28 Haziran 2015 Pazar

UZUN GÜNLERDE ORUÇ 2015

Ha-ber.com internet gazetesindeki köşemde, uzun günlerde oruç nasıl tutulur konusunu işledim. Olumlu tepkiler aldığım gibi uygun olmayan cümlelerin kurulduğu tepkiler de aldım. Onlara kızmadım, darılmadım. Yılların birikimi olan tortuların birden kaybolması mümkün olmuyor. O yazılarımda kaynak gösterdiğim İslâm âlimlerinin görüşlerini topluca bir daha yazarak okuyucularıma sunmayı bir görev bildim. Yazıma konuyla ilgili Prof. Dr. Süleyman Ateş’e yöneltilen iki soruyla başlamak istiyorum:

S1-Sayın Hocam! Can Ataklı’nın pazar günkü yazısı için ne düşünüyorsunuz? Tabii Ramazan’ın değiştirilmesi diye bir şey olmaz ama saatler konusunda haksız mı? Biz Berlin’deyken İstanbul’a göre en azından bir, hatta bir buçuk saat daha uzun oruç tutuyoruz. Norveç ve İsveç’te ise bizden de nerdeyse bir saat daha uzun oruç tutuluyor. Yazın Norveç’te nerdeyse her gün 20 saate yakın oruç süresi var. Kuran-ı Kerim, ‘Tutamadığınız orucu kaza yapın sonra tutun diyor. Bunun için bir zaman söylemiyor. Siz de zaten biliyorsunuz Ramazan’dan 3-5-10 ay sonra Mekke’de oruç tutun, en fazla 60 dakika oruç süresi uzuyor veya kısalıyor. Norveç’te kişin kaza yaparsanız 7 saate düşüyor oruç süresi.
Berlin’de ise 8 saat. Kuran-ı Kerim’e göre bunu kısıtlayan hiçbir süre yok. Ben iç hastalıkları uzmanıyım. Birkaç gün yemek yememek vücudu yorar ama sağlık açısından bir zararı yok. Ama bir ay boyunca her gün 18- 20 saat susuzluk vücuda zarar verir. Zaten iftardan sonra sahura birkaç saat vakit kalıyor. Bu sürede de fazla su içemezsiniz. Ertesi gün gene uzun bir susuzluk. Mekke’de her zaman iftardan sonra 11-12 saat ara var. Bu sürede düzenli yemek yenilir ve su içilebilir. Ben Kuransal İslam’a inanan bir insanım (Hadislerin büyük çoğunluğu uydurma olduğu için tümünü reddediyorum. Bu benim yıllarca yaptığım araştırmaların sonucu, bunun ile ilgili de size sonra yazacağım). Ama buna bir türlü Kuransal bir çözüm bulamıyorum. Esasında sabitlemek güzel bir fikir de bu Kur’an’daki Ramazan emrine aykırı. Bunu yapamayız. Zorlanınca biz de oruçları kışın mı kaza edelim? Önce fitre verelim sonra kışın tekrar oruç mu tutalım. Hatta Bakara 184’e göre sevaplarımız daha da artar. Saygılarımla. (Erdoğmuş Celal Burak)

S2- Süleyman Hocam merhaba, ben son 1 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Buradaki oruç tutma zamanı, günlerin uzun olması sebebiyle Türkiye’den daha fazla. Uzun yıllar burada yaşamadığım ve yaşamayacağım için, haliyle yazın uzun tutup da 20 yıl sonra kış mevsiminde kısa tutmak gibi bir dengelenme durumu söz konusu olmayacak. O sebeple, niyet ederken İstanbul saatine göre niyet edip, orucumu o saatler arasında tutsam ne sakınca olur? Konuyla ilgili açıklama yapabilirseniz sevinirim. Selamlar, (Gökhan Güneş)

Süleyman Ateş
Görüşü

C1-„Kur'ân-ı Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu bölgelere mahsustur. Ancak kutup bölgesine yakın bölümlerde gündüzün yirmi iki, yirmi üç saat sürdüğü yerler bulunduğu gibi tam kutup bölgelerinde ise gece ve gündüz altı ay sürmektedir.
Buralarda yaşayanların, altı ay oruç tutmaları elbette mümkün olmadığı gibi, altı ayda bir kez sabah ve bir kez de akşam namazı kılmaları da makul olamaz. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır. Esasen asırlarca önce bazı İslâm bilginleri, bu meseleye cevap vermişlerdir. Nûru'l-İzâh şerhi Merâkî'l-Felâh'ta şöyle deniliyor: "Güneşin batar batmaz doğduğu ülkeler vardır... Bir sene kadar uzun sürecek Deccal günlerinde namaz vakitleri takdir edilir. Yani namaz vakitleri için belirli saatler ayrılır, namazlar o saatler içinde kılınır. Alım, satım, oruç, hac ve iddet gibi meselelerde de takdîre göre hareket edilir." (Ebû'l-İhlâs Hasan ibn 'Ammâr eş-Şurunbilâlî. Merâkî'l-Felâh: s. 53)
Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur'ân'ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da belirlenecek saatlerde kılınır. Biz vaktiyle bu görüşümüzü İlmihalimize yazmıştık. Sonradan Menâr'a baktığımızda Reşîd Rızâ'nın da aynı kanıya vardığını gördük (Tefsîru'l-Kur'ân:2/163).

C2-Kanaatime göre gündüzün, orta kuşak üstünde günün çok uzun sürdüğü yerlerde, oruç tutanlar, oruçlarını İstanbul’daki oruç süresine veya Mekke’deki oruç süresine göre ayarlayabilirler. Onlar, İstanbul’daki veya Mekke’deki oruç süresini doldurduktan sonra İstanbul veya Mekke saatine göre oruçlarını açabilirler. Nitekim takriben 80 yıl önce yaşamış olan büyük âlim Musa Carullah da “Uzun Günlerde Oruç” adlı risalesinde bu görüşe işaret etmiştir.
Ama henüz İslâm âlimleri bu konuda ortak bir görüş belirtebilmiş değillerdir. Önemli olan kulun, Allah’ın buyruğu uyarınca belli bir süre oruç tutmuş olmasıdır. Gerçi bulunduğun yerde güneş batmıyor ama Mekke’de veya İstanbul’da batmıştır. Özellikle günlerin üç ay kadar uzun olduğu yerlerde herhalde üç ay boyunca aç kalacak değillerdir. Üç ay değil, üç gün aç kalanın sağlık dengesi bozulur, vücut organları fonksiyonlarını yapamaz hale gelir. Allah, kullarına güçlük çıkarmak için değil, nefislerini arındırıp yüceltmek için orucu farz kılmıştır.
Ayrıca din hükümlerinde insanlar arasında eşitlik de esastır. İstanbullu takriben 16 saat oruç tutarken Almanya’daki bir Müslüman’ın onlardan iki, iki buçuk saat daha fazla oruç tutması, hükümlerde eşitlik esasına aykırıdır. Elbette bu görüşe tepki verenler olabilir ama ben vicdani kanaatimi belirtiyorum. Araştırma ve düşünce sonunda fikrini açıklayan kimse hata da etse sevap alır. Önemli olan ihlastır (samimiyet).“

Süleyman Ateş Kimdir?
Süleyman Ateş (d. 31 Ocak 1933, Elazığ, Türkiye), Türk ilahiyatçı, İslam hukukçusu, din adamı. 12. Diyanet İşleri Başkanı.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni birincilikle bitirdi. Aynı üniversiteden doktora derecesi aldı. Almanya'da Bochum Ruhr Üniversitesi'nde sahasında araştırmalar yaptı. Suudi Arabistan'da Riyad İmam Muhammed Üniversitesi ve Cezayir'de Emir Abdulkadir Üniversitesi'nde tefsir ve tasavvuf derslerini okuttu. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslami İlimler Bölüm Başkanlığı ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Temel İslâmî İlimler Bölüm Başkanlığı yaptı. 16 Nisan 1976 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı'na atandı. Bu görevi 1978 yılına kadar sürdürdü.


Molla Hüsrev (15.asırda yaşamış)
Görüşü:

„Gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer)

Bu eser Molla Hüsrev’indir. Hanefi mezhebi fıkıh âlimidir. Sivas ile Tokat arasındaki Kargın köyünde doğmuştur. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından şeyhülislamlığa tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, yirmi sene boyunca bu görevi yürütmüştür.
Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm (Fıkıh ile ilgili olan, sık sık başvurulan bu en önemli eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde yorumlamaları ile birlikte ders kitabı gibi takip edilmiştir. Molla Hüsrev, bu eserini 1472 (Hicri 877) senesinde yazmağa başlamış, 1478 (Hicri 883) senesinde bitirerek Fatih Sultan Mehmed'e sunmuştur. Kendi el yazısıyla Fatih Sultan Mehmed'e hediye ettiği Dürer nüshası, İstanbul'da Köprülü Kütüphanesi’ndedir.

Muhammed Hamidullah
Görüşü:

„ Kutuplara doğru yaklaşıldıkça iyice uzayan gün ve gecelerde namaz vakitleri (takdir edilir). İşte bu (Takdir), meseleyi karışıklıktan çıkarır, sıhhate kavuşturur.

Takdir, hadisten geliyor. Peygamberimiz’in (asm) ifadesidir bu. Resûlüllah Aleyhisselam günleri iyice uzun olmayan yerden çıkacak olan Deccal’ı haber verirken,

"Deccal’ın bir günü sizin bir seneniz kadar uzun olacaktır. Sonraki günleri de beri geldikçe kısalacaktır." buyurduğunda sormuşlar:
- Ya Resûlâllah, bir günü bizim bir senemiz kadar uzun olacağını bildirdiğiniz o günde namazlar nasıl kılınacaktır? Şöyle cevap vermiştir:
- Takdir olunarak! Yani uzun günün saatleri takdir edilerek. Hesaplanarak. (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)

Nasıl takdir edilip, nasıl hesaplanacak?
-En yakın normal vakitli ülkenin takvimi ve saatıyla takdir olunup, hesap edilerek.
Demek ki, Resûlüllah (s)'ın haber verdiği (takdir olunarak) kelimesi bize meseleyi hallettirmektedir. Böylece beş vakit namazını en yakın normal vakitli ülkenin saatına ayarlayarak kılan kimse huzura kavuşur, yanılmaktan kurtulmuş olur. Burada cevabı gerekecek bir diğer sual de şudur:
Bazı mevsimlerde gecenin başlamasıyla hemen arkasından şafak söker, yatsının vakti hiç olmaz. Böylesine kısa gecelerde namazlarımızı nasıl kılacağız?

Cevabı şöyledir:
Öyle kısa gecelerin başlangıcında, önce akşam namazına durulur, kılınınca vakit bulunursa hemen yatsıya başlanır, bitirilince de hemen sabah namazına girişilir. Böylece kısa gecenin namazları arka arkaya eklenerek kılınır. Bundan sonrası yine takdir olunarak eda edilir.
İslâm din-hukuk âlimleri umumiyetle (45) arz dairesindeki saatlerin (vakitlerin) (90) derecede yâni kutuplarda muteber olduğunu açıklar. (45) derece ile (90) derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç vs. için de böyledir."

Muhammed Hamidullah Kimdir?

Muhammed Hamidullah (1908, Haydarabad - 2002, Florida), İslam dünyasında tanınmış son dönem hadis bilginlerinden birisidir.
İlköğrenimini Haydarabad'da tamamladıktan sonra, yine bu kentteki hukuk fakültesini bitirdi. Fakat İslami bilimlere özellikle de siyer ilmine olan merakından dolayı 1936'da Paris Üniversitesi'nde bu konuda eğitim aldı. Daha sonra Almanya'nın Tübingen Üniversitesi'ne kaydolarak "devletlerarası İslam hukuku" alanında ikinci bir doktora çalışması daha yaptı.
1947'de Paris'e yerleşerek ders vermeye başladı. Akademik çevrelerdeki ünü giderek arttı ve ders vermek için Fransa dışındaki ülkelere gitmeye başladı. 1950'li yıllarda Türkiye'ye gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Hukuk fakültelerinde ve İzmir, Ankara, Konya üniversitelerinde dersler verdi. İleri derecede 8 dil biliyordu.

Diyanet İşleri başkanlığı
Görüşü

“Normal vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde "takdir yöntemi" ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Fakat İslam Dini’nin birlik beraberlik ve kardeşliğe verdiği önem gereği bu bölgelerde uygulanacak olan takdir yönteminde belli bir birliğin sağlanması gerekmektedir. Bu birlik de, ancak ilgili tarafların bir araya gelerek meseleyi görüşmeleri ve ortak bir karara varmalarıyla mümkün olacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu birliğin sağlanabilmesi için öteden beri gayretlerini sürdürmektedir.“ (Tarih: 10-11/06/2009 Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı.)

Diyanet İşleri Başkanlığı ne zaman kurulmuştur

Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulan, ‘İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle’ görevli kurumdur. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur.
Anayasanın 136. maddesinde; "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." hükmü yer almaktadır.

Abdülaziz Bayındır

Görüşü:

''Kutuplarda gecelerin karanlık olmayabileceğini gösteren ya da beyaz gecelerin olabileceğini gösteren ayetler var. Mevcut namaz vakitleri anlayışında insanların dinlenmesine imkân verilmiyor. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1 Ağustos'ta Tromso için ilan ettiği namaz vakitlerine göre, imsak saati 02.30, yatsı da 23.00'da oluyor. Bu süreler arasında 3,5 saatlik bir ara var. Bu aralıkta insanların dinlenmesi, yemek yemesi ve oruca başlaması mümkün değil. Ekvatorda yılın tamamında güneş dik açı yapıyor, gece ve gündüzün uzunluğu sürekli 12 saat oluyor. Kutuplarda güneş kutba hep paralel olduğu için orada da gece ile gündüzü 12 saat saymak gerekir. Gecenin 3 bölümden oluşması için 45 dereceden kutba doğru gündüzlerin sürekli kısalması gerekir. Buradaki ölçüler ekvatora geri dönüş gibi olmalıdır. Yani 50 derecede 40 derece enleminin, 60 derecede 30 derece enleminin, 70 derecede 20 derece enleminin, 80 derecede 10 derece enleminin, 90 derecede de ekvatorun vakitleri geçerli kılınmalıdır. Çalışmalarımız devam ediyor, ancak 1 Ağustos'ta Tromso'da uygulanması gereken oruç vakti imsak için 05.32, iftar için 19.19. Böylece oruç tutulması gereken zaman yaklaşık 14 saat oluyor. Gece de dinlenmek için 10 saat kalıyor.'' „ (Süleymaniye Vakfı)

Abdul Aziz bayındır Kimdir

Atatürk Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi'den 1976 yılında mezun oldu. 1976'dan 1997 yılına kadar İstanbul Müftülüğü'nde çalıştı. Bu süre zarfında uzman, müftü yardımcılığı, Fetva Kurulu Başkanlığı ve Şer'iyye Sicilleri Arşivi yöneticiliği görevlerinde bulundu. 1984’te “Şer’iyye Sicilleri doğrultusunda Osmanlılarda Muhakeme Usulleri” isimli teziyle İslam Hukuku dalında İlâhiyat Doktoru; 1987’de İslam İktisâdıyla ilgili çalışmalarıyla da Kelam ve İslam Hukuku dalında doçent oldu. 1993’te Süleymaniye Vakfı’nı kurdu. 1997 yılında İstanbul Müftülüğü'ndeki görevinden ayrılarak İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'e öğretim üyesi (doçent) olarak geçti. 2003 yılında ise İslam Hukuku profesörü oldu. Bu fakültede Temel İslam Bilimleri adı altında İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanlığını yürütmektedir. Arapça, Fransızca ve İngilizce bilen Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, evli ve dört çocuk babasıdır.

Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ruşan Abbyasov
Görüşü

Ülkenin kuzey bölgelerinde gündüz uzunluğunun 20 saati geçtiği ve karanlık çökmeyen bölgelerde oruç tutanları gündemine alan Rusya Müftüler Konseyi, yeni bir fetva yayınlayarak oruç süresini kısıtladı.
Ramazan ayı ve Rusya'daki Müslümanların yaşamlarına ilişkin açıklamada bulunan Abbyasov, ülkenin Kuzey Kutbu'na yakın bazı bölgelerinde yaz aylarında güneşin batmadığını veya çok kısa süreliğine battığını vurgulayarak, Rusya Müftüler Konseyi'nin bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar için Mekke saat dilimi ve iftar vaktini baz alarak oruç tutmaları yönünde fetva verdiğini kaydetti. "Güneşin batmadığı bölgelerde yaşayan Müslümanlar, Mekke saatine uygun iftar açabilir."
Abbyasov, bu fetvaya uygun olarak sahur vaktinin yerel koşullara uygun belirlendiğini, ancak iftar saatinin Mekke'deki iftar saatinin emsali olan yerel saatte açılmasının uygun bulunduğunu açıkladı.

Hayrettin Karaman
Görüşü

„Ekvator’dan kuzeye ve güneye doğru ilerledikçe güneşin doğma ve batma vakitleri değişir, uzar ve kısalır, nihayet günlerce ve aylarca doğmadığı veya batmadığı enlem derecelerine ulaşılır. Bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar namaz ve oruç vakitlerini nasıl ayarlayacaklardır?

Bazı fıkıhçıların ileri sürdüğü “Normal vaktin olmadığı yerlerde, normal mıntıkalara mahsus oruç ve namaz ibadeti de olmaz” düşüncesi isabetli değildir. Allah Teâlâ Mekke ve Medine gibi yerlerde yaşayan Müslümanlara hitap ederek yirmi dört saatlik bir zaman dilimi içinde beş kere namaz kılmalarını ve yılda bir ay da oruç tutmalarını istemiştir. İbadetin sebep ve hikmeti, bir yandan insanın ibadetle eğitilmesi, Allah'a yakınlık elde etmesi, diğer yandan âhirette geçer akçe olan ecir ve sevabın elde edilmesidir. Güneşin aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminler de çalışma, dinlenme, yeme ve içme gibi hususlarda hayatlarını yirmi dört saate göre düzenlemekte; yani normal mıntıkalarda yaşayan insanlar gibi yaşamaktadırlar. Bu müminlerin de dinî eğitime ve sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî (sanal) olarak ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır.

Bu şartlarda yaşayan müminlerin uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir: 1. Mekke takvimini uygulamak. 2. Kendilerine en yakın normal bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine Hz. Peygamber'e, bu “bir yıl kadar uzun günde” namazları nasıl kılacaklarını soran sahâbîler, “Daha önceki normal günlere göre kılarsınız” cevabını almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (Müslim, “Fiten”, 110).

Hayrettin Karaman Kimdir

Hayrettin Karaman  1934 Çorum’da doğdu. İlahiyatçı ve yazardır.
1959 yılında Konya İmam-Hatip Lisesi'nden, 1963 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nden mezun oldu. 1965 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde asistan olarak çalışmaya başladı. “Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İçtihad” konulu tezi vermesiyle fıkıh öğretmenliğine başladı.
1980 yılında okulun İlahiyat Fakültesi'ne dönüştürülmesiyle birlikte önce doçentliğe, sonra da profesörlüğe yükseltildi.
2001 yılı başı itibariyle emekliye ayrılan Hayrettin Karaman, bilimsel eser çalışmaları yanında halen günlük Yeni Şafak Gazetesi'nde köşe yazıları yazıyor. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Hayreddin Karaman'ın periyodik yazıları, Gerçek Hayat Dergisi ve Eğitim-Bilim Dergisi'nde de yayınlanmaktadır. Kitap ve makalelerinin yer aldığı bir internet sitesi de mevcuttur.

Şaban Ali Düzgün
Görüşü

“Kuzey Kutbuna Yakın Olan Yerlerde Oruç güneş batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş batımı tespit edilerek, imsak ve iftar vakti tespiti yapılabilir. Unutmamak gerekir ki paralel ve meridyenler itibaridir. Öyle bir şey yoktur ama itibari olarak hesap yapmakta kullanılırlar. Orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen itibari bir zaman tayini yapılabilir. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler. İsterlerse Mekke’ye kıyas yapabilirler, isterlerse başka bir yere. Bu konuda bütün insanları bağlayan bir fetvaya gerek de yoktur. Ama ibadetlerde birlik ruhu önemlidir ve fetvânın bu anlamda önemi vardır.”

Fetvalar kişiye özeldir
“Üretilen fetvalar kişiye özeldir. Biri Peygamber’e bir şey sorduğunda onun kendi durumunu dikkate alarak fetva verirdi. Aynı konuda bir başkasına başka bir şey söylediği olurdu. Bu fetvaları alıp da bütün Müslüman coğrafya yaymanın anlamı yoktur. Hanefi fıkhının en temel özelliği herhangi bir fıkhî hükmün şer’î olmasını değil meşru olmasını önemsemesidir. Şer’î’de Kur’an’dan ve Sünnet’ten bir referansınızın olması, meşru’da ise, çıkarılan hükmün Kur’an’a ve sünnete aykırı olmaması, önemlidir. Hanefî fıkhının farklı coğrafyalarda ortaya çıkan sorunlara çözüm üretebilmesinde bu esnekliğin rolü büyüktür.”

“Bizden öncekiler adamsa biz de adamız.”
“İslam’ın kültür tarihinde birkaç şehir medeniyet başkenti olarak sayılır. Bağdat, İstanbul, Semerkant, Kurtuba gibi. Kur’an için ‘Mekke’de indi, İstanbul’da yazıldı, Mısır’da okundu, Semerkant’ta anlaşıldı.’ denir. Daha önce rivayet tefsiri yapılıyorken Semerkant’ta Kuran’ın anlaşılması üzerine çalışılmıştır. Rivayet tefsiri, daha önce o konuda sahabe ya da daha önceki âlimler ne demişse onu aktarmaktır. Daha sonra geliştirilen rey ekolu ise kendi kanaatini belirtmektedir. Fıkıhta Ebu Hanife, tefsirde Maturidi rey ekolünün önemli isimleridir. Ebu Hanife’ye neden kendi görüşüne göre fetva veriyorsun dediklerinde, şu meşhur sözünü söyler “Bizden öncekiler adamsa biz de adamız.”

Şaban Ali Düzgün kimdir

1968 Gümüşhane’de doğdu. 1989’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Seyyid Ahmet Han ve modernist hareketlerle ilgili yüksek lisans çalışmasını tamamladı. Bu çerçevede İngiltere’de, School of Oriental and African Studies’de (SOAS) çalıştı. Doktorasını Nesefî ve İslam Filozoflarında Allah-Âlem İlişkisi adıyla verdi.
2000-2001 akademik yılında öğretim üyesi değişimi programı çerçevesinde Gregoryan Üniversitesi’nde (Roma); 2003-2004 akademik yılında ise Georgetown Üniversitesi’nde (Washington, DC) misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. 2005’de profesör oldu.
2007-2008 eğitim öğretim yılında, Fulbright Muslim Scholar olarak Birmingham Southern College’da öğretim üyesi olarak çalıştı. Alabama Üniversitesi, Montevallo Üniversitesi, Samford Üniversitesi’nde ders ve seminerler verdi. Uluslararası Ahmet Yesevî Türk-Kazak Üniversitesi’nde (Kazakistan) ders verdi (2013). Fulbright Türkiye Seçici komisyon üyesidir. İngilizce İlahiyat Bölüm Başkanlığını yürütmüştür (2010-2012). İnternet Kelam Araştırmaları Dergisi’nin editörlüğünü yapmaktadır. Hali hazırda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı başkanıdır.

Musa carullah Bigiyev
Görüşü

„Mekke ve Medine’de en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilirler.“

Musa Carullah’ın Uzun Günlerde Oruç adlı bir eseri vardır. İsteyenler  o kitabı okuyabilirler. (Doç. Dr. Abdullah Kahraman’ın İz Yayıncılık, İslam klasikleri dizisi:35, İstanbul, 2009)
Müellif, Uzun Günlerde Oruç adlı eserine şöyle başlıyor: “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara,185) ve “Allah dinde üzerinize zorluk kılmamıştır” Hac Suresi, 78)
Söz konusu eserin 136.sayfasında: “Şâri’i Kerim’in şahadetine göre, insanı halden düşürecek derecede büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır” tespitinde bulunuyor.
Aynı sayfada: “ Oruca büyük güçlükle dayananların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir” (Bakara,184) tespitinde bulunularak: “Yani, orucu takatle, yalnız güçlükle ve zahmetle yerine getirebilenlere oruç farz değil, bilakis orucun yerine fidye vermek farz olur. Buradaki ‘yutikûne’ cümlesinin manası güçlükle, zahmetle ve meşakkatle eda edebilenler demektir” şeklindeki bir ifadeyle yer veriyor.

Musa carullah Bigiyef Kimdir:

1875'de Kazan'da doğan Müellif, orada başlayan tahsilini, Buhara, Mısır, Hicaz, Hindistan ve Şam medreselerinde tamamladı. Tahsil hayatından sonra döndüğü memleketinde ilmî, siyasî ve içtimaî hareketlere öncülük etti. 1917 Bolşevik İhtilali'nden sonra da bu çalışmalarını sürdürdü. Yazdığı bir eserden dolayı tevkif edildi, eziyet ve işkencelere uğradı ve Rusya'dan kaçmak zorunda kaldı. Sürgün denilebilecek bu hayatı, Çin, Hindistan, Almanya, Türkiye, Japonya ve Mısır'da geçti. 1949'da Kahire'de vefat eden Musa Carullah'ın çeşitli meselelere dair çok sayıda eseri bulunmaktadır. Ayrıca T. İzutsu'nun (1914-1993) Arapça hocası olduğu bilinen yazar I. Türk tarih kongresine de katılmıştır. (A/16)

Musa Carullah din ve Müslümanlar hakkında şu tespitte bulunur:  "İslâmiyet'in kendisi de ilahi rahmet kadar genişti. Bu genişliğine göre de âlemlerin Rabbi Hz. Allah tarafından İslâmiyet, insanlık âlemi için genel, aynı zamanda sonsuza dek bir din olmak sıfatıyla; varlığın efendisi Hz. Muhammed(s) vasıtasıyla Kur'an-ı Kerim'de bozulup-değiştirilmesi imkansız mucizevi metniyle bildirildi. İslâmiyet'in bu seçkin erdemi insanlık âleminde süratle yayılmasına güçlü bir sebep te olmuştu. Fakat İslâmiyet'in o genişliği o kadar uzun sürmedi. İnsanların çoğu çok geniş olan İslâmiyet'i kendi dar düşüncelerinde ve gayet dar gönüllerinde derinleştirmekte aciz kaldılar. Çünkü çaresiz ya kendi gönüllerini geniş tutmak ya da İslâmiyet'i kendi gönülleri kadar dar, adeta "hiçlik" mesabesine düşürmek zorundaydılar. Fakat kendi gönüllerini geniş tutmaktan aciz kalan insanlar, İslâmiyet'i daraltmaktan korkmadılar. O zamanın siyasi şartları da buna müsaade etti.
Bu durumun etkisiyle İslam Âleminde dar gönüller kadar, çok ufak mezhebler kısa bir sürede oluşarak pıtırak gibi çoğaldı. Akledilebilenlerin dairesi kadar geniş olan İslâmiyet,. değil insanlığı kapsayabilmek, ufak bir şehirde toplanan küçük bir cemaati bile  iman dairesine alamaz oldu. İslâmiyet "ya falan oğlu filan gibi inan ya da sonsuza dek cehennemde yan! canın da malın da helal!." gibi en büyük zulüm, en büyük cehalet temeline bina edilmiş bir parçacıktan ibaret kılındı. Neticede İslâmiyet, sarıklıların keyfi arzularına hizmet ettirilen son derece kaba bir kural şekline dönüştürüldü. Bu durumun kötü etkilerini sayıp bitirmek mümkün değildir? Fakat, İslam dünyasının başına gelen siyasi, sosyal sorunların her birinin temel nedeni genellikle bu durum olmuştur şüphesiz."

Sonuç:

Rüştü Kam

Kur'an'ı, indiği yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da bulunduğumuz bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek yorumlarımızla İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Bizlerden istenen budur. Din bizim elimizde insanlara sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi mesaj haline gelmelidir. Oruç Medine'de farz kılınmıştır. Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur. Medine gecesi ve gündüzü eşit olan bir zaman ölçüsüne sahiptir. 12+12=24.

Gece ve gündüz kavramını Medine'dekiler tanıma uygun, yaşam standartlarına uygun olarak tam manasıyla anlamışlardır. Bu şu demektir: Oruç zamanı 12 saattir. Çünkü gün 12 saat gece ve 12 saat gündüzden ibarettir. İmsak vaktini bir saat geriye çekersek oruç süresi 13 saat olur. Öyleyse oruç ibadetinin süresi 13 saattir. Dünyanın neresinde olursanız olun ölçü ve süre böyle olmalıdır.
Öyleyse bu sürenin başlangıç ve bitişi de takdir ile tespit edilerek oruç tutulur.

Çünkü oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde nefsin disipline edilmesidir. Helallere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda "umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunulacak olan şeyler bellidir. Yalandan, iftiraya, kalp kırmaya, cimrilikten, ihtikâra ve israfa kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunulacaktır. İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.

Bu uyarı göz önüne alınırsa aslında oruç kendi başına ibadet değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza da almazlar. Oruç. yukarda zikrettiğim ibadetlerin ön şartı olmalıdır. Sevap ve ceza o ibadetlerin yapılıp yapılmayışıyla ilgilidir.

Dini yaşam için Müslümana bazı coğrafi bölgeler avantaj sağlarken, bazı coğrafi bölgeler dezavantaj olmamalıdır. En doğrusunu Sahibimiz bilir.

Ben böylece görevimi hakkıyla yaptığım kanaatindeyim. Bana ufuklarını açtığım, ibadetlerini huzurla yapmalarına yardımcı olduğum için dua edenler var. Onlara teşekkür ederim. Bana kızanlara, hoş olmayan sözler söyleyenlere de hoşgörü ile yaklaşır, onlar için  Mevlam’a duacı olurum. Allah’ım bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı, sen onlara hidayet nasip eyle, akletmeleri için onlara yardım et derim.
Selam ve dua ile

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder