-Eyup Sultan’da bulunan Mezar
taşları başlı başına bir tarih. Sanki açık hava müzesi. Maalesef bilinçsiz
hazire temizlikleri ve iklim şartları sebebiyle o güzelim taşlar tahrip olmuş,
atmosfere salınan egzoz ve sanayi gazları taşları karartmış. Zamanın örselediği taşlar erimeye başlamış ve
okunamaz hale gelmiş.-
Bugün Topkapı Sarayı’ndan başlayacağız gezimize.
Rehberimiz bizi orada bekliyormuş. Otobüsümüz
oldukça uzağa park etti. Yürüyerek gitmemiz gerekiyor. Daracık sokaklardan
geçiyoruz, etrafta cumbalı evler, balkonlardan aşağıya çiçekler sarkmış
vaziyette rengarenk. Güzel bir yürüyüş oldu İstanbul sokaklarında. Derken
Sultan Ahmet Meydanı’na geldik. İlk önce fotoğraflar çekildi ve hemen oradan
Saray’a giriş yaptık.
Topkapı Sarayı
“Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
600 yıllık tarihinde 400 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin
idare merkezi olmuştur. Yaklaşık
700.000 m2 alan içindedir. İnşasına 1465 yılında
başlanan saray 1478 yılında
tamamlanmıştır. Osmanlı teşrifatında ilk adı "Saray-ı Cedîd-i
Âmire" olup, “Yeni saray” demektir. Cumhuriyet’in
ilanından sonra 3 Nisan 1924 yılından itibaren, müze olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Koleksiyonları, mimari yapıları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi bulunan
Topkapı Sarayı, dünyanın en büyük saray müzelerindendir.
Bahçeler ve meydanlar ile çevirili olan
saray, birbirinin içinden geçilen dört avluya sahiptir. Halkın başvuru için
girebildiği birinci avlu, sarayın birinci giriş kapısıdır. Cebehane olarak
kullanılan bu alanın dışında darphane, hastane, fırın ve Aya İrini Kilisesi
gibi hizmet binaları bulunur. Sarayın ikinci avlusu ise devletin idare binalarının
yer aldığı bölümdür. Tarih boyunca pek çok resmi törene sahne olan ikinci
avluda, divan toplantılarının yapıldığı Divan-ı Hümayun ve hazinenin Divan-ı
Hümayun Hazinesi yer alır. Divan binasının arka kısmında ise sultanın adaletini
simgeleyen Adalet Kulesi bulunur. Kubbealtı’nın yan tarafında Harem Dairesi
girişi ve Zülüflü Baltacılar koğuşu vardır.
Dolmabahçe
Sarayı yaptırılana kadar Osmanlı hanedanı burada yaşamıştır. Topkapı Sarayı biri
maddi, öteki manevi olmak üzere iki büyük değeri barındırmaktadır. Bunlardan
biri imparatorluk hazinesi diğeri de Mukaddes Emanetler'dir. Topkapı
Sarayı; Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç ana
bölümden oluşmaktadır. Sarayın on üç kapısı vardır, ancak bu kapıların çoğu
günümüze ulaşamamıştır. Kapılar avlulara açılır.”
Nisa Uğurluel, sarayın giriş bahçesinde karşıladı bizi
ve saray hakkında genel bilgiler verdi. 5 dakikalık fotoğraf molasından sonra
Nisa Hanım önden biz arkadan girdik saraya ve her mekânın önünde o mekânla
ilgili bilgileri almaya başladık rehberimizden:
Birinci avlu
“Sarayın birinci avlusuna Bâb-ı Hümayûn diye bilinen
İmparatorluk kapısından girilir. Kapı dışındaki anıt çeşme 18. yy. Türk
sanatının en güzel örneklerindendir. Birinci avluda saray fırınları, darphane,
muhafız alayı, odun depoları ve aşağıdaki düzlüklerde özel sebze bahçeleri yer
alırdı. Sarayın ilk yapısı Çinili Köşk, saray reviri, cellat çeşmesi ve Arkeoloji Müzesi de bu avludadır. Girişi
takiben solda 6. yy. Bizans eseri olan Aya İrini Müzesi yer alır.
İkinci avlu
Topkapı Sarayı Müzesi’nin ana girişi, ikinci kapı olan
Bab-üs-Selam’dır. İkinci avlu devlet ve hükümetin yönetim merkezidir. Yalnızca
sultanların at bindiği bu avluda, halktan resmi işi olanlar, özel ödeme
günlerinde maaşlarını alan yeniçeri temsilcileri, elçi kabulleri ve devlet
törenleri yapılırdı. 5-10 bin kişinin mevcut olabildiği törenlerde, tam bir
sessizliğin hüküm sürdüğü bilinir. Sultanların katıldığı tören ve olaylarda
imparatorluk tahtı bu avlunun diğer yanındaki kapının önüne yerleştirilir ve
bir saygı ifadesi olarak tüm katılanlar elleri önlerinde kavuşmuş olarak
dururlardı. Avlunun sol yanında kabinenin toplandığı yönetim bölümü yer alır.
Sarayın tek kulesi de buradadır. Devlet adaletinin bu divanda dağıtılmasından
dolayı buraya Adalet Kulesi denilir. Bu kuleden bütün İstanbul ve liman
gözetlenebilir. Kulenin tek girişi harem kısmında bulunmaktadır.
Üçüncü avlu
Arz Odası, Saray Okulu, Hırka-i Şerif Dairesi, Üçüncü
Ahmet Kütüphanesi, Ağalar Camisi, Has Oda bu avludadır. Üçüncü avluya Bab-üs Saade
denilen, Ak Hadım Ağaların kontrol altında tuttuğu, ancak özel izni olmayan hiç
kimsenin geçemediği bu kapıdan, Sultan’ın özel avlusuna girilir. Saray
Üniversitesi, Taht Odası, Sultan’ın Hazine Dairesi ve Kutsal Emanetler bu
kısımda yer alır. Sultanlar elçi kabullerini Taht Odası’nda yapar, yüksek
devlet memurları ile de burada görüşürlerdi. Giriş karşısındaki taht odası
hizmetkarları, güvenlik nedenleri ile sağır ve dilsiz kimselerden seçilirdi.
Sultan’ın çeşitli, değişik hizmetlerini gören subay rütbeli personel aynı
zamanda saray okulunun ileri gelenleriydi. Avlunun ortasında bulunan 18 yy. III
Ahmet Kütüphanesi Barok üslubunun Türk mimarisine uyumunun tipik örneğidir.
Dördüncü avluda
Bu avluda; Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü,
Sünnet Odası, Hekimbaşı Odası yer almaktadır. Sarayın üçüncü avlusundan
koridorlar ile dördüncü avluya ve bahçeler içindeki pavyonlara geçilir. Burada
sarayın tek ahşap pavyonu, 17. yy. zengin işlemeli ve çinilerle süslü Bağdat ve
Revan köşkleri ve nihayet saraya inşa edilen en son yapı olan Mecidiye Köşkü
yer alır. Köşkün alt katı ziyaretçilere ayrılmış lokantadır. Bağdat Köşkü’nün önündeki
terastan Haliç, Galata, Eski İstanbul'un kubbeler ve minarelerden
oluşan eşsiz manzarası seyredilebilir.
Harem
Osmanlı devlet
teşkilâtında Harem-i Hümâyûn tabiri hem haremi hem de Enderun’u içine alır. Harem;
Enderun padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak
erkeklerin ve kadınların yetiştirildiği eğitim müessesesidir. Ayrıca kadınların
ikametgâhıdır. Bu bakımdan Harem’e yüksek dereceli kadınlar akademisi de
denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi
sistemi bulunmaktadır. Harem’de genç kadınlar askerî/idarî hiyerarşinin
tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitililen mekândır.
Buraya erkeklerin girmesi yasaktır ve bu yasak Hristiyan manastırındakinden çok
daha büyük bir dikkatle uygulanır. Harem 400 kadar
odadan oluşur. (Henry Blunt, A Voyage into the Levant, 1638).
Harem; sanılanın
aksine bir zevk ve eğlence yeri değil, bir eğitim kurumudur. Buradan yetişen
kızlardan en zeki ve güzel olanı padişahla evlenirken, diğerleri de yüksek
düzeyli devlet adamlarıyla evlendirilirdi. www.alasayvan.net/ Bu yüzden de devlet ileri gelenlerinin
çoğu kızlarını Harem’e vermek için birbirleriyle yarışırlardı. Ancak bunu
başaranlar oldukça azdı. Çünkü Harem’e alınacaklar sıkı bir sınavdan
geçirilirdi. Harem eğitiminin süresi üç yıldır. Burada
eğitilen kızlar bürokratlarla, paşalarla ve saray personeliyle evlendirilirlerdi.
II. Murat’a kadar Osmanlı’da bir harem teşkilatı yoktu. Osmanlı
padişahları ya kendi çevrelerindeki kızlarla ya da savaştıkları kralların
kızlarıyla evlendiler. Harem ve Enderun Mektebi İstanbul’un fethinden sonra
Fatih Sultan Mehmet tarafından kuruldu.
Fatih Harem’i
niçin kurdu?
Harem’in Türk geleneklerinde yer almamasına rağmen Fatih
tarafından kurulmasının başlıca nedeni güvenlik ve devlet sırlarının açığa
çıkmasını engellemekti. Fatih’e kadar Osmanlı padişahları ya kendi çevrelerindeki
kızlar, ya beylerin kızları ya da savaştıkları kralların kızlarıyla
evlenirlerdi. Özellikle yabancı kralların kızları her ne kadar Müslüman olup
Osmanlı kültürünü benimseseler de devlet için sıkıntı olacak çalışmalar
yapabiliyorlardı. Bu nedenle de kendi ülkelerine çoğu zaman açık ve gizli
mektuplar gönderiyor, devlet güvenliğini tehlikeye düşürüyorlardı. Saray
dışından evlenmek ise tebadan bir aileyi saraya katmak anlamına geliyordu.
Osmanlı padişahları bunun da devlet güvenliği açısından sakıncalı olduğunu
gördüler. Bilinenin aksine padişahlar
Harem’de istediği her kadınla birlikte olamazdı. Doğru kaynaklar, Harem’in
kılık kıyafete ve adaba çok önem veren bir yer olduğu bilgisini veriyor.
Haremde genellikle çıplak vakit geçiriyor gibi resmedilen kadınlar, Batı
edebiyatının hayalgücünden başka bir şey değildir. Harem kapısında “Ey iman
edenler! Size ait olmayan evlere izinsiz girmeyiniz!”(Nur 27) yazar. Haremde; okuma-yazma, edebiyat, tarih, yeterince dini bilgi, dikiş-nakış, sofra
hizmeti, musiki ve raks öğretilirdi. İçlerinde hattat olanlar hatta Hürrem
Sultan gibi şaire olanlar da vardı.
Silah koleksiyonu ve divan odası
Geniş saçaklı 'Divân-ı Hümayûn' bölümünün yanındaki
büyük yapı devlet hazinesi idi. 8 kubbeli bina eski silahların modern biçimde sergilendiği
zengin bir koleksiyondur. Sultanların kullandığı zırh ve silahlarla, saray ve
ordu mensuplarının değişik çağlarda kullandıkları silahlar, diğer ülkelerden
ele geçirilenlerle birlikte teşhir ediliyorlar...
Hükümet üyelerine tahsis edilmiş Divân bölümü yanında
sarayın tek kulesi Adalet Kulesi yükselir. Divan toplantıları Sadrazam
başkanlığında vezirler ve katipler ile yapılırdı. Sultanlar toplantıya
katılmazdı, ancak istedikleri zaman duvarda harem bölümüne açılan yüksek, perde
ile kapalı bir pencereden toplantıyı dinleyebilirdi. Elçi kabullerinde ziyafet
sofrası bu salonda kurulurdu.
Mutfaklar ve porselen koleksiyonu
İkinci avlunun sağ tarafında saray mutfaklarını
görüyorsunuz. Sarayda mevcudu 12.000'i geçen Çin ve Japon porselenlerinin 2500
kadarı bu bölümde sergilenmektedir. Buranın mutfak olarak kullanıldığı günlerde
sayıları 1000'i geçen aşçı ve yardımcıları, sarayın değişik bölümlerine tahsis
edilmiş yemekleri pişirip, gönderirlerdi. Günümüzdeki porselen teşhiri
kronolojik ve modern bir sergidir. Dünyanın en zengin koleksiyonunun seçilmiş
parçalarıdır. Mutfakların bir bölümü eskisi gibi muhafaza edilmiş, diğer
bölümünde de İstanbul işi porselen eşya ve cam işi teşhire sunulmuştur. Ayrı
bir bölümde gümüş eşya ve Avrupa porselenleri koleksiyonu yer alır. Mavi
beyazlar, tek ve çok renkli porselen teşhirleri, Japon porselen salonu ile
nihayetlenir. Helvahane bölümünde bugün günlük yaşamda kullanılan madeni
kapkacak, kahve takımları, tombaklar(altın, civa
karışımı ile harmanlanmış bakır eşya) sergilenmektedir.
Elbiseler
Avlunun sağ yan bölümünde teşhir edilen sultan
elbiseleri koleksiyonunun, dünyada bir benzeri yoktur. Özel saray
tezgahlarında, elde yapılmış kumaşlardan dikilen elbiseler 15. yy.dan beri
itina ile bohçalanıp, özel sandıklarda saklanmış olup tamamı 2500 kadardır.
İpek, altın ve gümüş simlerle işlenmiş elbiseler yanında, Türk Sanatının
şaheserleri olan Sultanların kullandığı ipek halı, özel seccade örnekleri de
teşhir edilmektedir.
Hazine
Topkapı Sarayı Müzesi’nin hazine koleksiyonu dünyanın
en zengin koleksiyonudur. 4 odada teşhir edilen eserler otantik ve orjinaldir.
Değişik yüzyıllardaki Türk mücevherat işçiliğinin şaheserleri, Uzak-Doğu, Hint
ve Avrupa eserleri ile birlikte seyredenleri büyüler. Hazine Bölümü sergilemesi
2001 yılında modernize edilerek değiştirilmiştir. İlave bir ücret ile
gezilebilen bölümde ilk odada Osmanlı İmparatorluğu’nun değişik çağlarda
kullandığı biri som altın kaplamalı diğeri benzersiz mine ve kıymetli taşlarla
süslenmiş, bir diğeri abanoz ağacı ve üzerine fildişi kakma motifli, bağa üzerine
sedef kakmalı, kıymetli taşlarla süslü dört taht ve sultanların nadide taşlarla
süslü sorguçları, iri taşlı zümrüt askıları yer alır.
İkinci odada Rus-Çin-İran-Hind el işi eserler, devlet
madalyonları sergilenmektedir.
Üçüncü salon vitrinlerini yeşim, tutya ve neceften
yapılma eşsiz eserler süsler. Ayrıca 16 yy. merasim miğferinin yanında, her
biri 48 kg. som altından yapılan iki büyük şamdan vardır.
Saat koleksiyonu bölümü
Kutsal Emanetler’in yanındaki oda, dünyanın en zengin
koleksiyonudur. Giriş sağ tarafında Türk sanatkarlarını saatleri yer alır. Çok
değerli duvar ve masa saatleri, cep saatleri 16-19. yy.lar arası tarihlenir. Saraya
hediye edilmiş değişik markalar. Salonun en büyük saati 3.5 metre boyunda ve 1
metre eninde İngiliz malı olup, içinde bir org vardır. Cep saatleri arasında
Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz'lerin portreli saatleri enteresandır.
Kutsal Emanetler Bölümü
16 yy. Mısır'ın fethini takiben saraya getirilen
İslam'ın kutsal emanetleri o tarihten beri bu bölümde muhafaza edilmektedirler.
Emanetlerin sergilenmesinden önce, bölüm Taht Odası olarak kullanılmıştı.
Kubbeli odaların duvarları çinilerle kaplıdır.
Hz. Muhammed'in
kılıçları, yayı ve değerli bir kutu içerisinde muhafaza edilen hırkası
koleksiyonun önemli parçalarıdır. Odadaki büyük, işlemeli, kubbeli kafes
gümüşten mamuldür. Diğer oda vitrinlerinde Peygamber’in mührü, sakalı, mektup
ve ayak izleri sergilenmektedir. İlk el yazma Kur’anlardan birisi, Kabe'nin
anahtarları, önemli kişilerin kılıçları diğer eserlerden bazılarıdır.
Sultan portreleri galerisi
Kutsal Emanetler bölümü ile hazine arasında, müze
müdüriyetinin bulunduğu sütunlu binadadır. Büyük salonda zaman zaman
değiştirilen sergiler yer alır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde değişik belgeler,
kitaplar, minyatürler, yazı takımları gibi kıymetli eserler bulunmaktadır. Bu
nadide parçalar buradaki salonda zaman içerisinde sergilenir. Salonun balkon
şeklindeki galeri duvarlarında Sultanların yağlı boya tabloları bulunmaktadır.
Tarihî Yarımada ya da Suriçi
Haliç,
İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi
ile çevrili olan; İstanbul şehrinin ilk kurulduğu ve geliştiği bölgeye verilen
addır. Tarihî Yarımada’da ilk yerleşim yeri MÖ. 685 yılında Megara'dan
gelen Yunanlar
tarafından Byzantion
adıyla kurulmuştur. Yarımada, Türkler tarafından fethedildikten sonra Dersaadet
ve İstanbul gibi adlarla anılmıştır.
Bizans döneminden kalma şehir surları yarımadanın batı
sınırını oluşturmaktadır. Osmanlı döneminden bu yana yarımada Suriçi
olarak da adlandırılmaktadır. Bölgenin tarihî yarımada olarak adlandırılmasının
nedeni İstanbul'un en eski yerleşim yeri olmasının yanı sıra, içinde
bulundurduğu sayısız tarihî eserdir. Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalma
onlarca saray, cami, kilise, çeşme, dikiltaş ve konut tarihî yarımadanın
simgeleridir.
Mezar taşları ve semboller
Ağaçlar
Bu hayat ağacıdır. Hayat ağacı, Orta Asya
kökenli bu ağaç en yaygın kullanılan ağaç motiflerinden biridir. Servi ağacı, Elif
harfi gibi uzun ve düz olduğundan vahdetin sembolüdür. Serviler rüzgarda
sallanırken çıkardığı “Hû, Hû” sesiyle Allah’ı zikrettiğine inanılır. Yalnız
Osmanlı’da değil hemen bütün Akdeniz kültürlerinde servi mezarlık ağacı olarak
kullanılmıştır. Hurma ağacı, kabirde yatan kişinin hacı olduğuna işaret eder.
Bol meyveleriyle canlılığı ve bereketi temsil eder. Asma da tıpkı hurma ağacı
gibi bolluk ve bereketi temsil eder.
Çiçekler
Lâle, ebced hesabıyla rakam değeri Allah ve
hilal kelimeleriyle aynı olduğu için kutsiyetine inanılır. Gül, mezar
taşlarında gerek şahide (baş) taşlarında gerekse ayak taşlarında ve başlıklarda
sıkça kullanılır. Hz. Peygamber’in remzidir.
Meyveler
Meyve ölümsüzlüğün sembolüdür. Zira dünya
hayatının meyvesi ebedi cennet hayatıdır. Meyve geleceğin tohumunu da
bünyesinde barındırır. Mezar taşlarında meyve tabağı içinde yer alan nar,
armut, incir, üzüm, erik, kayısı, ceviz, limon, hurma gibi meyveler hayatı,
bolluğu ve bereketi temsil ederler. Bitkisel motiflerin dışında kullanılan bazı
sembolleri ise şöyle sıralayabiliriz.
Kandil: Anadolu mezar taşlarında çok görülen
bu motif, ölünün yolunu aydınlatıcı
olarak düşünülmüştür.
Geometrik motifler, kökü Orta Asya’ya
bağlanan bu motifler kendi içlerinde sonsuzluk ve süreklilik gösterdikleri için
Allah’ı hatırlatır.
Hançer
Hançer motifi dünyayla ahireti birbirinden
ayıran ölümü tasvir etmektedir. Eğer çocuk mezarları üzerinde görülürse bu genç
yaşta hayattan ayrıldığını sembolize eder. Kadın mezar taşları ve bilhassa
şahideleri, erkek mezar taşlarından daha süslü ve çarpıcıdır. Stilize çiçek
motifleri tazeliklerinden hâlâ bir şey kaybetmemiştir. Lale, gül, karanfil gibi
çiçekler hanım mezarlarında erkek mezar taşlarına nazaran daha zarif stilize
edilmiştir. Yüzük, kolye, broş, bilezik gibi ziynet eşyaları hanımların
taşlarını hayattaymışçasına süslemektedir.
Osmanlı devletinde özellikle 18. asrın sonu
19. asrın başı itibariyle moda olan Batı tarzı sanat anlayışı, kitap süsleme
sanatlarından mimariye, musikiden mezar taşlarına kadar her alanda etkili
olmuştur.
Eyup Sultan’da bulunan Mezar
taşları başlı başına bir tarih. Sanki açık hava müzesi. Maalesef bilinçsiz
hazire temizlikleri ve iklim şartları sebebiyle o güzelim taşlar tahrip olmuş,
atmosfere salınan egzoz ve sanayi gazları taşları karartmış. Zamanın örselediği taşlar erimeye başlamış ve
okunamaz hale gelmiş. Zaten atalarının mezar taşlarını okuyamayan bir milletiz.
Dileğimiz,
yetkililerin daha duyarlı olması, hiç değilse elde kalanları doğru muhafaza
etmeye yönelik çalışmaları acilen yapmasıdır. Büyük bir medeniyetten geriye
kalanları korumak, bu topraklarda yaşayanlar için bir ödevdir.
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder