5 Eylül 2015 Cumartesi

AMAN DİKKAT YARDIM KURULUŞU ÇIKABİKLİR(!) 2015



İnsanların sıkıntılarını, zaaflarını, fırsata çevirmeyi bekleyen profesyoneller var. Yardım kuruluşu adıyla örgütlenmişler bunlar. Dikkatli olmak lazım. Almanya'ya gelen Suriyeli Mültecileri fırsat olarak görüp yardım toplamaya başladılar. Duygu sömürüsü yaparak bu işi yapıyorlar. Reklamlara başladılar. Televizyonlarda, gazetelerde yarış halindeler. İnsanları ajite edecek resimler yayınlıyorlar. Ben bu işi senden daha iyi yapıyorum diye çığırtkanlık yapmaya başladılar. Aman dikkat, kanmayın bu yol kesicilere.

Düşünmek lazım:
1-Bu insanları evlerinden yurtlarından ülkelerinden eden Avrupa, Amerika, Rusya ve 5 büyükler.
2-Bunların eline silah vererek birbirleriyle çatıştıranlar da bunlar.
3-Yardım kuruluşlarını teşvik ederek onlara müsaade vererek Müslümanların cebine el uzatanlar yine bunlar.

Müslümanların ülkelerini işgal ediyorlar, demokrasi adına işgal ediyorlar, vuruyorlar, kırıp döküyorlar, öldürüyorlar, katlediyorlar, gaz bombası atılmasına bile müsaade ediyorlar; sonra da Müslümanlar birbiriyle çatışsınlar diye ellerine silah tutuşturuyorlar. Bu arada ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların karınlarını doyurtmak için de Müslümanların yardım kuruluşu adı altında örgütlenmelerine müsaade ediyorlar. Böylece, açları doyurmak yine Müslümanlara kalıyor. Ne güzel bir oyun değil mi?

Bu senaryoyu görmek lazım. Figüran olmamak lazım. Rol alınacaksa oyunda, başrol oyuncusu olmak lazım. Bırakalım Almanya neyi ne kadar yapacak bakalım, görelim, şahit olalım. Bu konuda Birleşmiş Milletler var, onlar ne yapacak onlara bakalım. Beş büyükler ne yapacak onlara bakalım. Sazan gibi atlamaya gerek yok.

Mülteciler de biraz sıkıntı çeksinler. Acı çeksinler. Kafalarını önlerine koysunlar da biz niçin bu hale geldik? diye düşünsünler. Birbirlerinin acılarıyla acılarını sarsınlar. Sonra da asıl suçlulara sığınma yerine onlara isyan etsinler, baş kaldırsınlar, diklensinler. 12 yaşındaki Suriyeli mülteci çocuğun sesine kulak verelim: "Ülkemizdeki savaşı durdurun da ben ülkeme döneyim. Avrupa’nız sizin olsun."

Bu ve benzer seslerin yükselmesi ve Avrupa semalarında çınlaması lazım. Bu seslerin kesilmemesi lazım. Çoğalması-artması lazım. Yoksa onlar da üç beş sene sonra acılarını unutacaklar, ülkelerini de unutacaklar ve sonra iyiki bizim ülkemizi işgal etmişsiniz diye Avrupalının önünde selam durmaya başlayacaklardır.

Bu mesele için sizlerden yardım talebinde bulunan yardım kuruluşlarına sakın itibar etmeyin. Onlara para vermeyin. Camilerde de para toplanacaktır muhtemelen önümüzdeki günlerde, sakın onlara da itibar etmeyin. Böyle olumsuzlukları fırsata çevirenlerin içinde maalesef camilerimiz de var.

'İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım? ' (A’râf 155)

15 Temmuz 2015 Çarşamba

BERLİN’DE İFTAR SOFRALARI (IV) 2015


Büyükelçi Hüseyin Avni Karslıoğlu rezidansının bahçesinde kurduğu çadırda vermişti ilk iftar yemeğini 2012 yılında. Karslıoğlu ogün yaptığı konuşmayla yeni bir çığır açmıştı. Şöyle demişti o iftar konuşmasında:
”Sevgi ve barış ayı olan Ramazan'da oruç tutan tutamayan, hatta inançsız insanlarla bile birlikte olmak istiyoruz, ilk kez verilen bu iftar yemeği adetini gelecek yıllarda da sürdüreceğiz.  Almanya'daki 13 başkonsolosluğa da iftar vermeleri talimatında bulundum.” 

Büyükelçilerin Ramazan ayında Cuma günü Cuma saatinde bile olsa kokteyl vermelerine alışık olan halkımız,  T.C. Devletinin yönetimindeki değişikliği o zaman fark etmişti. Halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke 79 yıl sonra narkozun etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Sevindik, mutlu olduk. Daha sonra bu gelenek kançılaryada da devam etti. Kur’an okundu, ezan okundu, açıklaması yapıldı, dualar edildi. İftar yemekleri kançılaryaya taşınınca, çadır geleneğini Başkonsolos Ahmet Başer Şen konutunda devam ettirdi. Hâlâ devam ettiriyor. 9 Temmuz’da konutun bahçesinde kurulan iftar çadırındaydık. 

Büyükelçiliğin başlayıp da unuttuğu iftar geleneği çadırda taviz vermeden aynıyla devam etti. Din Hizmetleri Ataşeliği’ne bağlı Anadolu Camii’nde görevli Muhammed Küçük ’ün okuduğu Kur’an davetlileri mest etti, konutta bir İstanbul hafızı vardı sanki. Sonra Türkçe ve Almanca meal verildi:
“Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.“ İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!“ Âl-i İmrân 133-136)

Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk’ün okuduğu ezanla oruç saatinin bittiği ilan edildi. Oruçlar açıldı. Sonrasında da arabesk havasında olmayan ilahiler eşliğinde yemeklerimizi yedik.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışan bir iftar programı icra edildi. Dört dörtlük bir iftar sofrası.

Masalar ağaç gölgelerine kurulmuş. Misafirler ayrı ayrı ağaç gölgelerinde ağırlandılar. Bana çam ağacı gölgesi düştü. Ambiyans fevkalade. Sefa kardeşimle birlikte çay standına göz attık. Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu da Büyükelçilik gibi Seylan çayı mı ikram edecek yoksa Türk çayı mı diye kontrol ettik.  TSE damgalı çayı görünce rahatladık. Ama içimizde yine bir sıkıntı vardı, geçen sene de Türk çayı vardı stantta ama o çaydan demlenmemişti, göstermelik olarak konmuştu masaya. Acaba yine öyle mi olacak diye şüphelerimiz vardı.



Ağaç gölgesinden kalkınca ince belli bardaktan çayımızı yudumlamaya gittik. Türk çayının o mis gibi kokusunu aldık ve ‘İşte bu’ dedik. Teşekkürler Sayın Şen. 

STK ler de bu uygulamayı örnek alır ve kendi mekânlarında, programlarında devam ettirirlerse, Türkiye adına, Türk kültürü adına büyük bir adım atılmış olacaktır. Mesele çay meselesi değildir. Mesele kültür meselesidir. Kendi kültürümüze sahip çıkma meselesidir. 

Ayrıca iftara cümbür cemaat herkes davet edilmemiş. Eşleriyle gelenler vardı, ancak Büyükelçilikte olduğu gibi çoluk  çocuk aile boyu davet edilen misafirler gözümüze çarpmadı. 

Bu güzel günde Başkonsolos Ahmet Başar Şen’in konuşması mana yüklüydü. Türkçe ve Almanca yaptı konuşmasını.
Büyükelçi Sayın Karslıoğlu’nun kulağını çınlattık bu sırada. İftar programında Kur’an’ın okunması, iki dilde mealinin verilmesi ve günün konuşmasının da iki dilde yapılmasıyla kıyamet kopmadı.  

Arzu edilen bu geleneğin de sadece Büyükelçilikte ve Başkonsoloslukta değil, Sivil Toplum Kuruluşları tarafından da devam ettirilmesidir. Genel kurullarda veya özel toplantılarda sadece Almanca konuşulmamalıdır. Türkçeyi unutursa sivil toplum kuruluşları, üyelerine Türk dilinin öneminden bahsetmeleri abesle iştigal olur.  Uygulamalarda Türkçe ’ye yer verilmezse, ‘Türkçeyi unutmayınız, anadil çok önemlidir’ şeklindeki tavsiyelerin inandırıcılığı olmayacaktır. Dili olmayan toplulukların dini de olmaz, geleceği de olmaz. Türkçe fıkra anlatamayan, masal anlatamayan bir neslin geleceği yoktur. Kendimizi kandırmayalım. Kendi kimliğinden utanan insanlara Almanların da saygısı olmaz. Kimliğiyle ayakta duran onurlu insanların önünde ise herkes şapka çıkarır. 

Başkonsolos Sayın Ahmet Başar Şen’in o anlam yüklü konuşmasının tam metnidir: 

“Ruhlara güzellik, gönüllere zenginlik, nefislere irade ve toplumsal hayata huzur getiren on bir ayın sultanı ramazan-ı Şerif’i bu yıl bir kez daha şükür ve sevinçle karşıladık. 
İftarımızı bu gece huzur, dostluk ve sevgi içinde birbirimizle paylaşıyoruz. 
Ramazan ayı İslam toplumlarında insanlar arasında sevgi, saygı ve hoşgörünün yoğun bir şekilde yaşandığı, inananların lokmalarını paylaşarak kardeşliklerini pekiştirdikleri mübarek aydır. bu nedenle, ramazan milletimizin ve toplumumuzun tüm kesimleri arasındaki birlik ve beraberliği, işbirliği ve ortak hareket ruhunu daha da pekiştirmesini diliyorum.
Ramazan ayı, bizler gibi, vatandan ayrı, farklı dinlere ve kültürlere mensup insanlarla bir arada yaşayan Müslümanlar için,  hem birlikteliğimizi kuvvetlendirdiğimiz, birbirimizle kenetlendiğimiz, hem de başka dinlere ve kültürlere mensup dostlarımıza, komşularımıza sevgi ve barışı temel alan dinimizin anlatıldığı günlerdir.
Bu nedenle, ramazan ayını bu sene bir kez daha coşkuyla karşıladık. Ama içinde bulunduğumuz günlerde maalesef kardeş Müslüman halkların yaşamakta oldukları savaş, sıkıntı ve sarsıntılar nedeniyle büyük üzüntü ve keder içindeyiz. 
Komşumuz Suriye’de dört yıldan bu yana yaşanan insanlık dramı, komşumuz Irak’taki istikrarsızlık ve katliamlar, asırlardır o bölgelerde yaşayan Türkmen kardeşlerimizin yaşadıkları acılar bizleri derinden üzmektedir. Aynı şekilde ülkemize uzak coğrafyalarda Sincan’da, rohingya’da Müslüman ve Türk kökenli kardeşlerimizin yaşadıkları acılar da maalesef yüreğimizi burkan gelişmelerdir. Kardeşlerimizin acılarının bir an önce dinmesini yüce Allahtan diliyorum.

Türkiye’deki vatandaşlarımız için olduğu gibi, Almanya’daki vatandaş ve soydaşlarımızın da huzur ve barış içinde yaşamaları, eşit bireyler olarak alman toplumunda hak ettikleri yeri almaları devletimizin öncelikleri arasındadır. 
Türk–Alman dostluğu bilindiği üzere memnuniyet verici seviyededir ve gün geçtikçe gelişmekte ve derinleşmektedir. 

Almanya’da yaşayan üç milyonu aşkın insanımız bu dostluğun en kuvvetli garantörü, en etkin taşıyıcısıdır. 
Sayın büyükelçimizin başlattığı gelenek çerçevesinde, kendilerinden ilham ve örnek alarak, başkonsolosluklar olarak Almanya’daki siz değerli vatandaşlarımızla iftar sofralarımızı paylaşıyoruz. Bu sofralarda giderek artan bir şekilde davetlerimize icabet eden alman ve diğer yabancı dostlarımızı görmek de bizleri içtenlikle memnun etmektedir.  

Aynı şekilde, entegrasyondan sorumlu federal devlet bakanı Sayın Özoğuz tarafından verilen iftar yemeği, bu iftar yemeğinde konuşma yapan federal şansölyenin İslam’ın Almanya’ya ait olduğuna dair sözleri, benzer şekilde federal şansölye yardımcısı Sayın Gabriela’n ve federal içişleri bakanı sayın de Maiziere’in Berlin’de sivil toplum kuruluşlarımızca düzenlenen iftar programlarına katılarak verdikleri sıcak mesajlar buradaki toplumumuzda büyük memnuniyet yaratmıştır. 

Almanya’da barış ve huzur içinde yaşamakta olan, bu ülkeye en güzel şekilde uyum sağlamış olan, her alanda çok değerli katkılarda bulunan ve bu nitelikleriyle Almanya’da ve diğer batılı ülkelerde yaşayan göçmen toplumlarına örnek teşkil eden Türk toplumunun değerinin gün geçtikçe daha fazla anlaşılacağını umuyoruz. Bu değer anlaşıldıkça, onların Türk ve Müslüman kimlikleriyle daha fazla kabul göreceklerini, ayrımcılık, korku ve hatta düşmanlıkla değil, daha fazla dostluk ve “Hoşgeldin kültürüyle” karşılanmalarını bekliyoruz. 

Alman devletinin en üst düzeyinde gösterilen bu teveccühün bir sevgi tomurcuğundan birer sevgi ağacı yaratabilen insanımızdan fazlasıyla karşılık bulacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. 
Hüsn-ü kabul kültürünün gelecekte alman toplumunun tüm kesimlerine yayılması, çok renkliliğin topluma getirdiği kuvvet ve dinamizmin farkına varılması en büyük temennilerimizdendir. 

Dileriz ki, Almanya, Türk ve Müslüman anahtar sözcükleri söylendiğinde akla saldırıya uğrayan insanlar, NSU ve benzeri cinayetler ya da yakılan camiler, apartmanlar gelmesin. Alman dostlarımızın bu doğrultuda ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobyayla kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler çerçevesinde daha kuvvetli bir mücadeleye gireceklerini umuyoruz. 

Bu bağlamda, Almanya’ya her alanda önemli katkılarda bulunan Türk toplumunun, sadece gençlerinin değil, tüm fertlerinin çifte vatandaşlık hakkını elde edeceği günlerin yakın olduğunu ummak istiyoruz. 
Aynı şekilde, AB müktesebatına aykırı bir uygulama teşkil eden aile birleşiminde dil kursu şartı aranması uygulamasının da bir an önce kaldırılarak hukukun üstünlüğünün sağlanmasını talep etmeye devam ediyoruz. 

Sözlerimi burada bitirirken, Ramazan ayının ülkemize, milletimize, Türkiye dışında yaşayan insanlarımıza ve tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini, aramızdaki sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve kardeşlik bağlarının daha da pekişmesine vesile olmasını temenni ediyorum. Allah orucunuzu kabul etsin!”

Eksiklikler:
1-Yemek servisi Büyükelçilikteki servis gibi çok yavaştı. 2 saat gecikmeyle yemekler yenebildi. Ve yemekler soğuktu. Hele et yemeği soğumuş ve kaskatı olmuştu. Yanında sos falan da olmayınca tad alamadık. Allah’ın nimetine sözümüz yoktur, sözümüz pişiren ve servise koyanadır, tabii ki sorumluluk makamında olana da.  Bu sadece benim tespitim değil, misafirlerin neredeyse ortak tespitidir.

2-Güllaç tatlısı da oldukça bayattı. 

2- Türk kahvesinin yanında, lokum ve su her zamanki gibi unutulmuş. Veya önemsenmediği için konulmamış. Bu biraz da hassasiyet meselesi. Türk kültürüne önem verme meselesi.

3- Geçen senenin aksine, hakkında kanunname yazılan Osmanlı şerbeti yoktu: “Şerbetçiler gözlenecek, üzümün okkası bir akçeye alındığında, şerbetin iki okkası bir akçeye olur. Misk ve gül kokulu olmalı, ekşi ve fazla sulu olmamalıdır. Şerbetlerde kar ve buz olacak, tas ve kâseleri temiz olacak"

Rüştü Kam

13 Temmuz 2015 Pazartesi

BERLİN’DE İFTAR SOFRALARI (III)



Türk Eğitim Derneği (TED) Ramazan süresince her Cuma iftar yemeği veriyor. Davetli listesinde Berlin’in önde gelen simalarını görmek mümkün. SPD Federal Milletvekili Dr. Fritz Felgentreu, Ha-ber.com internet gazetesi sahibi Sefa Doğanay, Bizim Alem Dergisinin sahibi Tevfik Dağdeviren, TD1 televizyonunun sahibi Atalay Özçakır, Hürriyet Gazetesi’nin eski Berlin temsilcisi Ahmet Külahçı, T.C Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, T.C. Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk,  Neukölln Göç Sorumlusu Arnold Mengelkoch, T.C. Berlin Büyükelçiliği Basın Müşaviri Refik Soğukoğlu, TD-İHK Genel sekreteri Suat Bakır, STK Başkanları, Veli Karakaya(Müsiad), Adnan Gündoğdu(TDZ), Ünsal Tokuç(Alperenler), Sevgi Bozdağ(Engelliler derneği),  ve bazı işadamları davetliler arasındaydı. Sohbetlerin iftardan sonra da saat 24 de kadar devam ettiği de oldu.  Selamlama konuşmaları yapıldı. Berlin ve dünya gündemi ile ilgili önemli açıklamalar yapıldı. Kimler ne söyledi:

Ahmet Külahçı:
“Ramazan mübarek bir aydır. Bu ayda iftar sofrasına davet edilmem beni ziyadesiyle mutlu etmiştir. Rüştü hocama teşekkür ediyorum. Almanya kültür zenginliğine sahip bir ülke. İslâmofobi gibi bir kavramı kullanmak Almanlara yakışmıyor. Müslümanların Alman halkıyla bir sorunu yoktur. Belirli mihraklar tarafından servise konan bazı olaylar vardır, bu olaylar Müslümanları elbette rencide etmektedir. Ancak onlar da bilirler ki, bu olaylar provokasyondur. Yetkililerden istenilen, hiçbir olayın gizli kalmaması ve faillerinin mutlaka yakalanarak hak ettiği cezaya çarptırılmasıdır.

Martin Spangenberg:
Bugün biz bu iftar sofrasında bulunmaktan çok memnunuz. Türk Eğitim Derneği’nin yaptığı çalışmaları takdirle karşılıyoruz. Bugün 5 güvenlik görevlisi ile birlikte geldik iftar davetine. Mocca Dergisi’ni çıkarıyorlar. Dergide yazılanlar önemli yazılar ve yazan kişiler de ilim adamları. İki dilde yayınlanıyor. Bilmediğimiz veya değişik öğrendiğimiz çok şeyi bu dergiden öğreniyoruz. Olaylara başka bir pencereden bakıyorsunuz. Tatilimi Fidel Kastro’nun ülkesinde geçireceğim. Mocca dergisini de sırt çantama koyacağım ve yanımda götüreceğim.

Fritz Felgentreu:
“Üç senedir hem iftar programlarınıza hem de Kurban şenliği davetlerinize zevkle katılıyorum ve bunun için derneğinize ve dernek yöneticilerine teşekkür ederim.
Burada güzel işler yapılıyor, mesela MOCCA derginiz çok değerli, okunması gereken bir dergi, bazen ben de yazıyorum. Son olarak gelecek sayıda çıkacak olan “İslâm Almanya’nın bir parçası mıdır?” konulu bir makale yazdım.

Ben artık İslam´ın Almanya'ya ait olup olmadığı tartışmasını bile lüzumsuz görüyorum, eski Cumhurbaşkanı Christian Wulff`un dediği “İslam Almanya’nın bir parçasıdır” sözüne katılıyorum, bu bir gerçektir. Tabii bu gerçeği kabullenemeyen birileri var hala. Bazılarının bu konuda İslâm" ve "Müslümanlar" diye ayırım yapmaları kelime oyunundan başka bir şey değildir.

Tartışmamız gereken, İslâm’ın Almanya´ya ait olup olmadığından ziyade, ne zamandan beri Almanya’da var olduğudur. İslam Almanya’da o kadar köklü değildir. Bu sene Berlin Şehitlik Camii’nde birçok ziyaretçi, "Türkler, Mohren`ler ve Müslüman- Tatarlar Prusya´da” isimli serginin de gözler önüne serdiği gibi, Orta-Avrupa İslam'ının ilk tomurcuklarının 16.-17. Yüzyıllarda açtığını görme imkânını buldular.

Pegida olayına katılanların hepsini aşırı sağcı olarak algılamak bence hata olur, öyle değildir. Mesela Dresden’de fazla Müslüman yok. Oradan birileri kalkıyor geliyor Neukölln’e. Buradaki Selefileri, bazı camilerdeki radikalleşmeleri görüyor veyahut medyadan öğreniyor. Bu onlar için yabacı bir şey, onu “İslamlaşma” olarak algılıyor ve korkuyorlar ve Pegida’ya katılıyorlar. Şimdi biraz geri çekildiler ama her zaman tekrar canlanabilirler, buna karşı hep birlikte çalışmamız gerekiyor.

İnanç konularına karışmayan aydınlanmış bir devlet, büyük bir değerdir. Devlet, birçok farklı inanç ve değerleri ile birçok kişinin bir arada yaşaması için bir çerçeve sunmaktadır. Bir arada yaşama temelimizin genel kuralı, inancın ve uygulamasının özel bir mesele olması ve üçüncü birinin bu hususta karar verme hakkına sahip olamayacağı ilkesidir. İşte bu ilke beraberce yaşamayı mümkün kılar.

Müslümanların kendi içlerine kapanmamaları, bilakis yaptıkları şeyleri apaçık bir şekilde, yerli halkın anlayabileceği, takip edebileceği bir şekilde yapmaları gerekir ki, yabancı olan bir şeye karşı oluşan kuşku, korku meydana gelmesin.
Jobcenter-Neukölln ile ilgili büyük sorunların yaşandığını biliyorum. Jobcenter Neukölln müdürü Bay Erbe ile sıkça görüşüyorum. Bu sıkıntının giderilmesi için özel olarak ilgileneceğim. Şimdiden söyleyeyim, Kurban bayramı şenliğine bu sene de memnuniyetle katılacağım.” .

Atalay Özçakır:
“Beni davet ettiniz ve ben bu davetten oldukça memnun kaldım. Çok güzel işler yapıyorsunuz. Mocca dergisi takip ettiğim bir dergi. Benim de orada bir röportajım yayınlandı. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.”

Sefa Doğanay:
“Ramazanınız mübarek olsun. Davetinizden dolayı teşekkür ederim. Türk Eğitim Derneği güzel şeyler yapıyor. Geziler düzenliyor, eğitim kampları düzenliyor. Benim çok önemli bulduğum bir çalışmanız da iftardan önce yapılan okumalarınız. Mesela bugün ben oldukça istifade ettim. ”

Ahmet Başar Şen:
“Ramazanınız mübarek olsun. Bugün burada birlik ve beraberliğimize bir kez daha şahit oldum. Değişik dünya görüşüne sahip olan vatandaşlarımınız bir arada. Almanya’da Ramazan biraz zor geçiyor. Almanya’daki Müslümanlardan Ramazan’ı daha da zor geçiren başka ülkeler var. Savaş halinde olan ülkeler var. Onların acılarını içimizde hissediyoruz. Irak Şam İslâm Devleti adıyla kurulan bir terör örgütü var. Ortadoğu’yu kasıp kavuruyor. Lanetliyoruz onları. Ilımlı İslâm diye de bir şey olmaz. Sadece Müslüman vardır. Ben bilinçli bir Müslümanım diyen herkes terörizmin karşısında olmalıdır. Terörün dini de olmaz. Bu mübarek ramazan gününde İslâm adına kan akıtanlar Müslüman olamazlar.
Bugün bu sofrada Almanlar da var. Ne güzel. Neukölln Göç sorumlusu Sayın Mengelkoch da burada. Özlediğimiz güzel bir tablodur bu.
Dilimizi, kültürümüzü, dinimizi öğreneceğiz. Almanca’yı ve Alman kültürünü de öğreneceğiz ve kendi kimliğimizi koruyarak Alman komşularımızla birlikte Almanya’nın huzuru için birlikte çalışacağız.
Türk Eğitim Derneği bu mütevazı yerde çok güzel çalışmaların altına imza atıyor. Takdirle izliyoruz bu çalışmaları. Gönül isterdi ki, yeriniz daha geniş olsun ve öbür odadaki bayanlar da burada bizimle birlikte olsunlar.”

Bilal Öztürk:
Rüştü hocam bizleri davet etti kendilerine teşekkür ediyorum. Burada çok güzel bir ortam var. Şu kitapların içinde iftar yapmak gurur verici. Dinimizin ilk emri “Oku”dur. İlk başta okunacak olan Kur’an’dır. Sadece Arapça olarak değil, anlayarak okumamız gerekir. Allah’ın bizden istediği Kitab’ını anlamamızdır. Kur’an’ın indiği bu ayda Kur’an’la olan münasebetimizi artırmalıyız. Kur’an’ı okumasını bilmeyenler hemen daha fazla geç olmadan öğrenmelidirler.   Müslümanın Kur’an’ı öğrenememe gibi mazereti olamaz.
Çocuklarımızın durumu sıkıntılıdır. Anne ve babalara çok görev düşüyor. Çocuklarımıza dillerini mutlaka öğretelim. Kültürümüzden uzaklaşmasınlar. 

Arnold Mengelkoch:
Önce davetiniz için Rüştü Kam’a, Sayın Bozkurt’a ve dernek yöneticilerine teşekkür ederim. Sizlere Neukölln ilçe Belediyesi’nin de selamlarını getirdim. Zaten her sene iftar programlarınıza ve Kurban şenliğinize katılıyorum. Bazı dernekler Anayasa’yı Koruma Dairesi’nin listesinde oldukları için her gelen davete katılmıyorum. Tür Eğitim Derneği’nden davet gelince hemen geleceğimi bildirdim. Mesela St. Christophorus Kilisesi’yle ve öbür komşularınızla aktif temas halinde olmanız beni memnun ediyor. Ayrıca içinize kapalı değil de “açık” olmanız ayrıca sevindirici bir şey. Kurban Şenliği’nde meydanda Kur’an okuyorsunuz ve arkasından da Almanca ve Türkçe açıklamasını yapıyorsunuz. O zaman Kur’an’ın korkulacak bir şey olmadığını anlıyorum.

MOCCA dergisini zaten öteden beri okuyorum. Benim de röportajım yayınlandı dergide. Sayın Kam, Mocca’da yayımlanan sizin yazılarınız geleneksel din anlayışından daha ötede değişik bir tarzda. Bundan dolayı dergiyi ne zorluklar altında çıkardığınızı biliyorum, bunun için size teşekkür ediyor, zorluklara ve haksız saldırılara rağmen, dergiyi çıkarmaya devam etmenizi temenni ediyorum.

Bildiniz gibi Belediye Başkanımız değişti. Dr. Franziska Giffey Belediye Başkanı oldu. Onun da düzenlediğiniz programlara katılacağına inanıyorum. Beni dinlediğiniz için ve davetiniz için tekrar teşekkür eder hayırlı ramazanlar dilerim.”

Suat Bakır:
“Müslümanlar suçlanırken, Almanlar dönüp bir de kendilerine bakmalıdırlar. Hiçbir eylem tek taraflı gelişmez. Müslümanların da bariz hatalar yapmamaları, olaylar karşısında soğuk kanlı davranmaları ve de empati yapmaları da önemli tabii. Benim eşim Alman, geçtiğimiz senelerde Ramazan Weihnachten’e denk geldi. İftar saatine kadar beklediler, bir şey yemediler. Eşimin bir yakını beni evine davet etti doğum gününde bahçesine, ben geleceğim diye Türk bayrağı asmış, böyle şeyler de oluyor. Birbirimizi iyi tanırsak sorunlar büyük ölçüde azalacaktır. Ön yargılı insanlar her zaman olacaktır, onlar bizlerin huzurunu bozmamalıdır.  Birlik ve beraberliğimizin söylemlerden öteye geçmesi gerekiyor. Burada kalıcı olduğumuzun bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor.

Ben çocuklarıma vasiyet ettim beni buraya defnedin diye. Ziyaretimize gelip Fatiha okuyacak birisi olsun. Ancak sıkıntılı bir durum. Yeterli denecek kadar mezarlığımız yok.

Son olarak şunu da söylemek isterim. Çocuklarımızı ya üniversitede okutmalıyız, ya da mutlaka bir meslek sahibi yapmalıyız.”

Refik Soğukoğlu:
“Almanya insan hakları konusunda daha titiz davranmalıdır. Müslümanlarla teröristleri aynı kefeye koymamalıdır. İslâm’la terör yan yana getirilmemelidir. Pegida yürüyüşleri gibi yürüyüşler halkı provoke eden yürüyüşlerdir. Müslümanların mukaddes saydığı değerlere saygı gösterilmelidir. Karikatür olaylarıyla Müslümanlar tahrik edilmemelidir. Camiler kundaklanmamalıdır. Suçlular bulunmalı ve adalete teslim edilmelidir. Karşılıklı güven ortamı oluşturulmalıdır.
Müslümanlar da kendi içlerindeki aşırı uçları kontrol altında tutmalıdırlar. Onların Müslümanların içinde barınma şansı olmamalıdır.”


Rüştü Kam
Ha-ber.com