20 Aralık 2014 Cumartesi

NİHAYET BİR BİDAT SONA ERDİRİLDİ 2014 BERLİN




Rüştü Kam
Ha-ber.com

“Din görevlisinin görev ve sorumlulukları “ başlıklı bir yazı yazmıştım 10.02.2014 tarihinde ha-ber.com sitesinde. T.C. Berlin Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk’e bir teklif yapmıştım o yazımda; “Sayın Ataşem, namaz kılmanın ve kıldırmanın ötesinde, ciddi hizmetler sizleri bekliyor. İşe, zuhr-i âhir denen uydurma namazdan başlayabilirsiniz, arkasından Cuma günü caminin içinde iki kez okunan ezanı bire düşürmek ve din görevlilerinin zamanında namaza başlamalarının sağlanması gibi konular gelecektir.”

Sayın Öztürk cevap vermişti: “Zuhr-i Ahir namazı ile ilgili olarak özellikle Şehitlik Camii eksenindeki değerlendirmeleriniz planımızda ve değerlendirilecektir. En kısa zamanda zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığını halkımıza anlatacağız” Selam ve dua ile..” (Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk)

Ben Berlinlilere müjdeyi veriyorum. Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Sayın Bilal Öztürk sözünü tuttu. İki hafta önce, Şehitlik Camii’nde bizzat kendisi kürsüye çıkarak konuyu cemaate anlattı. Aldığım duyumlar böyle. Herkes memnun. Kıyamet falan kopmadı. “Allah razı olsun diyorlar, madem böyle bir şey vardı niçin daha önce anlatılmadı” diyorlar. 

Sayın Öztürk’e teşekkür ediyorum. O bir bidat’ın kalkmasına vesile olmuştur. Cemaatin sıkıntısını gidermiştir. Diyanet işleri Başkanlığı fetvayı 2002 yılında vermiş. Vermiş ama o fetvayı kürsüye taşıyacak cesur bir ataşe bugüne kadar Berlin’e gelmemiş. Ataşeler dernek seçimlerinde divan başkanlığı yapmaktan bu tür işleri yapmaya zaman bulamamışlar.

Sayın Öztürk, şimdi bu fetvayı siz kürsüye taşıdınız ya, göreceksiniz, diğer cemaatler de birer birer konuyu kürsüye taşıyacaklardır. T.C. Devleti ile resmi bir bağları olmayan bu cemaatler siz açıklamasaydınız, bu tür konuları açıklayamazlardı. Çünkü, dini cemaatler üye aidatları, zekat ve sadakalarıyla ayakta duruyorlar. Bir üye dahi kaybetmeye tahammülleri yok onların. Oysa bağımsız bir dini cemaat olarak bu konularda ilk fetvayı vermesi gereken onlardır. Maalesef, kendilerine üye yetiştirmekten Allah’a kul yetiştirmeye vakit bulamıyorlar olmalılar.

Sayın Öztürk, önünüzde halledilmesi gereken sorunlar oldukça fazla. Madem besmeleyi çektiniz, lütfen yolunuza devam ediniz. Bu sorunlardan en önemlilerinden birkaçı:

1-    Birden fazla eşle evliliğe Allah’ın izin vermediğini,( özel durumlar hariç).
2-    Erkeğin hanımını kendi başına boşama hakkı olmadığını, boşanmalarda mutlaka hakim huzuna çıkılması gerektiğini, “3 ten dokuza şart olsun demekle kadının boşanamayacağını”, Allah’ın böyle bir boşamaya izin vermediğini,
3-    İmam nikâhı ile yapılan evliliklerin dinen geçersiz olduğunu,
4-    Gece ile gündüzün eşit olmadığı ülkelerde orucun Hicaz (Mekke-Medine) bölgesindeki zaman birimi esas alınarak tutulabileceğini,
5-    Teravih namazının 4 veya 8 rekât olarak kılınabileceğini,
6-    Ehlikitabın kestiğinin yenilebileceğini, Ehlikitap’la olan münasebetlerin Kur’an’ın çizdiği çerçeveye mutlaka oturtulması gerektiğini, …

Sayın Öztürk, bu konulardaki atacağınız her adım, isminizin Berlin’de dünya durdukça anılmasına vesile olacaktır.  Bizler insanlardan başka ne isteriz ki, hayırla yad edilmenin dışında.



24 Kasım 2014 Pazartesi

EDİP YÜKSEL BERLİN’DEYDİ 2014

Hukuk Doktoru, felsefeci ve yazar. Ünlü bir sünni alim olan Sadrettin Yüksel’in oğlu olarak 1957 yılında Bitlis’te dünyaya gelmiştir. Gençlik yılları boyunca açık sözlü bir İslamcı olmuş ve siyasi görüşleri yüzünden yıllarca hapis yatmıştır. Popüler bir İslamcı yazar ve gençlik lideriyken, Rashad Khalifa ile yazıştıktan ve onun Kuran, Hadis ve İslam kitabını okuduktan sonra Kuran'a başka kitapları ve öğretileri ortak koşmaktan vazgeçmiştir.

Bu olay 1 Temmuz 1986’da Sünni mezhebiyle bağlarını koparmasına sebep oldu. 1989 yılında Rashad Khalifa’nin sponsorluğuyla ABD’ye göç etti. Pima College adlı yüksek öğrenim kurumunda 1999 yılından beri Felsefe ve Mantık dersleri okutan Yüksel, din, siyaset, felsefe ve hukukla ilgili yirmiden fazla Türkçe kitap yazmıştır. İngilizce birkaç kitabı ve çok sayıda makalesi vardır.

Temel Görüşleri:

• Dinin tek kaynağı Kur'an'dır. Hadis ve Sünnet dinde esas alınmamalıdır.
• Kur'an'ı koruyan sistem 19 Mucizesidir.
• Kadınlar başlarını örtmek zorunda değillerdir.
• Domuzun sadece eti haramdır, yağı yenilebilir.
• Namaz günde 5 Vakit değil, 3 Vakittir.
• Hacc'ı birkaç günde yapmak şart değildir, haram aylar olarak bilinen 4 ay içinde yapılabilir.

Edip Yüksel hakkında çok şeyler söylenir. Söylenenlerden bazılarını yazdım. 21 Kasım 2014 tarihinde Edip Yüksel Berlin Türk Eğitim Derneği’nde bir konferans verdi. Yaklaşık 40 kişinin katıldığı konferans 4 saat sürdü. Yarım saatlik sunumun ardından katılımcılar kendisine sorular yönelttiler. Seviyeli ve hararetli tartışmalar oldu. Orada, kendisinden bizzat dinlediklerimi de aşağı da özetledim. Değerlendirme ve yorumu siz saygıdeğer okuyucularıma bırakıyorum.

Edip Yüksel’in sunumu ve sorulara verdiği cevaplar özet olarak şöyledir:

“Dünya hayatı neyin nesidir diye onu düşünmeye başladım:
Anamızı babamızı biz seçmedik, genetik yapımızı biz seçmedik, insan olmayı da biz seçmedik. Böyle bir ortamda kendimizi böyle bulduk. Çevremizde belli doğmalar var. İkili bir hayat yaşıyoruz. Çelişkiye düşmemek için belirli rasyonel düşünmek zorundayız. Hayat çok kısa. 13.8 milyar yıl önce evren oluşmuş. Biz maksimum 120 yıl yaşayacağız. Bu hayatın amacı nedir? diye  düşünmeye başladım. Sadece düşünmedim ve başka sorular da sorarak kendimi araştırmaya yönelttim.

Kâinatı kim yarattı sorusu önemli bir soru. Yaratıcının bizi kontrol ettiğini söyleyenler olduğu gibi, bizi buraya atıp kendi halimize bıraktığını söyleyenler de vardı. Okudum onları. Sonra sorgulamaya başladım.
Sorgulama önemlidir, ancak din adamları sorgulamayı istemezler. Gerçeği aramak lazımdır. Adaleti hakkı aramak lazımdır. Bilgi bizim yararımızadır. Daha konforlu yaşamak istiyorsak doğada olanları, olup bitenleri iyi anlamamız lazımdır. Sonra şöyle bir sonuca vardım. Allah’ı anlamak için mesajını da sorgulamak lazımdır. Kur’an’ı da sorgulamak lazımdır ve sorguladım:

1-Kur’an Allah’ın sözüdür
2-Allah vardır
3-Kur’an Allah’ın mesajıdır
4-Aynı zamanda korunmuştur.

Sorularla bu maddeleri açmak lazımdır, açtım. Çünkü, o zaman Kur’an’ın Allah’ın mesajı olduğu konusunda, korunduğu konusunda gerçek bilgiye ulaşabiliriz. Sorgulamazsak taklidi bir imana sahip oluruz. Bu durumda Kur’an’ın niçin indiği, anlamının ne olduğu, nasıl bir mesaj olduğu bizi ilgilendirmez. Ezberleriz ve merasimlerde okur geçeriz.
İnanmak en yakındaki kalabalığa takılmaktır. İnsanlar böyle yapıyorlar, böyle düşünüyorlar. Uygulama böyledir, menfaat ön planda tutulur. Çünkü insanlar bencildirler, insanların asıl derdi kendi menfaatlerini korumak kollamaktır.
Bizler çocukluktan beri yalanlarla büyütülüyoruz. Filmler, romanlar yalanlardan oluşuyor.
Hristiyanlarda üçleme inancı var. Bu inanç her şeyin altına dinamit koyan bir inançtır. Ama insanlar inanıyorlar buna.  Müslümanlar da aynen böyledir. Onlar da inanıyor önlerine konana. Sorgulamıyorlar, niçin, neden sorularını sormuyorlar. Böyle bir iman taklidi bir imandır. Sorgulamadan gerçek iman sahibi olunmaz. Allah böyle bir imanı istemiyor.

Ben 19 rakamıyla yola çıktım ve birçok ayeti ondan sonra anlamaya başladım. Kur’an’da ki şu ayetler dikkatimi çekti. ” Sakar nedir bilir misin? Ne bırakır, ne de yüklenir (tam ve mükemmel),  Üzerinde ondokuz vardır. Halklar için (evrensel) bir göstergedir/ekrandır.”(Müddessir 29-30).
Ancak bütün ayetleri anlamaya çalışmam da saçmalık olur. 1974 yılında ortaya çıkan sistemin getirdiği yenilik, benim ilgi alanım oldu. Bugün dünyanın gündeminde hadis konusu tartışılıyor, Sünnilik, Şiilik tartışılıyor; aslında Allah ders veriyor. Bunu anlamak lazım.

Ebcet hesabını iyi anlamak gerekiyor. Huruf-u mukataaları iyi anlamak gerekiyor. 19 formülüyle Kur’an’ın mucize olduğunu anlıyoruz. Bu formüle uymayan Kur’an’da iki ayet vardır. Tevbe Suresi’nin son iki ayetidir bunlar. 19 formülüne göre Bu ayetlerin Kur’an’da olmaması lazımdır. Huzeyfe b. Yemâme getirmiştir bu ayetleri. Şahitliğinin kabul edilmiş gibi gösterilmesi için de bir hadis uydurulmuştur. „Huzeyfe’nin şahitliği iki şahide bedeldir“ diye. Son iki ayet hariç, Tevbe Suresi’nin tamamı Mekke’de inmiştir. Son iki ayet Medine de inmiştir denilmiştir.  Bu bizim tezimizin doğruluğunu yeterince açıklamıyor mu?

Öte yandan, Rauf ve Rahim kavramlarını Allah, kendisi için kullanmıştır. Oysa bu ayetlerde bu sıfatlar Peygamber için de kullanılıyor. Mesela Rahim sıfatı Kur’an’da 114 defa kullanılmıştır. Hepsi de Allah için kullanılmıştır. 114, 19 rakamının 6 katıdır. Formüle uygundur. Bu durumda Tevbe suresindeki rahim kavramı fazlalıktır. Formüle uygun düşmüyor. Bu durum Kur’an’ın mucizeliğine de gölge düşüyor.

Allah’ın ismi 120 dir 99 değildir. Mudil (saptıran), Mudır (zarar veren) demektir. Bunlar Allah’ın isimleri olamazlar. Kur’an’da “bastate” kelimesi vardır. “Sat” ile yazılır. Yanlıştır, bu yanlıştan dönme yerine, bununla ilgili de üç tane hadis uydurmuşlardır. Oysa bu kelime “sin” harfiyle yazılmalıdır. 19 formülüne göre “sin” doğrudur. En eski nüshalarda da “sin” ile yazılmıştır bu kelime. Ben Kur’an’daki bütün harflerin 19 formülüne göre sağlamasını yaptım. Ceza evindeyken oradaki arkadaşlarla birlikte yaptık bu işi.

İslâm’ı doğru anlamak lazımdır. İslâm’ı doğru anlamak için de Kur’an’ı doğru anlamak lazımdır. Kur’an’ın dışında İslâm olmaz. Şu 5 maddeyle İslâm’ın ne olduğunu özetler Kur’an:
1- İslâm akletmektir
2- İslâm özgürlüktür.
3- Kendin için istediğini başkası için de istemek, kendin için istemediğini başkası için de istememektir.
4- İslâm barıştır
5- İslâm adaleti gerçekleştirmektir.”


Rüştü Kam
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI

2 Kasım 2014 Pazar

TÜRKLER ALMANYA'DA LOBİ OLUŞTURABİLİRLER Mİ?

Lobi

Önce lobi ne demektir onu açıklayalım: Ortak çıkarları olan bazı grupların temsilcilerinden oluşan topluluğa lobi denir.
Amaç: Gündemdeki konuları, “adına çalıştıkları çıkar grubu” açısından değerlendirmektir. Araştırma yapmak, bilgi üretmek ve bunları sonuç belgelerine ve eyleme dönüştürmektir.

Lobicilik

Temsilciler gündemdeki konuları, siyasetçilerle veya bürokratlarla görüşürler, onlara yazılı bilgi sunarlar, toplantılarda söz alırlar ve oradakileri etkilemeye çalışırlar. Ayrıca dolaylı etki kanallarını da kullanabilirler. Mesela, medyayı kullanırlar, konferanslar düzenlerler, mektup kampanyaları yaparlar, diğer baskı grupları ile işbirliği yaparlar, böylece kamuoyunu etkileyerek yetkililer üzerinde baskı kurmaya çalışırlar. Bu çalışmalara da lobicilik denir.

Parlamenter demokrasilerde, örgütlü gruplar, siyasal ve sosyal çıkarlar için lobicilik faaliyetleri yaparlar ve adına çalıştıkları kurumlara çok önemli sonuçlar sağlarlar.

Günümüzde, hak elde etmek ve elde edilen hakları korumak için lobicilik yapmak zaruridir. Kimse hak sahiplerine haklarını durduğu yerde vermiyor. Demokrasilerde bu böyle. Bundan dolayı lobicilik demokratik bir hak olarak tanınmış. Nasıl yapılacağı da yasalarla belirlenmiş. Hak iddiasında bulunanlar böyle bir çalışmanın içine girmek zorundadırlar. Kural bu.

Türkler Almanya’da yarım asırı aşkın süredir yaşıyorlar. Yararlanamadıkları hakları var. Fakat o haklarını bir türlü elde edemiyorlar. Bu hakları elde etmek için organize olamamışlar: Çünkü Almanya’daki Türklerin amaç birliği yok, birlikte olma yerine birbirlerinden ayrı durmaları menfaatlerine daha uygun düşüyor. Bundan dolayı, değişik kimliklerle kendilerini tanımlamayı çıkarlarına daha uygun görmüşler ve her kimlik sahibi kendine başka bir amaç seçmiş.

Almanya’daki iş adamları dernekleri de aynı yöntemle çalışıyorlar. Onların da çoğu bir cemaatin kuruluşu. Cemaatler sermayenin değil, sermaye cemaatlerin elinde gibi. İş adamları dernekleri de, iş adamlığı mantığıyla değil de cemaat mantığıyla yönetiliyor. Ortanın sağındakiler de, solundakiler de aynı mantıkla çalışıyor. Almanya siyaseti, Almanya eğitimi ve Almanya ekonomisi onları fazla ilgilendirmiyor. Hepsi Türkiye siyasetini ve Türkiye ekonomisini, Türkiye eğitimini düzeltmek için çalışıyorlar. Ortanın solundakilere haksızlık yapmayalım, onlar biraz farklı.

Türkiye tarafından atılan adımlar

Türkiye, aslında Türklerin Almanya’daki bölünmüşlüğünü görmüş ve zaman zaman da birliğin sağlanması için adımlar atmış. Ne yazık ki bu adımlar Türkiye’nin çıkarlarından ziyade o adımı atan siyasi partilerin çıkarlarını esas almış.

İlk adımı Milli Selamet Partisi atmış, “Avrupa Milli Görüş Teşkilatları”nı kurmuş. Seri konferanslar düzenlenmiş Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde. İslâm’dan ve İslâm medeniyetinden bahsedilmiş bu konferanslarda. İslâm’ın resmen Almanya’da tanınması için çalışmalar yapılmış. Ancak istenilen başarı elde edilememiş: Çünkü merkeze Milli Görüş konulmuş.

Daha sonra Anavatan partisi, “Anavatan Derneği”ni kurmuş.  Doğruyol Partisi de “Avrupa Demokrasi Vakfı”nı kurmuş. Her iki partinin temsilcisi aynı kişi (Aydın Yardımcı).  Onlar da başarılı olamamışlar ve silinip gitmişler: Çünkü onlar da merkeze kendilerini koymuşlar. Aynı kişinin ayrı partilerin temsilcisi olmasından da amaç anlaşılıyor olmalı.

CHP de Almanya’da temsilcilik açtı. “CHP Birlikleri”ni kurdu. Her eyalette o eyaletin ismini kullanıyorlar. ‘CHP Berlin Birliği’, ‘CHP Hamburg Birliği’ gibi. O da diğerleri gibi merkeze kendisini koymuş. Türkiyelilere Avrupa’da oy kullanma imkânı verildikten sonra bu birliklerin kurulması tesadüfi değil.

Ak Parti’nin de temsilciliği var” Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD). Adı güzel ve anlamlı ancak çalışmalarında demokratların birliğini görmek mümkün değil. Maalesef o da merkeze kendisini koymuş. Diğerleri gibi bunların amacı da oy avcılığı. 12 seneden beri daha MAVİ KART meselesini halledemediler. Durum böyle olunca yarım asırı aşan zamandan beri Almanya’da lobicilik çalışması yapılamadı.

Peki bu temsilciler nasıl çalışıyor, neler yapıyorlar?

Milli Görüş Teşkilatları sadece Erbakan Hoca’nın programlarını düzenlerdi. İl başkanlarına, belediye başkanlarına, milletvekillerine, bakanlara programlar yapardı. Cami cami, teşkilat teşkilat dolaştırırlardı resmi zevatı Avrupa’da.

CHP de, kendi düşüncesine yakın insanları çağırıyor ve onlara programlar düzenliyorlar. Anavatan ve Doğruyol partileri yok oldular.

UETD’ye gelince, AK Partili bakanlara, milletvekillerine, belediye başkanlarına hizmet ediyorlar. Onlara programlar düzenliyorlar. Ancak onlar misafirlerini Milli Görüşçüler gibi, cami cami dolaştırmıyorlar. Otel ayarlıyorlar, gezi programları düzenliyorlar, sivil toplum örgütlerini Türk Evi’nde toplayarak gelen misafirlerle buluşturuyorlar, iftar programları düzenliyorlar. Fotoğraflar çektiriyor, plaketler veriyorlar. Bazen de büyükelçiliğin düzenleyeceği programlara müdahale ederek kargaşa bile yaratabiliyorlar.

UETD’den bahsediyorum,  Almanya demokratlar Birliği’nden. Lobi çalışması yapacaklardı. Bunun için, Şaban Dişili ve Akif Gülle tarafından otel odalarında, salonlarda günlerce istişareler yapıldı, tavsiyeler alındı, isim listeleri alındı. Bu istişarelerden iki tane başkan çıktı. Sonraları, bu başkanların istişarelerde teklif edilen isimler arasından olmadığı söylendi. Bu isimleri, kimler tavsiye etmiştir, niçin tavsiye edilmiştir bilinmez.

Teşrifatçılık yapılacaksa bunun için dernek kurmaya gerek yoktur. Özel şirketler bu işi daha güzel yaparlar. Az parayla çok iş yaptırılacaksa, bu işi gönüllü olarak yapacak birçok insan bulunur.

Sonuç:
Almanya’da yaşayan Türkiyelileri temsil eden sivil toplum kuruluşları bir araya gelemiyorlar. Ortak sorunlarını tespit edemiyorlar, mesela; yabancı düşmanlığı, eğitimde fırsat eşitliği, İslâm dininin resmi din olarak tanınması gibi konularda. Her kuruluşun sorunu başka hedefi de başka. Kimisi laik, kimisi Kemalist, kimisi Müslüman, kimisi Milliyetçi.

Sorsan her birine sınıfsız bir toplum nasıl olacak diye, saatlerce nutuk çekerler… Kendi dışındaki sınıfların kendilerine katılmalarıdır herhalde kastettikleri sınıfsız toplum.

Bu açıklamalardan sonra sormam gerekiyor: Sizce, Almanya’da Türk lobisi oluşturulabilir mi?

15 Ekim 2014 Çarşamba

6.BERLİN KURBAN BAYRAMI ŞENLİĞİ/2014

Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de 2009 yılında başlayan “Berlin Kurban Bayramı Şenliği” bu yıl altıncısı gerçekleştirildi.
Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de 2009 yılında başlayan “Berlin Kurban Bayramı Şenliği”nin bu yıl altıncısı gerçekleştirildi.

Berlin İlahiyatçılar Derneği (İL-DE), Türk Alman Merkezi (TDZ), Berlin Veliler Topluluğu (BVT), Hikmet Kütüphanesi (HK), Türk Eğitim Derneği (TED) ortaklaşa düzenlediği şenliğin hamiliğini Neukölln Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky üstlendi.

Türk Eğitim Derneği`nin öncülüğünde düzenlenen “6. Berlin Kurban Bayramı Şenliği’ne T.C. Berlin  Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Rafet Okutan, T.C. Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD politikacılarından Raed Saleh, Cansel Kızıltepe, Fritz Felgentreu, çeşitli sivil topluk kurulu başkanları, dernek yöneticileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.



Başkonsolosu Ahmet Başar Şen ve Neukölln Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky yapmış oldukları konuşmalarda Kurban Bayramı’nın Sokak şenliğine dönüştürülmesinin olumlu bir etkinlik olduğuna dikkat çekip, emeği geçenleri tebrik ettiler.

Büyük ve yoğun ilgi gösterilen “Berlin Kurban Bayramı Şenliği” Reuterstrasse’de yapıldı, misafirlere pilav üstünde kurban eti ve ayran, ücretsiz olarak ikram edildi.

Berlin İlahiyatçılar Derneği başkanı Rüştü Kam ise yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Başkonsolosum Sayın Ahmet Başar Şen, Neukölln Belediye Başkanı ve bu şenliğin hamisi Sayın Heinz Buschkowsky, Kıymetli Milletvekilleri, Sivil toplum kuruluşlarının saygıdeğer başkanları, basınımızın kıymetli mensupları ve Berlin halkını temsilen burada bulunan kıymetli misafirler. Vl. Berlin Kurban Bayramı Şenliği tertip heyeti adına hepinize hoş geldiniz diyor, saygılarımı sunuyorum.



Kıymetli misafirler, bizler Berlin İlahiyatçılar derneği, Türk Eğitim derneği, Hikmet Kütüphanesi, Türk Alman Merkezi, Berlin veliler Topluluğu ve Mocca dergisi olarak 2009 yılından beri burada Kurban bayramı şenliği yapıyoruz.
Kurbanlarımızı Berlin‘de kestiriyoruz, etini de kavurma yaparak pilav üstünde ve ayran eşliğinde ücretsiz olarak dağıtıyoruz. Bu dağıtımda, ırk, din, dil ve mezhep ayırımı yapmıyoruz. Kim olursa olsun, ister dinli, isterse dinsiz olsun kapımız insan olan herkese açıktır. Katolik Papaz Kalle Lenz’e huzurunuzda özellikle teşekkür etmek istiyorum: Her sene olduğu gibi bu sene de yine evsiz ve yurtsuzları buraya davet ettiği ve bu şenlikte onlarla birlikte olma, birlikte kurban eti yeme şansını bizlere sunduğu için.

Sevgili misafirler, amacımız birlikte yaşamaktan mutluluk duyduğumuz Berlin halkıyla, güzelliklerimizi, değerlerimizi paylaşmaktır. Kucaklaşmaktır, kaynaşmaktır. İşte bugün burada gördüğümüz manzara amacımıza büyük ölçüde ulaştığımızın kanıtıdır. Allah’a yaklaşmanın yolu samimiyet ve aşktır. Vasıtalar insanlarla olan ilişkilerde bir değer olurlar. Vasıtaların yararları insanlaradır. Allah’a değildir.



Kurbanlarımızı Berlin’in dışında kesmek istemeyişimizin sebebi budur. Berlin’de yaşıyoruz, mali ibadetlerimizi de Berlinlilerle paylaşmak zorundayız. Buyruk böyledir. Yüce Allah’ın arzusu böyledir.

Buyruk doğrultusundaki amacımıza ulaşmak için, bu şenliğe Kurbanlarını vererek katkıda bulunanlara, yapılan masraflara katkı yapanlara, sadece bu şenlik devam etsin diye katkıda bulunan Alman sponsorlarımıza başta QM olmak üzere huzurunuzda hepsine şükranlarımı sunuyorum. Bu sene şenliğin altıncısını yapıyoruz. Artık bundan sonra „Geleneksel Berlin Kurban Bayramı Şenliği“ diye adlandırabiliriz bu şenliği. Bu şenliğin Almanya’da sadece Berlin’in Neukölln ilçesinde yapılıyor olması bir ayrıcalıktır. Başta, Neuköll belediyesinin başkanı Sayın Heinz Busckowsky olmak üzere tüm çalışanlarına huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Şenliğin asayişini sağlayan güvenlik güçlerine de teşekkür ediyorum.



Biz bu şenliği ibadet olduğu için yapıyoruz. Amaç İslâm’ın tanıtımıdır. İslâm hoşgörü dinidir, barış dinidir. Kim İslâm’ın barış mesajına gölge düşürmek isterse biliniz ki, o İslâm’dan değildir.
İslâm teröre müsaade etmez, İslâm öldürmek için değil yaşatmak gelmiştir. Huzuru bozmak için değil bilakis huzuru tesis etmek için gelmiştir. Bu şenlik vesilesiyle, huzurunuzda; adı ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, şekli nasıl olursa olsun tüm terör örgütlerini ve o örgütlere yardım ve yataklık edenleri, en şiddetli şekilde lanetliyorum.
Sevgili konuklar, bizler bilhassa bu ve benzeri faaliyetlerle, Ehl-i Kitabı kucaklamak istiyoruz. Onlarla olan münasebetlerimizi geliştirmek istiyoruz. Bu isteğimiz Kur’an kaynaklıdır, Allah derki;

“Ehl-i kitap içinde, Allah'a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır. Onlar Allah'ın ayetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar. İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır. Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür.” (Al-i İmran, 3/199)

“İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 29/46)

Müminlere sevgi bakımından en çok yakın olanların "Biz Hristiyan’ız" diyenler olduğunu görürsün. Bu böyledir. Çünkü o Hıristiyanlar içinde derin araştırmalar yapan keşişler, kendini Allah'a adamış rahipler vardır. Ve onlar, kibre sapmazlar.“ (Maide, 5/82)

“Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyenlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” (Mümtehine, 60/8)

Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların "ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur" demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah'a karşı yalan söylemektedirler. (Ali İmran Suresi, 75)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (Ali İmran Suresi, 113)

Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Ali İmran Suresi, 114)

Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Ali İmran Suresi, 115)
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir.(Maide 5)

Gerçek şu ki, iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Hristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69)

“Şüphesiz iman edenler; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan kim ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır, iyi bir iş yaparsa elbette onlara, Rab’leri katında mükafat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara 2:62)

Kıymetli misafirler, bizler bayramlarımızı mekanlardan sokaklara taşıdık...!
Alman komşularmızla birlikte Kurban Bayramı’nın tadına varıyoruz...!
Kucaklaşıyoruz...!
Tebrikleşiyoruz...!
Geleneklerimizi çocuklarımıza aktarabilmenin haklı gururunu yaşıyoruz...!

Ne mutlu bizlere ki bugün burada birlikteyiz. Gelecek nesillere ve o nesillere merdiven olan sizlere selam olsun ve bayramınız mübarek olsun.

Seneye “7.Berlin Kurban Bayramında Şenliği’nde buluşmak üzere, hoşça kalın sağlıcakla kalın.”



ha-ber.com / M. Sefa Doğanay / Berlin

11 Ekim 2014 Cumartesi

KURBAN BAYRAMI VE MÜSLÜMANLAR


RÜŞTÜ KAM/BERLİN
Ha-ber.com
Sevgili mü’minler, Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”[1]
Sevgili Peygamberimiz (s) de şöyle buyuruyor:“Birbirinizle ilgiyi kesmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize kin gütmeyin! Birbirinize haset etmeyin! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun!”[2]

Sevgili mü’minler !
İslam âlemi olarak, inanan gönüller olarak bir Kurban Bayramı’nı daha idrak ettik. Ancak sevinemiyoruz. Hüzünlüyüz; çünkü islâm coğrafyasında yangın var, kan var, gözyaşı var. Duamız, İslâm Âlemi üzerinde dolaşan kara bulutların dağılması içindir.
Kurban Bayramı günleri, mü’minlerin tek yürek, tek vücut olması gereken günlerdir. Aynı düşünce, aynı gaye etrafında toplanması gereken günlerdir.
Müslümanlar Hac ibadetini yerine getirmek için Mekke’de tek yürek olmuş gibidirler. Bu birliğin ülkelerine döndüklerinde de devam etmesi, temennimizdir.
Bugünler, Hz. İbrahim’in duasıyla[3]inananların aynı iman ve aynı ruhla mukaddes topraklara geldikleri; tek merkezde, Kâbe’de tavaf ettikleri; tek meydanda, Arafat’ta toplanarak hac farizasını yerine getirdikleri önemli günlerdir. Kurban Bayramı günlerinde biz mü’minler; İbrahimî bir arayışla Rabbimizin lütfettiği nimetlere şükranlarımızın bir ifadesi olarak kurban ibadetini eda ederiz. Hayvan kurbanı ile veya sahip olduğumuz diğer mal varlıklarımızla bu ibadeti yerine getiririz. Fakir fukarayla, Ehl-i İmanla, Ehl-i Kitapla ve diğer din mensuplarıyla kaynaşmak, kucaklaşmak için yaparız bu ibadeti.

Sevgili mü’minler !
Kurban bayramı günlerinde eda edilen hac ve kurban ibadeti anlamlı ibadetlerdir. Mesaj yüklü ibadetlerdir bunlar. Her şeyden önce hac, birlik ve vahdetin göstergesidir. Kurban ise bize, dini sadece Allaha has kılarak O’na teslim olmanın yollarından birini gösterir. İnsan neslinden kanın akıtılmaması gerektiğini ifade eder. Anlamlıdır.
Ancak İslâm âlemi bugün bayramın mana ve ehemmiyetini anlamış değildir. İnsanlar kan ve gözyaşı içinde acı çekmektedir,
Kurban bayramı her yıl mesajını vermektedir. Bu mesajlar güçlü mesajlardır ve çok yönlüdür ve anlamlıdır. Bu güçlü mesajı alacak Müslüman bulmak oldukça zordur. İslâm coğrafyasına baktığımızda mesajın Müslümanlara ulaşmadığını görmek zor değildir.
Oysa Kurban Bayramı’nın bir yüzü ahirete, bir yüzü bu dünyaya, bir yüzü geçmişe, bir yüzü geleceğe dönüktür. Bu özelliği ile Kurban Bayramı Müslümanları eğitmelidir. Kurbanın; Hz. İbrahim’den gelen tarihi arka planı vardır, sosyal adalet açısından verdiği mesaj vardır, nefislerimizin terbiyesi için kendimizde olanı başkasıyla paylaşma buyruğu vardır. Amaç, tüm insanların mutlu ve barış içinde yaşayacağı, bir gelecek inşasıdır.

Sevgili mü’minler !
Kurban, Allah’a teslimiyetin ifadesidir, bu ifade doğrudur. Ancak bugün Müslümanlar bu teslimiyetin neresindedir?
Kurban, bizim gerçek anlamda kardeş olmamıza katkıda bulunan bir ibadettir, bu da doğrudur. Ancak bugün Müslümanlar bu kardeşliğin neresindedir?
Teslimiyet ruhundan, kardeşlik duygusundan uzaklaştıkça, Müslümanların hangi belalarla, hangi fitnelerle, hangi tezgâhlarla karşılaştığı bugün aşikardır. Bu tespit de doğrudur.
Ancak bugün Müslümanlar bu tezgahların, oyunların ne kadar farkındadır?
Müslümanlar, değişik güç odaklarının, mü’minlerin kanı üzerinden nasıl güç devşirdiği, mü’minleri birbirine yakın kılan iman kardeşliğinin zedelenerek nasıl kavgaya, şiddete ve düşmanlığa dönüştürüldüğünün ne kadar farkındadır?
Mü’minler, her türlü fitneye, fitnenin getireceği kargaşaya, huzursuzluk ve felaketlere karşı ne kadar uyanıktır? Mü’minlerin, basiretleri ve ferasetleri ne kadar açıktır? Asıl üzerinde durulması gereken konular bu soruların cevabıdır. Müslümanlar bu soruların cevabını bulma konusunda ne kadar organize olmuşlardır?

Sevgili mü’minler !
Müslümanlar olarak Kurban Bayramı dolayısıyla şüphesiz birbirimizi tebrik edeceğiz. Geçmişi hatırlayacağız, birbirimizle kucaklaşacağız, geleneklerimizi hatırlayacağız, kendimizi bilme ve bulmaya çalışacağız, yardımlaşma ve dayanışma konusunda daha duyarlı olacağız, egoistlikten kurtulacağız, ben değil biz düşüncesiyle hareket edeceğiz. Bu bayram vesilesiyle dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan mazlumları da unutmayacağız.
Bu konudaki hassasiyetimiz imanımızdandır elbet. Ancak kendi bulunduğumuz bilgedeki hizmetleri unutup da uzak hedefler önümüze koyanlara karşı da uyanık olacağız. İstismar etmeyeceğiz, istismar da edilmeyeceğiz.

Sevgili mü’minler !
Kesilen her kurbanlar, akan her kurban kanı; yüzyıllar boyunca Müslümanlar olarak varlığımızı sürdürmek için verdiğimiz kurbanları hatırlatıyorsa, yüreklerimizi bu ateşle yakıyorsa, bu anlamda bize kuvvetli bir ışık oluyorsa onlar kurbandır.
Kesilen kurbanlar; mü’minlerin kanlarının, gözyaşlarının akmasını önlüyorsa, İslâm coğrafyasındaki acıyı dindirmeye vesile oluyorsa, olacaksa o zaman kurbandır.
Kesilen kurbanlar, mü’minleri birlik şuuruna erdiriyorsa veya erdirmeye yönelikse, mümin gönüllerin İslam’ın barış mesajını kavramasına vesile oluyorsa, mü’minlerin, ‘mü’minler ancak kardeştirler’ düsturunca kardeş ve ümmet olma bilincine katkıda bulunuyorsa veya bulunacaksa o zaman kurbandır.
Kesilen kurbanlar mü’minlere; “Ey Resulüm! De ki! “Benim dua ve yakarışlarım, namazım, kurbanım ve diğer tüm ibadetlerim, hayatım yani yaşayış gayem ve ölümüm sadece bütün âlemlerin Rabbi, Yaratıcısı, Yaşatıcısı ve Yöneticisi olan Allah’a kulluk içindir. (Enam 162)” şuurunu verebiliyorsa veya verecekse o zaman kurbandır. Değilse kurban değildir.
Sevgili mü’minler !
Allah’ın emir ve yasaklarına, helal ve haramlarına karşı Hz. Habil’in samimiyeti, İbrahim (a)’in sadakati, oğlu Hz. İsmail (a)’in itirazsız teslimiyeti kurbanlarımızın kabulünün şartıdır.
Hz.Âdem (a) ile başlayan kurban bir sınavdır. Allah yolunda, bize emanet ettiği malımızı ve gerekirse canımızı bile hiç tereddüt etmeden verebileceğimizin sınavıdır. Allah’a yakın bir kul olmanın vesilelerinden biri olan kurban (yakınlaşma), mal ve can emanetine sadakatin sınavıdır.

Sevgili mü’minler !
“Bu kurban ettiğiniz hayvanların, etleri de ve kanları da Allah’a ulaşmaz. Fakat asıl O’na ulaşan, sizin iyi bir kul olabilmek için gösterdiğiniz samimi gayretleriniz, yani takvanızdır. (Hac 37)”
Ayetinin ışığında hareket edenlerin kurbanları Habil’in kurbanı gibi kabul edilecektir, Kabil’in kurbanı gibi yakılmayacaktır!
Kurbanını, çıkarlarına vesile olsun niyetiyle Allah’a adayan Peygamber Adem’in oğlu Kabil’e bile torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmayacaktır. Kimse şuraya –buraya kurban göndermenin gururuyla kendisine pay çıkarmasın. Zira bu asrın Müslüman topluluklarının işlediği suçlar, ilk katil Kabil’in suçundan daha büyüktür.
Kurbanlar ibadeti bu suçların bir daha işlenmemesi için yerine getirilmesi gelen bir ibadettir. İnsanlara et yedirmek için yapılan bir ibadet değildir.
Körü körüne, Batılılaşma adına, İslami değerlerini, kulluk görevlerini, İslam hukuk düzenini, tüm şeytani izmlere kurban eden ve de hâlâ bundan rahatsızlık duymayanların keseceği kurbanlar niçin kabul edilsin ki?
Allah „eti ve kanı bana ulaşmaz“ deyip dururken, isterseniz kurbanlarınızı dünyanın en ücra köşesinde yaşayan insana et yedirmek için kesin. Oraya kadar gidin masraf edin, Allah bu kestiğiniz kurbanı niçin kabul etsin ki?
Kabil, kurbanı reddedilince, kin ve hasedinden kardeşini öldürürken, bugün kardeşlerini acımasızca katlederek aile ocaklarını yakanların kurbanlıkları niçin kabul edilsin ki?
Sevgi ve merhameti nefrete, ilmi cehalete, barışı savaşa, sadakati ihanete, kardeşliği düşmanlığa, doğruluk ve dürüstlüğü yalan ve iftiraya kurban edenlerin kurbanlıkları Allah niçin kabul edilsin ki?
Kurban kelimesiyle aynı manaya gelen akraba ziyaretlerini ve bayramlaşmaları sahillerde, otellerde kurban edenlerin kurbanlıklarını niçin kabul edilsin ki?
Ahlak, edeb ve hayâyı ahlaksızlığa, ticareti sahtekârlığa, hukuk ve adaleti zulüm ve haksızlığa, helalleri haramlara, evlilikleri imam nikahına, metrese kurban eden haramzâdelerin kurbanlıklarını niçin kabul edilsin ki?
Yüz yıllardan beri, kurbanlıklarımız Kabil’in torunlarının bombaları altında yakılıyor! Bu işgaller, bu savaşlar, bu sefaletler niçin ve neden yapılıyor? Hâlâ anlayamıyor muyuz?

Sevgili mü’minler !
Yeniden tövbe edelim, Allah’ın sağlam, sarsılmaz yolu İslam’a itirazsız ve şüphesiz bir imanla dönenim o zaman kurbanlarımız kabul edilecek ve yangınlar sönecektir inşallah!
Allah’ım, nifak ehlinin, küfür ehlinin eliyle yurtlarından, evlerinden ve canlarından olan kurbanlık mazlum kullarına yardım et!
Allah’ım, içimizdeki beyinsizlerin yüzünden dünyanın her yerinde sahipsiz olan kurbanlarımıza ve kurbanlıklarımıza yardım et!
Allah’ım, günümüz Nemrutlarının yeryüzünü cehenneme çeviren ateşlerini, kardeşlik, birlik ve beraberlik yağmurlarıyla İbrahim’in Cennetine çevir!
Bu vesilesiyle hayatlarını bizim yetişmemiz için kurban eden Ana ve babalarımızı ve huzur içinde Müslümanca yaşama uğruna din ve vatan kurbanlarını tüm şehid ve gazilerimizi rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Bayramın, topyekûn insanlığın barış ve huzuruna vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
[1]En’âm, 6/162.
[2]Müslim, Birr ve Sıla, 30.
[3] Bakara, 2/126.

21 Eylül 2014 Pazar

SARAYBOSNA`DA 3 GÜN (l)

 










Berlin’den çıktığımda hava yağmurluydu, 10 metre ötesini göremiyordum. İlk hedefim Bosna Hersek.  Yanımda eşim var. Gece Avusturya’da konakladım.  Hiç yapmadığım bir işi yaptım; arabada yattım. Konaklama yerleri nedense doluydu.  3 saat uyumuşum. Eşimin hazırladığı yolluklarla açık havada güzel bir kahvaltı yaptık. Park alanında Avusturyalılardan daha çok Çekler ve Slovaklar vardı. Onlar da bizim gibi kahvaltı yapıyorlardı, yeni evli bir çift vardı kahvaltı yapan, seyre daldık onları. Lokmaları kendileri yemek yerine birbirlerine ikram ediyorlardı.  Ne kadar da mutlular. Bu arada biz de birer lokma da olsa birbirimize ikram ettik. Her şey gençlikte güzel. 

Öğleye doğru Bosna Hersek’e giriş yaptık. Biraz ilerde savaştan kaldığı belli olan bir ev var, kurşunlanmış, delik deşik, misafirlerini gözyaşlarıyla karşılıyor. Teselli etmeye çalıştık çektiğimiz fotoğraflarla ve sonra vedalaştık. Yol kenarlarında satıcılar var. Tarlada yetiştirdikleri ürünlerini satıyorlar.

Saraybosna’ya yaklaştığımızda yolun kapalı olduğunu öğrendik. Kuyruk 4 km. civarındaymış, çaresiz bekledik. Yağmur yağınca, dağ yamaçlarından sel olarak akıyor ve önüne kattığı dallar ve topraklarla yolu kapatıyormuş, o sırada yoldan geçiyor olmamalısınız yoksa siz de sele kapılabilirsiniz. Yağmurdan sonra, kepçeler imdada yetişiyor ve yolları açıyorlar. 

Yaklaşık 3 saatimiz yolun açılmasını beklemekle geçti.  Saraybosna’ya akşam saatlerinde ulaştık.  Yolun sağında ve solunda gördüğümüz binaların çoğun kurşun yaralarını daha sarmamış, delik deşik görünüyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre bazı binalar özellikle o halde bırakılmış, tamir edilmemiş. Savaşın acı yüzünü göstermek için bu şekilde bırakılmış olmalı diye düşündük. 
Konaklayacağımız pansiyon önceden oğlum Hureyre tarafından kiralanmıştı. Dilruba ile birlikte bir program çerçevesinde gitmişti o Saraybosna’ya. Pansiyonu bulmak zor olmadı, navigasyon yardım etti. Ev sahibimiz ve sahibemiz çok sıcak karşıladılar bizi, odalarımızı gösterdiler ve hemen sonra Osmanlı kahvesi ikram olarak geldi odamıza. Yanında lokum ve su vardı. İnanın duygulandım. Ha-ber. com ’un sayfasında yaza yaza kalemimde neredeyse mürekkep kalmadı dersem abartmış olmam; buna rağmen Berlin restoranlarında hatırlatmalarımızı dikkate alan olmadı. Değil restoranlar Büyükelçiliğimiz ve Başkonsolosluğumuz bile dikkate almadı.  Oysa bu kurumların mensupları bir anlamada kültür elçilerimizdir. 

Derken ezanlar okunmaya başlandı, bir anda Türkiye’ye gelmiş olduğumuzu düşündük. Duygulandık. Bir Avrupa Ülkesi’nde ezanlar okunuyor ve birbirine karışıyor, o oradan bu buradan ne güzel bir harmoni. Oturup ezanın bitmesini bekledik. Sonra da hemen attık kendimizi dışarıya. Başçarşı’ya yürüme sadece 5 dakika mesafede kaldığımız pansiyon. Baş çarşının girişinde Osmanlı Sebil’i var, ahşaptan yapılmış. Herkes orada fonograf çekiliyor. Biz de öyle yaptık. Sonra daldık çarşıya hedefimizde Boşnak böreği var. ‘En leziz böreği nerede yiyebiliriz?’ diye sorduk hemen gördüğümüz ilk dükkâna, tebessümü yüzünden eksik olmayan genç delikanlı(Nedim) dışarıya çıkarak gösterdi o böreği yiyebileceğimiz börekçiyi.  Gerçekten leziz, biraz fazla kaçırdık galiba. 

Başçarşı’yı başladık adımlamaya, çok kalabalık, iğne atsanız yere düşmez derler ya, bu söz, işte tam burası için söylenmiş olmalı. Osmanlı’dan kalma bir çarşı burası. Olduğu gibi korunmuş. Parke taşlarına varıncaya kadar korunmuş. Esnafla Türkçe konuşarak anlaşabiliyorsunuz. Başörtülü Boşnak kızları var tezgâhların başında. Buyurun diyorlar. Haşlanmış mısırdan hediyelik eşyaya kadar ne arasan bulabilirsin. Gece geç saate kadar cıvıl cıvıl çarşı. Anlatılmaz ki, görülmesi lazım.

Pansiyon sahibi El-Vedud çok cana yakın, Müslümanları özellikle de Türkleri çok seviyor. Sabah Türkçe konuşan bir rehber bulmak için seyahat acentesine gittik. Rehber için günlüğüne 100 € istediler. El-Vedud bu parayı çok buldu ve kendisi bize rehber olabileceğini söyledi. Bildiği Türkçe kelime 20 yi geçmiyor. Benim bildiğim İngilizce kelime de 20 den fazla değil. Kabul ettim. Dreksiyona El-Vedud geçti, bana güvenin dedi. Önce Aliya İzzet Begoviç müzesi,  mezarı, Şehitlik ve Tünel, daha sonra Travnik sonra Mostar oradan Tekke ve Saraybosna. Mostar’da Ömer Özsoy ve öğrencileriyle buluştuk, birlikte kahvaltı yaptık ve onları Frankfurt’a yolcu ettik. 
Devam edecek

Rüştü Kam

SARAYBOSNA’DA 3 GÜN (III) 2014

Milli Park, sularıyla, yeşillikleriyle, kuğularıyla ve ferahlatan ortamıyla biraz da olsa bizi rahatlattı.


Benliğimizdeki duygu yoğunluğundan uzaklaşabildik. Ve döndürdük yönümüzü Travnik’e doğru. Eğri büğrü dağ yollarından yıldırım gibi gidiyor Vedud. Bazen yokuş yukarı, bazen baş aşağı. Kıvrıla kıvrıla aşıyoruz Bosna dağlarını. Başlangıçta biraz çekindim ama, sonra teslim oldum Vedud’a ve tevekkül ettim Allah‘a. Vedud haklıydı, ben onun kadar rahat ve hızlı kullanamazdım o yollarda arabayı. Vedud savaşta yüzbaşı rütbesiyle çarpışmış onurlu bir komutan ve çok iyi bir rehber ve aynı zamanda yol arkadaşı.


  
Yol buyunca cami minaresi de gördük kilise minaresi de. Sırplarla, Hırvatlarla yan yana yaşıyor Müslümanlar. Sordum Vedud’a, „Zor olmuyor mu bu kadar olanlardan sonra birlikte yaşamak?“, „Elbette zor oluyor, eski samimiyet yok zaten, ama katlanıyoruz.“
Kacuni kasabasına gelmişiz. Burada bir tekke var. Mesudiye tekkesi. Tekke üst katta, alt katlarda klinik var. ‘Bosna’yı ayakta tutan bu tekkelerdir diyor’ yine Vedud. Aynı zamanda medrese olarak da kullanılıyor tekke. Namazlarımızı kıldık tekkede ve yola devam ettik.

 

Travnik, Saraybosna'nın 90 km batısında yer alan şehir. Travnik vezirler şehri olarak biliniyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'na onlarca devlet adamı yetiştirmiş. Osmanlı’nın çok önem verdiği bu şehri üst düzey vezirler yönetiyormuş. Bundan dolayı Travnik “vezirler kenti” olarak anılıyormuş. Şehirde tam 77 Osmanlı veziri görev yapmış. 19 vezirin türbe ve mezarları bu şehirde bulunuyormuş.

 

Travnik, şu anda da Avrupa’nın ortasında ayakta dimdik duran tam bir Osmanlı kenti. 60 bin kişilik şehirde 18 cami var. Osmanlı Kalesi, medreseleri, çeşmeleri, saat kulesi, köprüleri, kahvehaneleri, köftecileri, börekçileriyle sanki zamanın 19. yy. Osmanlı İmparatorluğu döneminde durduğu bir yer.

Karşıdan kaleyi görüyorsunuz şehre girerken. Travnik Kalesi, 14. yüzyıl sonunda Bosna Kralı II. Tvrtko tarafından yaptırılmış. 1463’te Fatih Sultan Mehmet tarafından alınan Travnik Kalesi’nin tek bir girişi var. O da kalenin etrafını saran hendeğin üzerinden geçen dar ve uzun bir köprü. Altından ırmak akıyor. Kale Osmanlıların eline geçtikten sonra komple yenilenmiş ve tam bir Osmanlı kalesi hüviyetine kavuşmuş.



Bizi karşılayan ve hoş geldiniz diyerek kucaklayan ilk bina ise Elçi İbrahim Paşa Medresesi. Medrese 1706 tarihli. Medrese bugün İmam Hatip Okulu gibi hizmet veriyor. Medreseye girişte kapının hemen yanında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosnalı Hristiyanlar için verdiği koruyucu nitelikli ferman asılı*. TİKA tarafından restorasyonu yapılmış, eğitime devam ediyor. Mükemmel bir eğitim kurumu. Bosna’nın en önemli eğitim kurumlarından biri.

 

Medreseden sonra Osmanlı Türk Kalesi’ne çıktık. Kapıda bir genç karşıladı bizi. Medrese öğrencisiymiş, Türkçe konuşuyor. Türkçeyi medresede öğrenmiş. Kaleyi ve Travnik’i anlattı bize.  Kale içindeki yıkık dökük, yangında yara almış bir cami var. Osmanlı Camisi diyorlar. Ayakta dimdik duran ve zamana meydan okuyan sadece minare kalmış. TİKA burayı da elden geçirecekmiş. Kaleden şehre bakarken gökyüzünü delercesine yükselen Travnik’in minarelerini seyretmenin verdiği haz tarif edilemez. Bir Avrupa şehrinde 18 tane minare... 
Kalede kahve içtik.  Kahve burada da lokum ve su ile birlikte geldi. Kaleden Travnik’i seyrediyoruz, Osmanlı kahvesini yudumlarken, keyiflenmemek, Osmanlı’yla gururlanmamak mümkün mü?



Kaleden sonra sokak aralarından yürüdük, yol üzerinde türbeler var. Paşaların vezirlerin türbeleri bunlar. Sadece fotoğraflarını çekebildik. Detaylı bilgilere ulaşamadık. O bize eşlik eden genç kalede kaldı. Travnik şehrine Osmanlı Türk mührünü vuran üç büyük eserden biri ve en önemlisi Alaca Camii. Şehrin merkezindeki bu caminin diğer adı Süleyman Paşa Camii.


Travnik ayrıca Nobel ödüllü (Drina Köprüsü -The Bridge on the Drina) Sırp yazar Ivo Andrić'in doğduğu kentmiş. Sırp yazar İvo Andriç’in evi en az Osmanlı eserleri kadar şehrin gururu. Küçük ve sevimli bir müze olan İvo Andriç Evi de, Travnik’e gelenlerin uğraması gereken yerlerden biri.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun gözbebeği her zaman Bosna olmuş. İmparatorluğun batıya en yakın sancağı (Eyaleti) olan Bosna, bir anlamda Osmanlı’nın batıya gösterdiği yüzü olmuş. Bu sebeple İstanbul haricinde en büyük yatırımlar her zaman Bosna’ya yapılmış. Köprüler, camiler, kaleler… Hepsi birbirinden gösterişli ve ihtişamlı eserler. Bu sebeple Bosna’da birçok şehir hâlâ Osmanlı şehirleri olarak yaşıyormuş. Bunlardan biri de işte bu şehir. ‘Vezirler Şehri Travnik’…



Bu Osmanlı şehri Bosna Savaşı’nda en büyük hedeflerden biri olmuş. Özellikle de camileri. Türkiye’nin yardımlarıyla savaşın izleri silinmeye çalışılıyor. Eskiden Boşnaklarla iç içe yaşayan Hırvat, Sırp ve Yahudi halklarının çoğu terk etmiş Travnik’i.

 

Hoşcakal Travnik.

Devam edecek

Rüştü Kam
 
ha-ber.com

Fatih’in Ahidnamesi:


Bu ahidname, ilk insan hakları belgesi olarak kabul edilen 4 Temmuz 1776 tarihli ABD Anayasası’ndan 324 sene evvel yazılmıştır. 'Bu ahidname 550 yıl evvel ecdadımızın din ve vicdan hürriyeti konusunda ne kadar hassas olduklarının göstergesidir.
“Nişan-ı hümayun şu ki; 
Ben ki Sultan Mehmet Han'ım. Üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum:
Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. 
Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara em nü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler. Ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. 
Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışarıdan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, 124 bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir."

15 Eylül 2014 Pazartesi

SARAYBOSNA’DA 3 GÜN (II)



-ÖZGÜRLÜĞÜ YAKALAMA TÜNELİ-

Bosna-Hersek, Balkanlar'da 51.197 km2'lik yüzölçümü ve yaklaşık 4.500.000 nüfusu olan bir ülke. Ülke bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapmakta: 

Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar. İngilizce'de ve daha birçok dilde etnik kimlik göz önünde tutulmadan tüm Bosna-Hersek halkına Bosnalı deniyor. Ancak Türkçe'de tarihten gelen yakınlıktan dolayı Bosnalı denildiğinde Boşnaklar yani Bosnalı Müslümanlar akla geliyor. Ayrıca ülkede Bosnalı veya Hersekli olmak da ayrı etnik kimliği vurgulamak için kullanılıyor. Ülke yönetim açısından iki etnisiteye yani devletçiğe bölünmüş durumda.

 

Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti.

İşte ben ve eşim bu ülkeyi ziyaret ettik, Boşnakların yaralarını sarmak için oradaydık. Çok acı çekmişler Osmanlı oradan ayrıldıktan sonra.  En acı günlerini 8.000 Boşnak’ı Srebrenitsa’da askerlerin Sırplara teslim ettiği gün yaşamışlar. 

Vedud savaşta yüzbaşıymış. Sordum ona; savaşı biraz anlatır mısın? Cevabı çok kısa oldu: „ Hacca giden insana duygularını sorarsanız anlatamaz, çünkü o duygu anlatılmaz, yaşanır. Savaşta aynen öyledir.“ Gözleri doldu. Belli ki, o günleri hatırladı.

 
Başladık  Bosna’yı gezmeye, mihmandarımız Vedud. Önce Aliya’nın adını taşıyan müzeye gittik. Aliya’nın çantası, yüzüğü, gözlüğü ve birkaç özel eşyası var. Savaşta kendilerinin borudan yaptıkları silahlar var. Savaş resimleri, bazı devlet başkanlarının resimleri var. Çok mütevazı bir müze. Ya müze kültürü henüz gelişmemiş, ya da sadeliği seçmiş olmalılar.
 
Müze müdürü sınırlı denecek kadar az kelimeyle konuştuğu Türkçe’yle, dağları işaret ederek Fatih’in askerlerinin nasıl şehri teslim aldıklarını, Bosna-Hersek sanki bugün fethedilmiş gibi anlattı bize. Devamla „Aliya vefat etmeden önce, bizi önce Allah’a sonra da başbakanınıza emanet etti“ dedi. 

Şehitliğe gittik: Bilge Kral vasiyet etmiş, ‘Beni askerlerimin arasına gömün.’ diye. Öyle de yapmışlar. Askerlerin arasında mütevazı bir mezar, bir tek asker tarafından önünde nöbet tutuluyor. Fatih’in şehitleri ile Aliya’nın şehitlerini sadece aradan geçen yol ayırıyor.


 
Ayrıldık şehitlikten, yol üzerinde Nakşi tekkesine uğradık, şeyh efendiden dua aldık. Bosna’da, bu tekkelerin bir hayli fazla olduğundan bahsedildi. Bosna’yı ayakta tutan bu tekkelermiş. 

Yolumuza devam ettik: Önce Sırplar tarafından yakılan kütüphaneye uğradık, yenisi yapılmış, ancak mevcut kitapların hepsi yanmış. Berlin’de Hitler’in yaktırdığı kitaplar aklıma geldi, kirli İsabel’in Endülüs’teki 800 yıllık İslâm Medeniyetini nasıl yok ettiği aklıma geldi. Bugünlerde de Amerikalılar ve Avrupalılar Irak’ta ve Suriye’de aynı şeyleri yapıyorlar, yaptırıyorlar. Önce kütüphaneler, camiler ve türbeler bombalanıyor. Gayeleri İslâm medeniyetini yok etmek. Moğol istilalarında da aynı vahşet uygulanmıştı.

 

Sırada “Tünel” var dedi, Vedud ve anlattı: „ Saraybosna’yı Sırplar her taraftan kuşatmıştı. Ortada dar bir bölge vardı, havaalanının bulunduğu yer. Birleşmiş Milletler’in (BM)denetimindeydi havaalanı. Saraybosna’yı ikiye ayırıyordu. BM askerleri Boşnakları sağa da geçirmiyordu sola da. Önde ve arkada da Sırplar vardı. Boşnakların çoğu açlıktan ve susuzluktan ölmüştü. BM’in askerlerinin gözü önünde ölmüşlerdi. Aliya emir verdi, havaalanının altından bir tünel kazıllacaktı ve böylece Boşnaklar birleştirilecekti. 
Gizlice 1993 yılının Temmuz ayında başlatılan çalışma 4 ay, 4 gün sürdü. Tünel, bir metre genişliğinde, 1,6 metre yüksekliğinde ve 800 metre uzunluğundaydı.

 

Tünelin hayata geçirilmesiyle birlikte savaşın ve Saraybosna'nın kaderi değişti. Silah, gıda, ilaç ve gereken her türlü sevkiyat bu tünelden yapıldı.”

Saraybosna Uluslararası Havaalanı'na 800 metre uzaklıktaki tünelin kazılmaya başlandığı Dobrinya Mahallesi'ndeki iki katlı ev, ayakta ve  savaş müzesine dönüştürülmüş. Evin dış cephesinde mermi izleri, iç duvarlarında ise savaşa ait unutulmaz resimler, asker giysileri ve ekipmanı teşhir ediliyor.

 

Bu kadar duygusallık yetti de arttı bile. Tünelden ayrıldık, biraz nefes almak için Bosna Milli Parkı’na gittik. Yeşili ve suyu bol olan bir park. Karnımız da acıktı. Vedud bizi Cevapčići yemeye davet etti. Balkan ülkelerinde yapılan bir tür kebap. Bosna-Hersek'de ulusal yemek sayılmaktaymış.

 

Hedefimizde Travnik var. Dağ yollarından aşarak ulaşacağımız tarihin örseleyemediği bir kentmiş Travnik.

 





Devam edecek

Rüştü Kam