ALMANYA’DA UZUN GÜNLERDE RAMAZAN ORUCUNUN SÜRESİ 14 SAAT OLMALIDIR
BERLİN İLÂHİYATÇILAR
DERNEĞİ (BİLAD)
BİLAD Kuruluş Amacı:
İslâmiyet’in doğuşundan Osmanlıların
tarih sahnesinden çekilmesine kadar Müslümanlar yaşadıkları ülkelerde yöneten, hakim
güç konumunda olmuştur. Günümüzde Müslümanların başvurdukları fetvalar büyük
oranda bu dönemlerde verilmiştir. Müslümanlar, Hristiyan Avrupa ülkelerinde ve
başka yeni coğrafyalarda azınlık olarak yaşamaya başlayınca, bu fetvalar
Müslümanları sıkıntıya sokmaya başlamış, hatta bazı konularda yeni yeni
fetvalara ihtiyaç duyulmuştur. İşte, Berlin İlâhiyatçılar Derneği Avrupa’da
ihtiyaç duyulan dini konularda görüş belirterek, Müslümanların sıkıntılarını
gidermek amacıyla kurulmuştur. (2008)
BİLAD Faaliyetler
Alanları:
Berlin İlâhiyatçılar Derneği
belirtilen amaca hizmet etmek üzere;
Avrupa’da ihtiyaç duyulan dini konularda
görüş belirterek, Müslümanların sıkıntılarını gidermek için fetvalar hazırlar.
Ehl-i Kitap olarak bilinen diğer din
mensuplarıyla toplantılar düzenleyerek barış içinde bir arada yaşamanın
yollarını araştırır.
Kur’an kursu çalışmaları yapar.
Avrupa’nın şartlarını göz önünde
bulundurarak Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar için ilmihal çalışmaları
yapar.
Türkçe ve Arapça dilinde seçtiği
eserleri, Almanca’ya tercüme ederek Müslümanların istifadesine sunar.
Konferanslar ve sempozyumlar
düzenleyerek, Müslüman ve Ehl-i Kitap olan insanları bir araya getirmeye
çalışır.
Farklı din ve inançlara ait kutsal
mekanların tanıtılması için maddi-manevi çaba sarfeder.
İhtiyaç duyulan yerlerde
ibadethanelerin açılmasına gayret gösterir.
Kiliseler ve sinagoglar ile camiler
arasında yakınlaşma sağlamak için çalışmalar yapar.
Kiliselerle biraraya gelerek bilgi
alışverişinde bulunur.
Ayrıca ‘Geleneksel Berlin Kurban
Şenliği’ni düzenler. Bu şenlikte trafiğe kapatılan sokakta kurban eti kavurma
yapılarak pilav üstü salata ve ayranla birlikte bayram hediyesi olarak halka
ikram edilir.
6 ayda bir iki dilde broşür çıkararak
farklı konularda Müslümanları bilgilendirir. Türkçe ve Almanca olarak basılan
broşürler bütün Almanya’ya dağıtılır.
UZUN GÜNLERDE ORUÇ SORUNU
Güneş dünyanın
bazı coğrafyalarında, Medine’de olduğu gibi her gün düzenli olarak doğmamakta
ve batmamaktadır. Gündüzleri uzun geceleri kısa olan coğrafi bölgelerde oruç
tutmak ağır işlerde çalışan Müslümanlar için sıkıntı doğurmaktadır. Sıkıntı
orucun nasıl tutulacağı ile ilgili değil, başlama ve bitiş zamanının nasıl
tespit edileceği ve oruç süresinin ne kadar olacağı ile ilgilidir. Oruca günün
hangi saatinde başlanacak ve hangi saatinde iftar edilecektir? Söz konusu
bölgelerde açıklığa kavuşturulması gereken konu budur.
Ramazan ayının
bereketinden istifade etmek önemlidir. Orucun kazaya bırakılması veya fidye
verilerek telafi edilmesi prensip olarak Müslümanlara tavsiye edilemez. “... oruç
tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.” buyruğu böyle bir
tavsiyeye manidir. Orucun tutulabilir-makul bir süreyle sınırlandırılması
gerekir. Bu sınırlandırma nasıl yapılmalıdır? İlahiyatçılar Derneği nasıl
sorusunun cevabını araştırdı ve bir sonuca vardı. Öncelikle durum tespiti
yaptı. İlgili ayetler üzerinde çalışarak, sonuçlar çıkardı. Konu ile ilgili
çalışma yapan ilim adamlarının görüşlerini gözden geçirdi ve bu görüşler
üzerinde bölgeye uyum çalışması yaptı. Bu çalışma 2 sene sürdü, sonunda görüşünü netleştirdi ve kararını verdi.
BERLİN İLAHİYATÇILAR
DERNEĞİ’NİN GÖRÜŞÜ
Almanya günleri uzun olan bir
coğrafyadadır. Bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar oruçlarını Medine’deki oruç
süresini esas alarak tutabilirler. İmsak ve iftar saatleri de, Almanya’da câri
olan işe başlama saati esas alınarak takdir edilmelidir. (Takdir: itibari,
faraza, saymaca anlamlarına gelmektedir. Büyük Türkçe Sözlük, Yaşar Çağbayır,
Ötüken Yayınları, s.5537) 2018 yılında
Medine’de oruç tutma süresi yaklaşık 14 saattir. Bu takdire göre Berlin’de imsak
saati 04:46, iftar saati ise 18:34 olmalıdır. (BİLAD)
BU SONUCA NASIL VARILMIŞTIR
Oruç ne demektir
Oruç: Allah’a
ibadet etmek amacıyla bir süre, yeme, içme, cinsel ilişki gibi birtakım ihtiyaç
ve haz verici şeylerden kendini alıkoyma” demektir. Oruç Hicret’ten birbuçuk
yıl sonra, Şaban ayının onunda, Bakara Sûresinin 183 ve 184’üncü âyet-i
kerîmeleri ile Müslümanlara farz
kılınmıştır.
Müslüman olan
herkese farz kılınmıştır. Kur’an, oruca başlama ve iftar yapma zamanlarını vahyedildiği
bölgede yaşayan insanların/Arapların kolayca anlayabilecekleri şekilde ifadeye
koymuştur. Müslüman Arap, güneş doğuncaya kadar yiyecek, içecek ve eşiyle cinsel
ilişkide bulunabilecektir ve güneşin doğmasından gece karanlığına kadar
kendisine helâlleri haram kılacaktır. İftardan imsağa kadar da yasakları
kaldıracak ve normal hayata dönecektir. Muhatap bu açıklamayı anladığı için,
kolayca uygulamaya koymuş ve içine de sindirmiştir. Bu süre sağlık ve çalışma
hayatı açısından oruçluya sorun çıkarmayacak, sıkıntı doğurmayacak bir süredir.
Peygamberimiz orucun farz kılınmasından sonra vefat edinceye kadar Medine’de bu
şekilde 9 yıl oruç tutmuştur.
Orucun amacı
İbadetler kul ile Allah arasındaki
samimiyet esasına göre Allah’ın terazisinde değer kazanır. Allah namazı rekât
sayısına göre değerlendirmeyeceği gibi orucu da aç kalınan, susuz kalınan
sürenin uzunluğuna ve kısalığına göre değerlendirmeyecektir. Allah, ibadetlerin
Müslümanları hangi ölçüde ne kadar kötülüklerden uzaklaştırdığına bakacaktır.
Allah’ın kulundan istediği samimiyettir, ihlâstır. Buyruk böyledir. Amaç, aç
kalmak, susuz kalmak, cinsellikten uzak durmak değildir.
Amaç; kötülüklerden uzaklaşmaktır,
hayatı disipline etmektir ve bu ölçüde Allah’a yaklaşmaktır.
Amaç; kulların, Kur’an’da süresi
belirtilen zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak durarak
arzularının frenlenmesi ve bu sayede empati kurabilme kabiliyetinin
geliştirilmesidir. Oruç ahlâki boyutu olan bir ibadettir.
Amaç; ahlâki yücelişi, ruhi arınmayı,
nimetlerin kadir kıymetini bilmeyi, şükredebilme şuurunun oluşmasını
sağlamaktır, paylaşımcılık şuuruna varabilmenin önünü açmaktır. Bireyi eğitecek
olan toplumsal dayanışmayı üst seviyeye taşımaktır. İnsanı Allah’ın yapılmasını
istemediği eylemlerden korumak ve temizlemektir. Böylece Müslüman ruhen
arınacaktır. Aynı zamanda bir sene boyunca çalışan organlarını oruç tutarak bir
ay dinlendirecek ve böylece daha sağlıklı hale gelecektir. Günlük yaşamına çeki
düzen verecektir ve kendisini yeniden inşa edecektir. Oruç süresince aç ve
susuz kalmanın anlamı bu olmalıdır.
Oruçla ilgili ayetler ve değerlendirilmesi
Oruç, Bakara
Suresi’nin 183, 184, 185 ve 187. ayetlerinde ele alınmıştır. Bu ayetleri iki
bölümde değerlendirmek gerekir. 183 ve 184. ayetler dünya genelindeki bütün
Müslümanları kapsar. 185 ve 187. ayetler bölge halkına hitap eder.
Bakara Suresi 183. ayet:
“Siz ey imana
ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazıldı (farz
kılındı), ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.”
Değerlendirme:
Bu ayet, dünyanın hangi coğrafi
bölgesinde yaşarsa yaşasın Müslüman olan herkesin oruç tutması gerektiğini
ifade eder. Ayetin ifadesi geneldir. Oruç, günün vakitlerinin tam olarak
teşekkül ettiği yerlerdeki Müslümanlara farz kılındığı gibi; gündüzleri uzun
olan veya güneşin doğuş ve batışı tam gerçekleşmeyen ya da 6 ay gecesi 6 ay
gündüzü olan farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlara da farz kılınmıştır.
Bakara Suresi 184. ayet:
“Oruç, sayılı
günlerdir. Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün
sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye
olarak bir yoksulu doyurmaktır. Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek
iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer
bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.“
Değerlendirme:
Bu ayetin içerisindeki “Sayılı
günlerde farz kılındı” ifadesi, günün vakitlerinin tam teşekkül etmediği
yerlerde yaşayan Müslümanların, oruçlu olacakları günleri sayarak
tamamlamalarını belirtmek için kullanılmış olsa gerektir. Bu durumda
Müslümanlar günlük olarak imsak ve iftar vakitlerini takdir usulüyle kendileri belirleyeceklerdir.
Hastalar ve seyahette olanlar orucu
erteleyebileceklerdir. Hastalar iyileşince ve yolcular seyahatten dönünce
oruçlarını tamamlayacaklardır. Oruç tutmaya güç yetiremeyenler ise fidye
vereceklerdir.
Güç yetirememek
ifadesi; sağlığı yerinde ve çalışabilecek güçte olduğu halde iş
ortamındaki olumsuz şartlardan veya yaşam şartlarının verdiği sıkıntılardan
dolayı oruç tutamayanları kapsar. Bu gruba bedensel olarak ağır şartlarda
çalışanlar girebileceği gibi, beyin gücüyle çalışanlar da girer.
Anlaşılan odur ki; orucu sağlıklı
insanlar tutacaktır. Yani oruç, sağlıklı insanların sağlıklarının bozulmasına
sebep olsun diye değil, bilâkis onların sağlıklarının kalitesini artırmak için
farz kılınmıştır.
Çalışma ortamı, coğrafi şartlar,
yolculuk, psikolojik rahatsızlıklar gibi kişiyi sıkıntıya sokacak şartlar
insanoğlunun sağlığının bozulmasına vesile olabilir. Oruç tutmak için bu gibi
şartlar zorlanmamalıdır. “Çünkü Allah kullarına kolaylıklar diler, zorluklar
dilemez.” (2 Bakara/286)
Bakara Suresi 185. ayet:
“Kur'an,
insanoğluna bir rehber olarak gönderilmiştir. O doğruyu yanlıştan ayıran bir
rehberdir. Ramazan ayında indirilmiştir. Sizden kim bu aya erişirse onu baştan başa
oruç tutarak geçirsin. Ancak hasta veya seyahatte olan, başka günlerde,
tutamadığı günler kadar oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk
dilemez. Sizden istediği; belirlenen günlerin sayısı kadar oruç tutmanızdır.
Bir de sizden, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı O’nu yüceltmenizi ve O'na
şükretmenizi ister.”
Değerlendirme:
Bu ayet bölge halkına, vahyin ilk
muhataplarına hitap eder. Muhataplarına orucun Ramazan ayında tutulacağı ifade
edilmektedir. Ramazan ayı bölge halkının İslâm’dan önce de kullandığı takvime
ait bir aydır. Bu ayın hangi aydan sonra geleceğini ve kaç gün olduğunu halk
bilmektedir. 184. ayetteki istisnalar bu ayette de aynen tekrar edilmektedir.
Bu ayette Ramazan ayından özel olarak bahsedilmesi ve istisnaların tekrarı,
yerel halkın muhatap alındığını göstermektedir. İfadeler genele hitap
etmemektedir. Kur’an öncelikle konuyu muhatabının anlamasını istemiştir.
Bakara Suresi 187. ayet:
“Gündüz tutulan
oruçtan sonraki gece boyunca kadınlarınıza yaklaşmanız helâldir, onlar sizin
için bir elbise gibidirler ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz. Allah bu
konuda kendinizi sıkıntıya sokacağınızı bilir; bu yüzden O size mağfiret ile
yönelmiş ve bu zorluğu üzerinizden kaldırmıştır. Şimdi öyleyse onlara
yaklaşabilir ve Allah'ın sizin için uygun gördüğünden yararlanabilirsiniz ve
gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip
içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz. Ama
mescitlerde itikâfta iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır: O halde bu sınırları ihlal etmeyin. İşte böylece Allah mesajlarını
insanlara açıklıyor ki, O'na karşı sorumluluklarının bilincinde olabilsinler.“
Değerlendirme:
Bu ayet ilk muhatapları için
anlaşılabilir durumdadır. Ancak Hicaz Bölgesi dışındaki coğrafyada yaşayan
Müslümanlar için ayetlerin yoruma ihtiyacı vardır. Bu bölgelerde, ayette tarif
edildiği şekilde orucun başlama ve bitiş şartları oluşmamaktadır. Bu durumda
orada yaşayan Müslümanlar ne yapacaklardır? Cevaplanması gereken soru budur.
İşte tam burada insan aklı devreye girecektir. Böylece orucun, başlangıcını
(imsak), süresini ve bitişini (iftar) akıllarını kullanarak takdir edeceklerdir.
Müslümanlar bu konuda Allah tarafından yetkili kılınmıştır. O kadar ki, Allah,
aklını kullanmayanlar için, “Sizi pislik içinde bırakırım.” buyurmuştur. (10
Yunus/100)
Pislik demek; sıkıntı demektir,
anarşi demektir, huzursuzluk demektir, sağlığın bozulması demektir, alt-üst
olmak demektir.
Ayrıca bu ayetten biz, Arapların
İslâm’dan önce de oruç tuttuğunu anlıyoruz. Ancak o zaman oruç ayı süresince cinsel ilişkiden uzak
duruyorlarmış ki; onların bu yanlışını Allah düzeltiyor, “... gece boyunca kadınlarınıza
yaklaşmanız helâldir...” Bu da ayetin bölge halkına hitap ettiğinin
delilidir. Orucun başlama ve bitiş
zamanıyla ilgili ifade de yerel halkın muhatap alındığını gösterir. Araplar
sabahın erken saatinde işe gider, öğle sıcağında eve döner ve istirahata
çekilir (siesta), güneşin tesiri azalınca da tekrar işe dönüp gece karanlığına
kadar çalışırlar. “Gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye
kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz.”
ifadesinden bu anlaşılmaktadır; Orucun başlangıcı (imsak) işe gidilen zaman,
bitişi (iftar) işten dönülen zamandır. Yöre halkının fiili durumu göz önünde
bulundurularak bu ifade böyle kullanılmış olmalıdır.
Bölge, Hicaz (Mekke ve Medine) Bölgesi’dir
ve gecesi ile gündüzü arasında zaman farkı fazla olmayan bir coğrafyadır.
Üzerinde durulması gereken, dünyanın diğer coğrafyalarında günün vakitlerinin
(12 saat gündüz, 12 saat gece) tam teşekkül etmediği, gündüzleri uzun olan ya
da 6 ay gece 6 ay gündüz olan yerlerde oruç tutmak zorunda olan insanların
orucun süresini güneşin doğuşuna göre değil yukarıda belirtilen fiili duruma
göre belirlemelidirler. Bu durumda söz konusu yerlerde Medine’deki süre esas
alınmalı, çalışma zamanlarına göre takdir edilerek orucun başlangıç ve bitiş
zamanı belirlenmelidir. Kur’an’ın ve son din olarak inen İslâm’ın ekvatora
yakın bir bölgeye inmesi tesadüfi olmasagerektir.
Orucun farz kılınma gayesi göz önünde
bulundurularak, Hicaz Bölgesi dışında yaşayan
Müslümanlar oruca ne zaman başlayacaklarını ve ne zaman iftar
yapacaklarını; ya takdir edecekler ya da şartlar oluşmadığı için bizlere oruç
farz kılınmamıştır, diyeceklerdir. Ayetin genel ifadesi göz önünde
bulundurulursa ikinci seçenek mümkün görünmemektedir.
Bu durumda Müslümanlar, yaşadıkları
bölgenin şartlarını göz önünde bulundurarak “Allah zorluk çekmenizi istemez, o
sizin için kolaylıklar diler.” uyarısını da dikkate alarak kendi sorunlarını
kendileri çözmekle yükümlüdürler.
Değerlendirmelerin
Sonucu
Yunus Suresi 100. ayeti ve benzer
ayetleri dikkate alarak akıllarını çalıştıranlar, yaşadıkları bölgedeki
Müslümanların sorunlarını çözmek için bir çalışma içine girmişlerdir. Kimileri
Medine ya da Mekke’yi (Hicaz bölgesi) esas alarak imsâkiye hazırlamışlardır.
Kimileri de günün vakitlerinin tam teşekkül ettiği en yakın yere göre kıyaslar
yaparak çözüm arayışına gitmişlerdir. Bazı alimler de şartlar oluşmadığı için
kutuplarda yaşayan Müslümanlara orucun farz olmadığını söylemişlerdir.
Berlin İlahiyatçılar Derneği
Medine’yi esas alarak oruç tutulması gerektiğini söyleyenlerdendir. Kur’an’ı
Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki
hikmeti vardır. Birincisi muhatabının durumunu, anlayışını, şartlarını dikkate
alma hikmetidir. Diğeri ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu
durumlarda yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın
genel ifadesine katma hikmetidir. Bu durumda orucun zamanı ve süresi takdir
edilecektir. Bu takdiri de o bölgelerde yaşayan Müslümanlar yapacaktır.
Yeryüzünde, gündüzleri haftalar ve
aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya tahammül edilemeyecek
kadar soğuk-sıcak ve uzun günler elbette vardır. Oralardaki insanların da oruç
tutmaları farzdır. Allah bu gibi yerleri ve böyle zamanları tamamen
görmezlikten gelmiş olamaz. Eğer görmezlikten gelmiştir denilirse (hâşâ):
1- Bu durumda Allah yarattıklarına
karşı eşit mesafede durmamış olur. O bölgelerdeki Müslümanlara
kaldıramayacakları ağır bir yük yüklemiş demektir. Oysa, “Allah kullarına kaldıramayacakları
yükü yüklemez.” (2 Bakara/286)
2- Veya yarattığı o bölgelerin
coğrafi özelliklerini unutmuş olur, ki; “Âlemlerin Rabb’i olan Allah, noksan
sıfatlardan münezzehtir.” (27 Neml/8)
3- Veya o bölgelerde oruç tutmak için
gerekli şartlar oluşmadığından orada yaşayan Müslümanlara orucun farz olmaması
gerekir ki; bu durumda da Kur’an’ın kapsayıcılığı ortadan kalkar. Oysa Kur’an
kapsayıcılığı olan bir kitaptır.
Bu durumda söz konusu yerlerdeki
Müslümanlara da Ramazan orucu farzdır. Ancak orucun zamanını ve süresini
kendileri belirleyeceklerdir.
Mekke ve Medine’de en uzun gün 12
saat civarındadır. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20-22 saate kadar
uzamaktadır. Bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar oruçlarının süresini Mekke ya da Medine’ye
göre takdir ederek ayarlayabilirler. Bu uygulamayla Ramazan ayının bereketinden
istifade etmiş olurlar.
ALMANYA’DA ORUÇ
Almanya takdir usülü
ile oruç tutulması gereken bir coğrafyadadır.
Almanya’da yaz aylarında gündüzler
uzundur, bazı aylarda 20 saate kadar yaklaşır. Burada yaşayan Müslümanlar
Medine’deki süreyi esas alarak orucun başlama ve bitiş saatini kendileri takdir
etmekle yükümlüdürler. Aksi halde oruç insan sağlığına zarar verir duruma gelir
ki; insanların takatleri kesilir, ibadet işkenceye dönüşür. Allah böyle bir
zulme müsaade etmez. Allah kendisine ibadet yapılsın diye, Müslümanların
sağlıklarını riske atmalarını istemez. “Başınıza gelen herhangi bir musibet,
ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür.” (42 Şura/30)
Ramazan ayında iş durumu oruç tutmasını
zorlaştıran Müslümanlar, 20 saat oruç tutmak zorundayım düşüncesiyle, sırf evde
yatarak oruç tutmak için doktordan, hastaymış gibi rapor alamazlar. Yalan ile
oruç aynı çizgide buluşmaz. Sahtekârlık yaparak Allah’a kulluk yapılamaz.
Allah‘ın gözüne girmek için, kulların hakkını çiğnemek olmaz.
Almanya’daki
İmsâkiyeler
Berlin’de değişik cemaatler
tarafından her Ramazan ayında en az 10 çeşit imsâkiye dağıtılır. Her bir
cemaate ait ayrı ayrı zamanları gösteren imsâkiyelerdir bunlar. Cemaatler,
kendilerini farklı kılmak için düzenlerler bu imsâkiyeleri. Kimisi imsâkı
01:05’te başlatır, iftarı 21:40’ta yapar. Kimisi imsâkı 03:30’da başlatır
iftarı 21:30’da yapar, kimileri de 10 dakika, 20 dakika, 40 dakika, 1 saat, 2
saat ara ile imsâk ve iftar zamanını belirlemişlerdir. Hepsinde keyfilik vardır
bu tespitlerin, tutarlı değildirler. Bir kişi kendi imsâkiyesine göre dakikayı
bile hesap ederken kendisinden önce iftar eden kişinin orucu neden bozulmuş
olmuyor? Aslında önce iftar edenin orucu, kendisinden sonra iftar edene göre
bozulmuş sayılır. Her ikisinin de orucu kendi cemaatlerinin imsakiyesine göre
bozulmamıştır. Oysa birinin orucu bozulmuş olmalıydı. Kuralsızlık kural
olmuştur. Öyleyse farklı imsâkiyeler niçin bastırılır?
Bu imsâkiyeler orucu tutacak olan
Müslümanın yaşadığı bölge açısından sorunludur. Ayetin ruhuna uygun olarak
hazırlanmamışlardır. Hicaz Bölgesi Müslümanları Medine’de 14 saat civarında
oruç tutarken, Almanya’daki Müslümanın 17 saat, 19 saat, 20 saat, başka bazı
ülkede 22 saat oruç tutması Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz. Allah zalim
değildir. Bilgisiz de değildir. Yarattığı dünyayı tanır, unutkan da değildir.
Adaleti emreder. Yani O Medine’deki Müslümana torpil yapmaz. Almanya’daki ya da
kutuplardaki Müslümana da düşman değildir, zulüm yapmaz.
Sorun, Allah’ın değil insanların
ahlâkîliği sorunudur. Sorun, ibadet yaparken şartlar ne kadar zor olursa o
kadar çok sevap kazanılacaktır gibi bir anlayışa sahip “şizofren kafaların”
sorunudur. Bu kafaları sorgulamayan, sürü olmayı tercih eden kiralık kafaların
sorunudur. Allah‘ı ta’n etmenin anlamı yoktur. “Aklınızı çalıştırmazsanız sizi
pislik içinde bırakırım.“ diyen bir yaratıcı yapılması gerekeni yapmıştır.
Aklın çalıştırılmasıyla ilgili emrini vermiştir.
UZUN GÜNLERDE VE KUTUPLARDA ORUÇ/GÖRÜŞLER
Musa Carullah Bigiyev
“Tefsirciler,
‘Birinci hitapta Allah mücmel (kapalı) bir ifade kullanmış ikinci hitapta da bu
ifadeyi detaylandırmıştır’ derler ve ‘Bu şekilde bir ifadenin kullanılması
Kur’an’ın mucize olmasındandır.’ açıklamasını yaparlar. Bütün zamanları,
mekânları, insanları, durumları ilmiyle kuşatan Allah’ın kitabı hakkında böyle
bir ifade yeterli olmaz. O halde basit yorumları seslendirmektense sükût etmek
daha iyidir. Ya Allah’ın hikmetine ve kuşatmasına uygun bir yorum ya da edep dairesinde
sükût gibi iki şeyden biri yapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: ‘Allah, konuştuğunda hayır söyleyip mükâfat kazanan ya da sükût
edip selamette kalan kişiye merhamet etmiştir.’ (Buhari, Edeb 31,85)
Kur’an’ı
Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki
hikmeti vardır. Birincisi müstakil maslahatı dikkate alma hikmetidir. Diğeri
ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda orucun hükümlerini
açıklayıp yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın
genel ifadesine katma hikmetidir. Bunu gerekli kılan mazeretler, mesela;
gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun ve de geceleri aydınlık olan yerlerde,
bölgenin özelliği dolayısıyla veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ya da
sıcak olan zamanlarda zamanın özelliği sebebiyle Ramazan orucu eda edilemez
ise, o takdirde “sayılı günler” hitabı muhkem nas olmak üzere hükmünü icra
eder. Ancak iki tam hitabın gelmesini, Şâri Hakim’in kuşatıcılığı ve gaflet
etmemiş olması noktasında görmek çok daha uygun olabilir. Herhalde bu yorum
tefsircilerin yorumlarından daha iyi olsa gerektir.
Yeryüzünde,
gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya
tahammül edilemeyecek kadar soğuk ve sıcak zamanlar elbette vardır.
Tefsircilerin açıklamalarına göre Allah’ın bu gibi yerleri ve böyle zamanları
tamamen görmezlikten gelmiş olması gerekir; Fakat bizim yorumumuza göre bu gibi
yerler böyle zamanlar birinci hitabın açık ifadesi altına girer. O zaman Allah
bu gibi yerleri görmezden gelmiş ve oralarda yaşayan/ yaşayabilecek insanları
ihmal etmiş olmaz.
Tefsircilerin
görüşlerine katılacak olursak, Kur’an’ı Kerim’in ‘Şafağın beyaz ipliği siyah
iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyiniz, içiniz sonra da orucu geceye kadar
tamamlayınız’ ayetinde İslâm şeriatı için gerekli olan genellik, kapsayıcılık
düşünülemez. Zira yaz günlerine tesadüf eden Ramazan’da geceleri aydınlık yahut
gündüzleri, haftalar ve aylar kadar uzun yörelerde bu ayet-i kerime tamamıyla
hükümsüz kalır:
Çünkü böyle
yerlerde ‘beyaz iplik, siyah iplik’ ‘fecir ve gece’ gibi şeyler
bulunmamaktadır. Buna ilâveten her Ramazan ayı yeryüzünün bazı yerlerine göre
devamlı aydınlık, bazı yerlerinde ise devamlı olarak karanlık olur. Bu durumda
İslâmiyet’in büyük rükünlerinden biri olan orucun farziyeti yeryüzünün çoğu
bölgelerinde kalkar. Tamamen hükümsüz olur. Dolayısıyla, ilmiyle bütün yerleri,
bütün zamanları, bütün insanları ve halleri ihâta eden/kuşatan Allah’ın
indirdiği Kitap kusurlu olur. Oysa Kur’ân-ı Kerim'de kusur bulunmaz.
Allah,
gündüzleri, geceleri ve ayları muntazam olmayan yerlerde yaşayan insanlara
belli bir Ramazanı farz kılar mı? Yolculuktaki ufak meşakkatler dolayısıyla
kullarından Ramazan günlerini tehir eden Allah, gündüzleri haftalar ve aylar kadar
devam eden yerlerde elbette Ramazanı farz kılmaz. Küçük özürleri dikkate
aldıktan sonra, en büyük özrü ihmal etmek, “kolaylık” ilkesi üzerine kurulmuş
olan İslâmiyetin şanına hiçbir zaman uygun olmaz. Kısmî bir rahatsızlık
verebilecek yolculuk orucu hakkında “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.”
demiş olan Kur’an-ı Kerim, genel zararları kesin olan orucu elbette farz
kılmaz. Ümmetini arada iftar etmeden peş peşe oruç tutmaktan, yani iki gün
arasında kalan bir gecede iftar etmemekten şiddetle nehyeden Rasûl-i Kerim,
sürekli gündüz olan ve ufuklarından aydınlığın eksik olmadığı yerlerde tayin
etmek yoluyla Ramazan orucu tutmayı elbette teklif etmez. Buna göre olsa
gerektir ki Kur’ân-ı Kerim, ‘Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren,
hidâyeti ve doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere
Kur’an işte bu ayda inmiştir.’ ayetinin sonunda ‘Onu oruçla geçiriniz’ gibi
genellik ve belirlilik ifade den bir kelime kullanmamıştır. Bunun yerine
Kur’an, ‘Sizden kim bu ayı idrak ederse o ayda oruç tutsun’ gibi günleri ve
ayları normal olan yerlerde yaşayan insanlara mahsus bir hitabı tercih
etmiştir. ”Gece ve gündüzü sıkıntılı olan yerlerde ayı idrak etmek mümkün
olmaz. Bu idrak baş gözüyle görmekten ibaret bir idrak değildir. Bizzat o
bölgelerde ikamet etmektir. Ve ayın tümünde o yerde ikamet etmeye devam
etmektir. Kur’an-ı Kerîm’in açık ifadesine göre kutuplarda ve kutupların
civarında hiçbir zaman oruç farz değildir. Zira oruç sadece sayılı günlerde
farz kılınmıştır. Senesi bir gündüz ve geceden ibaret olan kutuplarda ya da
gündüzleri ve geceleri haftalar ve aylar kadar devam eden soğuk bölgelerde
“sayılı günler” bulunmadığı için oralarda ikamet eden insanlar yaşadıkları
yerin taşıdığı bir özelliği gereği orucun farz oluş hitabından elbette istisna
edilmiş olur. (Musa Carullah Bigiyev, Uzun Günlerde Oruç, Doç. Dr. Abdullah
Kahraman İz Yayıncılık, İslâm Klasikleri Dizisi:35, İstanbul, 2009, ISBN
9789753557351, s.109-115, 126)
Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu
“Gündüzleri
uzun olan günlerde, Mekke ile Medine’nin oruç süresinin ortalaması alınarak
Ramazan orucu tutulmalıdır. Bu uygulama Kur’an’ın ruhuna daha uygundur. ‘Allah
kimseye gücünün üzerinde bir teklifte bulunmaz.’”(Berlin Türk Eğitim Derneği
Berlin Konferansı/ MOCCA Dergisi, Sayı 15, s.68)
Prof. Dr. Süleyman Ateş
“Kur'ân-ı
Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu
bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş,
normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına
bırakmıştır. Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya
Kur'ân'ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal
vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar
da belirlenecek saatlerde kılınır.” (Süleyman Ateş, Yeni İslâm İlmihâli, Yeni
Ufuklar Neşriyat, 2008, ISBN 9759843397)
Molla Hüsrev (Fatih Sultan Mehmet dönemi şeyhülislâmı)
“Vakitleri
normal teşekkül etmeyen yerlerde oruca saat ile başlanır ve oruç saat ile
bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden şehirdeki
Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i
Gurer-il-Ahkâm, Mollah Hüsrev Mehmed bin Feramürz, (1478 (Hicri 883) senesinde
eserini tamamlayıp Fatih Sultan Mehmet’e sunmuştur.) Matbaa-i Amire, İstanbul)
Prof. Dr. Muhammed
Hamidullah
“45 derece ile 90 derece arasındaki
bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi,
oruç vs. için de böyledir. (Muhammed Hamidullah, İslâm’a Giriş, Beyan
Yayınları, 2003, İstanbul, ISBN 9754731489)
T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
“Normal
vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir
yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi
vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen
bir sakınca yoktur.“ (Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı, Tarih: 10-11.06.2009, http://www2.diyanet.gov.tr/dinisleriyuksekkurulu/Sayfalar/45Enlem.aspx)
Rusya Müftüler Konseyi
“Geniş coğrafi
alana sahip Rusya'da güneşin batmadığı bölgelerde oruç tutan Müslüman toplumu
Mekke'ye uygun şekilde iftarlarını yapabilirler. Gündüz vakti ortalaması olan
12 saatin çok üzerinde, yaklaşık 19 ve üzeri saat gündüz vaktinin yaşandığı
bölgelerde oruç, Mekke saat dilimi ve iftar vakti esas alınarak tutabilir.“ (http://ramazan.haber7.com/oruc/haber/1050512-gunesin-batmadigi-ulkelerde-oruc-nasil-tutulur,
17.07.2013)
Prof. Dr. Hayrettin Karaman
“Güneşin
aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminlerin de dinî eğitime ve
sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak
hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî olarak
ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır. Bu şartlarda yaşayan müminlerin
uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir:
1.
Mekke takvimini uygulamak.
2.
Kendilerine en yakın normal (gecesi
ve gündüzü tam teşekkül eden) bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet
yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine
Hz. Peygamber'e, bu bir yıl kadar uzun günde namazları nasıl kılacaklarını
soran sahâbîler, ‘Daha önceki normal günlere göre kılarsınız.’ cevabını
almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (Müslim,
"Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayrettin Karaman, İslâm'ın
Işığında Günün Meseleleri, İz Yayıncılık , ISBN 9753554961).
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün
Soru, gecelerin
kısa gündüzlerin uzun olduğu yerlerde orucun kaç saat tutulacağı ile ilgili.
Örneğin, İzlanda gibi gecenin sadece 3 saat olduğu bir yerde orucun 23 saat
tutulması mı gerekir yoksa oruç tutanlar en yakın yere mi uyacaklar? ‘Gündüzün
uzun gecenin kısa olduğu yerler, kendilerine en yakın olan yere tabi olurlar’
ilkesini benimsediğimizde, bu durumda İzlanda’dakilerin Norveç’e tabi olması
gerekir, diyelim. Bu durumda aynı soru Norveç için de sorulacak zira orada da
oruç 20 saati buluyor. Onu da en yakın olarak Rusya takip ediyor.
Avrupa’da en
uzun orucun tutulduğu İzlanda ile Türkiye arasında 5 saatlik bir fark var. Bu
farkı korumak mı gerekir yoksa başka bir yol mu bulunmalı?
Kanaatim şudur:
“Güneş batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş
batımı tespit edilerek, imsâk ve iftar vakti belirlenir. Unutmamak gerekir ki
yerel saatleri belirlemek için yararlandığımız meridyenler itibaridir. Bu
itibarî oluştan hareket ederek, orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen
itibari bir zaman tayini yapılır. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu
açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler.
En yakın yere de uyabilirler. Ama yine aynı uzun saatlerle karşılaşacakları
için daha merkezi bir tayinde bulunabilirler. Bu Mekke de olabilir Medine’de. (Berlin
İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 25.01.2018)
Prof. Dr. İlhami Güler
“Bilindiği gibi
Arabistan’da en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki
ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Günlerin uzun ve en sıcak olduğu yaz
aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik, endüstri,
fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya ateş
ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan ayı
içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya
fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim.
Gerekçesine
gelince; bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve mineral
kaybetmektedirler. Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın pıhtılaşmasına,
dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi doğurduğu gibi;
susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet verebilmektedir. Orucun her
otuzüç yılda bir yaz aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların
kullandıkları ‘Kameri’ takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların
kendileri İslâm’dan önce tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allah’ın dinî
anlamda vaz’ ettiği bir şey değildir. Eğer Araplar ‘Güneş’ takvimi kullanıyor
olsalardı, Ramazan ayı bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı
ise, o mevsimde kalacaktı. Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s) sağlığında,
orucun farz kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının bahar
mevsimine denk geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere
denk gelmesi, Allah’ın insanları böyle anormal bir ‘meşakkat’ durumu ile
denediği anlamına gelmez. Çünkü ayette ‘Allah, kolaylaştırmayı murad eder,
zorlaştırmayı değil’ denmektedir. Böyle bir ruhsatı klimalı serin odalarında
oturan din bürokratlarının (Diyanet İşleri bürokrat-memurlarının) ve ilâhiyatçıların
vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan düşenin hâlini
ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların mağduriyet
durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar. Buna örnek
olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük “kefaret
orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü olmadığı
halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda kasten
yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise sadece
cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına hükmetmişlerdir.” (https://onedio.com/haber/agir-is-yapan-oruc-tutmasin-16495)
Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı
“Oruç zamanının
ve süresinin tespiti, Güneş takvimine göre yapılmalıdır. Ramazan ayına ulaşan
kimse o ayı oruç tutsun" diye geçen Bakara 185'te Ramazan’ın bir ay olduğu
ortaya çıkıyor. Böylece Kuran'ın farz kıldığı oruç bir aydır. Ramazan, Arap
aylarına göre belirlendiği için her sene 10 gün önceye geliyor. Bana göre Ramazan
ayı sabitlenebilir.” (http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/653669-oruc-butun-dinlerde-vardir,
01.08.2011)
Prof. Dr. İsrafil Balcı
Dinin geldiği
coğrafyadaki hükümler yerel ve normal şartlardaki hayat nizamına göre
düzenlenmiştir. Bu hükümleri şartlara göre yenilemede bir sakınca olmaz.
Üstelik vahyin dinamik yapısı bunu gerekli görür. Mamafih Allah zorluğu değil,
kolaylığı murad eder. Unutmamalıyız ki, kameri (ay) takvime göre oruç zamanını
belirleme Allah’ın emri değildir, o dönemde Araplar’ın tercih ettiği takvimle
alakalıdır. Allah oruç tutmayı emretmiştir. Bu durumda güneş takvimi esas
alınarak oruç ayı düzenlenebilir ve böylece oruç ayının yeri de sabitlenebilir.
Dikkat edilirse bugün, izafi olarak belirlenen paralel ve meridyenlere göre
zaman dilimi takdir ederek ayarlanmıştır. Bu bağlamda sorun teşkil eden
bölgeler için izafi zaman dilimi belirlemede bir sakınca olmadığını
düşünüyorum. Ayette geçen “Size göre” (2 Bakara/187) ifadesi, buna referans
gösterilebilir. Üstelik inancımız azami değil asgari koşulları yerine
getirmemizi ister. Resulüllah cemaatine bunu öğütlemiştir. “Allah sizi
gücünüzün üzerinde bir sorumlulukla mecbur tutmaz” ilahi ilkesi de buna
referanstır. Dikkat edilirse gücü yetmeyenler için fidye imkânı getirilmiştir.
Bu bağlamda zor ve ağır işlerde çalışanlar bile farklı zamanlarda oruç
tutabilirler. Kaldı ki, zaten kameri takvime göre oruç günleri yıl içinde
değişmekte, her 33 yılda ise bir yıllık bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla normal şartlar dışında kalan konular/bölgeler için yeni
yorumlar/içtihatlar geliştirilebilir. Bu bağlamda Mekke ve Medine’nin veya en
yakın yerin normal zaman dilimleri veya saati esas alınarak bir zaman düzenlemesi
yapılmasında bir beis yoktur. En azından bir tercih ve çözüm yoludur. Aynı
husus namaz vakitleri için de geçerlidir. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel
açıklama, 31.12.2017)
Prof. Dr. Mehmet Azimli
Daha önceleri “Uzun
günler olan yerlerde en yakın yere uyabilirler” şeklinde bir fetva verildiği
olmuştur. Böyle çözüm olmaz. Kimine göre en yakın yer Almanya’dır, kimine göre
Avusturya’dır, kimine göre Türkiye’dir. Onun için bunu bir ilkeye bağlamak ve
sabitlemek gerekir. Sabitleme işini de Mekke’yi esas alarak yapmak doğru olur. Uzun
gündüzleri olan ülkelerde yaşayan Müslümanlar Mekke’deki oruç vakitlerine göre
oruç tutabilirler. Gün batmış-doğmuş, oruç şu kadar saniye önce tutulmuş-açılmış
vs. bunlar sorun olmamalıdır. Çünkü oruç, Kur’an’ı Kerim’in indiği ortamda farz
kılınmıştır. Allah orucun zamanını ve süresini o bölgenin insanına göre ayarlamıştır.
Ama İslâmiyet genişledikçe, evrensel olarak bütün dünyaya yayıldıkça bu tür sorunlar
doğmuştur. Bu sorunlar sorunlu bölgelerde yaşayan Müslümanlar tarafından
çözülmelidir. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 01.01.2018)
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Vakitlerin tam
oluşmadığı bölgelerde Kur’an-ı Kerim’in indiği coğrafyanın takvimi esas alınmalıdır.
Örneğin, namazın farzlarından biri de vakittir. Namazın namaz olması için
vaktin girmesi gerekir. Vakit oluşmamışsa kılmayalım, demek doğru olmaz. İzafi
şeyler ibadetin yükümlülüğünü düşürmez. Ama yaşanılan coğrafyayla Kur’an’ın
indiği coğrafya örtüşmüyorsa ne yapılmalıdır. 20 saat ya da 22 saat oruç
tutulmaz. Cenabı Allah’ın kullarına zorluk yerine kolaylık istediğine dair bir
çok ayeti kerimesi vardır. Öyleyse herkes için bağlayıcı veya örnek alınması
gereken yer olan Mekke oruç süresi esas alınarak oruç tutulmalıdır. (Sözden
Öte, 24 TV, https://www.youtube.com/watch?v=-oxh9z85fG4,
15.01.2016)
SONUÇ
1.
Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın (24 saatlik günün vakitlerinin -12 saat gündüz, 12 saat gece- tam teşekkül
etmediği, gündüzleri uzun olan ya da 6 ay gece 6 ay gündüz olan yerlerde) “Ben
Müslümanım.” diyen herkese oruç farz kılınmıştır. Kutuplardaki ve uzun
gündüzleri olan yerlerde yaşayan Müslümanlara oruç farz değildir, demek doğru
olmasa gerektir. Oruç ayetinin sonunda, “Oruç tutmak sizin için daha
hayırlıdır.” vurgusu vardır. Bu vurgu ile oruç tutmamanın değil, tutmanın daha
hayırlı olduğunun altı çizilir.
2.
Oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret
değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde nefsin disipline
edilmesidir. Helâllere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda
"Umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunulacak olan şeyler
bellidir. Yalandan iftiraya ve kalp kırmaya, cimrilikten ihtikâra ve israfa
kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunulacaktır.
İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.
3.
Aslında oruç kendi başına ibadet
değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza
da almazlar. Oruç, yukarıda zikrettiğimiz ibadetlerin ön şartıdır.
4.
Oruç Medine'de farz kılınmıştır.
Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur. Kur'an'ı, indiği
yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da bulunduğumuz
bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek yorumlarımızla
İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Din bizim elimizde insanlara
sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi
mesaj haline gelmelidir. Dolayısıyla “Medine’deki oruç süresi esas alınarak”
orucun başlangıç ve bitiş zamanı belirlenmeli ve dünyanın ihtiyaç duyulan bütün
bölgelerinde o bölgede yaşayan insanların çalışma saatlerine uygun olarak aynen
monte edilmelidir. Müslümanlardan istenen budur.
5.
İbadetler, bazı coğrafi bölgelerde
yaşayan Müslümanlara avantaj sağlarken, diğer bölgelerde yaşayanlar için
dezavantaj olmamalıdır. Allah her bölgedeki Müslümana eşit mesafede durur. En
doğrusunu Sahibimiz bilir.
Berlin
İlahiyatçılar Derneği, 25.01.2018