15 Ekim 2014 Çarşamba

6.BERLİN KURBAN BAYRAMI ŞENLİĞİ/2014

Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de 2009 yılında başlayan “Berlin Kurban Bayramı Şenliği” bu yıl altıncısı gerçekleştirildi.
Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de 2009 yılında başlayan “Berlin Kurban Bayramı Şenliği”nin bu yıl altıncısı gerçekleştirildi.

Berlin İlahiyatçılar Derneği (İL-DE), Türk Alman Merkezi (TDZ), Berlin Veliler Topluluğu (BVT), Hikmet Kütüphanesi (HK), Türk Eğitim Derneği (TED) ortaklaşa düzenlediği şenliğin hamiliğini Neukölln Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky üstlendi.

Türk Eğitim Derneği`nin öncülüğünde düzenlenen “6. Berlin Kurban Bayramı Şenliği’ne T.C. Berlin  Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Rafet Okutan, T.C. Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD politikacılarından Raed Saleh, Cansel Kızıltepe, Fritz Felgentreu, çeşitli sivil topluk kurulu başkanları, dernek yöneticileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.



Başkonsolosu Ahmet Başar Şen ve Neukölln Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky yapmış oldukları konuşmalarda Kurban Bayramı’nın Sokak şenliğine dönüştürülmesinin olumlu bir etkinlik olduğuna dikkat çekip, emeği geçenleri tebrik ettiler.

Büyük ve yoğun ilgi gösterilen “Berlin Kurban Bayramı Şenliği” Reuterstrasse’de yapıldı, misafirlere pilav üstünde kurban eti ve ayran, ücretsiz olarak ikram edildi.

Berlin İlahiyatçılar Derneği başkanı Rüştü Kam ise yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Başkonsolosum Sayın Ahmet Başar Şen, Neukölln Belediye Başkanı ve bu şenliğin hamisi Sayın Heinz Buschkowsky, Kıymetli Milletvekilleri, Sivil toplum kuruluşlarının saygıdeğer başkanları, basınımızın kıymetli mensupları ve Berlin halkını temsilen burada bulunan kıymetli misafirler. Vl. Berlin Kurban Bayramı Şenliği tertip heyeti adına hepinize hoş geldiniz diyor, saygılarımı sunuyorum.



Kıymetli misafirler, bizler Berlin İlahiyatçılar derneği, Türk Eğitim derneği, Hikmet Kütüphanesi, Türk Alman Merkezi, Berlin veliler Topluluğu ve Mocca dergisi olarak 2009 yılından beri burada Kurban bayramı şenliği yapıyoruz.
Kurbanlarımızı Berlin‘de kestiriyoruz, etini de kavurma yaparak pilav üstünde ve ayran eşliğinde ücretsiz olarak dağıtıyoruz. Bu dağıtımda, ırk, din, dil ve mezhep ayırımı yapmıyoruz. Kim olursa olsun, ister dinli, isterse dinsiz olsun kapımız insan olan herkese açıktır. Katolik Papaz Kalle Lenz’e huzurunuzda özellikle teşekkür etmek istiyorum: Her sene olduğu gibi bu sene de yine evsiz ve yurtsuzları buraya davet ettiği ve bu şenlikte onlarla birlikte olma, birlikte kurban eti yeme şansını bizlere sunduğu için.

Sevgili misafirler, amacımız birlikte yaşamaktan mutluluk duyduğumuz Berlin halkıyla, güzelliklerimizi, değerlerimizi paylaşmaktır. Kucaklaşmaktır, kaynaşmaktır. İşte bugün burada gördüğümüz manzara amacımıza büyük ölçüde ulaştığımızın kanıtıdır. Allah’a yaklaşmanın yolu samimiyet ve aşktır. Vasıtalar insanlarla olan ilişkilerde bir değer olurlar. Vasıtaların yararları insanlaradır. Allah’a değildir.



Kurbanlarımızı Berlin’in dışında kesmek istemeyişimizin sebebi budur. Berlin’de yaşıyoruz, mali ibadetlerimizi de Berlinlilerle paylaşmak zorundayız. Buyruk böyledir. Yüce Allah’ın arzusu böyledir.

Buyruk doğrultusundaki amacımıza ulaşmak için, bu şenliğe Kurbanlarını vererek katkıda bulunanlara, yapılan masraflara katkı yapanlara, sadece bu şenlik devam etsin diye katkıda bulunan Alman sponsorlarımıza başta QM olmak üzere huzurunuzda hepsine şükranlarımı sunuyorum. Bu sene şenliğin altıncısını yapıyoruz. Artık bundan sonra „Geleneksel Berlin Kurban Bayramı Şenliği“ diye adlandırabiliriz bu şenliği. Bu şenliğin Almanya’da sadece Berlin’in Neukölln ilçesinde yapılıyor olması bir ayrıcalıktır. Başta, Neuköll belediyesinin başkanı Sayın Heinz Busckowsky olmak üzere tüm çalışanlarına huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Şenliğin asayişini sağlayan güvenlik güçlerine de teşekkür ediyorum.



Biz bu şenliği ibadet olduğu için yapıyoruz. Amaç İslâm’ın tanıtımıdır. İslâm hoşgörü dinidir, barış dinidir. Kim İslâm’ın barış mesajına gölge düşürmek isterse biliniz ki, o İslâm’dan değildir.
İslâm teröre müsaade etmez, İslâm öldürmek için değil yaşatmak gelmiştir. Huzuru bozmak için değil bilakis huzuru tesis etmek için gelmiştir. Bu şenlik vesilesiyle, huzurunuzda; adı ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, şekli nasıl olursa olsun tüm terör örgütlerini ve o örgütlere yardım ve yataklık edenleri, en şiddetli şekilde lanetliyorum.
Sevgili konuklar, bizler bilhassa bu ve benzeri faaliyetlerle, Ehl-i Kitabı kucaklamak istiyoruz. Onlarla olan münasebetlerimizi geliştirmek istiyoruz. Bu isteğimiz Kur’an kaynaklıdır, Allah derki;

“Ehl-i kitap içinde, Allah'a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır. Onlar Allah'ın ayetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar. İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır. Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür.” (Al-i İmran, 3/199)

“İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 29/46)

Müminlere sevgi bakımından en çok yakın olanların "Biz Hristiyan’ız" diyenler olduğunu görürsün. Bu böyledir. Çünkü o Hıristiyanlar içinde derin araştırmalar yapan keşişler, kendini Allah'a adamış rahipler vardır. Ve onlar, kibre sapmazlar.“ (Maide, 5/82)

“Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyenlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” (Mümtehine, 60/8)

Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların "ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur" demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah'a karşı yalan söylemektedirler. (Ali İmran Suresi, 75)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (Ali İmran Suresi, 113)

Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Ali İmran Suresi, 114)

Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Ali İmran Suresi, 115)
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir.(Maide 5)

Gerçek şu ki, iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Hristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69)

“Şüphesiz iman edenler; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan kim ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır, iyi bir iş yaparsa elbette onlara, Rab’leri katında mükafat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara 2:62)

Kıymetli misafirler, bizler bayramlarımızı mekanlardan sokaklara taşıdık...!
Alman komşularmızla birlikte Kurban Bayramı’nın tadına varıyoruz...!
Kucaklaşıyoruz...!
Tebrikleşiyoruz...!
Geleneklerimizi çocuklarımıza aktarabilmenin haklı gururunu yaşıyoruz...!

Ne mutlu bizlere ki bugün burada birlikteyiz. Gelecek nesillere ve o nesillere merdiven olan sizlere selam olsun ve bayramınız mübarek olsun.

Seneye “7.Berlin Kurban Bayramında Şenliği’nde buluşmak üzere, hoşça kalın sağlıcakla kalın.”



ha-ber.com / M. Sefa Doğanay / Berlin

11 Ekim 2014 Cumartesi

KURBAN BAYRAMI VE MÜSLÜMANLAR


RÜŞTÜ KAM/BERLİN
Ha-ber.com
Sevgili mü’minler, Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”[1]
Sevgili Peygamberimiz (s) de şöyle buyuruyor:“Birbirinizle ilgiyi kesmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize kin gütmeyin! Birbirinize haset etmeyin! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun!”[2]

Sevgili mü’minler !
İslam âlemi olarak, inanan gönüller olarak bir Kurban Bayramı’nı daha idrak ettik. Ancak sevinemiyoruz. Hüzünlüyüz; çünkü islâm coğrafyasında yangın var, kan var, gözyaşı var. Duamız, İslâm Âlemi üzerinde dolaşan kara bulutların dağılması içindir.
Kurban Bayramı günleri, mü’minlerin tek yürek, tek vücut olması gereken günlerdir. Aynı düşünce, aynı gaye etrafında toplanması gereken günlerdir.
Müslümanlar Hac ibadetini yerine getirmek için Mekke’de tek yürek olmuş gibidirler. Bu birliğin ülkelerine döndüklerinde de devam etmesi, temennimizdir.
Bugünler, Hz. İbrahim’in duasıyla[3]inananların aynı iman ve aynı ruhla mukaddes topraklara geldikleri; tek merkezde, Kâbe’de tavaf ettikleri; tek meydanda, Arafat’ta toplanarak hac farizasını yerine getirdikleri önemli günlerdir. Kurban Bayramı günlerinde biz mü’minler; İbrahimî bir arayışla Rabbimizin lütfettiği nimetlere şükranlarımızın bir ifadesi olarak kurban ibadetini eda ederiz. Hayvan kurbanı ile veya sahip olduğumuz diğer mal varlıklarımızla bu ibadeti yerine getiririz. Fakir fukarayla, Ehl-i İmanla, Ehl-i Kitapla ve diğer din mensuplarıyla kaynaşmak, kucaklaşmak için yaparız bu ibadeti.

Sevgili mü’minler !
Kurban bayramı günlerinde eda edilen hac ve kurban ibadeti anlamlı ibadetlerdir. Mesaj yüklü ibadetlerdir bunlar. Her şeyden önce hac, birlik ve vahdetin göstergesidir. Kurban ise bize, dini sadece Allaha has kılarak O’na teslim olmanın yollarından birini gösterir. İnsan neslinden kanın akıtılmaması gerektiğini ifade eder. Anlamlıdır.
Ancak İslâm âlemi bugün bayramın mana ve ehemmiyetini anlamış değildir. İnsanlar kan ve gözyaşı içinde acı çekmektedir,
Kurban bayramı her yıl mesajını vermektedir. Bu mesajlar güçlü mesajlardır ve çok yönlüdür ve anlamlıdır. Bu güçlü mesajı alacak Müslüman bulmak oldukça zordur. İslâm coğrafyasına baktığımızda mesajın Müslümanlara ulaşmadığını görmek zor değildir.
Oysa Kurban Bayramı’nın bir yüzü ahirete, bir yüzü bu dünyaya, bir yüzü geçmişe, bir yüzü geleceğe dönüktür. Bu özelliği ile Kurban Bayramı Müslümanları eğitmelidir. Kurbanın; Hz. İbrahim’den gelen tarihi arka planı vardır, sosyal adalet açısından verdiği mesaj vardır, nefislerimizin terbiyesi için kendimizde olanı başkasıyla paylaşma buyruğu vardır. Amaç, tüm insanların mutlu ve barış içinde yaşayacağı, bir gelecek inşasıdır.

Sevgili mü’minler !
Kurban, Allah’a teslimiyetin ifadesidir, bu ifade doğrudur. Ancak bugün Müslümanlar bu teslimiyetin neresindedir?
Kurban, bizim gerçek anlamda kardeş olmamıza katkıda bulunan bir ibadettir, bu da doğrudur. Ancak bugün Müslümanlar bu kardeşliğin neresindedir?
Teslimiyet ruhundan, kardeşlik duygusundan uzaklaştıkça, Müslümanların hangi belalarla, hangi fitnelerle, hangi tezgâhlarla karşılaştığı bugün aşikardır. Bu tespit de doğrudur.
Ancak bugün Müslümanlar bu tezgahların, oyunların ne kadar farkındadır?
Müslümanlar, değişik güç odaklarının, mü’minlerin kanı üzerinden nasıl güç devşirdiği, mü’minleri birbirine yakın kılan iman kardeşliğinin zedelenerek nasıl kavgaya, şiddete ve düşmanlığa dönüştürüldüğünün ne kadar farkındadır?
Mü’minler, her türlü fitneye, fitnenin getireceği kargaşaya, huzursuzluk ve felaketlere karşı ne kadar uyanıktır? Mü’minlerin, basiretleri ve ferasetleri ne kadar açıktır? Asıl üzerinde durulması gereken konular bu soruların cevabıdır. Müslümanlar bu soruların cevabını bulma konusunda ne kadar organize olmuşlardır?

Sevgili mü’minler !
Müslümanlar olarak Kurban Bayramı dolayısıyla şüphesiz birbirimizi tebrik edeceğiz. Geçmişi hatırlayacağız, birbirimizle kucaklaşacağız, geleneklerimizi hatırlayacağız, kendimizi bilme ve bulmaya çalışacağız, yardımlaşma ve dayanışma konusunda daha duyarlı olacağız, egoistlikten kurtulacağız, ben değil biz düşüncesiyle hareket edeceğiz. Bu bayram vesilesiyle dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan mazlumları da unutmayacağız.
Bu konudaki hassasiyetimiz imanımızdandır elbet. Ancak kendi bulunduğumuz bilgedeki hizmetleri unutup da uzak hedefler önümüze koyanlara karşı da uyanık olacağız. İstismar etmeyeceğiz, istismar da edilmeyeceğiz.

Sevgili mü’minler !
Kesilen her kurbanlar, akan her kurban kanı; yüzyıllar boyunca Müslümanlar olarak varlığımızı sürdürmek için verdiğimiz kurbanları hatırlatıyorsa, yüreklerimizi bu ateşle yakıyorsa, bu anlamda bize kuvvetli bir ışık oluyorsa onlar kurbandır.
Kesilen kurbanlar; mü’minlerin kanlarının, gözyaşlarının akmasını önlüyorsa, İslâm coğrafyasındaki acıyı dindirmeye vesile oluyorsa, olacaksa o zaman kurbandır.
Kesilen kurbanlar, mü’minleri birlik şuuruna erdiriyorsa veya erdirmeye yönelikse, mümin gönüllerin İslam’ın barış mesajını kavramasına vesile oluyorsa, mü’minlerin, ‘mü’minler ancak kardeştirler’ düsturunca kardeş ve ümmet olma bilincine katkıda bulunuyorsa veya bulunacaksa o zaman kurbandır.
Kesilen kurbanlar mü’minlere; “Ey Resulüm! De ki! “Benim dua ve yakarışlarım, namazım, kurbanım ve diğer tüm ibadetlerim, hayatım yani yaşayış gayem ve ölümüm sadece bütün âlemlerin Rabbi, Yaratıcısı, Yaşatıcısı ve Yöneticisi olan Allah’a kulluk içindir. (Enam 162)” şuurunu verebiliyorsa veya verecekse o zaman kurbandır. Değilse kurban değildir.
Sevgili mü’minler !
Allah’ın emir ve yasaklarına, helal ve haramlarına karşı Hz. Habil’in samimiyeti, İbrahim (a)’in sadakati, oğlu Hz. İsmail (a)’in itirazsız teslimiyeti kurbanlarımızın kabulünün şartıdır.
Hz.Âdem (a) ile başlayan kurban bir sınavdır. Allah yolunda, bize emanet ettiği malımızı ve gerekirse canımızı bile hiç tereddüt etmeden verebileceğimizin sınavıdır. Allah’a yakın bir kul olmanın vesilelerinden biri olan kurban (yakınlaşma), mal ve can emanetine sadakatin sınavıdır.

Sevgili mü’minler !
“Bu kurban ettiğiniz hayvanların, etleri de ve kanları da Allah’a ulaşmaz. Fakat asıl O’na ulaşan, sizin iyi bir kul olabilmek için gösterdiğiniz samimi gayretleriniz, yani takvanızdır. (Hac 37)”
Ayetinin ışığında hareket edenlerin kurbanları Habil’in kurbanı gibi kabul edilecektir, Kabil’in kurbanı gibi yakılmayacaktır!
Kurbanını, çıkarlarına vesile olsun niyetiyle Allah’a adayan Peygamber Adem’in oğlu Kabil’e bile torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmayacaktır. Kimse şuraya –buraya kurban göndermenin gururuyla kendisine pay çıkarmasın. Zira bu asrın Müslüman topluluklarının işlediği suçlar, ilk katil Kabil’in suçundan daha büyüktür.
Kurbanlar ibadeti bu suçların bir daha işlenmemesi için yerine getirilmesi gelen bir ibadettir. İnsanlara et yedirmek için yapılan bir ibadet değildir.
Körü körüne, Batılılaşma adına, İslami değerlerini, kulluk görevlerini, İslam hukuk düzenini, tüm şeytani izmlere kurban eden ve de hâlâ bundan rahatsızlık duymayanların keseceği kurbanlar niçin kabul edilsin ki?
Allah „eti ve kanı bana ulaşmaz“ deyip dururken, isterseniz kurbanlarınızı dünyanın en ücra köşesinde yaşayan insana et yedirmek için kesin. Oraya kadar gidin masraf edin, Allah bu kestiğiniz kurbanı niçin kabul etsin ki?
Kabil, kurbanı reddedilince, kin ve hasedinden kardeşini öldürürken, bugün kardeşlerini acımasızca katlederek aile ocaklarını yakanların kurbanlıkları niçin kabul edilsin ki?
Sevgi ve merhameti nefrete, ilmi cehalete, barışı savaşa, sadakati ihanete, kardeşliği düşmanlığa, doğruluk ve dürüstlüğü yalan ve iftiraya kurban edenlerin kurbanlıkları Allah niçin kabul edilsin ki?
Kurban kelimesiyle aynı manaya gelen akraba ziyaretlerini ve bayramlaşmaları sahillerde, otellerde kurban edenlerin kurbanlıklarını niçin kabul edilsin ki?
Ahlak, edeb ve hayâyı ahlaksızlığa, ticareti sahtekârlığa, hukuk ve adaleti zulüm ve haksızlığa, helalleri haramlara, evlilikleri imam nikahına, metrese kurban eden haramzâdelerin kurbanlıklarını niçin kabul edilsin ki?
Yüz yıllardan beri, kurbanlıklarımız Kabil’in torunlarının bombaları altında yakılıyor! Bu işgaller, bu savaşlar, bu sefaletler niçin ve neden yapılıyor? Hâlâ anlayamıyor muyuz?

Sevgili mü’minler !
Yeniden tövbe edelim, Allah’ın sağlam, sarsılmaz yolu İslam’a itirazsız ve şüphesiz bir imanla dönenim o zaman kurbanlarımız kabul edilecek ve yangınlar sönecektir inşallah!
Allah’ım, nifak ehlinin, küfür ehlinin eliyle yurtlarından, evlerinden ve canlarından olan kurbanlık mazlum kullarına yardım et!
Allah’ım, içimizdeki beyinsizlerin yüzünden dünyanın her yerinde sahipsiz olan kurbanlarımıza ve kurbanlıklarımıza yardım et!
Allah’ım, günümüz Nemrutlarının yeryüzünü cehenneme çeviren ateşlerini, kardeşlik, birlik ve beraberlik yağmurlarıyla İbrahim’in Cennetine çevir!
Bu vesilesiyle hayatlarını bizim yetişmemiz için kurban eden Ana ve babalarımızı ve huzur içinde Müslümanca yaşama uğruna din ve vatan kurbanlarını tüm şehid ve gazilerimizi rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Bayramın, topyekûn insanlığın barış ve huzuruna vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
[1]En’âm, 6/162.
[2]Müslim, Birr ve Sıla, 30.
[3] Bakara, 2/126.

21 Eylül 2014 Pazar

SARAYBOSNA`DA 3 GÜN (l)

 










Berlin’den çıktığımda hava yağmurluydu, 10 metre ötesini göremiyordum. İlk hedefim Bosna Hersek.  Yanımda eşim var. Gece Avusturya’da konakladım.  Hiç yapmadığım bir işi yaptım; arabada yattım. Konaklama yerleri nedense doluydu.  3 saat uyumuşum. Eşimin hazırladığı yolluklarla açık havada güzel bir kahvaltı yaptık. Park alanında Avusturyalılardan daha çok Çekler ve Slovaklar vardı. Onlar da bizim gibi kahvaltı yapıyorlardı, yeni evli bir çift vardı kahvaltı yapan, seyre daldık onları. Lokmaları kendileri yemek yerine birbirlerine ikram ediyorlardı.  Ne kadar da mutlular. Bu arada biz de birer lokma da olsa birbirimize ikram ettik. Her şey gençlikte güzel. 

Öğleye doğru Bosna Hersek’e giriş yaptık. Biraz ilerde savaştan kaldığı belli olan bir ev var, kurşunlanmış, delik deşik, misafirlerini gözyaşlarıyla karşılıyor. Teselli etmeye çalıştık çektiğimiz fotoğraflarla ve sonra vedalaştık. Yol kenarlarında satıcılar var. Tarlada yetiştirdikleri ürünlerini satıyorlar.

Saraybosna’ya yaklaştığımızda yolun kapalı olduğunu öğrendik. Kuyruk 4 km. civarındaymış, çaresiz bekledik. Yağmur yağınca, dağ yamaçlarından sel olarak akıyor ve önüne kattığı dallar ve topraklarla yolu kapatıyormuş, o sırada yoldan geçiyor olmamalısınız yoksa siz de sele kapılabilirsiniz. Yağmurdan sonra, kepçeler imdada yetişiyor ve yolları açıyorlar. 

Yaklaşık 3 saatimiz yolun açılmasını beklemekle geçti.  Saraybosna’ya akşam saatlerinde ulaştık.  Yolun sağında ve solunda gördüğümüz binaların çoğun kurşun yaralarını daha sarmamış, delik deşik görünüyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre bazı binalar özellikle o halde bırakılmış, tamir edilmemiş. Savaşın acı yüzünü göstermek için bu şekilde bırakılmış olmalı diye düşündük. 
Konaklayacağımız pansiyon önceden oğlum Hureyre tarafından kiralanmıştı. Dilruba ile birlikte bir program çerçevesinde gitmişti o Saraybosna’ya. Pansiyonu bulmak zor olmadı, navigasyon yardım etti. Ev sahibimiz ve sahibemiz çok sıcak karşıladılar bizi, odalarımızı gösterdiler ve hemen sonra Osmanlı kahvesi ikram olarak geldi odamıza. Yanında lokum ve su vardı. İnanın duygulandım. Ha-ber. com ’un sayfasında yaza yaza kalemimde neredeyse mürekkep kalmadı dersem abartmış olmam; buna rağmen Berlin restoranlarında hatırlatmalarımızı dikkate alan olmadı. Değil restoranlar Büyükelçiliğimiz ve Başkonsolosluğumuz bile dikkate almadı.  Oysa bu kurumların mensupları bir anlamada kültür elçilerimizdir. 

Derken ezanlar okunmaya başlandı, bir anda Türkiye’ye gelmiş olduğumuzu düşündük. Duygulandık. Bir Avrupa Ülkesi’nde ezanlar okunuyor ve birbirine karışıyor, o oradan bu buradan ne güzel bir harmoni. Oturup ezanın bitmesini bekledik. Sonra da hemen attık kendimizi dışarıya. Başçarşı’ya yürüme sadece 5 dakika mesafede kaldığımız pansiyon. Baş çarşının girişinde Osmanlı Sebil’i var, ahşaptan yapılmış. Herkes orada fonograf çekiliyor. Biz de öyle yaptık. Sonra daldık çarşıya hedefimizde Boşnak böreği var. ‘En leziz böreği nerede yiyebiliriz?’ diye sorduk hemen gördüğümüz ilk dükkâna, tebessümü yüzünden eksik olmayan genç delikanlı(Nedim) dışarıya çıkarak gösterdi o böreği yiyebileceğimiz börekçiyi.  Gerçekten leziz, biraz fazla kaçırdık galiba. 

Başçarşı’yı başladık adımlamaya, çok kalabalık, iğne atsanız yere düşmez derler ya, bu söz, işte tam burası için söylenmiş olmalı. Osmanlı’dan kalma bir çarşı burası. Olduğu gibi korunmuş. Parke taşlarına varıncaya kadar korunmuş. Esnafla Türkçe konuşarak anlaşabiliyorsunuz. Başörtülü Boşnak kızları var tezgâhların başında. Buyurun diyorlar. Haşlanmış mısırdan hediyelik eşyaya kadar ne arasan bulabilirsin. Gece geç saate kadar cıvıl cıvıl çarşı. Anlatılmaz ki, görülmesi lazım.

Pansiyon sahibi El-Vedud çok cana yakın, Müslümanları özellikle de Türkleri çok seviyor. Sabah Türkçe konuşan bir rehber bulmak için seyahat acentesine gittik. Rehber için günlüğüne 100 € istediler. El-Vedud bu parayı çok buldu ve kendisi bize rehber olabileceğini söyledi. Bildiği Türkçe kelime 20 yi geçmiyor. Benim bildiğim İngilizce kelime de 20 den fazla değil. Kabul ettim. Dreksiyona El-Vedud geçti, bana güvenin dedi. Önce Aliya İzzet Begoviç müzesi,  mezarı, Şehitlik ve Tünel, daha sonra Travnik sonra Mostar oradan Tekke ve Saraybosna. Mostar’da Ömer Özsoy ve öğrencileriyle buluştuk, birlikte kahvaltı yaptık ve onları Frankfurt’a yolcu ettik. 
Devam edecek

Rüştü Kam

SARAYBOSNA’DA 3 GÜN (III) 2014

Milli Park, sularıyla, yeşillikleriyle, kuğularıyla ve ferahlatan ortamıyla biraz da olsa bizi rahatlattı.


Benliğimizdeki duygu yoğunluğundan uzaklaşabildik. Ve döndürdük yönümüzü Travnik’e doğru. Eğri büğrü dağ yollarından yıldırım gibi gidiyor Vedud. Bazen yokuş yukarı, bazen baş aşağı. Kıvrıla kıvrıla aşıyoruz Bosna dağlarını. Başlangıçta biraz çekindim ama, sonra teslim oldum Vedud’a ve tevekkül ettim Allah‘a. Vedud haklıydı, ben onun kadar rahat ve hızlı kullanamazdım o yollarda arabayı. Vedud savaşta yüzbaşı rütbesiyle çarpışmış onurlu bir komutan ve çok iyi bir rehber ve aynı zamanda yol arkadaşı.


  
Yol buyunca cami minaresi de gördük kilise minaresi de. Sırplarla, Hırvatlarla yan yana yaşıyor Müslümanlar. Sordum Vedud’a, „Zor olmuyor mu bu kadar olanlardan sonra birlikte yaşamak?“, „Elbette zor oluyor, eski samimiyet yok zaten, ama katlanıyoruz.“
Kacuni kasabasına gelmişiz. Burada bir tekke var. Mesudiye tekkesi. Tekke üst katta, alt katlarda klinik var. ‘Bosna’yı ayakta tutan bu tekkelerdir diyor’ yine Vedud. Aynı zamanda medrese olarak da kullanılıyor tekke. Namazlarımızı kıldık tekkede ve yola devam ettik.

 

Travnik, Saraybosna'nın 90 km batısında yer alan şehir. Travnik vezirler şehri olarak biliniyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'na onlarca devlet adamı yetiştirmiş. Osmanlı’nın çok önem verdiği bu şehri üst düzey vezirler yönetiyormuş. Bundan dolayı Travnik “vezirler kenti” olarak anılıyormuş. Şehirde tam 77 Osmanlı veziri görev yapmış. 19 vezirin türbe ve mezarları bu şehirde bulunuyormuş.

 

Travnik, şu anda da Avrupa’nın ortasında ayakta dimdik duran tam bir Osmanlı kenti. 60 bin kişilik şehirde 18 cami var. Osmanlı Kalesi, medreseleri, çeşmeleri, saat kulesi, köprüleri, kahvehaneleri, köftecileri, börekçileriyle sanki zamanın 19. yy. Osmanlı İmparatorluğu döneminde durduğu bir yer.

Karşıdan kaleyi görüyorsunuz şehre girerken. Travnik Kalesi, 14. yüzyıl sonunda Bosna Kralı II. Tvrtko tarafından yaptırılmış. 1463’te Fatih Sultan Mehmet tarafından alınan Travnik Kalesi’nin tek bir girişi var. O da kalenin etrafını saran hendeğin üzerinden geçen dar ve uzun bir köprü. Altından ırmak akıyor. Kale Osmanlıların eline geçtikten sonra komple yenilenmiş ve tam bir Osmanlı kalesi hüviyetine kavuşmuş.



Bizi karşılayan ve hoş geldiniz diyerek kucaklayan ilk bina ise Elçi İbrahim Paşa Medresesi. Medrese 1706 tarihli. Medrese bugün İmam Hatip Okulu gibi hizmet veriyor. Medreseye girişte kapının hemen yanında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosnalı Hristiyanlar için verdiği koruyucu nitelikli ferman asılı*. TİKA tarafından restorasyonu yapılmış, eğitime devam ediyor. Mükemmel bir eğitim kurumu. Bosna’nın en önemli eğitim kurumlarından biri.

 

Medreseden sonra Osmanlı Türk Kalesi’ne çıktık. Kapıda bir genç karşıladı bizi. Medrese öğrencisiymiş, Türkçe konuşuyor. Türkçeyi medresede öğrenmiş. Kaleyi ve Travnik’i anlattı bize.  Kale içindeki yıkık dökük, yangında yara almış bir cami var. Osmanlı Camisi diyorlar. Ayakta dimdik duran ve zamana meydan okuyan sadece minare kalmış. TİKA burayı da elden geçirecekmiş. Kaleden şehre bakarken gökyüzünü delercesine yükselen Travnik’in minarelerini seyretmenin verdiği haz tarif edilemez. Bir Avrupa şehrinde 18 tane minare... 
Kalede kahve içtik.  Kahve burada da lokum ve su ile birlikte geldi. Kaleden Travnik’i seyrediyoruz, Osmanlı kahvesini yudumlarken, keyiflenmemek, Osmanlı’yla gururlanmamak mümkün mü?



Kaleden sonra sokak aralarından yürüdük, yol üzerinde türbeler var. Paşaların vezirlerin türbeleri bunlar. Sadece fotoğraflarını çekebildik. Detaylı bilgilere ulaşamadık. O bize eşlik eden genç kalede kaldı. Travnik şehrine Osmanlı Türk mührünü vuran üç büyük eserden biri ve en önemlisi Alaca Camii. Şehrin merkezindeki bu caminin diğer adı Süleyman Paşa Camii.


Travnik ayrıca Nobel ödüllü (Drina Köprüsü -The Bridge on the Drina) Sırp yazar Ivo Andrić'in doğduğu kentmiş. Sırp yazar İvo Andriç’in evi en az Osmanlı eserleri kadar şehrin gururu. Küçük ve sevimli bir müze olan İvo Andriç Evi de, Travnik’e gelenlerin uğraması gereken yerlerden biri.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun gözbebeği her zaman Bosna olmuş. İmparatorluğun batıya en yakın sancağı (Eyaleti) olan Bosna, bir anlamda Osmanlı’nın batıya gösterdiği yüzü olmuş. Bu sebeple İstanbul haricinde en büyük yatırımlar her zaman Bosna’ya yapılmış. Köprüler, camiler, kaleler… Hepsi birbirinden gösterişli ve ihtişamlı eserler. Bu sebeple Bosna’da birçok şehir hâlâ Osmanlı şehirleri olarak yaşıyormuş. Bunlardan biri de işte bu şehir. ‘Vezirler Şehri Travnik’…



Bu Osmanlı şehri Bosna Savaşı’nda en büyük hedeflerden biri olmuş. Özellikle de camileri. Türkiye’nin yardımlarıyla savaşın izleri silinmeye çalışılıyor. Eskiden Boşnaklarla iç içe yaşayan Hırvat, Sırp ve Yahudi halklarının çoğu terk etmiş Travnik’i.

 

Hoşcakal Travnik.

Devam edecek

Rüştü Kam
 
ha-ber.com

Fatih’in Ahidnamesi:


Bu ahidname, ilk insan hakları belgesi olarak kabul edilen 4 Temmuz 1776 tarihli ABD Anayasası’ndan 324 sene evvel yazılmıştır. 'Bu ahidname 550 yıl evvel ecdadımızın din ve vicdan hürriyeti konusunda ne kadar hassas olduklarının göstergesidir.
“Nişan-ı hümayun şu ki; 
Ben ki Sultan Mehmet Han'ım. Üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum:
Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. 
Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara em nü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler. Ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. 
Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışarıdan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, 124 bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir."

15 Eylül 2014 Pazartesi

SARAYBOSNA’DA 3 GÜN (II)



-ÖZGÜRLÜĞÜ YAKALAMA TÜNELİ-

Bosna-Hersek, Balkanlar'da 51.197 km2'lik yüzölçümü ve yaklaşık 4.500.000 nüfusu olan bir ülke. Ülke bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapmakta: 

Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar. İngilizce'de ve daha birçok dilde etnik kimlik göz önünde tutulmadan tüm Bosna-Hersek halkına Bosnalı deniyor. Ancak Türkçe'de tarihten gelen yakınlıktan dolayı Bosnalı denildiğinde Boşnaklar yani Bosnalı Müslümanlar akla geliyor. Ayrıca ülkede Bosnalı veya Hersekli olmak da ayrı etnik kimliği vurgulamak için kullanılıyor. Ülke yönetim açısından iki etnisiteye yani devletçiğe bölünmüş durumda.

 

Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti.

İşte ben ve eşim bu ülkeyi ziyaret ettik, Boşnakların yaralarını sarmak için oradaydık. Çok acı çekmişler Osmanlı oradan ayrıldıktan sonra.  En acı günlerini 8.000 Boşnak’ı Srebrenitsa’da askerlerin Sırplara teslim ettiği gün yaşamışlar. 

Vedud savaşta yüzbaşıymış. Sordum ona; savaşı biraz anlatır mısın? Cevabı çok kısa oldu: „ Hacca giden insana duygularını sorarsanız anlatamaz, çünkü o duygu anlatılmaz, yaşanır. Savaşta aynen öyledir.“ Gözleri doldu. Belli ki, o günleri hatırladı.

 
Başladık  Bosna’yı gezmeye, mihmandarımız Vedud. Önce Aliya’nın adını taşıyan müzeye gittik. Aliya’nın çantası, yüzüğü, gözlüğü ve birkaç özel eşyası var. Savaşta kendilerinin borudan yaptıkları silahlar var. Savaş resimleri, bazı devlet başkanlarının resimleri var. Çok mütevazı bir müze. Ya müze kültürü henüz gelişmemiş, ya da sadeliği seçmiş olmalılar.
 
Müze müdürü sınırlı denecek kadar az kelimeyle konuştuğu Türkçe’yle, dağları işaret ederek Fatih’in askerlerinin nasıl şehri teslim aldıklarını, Bosna-Hersek sanki bugün fethedilmiş gibi anlattı bize. Devamla „Aliya vefat etmeden önce, bizi önce Allah’a sonra da başbakanınıza emanet etti“ dedi. 

Şehitliğe gittik: Bilge Kral vasiyet etmiş, ‘Beni askerlerimin arasına gömün.’ diye. Öyle de yapmışlar. Askerlerin arasında mütevazı bir mezar, bir tek asker tarafından önünde nöbet tutuluyor. Fatih’in şehitleri ile Aliya’nın şehitlerini sadece aradan geçen yol ayırıyor.


 
Ayrıldık şehitlikten, yol üzerinde Nakşi tekkesine uğradık, şeyh efendiden dua aldık. Bosna’da, bu tekkelerin bir hayli fazla olduğundan bahsedildi. Bosna’yı ayakta tutan bu tekkelermiş. 

Yolumuza devam ettik: Önce Sırplar tarafından yakılan kütüphaneye uğradık, yenisi yapılmış, ancak mevcut kitapların hepsi yanmış. Berlin’de Hitler’in yaktırdığı kitaplar aklıma geldi, kirli İsabel’in Endülüs’teki 800 yıllık İslâm Medeniyetini nasıl yok ettiği aklıma geldi. Bugünlerde de Amerikalılar ve Avrupalılar Irak’ta ve Suriye’de aynı şeyleri yapıyorlar, yaptırıyorlar. Önce kütüphaneler, camiler ve türbeler bombalanıyor. Gayeleri İslâm medeniyetini yok etmek. Moğol istilalarında da aynı vahşet uygulanmıştı.

 

Sırada “Tünel” var dedi, Vedud ve anlattı: „ Saraybosna’yı Sırplar her taraftan kuşatmıştı. Ortada dar bir bölge vardı, havaalanının bulunduğu yer. Birleşmiş Milletler’in (BM)denetimindeydi havaalanı. Saraybosna’yı ikiye ayırıyordu. BM askerleri Boşnakları sağa da geçirmiyordu sola da. Önde ve arkada da Sırplar vardı. Boşnakların çoğu açlıktan ve susuzluktan ölmüştü. BM’in askerlerinin gözü önünde ölmüşlerdi. Aliya emir verdi, havaalanının altından bir tünel kazıllacaktı ve böylece Boşnaklar birleştirilecekti. 
Gizlice 1993 yılının Temmuz ayında başlatılan çalışma 4 ay, 4 gün sürdü. Tünel, bir metre genişliğinde, 1,6 metre yüksekliğinde ve 800 metre uzunluğundaydı.

 

Tünelin hayata geçirilmesiyle birlikte savaşın ve Saraybosna'nın kaderi değişti. Silah, gıda, ilaç ve gereken her türlü sevkiyat bu tünelden yapıldı.”

Saraybosna Uluslararası Havaalanı'na 800 metre uzaklıktaki tünelin kazılmaya başlandığı Dobrinya Mahallesi'ndeki iki katlı ev, ayakta ve  savaş müzesine dönüştürülmüş. Evin dış cephesinde mermi izleri, iç duvarlarında ise savaşa ait unutulmaz resimler, asker giysileri ve ekipmanı teşhir ediliyor.

 

Bu kadar duygusallık yetti de arttı bile. Tünelden ayrıldık, biraz nefes almak için Bosna Milli Parkı’na gittik. Yeşili ve suyu bol olan bir park. Karnımız da acıktı. Vedud bizi Cevapčići yemeye davet etti. Balkan ülkelerinde yapılan bir tür kebap. Bosna-Hersek'de ulusal yemek sayılmaktaymış.

 

Hedefimizde Travnik var. Dağ yollarından aşarak ulaşacağımız tarihin örseleyemediği bir kentmiş Travnik.

 





Devam edecek

Rüştü Kam

27 Temmuz 2014 Pazar

ELVEDA RAMAZAN 2014


Son İftar Sofraları: Şen’den Şen bir Sofra- Şii Cemaati- Hikmet Kütüphanesi

Ha-ber.com
Rüştü Kam

Berlin’de Ramazan’ın son iftar sofraları kuruldu. Genelde iftar sofralarında aynı simalar olsa da, iftar sofralarının tadı bir başka. Dudaklarda tebessümler, hal hatır sorarak başlayan dertleşmeler, şık giysiler, özenle seçilmiş menüler, Ramazan ayının önemine vurgu yapılan konuşmalar, okunan Kur’anlar, yapılan dualar, tartışmalar ne güzeldi. Bunlar geride kaldı. Vuslat bir sene sürecek. Elveda Ramazan deyişimiz böylesine hayırlı işlerin yapılmasına vesile olan bu misafirimizi çok sevmiş olmamızdandır.  

İftar Sofrasını evinin bahçesine taşıyan T.C Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, birlik beraberlik ve paylaşım mesajları veren konuşmasının sonunda, coğrafyamızda yaşanan acılara dikkat çekti:. “Komşumuz Suriye’de iki buçuk yıldan bu yana yaşanan insanlık dramı iki sene önceki ramazan ayında son derece şiddetlenmiş, o zamandan bu güne kadar yüzbinlerin canına mal olmuş, milyonların yerlerinden edilmesine sebebiyet vermiştir. Türkiye, komşu Suriye’den bir milyondan fazla misafiri, kim olduğuna ya da kimin taraftarı olduğuna bakmadan kabul etmiş ve onların günlük ihtiyaçlarını kayda değer bir uluslararası yardım almadan karşılamaktadır ” dedi.

Şen, İsrail’in Filistin’de yürütmekte olduğu operasyonlara da değinerek, “ İsrail devletinin Gazze’de gerçekleştirmekte olduğu askeri operasyonlar, Gazze’de yıllardır abluka altında zor şartlar altında yaşamını idame ettirmeye çalışan mazlum Gazze halkının acılarını daha da arttırmıştır. Kutsal ramazan ayında başlatılan bu operasyonlar yüzlerce sivilin, çocuk ve kadının hayatını kaybettiği, yaralandığı, evini barkını kaybettiği bir toplu cezalandırma eylemi niteliğine bürünmüştür. Özellikle son birkaç gündür gerçekleştirilen kara operasyonunda meydana gelen masum insan kayıpları hepimizi derinden üzmekte, yaralamaktadır.

Dışişleri bakanlığımız İsrail’in harekâtının Filistin halkı üzerinde, uluslararası hukuk ve insanlık vicdanının asla kabul etmeyeceği kayıplara ve yıkıcı sonuçlara neden olduğunu açıklamış, İsrail’in bu harekâtı derhal durdurmasını ve taraflar arasında en kısa sürede kalıcı bir ateşkes sağlanmasını talep etmektedir.” dedi. Bu konuşma Türkçe ve Almanca olarak yapıldı.

Yas günlerinden birinde, iftar yemeğindeyiz. Rezidans’ın gönderdeki bayrağı yarıya indirilmiş. Başkonsolos lisanı haliyle; Türk milleti yastadır dostlar diyor. Bu yas resmi yastır. Tüm Türkiye halklarının yasıdır diyor. Daha kapıdan içeri adımınızı atar atmaz sevinciniz hüzne dönüşüyor.

Başkonsolos Şen, eşiyle birlikte çadırın önünde misafirlerinin tek tek ellerini sıkarak içeriye buyur etti. Çadırda kurulan iftar sofrası. Mükemmel bir organizasyon. Türkler geçmişlerini ve kültürlerini unutmamalıdır. Biz çadırda büyüdük, çadırda yetiştik ama, o çadırdan çıkan irade imparatorluklar kurdu. İmparatorluklara örnek oldu. Adalet kalkanıyla, mazlumlara siper oldu. Çadırın anlamı buradan geliyor olmalı. 

Türk mutfağından seçilmiş bir menü var. Bizim tatlarımız iftar sofrasındaydı. İç Anadolu yöresinden seçilmiş tatlardı bunlar. Saray şerbeti ikram edildi. Türk kahvesi lokumsuzdu gene. Ama, çay ince belli bardakta seviş edildi. Ancak çay yine Türk çayı değildi. Sayın Şen, “Bak Rüştü bey, bugün çayımız Türk çayıdır, gel sana ikram edeyim” dedi ama, ben ikram edilen seylan çayının kutusunun resmini Mehmet Ayık’a çoktan çektirmiştim. Söyleyince şaşırdı, görevliyi çağırdı ama, görevli sayın Şen’i duymazdan gelerek oradan hemen koyboldu.  Demek ki işgüzarlar, verilen emri dinlemeyen duyarsız görevliler ve insanlar olduğu sürece bu tür eksiklikler devam edecektir.

Türk Milleti, kendine ait kültürü olan bir millettir. Kendine ait mutfağı vardır. Damak tadı vardır. Dini, dili, adetleri, örfü vardır. Bugün bazı devletler sadece gazlı  bir içecekle bütün dünyaya kültürlerini pazarlıyorlar ve kendilerinden söz ettirebiliyorlar. Biz bu konularda duyarsız olursak, sonumuzu kendi elimizle hazırlıyoruz demektir.

İftar öncesi Kur’an okundu. Seçilen ayetler günün mana ve ehemmiyetine uygundu.“İnsanları Allah'a çağıran, kendisi de sâlih amel işleyen ve "Doğrusu ben Müslümanlardanım!" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav, en güzel şekilde önle. O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.
Buna (bu güzel haslete) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak büyük nasibi olan kimse eriştirilir.”(Fussılet 33-35)

Meali Türkçe ve Almanca olarak verildi. Fazla da vakit almadı. İstenirse olabiliyormuş demek. Fark etmez demek, yanlışta ısrar etmek, dilimizi, dinimizi, geleneklerimizi küçümsemek aşağılık kompleksindendir. Kendimizden olanın yerine başkasınınkini koyarsak fark eder, hem de çok fark  eder. 90 sene sonra geldiğimiz yerden geriye bakarsak, çok şeyin fark ettiğini görürüz zaten. Fark etmez anlayışının sonuçları o kadar da uzağımızda değil. Gözü olan görür.

Şii Cemaatinin İftar Sofrası

Hasan Babur’un davetlisi olarak Şiilerin/Caferilerin iftar sofrasına davet edildik. Ayakta karşıladılar bizi, izzet ikramda bulundular. Kerim Uçar’ın sohbetine katıldık. Değişik bir uygulama. Sünnilerden yaklaşık 20 dakika sonra iftar yapıyorlar. İftardan önce bir cüz okunuyor. Sonra sohbet var. Soru cevaba da zaman ayırıyorlar. Yemekten önce akşam ve yatsı namazı cem edilerek kılınıyor. Namazın ilk iki rekâtında imam duaların ve surelerin hepsini sesli okuyor. İkinci, üçüncü ve dördüncü rekâtların sonunda tahıyyat(ettehıyyatü), salli ve barik duaları okunmuyor. Hamdediliyor, şahadet kelimesi okunuyor. Namaz bitince selam verme yerine tekbir alınıyor.
Teravih namazını cemaatle kılmıyorlar, isteyenler evlerinde kılıyorlarmış. Şii mezhebinde müstehap namazlar cemaatle kılınmazmış. Namazdan sonra İmam Kerim Hoca’ya dedim ki; “Sizin imamların masum olduğu inancınız olmasa, ibadetlerinizin Sünnilerden daha tutarlı olduğunu söyleyebilirim.”.

Yemeklerdeki baharatlar ve pilav, Asya mutfağını hatırlattı. Her akşam iftar verilirmiş camide. Üyeler çocuklarıyla birlikte bir ay boyunca camide yaparlarmış iftarlarını. Yemekler camide pişirilirmiş. Bunun için bir aşçı tutulmuş. Çok güzel bir uygulama. Ah, bir de seylan çayı ve filtre kahve olmasaydı, bu konuda da duyarlı olunsaydı tam not alacaklardı.

Hikmet Kütüphanesinde İftar

Program 20 de başladı. Hakan Doğan, sazıyla ve sözüyle Anadaolu’da gezdirdi bizleri. Duygulandık. Gurbet türkülerini dinleyip de duygulanmamak olur mu hiç? Bektaşi deyişlerine de yer verdi Doğan. Sonra Berlin’in duayenlerinden Atalay Özçakır, Ahmet Külahçı ve Hayati Boyacıoğlu birer selamlama konuşması yaptılar. Konu Gazze’ye geldiğinde, duygusal anlar yaşandı. Ölenlere rahmet dilendi. Birleşmiş Milletler göreve çağrıldı.

T.C. Başkonsolosluğu Çalışma Ataşesi Sayın Ethem Zeybek günün hatibi olarak misafirlere takdim edildi. Emeklilik konusu üzerinde konuşuldu. Sorular da bu konu hakkında oldu. Zeybek özetle şunları söyledi. “Emeklilik yasası birkaç kez değişti. Son şeklini torba yasası olarak bildiğimiz yasa ile bugünlerde alıyor. Artık Almanya’da da sigortalı bir işte başlangıç yapan kişiler Türkiye’den emekli olabilecekler. Mavi kart sahipleri de Türkiye’den emekli olabilecekler. Tabii ki şartları var. Konsolosluklara gelerek detay bilgi alabilirsiniz.
Emekli olanlar, sadece 6 aydan fazla kaldıkları ülkenin sağlık sigortasından yararlanabilecekler. Bağlı olunan sigorta şirketinden alınacak olan bir numarayla sağlık hizmetlerinden yararlanma imkânı getirilmiştir.
Ancak emekli maaşı alınabilmesi için. Sosyal yardım alınmaması gerekiyor. Maaşın alınabilmesi için, mini job dahil olmak üzere hiçbir yerden para alınmaması, kazanılmaması gerekiyor.”

Hikmet Kütüphanesi’nde misafirlere Rize çayı ikram edildi. Bakalım 2015 yılında iftar sofralarında bir değişiklik olacak mı? Ömrümüz varsa göreceğiz.





21 Temmuz 2014 Pazartesi

Berlin'de Halk ile Devlet İftar Sofrasında Buluştu


Berlin Türk Eğitim Derneği’nin (TED)iftar sofrasında güzel bir buluşma gerçekleşti. T.C Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Rafet Okutan ve T.C. Berlin Büyükelçiliği Berlin Basın Müşaviri Refik Soğukoğlu ve Menonit Kilisesi mensupları ve halkla birlikte iftar ederek karşılıklı görüş alıverişinde bulundular.
Berlin'de Halk ile Devlet buluştu

Berlin'de Halk ile Devlet buluştu

Berlin Türk Eğitim Derneği’nin (TED) iftar sofrasında güzel bir buluşma gerçekleşti. T.C Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Rafet Okutan ve T.C. Berlin Büyükelçiliği Berlin Basın Müşaviri Refik Soğukoğlu ve Menonit Kilisesi mensupları ve halkla birlikte iftar ederek karşılıklı görüş alıverişinde bulundular.

Berlin- Türk Eğitim Derneği’nin(TED) iftar sofrasında Kilise halk ve devlet aynı sofrada buluştu. Selim Ergen’nin kaval dinletisinden sonra Menonit Kilisesi’nin papazları, T.C. Eğitim Müşaviri Rafet Okutan ve T.C.Berlin Büyükelçiliği Basın Müşaviri Refik Soğukoğlu birer konuşma yaptılar.

Menonit papaz Marius konuşmasında şunları söyledi:” Menonitler tarihi barış kilisesi ve en eski reformcu hür kilise olarak tanımlanıyorlar, 1523 yıllarında İsviçre’de ortaya çıkmıştır. Menonit adı kurucusu olan, Almanya- Hollanda bölgesinde yaşayan, Anabatist hareketinin üst düzey yöneticisi olan Menno Simons`a dayanır.

Menonitler Reformasyon devrinde katolik kilisesinden ayrılan gurubun içinden çıkan, Protestanlığın bir kolu olan ufak bir cemaattir. Öbür mezheplerden birinci ayrıcalığı vaftiz`in çocuk yaşta değil de kişilerin ergenlik çağına gelince, kişilerin bağımsız kararına bağlı olarak yapılmasıdır.

İkinci fark, Menonitler savaş karşıtıdırlar, barışçı bir cemaat olup her türlü şiddeti (savaş) reddederler, yani hiç bir yerde savaşı desteklemiyor ve savaşa katılmıyorlar. Eğer zorlama söz konusu olursa o zaman başka bir ülkeye göç ediyorlar. Bunun için bütün dünya ülkelerinde Menonitlere rastlayabiliyorsunuz. Göç etmeyenler kaldıkları ülkelerdeki toplumlara entegre olmuşlar, bunların içinden savaşa katılanlarda olmuş ve oluyor.

Bu mezhepte İncil’i anlayabilen her bir kişi din adamı olabilir, vaaz verebilir, yani hiyerarşik bir yapısı yoktur.
Bütün dinlerde ve mezheplerde olduğu gibi Menonitlerde de muhafazakâr kanatlar olduğu gibi liberal kanatlar da mevcut.
Bugün dünya çapında yaklaşık 1,6 Milyon Menonit bulunmaktadır, Almanya’da 40 bin civarında Menonit vardır, Berlin Mennoniten- Cemaati’nin (BMG) şu anda 110 kadar kayıtlı üyesi bulunmaktadır.

Menonit- Cemaatinin en önemli günü Pazar, her Pazar saat 10:00 da ibadetlerini yaparlar (dini ayin) daha sonra kahve, çay içerek, bisküvi yiyerek çeşitli konuları görüşüyor, istişare ediyorlar.”

Türkçeye en iyi hizmeti Kemal Sunal yapmıştır

T.C Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Rafet Okutan ise yaptığı konuşmada eğitimin öneminden bahsetti.

Okutan özetle şunları söyledi:” Bulunduğumuz çevrede kendimizi kabul ettirmenin yolu, kültürümüze, kimliğimize ve dinimize olan bağlılığımızdır. 1998-2002 yılları arasında Almanya’da eğitim Ataşeliği yaptım. Alman Eğitim Sistemi ile ilgili 300 sayfalık bir kitap yazdım. Bizim çocuklar isimli bir çocuk dergisi çıkardık o zamanlar. Eğitim bizim geleceğimizin şifresidir. Yaşam kalitesi eğitim kalitesine bağlıdır. Eğitim kalitesi de eğitime ayrılan zaman ve paraya bağlıdır. Çocuklarımızla yaptığımız kahvaltı, geçirdiğimiz zaman, onlarla maç seyretme, sinemaya gitme, alışveriş yapmak için ayırdığımız zaman eğitimin kalitesini yükseltecektir. Zamanı ödünç veremezsiniz. Geçen zamanı geriye getiremezsiniz. Zamanı uzatamazsınız, kısaltamazsınız, geriye saramazsınız. Geçti mi geçer. Bunun için zamanı bilinçli kullanmak gerekir.

Geliri düşük olanın, bilgi seviyesi düşüm olanın, tasarrufu çok olur. O eğitime eğilmez. Onun için önemli olan eğitim değildir, tasarruftur. Çocuğu biraz büyüyünce hemen işin ucundan tutmalı ve para kazanmaya başlamalıdır. Bu yanlıştır. Bu anlayıştan dolayı bizim gençlerimiz üniversiteyi geç fark ettiler.

Türkçeye de önem vermeliyiz. Çocuklarımız dillerini unutmamalıdırlar. Türkçeye en iyi hizmeti kemal Sunal yapmıştır, çevirdiği o filmlerle yapmıştır bu işi. Tenkit edebilirsiniz filmlerini ama bu bir realitedir. Ben hatırlıyorum, Münih’te insanlarımız, hafta sonlarında birer ikişer Kemal Sunal filmleri seyrederlerdi. Almanya’daki insanlar o filmlerle eğlendiler. Anlatmak istediğim şudur; ne yapıp edin bir yolunu bulun ve çocuklarınızın Türkçeyi öğrenmesine imkân hazırlayın.
En son tespitlere göre, Almanya’da 600 bin öğrencimiz var: Türk vatandaşı olarak üniversiteye gidenlerin sayısı 30.000 dir. 15 binini de Alman vatandaşıdır. 45 bin üniversite öğrencemiz var bugün. Gymnasiuma gidenlerin sayısı 26 bindir. Alman vatandaşı olanlarla birlikte bu rakam 50 bindir. Almanya da mühendislik okuyan 500 bin öğrenciden 18 bini bizim gencimizdir. Toplam 140 bin tıp okuyan öğrenci var Almanya’da . Bunun 7.500 ü bizim gencimizdir. Çinlilerde bu sayı 25 bindir.

1903 tarihinden beri Nobel ödülü olan Alman bilim adamının sayısı 79 dur. Almanya böyle bir ülkedir. Bizim insanımız bu açıdan şanslıdır, bu şansı iyi değerlendirmek lazımdır.

Türkiye’de veli çocuğunu okutmak için çırpınıyor. Buradaki velilerimiz de çırpınmalıdır. Eğitime sırtımızı dönemeyiz. Rabb’im bizi, Müslüman kimliğimizle buraya kadar göndermiştir, kim bilir ne hikmetler vardır bu gelişte, onu bilemeyiz.
Çocuklarımızın beslenmesinden, çalışma odasından, seçeceğe arkadaşından, çevresinden, eline vereceğiniz kitabına varıncaya kadar, tiyatrosuna, sinemasına varıncaya kadar, camisine, sivil toplum kuruluşlarına varıncaya kadar her yere, çocuğumuzu elinden tutarak götürmeliyiz. Çocuklarımızın sosyalleşmesi bu şekilde olur.

Çocuklarımız içinden çıktığı toplumla, onun kültürüyle diliyle, diniyle barışık olmalıdır. Evrensel değerleri de tanımalıdır çocuklarımız.

Berlin, dünyadaki insanların en fazla harmanlandığı yerlerden biridir. Biz, Adem’den kan, İsa’dan da din kardeşiyiz. Bir Fransız bilim adamı şöyle der: “Herkes kendi kültürünün röntgenini çekmelidir.” Biz evrensel kültürle kendi kültürümüz arasında köprüyüz.

Okuyalım, okutalım, eğitelim, eğitilelim, çalışalım, gayret edelim, bir şekilde işin ucundan tutalım. Ancak, Alman’ın sırtına kambur olmayalım.
T.C. Berlin Büyükelçiliği Basın Müşaviri Refik Soğukoğlu da kısa bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “ Türkiye’nin dış politikası değişiyor, Türkiye değişiyor. Türkiye dünyanın neresinde olursa olsun. vatandaşına sahip çıkan bir ülke haline geldi. Avrupa’daki insanımız ilk defa oy kullanacak, Türkiye’nin kaderine müdahil olacak.

50 yıl sonra yatırımlarımızı buralarda yapmaya başladık artık. 20 sene önce bu söylediklerimizin belki anlamı olmazdı. Sevgili gençler, şu anda sizin içinizde belki Almanya’nın gelecekteki başbakanı, cumhurbaşkanı oturuyor. Berlin Büyükelçisi oturuyor. İş buraya geldi.

Sevgili veliler, tamamen para kazanma derdine düşmeyin. Çocuklarımızı vizyon sahibi birer kişilik olarak yetiştirelim. Milli değerlerimize sahip çıkalım ve gençlerimizi o değerlerle yetiştirelim. Buradaki değerler, Türkiye için çok önemledir. Hedefi olmayanın başarısı da olmaz. Hedefi küçük tutanın büyük adam olması da mümkün olmaz, hedefine ulaşabilir ancak, büyüyemez, ilerleyemez.

Bu sene bir proje başlatıyoruz. Bundan sonra her sene başarılı öğrencilerden Türkiye’ye, her eyaletten biri kız biri erkek iki öğrenci götüreceğiz. Bütün masraflarını Türkiye karşılayacaktır bu gençlerin. Geleceğin meslek sahipleri, vizyon sahipleri olacak olan gençlerdir bunlar.”



ha-ber.com/Zülfikar Kam / Berlin