1 Aralık 2025 Pazartesi

TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ "KÜLTÜR GEZİSİ" ÇERÇEVESİNDE BATI KARADENİZ ZONGULDAK

ZONGULDAK TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ "KÜLTÜR GEZİSİ" ÇERÇEVESİNDE BATI KARADENİZ DEDİ VE ZONGULDAK'A DA UĞRADI RÜSTÜ KAM 2015 “Zonguldak ve çevresinin tarihi Hititlerle başlar. Anadolu’da ilk siyasî birliği kuran Hitit İmparatorluğu, bu bölgeyi de sınırları içine dâhil eder; bu devirde bölge “Palla” adıyla anılır. Hititlerden sonra Frigyalılar, Lidyalılar, Persler ve Makedonya Kralı İskender bölgeye hâkim olur. Yıldırım Bâyezîd Han’ın 1402 Ankara Savaşı’nda Timûr Han’a yenilmesinin ardından Osmanlı Devleti “Fetret Devri” diye anılan sıkıntılı bir döneme girer; taht kavgaları sebebiyle neredeyse parçalanmanın eşiğine gelir. Çelebi Sultan Mehmed Han büyük güçlüklerle birliği yeniden tesis eder. Fetret Devri’nin ardından devlet eski kudretine kavuşur; seferler ve genişleme süreci başlar, bu bölge de Osmanlı hâkimiyetine girer. Osmanlı devrinde bölge halkı, büyük ölçüde istilâ ve savaşlardan uzak kalır; bölge tarihi bu dönemde kayda değer bir vakaya sahne olmaz. On dokuzuncu asrın başlarında gemilerde buhar gücü kullanılmaya başlanır; buharın kaynağı kömürdür. Ticaret ve savaş gemileri buharla çalışırken, henüz Osmanlı topraklarında maden kömürü bulunamamıştır. Bunun üzerine Sultan II. Mahmud, bir fermanla imparatorluk dâhilinde kömür arama seferberliği başlatır; kömür bulanlara mükâfat vaad eder. Orduda askerlere maden kömürü tanıtılır; terhislerinde memleketlerinde bu madeni aramaları öğütlenir. Kara Elmas (Kömür) 1829 senesinde Ereğli’nin Kestanelik köyünde oturan Uzun Mehmed, bir gün deniz kenarına iner. Fırtına çıkınca “Limancık” denilen kuytu bir köşeye sığınır ve ısınmak için ateş yakar. Az sonra ateşin etrafındaki siyah taşların kor hâline geldiğini görünce, askerde öğrendiklerine benzeterek “Buldum, kömürü buldum!” diye haykırmaya başlar. Oradan bir küfe dolusu kömürü sırtına yükleyip Alaplı yoluyla İstanbul’a gidert. İlgililere başvurur; yapılan incelemede bunun aranılan maden kömürü olduğu anlaşılır. Padişah fermanıyla Uzun Mehmed’e 30 altın mükâfat ve ölünceye kadar aylık 6 altın maaş bağlanır. 1848 tarihli Havza-i Fahmiyye uygulamaları ile 1865 Dilâver Paşa Nizamnâmesi, havzadaki üretim ve işleyişe esas teşkil eder. Böylece Zonguldak ve çevresi, sanayi çağında Osmanlı’nın mühim bir kömür havzası hâline gelir. Kömür madeni sayesinde Zonguldak giderek gelişir; Cumhuriyet devrinde en hızlı büyüyen şehirlerden biri olur. Ereğli Demir ve Çelik Tesisleri’nin kurulmasıyla dakalkınma ivme kazanır. Cumhuriyet döneminde il statüsü kazanan Zonguldak, demiryolu ile Ankara’ya bağlanır.” Kömür Yıkama Tesisi(Lavvar) Zonguldak’taki harabe durumundaki eski kömür yıkama tesisleri (lavvar), “tarihî eser” gerekçesiyle koruma altına alınmış. 1957’de Fransızlar tarafından inşa edilen bu tesisler, 200 dönümlük bir arazi üzerine kuruluymuş ve bugün âtıl vaziyette duruyor. Kapatılmış maden ocaklarını dışarıdan gördük; o hâliyle ürkütücü. Ocağın çökmesiyle yaşanan ölümleri hatırlamamız, bu tedirginliğin sebebi olabilir. Ana cadde üzerinde kömür yıkama kuleleri var; onlara lavvar deniyor. Öylece, birer ucube gibi ortada duruyorlar. “Tarihî eser” diye koruma altına alınmışlar; doğru da yapmışlar, bize göre de tarihî eserler. Zonguldak’ın kaderini değiştiren yapılar bunlar. Tarihî eser olması için ille de ev, cami, köprü ya da kervansaray olmak gerekmiyor. Evet, tarihî eserler; ama böyle terk edilmiş hâlde ortalık yerde kalmaları şehrin siluetini de bozuyor. Oysa lavvarlar, bilinçli bir restorasyonla çok güzel birer restoran veya kahvehane olarak düzenlenebilir, şehrin görünümüne yeni bir soluk katabilir. Tesisler kütüphaneye dönüştürülebilir, kültürel etkinliklere ayrılabilir, restoran hâline getirilebilir ya da kadınlar için el işi eğitim merkezi olarak değerlendirilebilir. Yanlara merdivenler veya asansörler kurulup üst kotlara çıkış sağlanabilir; yapılar üstten köprülerle birbirine bağlanabilir. Daha neler neler… İstenirse olmayacak şeyler değil bunlar. Ne var ki anladığımız kadarıyla siyaset, Zonguldak için iyi işlerin önüne set çekiyor; Amasra’da da benzer bir anlayışla karşılaşmıştık. İddiaya göre AK Parti hükümeti lavvarları değerlendirmek istiyor; ancak belediye CHP’de olduğu için buna müsaade edilmiyormuş. Taraflar arasındaki çekişme, lavvarlara daha fazla zarar veriyor. Türkiye, siyasî kısır çekişmeler yüzünden maalesef çok şey kaybediyor; yazıktır, günahtır. Zonguldak’ı grupla gezmek mümkün olmadı. Hem rehberimiz hem de görüştüğümüz Zonguldaklılar, şehirde gezilip görülecek pek yer olmadığını söylediler. Grup serbest bırakıldı; kimi otelde istirahate çekildi, kimi şehre indi. Biz de Recai ile takıldık. Recai’nin Zonguldak’ta bir arkadaşı varmış; bizi aldı, kendi arabasıyla kısa bir şehir turu yaptırdı. Zonguldak, tepelerin üzerine kurulu bir şehir; yollar döne döne yükseliyor. Önce Ecevit Üniversitesi’ne gittik. Denize nazır bir tepede yer alıyor; ancak içeri girip gezemedik. Üniversitenin çevresinde düzensiz bir yapılaşma göze çarpıyor: dar sokaklar, akşamüstü olmasına rağmen kalabalık; yürümekte zorlandık. Recai’nin arkadaşı, öğrencilerin dolaştığı bu sokaklar hakkında iç açıcı bilgiler vermedi; Zonguldaklılar da durumdan memnun değilmiş. Bazı binaların temellerinde çöküntüler var. Söylenene göre her yıl yapılarda üç-beş santimetrelik çökmeler yaşanabiliyormuş; çünkü üzerinde gezdiğimiz bu tepelerin altında kömür ocakları varmış — ya da vaktiyle varmış. Fener “Fener” denilen mevkide, deniz fenerine kadar tırmandık. Fener lokalinde çay içip soluklandık; atmosfer hoş. Sonra fenerden Zonguldak’a tepeden baktık: ışıl ışıl bir şehir. Çok güzel görünüyor ama pek canlı değil; sahil kenarında oturacak bir mekân bile bulamadık. Biz nisan ayında oradaydık; “Yazın biraz canlanır,” dediler. Akşam otele döndük. Recai’nin arkadaşına teşekkür ederek ayrıldık; kendisine yanımızdaki Mocca Dergisi’nden de verdik…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder