Mocca Dergisi’ne maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen iş
adamlarını ziyaret ediyorum. Bu ziyaretlerimde bana Ayhan Eşgünoğlu
eşlik ediyor.
İş adamlarımızı iş başında görünce göğsüm kabardı. Firmalarını
büyütmek için gayret sarf eden işadamlarımız var. Bazıları Türkiye’ye de
yatırım yapmaya başlamışlar. İstihdam alanı açmışlar insanımıza. 5 kişi
çalıştıran da var 100 kişi çalıştıran da var. Bu iş yerlerinde
Almanlar da çalışıyor Türkler de. Almanya‘ya
kalifiye eleman kazandırmak için hedeflerine 500 rakamını koyanlar bile
var. 500 kalifiye eleman yetiştirmek kolay bir iş olmasa gerek… Market
zinciri kuran işadamlarımız var. Döner sektörü almış başını gidiyor.
Sevindik, gururlandık.
Randevu alarak gidiyoruz işadamlarımızın mekânına. Güler yüzle
karşılıyorlar bizi. Ziyaret süresince telefonlarını kapatıyorlar. Saygı
görüyoruz. Kucaklaşıyoruz. İkramlar da bulunuyorlar. Mocca Dergisi’ne
katkılarından dolayı teşekkür faslından sonra, konu dönüp dolaşıyor
siyasi ve dini konulara. Aynı görüşleri paylaştığımız işadamlarımızda
var paylaşmadığımız da. Buna rağmen kırıcı olmadan konuşabiliyoruz.
Değişik dünya görüşüne mensup olan işadamlarımız bize, bizler de onlara
saygı gösteriyoruz.
Sonunda konu Berlin’e
geliyor. Eğitim eksikliğinden muzdarip olmayan işadamımız yok.
Sıkıntılı bir konu. Genel olarak gençlerimizin fazla sorumluluk
almamaları, almak istememeleri, hedeflerinin olmayışı, iyi bir meslek
edinmek ve üniversitede okumak gibi heveslerinin olmadığı yönünde fikir
birliği hemen oluşuveriyor. Üniversitede okuyanların da özel olarak
kendilerini yetiştirmek gibi bir çalışma içinde olmadıkları ortak kanı.
Dil konusu da geliyor masaya. Anadilin unutulmaması yönünde uzlaşma
var. Nasıl olacağı konusuna, nasıl yapalım konusuna gelince; çözüm
önerilerinde söyleyecek fazla şeyler bulunamıyor, bulunsa da burada
ayrılıklar hemen başlayıveriyor. Ailenin görevini yeterince yapmadığı,
T.C. Devleti’nin insanına sahip çıkmadığı, sadece konuştuğu hemen ilk
madde olarak söyleniveriyor. İşadamlarına da elbette görevler düştüğü
ancak işadamlarına ciddi projelerle gelinmediği konuşuluyor.
Kurumsallaşmanın çok geç başladığı ve istenilen düzeyde olmadığı,
Berlin’de üniversiteli öğrencilerin istifade edebilecekleri bir yurdun
olmayışı, ilkokuldan liseye kadar hatta üniversiteye kadar eğitim
alanına yatırım yapılmadığı bu konuda oluşmuş toplumsal bir iradenin de
olmadığı konuşuluyor.
Dini konularda sıkıntılar var. Alevi- Sünni kavgası başlıyor gibi. Benden söylenmesi. Dini cemaatlerin bir araya gelerek buradaki meseleleri çözmek için adım atmadıkları konuşuluyor. Camilere, “Cami A.Ş.” diyenler var. Helal ve haram konusunda ise büyük sıkıntılar var. Helal et-Haram et. Cemaatler kendi kasaplarının etlerini helal ilan ederken diğer cemaatin kasabının etini haram ilan ediyormuş. Aslında konu dini olmaktan çıkmış, ekonomik hale gelmiş. Din sosuyla, cemaatler ekonomilerini güçlendirmekle meşgullermiş. Velhasıl yapılacak çok iş var. Nelerin yapılacağı da aşağı-yukarı belli olmuş. Ama, nasıl yapılacağı konusunda problemler var.
Bu arada sevgili Ayhan, Ali ile Hasan’ı hatırlattı bana. Kraliçe Sophie Charlotte’nin hizmetinde bulunan iki Türk esirden bahsetti. Ali ve Hasan adında 20 yaşlarında iki Osmanlı genci bunlar. Üçüncü Viyana kuşatması sırasında esir alınmışlar. Önce Hannover’e sonra da 1684’te ganimet olarak Berlin’e getirilmişler. Berlin’e getirilen iki Osmanlı esir önce vaftiz edilerek Hıristiyanlaştırılmışlar. Daha sonra Christian-Friedrich Aly ve Friedrich Hassan olarak da isimleri değiştirilmiş.
Kraliçe Sophie-Charlotte’nin hizmetinde kısa zamanda hizmetleri ve
sadakatlarıyla sarayda ün salmışlar. Her ikisi de Charlottenburg
sarayına yaklaşık 100 metre uzaklıktaki Schlossstr. 4 ve 6 numaralı
kendilerine ait evde yaşamışlar.
"Konu ile ilgili yazılı bir kitap var bende, eskiciden almıştım" dedi
Ayhan, gittik evine o kitabı aldık. Almanca yazılmış. Seelingerstr. 14
14059 Berlin adresinde bulunan bir dernek yayınlamış. Derneğin adı;
Kiezbündnis Klausenerplatz e.V. , Eigenverlag basmış, basım tarihi 2010.
Gittik o adrese. Bir plaket var. Bu plaket Hasan’ın evinin olduğu
yerde. Bugün orada Kilise var. Plaket kilisenin duvarında. Ali’nin
evinin de 4 numarada olması gerekiyor. Yaşlı bir Alman aileye sorduk.
Ali’nin evini. “Ne o geriye mi alacaksınız Ali’nin evini, geçti o
dönemler avucunuzu yalarsınız.” Dediler. Çok da ciddi söylediler ve de
tonlayarak söylediler.
Berlin’de yaşayan insanımız en azından verilen adrese gidip burada
fotoğraf çekilmelidir. Çünkü daha sonraları Ali ve Hasan o Alman çift
gibi olan, o günkü Almanların gazabına uğruyorlar, evlerini satıyorlar
geçimlerini sağlamak için, ilaç parası almak ve doktora gidebilmek için.
Sonunda sefalet içinde ölüyorlar.
Bilhassa çatı kuruluşu olan derneklerimiz çalışmalar yaparak, Ali
ve Hasan’ın büstlerini oraya diktirmek için çalışma yapmalıdırlar. Bu
vesile ile Berlin’e gelen bu insanlara yapılan kötü muameleler orada her
sene anlatılmalıdır. “Vaftiz” edildikleri ve “isimlerinin
değiştirildiği”, daha sonra “sefalet” içinde öldükleri orada
anlatılmalıdır.
Sonra da Talat Paşa’nın Ermeni komitacı ve suikastçı Soğomon Tehleryan tarafından öldürüldüğü (15 Mart 1921) BERLİN Charlottenburg semtindeki Hardenbergstrasse'ye, evinin önüne gittik. Orayı da fotoğrafladık.
Çatı kuruluşları Talat Paşaya da sahip çıkmalıdırlar. Hatasıyla,
sevabıyla O bir Osmanlı paşasıdır. Oraya da bir anıt diktirmek için
çalışmalar yapılmalıdır. O anıtın önünde, Talat Paşa vesile edilerek
“Birinci Dünya Savaşı” na Osmanlı’nın nasıl sokulduğu, Ermenilerle olan
kavganın asıl sebeplerinin neler olduğu, Talat Paşa’nın “tehcir” emrini
kimden aldığı…, Orada her sene anlatılmalıdır. Anlatılmalıdır ki, genç
nesiller Osmanlı’yı oturması gereken koltuğa oturtsunlar…
Vaftiz belgesi
Sponsorlar ziyaretleri devam edecek.
Rüştü Kam