Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa
Rehberimizin anlattığına
göre: ”Bursa’nın tarihi günümüzden 7 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Bursa,
kurulduğu günden bu yana bir çok medeniyete ve onların dinlerine beşiklik etmiş
ender illerden biridir. Bursa’da Müslümanlık, Hristiyanlık ve Musevilik
dinlerine ait bir çok eser hâlâ ayaktadır ve koruma altındadır. MS. 324
yıllında yapılmayan başlanan konsil toplantılarının 1. ve 7.’si Bursa’da
(İznik) gerçekleşmiştir. Hristiyanlık dini için çok önemli olan bu toplantılar
1563 yılına kadar 17 kez yapılmıştır. İznik Hristiyan dinince ülkemizdeki 8
kutsal hac merkezinden biri ve en önemlisidir.
Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bithynia
kralı I. Prusias (MÖ. 232-192) döneminde gerçekleşmiş. Kartaca kralı Hannibal,
Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I.
Prusias’a sığınmış. Hannibal, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi
üzerine, onun onuruna Bursa kentini kurmuş. Kente bu nedenle Prusa adı
verilmiş.
Prusa (Bursa) 1204-1261 yılları arasında Nikaia’ya (İznik)’e bağlı sönük
bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürmüş. Tâ
Osmanlılar’a kadar.
Osmanlılar Bursa’yı aldıklarında kent sadece hisar içinden ibaretmiş. Orhan
Gazi şehri surların dışına çıkararak, bugünkü Bursa’nın çekirdeğini oluşturan
yeni şehri kurmuş. Okul, hastane, köprü, aşevleri, kervansaraylar, hamamlar
gibi kamu yapıları inşa edilmiş şehirde.
Bursa, Osmanlı döneminde mâmur bir başkent olarak
gelişirken, Anadolu beyliklerinin desteğini alan Timur karşısında Osmanlı’nın
yenilgiye uğraması sonucu yağma edilmiş ve Timur’un askerleri tarafından kent
Ulucami ile birlikte yakılmıştır. Bundan sonra Bursa, bir zaman, Yıldırım
Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durmuştur.
Ankara Savaşı’nın ardından Yıldırım’ın
oğullarından İsa Çelebi’nin bazı paşalarla Bursa’ya gelip tahta oturmasıyla
şehzadeler arasında başlayan kanlı çatışmalar, Çelebi Mehmet’in 1413 yılında
tahtı ele geçirmesiyle son bulmuştur. Çelebi Mehmet, Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı Devleti’nin
ikinci kurucusudur, 26 Mayıs 1421 tarihinde Bursa’da yaşamını yitirmiş ve Yeşil
Türbe’ye defnedilmiştir. Çelebi Mehmet sağlığında, türbenin bulunduğu mekâna
içinde medrese, cami ve imaret bulunan “Külliye” inşa ettirmiştir.
Cumhuriyet sonrası Bursa
Cumhuriyet sonrasında, Bursa nüfusunun yaklaşık üçte biri mübadele
kapsamında Bursa’dan gönderilmiş, yerleri “Mübadele göçmenleri” ile
doldurulmuştur. Dolayısıyla Bursa, Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir
sosyal ve ekonomik sorunlar yumağı haline gelmiştir. Çünkü Bursa’yı terk eden
gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken, yerlerine gelen göçmenlerin hemen
tamamının çiftçiydi. Gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyip,
farklı geleneksel ve kültürel özellikler taşıması, Cumhuriyet Bursa’sı için
ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.”
Emir Sultan
Otelimiz şehrin dışındaydı. Bundan dolayı Bursa’yı gece gözüyle göremedik.
Sabah kahvaltıdan hemen sonra ziyaretler başladı. Bütün arkadaşlarımız
zamanında otobüste yerlerini aldıkları için ceza kesemez olduk. Yolda, Bursa
rehberimizi otobüse aldık. Sesi kısık olduğu için vereceği rahaatsızlıktan
dolayı özür diledi. Kendisini tanıttı. Gün boyu beraber olacağımızı ve Bursa’yı
bizlere tanıtacağını söyledi. İlk önce Emir Sultan Camii
ve Türbesi. Otobüsümüz biraz aşağıda durdu. Karşıdan muhteşem bir görünümü var
caminin. Daha içeriye girmeden deklanşörlere basıldı, fotoğraf çekmek için
adeta bir yarış başladı.
Söz aldı
rehberimiz, başladı anlatmaya; “Cami ve Türbe, 1366-1429 yılları arasında
Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına,
Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında inşa ettirilmiş. Caminin
mihrabı, İznik çinileriyle yapılmış.
Gördüğünüz gibi, kare planlı ibadet alanının üzerini büyük bir kubbe
örtmektedir. Giriş bölümünde şadırvanı,
geniş ve güzel bir avlusu var. Bursa camileri içinde en geniş ve en güzel
avlusu olan cami Emir Sultan Camii’dir. Evet şu tarafa bakınız, gördüğünüz gibi
avlu 16 kaş kemerli ahşap revakla çevrilidir. Minareleri taştan yapılmıştır.
Cami ve son ibadet yerinin tabanları tuğla, avlu ise taş döşelidir. Yapının
duvarlarında taşın yanında tuğla da kullanılmıştır. Caminin avlusunda bulunan türbede;
Emir Sultan, oğlu Emir Ali, eşi Hundi Hatun ve iki kızı yatmaktadır. Türbenin
iki tarafında odalar yer alır...”
Ziyaretçileri sadece biz değiliz Emir Sultan’ın, yanımızdan geçen
ziyaretçiler aşağıya iniyorlar ve
ziyaretlerini tamamlayarak türbeden ayrılıyorlar. Erol Mert ‘Ne yapıyor bu
insanlar?’ diye dikkatlice onları takip etmiş. Tazim ile Emir Sultan’ın
mezarını tavaf edip sonra da dua ederek ayrılıyorlarmış. Durumu rehbere sordu;
“Bu insanlara yaptıklarının şirk olabileceğini anlatan olmuyor mu?” Rehberimiz;
“Elbette oluyor ama bunlara söz geçirmek mümkün olmuyor.“ dedi ve duvarda
asılan ikaz yazısını gösterdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın imzasını taşıyan
bir yazı. Türbelerde ziyaret adabı. Okuyan var mıdır? Sanmıyorum.
Türbenin hemen altında Emir Sultan Mezarlığı var. Cami ve türbeyi ziyaret
ettikten sonra orada yatan sanat güneşimiz Zeki Müren'i de ziyaret ettik. Onun
için de dua ettik... Sanat musikisini Türk milletine sevdirdiği için de ayrıca
teşekkür ettik. Ruhun şadolsun...
Külliye ve Yeşil Cami
Zeki Müren’le vedalaştıktan sonra, harika manzarası ve insanın içini
huzurlu bir maneviyatla dolduran Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’ye doğru yola
çıktık. Türbe ismini turkuazdan maviye dönen renginden alırmış. Yüzyıllık
ağaçların gölgelediği bahçesi, eşsiz mimarisi ve mistik atmosferi ile bizleri
büyüledi. Yeşil Cami, 1419 yılında Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmet
tarafından yaptırılmış. Osmanlı’nın
eski dönem mimari eserlerinden biri olan Yeşil Cami; zamanında hükümet konağı
olarak da kullanılmış. İki kubbesi var ve iki kattan oluşuyor. Muazzam bir
yapı. Yapımına Çelebi Mehmet döneminde başlanan Külliye ve Yeşil Cami, II.
Murat devrinde tamamlanmış. Cami, medrese, imaret, hamam ve türbeden oluşan
külliyenin Sultaniye Medresesi, günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi olarak
kullanılmaktaymış. Yeşil Cami; mimari özelliklerinin yanında devrin ileri sanat
anlayışını yansıtan çinileri, hat eserleri, mermer ve ahşap işçilikleriyle göz
kamaştırıyor.
Ters T planı ile inşa edilen
caminin giriş kapısı ağaç oyma sanatının zirvesi gibi, mükemmel. Bizans
başlıklı iki sütunun arasından geçilerek varılan ibadet alanının her iki
yanında simetrik odalar yer almakta. O dönemde sancaklardaki meselelerin
görüşülmesi için kullanılan bu odalar, daha sonra mahkeme salonu olarak hizmet
vermiş. Doğudaki oda, Anadolu
Beylerbeyliği’nden gelenler için batıdaki oda, Rumeli Beylerbeyliği’nden
gelenler için kullanılmış. Girişin iki yanındaki merdivenlerle çıkılan üst
katta; hünkâr mahfili ve saray daireleri var.
Yeşil Türbe, 1421 Sultan Mehmet Çelebi tarafından yaptırılmış.
Yeşil Türbe'nin mimarı Hacı İvaz Paşa'ymış. I. Mehmet Çelebi türbeyi
yaptırdıktan 40 gün sonra vefat etmiş. Ayrıca Yeşil Türbe, Osmanlı mimarisinde
duvarları tamamen çini ile kaplı olan tek türbeymiş. Türbe Bursa’nın sembol
yapılarından biriymiş. Şehrin hemen her yerinden görülebilen bir konumda yer
alan, sekizgen bir planla tasarlanan Yeşil
Türbe’nin iç mekanının tam ortasında, Çelebi Sultan Mehmed’in sandukası yer
alıyor. Sandukanın üzerinde ise kabartma sülüs celisi ile yazılmış kitabe var.
Ayrıca türbede; Sultan Çelebi Mehmed’in oğulları ve kızı Ayşe Hatun ile dadısı
Daya Hatun’un sandukaları yanında diğer kızları Selçuk Hatun’un kabartma
kitabeli sandukası ve Sitti Hatun’un beyaz zemin üzerine lacivert motifler ve
çinilerle kaplı sandukası da yer almakta.
Sultaniye
Medresesi,
Yeşil Cami’nin yaklaşık yüz metre ilerisinde bulunan Sultaniye Medresesi’nin
duvar örgüsünde tuğla ve kesme taş kullanılmış. Dikdörtgen bir avlunun üç
yönden kubbeli revaklarla çevrili olduğu medresenin diğer yönünde kubbeli bir
dershane, iki yanında öğrenci odaları yer alıyor. Avlunun ortasında mermerden
yapılma fıskiyeli bir havuz bulunmakta. Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan
külliyenin hamamından ise günümüze hiçbir kalıntı ulaşmamış.
Yeşil Cami’nin
özelliklerini saymakla bitirmek oldukça zor, bir çırpıda gezmek kolay ama
ayrıntılı görmek ve bilmek isteyenlerin epeyce bir zaman harcamaları gerekiyor.
Mesela mermerleri Marmara Adası’ndan getirilmiş. Çini süslemeleri bir başka
eserde, camide görülmeyecek kadar muhteşem bir kompozisyonla yapılmış. Bunu
anlamak için sadece mihrabı görmek bile yetiyor.
Osman ve Orhan Gazi Türbeleri
Osman Gazi 1258 yılında Söğüt’te
doğmuş. Dünyada 600 yıl hüküm süren Osmanlı Hanedanı ve Osmanlı Beyliği’nin
kurucusu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk padişahı. Dedesi Süleyman Şah, babası Ertuğrul
Gazi, annesi Halime Hatun, babaannesi Hayme Ana’dır. Şeyh Edebali’nin kızı
Malhun Hatun ile evlenmiştir ve Orhan Gazi’nin babasıdır. Osman Gazi, Bursa’nın
kuşatmasının devam ettiği sıralarda oğlu Orhan Gazi’ye şehrin içinde bulunan ve
karşıdan görünen kubbeli yapıyı işaret ederek, “Öldüğüm vakit beni bu gümüş
kümbetin altına defnedin.” diye
vasiyette bulunmuştur. Vasiyet yerine getirilmiştir.
Osman Gazi Türbesi’ne ahşap bir
koridordan giriliyor. Osmanlı saraylarına has dekorasyonlarla tasarlanan
türbenin, pencerelerinde kumaş perdeler var. Ufak bir mihrabı da bulunan
türbenin pencere parmaklıkları dökme demirden yapılmış.
Osman Gazi Türbesi’nde toplam 15
sanduka var. Türbenin ortasında yer alan sedef kakmalı ahşap sanduka Osman
Gazi’ye ait. Sandukanın etrafı da sedef kakmalı korkuluklarla çevrilmiş. Sultan
Osman Gazi’nin sandukasının üzerinde kadife üzerine gümüş ve sim işlenmiş bir
örtü var. Üzerine Osman Gazi’nin doğum, saltanat senesi ve ölüm senesi gibi
tarihi bilgiler işlenmiş. Türbenin içinde yer alan diğer sandukalar ise Osman
Gazi’nin oğlu Alâeddin Bey, eşi Aspurça Hatun ve Osman Gazi’nin yakınlarına
aittir.
Osman Gazi ve
Orhan Gazi Türbeleri, vasiyete göre günümüzde Tophane Parkı denilen
yerde Saint Elie Manastırı’nın üzerine inşa edilmiştir. Osman ve Orhan Gazi
sandukaları ilk önce aynı çatı altındayken,
1855 yılında yaşanan depremde hasar gördükten sonra Sultan Abdülaziz
tarafından 1863 tarihinde yeniden iki ayrı türbe olarak inşa edilmişlerdir.
Türbelerin üzerinde kubbe var, girişinde de 4 adet sütun bulunmaktadır.
Orhan Gazi 1281 ile
1362 yılları arasında yaşamıştır ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci
padişahıdır. Orhan Gazi, 1326 yılında babası Osman Gazi’nin ölümünden sonra
beyliğin başına geçmiştir. Yaşadığı dönemde Bursa ve çevresini Bizanslılardan
alarak önce devletin sınırlarını genişletmiş sonra devlet kurumlarını
oluşturmuş ve ilk Osmanlı parasını bastırmıştır.
Orhan Gazi
Türbesi’nde, Emir Süleyman, Musa Çelebi,
Sultan II. Bayezid’in oğlu Korkut, Nilüfer Hatun ve kızı Fatma
bulunmakta.
Orhan Gazi Türbesi Osman Gazi’nin tam karşısına inşa edilmiş.
600 sene ayakta
kalacak olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk iki padişahı bu mütevazi türbelerde
yatmaktadırlar. İmparatorluğun ihtişamı türbelere yansıtılmamış. Dualarımızı
yaptık, fotoğraflarımızı çekildik ve kendilerine şükranlarımızı sunarak
huzurdan ayrıldık.
İskender kebap
macerası
Yaya olarak
gezimize devam ediyoruz. Aklımızda Bursa’nın meşhur iskender kebabı var.
Rehberimize istikamet verdik, hedef iskender kebap...
Rehberimiz
“Şimdi orası ana-baba günüdür ben sizi aynı tadı alabileceğiniz başka bir yere
götüreceğim, hem daha ucuz hem de fazla zaman kaybımız olmayacak.“ dedi.
“Tamamdır.” dedik. Takıldık rehberin peşine. Bursa Kalesi’nin hemen dibinde bir
restoran. Siparişlerimizi verdik ve beklemeye başladık, 15 dakika geçti gelen
giden yok, 30 dakika geçti gelen giden yok 1 saat geçti hâlâ gelen giden yok,
açlığımızı falan unuttuk, işletme sahibine seslerimizi yükseltmeye başladık
derken iskenderler geldi, geldi gelmesine de o güzelim nimeti yemek mümkün
olmadı; soğumuş. “Neden böyledir bu iskenderler” soruları sorulmaya başlandı.
Meğerse iskenderler dışardan getirilmiş. Çoğumuz o iskenderleri yemedi.
Arkadaşları sakinleştirmeye çalıştım ama fazla başarılı olamadım, ve oradan ayrıldık. Buna rağmen paralarımızı
ödedik. Arkamızdan negatif olarak konuşulmasını istemedik. Rehebrimiz bin kere
özür diledi dilemesine de işe yaramadı. Berlin’den beri Bursa’nın iskender
kebabını hem de yerinde yiyeceğiz diye kurduğumuz hayallerimiz mahvoldu. Rehber
belki oradan yüzdelik aldı ama üç-beş kuruşa değer miydi?
Sinirlerimiz
yerinden oynadığı için adımlarımız da sıklaştı.
Doğru Ulu Cami. Başka bir yerde arkadaşların oynayan sinirlerini
bastıramazdık.
Ulu Cami
Tarih sahnesinde varlığını
uzun süre devam ettirmiş milletler, bu devamlılıklarını kültürleri ve ortaya
koydukları eserlerle sağlamıştır.
Osmanlı, yaşadığı dönemde
ulu bir devletti. Osmanlı, medeniyet gergefini işlerken, bu ululuğunun mührü
gibi duran bir kültür manzûmesi oluşturmuş ve şaheserler
bırakmıştır. Günümüzde bu eserlerin bazıları hüzünle biten bir hikâyenin
son cümlesi gibi dururken, bazıları da o ihtişam yıllarının bütün heybetini gelecek
asırlara taşımaya devam etmekte, Osmanlı'nın yâd-ı cemîli olarak durmaktadır.
Bunların en önemlilerinden biri de ulu devletin ilk başşehri olan ve Uludağ'ın eteklerinde kurulan Bursa Ulu Camii'dir.
Bunların en önemlilerinden biri de ulu devletin ilk başşehri olan ve Uludağ'ın eteklerinde kurulan Bursa Ulu Camii'dir.
Ulu Camii’ndeki levhalarda
en çok Allah cc. isimleri, âyetler, hadisler ve kibar sözler vardır. Bunlar
iman, amel, cömertlik, fedakarlık, sabır, şükür, istişare, adalet, idare,
namaz, hac, miraç gibi bir çok konulardan bahsetmektedir.
Ulu mabedin duvarları ve
direklerindeki tablo ve yazılar, bir hüsn-ü hat müzesini andırmaktadır.
Şadırvanın mihraba dönük sağ yanında, caminin 12 büyük ayağından birisindeki
levhada, bir hadis-i şerif var: "Sabreden
zafere erer."
Şadırvanın etrafındaki
direklerin üst kısmına Âyete'l-Kürsi yazılmış. Üç kapılı Ulu Cami'nin doğu ve
batı kapılarının üstünde iki büyük levhada Büruc Sûresi'nin son üç âyeti
birbirini tamamlar şekilde yazılmış: "Allah ilmi ve kudretiyle onları, arkalarından kuşatır. Hayır,
hayır! Kur'ân onların iddia ettikleri gibi beşer sözü değildir. O, Levh-i
Mahfuz'da olan pek şerefli bir Kur'ân'dır." (Büruc, 20-22)
Batı kapısının yanından bu
muhteşem caminin, yazılarını da okumaya çalışarak gezmeye devam
ediyoruz. Girişin sağındaki levhada bir âyet: "İşler hakkında onlara danış."
(Al-i İmran, 159)
İstişârenin önemini anlatan bu âyeti okuduktan sonra Yüce Nebi (s)'nin Uhud'da, Hendek'te ve hayatının her anında bu âyeti hayat düsturu edindiğini hatırladık.
İstişârenin önemini anlatan bu âyeti okuduktan sonra Yüce Nebi (s)'nin Uhud'da, Hendek'te ve hayatının her anında bu âyeti hayat düsturu edindiğini hatırladık.
Diğer taraftaki duvar
yazısında 8 tane sin harfinin oluşturduğu bir çiçek şekli içine Nâs Sûresi
yazılmış.
Duvar ve direklerinde 87'si sabit, 105'i levha halinde toplam 192 yazı var. Arapça yazı biçiminin kûfi, sülüs, nesih, rika, tâ'lik, reyhanî, dîvan ve bize has tuğra yazısıyla hat sanatının on üç çeşidinin uygulandığı bu camide, yazıların simetrik olması da ayrıca göze çarpıyor.
Duvar ve direklerinde 87'si sabit, 105'i levha halinde toplam 192 yazı var. Arapça yazı biçiminin kûfi, sülüs, nesih, rika, tâ'lik, reyhanî, dîvan ve bize has tuğra yazısıyla hat sanatının on üç çeşidinin uygulandığı bu camide, yazıların simetrik olması da ayrıca göze çarpıyor.
Levhaların birinde Hz.
İbrahim’in meleklerle konuşmasını anlatan divan hattıyla yazılmış bir
yazı: "Mülkün ve
melekutun sahibi olan Allah'ım, Sana sığındım ve Sana tutundum! Sen izzet ve
azamet sahibisin. Büyüksün ve ceberut âleminin de sahibisin. Sana tevekkül
ettim. Sen devamlı dirilik üzerinesin, uyumaz, uyuklamaz ve ölmezsin. Seni
tesbih, takdis ve tenzih ederim. Sen bizim Rabb'imizsin, meleklerin ve ruhun da
Rabb'isin. Sen bir olan Allah'sın ve Senin ortağın yoktur." Onun
altında yine 8 tane vav harfinin uçları diğerlerinin başlarına yaklaştırılmak
suretiyle, bir daire vücuda getirilmiş ve her vav harfinin içine Şems
Suresi'nin ilk 6 âyeti yazılmış. Küçük bir levha içinde "Ya Hazreti İmam-ı A'zam Numan bin
Sabit" yazısı bize büyük mezhep İmamı Ebû Hanife
hazretlerini hatırlıyor.
Hattat Abdulfettah'ın
(1814-1896) Besmele-i şerif yazısının yanında, Kâbe'nin çok eski halini
gösteren bir resme değişik yerlerden bakıyor ve her seferinde kapısının bize
dönük olduğunu hayretle görüyoruz.
Kâbe resminin altında bir
Allah lâfz-ı celalini ve onun altında da halkın birçok menkıbeye dayandırarak
mistik bir mânâ verdiği, hatta bazılarının önünde namaz kılmaya özen gösterdiği
güzel bir “vav” harfini
görüyoruz.
Vav'ların sırrı
Vavların sırrı vardır.
Birbiri içine geçmiş 4 vav'la; vali, vekil gibi sorumluluk isteyen görevlere
talip olanların özellikle kul hakkı başta olmak üzere sorumluluklarına vurgu
yapılıyor. Bu vav'ların bir özelliği de insanın anne karnındaki şeklini temsil
ediyor olmasıdır. İnsan vav şeklinde anne karnında büyür ve doğuşu da vav
şeklindedir.
Ayrıca secde ettiğimizde
vav şeklinde oluruz. İnsan ömrü boyu hep vav şeklinde kalır. Ta ki insan ömrü
sona erer, musalla taşına yatar, işte o zaman elif olur. İşte bu Ulu Camii'nin
vav'ları çok değişik vav'lardır. İşte bu vav'lardan bir tanesi bu iki vav'ın iç
içe geçmiş halidir.
Bakın şurada duvarda
değişik şekil verilmiş dört tane vav harfi bulunuyor. Vav harflerinin
içine 'İttaku'l vâvât' diye bir ifade
yazılmış. 'Vav'lardan çekinin' anlamında.
Levhada bulunan bu
vav'lar, vav harfi ile başlayan meslekler sorumluluk gerektiren işlere dikkat
çeker; vakıf, vali, vekil, vezir, varis,
vasi, valide, vadetmek gibi. Vavlar
böylece vakıf mallarını değerlendirmekle yükümlü olan insanların dikkatini
çeker. Bu vavlar aynı zamanda vahidiyeti ve vahdaniyeti ihtiva etmesi yönüyle
de Allah'ın birliğini anlatır. Vallahi yemininde bulunmanın ağır sorumluluklar
getirdiğini hatırlatır, vazifeleri yerine getirirken hassas olmayı ve ölçülü
davranmayı tavsiye eder.
Müezzin mahfelindeki "Yâ Hazret-i Bilal Habeşî" yazısı
ilk müezzin Hz. Bilal'in unutulmadığını gösteriyor. Hünkâr mahfelinde II.
Mahmud tarafından yazılmış bir yazı var: "Allah, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi emreder."
Doğu kapısının sol
yanındaki levhada, yine bir âyet var: "Namaz, muhakkak insanı kötülüklerden alıkoyar ve namaz en büyük
zikirdir. Allah ne yaptığınızı bilir." (Ankebut, 45) Yine
bir levhadaki "Dikkat
edin! Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur." (Ra'd, 28) âyeti,
huzur ve mutluluğun kaynağının bu olduğunu kalbimize hissettiriyor.
Resim şeklindeki yazılar
Caminin içindeki bütün
yazılar rastgele seçilmemiş, bilâkis hayatımızı düzenleyici mesajlarla dolu. Bu
boyutuyla, ulu mabede ibadet için gelenler huzur bulmanın yanında, hayatlarına
mânâ kazandıracak âyet ve sözleri okuyarak da bilgi kazanmış oluyorlar.
Kuzey cephesine geçtiğimizde yazılar; cami, minare, minber, kubbe şekline
dönüşüyor. "Maşaallah",
"Barekallah" ifadelerini
bu anlamda hayranlıkla seyrediyoruz. Hemen o resimlerin altında bir hadis var: "Vakit geçirmeden namaz için acele edin
ve ölüm gelmeden tevbe için acele edin.”
Küçük bir levhanın
dönüşümlü yazısında ortadan baktığımızda, Allah ve Muhammed; sağdan baktığımızda Ebubekir, Ömer; soldan
baktığımızda ise, Osman ve Ali yazılarını
okuyoruz.
Hanımlar bölümünün
yanındaki bir levhada: Hattat İzzet'in (1801-1876) Kelime-i Şehadet’ini
okuyoruz: "Allah'tan
başka ilâh yoktur ve Hz. Muhammed (s) O'nun rasûlüdür.”
Hanımlara ait bölümün köşesindeki direkte başka bir hadis var: “Kim Bismillahirrahmanirrahim'i güzel yazarsa cennete girer.” Ve hemen o yazının yanında Nur Suresi’nin 35. âyetinde yer alan "Nur üstüne Nur. Allah dilediği kimseyi nuruna götürür." ifadesini okuyoruz.
Hanımlara ait bölümün köşesindeki direkte başka bir hadis var: “Kim Bismillahirrahmanirrahim'i güzel yazarsa cennete girer.” Ve hemen o yazının yanında Nur Suresi’nin 35. âyetinde yer alan "Nur üstüne Nur. Allah dilediği kimseyi nuruna götürür." ifadesini okuyoruz.
Minber
Minber, sert ceviz ağacından, hiç çivi ve
yapıştırma malzemesi kullanılmadan geometrik parçalar birbirine geçirilerek
yapılmıştır. (Kündekâri sanatı: Birbirine geçme küçük parçalar) Küçük geçme
panoları, geometrik örnekleri, korkuluk şebekeleri, kitâbe ve tacının
yapımında kullanılan bu muhteşem minber
için Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “Çiçek şeklindeki yazıları, cihan
ressamları toplansa yapamazlar, örneği yoktur.” der. Bu minber İslâm
sanatında, Selçuklu üslûbundan Osmanlı üslûbuna geçiş döneminin bir
şaheseridir.
Minber kulesinin batı yüzünde ağaca kabartmak
suretiyle kûfi yazı ile yazılmış üç defa tekrar eden bir ifade var: “El-mülkü
ilah”, (“Mülk Allah’ındır”) Minberin sağ yanında, kapısına yakın yerde,
aşağıdan yukarı yan yazılmış oyma sülüs yazı ile minberi yapan usta, ismini
“Amel-i el-hac Mehmed bin Abdilaziz bin ed-Dakiva” diye yazmış. Yani Hacı
Abdülaziz oğlu Mehmed isminde bir sanatkar bu muhteşem minberi yapmıştır.
Minberin giriş kapısının üzerindeki kitabede altın
yaldızla Osmanlıca olarak, 'Yıldırım Bayezid Han tarafından hicri 804 (miladı
1402) yılında yaptırılmıştır.' ibaresi yer alıyor.
Minber bütünüyle kainatı sembolize ediyor. Minberin
doğu cephesinde, gezegenlerin her biri yörünge hareketleriyle birlikte küresel
kabartma motifler halinde Güneş'e olan uzaklık ve aralarındaki büyüklük
karşılaştırmaları da verilerek olması gereken yerlerdedir. Gezegenler, Merkür,
Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Platon şeklinde olan
Güneş'e uzaklık sıralaması da doğrudur. Büyüklük mukayesesi de baz alındığında
Dünya'dan elli bin defa daha büyük olan Güneş, büyük bir ustalıkla mükemmel
şekilde işlenmiş durumdadır.
Anlaşılacağı üzere dünyanın yuvarlak olup
olmadığının tartışıldığı bir devirde bir ahşap işçisi bile o dönemde bilinen
tüm gezegenleri rastgele bir yıldız olarak değil, güneş sistemimizdeki birer
gezegen olarak işlemiş.
Rehberimiz, Kündekâri sanatının bir özelliği olan
parçaların birleşmesiyle oluşan çukur kanal çizgilerinin de gezegenlerin
yörüngesini temsil ettiğini söylüyor. Buradaki başka bir gizem ise
serpiştirilmiş halde yıldız motiflerinin yer alması ve bunların içinde kuyruklu
yıldızların da bulunması ve ayrıca Platon gezegeninin tek başına ayrı bir platformda
ve bir açı farkı ile gösterilmiş olmasıdır. Oysa son üç gezegenin bulunuşu
200-300 yıllık bir hadisedir. Son gezegen Platon 1930'larda tespit
edilebilmiştir.
Minberin batı cephesinde ise 7 adet galaksi formatı
vardır, galaksi platformları 5 ayrı renkte sedef kakma ile gösterilmiştir.
Ancak ne yazık ki bugün hatalı boyama teknikleri ile bu önemli detay büyük
ölçüde yok edilmiş durumda. Ama kayıtlardan bunu doğrulamak mümkün...
Kündekâri sanat açısından eşsiz bir değere sahip
olan minberin ilginç bir özelliği de 6666 adet abanoz ağacı parçasından vücuda
gelmesi. Bu rakam da halk arasında yaygın inançla Kuran-ı Kerim’deki ayet
sayısına tekabül etmektedir.
O dönemdeki İslam ve Türk alimlerinin matematik ve
gök bilimlerine yönelik ilminin Batı’ya nazaran hayli ileride olduğu
ortadadır.
Bursa’nın
Ayasofya’sı
Minberin sağ tarafında yüksekçe bir yere asılan
siyah örtü, Kâbe kapısının örtüsüdür. Mısır Seferi’nden sonra halife olan Yavuz
Sultan Selim, Kâbe’de onarıma girişmiş, bu arada Kâbe’nin örtüsünü İstanbul’dan
gönderilen yeni örtü ile değiştirmiştir. Yavuz, eski örtüyü ise Bursa’ya
getirtip Ulu Cami’ye hediye etmiş ve kendi elleri ile taşıyıp asmıştır. Saf
altın iplik ile üzerine ayetler işlenmiş bu örtü, yüzyıllar boyu kararmadan
kalmıştır; maalesef yapılan bazı hatalı restorasyonlar sonucu caminin rutubet
alması üzerine işlemeleri dökülmüş olduğundan günümüzde ayetler ancak parlak
ışık altında görülebiliyor.
Evliya Çelebi’nin
ifadesiyle Ulu Cami Bursa’nın Ayasofya’sıdır. Ulu Cami’nin 3 tane kapısı
vardır. Anlatıldığına göre, Somuncu Baba, cami yapılırken buraya gelir,
işçilere hayrına somun dağıtırmış. Bir gün yine somun dağıtırken Hızır'ın orda
olduğunu fark etmiş, kolundan tutup "Sen Hızır’sın anladım."
demiş ve eklemiş; "Buraya gelip her gün namaz kılacağına dair söz
vermezsen buradaki herkese senin Hızır olduğunu söylerim." demiş ve Hızır
her gün geleceğine dair Somuncu Baba’ya söz vermiş ve ondan da bir istekte
bulunmuş; "Hangi vakit geleceğim bana kalsın." onu insanlara söyleme.
Bunun üzerine Hızır Ulu Cami’deki vav harfinin önünde her gün gelip namaz
kılıyormuş.
Şadırvan
Ortadaki kubbenin
altında havuzlu, 18 köşeli bir şadırvan bulunuyor. Ulu Cami’nin özelliklerinden
birisi olan şadırvanın yapılma nedeni şöyle hikaye edilir: Cami yapımı için arazi
istimlak edilirken, şadırvanın bulunduğu yerdeki toprak parçasının sahibi olan
hanım, arazisini satmak istememiş ve arazi zorla alınmış. Ancak daha sonra,
zorla alınan yerde namaz kılınmaz düşüncesiyle o yere şadırvan yapılmıştır.
Şadırvanın 65 metrekareden ibaret olduğu düşünüldüğünde doğruluğu şüpheli bir
hikayedir. İçindeki şadırvan ve duvarlarında yer alan dev boyutlardaki yazılar,
Ulu Cami’nin kendine özgü özellikleridir.
Rehberimizin bu fevkaalade anlatımından sonra
abdest alalım diye şadırvana gidiyoruz.
Hemen oturduk etrafına ve dinlenmeye geçtik. Abdestimizi aldık. Bayanlar da abdest almak istedi ama orada bir yazı, “Bayanların şadırvanda abdest alması yasaktır”. Belki izahı mümkündür ama herkesin gözünün önüne göstere göstere böyle bir yasağın konmasını yadırgadık, içeride birçok turist de var. Şadırvanda abdest alınmaması rica olunur diyerek umumi bir tedbir alınsaydı daha uygun olurdu. Erkeğe serbest kadına yasak. Bursa Müftülüğü’ne ulaştırılmak üzere rehberimize söylenmesi gerekenleri söyledik, o da notunu aldı. İletir mi iletmez mi, bilemem.
Hemen oturduk etrafına ve dinlenmeye geçtik. Abdestimizi aldık. Bayanlar da abdest almak istedi ama orada bir yazı, “Bayanların şadırvanda abdest alması yasaktır”. Belki izahı mümkündür ama herkesin gözünün önüne göstere göstere böyle bir yasağın konmasını yadırgadık, içeride birçok turist de var. Şadırvanda abdest alınmaması rica olunur diyerek umumi bir tedbir alınsaydı daha uygun olurdu. Erkeğe serbest kadına yasak. Bursa Müftülüğü’ne ulaştırılmak üzere rehberimize söylenmesi gerekenleri söyledik, o da notunu aldı. İletir mi iletmez mi, bilemem.
Rehberimiz caminin
anlatımına iki saat ayırdı ancak yine yetmedi desek yalan olmaz.
Caminin yapımı ile ilgili birçok rivayet anlatılmaktadır.
Rivayete göre; Yıldırım Bayezid, Niğbolu Muharebesi’nde muzaffer olunca
yirmi cami yaptırmaya karar verir. Bursa’ya geldiğinde bu fikrini damadı olan
Emir Sultan’a söyler, O’da 20 cami yerine 20 kubbeli bir cami yapılmasını
tavsiye etmiştir. Caminin yeri de Emir Sultan’a, rüyasında manevi bir işaretle
gösterilmiş, ertesi gün bu işaret edilen yerde çimen bittiği görülerek caminin
yeri tespit edilmiştir. Karar Padişaha bildirilmiş, Padişah da bunu uygun
görerek caminin inşasını başlatmıştır. Cami, Niğbolu Zaferi’nde kazanılan
ganimet mallarıyla yaptırılmıştır.
Ulu Cami hakkında geliştirilen çeşitli hurafeler vardır: Kıble duvarındaki
vav işaretinin yanında Hızır Peygamber’in bulunduğu, işaretin önünde namaz
kılanların her duasının kabul olunacağı; caminin kuzeybatı penceresindeki
parmaklıkların Davut Peygamber’in demirleri olarak tanıtılması ve o
parmaklıklara yapışarak dua edilmesi gibi.
Ne anlatılırsa anlatılsın, Ulu Cami bizleri büyüledi. Osmanlı’ya olan
hayranlığımızı artırdı. Dolayısıyla bizleri iskender kebap konusundaki
sıkıntımızdan da uzaklaştırdı.
Son olarak Bursa'nın
manevi büyüklerinden Mehmed Muhyiddin Üftâde Hazretleri’nin Ulu Cami için
yazdığı bir beyti okuyor ve herkesi bu ulu mabede davet ediyoruz: "Ey büyük cami veya ey büyüklerin
toplandığı yer. Seni gece ve gündüz ziyaret edenlere müjdeler olsun."
Koza Han: Ulu Cami’den çıktık ve hemen yanındaki Koza Han’a girdik. Ağaçların
gölgesinde Türk kahvemizi içtik. Kahveci, kahve yazısını Türkçe yazmamış
ingilizce olarak “Cafe” diye yazmış. Bak güzel kardeşim dedim; “Sen Avrupa’ya
gitsen hiç bir yerde Türkler buraya geliyorlarmış diye kendi değerinden taviz
vermez, hatta Fransa’ya gitsen Fransızcanın dışında sana bir kelime bile
konuşmaz. Sen de vazgeç bu sevdadan. Buraya ‘kahve’ diye yaz.” dedim. Eyvallah
abi dedi ama, yarım ağızla dediği belliydi, ‘sen ne diyorsun be!’ der
gibiydi...
Bu arada kadınlar da
alışverişlerini yaptılar. İpek şallar, ipek gömlekler, bluzlar ve de Bursa’nın
özel nevresimleri ve hediyelikler alınmış.
Bursa’nın en güzel ve günümüzde en yoğun olarak kullanılan hanı imiş Koza
Han. Yapıya, Kapalı Çarşı tarafından bir taç kapıyla girilmekte, alt katında
45, üst katta ise 50 oda bulunmaktaymış. Avlunun ortasında taştan yapılmış,
altında şadırvan bulunan, 8 ayak üzerine oturtulmuş bir de köşk mescit var.
Çekirge
Bursa'nın en eski semtlerinden biri olan Çekirge de diğer semtler gibi
tarihi ve önemli birçok yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Semt Çekirge adını
anlatılan bir rivayete göre Osmanlı döneminde o bölgede yaşanan bir çekirge
istilası sonucunda almış. Eşsiz bir şehir manzaraya sahip olan Çekirge, Karagöz
ve Hacivat'ın mezarlarına, 1. Murat Cami ve 1. Murat Türbesi’ne de ev sahipliği
yapmakta.
Çekirge aynı zamanda şifalı termal suları ile de ünlüdür. Birçok noktada
yeryüzüne ulaşan bu termal sular evlerde halen kullanıldığı gibi semtteki
otellerin hemen hepsinde de gelenlere sunulmaktaymış. Termal otelleri ile ünlü
Çekirge, tarihi hamamlara da ev sahipliği yapmaktadır. Bursalıların da ilgi
gösterdiği bu tarihi hamamlar halen kullanılmakta.
600 yıllık Çınar
Bursa'nın simgelerinden biri olan ve o yıl 600 yaşına giren ''İnkaya
Çınarı'', Osmanlı döneminde dikilmiş ''En diri çınar'' özelliğini taşıyor.
Bursa'nın merkez Osmangazi ilçesinde bulunan doğa harikası ağaç, adını Osmanlı
Devleti'nin ilk köylerinden biri olan Bursa-Uludağ yolu üzerindeki İnkaya
köyünden alıyor.
Her biri ağaç gövdesi kalınlığındaki heybetli dallarıyla Bursa'yı adeta
kucaklayan çınar, kentin anıt ağaçları arasında en çok tanınanı olarak boy
gösteriyor. 35 metrelik boyu ve 9.2 metrelik çevresiyle görenleri şaşkına
çeviren tarihi çınarın, her bir dalının kalınlığı bile 3-4 metreyi buluyor.
Çınarın dallarının altında çay bahçesi, restoran, market, hediyelik eşya
dükkanları bulunuyor. İnkaya sakinleri, yaptıkları el işlerini, bahçesinde ya
da tarlasında yetiştirdiği meyve ve sebzeleri de çınarın etrafında kurduğu
tezgahlarda satıyor.
Orada bir kadın dikkatimi çekti. Çok
güzel bir kadın. Kocaman kocaman mavi gözleri var. Üzerine giydiği el işlemeli
fistan o kadar yakışmış ki, fistan mı yakışmış
kadın mı fistanı yakıştırmış onu bilmiyorum ama ben fistana talip oldum.
“Bu fistandan var mı dükkanda?” “hayır” dedi. “Bu benim fistanım, satılık
değil. Ben Suriyeliyim.”
Kadının mülteci olarak Türkiye’ye geldiğine, yerinden yurdundan edildiğine
mi acıyayım, yoksa fistanı alamadığıma mı?
Ve elveda Bursa, sana geliyoruz Çanakkale...Yol üzerinden kestane
şekerlerimizi de alarak tuttuk Çanakkale’nin yolunu...Yorumlar faslına geçtik
otobüsümüzde. İskender kebap dışında ve de rehberimizin aç gözlülüğü dışında
herşey mükemmel... Kaptanımız Sezgin sürdü CDçalara CD yi..”Çanakkale içinde
vurdular beni...”
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder