1 Ağustos 2025 Cuma

LOZAN II

LOZAN: KAZANAN OSMANLI, İMZALAYAN BAŞKASI (II) Rüştü Kam – 31.07.2025 Kurtuluş Savaşı kazanılmıştı. Düşman Anadolu’dan atılmış, cephelerde zafer elde edilmişti. Ancak barış masasına oturulduğunda karşımızda yine aynı devletler vardı: İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan… Savaşta mağlup ettiğimiz bu güçlerle, sanki eşitmişiz gibi masaya oturduk. Ve o masa, zaferin değil, teslimiyetin masasıydı. Sanki zaferin sahibi biz değilmişiz gibi, mağlup ettiğimiz devletlerle eşit şartlarda müzakere masasına oturduk. O masa, bir galibiyetin taçlandığı yer değil; kazanılmış bir savaşın siyaseten geri verildiği bir teslimiyet masasıydı. Evet bu masa iyi kamufle edilmiş bir hezimet masasıydı. Çünkü o antlaşmayla biz sadece toprak kaybetmedik; hukukî devamlılık da kesintiye uğradı. Osmanlı Devleti Kurtuluş Savaşı'nı veren taraftı, Başkomutan hâlâ Padişahtı. Kutü’l-Amâre’de 12 bin İngiliz esir alınmış, Anadolu’da Yunan ordusu denize dökülmüştü. Ancak masaya oturan heyet, bu zaferi sahiplenmek yerine, yeni bir devlet adına imza attı. Osmanlı'nın mührü yoktu o anlaşmada, Meclis-i Mebusan dağıtılmıştı, Padişah devre dışı bırakılmıştı. Hukuken Osmanlı devleti hâlâ varlığını sürdürürken, Lozan'da konuşan Osmanlı değil başka bir yapıydı. Lozan, işte tam da bu kırılmanın adıdır. Padişah’a ihanet…! 600 sene dünyaya adaletle hükmeden Osmanlı’ya ihanet…! Lozan, Sevr’in alternatifi değildir. Sevr’in makyajlanmış versiyonudur. Musul Masada Kaybedildi, Yanında Kerkük'ü de Götürdü Lozan’daki en büyük kırılmalardan biri de Musul’dur. Musul’dan vazgeçtik, çünkü masada bizi temsil edenler vazgeçmek üzere görevlendirilmişti. İngiltere, savaşacak durumda değildi. Kutü’l-Amâre’de ağır bir hezimet yaşamış, Anadolu’daki direnişe boyun eğmişti. Ancak masa başında zaferini geri aldı. Lozan’da Musul görüşmeleri ertelendi. Daha sonra mesele Milletler Cemiyeti’ne havale edildi. Sonuç: İngiltere kazandı. Neden? Çünkü o günkü heyet, kendi milletinin haklarına değil, Batı’nın çizdiği sınırlara sadakat gösterdi. Musul’la birlikte Kerkük’teki Türkmen coğrafyası da gözden çıkarıldı. Böylece sadece petrol değil, bin yıllık kültürel hafıza da kaybedildi. Lozan sadece bir haritadan ibaret değildir. Lozan, bir milletin ve bir imparatorluğun jeopolitik olarak daraltılmasıdır. Bu antlaşmayla yalnızca Musul, Kerkük, 12 Ada kaybedilmedi; Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan stratejik etki alanı da tasfiye edildi. Kurtuluş Savaşı'nı cephede kazandık, düşmanı Anadolu'dan kovduk. Ama mesele sadece savaş meydanında bitmemiş. Asıl oyun, diplomasi masasında kurulmuştu. Sahada hezimete uğrayan İngiltere, masada bütün kartlarını yeniden dağıttı. Ve biz, maalesef o masada zaferin değil, teslimiyetin temsilcisi olduk. Lozan’da Musul meselesi doğrudan çözülmedi. Görüşmeler ertelendi, İngiltere’nin talebiyle konu Milletler Cemiyeti’ne havale edildi. O cemiyet ki, dönemin emperyal güçlerinin oyun sahasıydı. İngiltere’nin kendi eliyle kurduğu, kendi eliyle yönettiği bir masa… O masada Türkiye'nin temsilcileri Musul için ne ağırlık koyabildi ne de direnç gösterebildi. Netice mi? 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul resmen kaybedildi. Musul’un ertelenmesi, zaman kazanmak ve Türkiye’yi yalnız bırakmak için uygulanan bir taktikti. Başarılı da oldu. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, bu süreci şu cümleyle özetler: “Savaşı kaybettik, ama masada istediklerimizi aldık.” Ama mesele sadece Musul değildi. Çünkü Musul giderse, Kerkük de giderdi. Gitti de… Bu iki şehir, Osmanlı döneminde aynı vilayetin parçalarıydı. Birbirinden koparılamazdı. Ama koparıldı. Kerkük, o gün İngiliz oyununa gelen heyet tarafından Türkiye haritasından çıkarıldı. Bugün orada hâlâ Türkmen kanı akıyor. Sormak gerekiyor: Niçin vazgeçtik? Neden direnmedik? Çünkü Musul’dan vazgeçmek üzere masaya oturtulmuştuk. Çünkü diplomasi heyetimizin omzunda Misak-ı Millî değil, Batı’nın çizdiği sınırlar vardı. Çünkü İngiltere sahada yenildiği Türk milletine masada galip gelmişti. Musul sadece bir toprak değil, bir akıldır. Musul, stratejik derinliğin, coğrafi iradenin ve tarihî sadakatin adıdır. Musul gidince ne kaybettik, sorusu hâlâ yeterince ciddi bir şekilde sorulmuş değildir. Soranlar oldu elbet ama cevabını alamadılar, hâlâ da alamıyorlar. Lozan’ı zafer diye anlatanlar, Musul’un kaybını küçük bir ayrıntı gibi gösterir. Oysa bu ayrıntı, yüz yıl sürecek bir travmanın kapısını aralamıştır. Çünkü Musul kaybedilince Kerkük de gitti. Kerkük gidince Türk'ün gözyaşı hiç dinmedi. Masada susanlar, sahada konuşanlara ihanet etti Lozan’da Musul’un kaybı bir coğrafya parçasının el değiştirmesinden ibaret değildi. Bu, Anadolu’nun kaderini belirleyen stratejik bir kopuştu. Çünkü Musul ve Kerkük, hem tarihî hem demografik hem de stratejik olarak Türk toprağıydı. Musul ve Kerkük, 1517’den itibaren Osmanlı vilayetiydi. Neredeyse dört asır boyunca, Osmanlı sancağı orada dalgalandı. Türkmenler, Araplar ve Kürtler birlikte yaşadı ama idare merkezi hep İstanbul’du. Lozan görüşmeleri sırasında da bu tarihî aidiyet çok ama çok netti. İlginçtir: İngiltere, bölgeyi işgal ettiğinde daha Mondros imzalanmamıştı. 30 Ekim 1918’de ateşkes yürürlüğe girdi, ama İngiliz ordusu Musul’a 3 Kasım’da girdi. Bu açıkça savaş hukukuna aykırı bir işgaldir. Buna rağmen bu ihlal Lozan’da gündeme getirilmedi. İşgale göz yumuldu. ,Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu bu konuda şunları söylüyor: “Musul, Mondros’tan sonra işgal edilmiştir. Bu, İngiltere’nin haksız fiilidir. Türkiye’nin Musul üzerinde tarihî ve hukuki hakları devam etmektedir.” Nüfusun Ekseriyeti Türk’tü Musul ve Kerkük vilayetlerinde Türkmenler ve Müslüman Araplar nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. İngiliz arşivleri bile bunu inkâr etmiyor. Lozan heyeti bu fiili durumu bildiği için dilinin ucuyla halkoyuna gidilmesini istedi, istedi istemesine de bu isteğinin üzerine ısrarla gitmedi. İngilizler de bu isteği duymazdan geldi. Kulak arkası etti. Çünkü o da biliyordu halka gidilseydi istenen sonuç çıkmayacaktı. Rıza Nur, itirazını yaptı ama heyet bu itiraza kulak vermedi. Rıza Nur bu gerçeği hatıratında şu ifadelerle dile getirir: “Orada Türkmen çocukları bizim marşımızı okuyarak büyüyordu. Onları İngiliz’e nasıl terk ederiz?” Musul Petrolü, Türkiye’nin Geleceğiydi Musul yalnızca tarihî ve etnik bir mesele değildi. Orada yaklaşık 2 milyar varil petrol rezervi vardı. O dönemde Osmanlı borçlarının ödenmesi, sanayileşme, eğitim reformu gibi tüm projeler bu kaynaklarla mümkün olabilirdi. Ancak Türkiye, bu imkânı da elinin tersiyle itti, masada bıraktı. Meşruiyeti olmayan heyetin bu ferasetsizliğini fırsat bilen İngiltere ne yaptı? Musul’u Irak’a bağlayıverdi, Irak’ı da mandası hâline getirince fiilen petrolün üzerine oturuverdi. Sonra 1926 Ankara Antlaşması'yla ayıp olmasın diye Türkiye'ye “sus payı” verildi: Bu antlaşmanın 3. maddesi uyarınca, Irak petrol gelirlerinin %10’u, 25 yıl süreyle Türkiye’ye aktarılacaktı. Ne Oldu? Antlaşma imzalandıktan sonra, Türkiye bu %10’luk payı 1926’dan itibaren sadece üç yıl (1926, 1927, 1928) boyunca aldı. Ardından, 1928 yılında yapılan anlaşma ile İngiltere, Türkiye’ye tek seferlik £ 500.000 (500 bin sterlin) ödeme yaptı. Bunun karşılığında Türkiye, Musul petrolleri üzerindeki tüm gelecekteki haklarından vazgeçti. Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci bu kon uda şöyle der: “Türkiye, Musul’dan sadece toprağını değil, ekonomik kalkınmasının temellerini kaybetmiştir. Bu, uzun vadeli bir teslimiyettir.” Kurtuluşu Osmanlı Sağladı, Ama Masaya O Oturmadı Kurtuluş Savaşı boyunca, hâlâ resmî devlet yapısı olarak Osmanlı Devleti vardı. Başkomutanlık Padişahtaydı. Anadolu’daki direniş, Osmanlı ordusunun mirası üzerine bina edilmişti. Kutü’l-Amâre'de alınan zafer, Saray’ın iradesiyle, imkanlarıyla ve ordusuyla gerçekleşmişti. Peki, bu ordu kimin adına savaştı? Lozan’da hangi tüzel kişilik temsil edildi? Ankara delegasyonu, millet adına değil, İngilizler tarafından tespit edilen bazı kişiler adına hareket etti. Heyet galip Devletin mührüyle oturmadı masaya, fiilî durumu hukukileştirme telaşıyla oturdu. Prof. Dr. Mustafa Budak bu konuda şöyle der: “Lozan heyeti uluslararası hukuk bakımından tartışmalı bir temsil gücüne sahipti. Osmanlı henüz resmen feshedilmemişti. Bu, anlaşmanın temel zaafıdır.” Ankara’nın Meşruiyeti İnşa Sürecindeydi 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmemişti. Henüz rejim tartışmaları sürüyordu. Dahası, Lozan’a giden heyet Meclis onayıyla değil, dar bir çerçevede belirlendi. İsmet Paşa'nın heyet için uygun isim olmadığı tartışmaları devam ediyordu. Ayrıca Lozan’da nelerden taviz verilmeyeceğinin tartışmaları da devam ediyordu. Rıza Nur bu konuda şunları söyler: “İsmet, Meclis’in kararlarını hiçe saydı. Kendi iradesiyle müzakere etti. Lozan heyeti millî iradenin değil, küçük bir zümrenin temsilcisiydi.” Milletin Onayı Alınmadı, Halktan Gizlendi Lozan Anlaşması, Padişah’a rağmen, millete rağmen imzalanmadı. Müzakere süreci şeffaf değildi. Gazetelerde sansür vardı. Musul’un kaybedildiği, kapitülasyonların geri döndüğü ya da azınlıklara verilen hakların boyutu halktan gizlendi. Halkın bilgisi yoktu, rızası alınmadı. Tarihçi Dr. Mehmet Çelik bu konuda şöyle der: “Lozan’da yapılan, bir devletin halkına rağmen yeniden tasarlanmasıdır. Bu bir halk sözleşmesi değil, elitlerin mutabakatıdır.” Sonuç? Lozan, bir hukuk ihlalidir. Bir imparatorluğun tasfiyesidir. Halkın, Meclis-i Mebûsan’ın ve Padişah’ın onayı alınmadan, hukuki meşruiyetten yoksun biçimde gerçekleştirilmiştir. Lozan milletin zihninde haritaların yeniden çizildiği, hafızaların törpülendiği bir travmadır. Bugün Kıbrıs’ta, Ege’de, Kerkük’te yaşadığımız her gerilim; aslında o masada dile getirilmemiş bir cümlenin yankısıdır. Eğer bir millet, zaferi cephede kazanır ve de masada kaybederse; o milletin kaderini silahlar değil, kalemler belirler. Lozan’da öyle olmuştur. İşte bu yüzden Lozan, yalnızca tarihin değil; siyasetin, stratejinin ve millet aklının da bir sınavıdır. Bugün hâlâ bazı çevreler Lozan’a övgüyle yaklaşır: “Bağımsızlığımızın belgesi”, “Yeni Türkiye’nin tapusu” gibi... Oysa gerçek şu: Lozan, yeni rejimin meşruiyet belgesi değildir; tam tersine, o rejimi kuran kadronun Osmanlı’dan bağımsız olduğunu ispat etme çabasıdır. Çünkü bu kadrolar bilir ki, Osmanlı’dan gelen bir hukukî meşruiyetleri yoktur. Saltanatı devredışı bırakmışlar ama anayasal bir geçiş sağlamamışlardır. Lozan, bu boşluğu kapatmak için Batı’ya verilmiş bir sadakat belgesidir. Yani bir “tapu” değil, bir “tavizname”dir. O gün sustuklarımız, bugün çözemediklerimizdir. Tarih, sadece geçmişi anlatmaz; geleceği de şekillendirir. Bekleyip göreceğiz… Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder