1 Aralık 2025 Pazartesi
GURBETİN İÇİNDE GURBETİ YAŞAMAK
GURBETİN İÇİNDE GURBET: SEVGİ KADAR UZAK, YALNIZLIK KADAR YAKIN
Rüştü Kam – 13 Kasım 2025
-İnsanın en büyük gurbiyeti bazen memleketinden değil, kendi kalbinden uzak düşmesidir-
Bazen geceler kabus gibi çöküyor insanın üzerine. Şehir uykuda ama ışıkları sönmüyor. Camdan dışarı baktığında, sanki her pencerede bir yalnızlık nöbet tutuyor. İnsan kalabalığın içinde kaybolmaya alışıyor. Sesler, arabalar, ışıklar… Hepsi birer yankı sadece. Gerçek bir ses arıyor insan; yüreğine dokunan, onu anlayan bir ses. Ama şehir, duygulara fazla yer bırakmıyor. Her şey hızlı, her şey geçici. Hüzün bile fazla kalamıyor insanda, hemen bir sonraki gündeme karışıyor.
Yine de bazı sesler var ki, insanı geçmişin içli bir anına götürüyor. Arabesk mesela… Kimileri küçümser, ama o şarkılarda bir hakikat saklıdır. Çünkü o ezgiler, içini bastıramayan insanların duasıdır. Müslüm’ün Usta’sına seslenişi, Kıvırcık Ali’nin sitemi, teselli isteyen Orhan Baba’nın sessiz isyanı, Ferdi Tayfur’un çeşme başındaki bekleyişi… Onlar, şehirde kaybolmuş kalplerin tercümanıdırlar. Arabesk hem dinlenir hem de dinlendirir; çünkü insana “yalnız değilsin” der bir bakıma. Hüzün paylaşıldıkça çoğalmaz, aksine onlar sayesinde hafifler.
Arabesk sadece bir müzik değildir aslında; bir iç döküş biçimi, bir isyanın içe atılmış hâlidir. Dinlenmez mi hiç? Dinleniyor işte… Hem dinleniyor hem de dinlendiriyor. Çünkü o nağmelerde insan kendi acısının yankısını buluyor. Bu dünya zaten bir gurbet; insan, doğduğu günden beri ayrılığın içinde yaşıyor. Bir de gurbet içinde gurbet var: Hasretle yoğrulmuş hayatlar, uzaklarda kalmış sevdalar, dönüşü olamayan yollar...
Yalnızlık Allah’a mahsustur derler ya, doğru derler. Çünkü insan ne kadar güçlü görünse de aslında etrafında, yanında hep bir ses, bir nefes, bir sıcaklık arar.
Bu koca şehirde, Berlin’de herkes bir telaşın içinde, bir şeyler arıyor. Aslında aradığı kendisidir. Kendisini aradığının farkında bile değildir. İnsan ilgi istiyor. O, ilgisizliğin ortasında sessizce soluk almaya çalışıyor. İlgi görmeyen ruh, güneşsiz bitkiye benzer; bir süre daha yaşar, ama içten içe kurur. O yüzden insan, sadece sevilmek değil, fark edilmek ister. Görülmek, duyulmak, anlaşılmak ister. Maddî aşk bedene sığınır, ama ilgi aşkı ruha dokunur. Birinin “seni hissediyorum” deyişi bazen binlerce kelimeden değerlidir.
Belki de modern yalnızlık dediğimiz şey, tam olarak budur. Herkes birbirine yakın, ama kimse birbirine ait değil. Parmak uçlarıyla yazıyor insanlar, ama kalpler susuyor. Sevgi, emek isteyen bir kelimeydi geçmişte; şimdi bildirime indirgendi. Artık kimse Mecnun gibi çöllere düşmüyor, çünkü çöl insanın içindedir artık. Ferhat dağları delmiyor, çünkü günümüzde dağ denilen sevgiliyle aradaki mesafedir. Ama Yunus’un arayışı hâlâ geçerlidir: “Yolu aşk olanın menzili Allah’tır.”
İnsan sevdiklerinden ayrılır bazen ölümle, bazen mesafeyle, bazen de mecburiyetle. Rızık peşinde koşarken savrulur uzak diyarlara. “Üç günlük dünya” der, ama içinde bir ömürlük özlem taşır. Şehirde herkes gülüyor gibi görünür, ama kimbilir kaç kişi ağlamayı unutmuştur. Ve bazen insanın en sessiz hâli, en gürültülü çığlığıdır.
Olacak olan olur, olanlar zaten olacak olanlardır, deriz. Aslında bu cümlede bile bir teslimiyet değil, bir yorgunluk vardır. İnsan kabullenir; çünkü başka çaresi yoktur. Fakat bu kabullenişin içinde ince bir bilgelik de vardır: “Her şey fanidir, ama sevgi bakidir.” Belki de asıl olan, kaybettiklerimize rağmen içimizdeki sevgiyi canlı tutabilmektir. Çünkü sevmek, hâlâ bu çağda insan kalabilmenin en güçlü direnişidir.
Sonunda anlar insan: Hayatın anlamı ne büyük hedeflerde ne de parlayan ışıklardadır. Hayat, birinin seni anladığı bir bakışta, bir şarkının seni ağlattığı bir kelimede ya da hiç tanımadığın birinin gülümsemesinde saklıdır. Arabesk de bunu anlatır aslında: Bir yara, bir özlem ve aynı zamanda bir direniştir arabesk. Hüzün bazen insanı yıkan değil, insan eden şeydir. Arabesk bunu sağlar.
Belki de en hakiki huzur, gurbetin ortasında bile kalbini diri tutabilmektir. İnsan, içindeki sevgiyi koruyabildiği-yaşatabildiği sürece, hiçbir yer tam anlamıyla gurbet değildir.
Belki de insanın sınavı budur: Kırılmadan, yıkılmadan hem ağlayıp hem gülmeyi hem kaybedip hem sevmeyi öğrenmek. Belki de en büyük erdem, gurbetin içinde bile gönül evini diri tutabilmektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder