sâlim İbn. Avf mescidinde olduğu söylenir. Hz. Peygamberin Medine'ye hicret sırasında ilk olarak Kuba'da Amr İbn Avfoğullarına misafir olduğu, orada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kaldığı, Kuba Mescidi’nin temelini attığı; sonra Cum'a günü Medine'ye gitmek için yola çıktığı, Benû Sâlim yurduna gelince de Cum'a namazı vakti girdiği için, orada hutbe okuyup farz olan ilk Cum'a namazını kıldırdığı, rivaret edilir.

Kanaatimizce bu namaz farz kılınan ilk Cuma namazı değil, geleneksel arûbe günü yapılan toplantının namazıdır: Çünkü, yukarda da zikredildigi gibi cuma ayetinin hicret esnasında nazil olduğuna dair herhangi bir haber mevcut değildir: Yani, daha Cuma namazını farz kılan ayet nazil olmamışken, bu durumda Ranûna’da kılınan bu namaz, farz olan Cuma namazı olmasa gerektir.

Medine haricinde ilk Cum'a namazı kılınan yer Bahreyn'de "Cevâsa" da Abdi Kays Mescidi'dir.

Cuma namazı far-ı ayındır
Allah buyruklarını peygamberlerine ve âlimlere tastikletme ihtiyacı duymaz, ama nedense fıkıh kitaplarında farz olan ibadetlerle ilgili hükümlerin farziyyeti açıklanırken, şu şekildeki onaycı yaklaşıma sık sık rastlamak maalesef mümkündür: ‘‘Cum'a namazının farziyyeti Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir.‘’
Bu yaklaşım Sadece Cuma namazı ile sınırlı değildir, diğer ibadetler ile ilgili açıklamalar da hep  aynı şekilde yapılmaktadır. Sanki, ibadetlerin farz olabilmesi için Kur’an’ın buyruklarına noter tarafından onay verilmesi gerekirmiş gibi.

Allah’ın buyruklarını yaratılmışlardan birilerine tastik ettirmek abesle iştigaldir, fevkalade yanlış bir davranıştır. Dinin Sahibi herhengibir ibadeti farz kıldıysa, bu hükmü peygamberin veya alimlerden birisinin evet o farzdır, doğrudur veya farz değildir, yanlıştır gibi bir yaklaşımla, Allah’ı doğrulaması gerekmez (hâşâ).

Ne sünnetin veya icma’ın böyle bir yetkisi vardır ne de dinin Sahibi’nin böyle bir tasdiğe ihtiyacı vardır. Bu mantık müslümanı şirke götüren bir mantıktır. Velhasıl, ne Peygamber onay makamıdır  ne de âlimler.

Buyruk Sahibi hükmünü şöyle koymuştur
"Ey iman edenler, Cum'a günü namaz için çağrıldığınız zaman, Allah'ı anmağa koşun; alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." Evet Allah bu âyet ile cuma namazını farz kılmıştır deyip,  konunun  kapatılması gerekirken, ne yazık ki, onay için peygamberin o da yetmemiş âlimlerin görüşüne başvurma  ihtiyacı duyulmuştur. 

Cuma günü ile ilgili uydurma rivayetler
‘’Hz. Câbir'den rivâyet edilen şu hadis, Cuma'nın farziyyetinin sünnetten delilidir,’’ 9 gibi yaklaşımla karşılaşmak herzaman mümkündür. Guya, cumanın farz olduğu bu hadisle, böylece onaylanmış olmaktadır. Şu hadisleri! Lütfen dikkatle okuyalım:
1- "Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tövbe ediniz. (Başka işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah'ı çokça zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek suretiyle sizin ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. (Böyle yaparsanız) hem rızıklanırsınız. hem de (Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur.

Şunu biliniz ki:
Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cum'a'yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar böylece devam edecektir.
Benim hayatımda, ya da benden sonra;
-adaletli,
- yahutta,
- zâlim bir imamı bulunduğu halde, o imamı hafife alarak veya inkâr ederek kim cumayı terkederse;
- Allah, onun iki yakasını bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın.
- Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği, tâ ki tövbe edinceye kadar. Artık kim tövbe ederse, Allah, onun tövbesini kabul etsin.
Şunu da biliniz ki:
Hiç bir kadın bir erkeğe imam olmasın. (Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arap, bir muhacirin önüne geçip imam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması dışında  mü'min bir kimseye imam olmasın." 10

Yorum:
Bu hadis! Peygamberimize aid bir söz olamaz:
- Birincisi, zalim bir imamı adaletli bir imamla eşit tutmak, yeryüzünde adaletin tesisi için  gönderilen son peygambere hiç yakışmaz.
- İkincisi, peygamber insanlara zalim imamın arkasında namaz kılmadı diye lânet etmez: Çünkü O  rahmet peygamberidir.
- Üçüncüsü, Allah farz olan bir ibadeti terketti diye veya haram bir iş işledi diye, müslümanın yaptığı diğer ibadetlerini yok saymaz.
- Ve peygamber bu gibi meselelerde fevkalde hassastır.
- Sonra Peygamber hemşehricilik de yapmaz. Okuması düzgün olmayan  Bedevî bir Arap  olabileceği gibi, Muhacir bir Arap da olabilir. Ve peygamber bunun böyle olduğunu çok iyi bilir.

2- Peygamber Cum'a hutbesi için bir hurma kütüğü edinmiş, ensârdan bir kadının aynı zamanda marangoz olan kölesinin ılgın ağacından yaptığı üç ayaklı minber, mescide konuncaya kadar onun üzerinde Cum'a hutbelerini okumuştur. Yeni minber gelip de, Peygamber  hutbe için üzerine çıkınca eski hurma kütüğünden deve iniltisi! gibi bir ses çıkmış, Peygamber de inerek elini üzerine koyunca susmuştur. Bu hâdise Hz. Peygamber'in bir mucizesi olarak "Cizu'n-nahle" adıyla meşhur olmuştur.

Yorum:
Deve kütüğünün peygamberin ayrılığına dayanamaması, peygamberi ilâhlaştırma gayretlerinden başka bir mânâ taşımaz. Peygamber mucize göstermez, mucizeyi Allah gösterir. Mucize bir güç gösterisidir, meydan okuma anlamındadır, ve peygamberlerin zor durumda kaldıkları  zamanlarda Allah’ın peygamberlerine yardımıdır.

Geldiğimiz yerden baktığımızda, müslümanların duygularına hitap etmekle gerçek islâm şuurunu onların beyinlerine  kazımanın  mümkün olmadığını görüyoruz. Olması da mümkün değildir.  

Cuma Suresi
Bu vesile ile sadece cuma namazını farz kılan âyeti değilde, Cuma Sûresi’nin tamamının anlamını gözden geçirelim.

1.’’Göklerdekiler ve yerdekiler o Melik, o Kuddûs, o Azîz, o Hakîm Allah'ı tespih ediyor.

2.O Allah'tır ki, ümmîlere içlerinden bir rasul göndermiştir de o, onlara Allah'ın ayetlerini okur, onları arıtıp temizler, onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretir. Onlar bundan önce tam bir sapıklık içine gömülmüşlerdi.

3.O rasulü, ümmîlerden olup da henüz onlara katılmamış bulunan başka kimselere de gönderdi. O'dur Azîz, O'dur Hakîm.

4.İşte bu, Allah'ın lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, büyük lütfun sahibidir.

5.Sırtlarına Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve güzele ulaştırmaz.

6.De ki: "Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunu sanıyorsanız, buna gerçekten inanıyorsanız, hadi ölümü isteyin!"

7.Ama onlar, ellerinin üretip önden gönderdikleri yüzünden ölümü asla temenni edemezler. Allah, zalimleri bilmektedir.

8.Şunu da söyle: "O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte o, size mutlaka ulaşacaktır. Sonra, görülmeyeni de görüleni de bilene döndürüleceksiniz. O, size yapıp etmiş olduklarınızı haber verecektir.

9.Ey inananlar! Cuma günü, namaz/dua için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/ Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

10.Namaz/dua yerine getirilince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın! Allah'ı çok anın ki, kurtuluşa erebilesiniz.

11.Bir ticaret yahut oyun-eğlence görür görmez, dağılıp ona yöneldiler de seni ayaküstü bıraktılar.1 Onlara de ki: "Allah katında bulunan, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır! Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."2

Kur’an, ibadetler konusunda kadın ve erkek ayırımına yer vermez
Cuma emri, diğer bütün emirler gibi kadın ve erkek herkese yöneliktir. Kuran-ı Kerim'in emirleri geneldir, erkek ve kadınları kapsar. Diğer namazlar nasıl erkek ve kadınlara farz ise cuma namazı da öyledir. Hz. Peygamber zamanında kadınlar da cumaya gelirlerdi ama, ne yazık ki zamanla kadınların camiye gelişleri kısıtlandı.
Yapılması gereken, Kadın-erkek tüm inananların haftada bir Cuma (toplantı) günü öğle namazına açık bir duyuru ile çağrılması ve namaz erkek veya kadın 3 bir müslümanın önderliğinde topluca kılındıktan sonra herkesin tekrar işine geri dönmesini sağlamaktır.

Cuma namazı Kadın-erkek her mümine farzdır. Bu farzı diğer farzlardan ayıran "ikameli" farz olmasıdır; yani cuma herhangi bir mazeretle kılınamadığında yerini öğle namazı alır. Kadınlar mazeretleri varsa öğleyi ikame ederler. Allah Rasulü onlara bu konuda ruhsatı genişletmiştir. Ama kılmalıdırlar. Bunu ruhsattan çıkarıp kılmamayı azimet yapmamalıdırlar. Günümüzde, bilhassa kadınların eğitimi açısından böyle bir uygulama fevkalade önem arzetmektedir.

Cuma için özel, beratlı, tabelalı, resmi imamlı mekânlara ihtiyaç yoktur. Cemaatin, yani üç kişiden az olmayan topluluğun bir araya geldiği her yerde cuma namazı kılınabilir. Cemaatin fazlalığı elbetteki Cuma'nın anlamını derinleştirmede bir tercih sebebidir, ama şart değildir.
Cuma namazının kılınıp kılınmaması konusunda menfi tutum takınan hocalar özellikle Hanefilerin "izn-i imam" şartını ileri sürerler:
- Bu şart istidlal yoluyla delillerden çıkarılmış içtihadi bir şarttır.
- Şafii'nin 40 kişi şartı,
- yine müşterek olan bir beldede tek mescid şartı,
- büyük yerleşim birimi şartı gibi tüm şartlar cumanın "sıhhat şartı" olamazlar:Çünkü, içtihadidirler.
- İçtihadi hiç bir şart cuma gibi bir farzı, mümin ve mümine kulun boynundan düşüremez.
- Bununla birlikte elbette imamın şuurlusunu seçme hakkı, cumanın ruhunu katleden bir hutbe ve hatiple karşılaştığımızda camiden çıkıp gitme  hakkı, protesto etme hakkı bakidir ve vardır. Bu hakların yukarıdaki tartışmayla bir ilgisi yoktur.

Yorum:
Cuma farzı öğle farzıyla niyabet 4(vekillik) ilişkisine sahiptir. Kılanın boynundan öğle düşer, kılamayana öğlenin farzını kılmak farz olur. Sefer ve hastalık  gibi mazereti olanlara Cuma’yı kılmama ruhsatı verilmiştir. Kadınların üstlendikleri yük, onların ruhsatının daha geniş kılınmasına yol açmıştır. Bu ruhsatın geniş olarak kullanılması Cuma’yı farz kılan ayetin kapsamına kadınların girmediği sonucunu getirmez. “Siz ey iman edenler” diye başlayan ayet umum ifade eder. Hanımlar Cuma kılmama ruhsatını ruhsattan çıkarıp azimete dönüştürmemelidirler.

Cuma Namazı kaç rekattır?
Peygamberimizin bize emanet ettiği Cuma namazı iki rekat farz ile kısa ve cemaatin bildiği dilden okunan bir hutbeden ibarettir.  Bu iki rekatın dışında kılınan  namazların Cuma namazı ile ilgisi yoktur. Cuma günü namaz kılınır kılınmaz yeryüzüne dağınılacak ve işlere kaldığı yerden devam edilecektir, emir böyledir. Bu açıdan bakıldığında Cuma günü toplantı namazından hemen sonra (Cuma namazı) tatavvu ibadetle uğraşmak günün ruhuna uygun olmasa gerektir.

Cuma namazına yapılan ilaveler, uydurma ilavelerdir. Sünnet olarak ve zuhr-i âhir olarak kılınan namaz tamamen uydurmadır. Uydurma namazlarla birlikte Cuma namazının rekat sayısı 16 dır. 4+2+4+4+2= 16 olarak kılınır.

Açılımı şöyledir: ilk 4 rekat= cuma namazının ilk sünneti +ilk 2 rekat= farz olan cumanamazı +ikinci 4 rekat= cuma namazının ikinci sünneti + üçüncü 4 rekat= zuhr-i âhir diye kılınan uydurma namaz +ikinci 2 rekat= vaktin sünneti  olarak kılınan ikinci uydurma namaz.

Zuhr-i âhir uydurma namazı ile  ilgili mezheplerin gerekçeleri
Zuhr kelimesi lügatte, güneşin zeval ve öğle vakti, zuhr-i âhir ise son öğle manasına gelmekle birlikte, fıkıh terimince de Cuma namazından sonra kılınan ve Cuma kabul olmadığı takdirde o günün öğle namazının yerini tuttuğu kabul edilen dört rekatlı namazdır.

İslam’ın ilk yıllarında, Cuma namazının arkasından kılınan bu şekilde bir namazın olmadığını hemen belirtelim. 

Zuhr-i âhir uydurma namazını savunanlar, “neden o gün bu namaz kılınmadıda sonradan kılınmaya başlandı”,  şeklindeki soruya şu şekilde cevap vermektedirler: Çünkü o zamanlar, şehirler küçüktü, müslümanların sayısı da azdı, sahabelerin çoğu hayattaydı; dolayısıyla içtihâdî meseleler, bir sonraki asra göre yoğun değildi. 

Ne zaman ki, şehirler büyümüş, müslümanların fethettiği yerler çoğalmış, özellikle de bir şehirde cuma namazı kılınan yerlerin adedi artmış, halifelerin veya âmirlerin Cuma namazını kıldırmalarının gerekip gerekmediği gibi ümmetin arasında zıt fikirler oluşmaya başlamış; işte o zaman, farz olan Cuma namazından sonra kılınan o günün son öğle namazının  kılınıp kılınmaması gündeme gelmiştir denilmektedir.  Delil olarak İslâm’ın ilk yıllarındaki  peygamber uygulaması ve dört halife zamanında bir belde de bir yerde cuma namazının kılıdığı haberi gtösterilmiştir.  Hatta, Halife olan Hz. Ömer’in bazı valilerine gönderdiği mektupta: ''namazlarınızı cemaatla mescidlerinizde kılınız. Cuma günü olduğu zaman da toplanıp bir imamın arkasında Cuma namazını eda ediniz '' haberinden söz edilmiştir. 5 İlave gerekçeler Mezheplere göre şu şekildedir:

... Zuhr-i âhir namazının  kılınma gerekçeleri;

A- Hanefîlerin gerekçeleri
Zuhr-i âhir namazının kılınışı, Cuma namazının sıhhat şartlarının oluşup oluşmadığıyla ilgili olmasından dolayı ilk önce Cuma namazının sıhhatinin şartlarını kısaca bilmek gerekmektedir. Bunlar:
-          vaktin girmiş olması
-          Cuma namazını eda edebilecek sayıda cemaatın bulunması,
-          kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde olması,
-          ve bir şehirde yalnızca bir yerde kılınması,
-          camide veya cami hükmünde olan bir mekanda kılınması,
-          Cuma namazının kılınması için idarecinin veya onun izin verdiği kimseler tarafından kıldırılması,
-          idareci tarafından genel iznin olması,
-          hutbe okunmasıdır.[1]

Yukarıda sayılan Cuma namazının sıhhat şartlarında mezhepler arasında farklı görüşlerin bulunduğu unutulmamalıdır. Fakat bizim buradaki maksadımız, bu farklılıklara temas etmekten öte zuhr-i âhir namazının kılınmasının gerekliliğinin olup olmamasıdır.

Zuhr-ü âhir namazı ilk defa  tabiin zamanında ele alındı ve konuyla ilgili, Kur’an’a rağmen  çeşitli fetvalar verildi. Bu konuda  Tâbiinden olan İmam-ı Âzam, bir şehirde veya bir yerleşim yerinde birden fazla yerde cuma namazının kılınamayacağını ileri sürmektedir.

İmam-ı Azam, iddiasının gerekçesini şu şekilde açıklar: Esasen cumanın bir yerde kılınması şartı, Cuma kelimesinin, toplanma ve bir araya gelme manasına gelmesinden kaynaklanmaktadır.
Cumanın hedefinde, bir yerde haftada bir defa müslümanların İslâmî vaaz üzerinde buluşması öngörülmüştür, birlik ve bütünlüğün pekiştirilmesi ve Müslümanların birbirleriyle tanışıp kaynaşması için bu gereklidir,, der[2] ve devam eder:
-şayet bir ihtiyaç olmadığı halde Cuma namazı birden fazla yerde kılınırsa bu maksadın oluşmayacağı,
-müslümanların çeşitli yerlerde birleşmesinin bir fayda hasıl etmeyeceği,[3]
-ve fitne çıkabileceği[4] endişesi vardır.

Bu endişelerden hareketle Hanefi Mezhebi’nde üç ayrı görüş ortaya çıkmış
- İmam-ı Âzam'a göre, bir belde de ancak bir yerde cuma namazı kılınabilir. Yine ona atfedilen ikinci görüşe göre, bir çok yerde Cuma kılınması câizdir.[5]
- İmam Muhammed'e göre, bir belde de Cuma namazı birden fazla camide kılınabilir. 
- İmam Ebû Yusuf’a göre, eğer şehrin ortasından bir nehir geçiyor veya şehir büyük olupta yaşlı ve zayıf kişilerin Cuma namazının eda edildiği yere gitmelerinde zorluk oluyorsa, o belde de ancak iki yerde Cuma namazı kılınabilir. Böyle bir özür yoksa, bir yerde Cuma namazı kılınabilir, demiştir. [6]

Konu gitgide içinden çıkılmaz hale getiriliyor
İmam-ı Âzam'dan rivayet edilen yukardaki iki görüşün muteberliği hanefi alimlerince farklı yorumlanmıştır, bazı alimler:
- Bunlardan Timurtaşî ve Tahâvî, İmam-ı Âzam'dan rivayet edilenin sadece bir yerde Cuma namazının kılınabileceği görüşünü savunmuşlar ve nakletmişler,
- Beydâvî'nin naklettiğine göre, Zahirü'l Rivâye'de bir belde de ancak iki yerde Cuma namazının kılınabileceği, ikiden fazla yerde kılınmasının câiz olmadığıdır ve fetva bunun üzerinedir '' demişlerdir.[7]
- Cevâmiu'l Fıkh adlı kitapta da İmam-ı Âzam'dan iki farklı görüşe dikkat çektikten sonra: ''İmam-ı Âzam'dan ezher (en açık) görüşe göre, iki yerde Cuma namazının câiz olmadığıdır. Eğer iki yerde namazı kılsalar, namaza önce başlayanların cuması sahih olur, kimin önce başladığı bilinmez ise veya her ikisi de birlikte başlarsa, namazları fâsid olur '' denilmiştir [8]
- Yukarıdaki alimlerin görüşlerine Reddi'l Muhtar'ın hâşiyesinde yer veren Merhum İbn-i Âbidin: ''O halde bu (cumanın bir yerde kılınması), mezhepte itimad olunan bir görüştür. Zayıf bir görüş değildir. Bu sebeble :'' Evlâ olan ihtiyatlı davranmaktır, ihtiyattan maksad, cumadan sonra zühr-u âhir namazı kılmaktır.’’: Çünkü, Cuma namazının bir şehir veya belde de birden fazla yerde kılınması ve kılınmaması konusunda, alimlerin arasındaki ihtilaf, basit ve zayıf değil aksine kuvvetli bir ihtilaf olduğu gibi, zaruretten dolayı birden fazla yerde kılınmasının sahih olduğu fetvâsı da, takva yönünden ihtiyatın meşruluğunu men etmek demektir, '' demektedir.

Şayet bu görüş zayıf bile olsa, ihtilaftan çıkmak evladır denilerek, minareye kılıf bulma gayretine şu şekilde devam edilmektedir. ‘’Hele hele imamlar arasında böyle zıt görüşler varken nasıl cumadan sonra zühr-i âhir namazı kılınmasın? Hadis de:''Şüphelerden sakınan dinini ve ırzını korumuştur. ''
Bu sebepten dolayı, hayatı boyunca kılmış olduğu Cuma namazının kazasını yapan kimseler ihtiyatlı davrandıkları  için yapmakta olduklarını yapmaya teşvik edilmiştir.

Şöyleki,
- İbn. Abidin’de:''Eğer namazında,, müçtehid imamların ihtilaf ettiği bir meseleden dolayı bunu yapmışsa en güzelini yapmıştır'' denilmektedir.

- Yine İbn.Abidin’de  bildirildiğine göre, Merve halkı kendi beldelerinde iki yerde Cuma namazı kılmaya başladıklarında, ihtiyaten cumadan sonra dört rekat zühr-i âhir namazı kılmaları imamları tarafından emredilmiştir.

- Ve İbn. Abidin’de  devamla şöyle denilmektedir: ''Cumanın iki rekat farzından sonra, şayet kılınmış olduğu yerin şehir olmasında veya birden fazla yerde kılınmasında tereddüd ediliyorsa, en son vaktine yetiştiğim öğle namazına diye niyet edilerek dört rekat namazın kılınması gereklidir '' denilmektedir[9]  

- İmam-ı Ebû Yusuf'a göre, ne peygamber ve nede sahabeler zamanında, o kadar yerler fethedildiği halde bir belde de birden fazla yerde Cuma namazı kılmadıkları gibi kılınabileceğini de söylememişlerdir. Eğer, Cuma namazı bir çok yerde kılınacak olursa cemat parçalanır  ve dolayısıyla namaz caiz olmaz.

- Bazı alimler fetvânın, ''bir belde de birden fazla yerde Cuma namazının kılınabileceği üzerinedir '' demişlerdir. Bu görüşü savunan alimlere göre, İmam-ı Âzam ve İmam-ı Muhammed'in görüşleri de bu şekilde olduğunu ve en doğru olanın da bu olduğunu söylemişlerdir. Sebep olarakta, büyük şehirlerde insanların bir yerde toplanmalarının onlar üzerine zor geleceği gösterilmektedir.[10]

- Bu konuda, İmam-ı Âzam ve İmam-ı Muhammed'in delili, peygamberin şu hadisidir:''Cuma ve bayram namazı ancak şehirde kılınır.''[11]  Hadisde mutlak olarak şehir zikredilmiştir.[12] Eğer bir belde de sadece bir yerde Cuma namazının kılınması şart olmasaydı şârî açıklardı, oysa bu konuda bir hadis dahi yoktur.

- Tahâvî'ye göre de, eğer ihtiyaç varsa birkaç yerde Cuma namazı kılınabilir. Bu görüşte olan alimler ihtiyaç kelimesini, bir mekanda insanların toplanmasının güç ve zor olması, şehrin büyük olması ve insanların kalabalık olmasıyla camiinin dar gelmesi  ve namaza geleceklerin çoğuna mesafenin uzak olmasıyla açıklamışlardır.[13]

Dikkat edilirse, sadece Hanefî âlimlerinin konu ile ilgili dört ayrı görüşü vardır..  

 1- Cumanın bir şehir veya belde de sadece bir yerde kılınabileceği,
 2- İhtiyaç halinde iki yerde kılınabileceği,
 3- İhtiyaç sebebiyle ikiden daha fazla yerde kılınabileceği,
 4- İster ihtiyaç olsun ister olmasın bir çok yerde kılınabileceğidir. [14]

Diğer mezheplerin konu ile ilgili görüşlerini de gözden geçirdiğimiz zaman, mezheplerin işleri nasıl işin içinden çıkılmaz hale getirdiklerini hep birlikte görmüş olacağız. Bir mezhep ve Kur’an’a rağmen dört ayrı görüş…

Görüldüğü gibi, mezhep imamları, zuhr-i âhir namazının meşruluğu ile ilgili iddialarını savunabilmek için ayağı yere basmayan rivayetleri bile delil olarak almaktan  çekinmemişler ve zorlama yorumlarla zuhr-i âhiri farz namaz haline getirmişlerdir. Meselâ; kabirde ilk sualin namaz konusunda olacağı[15] varsayımıyla hareket eden Hanefi alimleri, bakın neler söylemişler:
            -  İhtiyatlı davranmayı teşvik etmek gerekir,
- İmamlar arasındaki ihtilaflı meselelerde, ihtilafı gözetmek müstehaptır, dolayısıyla cumadan sonra zühr-i âhir namazı kılmanın bir zararı yoktur: Eğer, Cuma sahih olursa kılınan namaz nafile olacaktır, Cuma sahih olmaz ise o günün öğle namazı yerine geçecektir.
- Mezhep içindeki bu kadar  ihtilaflı mesele, kişiyi ister istemez ihtiyatlı davranmaya sevk etmelidir, eğer cumanın kılındığı yer küçükse ve sadece bir yerde Cuma namazı kılınıyorsa, zühr-i âhir namazı kılınmamalı: Çünkü, bu durumda alimlerin ittifakıyla zuhr-i âhir kılmak haramdır.[16]
- Eğer iki veya daha fazla yerde Cuma namazı kılınıyorsa zühr-i âhir namazını kılıp, bu ihtilaflı konuda ihtiyatlı davranmak her halde en güvenilir yol olmalıdır.
- Yüz binlerce insanı toplayan mekanların yapıldığı göz önünde bulundurulmalı ve Cuma namazları bu mekanlara kaydırılmalıdır.
- Bir de kimi camiler cuma namazında hınca hınç dolu iken, kimi camilerde ancak yarısı dolmakta ve ihtiyaç için verilen bu fetvanın ne derece geçerli olduğu düşünülmelidir. Zuhr-i âhir namazının günümüzde kılınması gerektiğinin bir boyutu da, camilerin doluluk ve ihtiyacı karşılama oradır.
- Birden fazla yerde peygamber ve halifeler zamanında namaz kılınmazdı. Eğer ihtiyaç olmadan bir belde de iki yerde Cuma kılınırsa, devlet reisinin kıldırdığı sahih, diğeri batıldır.[17]

Sonuç

Hanefilere göre zuhr-i âhir namazının hükmü;
Bir şehir de ihtiyaç olmadan birkaç yerde Cuma namazı kılınırsa zuhr-i âhir namazı  vâcip, yalnız ihtiyaç olan yerlerde kılınırsa müstehap, birkaç yerde Cuma namazı kılınması ihtiyaçtan dolayı mı yoksa ihtiyaçtan dolayı değil mi bilinmez ise yine müstehap, bir belde de sadece bir yerde Cuma namazı kılınırsa o takdirde zühr-i âhir namazı kılmak haram olur.[18]

Zuhr-i âhir namazını, üzerinde kaza namazı olan kimse aynı farz namaz gibi kılar. Çünkü; eğer Cuma namazı sahih olmuşsa o namaz, her hal-ü karda farz namazı yerine geçer. Üzerinde kaza namazı olmayan ise sünnet gibi, yani son iki rekatta fatihadan sonra zammı sûre okur ve Cuma sahih olmuşsa nafile yerine geçer. Çünkü, nafile namazların da üçüncü ve dördüncü rekatte zammı sure okunması, o namaza bir zarar vermediği gibi anılan rekatlerde zammı sure okumak vaciptir.[19]



B- Şafiiler’in gerekçeleri
Şâfîlere göre, bir şehirde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamaz. Şayet, mescid veya cami dar geliyorsa, ihtiyaçtan dolayı Cuma, birden fazla yerde kılınabilir. Bu halde ihtiyat olarak cumadan sonra zuhr-i âhir namazı kılmak sünnettir.[1] Yukarıda belirtilen ihtiyaç yokken Cuma namazı birden fazla yerde kılınırsa, kılınan cumalardan hangisi önce ise, hangisinde önce tekbir alınmış ise veya tekbir’in ‘’r’’ harfi hangisinde önce söylenmiş ise, orada kılınan Cuma namazı sahih diğerleri batıldır.[2] Şâfîi alimi olan Sübkî'nin beyanına göre ekser alimin görüşü cumanın bir belde de bir yerde kılınmasıdır.[3]

C- Malikilerin gerekçeleri
Mâlikilere göre, bir belde de ihtiyaç olmadıkça sadece bir yerde cuma namazı kılınır. Birden fazla yerde kılınırsa en eski camide kılınan Cuma sahihtir. Eskiden maksad, o belde de cumanın ilk kılındığı yerdir. İhtiyaç varsa birkaç yerde kılınabilir.[4] 

D- Hanbeliler göre
Hanbelilere göre, ihtiyaç olmaksızın bir belde de sadece bir yerde Cuma kılınabilir. Birden fazla yerde kılınırsa, âmirin izin verdiği camide Cuma sahih olur. İhtiyaç var ise âmir ister izin versin ister vermesin Cuma birkaç yerde kılınabilir. Eğer, ihtiyaç iki yerde Cuma namazı kılınmakla giderilebilirse, üçüncü yerde kılmak câiz olmadığı gibi üçüncü yerde ihtiyaç tamamlanırsa dördüncü yerde kılmak câiz değildir. [5] 

İhtiyaçtan maksat,
- şehrin büyük olup birkaç camiye ihtiyaç olması,
- o belde insanları arasında düşmanlık olması
- fitnenin çıkmasından korkulması
- veya şehir çok geniş olup çevrenin şehre çok uzak olmasıdır.

Sonuç:
Yukarda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, zuhr-i âhir namazı uydurma bir namazdır. Kılınması konusunda ileri sürülen gerekçeler din dışıdır, mantık dışıdır.
1-    Cuma namazı cemaat namazıdır, cemaat enaz üç kişiden oluşur
2-    Cuma namazı kadın ve erkek herkese farzdır
3-    Cuma namazı iki rekattır
4-    Cuma namazının kabul olmayabileceği düşüncesiyle zuhr-i âhir kılınıyorsa, o taktirde Cuma namazı tekrar edilmelidir, onun yerine başka bir namazın kılınması anlamsız olur.  Zuhr-i âhir namazının kabul garantisini âlimler- mezhepler veremezler, âlimlerin kabul ve red konusunda karar açıklamarı papazların kilisede günah çıkarmalarıyle eş değerdedir.
5-    Cuma namazının kıldırılmasını, Allah’ın dışında başka bir otoritenin iznine bağlamak,
-          Allah’ı devre dışı bırakmak anlamına gelir, burada yetki paylaşımından söz edilebilir.
-          Bir ibadetin zorunlu olması, farz olmasını, haram olmasını gerektirir.

6-    Farz ve haram olma konusunda yetki Allah’ın tekelindedir,
7-    Âlimlerin ‘ittifakıyla’’ farzdır demek, sanki Olümpus dağının tepesindeki tanrıların ittifakıyla farz kılınmıştır demek gibidir (hâşâ). Bu şekliyle İslâm Dîni çok tanrılı bir din haline getirilmiştir.
8-    Maksat, zalim devlet başkanlarının koltuklarını sağlama almaktır.
Ezanlardan birisi kaldrılmalıdır

Cuma günü sünnet olarak okunan ezan, imam hutbeye çıkarken okunan ezandır. Bu sünnettir. Namazdan önce minareden okunmakta olan birinci ezan, aslında Peygamberimiz zamanında okunmazdı. Hz. Osman zamanında uygulamaya konuldu. Gerekçe, bağda bahçede çalışan insanların namaza vaktinde gelmelerini ve hutbeyi dinlemelerini sağlamaktır.

Yorum:
Günümüzde, bilhassa Avrupa ülkelerinde müslümanlar, Cuma namazı kılmaya ezanı duyarak gelmiyorlar, saate bakarak geliyorlar, dahası Avrupa ülkelerinde günümüzde ezanın ikisi de içeride okunuyor ki, bu ezanlar  cemaati, zaman acısından sıkıntıya sokmaktadır. İşten izin alarak Cuma namazına gelen veya yeni işe gidecek olan müslümanların kısa yoldan namazı kılarak zamanında işlerinin başında olmaları lâzım gelir, burada zaruret vardır. Ne namaza gelecek olanlara, ne de namaza gelenlere herhangi bir fayda sağlamayan bu ezanlardan biri terkedilmelidir. Hz. Osman dış ezanı bir ihtiyaca binaen okutmuştur, bugün de yine ihtiyaca binaen ezanlardan birisi terkedilerek müslümanların zaman kazanmaları sağlanabilir.

Hutbe

Hutbe, birilerine hitap etmek, bir şeyler söylemek demektir. Hutbe, haftada bir gün bir mekânda toplanmış olan müminlerin başta dinî konular olmak üzere, onların hayatlarını kolaylaştıracak, ilişkilerini uyumlu hale getirebilecek her konuda aydınlatılmaları için okunmalıdır. Hutbe, yaygın eğitim için önemli bir fırsattır. Esasen hutbe, bu amacı gerçekleştirmek için okunması düşünülmüştür; bu sebeple cemaatin bilip anladığı bir dille okunma zarureti vardır.

Hutbenin sünnete uygun olabilmesi için namazdan sonra okunması gerekir: ‘’Rasül ve dört halife döneminde hutbe namazdan sonra okunurdu. Emeviler bunu namazdan önceye aldılar: Çünkü onlar hutbelerinde helal olmayan şeyler söylerlerdi. Bundan dolayı halk bunları dinlememek için namazdan sonra camiyi terk ederdi. Hutbeyi farz olan namazdan önceye aldılar ki, halk onları mecburen dinlesin.’’[6]

Yorum:
Günümüzde hutbeler sünnette olduğu gibi, namazdan sonraya alınsa, aynı gerekçeyle, herhalde  camiler yine boşalacaktır.

Cum'a Namazının Edasının Şartları
Cuma namazı Kur’an buyruğu ile, gücü yeten ve şartları kendinde bulunan her mükellef müslümana kadın erkek ayırımı yapılmaksızın farzı ayın bir ibadettir. İki rek'at olan Cum'a namazını herhangi bir sebepten kılamamış olanlar, öğle namazını dört rek'at olarak kılarlar. Tavsiye şöyledir; "Namazı benim kıldığım gibi kılınız". [7]

Cuma namazını;
- Hasta olanlar,
- Yolcu olanlar,
- Ve hür olmayanlar, kılmayabilirler.

Ancak mezheb imamları, Câbir b. Abdullah'ın naklettiği bir hadise göre şartları belirleyerek Kur’an’a rağmen kadınları devre dışı bırakmakta hiçbir beis görmemişlerdir. Şöyleki: "Allah'a ve âhiret gününe inananlara Cum'a namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır" [8] Bu istisnaların dışında kalan her müslüman  Cuma namazı kılmakla yükümlüdür demektir.

Cuma namazının sıhhatinin şartları;
1. Vakit
Cuma namazı,
- Hanefîler, Malikîler ve Şafiîler’e göre, cuma günü öğle namazı vaktinde kılınır; öğle namazının vaktinden önce veya sonra kılınması sahih değildir.
- Hanbelîler'e göre ise cuma namazı, cuma günü, güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren öğle namazının vakti çıkıncaya kadar kılınabilir. 

2. Cemaat
Cuma namazı mutlak cemaatle kılınmalıdır, yani tek başına kılınamaz. Bunun yanı sıra diğer farz namazlarda imamla birlikte bir kişinin bulunması cemaat için yeterli olduğu halde, cuma namazında cemaat olabilmek için kaç kişinin bulunması gerektiği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır.
- Hanefî mezhebinde, İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, cuma namazı için imamın dışında en az üç kişinin daha bulunması şarttır. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise, imamın dışında en az iki kişinin bulunması gerekir.
- Şâfiî mezhebinde, bir yerde cuma namazı kılabilmek için akıllı, bulûğa ermiş, hür, erkek, mukim ve oraya yerleşmiş olan en az kırk yükümlünün bulunması şarttır.[9]
- Hanbelî mezhebinin görüşü, genel hatlarıyla Şâfiî mezhebinin görüşü gibidir.
- Mâlikî mezhebinde meşhur ve tercih edilen görüşe göre, cuma namazı için cemaatin imamdan başka en az on iki kişinin hazır bulunması şarttır. Ayrıca Mâlikîler'e göre cuma namazında imamın mukim olması gerekir.

- Bu görüşlerin dışında, Taberî'nin cuma namazı için imamdan başka bir kişinin bulunmasının yeterli olacağına dair bir görüşü olduğu gibi, bu sayıyı en az dört, yedi, dokuz, yirmi, otuz ve seksen olarak belirleyen ictihadlar da bulunmaktadır.

Biz de derizki, Cum'a namazının kılınabilmesi için imam dahil üç kişinin olması yeterlidir. Cemaatın oluşumuna kadın ve erkek farkı mani olmayacağı gibi;  yolculuk, hastalık, hürriyetin kısıtlı olması, Fatiha Suresi’ni bilip bilmemesi gibi benzeri özürlerde mani olmaz.


3. Şehir
İslâm bilginleri cuma namazı kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde bir yerleşim birimi olmasını şart koşmuşlardır. Fakat gerek bu şartın ayrıntıları konusunda gerekse bir yerleşim biriminde birden fazla yerde cuma namazı kılınıp kılınamayacağı hususunda yine görüş ayrılıkları vardır.
- Hanefîler'e göre, cuma namazı kılınacak yerleşim biriminin şehir veya şehir hükmünde bir yer olması ya da böyle bir yerin civarında bulunması gerekir. Bir yerleşim biriminin hangi durumda şehir hükmünde sayılacağı hususunda farklı rivayetler bulunmaktadır.  Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan görüşe göre bu kriter, o şehrin  "en büyük camisinin, orada cuma namazı ile yükümlü bulunanları alamayacak kadar nüfusa sahip olması" şeklinde belirlenmiştir.
- Mâlikîler'e göre cuma namazı kılınacak yerin, insanların devamlı oturdukları şehir, köy vb. bir yerleşim birimi veya buraların civarında bir yer olması gerekir. Bu bakımdan çadır vb. barınaklardan oluşan ve geçici olarak oturulan yerlerde cuma namazı kılınamaz. Mâlikîler ayrıca, cuma namazı kılınacak yerde cami bulunmasını da şart koşmuşlardır.
- Şâfiîler'e göre de, cuma namazının, insanların devamlı olarak oturdukları bir şehir veya köyün sınırları içinde kılınması gerekir. Çölde veya çadırlarda yaşayanlar, yani belli bir yerleşim birimi içinde oturmayanlar sayıca ne kadar çok olurlarsa olsunlar orada cuma namazı kılamazlar.
- Hanbelîler'e göre ise, cuma namazının kılınabileceği yerin en az kırk kişinin devamlı olarak oturduğu yer olması şarttır.
- Biz deriz ki, cemaat olmak için yeter sayı olan üç rakamına ulaşılan her yerde Cuma namazı kılınır. Köy, şehir, çöl, gemi, dağ, ova v.b yerler arasında fark yoktur. Bu yerlerin halka açık yerler olması şartı elbette aranacaktır.

4. Cami
Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde cuma namazı kılınıp kılınamayacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bütün mezhepler bir şehirde kılınan cuma namazının mümkün olduğunca bir tek camide kılınması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Cuma, toplanma, bir araya gelme gibi anlamlar içerdiğinden, bir cami şartı esasen toplanma, bir araya gelme ve bu suretle birlik ve bütünlük oluşturma esprisiyle ilgilidir. Bu espriyi her zaman canlı tutmak gerekmekle birlikte, günümüzde çok büyük sayılarda insanların yaşadığı şehirler göz önüne alındığında, cuma namazını bir veya birkaç yerde kılmayı söz konusu etmek, şartları açısından, mümkün ve anlamlı değildir.
Bir tek cami konusunda mezheplerin görüşleri genel hatlarıyla şöyledir
Hanefiler’e göre,
- Ebû Hanîfe'ye göre, bir şehirde yalnız bir yerde cuma namazı kılınabilir.
- İmam Muhammed’e göre, bir şehirde birden fazla yerde cuma namazı kılınabilir.
- Ebû Yûsuf'a göre ise, şehrin ortasından nehir geçip de şehri ikiye bölüyorsa veya şehir zayıf ve yaşlı kimselerin cuma kılınan camiye gelmelerini zorlaştıracak ölçüde büyük ise bir şehirde iki yerde cuma namazı kılınabilir; bu durumlar söz konusu değilse sadece bir yerde kılınır.

Şâfiîler'e göre,
bir şehirde birden fazla cami bulunsa bile, birden fazla yerde kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça sadece bir camide cuma namazı kılınır; böyle bir sebep yokken, birden fazla camide cuma namazı kılınsa, sadece namaza ilk başlayanların cuma namazları sahih olur, diğerlerininki sahih olmaz. Bu durumda diğerlerinin sonradan öğle namazı kılmaları gerekir.[1]
- Mâlikîler'deki tercih edilen görüşe göre de, Şâfiî mezhebinde olduğu gibi, birden fazla yerde kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça, bir şehirde sadece bir yerde cuma namazı kılınır. Böyle bir sebep olmadığı halde bir beldede birden fazla camide cuma namazı kılınsa sadece o beldedeki en eski camide kılanların cuma namazları sahih olur.
- Hanbelîler'e göre de, zorlayıcı sebepler yoksa, bir şehirde sadece bir yerde cuma namazı kılınır. Bir cami yeterli olduğu halde iki camide, iki cami yeterli olduğu halde üçüncü camide cuma namazı kılınamaz.
İhtiyaç bulunmadığı halde, birden fazla yerde cuma namazı kılınsa, sadece devlet başkanı veya temsilcisinin kıldırdığı cuma namazı sahih olur; bu durumda, cuma namazını önce veya sonra kılmak önemli değildir.
Biz deriz ki, üç kişinin hazır bulunduğu her camide kılınan namaz, namazdır. İsterse bir şehirde 1000 ayrı yerde kılınsın fark etmez.
5. İzin
Hanefîler, cuma namazını devlet başkanı veya temsilcisinin ya da bunlar tarafından yetkili kılınan bir kişinin kıldırması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.[2]
Şafii ve Malikiler de böyle bir şart yoktur.
Hanbeliler, zorunlu olmadığı halde birden fazla yerde cuma namazı kılınması durumunda sadece devlet başkanı veya temsilcisinin kıldırdığı cuma namazının sahih olacağı görüşündedirler.
Biz deriz ki, Allah’ın Cuma namazı kılınması konusundaki buyruğunun içinde Devlet Başkanı ile ilgili bir ima bile yokken , işin içine böyle bir ibareyi sokmak tamamen siyasi bir endişeden kaynaklanmaktadır. Amaç müslüman halkı kontrol altında tutmaktır.
Cuma namazı kılmak için, kamu otoritesinden ayrıca bir izin gerekmez. Böyle bir izin müslümanları kontrol altına almak anlamına geleceğinden cumanın ruhuna aykırıdır. İnsan haklarına da aykırıdır.
6. Hutbe
Cuma namazının sıhhat şartlarından birisinin de hutbe olduğu hususunda fakihler görüş birliği içindedirler. Ancak diğer şartlarda olduğu gibi cuma namazının sıhhat şartlarından olan hutbenin rükünleri ve geçerlilik şartları konusunda da, mezhepler arasında yine görüş farklılıkları vardır.
Bu konuda sadece Hanefîler'in görüşlerini vermek meseleyi anlamak için yeterli olacaktır. Cuma namazı hutbesinin sahih olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir, hutbenin:

1. Vakit içinde okunması,
2. Namazdan önce olması, [3]
3. Hutbe niyetiyle okunması,
4. Cemaatin huzurunda okunması,[4]
5. Arasının, namaz, yiyip içmek gibi namaz ve hutbe ile bağdaşmayan bir şeyle kesilip ayrılmaması gerekir.

Biz deriz ki, hutbe Cuma namazının bir parçasıdır. Dört rekatlı bir namazın(öğle namazı) yerine kılınan Cuma namazının iki rekatı farz, iki rekatı da hutbedir. Konuya böyle yaklaşmak lazımdır. Bundan dolayıdır ki, Hutbe okunurken;
- konuşulmamalı,
- sağa sola bakınılmamalı,
- selâm verilip alınmamalı,
- hutbe okunurfken namaz kılınmamalı,
- soru sorulmamalıdır,
- huşu ile dinlenilmelidir.

Yorum:
1- Cuma namazı, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden hemen sonra siyasî bir içerik kazanmaya başlamıştır. Bazı yörelerde ve dönemlerde, hutbelerde Ali'ye, bazı dönemlerde veya yerlerde de Muâviye'ye lânet okunduğu görülmüş ve böylece  hutbe bir anlamda, siyasîleştirilmiştir.
2- Sonraki zamanlarda ise hutbenin biri adına okunması, onun isyan bayrağını çektiği ve siyasî bağımsızlığını ilân ettiği anlamına gelmeye başlamış, dolayısıyla hutbe ve cuma namazı âdeta siyasî bir sembol olmuştur.
3- Tarih kitaplarında, adına hutbe okutmak veya adına hutbe okunmak şeklinde yer alan ifadeler de cuma namazının zaman içerisinde siyasal bir içerik kazandığını göstermektedir. Özellikle Abbâsîler'den itibaren resmî veya yarı resmî mezhep durumunda olan Hanefî mezhebinin âlimleri ister istemez bu siyasî konjonktürden etkilenmişler ve cuma namazı için daha önce bulunmayan birtakım şartlar ileri sürmek durumunda kalmışlardır.

Biz deriz ki, bugün de hutbeler aynı amaçları gerçekleştirmek için okunmaktadır, okutulmaktadır. Hangi cemaat, hangi otorite okutursa okutsun amaç aynıdır. Amaç, cuma toplantılarında yapılan konuşmaları(vaaz ve hutbeyi) kontrol altında tutmaktır.  Şehir şartı, cemaat şartı, erkek olma şartı, cami şartı, izin şartı, zuhr-i âhir şartı gibi şartlar tamamen sözkonusu amaca uygun olan şartlardır...

Sonuç:

Fıkıh kitaplarımızda , Her ne kadar;
-Cum'a kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde olması
-Devlet başkanı tarafından cumaya izin verilmiş olması
-Bir şehirde yalnız bir camide cumanın kılınması gibi, şartlar ileri sürülmüşsede, bu şartların Cuma namazının sıhhatiyle uzaktan-yakından ilgisi yoktur. Bu şartlar iyi veya kötü niyetli yöneticilerin zorlamasıyla tarihin bir bölümünde siyasi rant elde etmek için, idari bir karar olarak ileri sürülmüş olabilir. Fakat, kesinlikle dini bir emir değildir, olamazda. Dolayısıyla, mezheblerin yukarda açıkladığımız görüşleri, din adına müslümanları asla bağlamaz.

1.      Yukardaki hadisi esas alarak Hanefiler, zâlimde olsa devlet başkanının izni olmadan Cuma kılınamaz demektedirler. Bu kabulleriyle zalim devlet başkanının meşruluğunu tescillemiş olmaktadırlar. Ne gariptir ki, Cuma namazı kılmak için, olmayan bir şart, varmış gibi ileri sürülüyor ve sonra bu şart namazın olmazsa olmazı haline getiriliyor ve fıkıh kitaplarının içerisine bir şekilde monte ediliyor.

2.      Günümüzün müslümanları da bu mesnetsiz fetvaları dinin kendisi sayarak bu gibi şarlatanlıklara omuz veriyor.


3.      Kimi müslümanlar, bu durumda Cuma farz değildir diyerek Cuma namazını terkediyor, kimileri evlerde Cuma namazı kılıyor, kimileri de Cuma namazının kabul olmayabileceği endişesine kapılarak, ilave olarak zuhr-i âhir uydurma namazını  kılıyor.

4.      Allah’ın hiç bir şart koşmadan ‘’farz’’ dır, kılınması  gerekir dediği Cuma namazı ibadetini, görüldüğü gib mezhepler çeşitli düşüncelerle Cuma namazı olmaktan çıkarmışlar ve  siyasetçilerin dini siyasallaştırmalarına zemin hazırlamışlardır/ çanak tutmuşlardır..


5.      Zaruret olursa o zaman devlet başkanının iznine gerek yoktur gibi bir bahane ile, ‘’yetki kullanımına’’ soyunmak Allah’ın hoşuna gitmeyecektir. Onun birileriyle yetki paylaşımına ihtiyaç duymadığı herkesin malumudur.

6.      Cuma namazının sahih olmasının devlet temsilcisinin iznine bağlanmış olması, Kur’an’a rağmendir. Bu görüşlerin temelinde yatan acı gerçek Müslümanları kontrol altında tutabilmektir. Kur’an raflara kaldırılınca; mezhepler din haline getirilmiş ve maalesef ortaya bu garip ucubeler çıkmıştır. Ne yazık ki bu görüşler, hâlâ din buyrukları olarak, İslâm adına, müslümanlara servis yapılmaya devam edilmektedir.

Bitirirken, sözü yine sözün Sahibine bırakalım: “Yarabbî, içimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizleri helak mı edeceksin.?” (Araf 155)



[1]Ancak, şehrin çok büyük olması sebebiyle, cuma namazı için herkesin bir yere toplanması çok zor olursa veya güvenlik, sağlık vb. konularda ciddi endişeler bulunması sebebiyle bir yerde toplanılmasında sakınca varsa, ihtiyaç durumuna göre, bir şehirde birden fazla yerde cuma namazı kılınabilir. Bu tür sebeplerden dolayı, bir şehirde birden fazla yerde cuma namazı kılınırsa, buralarda cuma namazı kılanların ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez.
[2]Cuma namazı kılmak için devlet başkanının izninin aranması şartı eski siyasî içeriğini kaybetmiş olduğu için, günümüzde bu şartı aramaya gerek kalmamıştır. Öte yandan, bu şartın hâlâ geçerliliğini koruduğu düşünülse bile, bir ülkede camilerin yapılmasına izin verilmesi, imamların maaşlarının devlet tarafından ödenmesi ve bu işler için kamusal bir örgütlenmenin mevcut olması, cuma namazının kılınması için de izin sayılır ve şart yerine gelmiş olur.
Sonraki Hanefî fıkıhçılar, devlet başkanının veya izninin bulunmaması durumunda bir cemaat teşkil edebilen müslümanların, aralarından birine cuma imamlığı selâhiyeti vererek  bu namazı kılabileceklerine fetva vermişlerdir.
Cuma kılınan yerin herkese açık olması anlamında genel izin de (izn-i âm), bazı kitaplarda ayrı bir şart olarak değerlendirilmekle birlikte, bir anlamda devlet başkanının izni kapsamında yer alır.
[3]Peygamberimiz namazdan sonra okurdu. Bu durumda onun okuduğu hutbeler sahih olmamış oluyor.
[4] Bu son şartın yerine gelmiş olması için, kendisiyle cuma sahih olan en az bir kişinin bulunması gerekir. Her ne kadar Hanefî mezhebinde hutbenin sıhhati için cemaatin şart olmadığına dair bir görüş mevcut ise de, mezhepte daha doğru kabul edilen görüş, bir kişi bile olsa cemaatin huzurunda okunmasının gerektiği şeklindedir ve bunun kendisiyle cuma namazı sahih olabilecek bir kişi olması da şarttır. Ancak, hutbenin sıhhati için cemaatin işitmesi şart olmayıp sadece hazır bulunması yeterlidir.



[1]              Burada oppala demek gerekiyor. Sonunda peygambere de zuhr-i âhir namazını kıldırmakta sakınca görmüyorlar.
[2]              Mezâhibü'l Erbaa 1/385, Vehbe Züheylî a.g.e. 2/310
[3]              İbn-ü Âbidin Hâşiyet-ü Reddü'l Muhtar Alâ Dürrü'l Muhtâr Şerh-i Tenvîrü'l Ebsâr C:2 S:145
[4]              Vehbe Züheylî a.g.e.
[5]              Mezâhibü'l Ebaa c., s. 385
[6]              Serahsi; el- Mebsut, 2/237), -(Yunus Vehbi Yavuz; Kur’an Mesajı Derisi, yıl:1998, sayı: 6
[7]              Buhârî, Ezan, 18; Edeb, 27
[8]              Ebû Dâvud, I, 644, H. No: 1067; Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, I, 225
[9]              Buna göre, bir yerde kırk kişi bulunsa da, bu kırk kişiden bir kısmı köle, kadın veya yolcu olsa, ya da ticaret veya öğrenim görme gibi bir amaçla orada bulunuyor olsalar, bu kimselerden oluşan kırk kişiyle cuma namazı kılınamaz. Ayrıca, bu kırk kişinin hepsi veya bir kısmı, yazın veya kışın ya da her iki mevsimde göç eden göçebelerden oluşuyorsa, bu durumda da, cuma namazı eda edilemez. Hatta bu kırk kişinin içinde Fâtiha Sûresi’ni okuyamayan bir ümmî bulunsa bu kimse sayıdan düşürülür ve bu durumda sayı kırktan aşağıya indiği için, bu kimselerle de cuma namazı sahih olmaz. Ancak FâtihaSsûresi’ni okumayı öğrenmek için gayret gösterdiği halde bunu henüz başaramamış kimseler sayıya dahil edilir. Cuma namazını kıldıran kişinin yolcu olması durumunda, kendi dışında kırk kişinin bulunması gerekir. Ayrıca, bu mezhebe göre, namazın herhangi bir bölümünde veya hutbe esnasında sayı kırktan aşağıya düşerse namaz fâsid olur.


 

[1]              Geniş bilgi için bkz, Dürrü'l Muhtar C:2, S:136 vd.  Fethü'l Kadîr C:2  S:49
[2]              Yes'eluneke Fid-Dîni Vel-Hayat C:1, S:86,
[3]              Mezâhibü'l Erbaa C:1, S:385
[4]              El-Mizânü'l Kübrâ s.140
[5]              El-Binâye C:2, S:846
[6]              Mebsut C:2, S:121
[7]              Kenz-Babü'l Cuma
[8]              El-Binâye a.g.e.
[9]              İbn-ü Âbidin Hâşiyet-ü Reddü'l Muhtar Alâ Dürrü'l Muhtâr Şerh-i Tenvîrü'l Ebsâr C:2 S:145,146
[10]            Bahr 2/154, Dürrü'l Muhtâr 2/145
[11]            Mebsut 2/120
[12]            Bahr 2/154
[13]            El-Mizânü'l Kübrâ s.140
[14]             İbn-ü Âbidin Hâşiyet-ü Reddü'l Muhtar Alâ Dürrü'l Muhtâr Şerh-i Tenvîrü'l Ebsâr C:2 S:145
[15]            İbn-i Âbidin a.g.e. 1/350
[16]            El-Fıkhi'l İslam Vehbe Züheylî 2/310
[17]            19-Muğnî 3/66
[18]             Vehbe Züheylî 2/279,80,81
[19]             İbn-i Âbidin a.g.e. 2/146-147     


......................................
1- Sahabe diye göklere çıkardığımız, cennetle müjdelendiğini söyleyerek, tabi olmamız durumunda kurtuluşa ereceğimizi ilan ettiğimiz o insanlar peygamberimiz hutbe okurken camiyi terkedip, kervanın peşine düşmüşlerdir. Bu âyet böyle talihsiz bir olay üzerine nazil olmuştrur.
2- Cum’a 1-11
3- Umm Varaka bintu Abdillah’ibn’il-Haris, peygamberimiz tarafından oturduğu mahalledeki mescide imam olarak tayin edilmiştir. O da bu camide günlük vakit namazlarını erkek ve kadınlardan müteşekkil cemaata kıldırır olmuştur.(İbn. Hişam, s. 296). Geniş bilgi için bakınz; İslam Peygamberi, Prof.Muhammed Hamidullah, c.1, s.172
4-- Büyük Türkçe Sözlük, D.Mehmet Doğan, Beyan yayınları; 1989 İst. N maddesi.
5- El-Mizânü'l Kübra s:140

 
........................
1              Zebidî, Tâcu'l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, XVIII, 97, 98
2              Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99
3              Hak Dini Kur’an Dili: 6/4977; İbnu’l-Manzûr, Lisan’ül-Arab:2/725
4              Nizamu’d-dîn el-A’rac, Tefsîru’n-Neysâbûrî, Taberî kenarında 28/66, beyrut, 1400, H.1980 M.
5              Cum'a Suresi, 62/9
6              Suyütî, ed-Dürru'l-Mensûr, VI, 218, Dâre Kutnî'den naklen: İbn Sa'd, Tabakat, III, 118
7              el-Hacc, 22/39
8              Cumâ, 62/9-11
9              İbn Mâce
10            İbn Mâce, Sünen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis no: 1081



ORUÇ



Rüştü Kam 1994
 Oruçla ilgili gerekli olan bilgileri vermeden önce, Kur'an'ın oruca yaklaşımını bilmekte fayda olacağı kanaatindeyim. Bundan dolayı önce sözü Sözün Sahibi'ne bırakalım:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Farz olan Ramazan ayı orucu
''- Ey iman edenler oruç, sizden öncekilere farz kılnıdığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki dikkate alırsınız.(1)
 - Oruç, sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruca güç yetiremeyenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
- Ramazan, insanlara yol gösterici, apaçık bir öğreti ve yasa kitabı olan Kuran'ın indirildiği aydır. Kim o aya ulaşırsa oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar. ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Böylece (oruç günlerinin) sayısını tamamlar, sizi doğruya ulaştıran ALLAH'ı yüceltip şükredersiniz.(2)
- Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.(3)
Oruç:
-Tanımı ve zamanı

Müslümanın; Kur'an'da belirtilen zaman dilimi içerisinde, aslında helâl olan şeylerden, buyruk doğrultusunda kendisini uzak tutmasıdır.

  -Lügâtta
Bir şeyden uzaklaşmak, bir şeye karşı kendini tutmak demektir.
  -Terim olarak
Tutmaya ehil kimselerin, imsakın bitiminden, güneşin batışına kadar orucu bozan şeylerden uzak durmalarıdır.
-Orucun zamanı
Orucun zamanını, Kur'an çok açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Peygamber imiz de uygulamasıyla bize örnek olmuştur. Hz. Ömer, Huzeyfe, İb. Abbas, Talk İb. Ali, Ata İb. Ebî Rabah, Ameş, Ali İb. Ebû Talip gibi sahâbelere göre: ''Oruca başlama vakti, sabahleyin yolların dağların, tepelerin belli olacağı zamandır. Yani çıplak gözle eşyaların birbirinden seçildiği zamandır.(4)
Hz. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Muhammed s.'in uygulaması da böyle olmuştur. Hz. Huzeyfe çöyle der: ''Sabah oluncaya kadar Rasûlüllah ile beraber yiyip içtik ki, güneş henüz doğmamıştı.'' demektedir: Çünkü, Kur' an'ın buyruğu böyledir:''Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.''(5) Dînin sahibi, oruç vaktini açık ve net olarak bu şekilde ortaya koyuyorsa, dînin tebliğcisi de uygulamasında, güneşin doğmasına az bir zaman kalıncaya kadar yiyip içmeye devam ediyorsa;imsakiyelerle bizlere düşen, bu uygulamayı aynen hayatımıza geçirmek olmalıdır. 

Her Ramazan'da olduğu gibi, bu Ramazanda'da cemaatlar farklı farklı imsakiyeler dağıtacaktır. Kafalar yine karışacaktır. Kafa karışıklıklarının giderilmesi için yapılacak olan tek şey güneşin doğmasına 45 dakika kala kadar yiyip içmektir. 

  -Oruç ibadetiyle ilgili hadisler
Oruç İslâm`ın beş şartından biridir. Allah Teâlâ, orucu müslümanlara farz kılmıştır. Oruç, hikmetleri ve maddî manevî faydaları çok olan bir ibâdettir. Aşağıdaki hadîsler, orucun hikmet ve faydasını herhangi bir açıkalamaya ihtiyaç bırakmayacak kadar açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
''Her hangi biriniz oruçlu bulunduğu gün artık kötü söz söylemesin ve cahilliğe kapılmasın. Eğer bir kimse kendisi ile dövüşür yahut ona hakaret ederse derhal: ''Ben oruçluyum, ben oruçluyum, desin.''(6)
''Âdemoğlunun her işi kendisi içindir. Oruç müstesna. O, içine riyâ karışmayan bir ibâdettir. Onun mükâfatını da doğrudan doğruya Allah verir, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında, muhakkak misk kokusundan daha hoş ve temizdir.''(7)
''Oruç bir kalkandır.''(8)
''Herşey için bir zekât vardır, cesedin zekâtı da oruçtur, oruç sabrın yarısıdır.''(9)
''Kim, orucun fatziyyetine inanarak ve mükâfatını Allah'tan umarak oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.''(10)
 
''En güzel düzenleyici Allahtır.''
-Oruç, ruhsal yükselişi sağlamak için farz kılınmıştır. Oruç, aynı amaçla önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Farz olan oruç Ramazan ayında tutulan oruçtur.
-Ramazan ayında oruca güç yetiremeyenler, tutamadıkları gün sayısınca başka günlerde oruç tutarlar.
-Oruca tahammül edemiyecek olanlar ise, oruç yerine fidye verirler. Bununla beraber kendileri için oruç tutmaları daha hayırlıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki; Allah'ın temel tavrı, kullarının işini kolaylaştırmaktır, güçleştirmek değildir. ''Rızık temini için zor şartlar altında çalışanlar, çocuklu kadınlar, esir veya hapiste olanlar ve bizim bilemeyeceğimiz, oruç tutmaya mani herhangibir mazereti olanlar, hergün için fidye verebilirler.''(11)
-Diğer ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetin de de mazeret tesbiti, tamamen şahısların kendilerine aiddir. Kur'ân, oruç tutmakta zorlananlara fidye kolaylığı getirmekle iki amacı birden gerçekleştirmiş olmaktadır:
1- Müslümanın, ibadetini yerine getirmede ürküntüye düşmesini önleyerek, karamsarlığa kapılmamasını sağlamak.
2- Fidye imkanıyla, toplumda yoksulluk ve imkansızlığa çare bulmak. Kur'ân'ın açıklamasına göre; bir insana diğer bir insanın yardım ulaştırması, sadece kendisinin faydalanacağı ibadetlerden daha hayırlıdır.
Kur'an'ın beyanına göre insan, dünyada; inaç açısından, düşünce açısından, çalışma açısından velhasıl insan hakları açısından, tamamen hür olarak yaşaması gereken bir varlıktır. İnsan için ibâdet, bu hürriyet içerisinde yapıldığında bir anlam taşır, şov olsun diye yapılan ibadetlerin Allah'ın terazisinde bir ağırlığı olmayacaktır. İnsan, içinden gelerek oruç tutuyorsa bir anlamı olacaktır, zorlamayla oruç tutuyorsa veya şov olsun diye oruç tutuyorsa, ne oruç tutana ne de zorlayana oruç fayda sağlamayacaktır. Dini insanlara anlatmak konusunda kendilerini görevli hissedenler, bu konuda sorumluluk üstlenenler, bu açıdan meseleye bakarak, muhataplarının başında ibadet yaptırma memuru olmadıklarını bilmelidirler. ''Oruç tutmayanın, namaz kılmayanın hapse atılması veya öldürülmesi''(12) gibi garip fetvalar ne yazık ki fıkıh kitaplarımızda yer almaktadır. Hangi amaçla, ne zaman, ne şekilde bu fetvalar kitaplara girdiyse girmiş, üzerinde durmaya değmez. Ancak bugünün müslümanları, bu garip fetvaları esas alarak insanlara İslâm'ı anlatacaklarını sanıyorlarsa büyük bir yanılgı içerisindedirler. Aklı başında hiç bir insan bilinçli olarak namaz kılmadığı zaman, oruç tutmadığı zaman hapsedileceği, öldürüleceği bir dine girmek istemez.
-O halde Allah'ın kullarına lutfettiği ruhsat ve kolaylıkları onların elinden almakla, hayırlı bir iş yapmış olmayız. Tam aksine onları samimiyetsizliğe ve riyakârlığa iteriz. Oysa Allah düzenini çok iyi kurmuştur, o düzenin içerisine, din adına, azimet adına, takva adına, iyi müslüman olma adına, cihad yapma adına, çomak sokmanın herhangi bir mantığı yoktur, bu tip temelsiz kurallarla ne yazık ki din tahrif edilmiştir, tahrife hâlâ da devam edilmektedir. Allah din tahrifçilerine, çok nazik bir şekilde, benim işime karışmayın, siz kendi işinize bakın dercesine şöyle buyurur: ''En güzel düzenleyici Allahtır.''(13)
-Oruç ayında, orucun açık bulunduğu saatlerde, cinsel ilişkide bir sakınca yoktur. Itikafta olanlar hariç.
-''Oruç, varlıkların birbirlerinden seçilebileceği, sabahın erken saaatlerinde başlar, güneşin batışıyla biter.''(14) İmsak ve iftar zamanı bu ayet esas alnarak düzenlenmelidir.
-Orucun fayda ve hikmetleri
Orucun fayda ve hikmetlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
-Herşeyden önce oruç tutmakla, Allah'ın rızası kaza nılmış olur. Oruç, insanı kötülüklerden alıkoyar, nefsi terbiye eder, ihtirasları bastırır ve ruhu yüceltir.
-Oruç tutarak aç kalan müslümanın, şefkat ve merhamet duyguları gelişir, fakirlerin, miskinlerin, açların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini tecrübe ile öğrenmiş olur ve onlara karşı daha insanî yaklaşımlar ortaya koyar.
-Oruçlu kişiler, açlığa, susuzluğa ve sıkıntılara tahammül etmeyi öğrenir, sabır, sebat sahibi olurlar.
-Orucun ruhumuz kadar bedenimize de faydası vardır. Ramazan boyunca mide ve kalb daha az çalışır, bütün organlar dinlenir, vücut sağlık kazanır. Bu sebeble oruç, maddî, mânevî hastalık ve kötülüklere karşı bir kalkandır :
- Oruç; Allah'a itaattır, ibadettir.
- Oruç; yalnız Allah içindir.
- Oruç; takvayı gerçekleştirir.
- Oruç; ahlâk mektebidir.
- Oruç; nefse karşı bir savaştır.
- Oruç; sabır alışkanlığı kazandırır.
- Oruç; iradeyi kuvvetlendirir, gayreti biler.
- Oruç; düzeni ve disiplini öğretir.
- Oruç; merhemet ve kardeşlik bağlarını güçlendirir.
- Oruç; toplumsal hastalıkları tedavidebirliği sağlar.
- Oruç; vücut için bir rektefe vazifesi görür. 

-Ramazan orucu kimlere farzdır
Namaz kimlere farz iase oruç da onlara farzdır. Ancak biz yine bir sıralama yaparak bilgilerimizi tazelemiş olalım, oruç: Erginlik çağına gelmiş, akıllı, her erkek ve kadın müslümana Ramazan ayında oruç tutmak farzdır.
1- Orucun çeşitleri
Farz olması ve olmaması açısından çeşit oruç vardır.
2- Farzolan oruçlar: Ramazan'da oruç tutmak farzdır. Bu ayda tutulamayan oruçlar başka günlerde kaza edilir.
3- Sünnet olan oruçlar: Muharrem ayının dokuz, on, onbirinci günleri oruç tutmak sünnettir. Kamerî ayların onüç, ondört ve onbeşinci günleri ile haftanın pazartesi, perşembe günleri ve şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabtır.
4- Haram olan oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört günü oruç tutmak haramdır. Çünkü bayram günleri Allah'ın kullarına birer ziyafet günüdür. Allah'ın ziyafetinden kaçınmak uygun değildir.
-Orucu bozan şeyler
Orucu bozan şeyler, orucu geçersiz kılan şeylerdir. Oruçlu iken bilerek herhangi bir şeyi yemek, içmek. Cinsî münasebette bulunmak ve Besin değeri olan iğnelerden kullanmak, besin değeri olmayan iğneler ise orucu bozmaz. Ayrıca cumhura göre kusmak da orucu bozmaz. Denize girmek, banyo yapmak, kan aldırmak, içerisinde şeker ihtiva etmeyen natur bir sakızı çiğnemek de aynı şekilde değerlendirilir. Ağız kokusunu kısmende olsa gidereceği için toplum içerisinde bulunan ve insanlarla konuşmak durumunda olan müslümanlara sakız çiğnemeleri tavsiye bile edilmelidir. Alah'ın hoşuna gittiği söylenen! oruçlunun ağız kokusu, insanların hoşuna gitmemektedir. 

-Kazayı gerektiren haller
Orucu bozan şeyler, aynı zamanda kazayı gerektiren hallerdir. Herhangi bir nedenle orucu bozulan müslüman, Ramazan ayından sonraki bir günde, orucunu kaza eder.
-Oruçla ilgili diğer meseleler
Oruçla, oruca başlama zamanıyla ilgili, diğer meseleleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

  1-Keffâret
Keffâret ceza demektir. Geleneksel fıkıh kitaplarımızda orucunu kasten bozan müslümana verilecek cezadan, keffaret adı altında uzun uzun bahsedilmiştir. Oysa hüküm koyucu, her ne sebeple olursa olsun orucunu bozan müslümana kaza etmesini söylemiştir. Peygamberimiz de bu yolu takip etmiştir. Sonradan bu yol terkedilmiş ve hüküm koyucuya rağmen, oruçla ilgili senaryolar, yukarda da bahsedildiği gibi yazılmaya devam edilmiştir.
Kur'an ve Sünnet'e göre, her ne suretle olursa olsun orucunu bozana keffâret lâzım gelmez. Keffâret cezası başka konulardaki (zıhar olayı Mücadele 2,3) keffâret uygulamalarının anlam kaydırmalarıyla, oruca da tatbik edilmesinden doğmuştur. Burada Allah adına hüküm koymanında ötesinde, Allah adına, O'nun kullarına ceza vermek gibi bir zulüm de vardır. Biz, böyle bir zulmü, Allah'ın dinine fatura etmekten Allah'a sığınırız. Hüküm ne kadar da açık: ''Ramazan günlerinde orucunu tutamamış olanlar, başka günlerde tutarlar.'' Allah rızası için oruç tutan müslümanın, öyle veya böyle, hiçbir mazereti yokken orucunu bozması mümkün değildir.
Oruçlu bir müslüman, tarafından tesbit edilen özel durumuna göre, kendini mazeretli görürse, mazeretli sayarsa, orucunu bozar, bozar demek biraz yanlış düşeceğinden, iftar eder demek daha doğru olacaktır. Bu kişiyede ceza yüklemek Bakara Sûresi'nin son âyetine ters düşer. Keyfi olarak oruç bozan insan ise, zaten Allah korkusundan veya ibâdet şuurundan uzaktır. Böyle bir özelliğe sahip olan insan da keffaret orucundan zaten korkmaz, çünkü onu da tutmayacaktır. Bu durumda ceza iyi niyetli olan müslümana verilmiş olurki yanlıştır. Yukardaki sözümüzü yeniden tekrar edelim. İnsan ibâdet yapıp yapmamakta hürdür. Bu hürriyet içerisinde yapılırsa, ibadet bir anlam taşır. Herkes Cennet'e girme hürriyyetine sahip olduğu gibi Cehennem'e girme hürriyyetine de sahiptir. Kimse kimsenin başına bekçi tayin edilmemiştir.

Keffârete delil olarak şu hadis gösterilir:
- Bir adam Peygambere gelerek'' mahfoldum''dedi,
- Peygamberimiz; Seni mahveden şey nedir ?
- Adam; Ramazan da hanımımla ilişkide bulundum.
- Peygamberimiz: Köle azad edebilir misin ?
- Adam: Hayır.
- Peygamberimiz: Peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin ?
- Adam: Hayır.
- Peygamberimiz: Altmış fakiri doyurabilir misin ?
- Adam: Hayır.
- Peygamberimiz: Adama biraz hurma vererek al bu hurmaları dağıt dedi.
- Adam: Bizden fakiri var mı ki ben bu hurmaları dağıtayım?
- Peyagamberimiz: Güldü ve adama, git bunları ailene yedir dedi.''(15)
Bu hadis gereğince keffâret kabul edilse bile, sadece cinsi münasebetle ilgili olduğu görülür. Keffâretin umûmîleştirilmesi ve farz hükmünde görülmesi yanlış olur. İkincisi, Adamla peygamberimiz'in konuşmalarının sonunda hurmalar adama kaldı. Adam cezalandırılma yerine mükâfatlandırıldı. Üstelik, peygamberin huzuruna eliboş gelen adam, eli dolu olarak geri döndü, peygamberimizi keyiflendirdi ve güldürdü. Hadisi ilim adamları da değerlendirmiş ve şu sonuçları elde etmişler:
1- İmam Hanefi, kasden bozulan oruca 61 gün ceza vermiş.
2- İmam Şafiî, keffâret sadece, kendi isteğiyle cinsi münasebet yapan erkek için geçer-lidir, kadın için geçerli değildir, onun kaza yapması gerekir demiş.
3- İmam Malik, hadisteki sıra takip edilir demiş.
4- İmam Nevevî, keffâret erkeğedir, kadına hiçbir şey gerekmez demiş. Çünkü keffâret mehir gibidir, mehirde erkeğe mahsustur.(16)

-Sonuç
Keffâret ilim adamlarının çoğunluğunun ortak görüşüne göre orucu bozan diğer hususlarla ilgili değildir. Sadece cinsî ilişki ile ilgilidir, ve de erkek için geçerlidir, kadın için ise geçerli değildir. Herne sebeple olursa olsun oruç bozulduğu zaman, güne gün, oruç tutmakla farz yerine getirilmiş olur diyebiliriz.

2- İtikaf
Beş vakit namaz kılınan bir camide ibâdet niyetiyle durmaktır. Itikaf'ta olan insan, yeme içme işlerini camide yapar. Devamlı zikirle, tefekkürle, okumayla meşgul olur. Müddeti: Mezheblere göre değişir. Hanefîler, Şafiiler ve Hanbelîlere göre, enaz; ''az bir zaman, bir an'', olarak belirlenen müddet, Malîkiler'e göre bir gün, bir gecedir. İsteyen daha fazla da durulabilir. İtikâf'ın amacı; belirli bir zaman içerisinde, hertürlü dünya meşgalesinden uzaklaşarak, murakabeye dalmak, tabir caizse, Allah'la baş başa kalarak huzur ve mutluluğu yakalamaya çalışmak, hiçliğin şuuruna ermektir.(17)

3- Oruç ve Hilal
Hilâl, Ramazan ayının başlangıcının belirlenmesinde belirleyeci rolünü oynar. ''Hilali gördüğünüz zaman Oruç tutunuz, hilali gördüğünüz zaman bayram yapınız; hava bulutlu ise taktir ediniz'' Başka bir rivayette ''Hava bulutluysa veya hilâl'i gözetlemeye mani bir durum var ise, Şaban'ı otuza tamamlayınız''(18) buyurulmaktadır. Belirleme, o günün şartlarında şahısların şahadetiyle yapılıyormuş. Bugün belirleme, Astronomi uzmanlarınca, yapılmaktadır. Hassas aletler ve hesaplamalarla yapılmaktadır. Yapılması gereken, Ramazan ayının başlangıcının tesbitidir. Hangi şekil ve esas alınırsa alınsın tesbit yapıldıysa sorun çözülmüş demektir.'' 29 veya 30 gün oruç tutulur ve sonunda bayram yapılır.
- Biz deriz ki, mümkünse bütün İslâm aleminde orucun başlaması ve bitimiyle ilgili birlik sağlanmalı ve bir prensip üzerinde anlaşılmalıdır. Aynı zamanda oruca başlanmalı ve aynı zamanda bayram yapılmalıdır. Kimi oruç tutarken kiminin iftar etmesi, müslümanlar arasında sürtüşme meydana getirmektedir. Hilâl tartışmasının altında yatan gerçek dînî endişe değil, siyasî endişedir.
- Hanefî Mezhebine göre kılınması vacip olan bayram namazı, cumhurun görüşüne göre sünnettir. Bir özür gereği, bayram namazları, bir gün ertelenerek kılanabilir. Bu şekildeki bir uygulama ile müslümanlar arasındaki birliği korumak en güzeli olacaktır. Çoğunluğun sünnet olarak belirlediği bayram namazında kavga çıkararak ümmetin birliğini zedelemek haramdır. Ümmetin birli ğini sağlamak ise farzdır.
- Kaldıki, Şafiî Mezhebi'ne göre, hilâl tesbitinde hesaba itibar edilir.
- Cumhurun görüşü ise; ''onu takdir ediniz''(19) şeklindedir. Kısacası cumhurun görüşü hakikate daha yakındır. Namaz vakitlerinde saati dakikasına varıncaya
- kadar kullanan müslümanların, oruç tesbitinde hesabı dışlamaları mânidar değil midir?
- Oysa teknolojiyi en iyi kullananların, ondan en iyi şekilde istifade etmesi gerekenlerin müslümanlar olması gerekmez mi? ''Herşeyi bir nizam, bir hesap üzerine yarattığını, feleklerin kendi yörüngelerinde yürüdüklerini, yüzdüklerini''(20) Kuran altıncı asırda, tüm dünyaya ilan etmedi mi? Böyle bir Kitabın bağımlıları nasıl olur daKur'an'ı ve Sünneti dışlayarak oruç tesbitinde, ilkel yöntemleri seçer?
- Allah, herçağda dinini omuzlayabilecek, her platformda onu temsil edebilecek, akıllı, yetenekli, ehliyetli aksiyon sahibi yiğit müslümanlar istiyor, belirli çıkar hesapları olan, şovmen müslüman istemediği gibi, sünepe, dış görünüşüyle medine dilencisini andıran yobaz müslüman istemiyor. ''Allah Kitabında bu düşüncesini şu şekilde ifadeye koyuyor: ... hâlâ düşünmeyecek misiniz? Aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım.''
4- Kutuplarda oruç
Kutuplar, günün gece ve gündüz olarak 24 saat gibi bir tesbit ile tayin edilemediği yerlerdir. Kutuplarda en yakın yerdeki, zaman dilimine göre ayarlama yapılarak, oruç tutulur, namaz kılınır.
    5- Niyet
Oruçta niyet şarttır. Niyet kişinin kalbinden oruç tutacağını bilmesidir. Imam Hanefî, Malikî ve Hanbelî' ye göre şart olan niyet, Imam Şafii'ye rükündür.(21)
    6- Sadaka-ı Fıtır
Sadaka-ı fıtır, Ramazan bayramını geçirmemek üzere verile-cek olan bir sadakadır. Bayram günü sabah namazına kadar verilmesi gerekir. İmkân bulunamamışsa daha sonrakî günlerde de verilebilir. Zengin (nisaba mâlik) olan hür müslümanlar, sadaka-ı fıtrı vermelidir. Fıtır Sadaka'sı bakmakla yükümlü olunan şahıs başına hesab edilerek Allah rızası için verilir. Sadaka-ı fıtır, sofraya konan tüm yiyecekler üzerinden zamanın şartlarına göre tesbit edilmelidir. Tesbit çağın getirdiği zorunluluklar göz önünde bulundurularak fakir lehine yapılır. Sadaka-ı fıtır, bir fakirin akşamlı- sabahlı bir günlük yiyeceğinin tutarıdır. Hesap buna göre yapılır.

-Orucun fidyesi
Oruç tutmaya güç yetiremeyenler (ağır işlerde çalışanlar, işyeri ile promlemleri olanlar, özürlü olanlar, hasta olanlar, kendi açılarından oruç tutmaya mani, herhangi bir mazereti olanlar), farz olan oruç için tutamadıkları her bir oruca bedel bir fidye verirler. Bir fidye, bir sadaka-ı fıtır miktarıdır. Fidye vermekle mükellef olan müslümanlar, fidye vermeye de güç yetiremezlerse, o zaman Allah'dan af ve mağfiret dilerler. 

-Oruç tutmamayı mübah kılan özürler
Kendisine oruç farz olan bir mükellefin, aşağıda belirtilen sebeblerden dolayı, oruç tutmaması veya iftar etmesi mübahtır. Orucunu tutamayan veya iftar eden özür sahipleri,
mazeretleri geçince tutamadıkları gün sayısınca oruçlarını tutarlar.
1- Hastalık
Hasta olan ve orucun kendisine zararlı olacağı, doktor tarafından bildirilen kişi hastalığı süresince oruç tutmayabilir.
2- Yolculuk
Ramazanda yolculuğa çıkacak kimse, oruç tutmayabilir. Eğer yolculuk herhangi bir sıkıntı vermeyecekse oruç tutmak daha iyidir.
3- Kadınların hâmile veya emzikli olması
Hâmile olan veya çocuğunu emziren bir kadın, oruç tutmayabilir.
Kadınlar hayız ve nifas hallerinde, isterlerse oruç tutmayabilirler, tamamen kendi takdirlerine bağlıdır. Müslüman gücü yetiyor ve ibadet yapmak istiyorsa Allah ona sen hayızlısın, bana ibadet edemezsin demez. Hayızlı kadınlar kendileri istemedikleri taktirde hiçbir ibadetten uzaklaştırılamaz. Allah, güçleri yetmediği halde kendilerini ibadet yapmak zorunda hisseden kadınlara, sıkıntıya girmesinler diye, isterseniz bu hallerde oruç tutmayabilirsiniz demiştir. Yoksa hayızlı olduğunuz sürece bana yaklaşmayın dememiştir. Akıl var mantık var, Allah hiç böyle saçma birşey der mi?
Hayızlı kadınlar cahiliye çağında horlanırlar, dışlanırlardı. Fıkıh kitaplarındaki horlama ve dışlama da aynı mantıkla, sonradan Islâm'a fatura edilmiştir.(22)
Yok, namaz kılamazsın, yok oruç tutamazsın, yok Kâbe'yi tavaf edemezsin, böyle şey olmaz..., çoğaltabilirsiniz.
Efendim bu konuyla ilgili hadisler vardır gibi, üzerinde düşünülmeden sarfedilen sözleri, ancak Muaviye'nin sözcüleri söylerler. Kur'an'a ters hadis olmaz, peygamber böyle fahiş bir hata yapmaz. Kur'an hayızlı kadını- nifaslı kadını hasta kabul etmekte ve hastaların üzerinden sorumluluk yükünü kaldırmaktadır. Hasta olan, mazeretli olan müslümanlar ibadetlerini nasıl yapıyorlarsa hayızlı- nifaslı kadınlar da, onu yapacaklardır. Peygamberimiz de sözleriyle, fiilleriyle Allah'ın bu buyruğunu detaylandırmıştır, hepsi bu kadar.
4-Şiddetli açlık ve susuzluk
Oruçlu bir kimse açlık ve susuzluğa dayanamayacak bir duruma düşerse iftar eder, içinde bulunduğu durumdan kurtulduğu zaman, orucunu tutabilir.
5-Rızık endişesi ve ihtiyarlık
Bakara Sûresi'nin 184. Âyetinin beyan ettiği mazeretlere, sahib olan insanlar; senenin hiçbir gününde oruç tutamayabileceği gibi, rızık temini için zor şartlar altında çalışan insanlar da aynı şekilde oruç tutmayabilirler. Bu insanların oruç tutacağız diye hasta raporu almaları tamamen yanlış olur. Allah; insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Yukarda açıkladığımız gibi, bu müslümanlar fidye vererek oruç ibadetini yerine getirmiş olurlar. Belkide bu usulle oruçtan daha hayırlı bir ibadeti yapmış olacaklardır. Ama, yıllık izinlerini oruç tutmak amacıyla kullanabilirler.
6-Delilik
Deliler oruç tutmakla mükellef değildir.
7-Zorlama
Oruçlu bir müslüman, tehdit altında kalırsa, hürriyyeti elinden alınırsa oruç tutamayacağı gibi tuttuğu orucu da bozabilir.


 (1) Bakara suresi 3
(2) Bakara suresi / 184
(3) Bakara suresi / 187
(4) Süleyman Ateş 1. cild 312- 315.
(5) Bakara 187
(6) M. sıyâm, 160.
(7) Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm, 161
(8) Buhârî, savm, 2; sıyâm, 162
(9) Tefsirul Kur'ân-nül Hakîm 2/156
(10) Buhârî, savm, 6
(11) Islâm'ın ışığında Günün Meseleleri c. 1 s. 110 H. Karaman
(12) Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, Ölçü yay. Ank. 1985, c. 1, s. 413, Ibn. Abidin- Reddü'l-Muhtar Ale'd Dürrü'l Muhtar- Ist. 1983, c. 4, s. 320
(13) Tefsiru‘l Kur'ân‘ı Hakîm 2/156
(14) Bakara 187
 (15) Ebû Hureyre'de rivayet edilmiştir. Kütü- i Sitte, c. 9, s. 527, h. no: 3227
(16) Fıkhussire Cilt 2 Shf 47 Seyyid Sâbık
 (17) Vehbe Zuhaylî, c. 3, s. 219
(18) Buharî, Savm 2
(19) Ibn. Rüşd, Bidayetü'l Müçtehid, c. 2, s. 25,
- Ege Hasan, Dört Mezhebin fıkıh kitabı, bahar yay.Ist.,c.2,s. 25
- Islâm Ilmihâlleri- Fikri Yavuz- Süleyman Ateş
- Kur'an Meali- Ali Bulaç / Ali Özek ve arkadaşları
- Tefsir- Süleyman Ateş- Prof. Dr. H. Atay Raporlar
- Islâm Fıkhı Ansiklopedisi- Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî
(20) Yâsin 37, 38, 39, 40
(21) Ege Hasan, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, c. 2, s. 15
(22) Bakara 185- 222

BiR BAŞKA AÇIDAN HACC


Ha-ber.com 
13.10.2010  rüştü kam

İslâm beş rükün üzerine bina edilmiştir. Bu beş rükün Äslâm’ın bütünü için,  pratik ve nazari temellerdir.

          Şahâdet kelimesi;  kendinden başka herşeyin temelidir. İslâm’a girişte ilk rükündür.  Bir yandan İslâm’ın diğer şartları için, öbür yandan İslâm’ın bütünü için bir temeldir.

          Namaz İslâm`ın ibadet yönünün temelidir; zikir, dua, Kur‘an okuma, Allah’ı hertürlü eksiklikten münezzeh kılma, övme, günahların affını dileme bütün bu mânâlar, farz kılınan namazda mevcuttur. Namaz ibadetlerin merkezidir. 

         Zekat İslâm’ın mali yönünün temelidir: İslâm inancında mal Allah’ındır. İnsanın mala karşı durumu ise sadece vekalettir. Bekçiliktir. Bir insan zekat ibadetinde Allah’a tam teslim olamamışsa,  o insan malı elde etme ve harcamada da Allah’a tam teslim olamayacaktır.

Oruç; nefis terbiyesinin temelidir: Nefsi tüm kötülüklerden Allah rızası için uzak tutmanın temelidir. Yüce Allah’ımız Cennet‘e girmeyi nefsi terbiye etme konusu­na bağlamıştır. „Nefsini temizleyen felah bulmuştur, nefsini kirleten de, hüsrana uğramıştır. „Kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini şehvetlerden alıkoymuş­sa muhakkak Cennet onun varacağı yerdir.  Aslında oruç bir müddet,  nefsi önemli ve mübah şehvetlerden alıkoymaktır.  Böylece diğer şehvetlerden de nefsi uzak tut­ma alışkanlığı kazanılmış olur.
Hacc ibadeti ise İslâm birliğinin temelidir. Hacc, bütün müslümanları tek bir ümmet olarak kabul eden, İslâm siyaset sisteminin temelidir.  Hacc İslâm´ın kardeşlik şuurunu kendi bünyesinde ve özünde toplayan bir ibâdettir. Hacc ibadeti semboller mecmuasıdır. Allah’a teslimiyetin sembolüdür. Tavaf, vakfe, sa’y,  tıraş ve benzeri hac ile ilgili semboller, teslim oluş şuurunun birer örnekleridir.

Hacc: Irk, renk, dil ve vatana bakılmaksızız,  İslâm’ın ümmet birliğinin sembo­lüdür. 
Bu birlik, Allah‘ın farz kıldığı bir birliktir; bu birlikte gurur ve kibir,  başkalarını küçük görme,  aşağılama yoktur.
Bu birlikte dünyanın dört bir yanından gelen müslümanlara,  İslâm kardeşliği­nin pratikte aktarılışı vardır.
Bu birlikte milletler arasındaki eşitliğinin,  pratiğe aktarılışı vardır. „Yüce Alla­hımız‘ın“ tanışasınız diye sizi milletler ve kabileler halinde yarattık„ kutlu sözünün,  tecelli edişi vardır.
Bu birlik, tüm küfür dünyasına, şirk ehline,  münafıklar güruhuna, İslâm düş­manlarına karşı kafa tutuş örneğinin bir ifadesidir .  
Bu birlikten duydugu korkuyu, Müsteşrik Losrop şu satırlarıyla açık bir şekilde belirtmekten çekinmemiştir.

„Muhammed‘in Hacc’ı,  mukaddes bir farz olarak ilan etmesinden sonra, Mekke şehri bugüne kadar her yıl renk, ırk ve dil bakımından birbirine benzemeyen  ve çeşitli ül­kelerden gelen yüzbinlerce müslüman tarafından dolup taşmaktadır. İslâm dünyası­nın her köşesinden gelen bu müslümanlar, Kâ‘be’nin önünde yüzyüze gelerek birbir­lerini tanımakta ve ülkelerinde olup bitenleri birbirlerine aktarmaktadırlar. Bu müslü­man topluluğun meydana getirdiği heybetli görünüşün ve muhteşem kalabalığın İslâm dünyası için önemini daha fazla açıklamama sanırım gerek yoktur. Ancak şunu belirteyim ki,
        Hacc; İslâm dünyasının yıllık kongresidir. Dünya müslümanları bu kon­greye belli sayılarda müslüman göndermekte ve İslâm’ın kalkınması ve yayılması için yeni kararlar almaktadırlar. 
         Hacc Yolu açık olduğu müddetçe İslâm dîni yayılacak ve müslümanlar birlik ve bera­berlik bakımından güçleneceklerdir. Bu büyük İslâm Kongresi, İslâm hareketinin uyanmasına sebep olmaktadır. 
İslâm ve müslümanların,  bu Hacc mevsimindeki çok büyük ve korkulu görüntüleri bütün dünyaya gösteri halinde yayılmakta ve büylece İslâm ve müslümanlar için büyük bir propoganda aracı olmaktadır. „İşte müslüman olmayanların kalbine düşen korku bu birlikteliğin korkusudur.
         Hacc, müslümanı daha yücelere gütüren bir okuldur. Müslüman bu okulda sa­bır ile gayreti öğrenir. 
              Hacc, müslümana devamlı ibadet hayatı içerisinde yaşamayı öğretir.
              Hacc, nefsani eğilim ve istekleri gemlemeyi,  daha nazik ve daha yumuşak da­vranmayı öğretir.
              Hacc, malın Allah yolunda karşılıksız harcanmasını öğretir.
         
            Hacc, Allah dostlarına dost, Allah düşmanla rına ise düşman olmayı öğretir.  Şefkat ve merhamet duygularını geliştirir.  

         Hacc, o mukaddes topraklarda yaşayan ilk müslümanların yaşam biçimlerini müslü­manın belleğine getirir, o ilk müslümanların anlaşılmasını sağlar. Böylece müslüman ilk müslümanın İslâm’ı yaymak uğruna çektikleri çile ve ızdırapları, kendi ruhunda yaşar ve İslâm’ı onların bıraktıkları yerden ileriye götürmedeki gayretini tartar ve düşünür. „Bu gün Allah için ben neyaptım sorusunu en azından sorar ve tefekkür eder. „   

       Hacc da  müslüman, Allah’a ve müslümanlara karşı dost olmanın gereğini an­lar,  dünyadan belirli ölçülerde yüz çevirip, ahirete yönelmenin şuuruna erer. Tavaftan önce bütün hacı adayları Arafat’ta toplanırlar, hacc işleminin başladığı yerdir orası,  hedef Kabedir,  bembeyaz kefenlikler içerisinde yalın ayak, baş açık herkes Kâbe’ye doğru yol almaya başlar.  Zengin fakir,  amir,  memur farkının kalkarak,  herkesin bir olan Allah karşısındaki aczi dile gelmektedir bu yolculukta.
       Hacc, Allah yolunda,  hiçbirşeye aldırış etmeden Allah’ı hatırlamaktır. Allah için canını feda eden çocuğu, çocuğunu kurban etmekten çekinmeyen babayı, engel tanımayan bir itaatla  Allah’a bağlanan ve kocasına itaatı pazarlıksız olan anayı anmaktır.
     Hacc, ölçüdür, İslâm Ümmeti‘nin kuvvet ve cesaretinin, zillet ve fakirliğinin, iz­zet ve şerefinin ölçüsüdür.
       Hacc, bu ümmetin birliğine engel durumunda olan,  ırkçılık bölgecilik, mal,  makam ve şöhret gibi ve şeytan gibi menfi unsurları ortadan kaldıran bir panzehirdir.
       Hacc, ortak bir pazardır. Müslümanlar ürettikleri her türlü malı burada pazarlamalıdır. Dolayısıyla Hacc İslâm  Ülkeleri arasında   ticari bir fuar özelliği taşımalıdır. 
       Hacc ibâdetinden sonra müslüman günahlarından temizlenmiştir. Kabul böyledir. Hüküm Allah’ındır. Hacc’dan dönen müslüman, Allah’ın şu sözüne kulak vermelidir: „Artık kim azgınlığa ve sapıklığa sevk edenleri tanımayıpta Allah’a iman ederse, o muhakkak ki kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. „444

Şeytan taşlama
İlk durak müzdelifedir.  Daha temiz ve berrak kalplerle, Şeytan‘ın taşlanması için bu­radan toplanan taşlarla beraber Mina‘ya hareket edilir. Şeytan taşlama bir akittir.  Alah düşmanlarının kendilerinin de düşmanı olduğu yönünde bir akittir. Burada mü­slüman, insan haklarını gasbeden zalimleri taşlamaktadır aslında. Müslüman taşı atarken bu şuurla olmalıdır, taşların niçin atıldığınının tefekkürünü  iç dünyasında yapmalıdır müslüman. Düşmanın velî edinilmeyeceğini, onunla sarmaş dolaş olunul­mayacağını, siyasi planda olsun, ilim planında olsun hangi sahada olursa olsun hep hatırlamalıdır müslüman bu taşı atarken. 

Şeytan‘ı taşlarken müslüman; heryerde bu böyledir ve böyle olmalıdır, böyle olacaktır diye taş atmalıdır şeytana. Yoksa kurukuruya oradaki sembol şeytanlara  taş atmak müslümana bir fayda getirmeyecektir.
Müslüman akıllı olmalıdır, taklitçi olmamalıdır, yaptığı ibadetin niçinini öğrenmeli ve öylece amel etmelidir.

Kurban
Müslümanlar burada, şükür ifadesi olarak kur­ban keser. Müslüman kurban eylemiyle, fedakarlığıyla dünya müslümanlarının durumlarını düşünmeli ve kalben İslâm düşmanlarına buğzetmelidir. Değil etin,  ekmeğin yüzünü dahi göremeyen ve acından ölen müslüman kardeşlerinin içinde bulunduğu durum,  müslümanın kalbinde bir yara açmalıdır. Bu yara müslümana devamlı ızdırap vermeli ve bu ızdırabın neticesinde de küfre asla rıza göstermemelidir,  düşünülmelidir ki, „küfre rıza küfürdür„    kurban bu düşünceyle kesilmelidir.

Tıraş olmak
Artık müslüman tavafa hazırlanmak için tıraş olacaktır. Bu tıraş oluştada bir aksiyon olmalıdır.  Müslüman demelidir ki, Yarabbî!  ben istediğin gibi calışamadım bu andan itibaren, başımdan kestiğim şu saçlarım gibi , beni tembelliğe iten o düşüncelirimi kalbimden söküp attım.  Bundan böyle Sen‘in Dîni‘ni yeryüzü insanına anlatmak için çalışacağım şahit ol yarab!  diye söz vermelidir. 
Müslüman tavafta; heybetiyle,  azimlilik ve kararlılığıyla Islâm düşmanlarının gözünü korkutmalı ve onlarla Allah rızası için mücadele edeceğine söz vermelidir.

Hervele
Safa ile Merve arasında da, zaman zaman,  duraklansa bile mutlaka Kelime-i Tevhid Sancağını küfrün burçlarına dikeceğine dair, söz vermelidir. Yarabbî! yalın ayakta olsam, başı açıkta olsam,  sırtımda giyecek elbisem bile olmasa, yinede Sen‘in Dînin için, emrettiğin şekilde çalışacağım şahit ol Yarab, düşüncesini haykırmalıdır tepelerden tepelere müslüman. Artık müslüman kardeşim yeniden doğmuş gibidir. O’nun hayat anlayışı değişmiştir. Kur’an’a bağlılığı şimdi pratiğe geçmiştir.

Dua
Hz.İbrahim ile oğlu İsmail Kâbe’nin sütunlarını yükselttiğinde ikisi şöyle dua etmişti: “Rabbimiz! Bizden bunu kâbul et, şüphesiz sen işiten ve bilensin, Yüce Allah’ımız, ikimizi sana teslim olmuş müslümanlar kıl, bize ibadet yöntemlerini,  yer ve ilkelerini göster ve tevbemizi kabul et.  Şüphesiz sen tevbeleri kabul eden ve esir­geyensin“445           


444 Bakara 256
445 Bakara 127 / 128