Büyükelçi Hüseyin Avni Karslıoğlu
rezidansının bahçesinde kurduğu çadırda vermişti ilk iftar yemeğini 2012
yılında. Karslıoğlu ogün yaptığı konuşmayla yeni bir çığır açmıştı.
Şöyle demişti o iftar konuşmasında:
”Sevgi ve barış ayı olan Ramazan'da
oruç tutan tutamayan, hatta inançsız insanlarla bile birlikte olmak
istiyoruz, ilk kez verilen bu iftar yemeği adetini gelecek yıllarda da
sürdüreceğiz. Almanya'daki 13 başkonsolosluğa da iftar vermeleri talimatında bulundum.”
Büyükelçilerin Ramazan ayında Cuma
günü Cuma saatinde bile olsa kokteyl vermelerine alışık olan halkımız,
T.C. Devletinin yönetimindeki değişikliği o zaman fark etmişti.
Halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke 79 yıl sonra narkozun
etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Sevindik, mutlu olduk. Daha sonra bu
gelenek kançılaryada da devam etti. Kur’an okundu, ezan okundu,
açıklaması yapıldı, dualar edildi. İftar yemekleri kançılaryaya
taşınınca, çadır geleneğini Başkonsolos Ahmet Başer Şen konutunda devam
ettirdi. Hâlâ devam ettiriyor. 9 Temmuz’da konutun bahçesinde kurulan
iftar çadırındaydık.
Büyükelçiliğin başlayıp da unuttuğu
iftar geleneği çadırda taviz vermeden aynıyla devam etti. Din Hizmetleri
Ataşeliği’ne bağlı Anadolu Camii’nde görevli Muhammed Küçük ’ün okuduğu
Kur’an davetlileri mest etti, konutta bir İstanbul hafızı vardı sanki.
Sonra Türkçe ve Almanca meal verildi:
“Rabbinizin bağışına ve takva
sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan
cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için
harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel
davranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında,
ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından
dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim
bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile
ısrar etmezler.“ İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve
altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Böyle
amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!“ Âl-i İmrân 133-136)
Din Hizmetleri Ataşesi Bilal
Öztürk’ün okuduğu ezanla oruç saatinin bittiği ilan edildi. Oruçlar
açıldı. Sonrasında da arabesk havasında olmayan ilahiler eşliğinde
yemeklerimizi yedik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışan bir iftar
programı icra edildi. Dört dörtlük bir iftar sofrası.
Masalar ağaç gölgelerine kurulmuş.
Misafirler ayrı ayrı ağaç gölgelerinde ağırlandılar. Bana çam ağacı
gölgesi düştü. Ambiyans fevkalade. Sefa kardeşimle birlikte çay standına
göz attık. Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu da Büyükelçilik gibi
Seylan çayı mı ikram edecek yoksa Türk çayı mı diye kontrol ettik. TSE
damgalı çayı görünce rahatladık. Ama içimizde yine bir sıkıntı vardı,
geçen sene de Türk çayı vardı stantta ama o çaydan demlenmemişti,
göstermelik olarak konmuştu masaya. Acaba yine öyle mi olacak diye
şüphelerimiz vardı.
![](https://lh3.googleusercontent.com/blogger_img_proxy/AEn0k_tRT9gbgKXnYZiwoFFWKLnbxuITSzyovpzEc4Hk64FyGzbZX2-mM9m2lsmD9O5TbvgM_Mko_1bABtHS-W34xSe-qwwxhpZaBKn06QGdKg=s0-d)
Ağaç gölgesinden kalkınca ince belli
bardaktan çayımızı yudumlamaya gittik. Türk çayının o mis gibi kokusunu
aldık ve ‘İşte bu’ dedik. Teşekkürler Sayın Şen.
STK ler de bu uygulamayı örnek alır
ve kendi mekânlarında, programlarında devam ettirirlerse, Türkiye adına,
Türk kültürü adına büyük bir adım atılmış olacaktır. Mesele çay
meselesi değildir. Mesele kültür meselesidir. Kendi kültürümüze sahip
çıkma meselesidir.
Ayrıca iftara cümbür cemaat herkes
davet edilmemiş. Eşleriyle gelenler vardı, ancak Büyükelçilikte olduğu
gibi çoluk çocuk aile boyu davet edilen misafirler gözümüze çarpmadı.
Bu güzel günde Başkonsolos Ahmet Başar Şen’in konuşması mana yüklüydü. Türkçe ve Almanca yaptı konuşmasını.
Büyükelçi Sayın Karslıoğlu’nun
kulağını çınlattık bu sırada. İftar programında Kur’an’ın okunması, iki
dilde mealinin verilmesi ve günün konuşmasının da iki dilde yapılmasıyla
kıyamet kopmadı.
Arzu edilen bu geleneğin de sadece
Büyükelçilikte ve Başkonsoloslukta değil, Sivil Toplum Kuruluşları
tarafından da devam ettirilmesidir. Genel kurullarda veya özel
toplantılarda sadece Almanca konuşulmamalıdır. Türkçeyi unutursa sivil
toplum kuruluşları, üyelerine Türk dilinin öneminden bahsetmeleri abesle
iştigal olur. Uygulamalarda Türkçe ’ye yer verilmezse, ‘Türkçeyi
unutmayınız, anadil çok önemlidir’ şeklindeki tavsiyelerin
inandırıcılığı olmayacaktır. Dili olmayan toplulukların dini de olmaz,
geleceği de olmaz. Türkçe fıkra anlatamayan, masal anlatamayan bir
neslin geleceği yoktur. Kendimizi kandırmayalım. Kendi kimliğinden
utanan insanlara Almanların da saygısı olmaz. Kimliğiyle ayakta duran
onurlu insanların önünde ise herkes şapka çıkarır.
Başkonsolos Sayın Ahmet Başar Şen’in o anlam yüklü konuşmasının tam metnidir:
“Ruhlara güzellik, gönüllere
zenginlik, nefislere irade ve toplumsal hayata huzur getiren on bir ayın
sultanı ramazan-ı Şerif’i bu yıl bir kez daha şükür ve sevinçle
karşıladık.
İftarımızı bu gece huzur, dostluk ve sevgi içinde birbirimizle paylaşıyoruz.
Ramazan ayı İslam toplumlarında
insanlar arasında sevgi, saygı ve hoşgörünün yoğun bir şekilde
yaşandığı, inananların lokmalarını paylaşarak kardeşliklerini
pekiştirdikleri mübarek aydır. bu nedenle, ramazan milletimizin ve
toplumumuzun tüm kesimleri arasındaki birlik ve beraberliği, işbirliği
ve ortak hareket ruhunu daha da pekiştirmesini diliyorum.
Ramazan ayı, bizler gibi, vatandan
ayrı, farklı dinlere ve kültürlere mensup insanlarla bir arada yaşayan
Müslümanlar için, hem birlikteliğimizi kuvvetlendirdiğimiz,
birbirimizle kenetlendiğimiz, hem de başka dinlere ve kültürlere mensup
dostlarımıza, komşularımıza sevgi ve barışı temel alan dinimizin
anlatıldığı günlerdir.
Bu nedenle, ramazan ayını bu sene
bir kez daha coşkuyla karşıladık. Ama içinde bulunduğumuz günlerde
maalesef kardeş Müslüman halkların yaşamakta oldukları savaş, sıkıntı ve
sarsıntılar nedeniyle büyük üzüntü ve keder içindeyiz.
Komşumuz Suriye’de dört yıldan bu
yana yaşanan insanlık dramı, komşumuz Irak’taki istikrarsızlık ve
katliamlar, asırlardır o bölgelerde yaşayan Türkmen kardeşlerimizin
yaşadıkları acılar bizleri derinden üzmektedir. Aynı şekilde ülkemize
uzak coğrafyalarda Sincan’da, rohingya’da Müslüman ve Türk kökenli
kardeşlerimizin yaşadıkları acılar da maalesef yüreğimizi burkan
gelişmelerdir. Kardeşlerimizin acılarının bir an önce dinmesini yüce
Allahtan diliyorum.
Türkiye’deki vatandaşlarımız için
olduğu gibi, Almanya’daki vatandaş ve soydaşlarımızın da huzur ve barış
içinde yaşamaları, eşit bireyler olarak alman toplumunda hak ettikleri
yeri almaları devletimizin öncelikleri arasındadır.
Türk–Alman dostluğu bilindiği üzere memnuniyet verici seviyededir ve gün geçtikçe gelişmekte ve derinleşmektedir.
Almanya’da yaşayan üç milyonu aşkın insanımız bu dostluğun en kuvvetli garantörü, en etkin taşıyıcısıdır.
Sayın büyükelçimizin başlattığı
gelenek çerçevesinde, kendilerinden ilham ve örnek alarak,
başkonsolosluklar olarak Almanya’daki siz değerli vatandaşlarımızla
iftar sofralarımızı paylaşıyoruz. Bu sofralarda giderek artan bir
şekilde davetlerimize icabet eden alman ve diğer yabancı dostlarımızı
görmek de bizleri içtenlikle memnun etmektedir.
Aynı şekilde, entegrasyondan sorumlu
federal devlet bakanı Sayın Özoğuz tarafından verilen iftar yemeği, bu
iftar yemeğinde konuşma yapan federal şansölyenin İslam’ın Almanya’ya
ait olduğuna dair sözleri, benzer şekilde federal şansölye yardımcısı
Sayın Gabriela’n ve federal içişleri bakanı sayın de Maiziere’in
Berlin’de sivil toplum kuruluşlarımızca düzenlenen iftar programlarına
katılarak verdikleri sıcak mesajlar buradaki toplumumuzda büyük
memnuniyet yaratmıştır.
Almanya’da barış ve huzur içinde
yaşamakta olan, bu ülkeye en güzel şekilde uyum sağlamış olan, her
alanda çok değerli katkılarda bulunan ve bu nitelikleriyle Almanya’da ve
diğer batılı ülkelerde yaşayan göçmen toplumlarına örnek teşkil eden
Türk toplumunun değerinin gün geçtikçe daha fazla anlaşılacağını
umuyoruz. Bu değer anlaşıldıkça, onların Türk ve Müslüman kimlikleriyle
daha fazla kabul göreceklerini, ayrımcılık, korku ve hatta düşmanlıkla
değil, daha fazla dostluk ve “Hoşgeldin kültürüyle” karşılanmalarını
bekliyoruz.
Alman devletinin en üst düzeyinde
gösterilen bu teveccühün bir sevgi tomurcuğundan birer sevgi ağacı
yaratabilen insanımızdan fazlasıyla karşılık bulacağından hiç kimsenin
şüphesi olmamalıdır.
Hüsn-ü kabul kültürünün gelecekte
alman toplumunun tüm kesimlerine yayılması, çok renkliliğin topluma
getirdiği kuvvet ve dinamizmin farkına varılması en büyük
temennilerimizdendir.
Dileriz ki, Almanya, Türk ve
Müslüman anahtar sözcükleri söylendiğinde akla saldırıya uğrayan
insanlar, NSU ve benzeri cinayetler ya da yakılan camiler, apartmanlar
gelmesin. Alman dostlarımızın bu doğrultuda ırkçılık, yabancı düşmanlığı
ve İslamofobyayla kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler çerçevesinde
daha kuvvetli bir mücadeleye gireceklerini umuyoruz.
Bu bağlamda, Almanya’ya her alanda
önemli katkılarda bulunan Türk toplumunun, sadece gençlerinin değil, tüm
fertlerinin çifte vatandaşlık hakkını elde edeceği günlerin yakın
olduğunu ummak istiyoruz.
Aynı şekilde, AB müktesebatına
aykırı bir uygulama teşkil eden aile birleşiminde dil kursu şartı
aranması uygulamasının da bir an önce kaldırılarak hukukun üstünlüğünün
sağlanmasını talep etmeye devam ediyoruz.
Sözlerimi burada bitirirken, Ramazan
ayının ülkemize, milletimize, Türkiye dışında yaşayan insanlarımıza ve
tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini, aramızdaki sevgi, saygı,
hoşgörü, dostluk ve kardeşlik bağlarının daha da pekişmesine vesile
olmasını temenni ediyorum. Allah orucunuzu kabul etsin!”
Eksiklikler:
1-Yemek servisi Büyükelçilikteki
servis gibi çok yavaştı. 2 saat gecikmeyle yemekler yenebildi. Ve
yemekler soğuktu. Hele et yemeği soğumuş ve kaskatı olmuştu. Yanında sos
falan da olmayınca tad alamadık. Allah’ın nimetine sözümüz yoktur,
sözümüz pişiren ve servise koyanadır, tabii ki sorumluluk makamında
olana da. Bu sadece benim tespitim değil, misafirlerin neredeyse ortak
tespitidir.
2-Güllaç tatlısı da oldukça bayattı.
2- Türk kahvesinin yanında, lokum ve
su her zamanki gibi unutulmuş. Veya önemsenmediği için konulmamış. Bu
biraz da hassasiyet meselesi. Türk kültürüne önem verme meselesi.
3- Geçen senenin aksine, hakkında
kanunname yazılan Osmanlı şerbeti yoktu: “Şerbetçiler gözlenecek, üzümün
okkası bir akçeye alındığında, şerbetin iki okkası bir akçeye olur.
Misk ve gül kokulu olmalı, ekşi ve fazla sulu olmamalıdır. Şerbetlerde
kar ve buz olacak, tas ve kâseleri temiz olacak"
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder