24 Haziran 2013 Pazartesi

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM 2013






-Kur'an bu ayda inmiştir-



-Oruç tutacağız diye hasta raporu almak tamamen yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse gayri müslimse vebali, daha büyüktür-

Oruçla ilgili gerekli olan bilgileri vermeden önce, Kur'an'ın oruca yaklaşımını bilmekte fayda olacağı

kanaatindeyim.



Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Farz olan Ramazan ayı orucu

''- Ey iman edenler oruç, sizden öncekilere farz kılnıdığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki dikkate alırsınız.(1)



 - „Oruç, sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruca güç yetiremeyenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.

Ramazan, insanlara yol gösterici, apaçık bir öğreti ve yasa kitabı olan Kuran'ın indirildiği aydır. Kim o aya ulaşırsa oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar. ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Böylece (oruç günlerinin) sayısını tamamlar, sizi doğruya ulaştıran ALLAH'ı yüceltip şükredersiniz.(2)



- „Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar."(3)



Oruç Oruç, Müslümanın Kur'an'da belirtilen zaman dilimi içinde, yemek, içmek ve cinsel ilşkiden, kendisini uzak tutmasıdır. 




Orucun zamanı

Orucun zamanını, Kur'an'da belirtilmiştir. Peygamberimiz de uygulamasıyla bize örnek olmuştur. Hz. Ömer, Huzeyfe, İb. Abbas, Talk İb. Ali, Ata İb. Ebî Rabah, Ameş, Ali İb. Ebû Talip gibi sahâbelerden gelen rivayetler şöyhledir:

''Oruca başlama vakti, sabahleyin yolların dağların, tepelerin belli olacağı zamandır. Yani çıplak gözle eşyaların birbirinden seçildiği zamandır."(4)



Hz. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Muhammed s.'in uygulaması da böyle olmuştur. Hz. Huzeyfe çöyle der: ''Sabah oluncaya kadar Rasûlüllah ile beraber yiyip içtik ki, güneş henüz doğmamıştı.'' 




Kur'an'ın buyruğu böyledir:

''Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.''(5)



Rivayetlerden anlaşıldığına göre, peygamberimizin uygulaması da bu yöndedir. Bu durumda Güneşin doğmasına 45 dakika kalaya kadar yiyip içilebilir.



Oruç ibadetiyle ilgili hadisler

Oruç İslâm`ın beş şartından biridir. Allah Teâlâ, orucu müslümanlara farz kılmıştır. Oruç, hikmetleri ve maddî manevî faydaları çok olan bir ibâdettir. Aşağıdaki hadîsler, orucun hikmet ve faydasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

''Her hangi biriniz oruçlu bulunduğu gün artık kötü söz söylemesin ve cahilliğe kapılmasın. Eğer bir kimse kendisi ile dövüşür yahut ona hakaret ederse derhal: ''Ben oruçluyum, ben oruçluyum, desin.''(6)

''Âdemoğlunun her işi kendisi içindir. Oruç müstesna. O, içine riyâ karışmayan bir ibâdettir. Onun mükâfatını da doğrudan doğruya Allah verir, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında, muhakkak misk kokusundan daha hoş ve temizdir.''(7)

''Oruç bir kalkandır.''(8)

''Herşey için bir zekât vardır, cesedin zekâtı da oruçtur, oruç sabrın yarısıdır.''(9) 




''En güzel düzenleyici Allahtır.''

-Oruç, ruhsal yükselişi sağlamak için farz kılınmıştır. Oruç, aynı amaçla önceki ümmetlere de farz kılınmıştır.

-Ramazan ayında oruca güç yetiremeyenler, tutamadıkları gün sayısınca başka günlerde oruç tutarlar.

-Oruca tahammül edemiyecek olanlar ise, oruç yerine fidye verirler. Bununla beraber kendileri için oruç tutmaları daha hayırlıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki; Allah'ın temel tavrı, kullarının işini kolaylaştırmaktır, güçleştirmek değildir. 


''Rızık temini için zor şartlar altında çalışanlar, çocuklu kadınlar, esir veya hapiste olanlar ve bizim bilemeyeceğimiz, oruç tutmaya mani herhangibir mazereti olanlar, hergün için fidye verebilirler.''(11)



-Diğer ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetin de de mazeret tesbiti, tamamen şahısların kendilerine aiddir. Kur'ân, oruç tutmakta zorlananlara fidye kolaylığı getirmekle iki amacı birden gerçekleştirmiş olmaktadır:

1- Müslümanın, oruç ibadetimi yerine getiremedim diye, karamsarlığa kapılmamasını sağlamak.

2- Fidye imkanıyla, toplumda yoksulluk ve imkansızlığa çare bulmak. Kur'ân'ın açıklamasına göre, „bir insana diğer bir insanın yardım ulaştırması, sadece kendisinin faydalanacağı ibadetlerden daha hayırlıdır."



Kur'an'ın beyanına göre insan, dünyada; inaç açısından, düşünce açısından, çalışma açısından velhasıl insan hakları açısından, tamamen hür olarak yaşaması gereken bir varlıktır. İnsan için ibâdet, bu hürriyet içerisinde yapıldığında bir anlam taşır, zorlamayla veya şov olsun diye yapılan ibadetlerin Allah'ın terazisinde bir ağırlığı olmayacaktır.

Dini insanlara anlatmak konusunda kendilerini görevli hissedenler, bu konuda sorumluluk üstlenenler, bu açıdan meseleye bakarak, muhataplarına dini anlatmalıdırlar.

''Oruç tutmayanın, namaz kılmayanın hapse atılması veya öldürülmesi''(12) gibi garip fetvalar ne yazık ki fıkıh kitaplarımızda yer almaktadır. Hangi amaçla, ne zaman, ne şekilde bu fetvalar kitaplara girdiyse girmiş. Ancak bugünün müslümanları, bu garip fetvalara itbar etmemelidir.



Aklı başında hiç bir insan namaz kılmadığı, oruç tutmadığı zaman hapsedileceği, öldürüleceği bir dine girmek istemez.

-O halde Allah'ın kullarına lutfettiği ruhsat ve kolaylıklar müslümanlara özellikle anlatılmalıdır. İbadetleri zorlaştırmakla müslümana daha fazla sevap kazandırmış olmayız. Tam aksine onları samimiyetsizliğe ve riyakârlığa itebiliriz.



Allah ibadetlerle ilgili meseleleri Kitabı'nda bizlere açıklamıştır. Bu Kitab'a rağmen müslümanlara din anlatılmaz, anlatılırsa o din Allah'ın dini olmaz. Takva adına, azimet adına, iyi müslüman olma adına, cihad yapma adına, imanı artırma adına Allah'ın dinine çomak sokmanın âlemi yoktur. Bu tip temelsiz kurallarla ne yazık ki din tahrif edilmiştir, hâlâ tahrife devam edilmektedir. Allah din tahrifçilerine, çok nazik bir şekilde, diyeceğini diyor aslında ama anlayana. Benim işime karışmayın, siz kendi işinize bakın: ''En güzel düzenleyici Allahtır.''(13) 




Orucun fayda ve hikmetleri

Orucun fayda ve hikmetlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

-Oruç tutmakla, Allah'ın rızası kazanılmış olur. Oruç, insanı kötülüklerden alıkoyar, nefsi terbiye eder, ihtirasları bastırır ve ruhu yüceltir.

-Oruç tutarak aç kalan müslümanın, şefkat ve merhamet duyguları gelişir, fakirlerin, miskinlerin, açların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini tecrübe ile öğrenmiş olur ve onlara karşı daha insanî yaklaşımlar ortaya koyar.

-Oruçlu kişiler, açlığa, susuzluğa ve sıkıntılara tahammül etmeyi öğrenir, sabır, sebat sahibi olurlar.

-Orucun ruhumuz kadar bedenimize de faydası vardır. Ramazan boyunca mide ve kalb daha az çalışır, bütün organlar dinlenir, vücut sağlık kazanır. Bu sebeble oruç, maddî, mânevî hastalık ve kötülüklere karşı bir kalkandır :

- Oruç; ahlâk mektebidir.

- Oruç; nefse karşı bir savaştır.

- Oruç; sabır alışkanlığı kazandırır.

- Oruç; iradeyi kuvvetlendirir, gayreti biler.

- Oruç; düzeni ve disiplini öğretir.

- Oruç; merhemet ve kardeşlik bağlarını güçlendirir.

- Oruç; toplumsal hastalıkların tedavilerinde önemli bir etkendir.

- Oruç; vücut için bir rektefe vazifesi görür. 




Ramazan orucu kimlere farzdır

Namaz kimlere farz ise oruç da onlara farzdır. Ancak biz yine bir sıralama yaparak bilgilerimizi tazelemiş olalım, oruç, erginlik çağına gelmiş, akıllı, her erkek ve kadın müslümana farzdır. Yani 15 yaşından itibaren müslümanlar oruç ibadetini yerine getirmelidirler.




Orucun çeşitleri

Farz olması ve olmaması açısından 3 çeşit oruç vardır.

1- Farzolan oruçlar: Ramazan'da oruç tutmak farzdır. Bu ayda tutulamayan oruçlar başka günlerde kaza edilir.

2- Nafile olan oruçlar: Ramazan ayının dışında tutulan oruçlar nafile olan oruçlardır.

3- Haram olan oruçlar: Sıhhati kesinlikle oruç tutmaya uygun olmayan kimseye oruç tutmak haramdır. Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört günü oruç tutmak uygun değildir. Çünkü bayram günleri Allah'ın kullarına birer ziyafet günüdür. Allah'ın ziyafetinden kaçınmak uygun düşmez. 




Orucu bozan şeyler

Orucu bozan şeyler, orucu geçersiz kılan şeylerdir. Oruçlu iken bilerek herhangi bir şeyi yemek, içmek. Cinsî münasebette bulunmak ve besleyici olan iğne yaptırmak orucu bozar. Besleyici olmayan iğneler ise orucu bozmaz.

Denize girmek, banyo yapmak, kan aldırmak, içerisinde şeker ihtiva etmeyen natur bir sakızı çiğnemek de aynı şekilde orucu bozmaz. Ağız kokusunu kısmende olsa gidereceği için toplum içerisinde bulunan ve insanlarla konuşmak durumunda olan müslümanlara sakız çiğnemeleri tavsiye bile edilir. 




Kazayı gerektiren haller

Orucu bozan şeyler, aynı zamanda kazayı gerektiren hallerdir. Herhangi bir nedenle orucu bozulan müslüman, Ramazan ayından sonraki günlerde, orucunu kaza eder. 




Oruçla ilgili diğer meseleler



1-Keffâret

Keffâret ceza demektir. Fıkıh kitaplarımızda orucunu kasten bozan müslümana verilecek cezadan, keffaret adı altında uzun uzun bahsedilmiştir. Oysa hüküm koyucu, her ne sebeple olursa olsun orucunu bozan müslümana kaza etmesini söylememiştir. Peygamberimiz de bu yolu takip etmiştir. Sonradan bu yol terkedilmiş ve hüküm koyucu devre dışı bırakılarak keffaret uygulaması esas alınmıştır. 


Kur'an ve Sünnet'e göre, her ne suretle olursa olsun orucunu bozana keffâret lâzım gelmez. Yani orucun keffareti yoktur.

Keffâret cezası başka konulardaki (zıhar olayı Mücadele 2,3) keffâret uygulamalarının anlam kaydırmalarıyla, oruca da tatbik edilmesinden doğmuştur.

Burada Allah adına hüküm koymanında ötesinde, Allah adına, O'nun kullarına ceza vermek gibi bir zulüm de vardır.

Biz, böyle bir zulmü, Allah'ın dinine fatura etmekten Allah'a sığınırız. Hüküm ne kadar da açık: ''Ramazan günlerinde orucunu tutamamış olanlar, başka günlerde tutarlar.''

Allah rızası için oruç tutan müslümanın, öyle veya böyle, hiçbir mazereti yokken orucunu bozması zaten mümkün değildir.

Oruçlu bir müslüman özel durumuna göre, kendini mazeretli görürse, mazeretli sayarsa iftar eder. Keyfi olarak oruç bozan insan, zaten Allah korkusundan veya ibâdet şuurundan uzaktır. Bu müslüman da keffaret orucundan zaten korkmaz, çünkü onu da tutmayacaktır. Bu durumda ceza iyi niyetli olan müslümana verilmiş olur ki yanlıştır.

Yukardaki sözümüzü yeniden tekrar edelim. İnsan ibâdet yapıp yapmamakta hürdür. Bu hürriyet içerisinde yapılırsa, ibadet bir anlam taşır. Herkes Cennet'e girme hürriyyetine sahip olduğu gibi Cehennem'e girme hürriyyetine de sahiptir. 




Keffârete delil olarak şu hadis gösterilir:

- Bir adam Peygambere gelerek'' mahfoldum''dedi,

- Peygamberimiz; Seni mahveden şey nedir ?

- Adam; Ramazan da hanımımla ilişkide bulundum.

- Peygamberimiz: Köle azad edebilir misin ?

- Adam: Hayır.

- Peygamberimiz: Peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin ?

- Adam: Hayır.

- Peygamberimiz: Altmış fakiri doyurabilir misin ?

- Adam: Hayır.

- Peygamberimiz: Adama biraz hurma vererek al bu hurmaları dağıt dedi.

- Adam: Bizden fakiri var mı ki ben bu hurmaları dağıtayım?

- Peyagamberimiz: Güldü ve adama, git bunları ailene yedir dedi.''(15)



Bu hadise gböre keffâret kabul edilse bile, sadece cinsi münasebetle ilgili olduğu görülür. Keffâretin umûmîleştirilmesi ve farz hükmünde görülmesi yanlış olur. İkincisi, Adamla peygamberimiz'in konuşmalarının sonunda hurmalar adama kaldı. Adam cezalandırılma yerine mükâfatlandırıldı. Üstelik, peygamberin huzuruna eliboş gelen adam, eli dolu olarak geri döndü, peygamberimizi keyiflendirdi ve güldürdü.



Bu hadisi ilim adamları da değerlendirmiş ve şu sonuçları elde etmişler:

1- İmam Hanefi, kasden bozulan oruca 61 gün ceza vermiş. (Keffaret)

2- İmam Şafiî, keffâret sadece, kendi isteğiyle cinsi münasebet yapan erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir, onun kaza yapması gerekir demiş.

3- İmam Malik, hadisteki sıra takip edilir demiş.

4- İmam Nevevî, keffâret erkeğedir, kadına hiçbir şey gerekmez demiş. Çünkü keffâret mehir gibidir, mehirde erkeğe mahsustur.(16) 




Sonuç

Keffâret ilim adamlarının çoğunluğunun ortak görüşüne göre orucu bozan diğer hususlarla ilgili değildir, sadece cinsî ilişki ile ilgilidir, ve erkek için geçerlidir, kadın için ise geçerli değildir. Herne sebeple olursa olsun oruç bozulduğu zaman, güne gün, oruç tutmakla farz yerine getirilmiş olur diyebiliriz. Kur'an  ise keffaret uygulamasına sıcak bakmaz.




2- İtikaf

Beş vakit namaz kılınan bir camide ibâdet niyetiyle durmaktır. İtikaf'ta olan insan, yeme içme işlerini camide yapar. Devamlı zikirle, tefekkürle, okumayla meşgul olur.

Müddeti, mezheblere göre değişir. Hanefîler, Şafiiler ve Hanbelîlere göre, enaz; ''az bir zaman, bir an'', olarak belirlenen müddet, Malîkiler'e göre bir gün, bir gecedir. İsteyen daha fazla da durulabilir. İtikâf'ın amacı; belirli bir zaman içerisinde, hertürlü dünya meşgalesinden uzaklaşarak, murakabeye dalmak, tabir caizse, Allah'la baş başa kalarak huzur ve mutluluğu yakalamaya çalışmak, hiçliğin şuuruna ermektir. (17) 




3- Oruç ve Hilal

Hilâl, Ramazan ayının başlangıcının belirlenmesinde belirleyeci rolünü oynar. ''Hilali gördüğünüz zaman Oruç tutunuz, hilali gördüğünüz zaman bayram yapınız, hava bulutlu ise taktir ediniz'' Başka bir rivayette ''Hava bulutluysa veya hilâl'i gözetlemeye mani bir durum var ise, Şaban'ı otuza tamamlayınız''(18) buyurulmaktadır.

Tespit, o günün şartlarında şahısların şahadetiyle yapılıyormuş. Bugün tespit, Astronomi uzmanlarınca, yapılmaktadır. Hassas aletler ve hesaplamalarla yapılmaktadır. Yapılması gereken, Ramazan ayının başlangıcının tesbitidir. Hangi şekil ve esas alınırsa alınsın tesbit yapıldıysa sorun çözülmüş demektir.'' 29 veya 30 gün oruç tutulur ve sonunda bayram yapılır. 




Biz deriz ki,

mümkünse bütün İslâm aleminde orucun başlaması ve bitimiyle ilgili birlik sağlanmalı ve bir prensip üzerinde anlaşılmalıdır. Aynı zamanda oruca başlanmalı ve aynı zamanda bayram yapılmalıdır. Kimi müslümanların oruç tutarken kimi müslümanların iftar etmesi, müslümanlar arasında sürtüşme meydana getirmektedir. Hilâl tartışmasının altında yatan gerçek dînî endişe değil, siyasî endişedir.



- Hanefî Mezhebine göre kılınması vacip olan bayram namazı, cumhurun görüşüne göre sünnettir. Bir özür gereği, bayram namazları, bir gün ertelenerek kılanabilir. Bu şekildeki bir uygulama ile müslümanlar arasındaki birliği korumak en güzeli olacaktır. Çoğunluğun sünnet olarak belirlediği bayram namazında kavga çıkararak ümmetin birliğini zedelemek haramdır. Ümmetin birliğini sağlamak ise farzdır. 




Kaldıki,

Şafiî Mezhebi'ne göre, hilâl tesbitinde hesaba itibar edilir. Cumhurun görüşü ise; ''onu takdir ediniz''(19) şeklindedir. Kısacası cumhurun görüşü hakikate daha yakındır. Namaz vakitlerinde saati dakikasına varıncaya kadar kullanan müslümanların, oruç tesbitinde hesabı dışlamaları mânidar değil midir?

Oysa teknolojiyi en iyi kullananların, ondan en iyi şekilde istifade etmesi gerekenlerin müslümanlar olması gerekmez mi? ''Herşeyi bir nizam, bir hesap üzerine yarattığını, feleklerin kendi yörüngelerinde yürüdüklerini, yüzdüklerini''(20) Kur'an altıncı asırda, tüm dünyaya ilan etmedi mi? Böyle bir Kitab'a inanan müslümanlar nasıl olur da Kur'an'ı ve Sünneti dışlayarak oruç tesbitinde, hâlâ hilalin çıplak gözle gbörünmesi konusunda israr eder?



- Allah, her çağda dinini omuzlayabilecek, her platformda onu temsil edebilecek, akıllı, yetenekli, ehliyetli aksiyon sahibi düşünren duyarlı müslümanlar istiyor. 'Allah Kitabında bu düşüncesini şu şekilde ifadeye koyuyor: ... "hâlâ düşünmeyecek misiniz? Aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım.'' 




4- Güneşin tam olarak batmadığı yerlerde oruç

Gece ve gündüzün saat olarak eşit olmadığı coğrafi yerlerdir. Gece ile gündüz arasındaki fark bu yerlerde fazladır. Böyle yerlerde en yakın yerdeki, zaman dilimine göre ayarlama yapılarak, oruç tutulabilir, namaz kılınabilir. Veya Mekke ile Medine'deki namaz saatleri, imsak ve iftar saatleri esas alınarak oruç tutulabilir namaz kılınabilir. Almanya böyle bir ülkedir. Bilhassa bu sene gece çok kısa gündüz çok uzundur. Havanın sıcaklığı da göz önünde bulundurulduğunda, Hicaz bölgesine göre imsak ve iftar saatlerini ayarlamak zarurettir.
 



5- Niyet

Oruçta niyet şarttır. Niyet kişinin kalbinden oruç tutacağını bilmesidir. İmam Hanefî, Malikî ve Hanbelî' ye göre şart olan niyet, İmam Şafii'ye rükündür.(21) 




6- Sadaka-ı Fıtır

Sadaka-ı fıtır, Ramazan bayramını geçirmemek üzere verilecek olan bir sadakadır. Bayram günü sabah namazına kadar verilmesi gerekir. İmkân bulunamamışsa daha sonrakî günlerde de verilebilir. Zengin (nisaba mâlik) olan hür müslümanlar, sadaka-ı fıtrı vermelidir. Fıtır Sadaka'sı bakmakla yükümlü olunan şahıs başına hesab edilerek Allah rızası için verilir. Sadaka-ı fıtır, sofraya konan tüm yiyecekler üzerinden zamanın şartlarına göre tesbit edilmelidir. Tesbit çağın getirdiği zorunluluklar göz önünde bulundurularak fakir lehine yapılır. Sadaka-ı fıtır, bir fakirin akşamlı- sabahlı bir günlük yiyeceğinin tutarıdır. Hesap buna göre yapılır. 




Orucun fidyesi

Oruç tutmaya güç yetiremeyenler (ağır işlerde çalışanlar, işyeri ile promlemleri olanlar, özürlü olanlar, hasta olanlar, kendi açılarından oruç tutmaya mani, herhangi bir mazereti olanlar), farz olan oruç için tutamadıkları her bir oruca bedel bir fidye verirler. Bir fidye, bir sadaka-ı fıtır miktarıdır. Fidye vermekle mükellef olan müslümanlar, fidye vermeye de güç yetiremezlerse, o zaman Allah'dan af ve mağfiret dilerler.

Fidyeler yaşanılan ülkenin şartları göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir ve o ülkede yaşayan insanlarına verilmelidir. Almanya'da yaşayan müslümanlar Afrika'daki veya başka ülkelerdeki müslümanlara fidye göndermemelidir. Öncelik en yakındaki müslümanındır, insanındır.




Oruç tutmamayı mübah kılan özürler

Kendisine oruç farz olan bir mükellefin, aşağıda belirtilen sebeblerden dolayı, oruç tutmaması veya iftar etmesi mübahtır. Orucunu tutamayan veya iftar eden özür sahipleri, mazeretleri geçince tutamadıkları gün sayısınca oruçlarını tutarlar. 


1- Hastalık

Hasta olan ve orucun kendisine zararlı olacağı, doktor tarafından bildirilen kişi hastalığı süresince oruç tutmayabilir. 


2- Yolculuk

Ramazanda yolculuğa çıkacak kimse, oruç tutmayabilir. Eğer yolculuk herhangi bir sıkıntı vermeyecekse oruç tutmak daha iyidir. 


3- Kadınların hâmile veya emzikli olması

Hâmile olan veya çocuğunu emziren bir kadın, oruç tutmayabilir. Kadınlar hayız ve nifas hallerinde, isterlerse oruç tutmayabilirler, tamamen kendi taktirlerine bağlıdır. Müslüman gücü yetiyor ve ibadet yapmak istiyorsa Allah ona sen hayızlısın, bana ibadet edemezsin demez. Hayızlı kadınlar kendileri istemedikleri taktirde hiçbir ibadetten uzaklaştırılamaz. Allah, güçleri yetmediği halde kendilerini ibadet yapmak zorunda hissedenlere, sıkıntıya girmesinler diye, isterseniz bu hallerde oruç tutmayabilirsiniz demiştir. Yoksa hayızlı olduğunuz sürece bana yaklaşmayın dememiştir.



Hayızlı kadınlar cahiliye çağında horlanırlar, dışlanırlardı. Fıkıh kitaplarındaki horlama ve dışlama da aynı mantıkla, sonradan İslâm'a fatura edilmiştir. (22) 


Hayızlı kadın, namazını da kılar orucunu da tutar, Kâbe'yi de tavaf eder. Din bunlara mani değildir.



Efendim bu konuyla ilgili hadisler vardır gibi, üzerinde düşünülmeden sarfedilen sözler doğru değildir. Kur'an'a ters hadis olmaz, peygamber böyle fahiş bir hata yapmaz. Kur'an hayızlı kadını- nifaslı kadını hasta kabul etmekte ve hastaların üzerinden sorumluluk yükünü kaldırmaktadır. Hasta olan, mazeretli olan müslümanlar ibadetlerini nasıl yapıyorlarsa hayızlı- nifaslı kadınlar da, onu yapacaklardır. 




4-Şiddetli açlık ve susuzluk

Oruçlu bir kimse açlık ve susuzluğa dayanamayacak bir duruma düşerse iftar eder, içinde bulunduğu durumdan kurtulduğu zaman, orucunu tutar. 




5-Rızık endişesi ve ihtiyarlık

Bakara Sûresi'nin 184. Âyetinin beyan ettiği mazeretlere, sahib olan insanlar; senenin hiçbir gününde oruç tutamayabileceği gibi, rızık temini için zor şartlar altında çalışan insanlar da aynı şekilde oruç tutmayabilirler.

Oruç tutacağız diye hasta raporu almak tamamen yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse gayri müslimse vebali, daha büyüktür.

Yukarda açıkladığımız gibi, bu müslümanlar fidye vererek oruç ibadetini yerine getirmiş olurlar. Belki de bu usulle oruçtan daha hayırlı bir ibadeti yapmış olacaklardır. Yıllık izinlerini de oruç tutmak amacıyla kullanabilirler. 




6-Delilik

Deliler oruç tutmakla mükellef değildir.




7-Zorlama

Oruçlu bir müslüman, tehdit altında kalırsa, hürriyyeti elinden alınırsa oruç tutamayacabileceği gibi tuttuğu orucu da bozabilir.







  
Rüştü Kam


(1) Bakara suresi 3

(2) Bakara suresi / 184

(3) Bakara suresi / 187

(4) Süleyman Ateş 1. cild 312- 315.

(5) Bakara 187

(6) M. sıyâm, 160.

(7) Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm, 161

(8) Buhârî, savm, 2; sıyâm, 162

(9) Tefsirul Kur'ân-nül Hakîm 2/156

(11) Islâm'ın ışığında Günün Meseleleri c. 1 s. 110 H. Karaman

(12) Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, Ölçü yay. Ank. 1985, c. 1, s. 413, Ibn. Abidin- Reddü'l-Muhtar Ale'd Dürrü'l Muhtar- Ist. 1983, c. 4, s. 320

(13) Tefsiru‘l Kur'ân‘ı Hakîm 2/156

(14) Bakara 187

(15) Ebû Hureyre'de rivayet edilmiştir. Kütü- i Sitte, c. 9, s. 527, h. no: 3227

(16) Fıkhussire Cilt 2 Shf 47 Seyyid Sâbık

(17) Vehbe Zuhaylî, c. 3, s. 219

(18) Buharî, Savm 2

(19) Ibn. Rüşd, Bidayetü'l Müçtehid, c. 2, s. 25,

- Ege Hasan, Dört Mezhebin fıkıh kitabı, bahar yay.Ist.,c.2,s. 25

- Islâm Ilmihâlleri- Fikri Yavuz- Süleyman Ateş

- Kur'an Meali- Ali Bulaç / Ali Özek ve arkadaşları

- Tefsir- Süleyman Ateş- Prof. Dr. H. Atay Raporlar

- Islâm Fıkhı Ansiklopedisi- Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî

(20) Yâsin 37, 38, 39, 40

(21) Ege Hasan, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, c. 2, s. 15

(22) Bakara 185- 222


Rüştü Kam'in ha-ber.com'da yayınlanan tüm yazıları

7 Haziran 2013 Cuma

TOPÇU KIŞLASI 2013 BERLİN



Topçu Kışlası ve Tarihine yabancılaştırılan bir millet !



Cumhuriyet çocukları olan bizler tarihimize yabancı olarak yetiştirildik. Geçmişimize saygı göstermeyi değil, sövmeyi öğrettiler bize okullarda. Yalan söyleyen tarih bilgisiyle büyüdük. Murat Bardakçı'nın kaleminden okuduğumuz "ŞAHBABA" bize öğretilen yalanlardan bir kısmını gün yüzüne çıkardı. Okudum ve hayıflandım. Tarihimizle ilgili saklanan acı gerçekler günümüzde duyarlı tarihçiler tarafından halkımızın istifadesine sunulmaya başlandı sevindirici gelişmeler bunlar. Ancak yeterli değil. Belki de arşivlere girebilecek yeterli donanıma sahip yetişmiş, yeterli ilim adamlarımız yok. Buna rağmen gelişmeler ümit vericidir. Ancak, kandırılmış olmak çok acı. Hem de devlet eliyle kandırılmışsanız ve bu devlet de sizin devletinizse daha da acı.

Arka planını tam olarak bilemediğimiz ancak tahmin edebildiğimiz "Gezi parkı" olayları bir gerçekle tanışmamıza vesile oldu: Topçu Kışlası. Ne zaman yapılmış, kimler tarafından ne zaman ve niçin yıktırılmış onu öğrendik bu vesile ile. Bu arada mimar Henri Prost'la da tanıştık. Ortaya bazı acı gerçekler çıktı. Okuyalım:
Taksim Kışlası ya da Topçu Kışlası, 1780 - 1940 yılları arasında İstanbul Taksim Meydanı'nda günümüzde Taksim Gezi Parkı'nın durduğu yerde bulunan bir yapıymış.


Taksim Kışlası 1780 yılında Osmanlı padişahı I. Abdülhamid zamanında Krikor Balyan tarafından yapılmış. Kabakçı Mustafa İsyanı'nda tahrip olan bina, II. Mahmut döneminde aslına uygun olarak elden geçirilmiş.

Bina birkaç kez yangın geçirmiş. Sultan Abdülmecit döneminde 19. yüzyıl mimari üslubunda ve çok gösterişli olarak yeniden yapılmış. Rus ve Hint mimarilerinden izler taşıyan yapının iki anıtsal giriş kapısı Harbiye Caddesi ve Talimhâne Caddesi cephelerinin tam ortalarında bulunuyormuş.


Kışla 1860-1870 yılları arasında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi sürecinde önemli bir rol oynamış ve en şatafatlı günlerini yaşamış. Sultan Abdülaziz'in 1864 yılında Mısır seyahati dönüşünde kışlayı ziyaret edip kışlada yemek yemesi, kışla tarihinde önemli bir olay olarak kayıtlara geçmiş.

Askeri işlevlerinin yanı sıra cambaz gösterileri, at yarışları, Rum hacıların konaklaması gibi amaçlarla da kullanılmış. Kışla 31 Mart İsyanı'nda önemli bir rol oynamış. İsyan, 27 Nisan 1909'da II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesiyle son bulmuş.

İsyandan sonra önemini yitiren kışla, 1913'te Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye'ye satılmış. Binanın orta kısmındaki eğitim alanı futbol sahası haline getirilmiş ve uzun yıllar futbol maçları ve çeşitli gösteriler için kullanılmış. Kışla, I. Dünya Savaşı'nın ardından işgal edilen İstanbul'daki Fransız kuvvetlerinin yönetiminde bulunan Senegal'li askerlere tahsis edilmiş.

Cumhuriyetin ilanından sonra da kışlanın avlusundaki futbol sahası futbol karşılaşmaları için kullanılmayı sürdürmüş ve kışla Taksim Stadı adını almış. 1923 yılında Türkiye Millî Futbol Takımı ilk resmî maçını bu sahada Romanya'ya karşı yapmış.


Kışla, 1940 yılında İstanbul Valisi ve Belediye başkanı olan Lütfi Kırdar'ın isteği ve Henri Prost'un tavsiyesiyle yıkılmış. Henri Prost'un hazırladığı imar planı çerçevesinde park haline getirilmiş.

1944'te Taksim Gezisi'nin Taksim Meydanı'na bakan ön (güney) kısmında, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün at üzerindeki heykelinin kaidesi inşa edilmiş ancak heykel hiçbir zaman dikilememiş. 1950'de Demokrat Parti (DP)iktidara geldikten sonra da, atlı heykel uzun süre bir depoda bekletilmiş, sonunda kaide söktürülmüş, heykel bu parka değil, Maçka'daki Taşlık Parkı'na dikilmiş. Taksim Gezi Parkı uzun bir süre "İnönü Gezi Parkı" olarak adlandırılmıştır.


Henri Prost kimdir?



Henri Prost (1874 - 1959) Fransız mimar ve kent planlamacısıdır. 1936 yılında Atatürk'ün daveti üzerine Türkiye'ye getirilmiştir. "İstanbul'un nazım planı" nı uygulamakta görevlendirilmiştir. 1937'de hazırlamaya başladığı raporlarını 1939'da tamamlamış ve hükümetten onay almıştır. Suriçi İstanbul'un bugünkü silueti ve bazı binalar ile Taksim Meydanı ve Maçka Parkı kendisinin eseridir. İstanbul tarihinde önemli yeri olan yapıların ortadan kalkmış olması nedeniyle tarihi eserleri koruma duyarlılığına sahip ilim adamları ve mimarlar tarafından, haklı olarak eleştirilmektedir Prost. BAYGEM Tarih Atölyesi yazarlarından Sevda Kaya da eleştirmenlerden biridir. Biraz Henri Prost'u Tanıyalım adlı yazısında bakın neler yazmış:


"İstanbul kendisine hayran bırakır görenleri. Şahane manzaraları, muhteşem görünüşüyle camiler ve Boğaz. Ahengi sizi içine alır. Gezenin tadı damağında kalır. Hiç düşündünüz mü? Koskoca Osmanlı Devleti'nden bu kadar mı eser kalmıştı geriye. Bu çarpık kentleşme, tarihi yapıdan yoksunlaşmış İstanbul, nasıl bu hale geldi. Kim yaptı bunları. İstanbul'a karanlığı yaşatan adam Henri Prost'tu.

Fransız mimar ve şehircilik uzmanı. 1902 de yüksek mimarlık okullarından mezun olmuş, öğrenciliğinde "Roma Büyük Ödülü'nü" almış. Asıl çalışmalarını Roma da kaldığı beş yıl zarfında gerçekleştirmiştir. Bu süre zarfında da Ayasofya'nın da içinde bulunduğu tarihi anıtların rölöve ve arkeolojik çalışmalarını gerçekleştirmiştir. İstanbul'un Bizans anıtlarını da içeren bu ön çalışmaları Prost'un İstanbul'a olan ilgisini arttırmıştır.

1936 yılında Atatürk'ün daveti üzerine Türkiye'ye gelmiştir. "İstanbul'un Nazım Planı"nı uygulamakta görevlendirilmiştir. 1937'de hazırlamaya başladığı raporlarını 1939 da tamamlamış ve hükümetten onay alışmıştır. Şimdi bu raporu inceleyelim çok masum görünen bu raporların önerileri ne yöndeydi.


Prost sözde kentin kendisine özgü dokusunu koruyacak, tarihi yapıları koruyup yeni yerleşim alanları oluşturacaktı. Sözde diyorum çünkü Prost sadece Bizans yapılarını korumaya yönelik çalışmalar yapmıştır.

Prost, ilk darbeyi Saraçhane- Unkapanı arasına vurur. Prost, eski Paris yerleşimlerini yıkıp yeni bulvarlar açan Haussman'ın geleneğinden gelen bir Fransızdı. Onun için de "Suriçi İstanbul'unda Osmanlı kimliğini ve çevre ölçeğinin dikkate almadan meydan ve bulvarlar açmakta" sakınca görmedi. Prost, bütün dünya kentlerinin metroya yöneldiği yıllarda İstanbul'u otomobil yollarıyla donatmakla ısrarlıdır. Zira bu bahaneyle minare ormanı şehri budayacak ve Bizans eserlerini ortaya çıkaracaktır. Nitekim Atatürk Bulvarı'nı açarken Pantokrator'un yanından Valens (Bozdoğan) Kemeri'nin altından geçerek onları değerlendirmiş ama aynı güzergâhtaki cami, medrese, konak ve çeşmelerin üzerinden geçmekte sakınca görmemiştir.


Bir zamanlar sokakları süsleyen yapıların yerlerinde şu an kara binalar, okullar benzin istasyonları bulunuyor. Bazıları ise boş arsa durumunda. İMÇ bloklarının altında kalan Hoca Tebarrük Mescidi, sanat değeri çok yüksek bir yapı. Ama bırakın varlığını, kimse bu yapının ismini duymamıştır. Henri'nin de istediği budur zaten "sonsuza kadar elveda" diyerek kıyımlarını gerçekleştirmiştir. Yol yapacağız diye eserler yıkılır. Yola denk düşmeyenler dahi şu an olsaydı yine de bambaşka olurdu. Firuza Ağa Mescidi yola denk düşmez ama yine de yıkılır. Saraçhane Mescidi'nin üzerinde ise şu an resmi daireler bulunuyor. Anlaşılan şu ki yol bahane Osmanlı yapısı yıkmak şahane Prost için.


Prost yetinir mi hiç devam eder şehri şehirsizleştirmeye. İkinci yıkım dalgasını gerçekleştirir. Yol için yıktırdığı eserler biter, yollar olur sıra gelir yol kenarında kalan mescitleri yıkmaya. Oysa ne güzel olurdu. Gezindiğimiz her "Dar" yolda geçmişin kokusunu içimize çekmek. Büyük alış-veriş merkezlerinin yerine o muazzam yapıları görsek de ilham alsak. Yıkılan her yapı kültürden bir şeyler kopararak toprağa karışıyor. Bin zahmetle yapılan eserler dakikalar içinde yok ediliyor. Hâlbuki bizim kültürümüzde öncelikle emeğe saygı vardır. Başkalarına ait bir eseri yıkmak şöyle dursun başkalarına ait bir eşyayı almak dahi çok ayıp karşılanırdı. Henri her yıkımında bizden bir şeyler götürdü. Bizim kültürümüzü yıktığı mescit yerine alış-veriş merkezleri belirler oldu. Zavallı insanları da yeni cami yapacağız diye kandırdılar.

İstanbul'un ilk belediye başkanı Hızır Bey'in Mezarı tam kurtuldu derken camileştirilmesin diye üzerine İMÇ blokları yapılır.


Prost, Vatan, Millet, Fevzi Paşa caddelerine öyle bir hat çizer ki adeta minare biçer. Sadece 1956-1957 yıllar arasında 54 camiyi yıktırır. Topkapı'daki İlyaszade Mescidi nefis bir Mimar Sinan eseridir. Bu cami sanat tarihi açısından çok önemlidir. Fakat Prost için taş yığınından başka bir şey değildir. Fındıkzade'deki Molla Gürani mescidi (1483) ise fetih ruhu açısından çok önemlidir. Ama bu iki güzide mekân yıktırılır. Tepki çıkmayınca Prost iyice cesaretlenir. Pazartekke Mescidi yola denk düşmediği halde yıkılır. Şu an yerinde bir benzin istasyonu bulunuyor.


Gelelim Haliç'e. Haliç'i Haliç yapan saraylar yıkılır. Tabakhane, Kâğıthane onun elinden geçer. Eyüp, Ayvansaray civarları medrese, türbe, camii ve tekkelerin yoğun olduğu bir mekândır. Kolay tırpan atamaz. Ama yaptığı korkunç planla Haliç'i çekilmez bir yer haline getirir. Kazlıçesme'yi dericilere verir, Altınboynuz'u sanayiye açar. Böylece hem dünyanın en büyük foseptik çukurunu elde edecek hem de işçi kesimine teslim ederek tarihi eserleri gecekondulara ezdirecektir. Bir gün Haliç'in beton karası binalarla kuşatılacağını suyunun kirleneceğini ve havanın çoraptan beter kokacağını adı gibi bilir. Haliç'in, Sadâbâd'ın Osmanlı kültüründeki yerini bilmiyor, zaten önemsemiyordu. Haliç onun için sadece hammaddeyi boşaltan, mamüllerin taşınacağı su yoluydu. Medreseler, tekkeler yok oldu. Türk, Musevi ve Rum mahalleleri renklerini kaybetti. Sanayinin arkasından gecekondulaşma aldı başını gitti. Haliç artık bir saraylar meskeni değil kanalizasyon oldu. Esma Sultan Yalısı'nın yerinde bir lastik fabrikası karşısında Karaağaç'ta İbrahimzadeler Yalısı'nın yerinde mezbaha vardır. İstanbul'da yerleşim olmayan o kadar yer varken neden Haliç...


Cevabı çok açık; kültür katliamı.


Bu kasap mimarın gözü kutlu fethin nişanesi olan Fatih Camii'ne takılır kalır. Güya ona el sürmez ama öyle bir oyun oynar ki... Fatih Cami kilden bir tepe üzerinde bulunur. Malum kil kuruyken kaya gibi ıslakken civa gibidir. Bu yüzden civara derin kuyular açarlar, zemindeki suyu toplayıp aşağı basarlar. Çırçır, Horhor ve Küçük Mustafa Paşa'da ki mahalle çeşmelerinin lülelerinden gün boyu su akar. Kullanılanı kullanılır, artanıyla bostan sularlar.

Prost Fevzi Paşa Caddesi'ni, Fatih külliyesi'nin eteklerinden geçirir. Kotu (zemin yüksekliğini) metrelerce düşürür. Temellerini açığa çıkarır. Koca kütleyi dayanıksız bırakır. Etrafını da imara açar. İşte Fatih'e apartmanların musallat olduğu yıllarda temeller su yollarını battal eder, çeşmeler susuz kalır, kararır, çöplüğe döner. Çeşmelere değil caminin yağa dönüşen tabakası içler acısıdır. O kadar boş arsa varken okullar da tarihi yapıların üzerlerine yapılır.


Yıkılan yıkılmış, yıkılmayanlar da kuytu köşeye atılmış. Hep İstanbul'a dışarıdan bakarız ve güzeldir. BAYGEM Tarih Atölyesi olarak İstanbul gezisine çıktık, camileri zor bulduk. Mihrimah Sultan Camii'nin sadece minaresi görünüyordu. Sokullu Paşa Camii'nin durumu vahimdi. Sultan Selim Camii çok önemli bir eser. Sokaklar arasında kalmış.


Prost amacına ulaştı. Bizler kendi kültürümüzü tanımıyoruz artık. Kaçımız cami, mescid gezmeye gidiyoruz. Yapıların ulaşımı zorlaştırılmış, kolay ulaşılan yerlerde de hiçbir eser yok.

Kaç kişi Bakırköy Meydanı yerine bir tarihi yapı görmeye gidiyor. Her şey dışarıdan bakıldığı gibi değil. Dışarıdan ayrıntılı görmezsiniz. Ayrıntılara girince çıkılmaz bir hal alır. Prost da İstanbul'un dış görünüşüne hayran bıraktırdı herkesi ya İstanbul'un heceleri, harfleri ne olacak..."







  
Rüştü Kam

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Düzenle KADININ BOŞANMASI


Müslümanlarboşanma konusunda hukuk dışında kalmayı, İslâm'ın erkeklereverdiği bir hak olarak görüyorlar. "Üçten dokuza şart olsunseni başadım, boşol, boşol, boşol !"
Bukomutu erkek verir, kadın verirse geçersizdir. Uygulama böyledir. Mahkeme huzurunda söylenme şartı olmadığı için de kadın hemenboşanmış olur. Neden ve niçin soruları sorulmaz bile. Mirastaksimi de ikiye bir anlayışı ile yapılır. İslâm'ın diğerbuyrukları konusunda duyarsız olan müslümanlar boşanma ve mirastaksimi konusunda oldukça duyarlı (!) hale geliverirler birden,"Allah böyle emretmiştir, bizlere bu emri uygulamak düşer..."derler.

Böylebir anlayış Kur'an'ın müslümanlara tavsiye ettiği veyaemrettiği bir anlayış değildir. Bu anlayışın oluşmasındagelenek belirleyici olmuştur. Allah'ın "en son ve en mükemmel"dediği bir dinin boşanma ile ilgili hukuku erkeğin iki dudağıarasından çıkacak "Seni boşadım'' sözünden ibaretolamaz. Bu şekilde yapılan boşanmalar Kur'an'a uygunboşanmalar değildir. Allah erkeğe böyle bir yetki deverme-miştir. Evlenirken aranan şahit şartının, boşanırkenaranmıyor olması manidardır.

Ayrıca,Müslümanlar arasında, dini nikah adı altında bir de nikahkıyılır. Bu nikah da uydurmadır. Uydurma bir nikahla yapılanevliliğin, uydurma bir boşanmayla sonlandırılması gerekir. Böylede olur. Başka türlüsü mümkün olamaz. "Üçten dokuza şartolsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !" komutu erkeğinimdadına ulaşıverir. Erkeği kayıran bir evlilik, erkeğikollayan bir boşanma ve erkeği zenginleştirmeye yönelik bir mirastaksimi...

İslâmsosuyla servis yapılan bu uygulamalar nice genç kızların ciğerinidağlıyor. Erkeğe birşey olmu-yor, olan kıza oluyor. İmamnikahıyla yapılan bazı evlilikler uzun soluklu olmayabiliyor,boşanmanın da tabiatıyla erkek tarafından yapılması gerekiyor,"Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol!".
Bazenboşama yetkisi elinde olan erkek bu komutu vermiyor. Dolayısıylakadın bir başkasıyla evlenemiyor, ancak erkek evlenebiliyor.Kalıyor ortada. Bazen de sözden veya nişandan sonras hemen dininikah yapılıyor, erkekle kız rahatça konuşsun günaha (!)girmesinler diye yapılıyor bu. Teklifi de kızın babası yapıyor.Nişanlılık sürecinde evli olduklarına inanan gençlerbirbirlerine yaklaşabiliyorlar, kızdan alacağını alan erkek birsüre sonra kızdan ayrılıyor, bu durumda kıza yazık oluyor.Bütün bunlar din emrettiği için yapılıyor.

Buşekildeki evlilikler de boşanmalar da din dışı evlilikler veboşanmalardır. İmam nıkahıyla evli olanlar zina yaptıklarınıbilmelidirler. Yetkili bir resmi kurum tarafından tescil edilmeyenevlilikler İslâm dışıdır.

Kur'an'agöre boşanmaya şu şartlarla gidilir:

Kur'an'daboşanmanın yegâne şartı şiddetli geçimsizliktir. Ancakgeçimsizliğin birçok sebebi olabilir. Sebebi ne olursa olsungeçimsizliği tespit edecek ve kayda geçirecek bir otoriteyeihtiyaç vardır. Ta-raflar boşanma isteklerini mahkemeyebildirecekler, birer de şahit getirecekler, hakim tarafları veşahitleri dnleyecek, delillere bakacak ve kararını verecektir.

1-Her iki taraftan, karı koca razı olacakları birer hakem tayinederler. Bu hakemler uyuşmazlığı gidermeye çalışırlar, (1)ortaya çıkan geçimsizlik böylece çözülür.
2-Eğer geçimsizlik giderilmezse, durum hakime intikal eder. Ve ikişahidin huzurunda boşanma/boşanmama kararı verilir (2) Kur'an‘ıngetirdiği boşanma sebebi ve yöntemi bu kadar açık ve seçiktir. Bu sıralamaya ters düşen bütün fıkıh hükümleri geçersizsayılır.
3-Kur'an-ı Kerim'de karı-kocaya, iki defa boşanıp üç defaevlenme hakkı tanınmıştır. Üçüncü boşanmadan sonra karıkocanın tekrar evlenmesi şarta bağlanmıştır. Bu üç defaboşanma ise geçimsizlikten kaynaklanacak ve ayrı ayrı zamanlardavuku bulacaktır.
-Birinci nikah ilk olandır.
kinci nikah kadının yanındaiki şahit huzurunda birinci boşanmadan sonra olandır.
-Üçüncü nikah ise aynı şekilde ikinci boşanmadan sonradır.
-Üçüncüboşanmadan sonra tekrar evlenme artık şarta bağlanmıştır. Buşart hiçbir
önşart ve art niyet olmadan kadının başka biriyle evlenmesidir.Temelli olarak evlenmesidir.
Kadınınbu yeni kocası ölür veya geçinemezler de boşanırlarsa, eskikocasıyla isterlerse tekrar evlenebilirler. Böylece„hülle'' denilen ahlaksızlıkta/sahtekarlık da ortadankalkmış olmaktadır.

4-Bir sözle, üçten dokuza „seniboşadım, boşol! boşol! boşol!'' gibiardarda tekrarlanarak yapılan boşamalar Kur'an'ın boşanmaiçin koyduğu şarta uygun olmadığı için geçersizdir. (3)

Miraskonusu

Miraskonusunda kadın her durumda erkeğin aldığının yarısını alırdiye genel bir kural koymak yanlıştır. Bazı durumlarda erkeğinaldığının yarısını alırken kadın, bazı durumlarda eşitolarak almakta, bazı durumlarda ise 1/8 olarak almaktadır. Mesela:
1-Kız çocuğu erkek kardeşleriyle birlikte anne babasına mirasçıolursa, kadın erkeğin aldığının yarısını alır.
2-Ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları ikiden fazla iseo zaman mirasın 2/3'ü onların olur.
3-Ölenin mirasçısı tek bir kız çocuğu ise, o taktirde mirasınyarısını alır.
4-Anne babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, öleninçocukları da varsa, o zaman anne babanın herbirine 1/6 verilir.Ölenin çocuğu yok ise, anne mirasın 1/3'ünü alır.
5-Ölenkimse bir erkek evlat bırakmış ise, zevcesi mirasın 1/8'inialır.

Görüldüğügibi kadın herhalde erkeğin aldığının yarısını alır diyebir genelleme yoktur. Bu tamamen yanlıştır. Miras konusu, kamuotoritesine tavsiyedir. Bu tavsiye adaleti sağlamak içindir. Kadınile erkeğin eşit olarak paylaşacakları miras kadını güçlükılmaya yönelik bir mirastır. Böyle bir hukuk sistemi varsa veuygulanıyorsa burada Kur'an susmayı tercih eder.

Öteyandan kadın için sahip olduğu malından ev ekonomisine katkıdabulunmalıdır diye bir hüküm de yoktur. Bu durumda eşitsizliktensöz açmak bir yana, erkeğe fazlaca yüklenilmiş olunmaktadır.İşin hamallığı erkeğin, zevkü sefası kadınındır. Buradaana olmanın bir avantajı olarak meseleye bakmak, her iki tarafı darahatlatacaktır. (4)
  
Rüştü Kam


(1)Nisa /35
(2)Talak /2
(3)Bakara: 227-228-229-230-231-232/ Talak 2 / Nisa 35
(4)Nisa 7/11/13/176

KADINA CENNET VİZESİ KOCADAN



Kadınlarıaşağılamak ve İslâm'ı kadın düşmanı bir din olaraktanıtmak için hadis uyduranlarlarınve uydurulan bu hadisleri kitaplarına alarak servis yapanların iyiniyetlerinden söz etmek mümkün olmuyor.
Kur'anher türlü detayı verirken, Kur'an'da olmayan zorlukları dinesokarak ilaveler yapanlar kadının namaz kılmasını, oruçtutmasını, Kur'an okumasını aybaşı durumunda engelleyerek,kadın erkek ayrımı yapılmadan farz kılınan Cuma namazınagitmelerini engelleyerek, eksiltmeler yapmışlardır. Oysa Kur'an'ındininde ilave gibi eksiltme de hoş karşılanmaz:"Eğero (Muhammed), Bize karşı, o Kıtab'a bazı sözler katmışolsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar, şah damarından keser yereçalardık." (Hakka 44-46)
Kadınbu kadar kötülendikten sonra hiçbir fikrine değer verilmeyen birvarlığa çevrilmiş ve "Kadınlara itaat eden helak olur"şeklinde Kur'an'danonay alamayacak uydurma hadisler, Kur'an'ın ahlakıylaahlaklanmış olan Peygamberimiz'e fatura edilmiştir.
Okuyalım:

"Birkadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse ancak Cennetegirer.''(1)
"Kadınlarınhayırlısı, erkeklerin yaramazlıklarına, kötü huylarınasabredendir, bu sabır onların cennete girmesine sebeptir.''(2)
Buhadisler gibi kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu iddia edenhadislerin yanında, kadının cennetegidişi için kocasının kendisinden memnuniyeti şart olarakgösterilir.
Müslimde, Buhari de, Tirmizide, Muvatta da, Şii kaynaklar da, Emevi ve Abbasi dönemindeuydurulmuş, bazı kişilerin kadına kendi bakış açılarınıdinselleştirmeye çalışmalarının ürünü olan, bu tipuydurmalarla doludurlar. Oysa Kur'an'ın hiçbir yerinde birazönce örneklediğimiz tipteki hadisler gibi kadınların çoğununkötü, cehennemlik, dinen eksik olduğu geçmez. Kur'an, üstünlüğüerkek veya kadın olmaya değil, Allah'a yakın olmaya, Allah'ındininde titizliğe bağlar.
"Eyinsanlar! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizletanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. ŞüphesizAllah katında en üstün olanınız takvaca en ilerideolanınızdır.''(3)
"Namazıbozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.''(4)
"Uğursuzluküç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.''(5)
"İçinizdenbiri yaşı ileri, ağzındaki dişleri dökülmüş, görünüşitibariyle de çok çirkin olabileceği gibi aksine karısı da gençve güzel olabilir. Bu genç ve güzel kadın çarşıya çıktıktanveya davet edildiği düğün ve ziyafetten evine döndükten sonradışarıda gördüğü yakışıklı erkeklerle yaşlı, dişleridökülmüş kocasını kıyas ederek kocasının yüzüne dahibakmak istemez. Belki kocasının kendisini öpmesini ve cinselilişkide bulunmasını dahi istemez. İşte genç kadınınerkeklerin çokça bulunduğu çarşı, pazar, şenlik ve toplantıgibi yerlere gitmesinin kadın üzerinde yapacağı etki en azındanbudur.''(6)
"Dövmeyapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik içindişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.''(7)
"Takmasaç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren,dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.''(8)
"Eğerbir kadın peruk takarsa, eğer kol ve yüzüne dövme ya da benyaparsa, yüzünden ve kaşlarından cımbızla kıl aldırırsa,yüzüne güzellik vermek için şekil değiştirirselanetlenmiştir.''(9)
"Birhadise göre Ashabı Kiram karılarının pencere ve kapıaralıklarından dışarıyı seyretmelerini ve erkek görmeleriniönlemek üzere evlerinin pencerelerini sıkı sıkıya kapatırlar,dışarıya bakanlara dayak atarlardı. ''(10)
"Kadınlarızarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar dakıyafetsiz bırakınız. Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelcegiyinirlerse onlar için dışarı çıkıp gezmekten daha sevimlibir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz da çıplak kalırlarsaonlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur.''(11)
"Kadınlarınızaevlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın,çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmakarzusu gelir.''(12)

Kadınıuğursuzsaymak

Dışarıçıkması gereken kadın kocasından izin aldıktan sonra dışarıçıkacak ve şu kurallara kesin uyacaktır:
1-Sıkısıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne,
2-Hiççıkmamış gibi davrana,
3-Başınıöne eğip kimsenin yüzüne bakmaya,
4-Kalabalığakarışmaya,
5-Erkeklerinbulunduğu yerlere yanaşmaya,
6-Herkesindolaştığı sokaklardan uzak dura,
7-İşinibir an önce bitirip evine döne, (13)
Buuydurma izahlarla; kendigörüşünü, kadınlara olan aşırı kıskançlıklarını dînibir buyruğa çevirip, topluma dini bu şekilde sunanlar, dinsizlerindinimize saldırısı için ortam hazırlamışlar ve birçokkimsenin dinimize olan inancının sarsılmasına sebep olmuşlardır.
Kadınınen makbulü koyun cinsidir
"Kadınsekiz sıfatlıdır:
1-Giyimkuşam hevesinden dolayı maymun.
2-Fakirdüşmeye razı olmadığından köpek.
3-Kocasınave diğer insanlara kibrinden yılan.
4-Gecegündüz koğuculuk yaptığından akrep.
5-Evdeneşya sattığından fare.
6-Erkeklerehile kurduğundan tilki.
7-Kocasınaitaat ettiğinden dolayı koyundur.''(14)
Buizahlardan sonra en makbul kadının koyun cinsi olduğu açıklanır.Her türlü özgürlüğü elinden alınan kadının, Allah'ınfarz kıldığı hacca bile tek başına gitme özgürlüğü yoktur.Kadının 90 km'den uzağa yanında bir yakını olmadan (baba,amca, dayı, kardeş, koca gibi) gitmesi haram ilan edilir. Bu yüzdenkadınlar yanlarında bir yakını olmadan Hacca bile gidemezler.Oysa Allah haccı erkek, kadın ayrımı yapmadan ve böyle bir şartbelirtmeden müslümanlara farz kılmıştır.
Kadınıncamiye gidip namaz kılması da, camiye gitmek için kadınlarınevden çıkması gerektiği için engellenmeyeçalışılmış ve bununla ilgili de hadisler uydurulmuştur. Buhadislere göre kadının evde namaz kılması, camide kılmasındandaha sevaptır, hatta evde bile yatak odasında kılması, oturmaodasında kılmasından daha sevaptır.
OysaAllah şöyle buyurur: "Mümin erkeklerle mümin kadınlarbirbirlerinin dostlarıdır.''(15)
Ayettende anlayacağımız gibi Allah iman eden erkek ve kadınların, cins,mahrem, namahrem ayrımı yapmadan dost olmalarını istiyor. Pekicamiye gitmek için bile evden çıkması, erkeklerle konuşmasıbile engellenen kadın bu dostluğu ne zaman ve nasıl kuracaktır?Hayat sahnesinde yanyana faaliyetin, yardımlaşmanın, beraberhizmetin insan neslinin yarısı olan kadının dışlanması vediğer yarısı olan erkeklerle irtibat ve dayanışmasınınkesilmesiyle sağlanması mümkün müdür? Aynı ayetin devamındabu dostluğu sağlayanların Allah'ın rahmetini kazanacağısöylenir.
Hanefilerdenbazıları kadının sesinin de avret olduğu görüşündedirler.(16)
Birhadis şöyledir: „Ancak ve ancak mahremleriniz olan erkeklerlekonuşacaksınız.'' (17)
Bırakınkadın erkek Müslümanlar'ın arkadaşlık etmesini; haremlikselamlıkla, kadınlar erkeklerden tamamen soyutlanmış ve kendiaralarında konuşan kadınların sesinin bile erkekler tarafındanduyulmaması gerektiği söylenmiştir. Ancak çok zaruret olursakadın ağzına çakıl taşı alarak erkeklerle konuşebilir.
Camiyegitmesi, tek başına hacca gitmesi, erkeklerle konuşmasıengellenen kadının, aybaşı olduğu zamanlarda namaz kılamayacağı,Kur'an okuyamayacağı, oruç tutamayacağı izahlarıyla da buibadetleri engellenir. Oysa Allah Kur'an'da aybaşı olan kadınlasadece cinsel ilişkiye girilmemesini ister. Eğer Allah aybaşılıkadının namaz kılmasını, Kur'an okuyup, oruç tutmasınıistemeseydi hiç şüphesiz bunları da bildirirdi. Fakat aybaşılıkadını pis gören mantık, -İsrailiyat kökenli uydurmalararacılığıyla- Kur'an'a aykırı bu uygulamayı da dinimizesokmuştur.
"Sanakadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O bir ezadır. Aybaşıhalinde kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadarkendilerine yaklaşmayın.'' (18)
"Kadınlaradanışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zirakadınlara muhalefet berekettir.'' (19)
"Kimki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü Cehennemeatar.'' (20)
  
Rüştü Kam
------------------------------------------- (1)Riyazus Salihin
(2)Kadınlara Dini Bilgiler sayfa:88
(3)49Hucurat Suresi 13
(4)Sahihi Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat,110/720
(5)Ebu Davud, Tıb, 24/3922; Müslim, Selam, 34/115 Buhari, Nikah,17/4805
(6)İmam ŞaraniUhudül Kübra sayfa:773
(7)Sahihi Buhari
(8)Ebu Davud, Tereccul, 5
(9)İmamŞarani - Uhudul Kubra - Sayfa 313, 867, 889
(10)İmamıGazaliİhyayı Ulumuddin 2/122
(11)İbnülCevzi, Mevzuat, II/282283; Suyuti, Leali, II/154 İbn Arrak,Tenzihü'şŞeria, II/212213
(12)İmamıGazaliKimyayı Saadet sayfa:178 İbn Ebi Şeybe, Musannaf, IV/II, 420
(13)İmamıGazali - İhyayı Ulumuddin - 2/290
(14)İmamıGazali İhyayı Ulumuddin
(15)9TevbeSuresi 71
(16)FıkhusSiyre sayfa:400
(17)İbniKesir 4/355
(18)2BakaraSuresi222
(19)KadınlaraDîni Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak, Tenzihü'şŞeria II, 210
(20)İbnArrak II, 215


Beğen · · · Tanıtımını Yap ·

TÜRKÇE EĞİTİMİ ÖNEMLİDİR, ÖNCE AİLELER İKNA EDİLMELİDİR 2013


-Lafla peynir gemisi yüzdürülmüyor-

Öğretmenler, birebir öğrencilerle muhatap olan eğitim emekçileri, ben onları anlıyorum, çektikleri sıkıntıları hissediyorum, çocuk eğitmek kolay değil. Ailelerin önem vermediği bir konuda çocuk eğitecekseniz işiniz zor. Bu zor işi bir de yabancı ülkede yapıyorsanız işin daha da zor. Eğitilecek çocuğu öğretmen bulacaksa, eğitimi vereceğiniz fizik mekân da kendinizi diken üstünde hissediyorsanız, önüne Türkçe öğrenmek için gelen öğrencilerin devamlılığını sağlamak da öğretmene düşüyorsa, normal ders saatlerinin dışında çocuk eğitecekseniz işiniz iki kat daha zor.
 Eğitim emekçilerinin bir gayret içinde olmaları beni sevindirdi. Her bir öğretmen çocuklara bir şeyler öğretmenin gayreti içinde belli ki. Teklifler sunuyorlar, problemleri sıralıyorlar ve çözüm için öneriler getiriyorlar, bu önerileri laf olsun diye getirmedikleri her hallerinden belli. Mutluluk verici bir tablo.

Türk Evi'nde yapılan toplantıdan bahsediyorum. Yılmaz Bulut düzenlemiş bu toplantıyı. Yılmaz Bulut Almanya'da Türkçe'nin yaygınlaştırılması ve Türk kültürünün tanıtılmasını hedefleyen Yunus Emre Kültür Merkezleri Başkanı. Sahip çıkılması gereken samimi bir şahsiyet. Samimiyeti yüzüne yansıyor. Bir şeyler yapabilmenin gayreti içinde. Zor bir yolda ilerlemeyi tercih etmiş ama, ben bu zor yolları başarı ile geçeceğine inanıyorum.

Bulut, Türkçe ve Türk kültür dersleri veren öğretmenlerle birlikte sivil toplum örgütlerini de çağırmış bu toplantıya. Türkçe öğretmenleri neredeyse tam kadro oradaydı. Sivil toplum örgütlerinden katılanların sayısı her önemli konuda olduğu gibi yine oldukça azdı. Bulut, sivil toplum örgütlerinin bu toplantıdan haberdar olduğunu söyledi.

Ben ise bazı sivil toplum temsilcileriyle resmi zevat arasında güven sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan Türkçe eğitimini halka indirmenin ilk adımının devlet millet kaynaşmasından geçtiğine inanıyorum. Amaç birliğinin tam olarak oluşmadığı bir ortamda, güven sorununun olması doğaldır.

Taraflardan birisi başını ağrıtmadan görevini tamamlayıp siciline yeni başarıların eklenmesi için çalışıyorsa, öbürü de resmi zevatla yan yana gelerek fotoğraf çekilme sevdalısı ise, gerçek hizmet sevdalıları bu karede yer almak istemiyor, istemeyecekler de...

Konsoloslar tarafından sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmek çok mu zordur? Haftanın bir günü sivil toplum kuruluşlarını ziyarete ayrılsa ve onlar mekânlarında ziyaret edilse, onlarla kucaklaşılsa dertleri dinlenilse, çayları kahveleri içilse bu çok zor bir şey midir?

Elinizde malzeme varsa onu işleyebilir, ona şekil verebilirsiniz. Biraz da idealistseniz standardın üzerine çıkmak için değişik arayışların içine girersiniz. Sonunda o malzemeden ortaya bir eser çıkar. Ancak elinizde malzeme yoksa, en üst seviyede ustalar da getirseniz, uzmanlar da getirseniz, ortaya bir eser koymanız mümkün olmaz.

Berlin'de hizmet veren sivil toplum örgütlerinin katılıma ilgisizliğinin sebepleri mutlaka vardır. Ancak unutmamak gerekir ki; malzeme bu örgütlerin elindedir. Verilecek eğitimin kaliteli olması, nasıl verileceği, nerede verileceği, uygulanacak metotlar, müfredatların hazırlanması v.b. şeyler elbette Türkçe eğitimi için alınacak önemli tedbirlerdir. Ancak bunlardan önce gerekli olan şey, malzemenin tedarikidir. İstediğiniz kadar müfredat hazırlayın, metot geliştirin uygulama imkânınız yoksa ne işe yarayacak bu tedbirler...

Sivil toplum örgütleri gerçekten Türkçe öğrenmenin ve öğretmenin önemine inanıyorlar mı? Önce buna bakmak lazım. Aileler Türkçe öğrenmenin önemine inanıyorlar mı buna bakmak lazım. Bu iki konu hakkında araştırma yapıldığında görülecektir ki, sivil toplum örgütlerinin ve ailelerin çoğu Türkçe dil eğitiminin gereksizliğine inanmaktadırlar: "Benim çocuğum Türkçe biliyor..." "Burada Türkçe 'ye gerek yok Almancası iyi olmalı..." Ailelerin ve sivil tolum örgütlerinin çoğu böyle düşünüyorlar.

Resmi toplantılarda, Türkçe eğitimi konusunda oldukça hararetli görünen insanımız ve onların temsilcilerinin görüşünün gerçekten öyle olmadıkları tespit edilecek ve o sivil toplum örgütlerinin çoğunun Türkçe ‘ye mesafeli durdukları böylece görülmüş olacaktır.

Bu durumda ikinci adım halkın ve onların temsilcilerinin bu konuda ikna edilmesi için atılmalıdır. Malzeme onların elindedir. Çalışmalar bu yönde yoğunlaştırılmalıdır. Öncelikle sivil toplum örgütlerinin malzeme tedarikinde hevesli olmaları gerekiyor. Bu konuda en büyük görev dini cemaatlere düşer. Bu cemaatlerin hocaları bir araya gelerek bir uzmanla birlikte Türkçe'nin önemine dair ortak hutbeler hazırlayıp ayda bir halkı aydınlatmalıdırlar, Türkçenin önemine aileleri inandırmalıdırlar. Camilerin ilan panolarına Türkçenin önemini vurgulayan ilanlar asılmalıdır.
En büyük dini cemaat DİTİB'tir. Üstelik bu kurum Din Ataşesi 'ne bağlı olarak çalışır. Çevrecilik konusunda DİTİB camilerde hutbe okutabiliyorsa, Türkçe eğitimi gibi çok daha önemli bir konuda en azından ayda bir hutbe okutmaması için bir neden olmamalıdır.

Üçüncü atılması gereken adım kaynak teminidir. Türkçe eğitimi için lazım olan araç ve gereçlerin temin edilmesi gerekir.

Türkçe öğretim ve eğitim amaçlı:

1- Dede Korkut Hikâyelerinden Nasrettin Hoca'ya kadar hikâye CD' leri hazırlanmalı,
2- Tiyatrolar sahneye konulmalı
3- Türkiye'ye geziler düzenlenmeli
4- Türkçe hikâye ve masal kitaplarından oluşan bir kütüphane kurulmalı
5- Bu konularda çalışacak yeterli donanıma sahip ihtiyaca cevap verecek sayıda personel istihdam edilmeli.
6- Vakıf kurulmalı. Bu vakıf Yunus Emre Enstitüsü ile koordineli bir şekilde çalışabilir. Kaynak olmayınca yapılan bütün çalışmalar güdük kalacaktır.

Kaynak temini için de iş adamları dernekleri ile birlikte çalışmak gerekir. Ancak böyle bir çalışma için onların da ikna edilmesi elzemdir.

Ancak resmi zevat camiden uzak durdukça, toplumdan uzak durdukça inanan ve inandığı gibi yaşamayı tercih eden mütedeyyin Müslümanlara tepeden baktığı sürece, bu kaynaşmayı başarmak zor olacak ve arzu edilen güven ortamı sağlanamayacaktır. Devlet ile halk el ele vermediği sürece de Türkçe konusunda istenilen netice elde edilemeyecektir.

Bu çalışmalara paralel olarak:

1- Resmi çalışmalar da yapılmalı ve Türkçe'nin okullarda yabancı dil olarak okutulabilmesinin yolları açılmaya çalışılmalıdır.

2-Sivil toplum kuruluşlarıyla ve özellikle dini cemaatlerle iş birliği yapılarak Kur'an öğrenimi için camiye gelen çocuklara Türkçe dersi vererek işe başlanmalıdır.

3-Çocuk yuvalarını da projenin içine almak mümkündür.

Yılmaz Bey'e başarılar diliyorum. Zor bir görev üstlenmiş, ancak ben onun bu dönemeçten savrulmadan döneceğine inanıyorum.

Rüştü Kam

İSLÂM KONFERANSI SONA MI ERDİ ? 2013 BERLİN


  


AlmanİslâmKonferansı'nın fikir babalarından Dr. Wolfgang Schäuble,"Hedefimiz ve amacımız geleceği beraberce biçimlendirmek"demişti 2006'da.

Schäubledevamla: "Koalisyon sözleşmesinde belirtildiği gibi biz uzunsüreli bir diyalog istiyoruz, çünkü Almanya'daki Müslümanlarartık bu ülkede yaşayan yabancılar olmaktan çıkmış vetoplumumuzun bir parçası haline gelmişlerdir." şeklindekonuşmuştu.

Aradan7 sene geçti ve bugün gelinen noktada, konferansınamacı olan diyalog çalışmalarına başlanamadı. Devletintelevizyon kanallarından Müslümanlarla yapılan diyalogçalışmalarının getirdiği veya getireceği faydalaranlatılamadı, gazeteler daha Müslümanları onore edecek olumlubir manşet bile atamadılar. Alman halkının korkularını,düşmanlıklarını azaltacak, bir paragraf haber bile yapamadılar.Bir Almanla bir Müslümanı gelecekte birlikte oluşturacaklarıAlmanya'nın mutluluk karelerinin içine yerleştiremediler...Müslümanlarla Almanlar televizyon dizilerinde birbirlerinemisafirliğe gidip gelmiyor hâlâ. Almanlarla Müslümanlar, kızalıp vermiyorlar birbirlerinden.

İslamKonferansı'nınasıl amacı, ülkedeki Müslümanlarla devlet arasındakiişbirliğini güçlendirmeyi hedefliyordu. Schäuble öyle demişti.Bu amaca ulaşabilmek için Müslüman dernekler, „Caminin,kiliseler gibi eşit muamele görmesi, Almanya'daki okullarınmüfredatına İslam din dersinin dahil edilmesi, cami ihtiyaçlarınınkarşılanması," gibi konuları daha ilk toplantıda teklif olaraksundular. Dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble de,„İslamcı gruplardan gelen tehlikeler"i gündeme eklemişti.

SevinçliydiMüslümanlar. Muhatap alınmışlardı, camiler fabrika katlarından,bodrumlardan çıkacak, minareler yükselecek ve ezanlarokunabilecekti. Okullarda İslâm din dersi verilebilecekti.

Schäuble'densonra göreve gelen Thomas de Maiziere ile Hans-Peter Friedrich,dernek temsilcilerinin teklifleri olan ilk üç konuyu konferansıngündeminden büyük ölçüde çıkararak sadece Schäuble'ningüvenlik endişesi taşıyan teklifi üzerinde yoğunlaştılar.Zaman zaman da sertleşerek konferansa katılan Müslümancemaatlerin temsilcilerine aba altından sopa göstermeyi de ihmaletmediler.
Tartışmalaralevlendi ve bundan iki yıl önce iki büyük Müslüman kuruluşkonferans dışında kaldı. Almanya Müslümanları Merkez Konseyi,Müslümanların dinî bir grup olarak tanınmadığı gerekçesiyleayrılma kararı aldı. İslam Konseyi de bünyesinde yer alan MilliGörüş hakkında güvenlik soruşturması yürütüldüğü içinkonferansa davet edilmemeye başlandı.

Buarada Almanya'daİslâm düşmanlığı korkusu sıklıkla gündeme getirilir oldu. Selefiler birden bire gündeme taşındı, çatışmalar medyayamalzeme oldu. Halk provoke edildi.

BertelsmannVakfı gibi bazı merkezlerin yaptığı araştırmalar ön planaçıkarıldı, "Almanya'nın batısındakilerin yüzde 51'i,doğudakilerin ise yüzde 57'si İslam'ı bir tehdit olarakalgılıyor." (29.04.2013) şeklindeki sonuçlar gazetelerderahatlıkla yer buldu.

Müslümanlarterörist olarak gösterildi ve manşetlere taşındı, "İslâmterörü" diye bir kavram icat edilerek, İslam düşmanlığıkörüklenmeye çalışıldı.

Bu7 senelik süreçte, yukarıda zikrettiğim temel çalışmalaryapılmadığı gibi, "İslâm Konferansları"
sanki,potansiyel suçluların temsilcilerinin hesaba çekildiği birplatform haline geldi. Yazık, hem de çok yazık. Almanya'ya hiçyakışmıyor bu tür uygulamalar.

Yapılanyanlışlıklarfark edildi edilmesine de çok geç kalındı. Müslümanlar İslâmKonferansı'nın oluşturduğu o olumlu havadan çoktanuzaklaşmışlardı. Hayal kırıklığına uğradılar, ümitleritükendi, 50 yıl sonra bir ümit yakalamışlardı, ama rüyalarıçok kısa sürdü. Ümitleri tekrar yeşertmek için, tribünlereoynanmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Christian Wulff „İslâmAlmanya'nın bir parçasıdır" diyerek havayı yumuşattı,arkasından Gauck, 'Müslümanlar Almanya'nın bir parçası'dırdedi ve devlette devamlılık esastır mesajını verdi.(08.03.2013)

Almanya'daİlahiyat fakülteleri açılmaya başlandı. Bu fakültelerdeyetiştirilen akademisyenler, okullarda din dersleri verecekler,camilerde din görevlisi olarak vazife yapacaklar. Almanya'dayaşayan 4 milyona yakın Müslümanın dini ihtiyacınıkarşılayacaklar.

İslâmKonferansı bitirildi mi?

Neyazık ki sona gelindi. KonferansSchäuble'nin dediği gibi uzun soluklu olmadı. Atılan bu olumluadımlar, yapılan hataların telafisine yetmedi ki, bugün Diyanetİşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Sekreter YardımcısıBekir Alboğa DW Türkçe Servisi'ne yaptığı açıklamada,İslam Konferansı'nın kendileri açısından da son toplantıolacağını vurguladı.

AlmanyaTürk Toplumu Başkanı Kenan Kolat da"Bu şekliyle konferansların bir anlamı kalmadığını"söyledi.

AşağıSaksonya  İçişleri Bakanı Boris Pistorius (SPD), Müslümanderneklerin eleştirilerine hak verdi. Konferansın  bu şekliyledevam edip etmeyeceğinin sorgulanmasını istedi. Güvenlik ve terörizmin ön plana çıkarıldığına işaret etti,duyarsız açıklamalardan dolayı geçmişte İslam düşmanlığınınarttığını belirtti. Sol Parti ve Yeşiller de, konferansın buhaliyle işlevini yitirdiğini öne sürdü.

BöyleceİslamKonferansı anlamını yitirmiş oldu. Müslümankuruluşlar, özellikle İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich'ingüvenlik konusunu öne çıkarmasını,İslâm Konferansı'nın güvenlik konferansına dönüştürülmeyeçalıştığını,bakanlığın gündemi önceden tek taraflı olarak belirlemesini,konferansa özellikle İslam karşıtı kişilerin davet edilmesini,konferansın anlamını yitirmesine neden olan sebepler arasındagösteriyorlar.

Velhasıl,İçişleri Bakanlarının, başörtülü bayanlarla tebessüm ederekfotoğraf çektirmeleri İslâm Konferansı'nın devam etmesineyetmedi.

Ben30.03.2011yılında ha-ber.com da "İslâmKonferansı'nın ardından"başlığını taşıyan bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyıiki bölümde yayımlamış ha-ber.com
Arzuedenler yazının tamamını ha-ber.com yazıarşivinde bulabilirler. O yazıdan kısa bir bölümünü alıntıyaparak değerlendirmelerinize sunuyorum:

YETKİLİMAKAMLAR TARAFSIZ OLMALI VE ALMANYA'DA KURULMUŞ OLAN İSLÂMÎÖRGÜTLER DE YENİDEN YAPILANMALIDIR

"Birİslam Konferansı daha düzenlendi. İslâm Konferansları'nınİçişleri Bakanlarının başkanlığında toplanması butoplantılara gölge düşürüyor. İçişleri bakanlıklarıgüvenlikten sorumlu bakanlıklardır. İslam Konferansı'nıngüvenlikle alakasının olmaması gerekir. Bu şekildekiorganizasyonlar uzlaşmacı değil, kavgacı bir ortamın oluşmasınavesile olabilir.
Müslümanlarındüşüncelerinde terörist muamelesi yapılıyormuş gibi birizlenimin uyanması, Müslümanları yaralar. Güven ortamı oluşmaz.İçişleri bakanlarının elinde sopa vardır. Gül yoktur, güvercinyoktur, zeytin dalı yoktur. Bu toplantıların Eğitim bakanlığınınbaşkanlığında toplanması güven ortamının oluşması açısındandaha faydalı olacaktır.
Müslümanlarınkonumu güvenlik açısından değil de din eğitimi açısından elealınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu toplantılarda Müslümanlarkendilerini potansiyel suçlu değil de, CumhurbaşkanımızWullf'un ve Berlin'e Hükümet Eden Belediye Başkanımız\BaşbakanımızWowereit'ın da dediği gibi Almanya'nın bir gerçeği olarakgörmeye başlarlarsa ve sorunların çözümünde kendilerine görevdüştüğüne inanırlarsa, gerçekten sorunlar birer birerçözülecektir.

Samimiyetve güven esastır

Ayrıcatoplantıya çağrılanların da din ile dini cemaatlerle alakalıolmayışı İslâmîkuruluşların mensuplarını derinden yaralamaktadır. Toplantıyadavet edilen bazı çatı kuruluşlarının üyeleri arasında bircami yoktur, din hizmeti veren bir dernek yoktur. Dahası, İslamdini ile fazla alâkası olmayan, Kur'an'ı istifade edilmesi gerekenbir kitap olarak görmeyen kişilerin de bu toplantılarda tarafolarak bulunması aynı şekilde İslâmî hizmet veren kuruluşlarıyaralamaktadır.

Adınaİslâm Konferansıdenilen bu toplantılara İslâmî duyarlılığı fazla olmayaninsanları davet ederek, mütedeyyin Müslümanların yaşamlarınıdüzenleyici kararlar almak çözüme yönelik adımların atılmamasıanlamına gelmektedir.

İslambir dinin adıdır. Bu din vahye dayalı olan son dindir. Bundansonra peygamber de gelmeyecektir, din de. Müslümanlarıninandıkları Kitap'ta böyle yazar. Müslümanlar da böyle inanır.Sorun varsa eğer, bu sorun nerededir, dinde mi, O dininmensuplarında mı, yoksa sorun bu Kitap'ta mıdır?
İslâmîbilgisi ve duyarlılığı olmayan insanları İslâm dini konusundadanışman olarak İslâm Konferansı adı altında yapılantoplantılara davet etmek, mesleği kaportacılık olan insanlarıinşaat konusunda danışman olarak kabul etmeye benzer. Onlarınverdiği bilgilerle yapılan binalar yarın birer birer çökmeyebaşlarsa bu çöküşten herkes zarar görecektir.

Müslümanterör yapmaz

Müslümanlar50 yıldan beri Almanya'da yaşamaktadır. Almanya'nın en küçükyerleşim birimlerinden tutun da büyük şehirlerine varıncayakadar Müslümanlar Alman toplumuyla iç içe yaşamaktadır. Bu günekadar kaç tane Müslüman sadece inancından dolayı teröreyleminde bulunmuştur, kaç tane Müslüman kutsalı adına savaşçığırtkanlığıyapmıştır?
Kaçtane Müslüman Hristiyanları rencide edici, aşağılayıcıtavırlar içine girerek cephe oluşturmuştur?
Müslümanlarıeleştirirken birazinsaflı olmak lazım. Bazı fevri davranışları, gelenekle ilgili,örfle ilgili, töre ile ilgili bazı meseleleri bahane ederekMüslümanların potansiyel birer suçlu gibi topluma takdimedilmeleri doğru değildir, yanlıştır, yaralayıcıdır, rencideedicidir.

Müslümanlaragelince

Müslümanlarda elbettekendi davranışlarını gözden geçirmelidirler. Dinleriyle barışıkolmalıdırlar. Adlarının Müslüman adı olması, toplumdaMüslüman olarak bilinmeleri yetmiyor demek ki. "Ben deMüslümanım sen benim kalbime bak, benim dedem ve babam daMüslüman, hacı "v.s gibi kelimelerin arkasına sığınarakgerçek Müslüman olunmuyormuş demek ki. Müslümanlığı yaşamakgerekiyormuş demek ki... Kur'an'ın sesine kulak vermek gerekiyormuşdemek ki...
İslâm,Kur'an çerçevesinin dışına çıkılarak yaşanmıyor demek ki...İslâm sosuyla hazırlanan mönülerden gerçek İslâm'ın tadıalınmıyor demek ki...

İslâmKonseyi

Dahadikkatli davranmak gereklidir. Değişik isimler altında oluşturulankurumlar, güven ortamının oluşması açısından AlmanDevleti'nin ilgili kurumlarını rahatsız ediyor olabilir. Budurumda Almanya'da "İslamKonseyi"adıyla bir kurul oluşturmak gerekir. Adı ne olursa olsun, hangimeşrebe dâhil olursa olsun ‘Ben Müslümanım.' diyen herkeskonsey şemsiyesi altında toplanmalıdır. Resmi makamlar da böylecemuhatap olarak bu konseyi tanıyacak onlarla meselelerinikonuşacaktır. Müslümanların birlikte hareket etmeleri güvenortamının oluşması açısından faydalı olacaktır. Bu konseysorunların çözümünde devletin ilgili kurumlarına yardımcıolunması açısından önemli bir yapılanma olacaktır."
  
Rüştü Kam

İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİ- I - BERLİN


İslâm Düşünce Tarihi

26-04-2013
Rüştü Kam


Hafta sonunda Türk Eğitim Derneği’nin bu yıl 4.sünü düzenlediği eğitimkampında Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’le beraberdik.  İslâm’ın Mekke döneminden Medine dönemine,oradan Şam’a, Anadolu'ya, Endülüs’e, Asya’ya oradan da günümüze kadar olan serüveninde insanlığınkazanımlarını dinledik üçgün süresince Düzgün'den.  Haramlar,helaller, ibadetler, ölüm, kabir, cennet ve cehennem de anlatılan konulararasındaydı. Neler söyledi Şaban Ali Düzgün özet olarak okuyalım:
„İslâm’ı doğru yaşamak için doğruanlamak lazımdır. Kur’an elimizdedir. İlim sahipleri doğru çevirilerleKur’an’ın doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. Ben Türkiye'de bu kadar fazla Kur’ançevirisinin olmaması gerektiğini savunuyorum. Eline kalemi alan Kur’an mealiyazıyor. Bazı kavramlar yanlış anlamlandırılıyor. Neredeyse her cemaat için birmeal yazılıyor. Bazı uydurma hadislerle de yanlış anlamlandırılan Kur’anayetleri desteklenebiliyor. Bu durumda anlaşılması zor bir din ortaya çıkıyor.

Allah kimin için hayır dilerse onudinde fakih kılar. “Böyle bir hadis vardır. Fakih hukuk adamı demektir. Sizçalışmanızla değil de Allah’ın dilemesiyle fakih olacaksınız, bu durumdaverdiğiniz kararlar da tabiatıyla Allah’ın istediği uygun gördüğü (!) kararlarolacaktır. Yani sistemin uygun gördüğü dokunulmazlığı olan kararlar. Böyle birhadis uydurma bir hadistir.

Allah’ın övdüğü insanlar ilimadamlarıdır, Kur’an onlara Râsihûn der: İlimde derinleşenler, büyük ve özlü birkavrayış yeteneğine sahip olanlar, ince sezi ve derinlik sahibi yüksek düzeydebilginler, derin anlayış sahipleri demektir.

Ağaç herkes için aynıdeğildir; kimisi ağacı gölge yapan birnesne olarak görür, kimisi ağaçtan nasıl bir kereste olacağını düşünür, kimisiiçin ağaç şöminede yakılacak bir odundur, kimisi de onun oksiyen kaynağıolduğunu düşünür...  Ayetleri yorumlamakda aynen böyledir.  Ağacın oksijenkaynağı olduğunu, ekolojik  dengeninsağlanmasındaki rolünü düşünmek derinlik isteyen bir anlayışı gerektirir. Buanlayışın sahipleridir Allah tarafından övülenler(Rasihûn).

Mele’ve Seyyit
Mele kavramını molla, ilim tahsileden kişi, talebe olarak da kullanılır. Kur’an Mele’ kavramını  toplumu sülükgibi emen, obur, ihtikârı seven tipler olarak takdim eder. Bu açıdanbakarsak,  Güneydoğu’daki mele’lerİslâm’ın mele’leri değildir. Namus cinayetlerine bile mani olmuyorlar.Seyyitler günah işlemez anlayışı var onlarda. Allah’tan mı daha çok korkarsın,seyitten mi? dediğinizde düşünmeye başlarlar. Cevabı zor olan bir sorudur buonlar için.
Hz. Nuh’un oğlu Nuh’un akrabasıdeğildir. Akrabalık sadece sıhri bağ değildir. Akraba insanın kendine yakınhissettiğidir. Gönül birlikteliğidir. “Kurb” o demektir. Bu yakınlığı bilenkişi Seyyit falan takmaz. O ona yakın değildir.
 
Mesela İshak Paşa sarayı vardır:
Muazzam bir yapıdır. Şaheserdir.Musluğunun birinden su öbüründen süt akarmış. Haramla cebi şişmişolanlar/Mele’ler yaptırmış bu sarayı. Sülüklerdir onlar…
Bire aldığını on’a satan adam ekonomikfahişedir, verdiği sözü yerine getirmeyenler siyasi fahişelerdir.

İnsan onuru çok önemlidir, kiminsan onurunu zedeleyici bir davranış içine girerse, insan onuruyla uğraşırsaAllah onu rezil eder, onu ele verir, peygamber de olsa rezil eder. Abese suresiinsan onurunu hiçe sayan bir tavır karşısında nazil olmuştur ve peygamberi elevermiştir. Ekonomik fahişeleri onurlu insanlara tercih etmenin örneği verilirburada.

Ben zaman zaman İslam ve şiddetüzerine NATO’da seminerler veriyorum,  buseminerler esnasında elime bir test geçti. Sorulardan birkaç örnek vereyim:

“Gerdek gecesi bakire çıkmayan kız öldürülür. Bu aşağıdaki hangi kitaptayazar.”
a-İncil
b-Tevrat
c-Kur’an
d-Hiçbiri

Cevap enteresan. İstisnasız herkesKur’an cevabını veriyor. Oysa bu hüküm Tevrat’ın hükmüdür.

Bir başka örnek:

Dinde zorlama yoktur. Bu hüküm hangi kitabın hükmüdür?
a-İncil
b-Tevrat
c-Kur’an
d-Hiçbiri

Cevap yine  enteresan. İstisnasız herkes İncil cevabınıveriyor. Oysa bu hüküm Kur’an‘ın hükmüdür. İslâm karşıtlarının yaptığı propaganda tutmuş demektir. Müslümanlarmele’leştikçe ve mele’lere destek verdikçe İslâm’ın doğru anlaşılması mümkünolmayacaktır.

Düşman İslâm’dır
Şu anda İslâm ülkelerinde devameden savaş,  İslâm’la yapılan birsavaştır, Müslümanlarla değil.  Müslümanlarçok kolay manipüle ediliyorlar. „Allah sizi Müslüman olarak isimlendirdi“(Hacc78) ayeti Müslümanlara yetmiyorsa ki yetmiyor, bu durumda, İslâm ülkelerinde olanlarahayret edilmemelidir. “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberlergelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize)mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144)

Müslümanlar bugün paramparça,hepsi kendisini başka türlü isimlendirmiş. Bu topuklar üzerine geriye dönüşdeğil de nedir? Müslümanlar tarihten de mi ibret almazlar: Endülüs’te 780 senekaldılar, bölündüler parçalandılar ve yok oldular, Selçuklular bölündülerparçalandılar ve yok oldular, Osmanlılar bölündüler parçalandılar ve yokoldular.

Peygamberler model insanlardır:
Peygamberin modelliği, sakalmıdır, sarık mıdır, öncelik nedir? Modellik/şahitlik sarıkla, sakalla olsaydıçok şahit bulabilirdik. „Bizi aldatan bizden değildir.“ hadisi vardır.  Huntington, „ Bundan sonra Batı’nın savaşıİslâm’ladır, ikinci noktada Müslümanlar kendi aralarında savaşacaklardır.“ diyor.

Şiddet ve İslâm
İslâm şiddete karşıdır, şiddetyasaktır İslâm’da. İslâm intihar komandolarına sıcak bakmaz. Dinen cevaz daverilemez intihar komandolarına. Ancak bazı Müslümanların canlı bomba olduğunugörüyoruz. Yanlış yapıyorlar, Kur’an’a rağmen yanlış yapıyorlar. Bu durumda şöylebir soruyu sormadan da geçemiyoruz: Bu adamın canını bu kadar ne yaktı ki,intihar ediyor, canından vazgeçebiliyor? Onun peygamberinin karikatürünü yapıp başınınüstüne el bombasını koyanlar var, kutsalına hakaret edenler var, ırzına geçen,çoluk çocuk demeden kurşuna dizenler var ki, o canından vazgeçebiliyor.

Antisemitizm yasaktır, ama kutsalahakaret serbesttir, böyle olmaz. Bu çifte standart olur. Kültürel şiddetitetiklememek gerekir. Müslümanların dinleriyle, kılık kıyafetleriyle dalgageçmek, onları küçümsemek kültürel şiddet demektir. Bu yanlıştır biruygulamadır.

Öte yandan canlı bombaaracılığıyla cihad ettiklerini sananlar da yanlış yapıyorlar. Peygamberinyolunda yürümek isteyenler onun sünnetinin içinde bu şekilde bir uygulamabulamazlar. Kur’an’ın buyrukları içinde de bulamazlar. Bu yol yanlış biryoldur. Peygamberimiz diplomasiyi esas alır uygulamalrında, Çünkü Allah’ınbuyrukları bu yöndedir. Mekkî ayetlerde cihattan bahsedilir. Bu cihad bazılarının anladığı anlamda bir cihaddeğildir.

Peygamber Mekke’de yalnızdır.Sokağa bile çıkacak gücü yoktur, çarşıda pazarda açıktan tebliğ bile yapamazhaldedir. Kiminle cihad edecektir,  kaçkişi ile cihada çıkacaktır, hangi silahla, hangi parayla, hangi askarle cihad’açıkacaktır? Bunu iyi düşünmek lazım, İslâmî doğru anlamak lazım. Yanlışanlayışlar yanlış sonuçlar doğurur. Cihad kavramı maalesef yanlışanlamlandırılmıştır. Oysa cihad savaş değil, savaşı önlemeye yönelik faaliyetlerinadıdır. Kur’an’da Cihad teşvik edilir, kıtal ise emredilir. Cihad kıtal olsaydıhiç teşvik edilir miydi?

Allah’ın istediği savaş değilbarıştır: “Ey iman edenler, hep birliktebarışın peşinden koşun. Şeytanın adımları ardına düşmeyin. Çünkü o, sizinapaçık bir düşmanınızdır.“ (Bakara 208)

“Sorun birine cihadnedir diye, savaş diyecektir. Ama öyle değil. Kuran-ı Kerim’de hem cihaddan  bahsediliyor hem de savaştan. “Kıtal” diyorsavaş için, “katil” de buradan geliyor. Nedir o zaman cihad?

Maturidi tanımlıyor:
"Savaş başlayana kadar savaşınmeydana gelmemesi için yapılan bütün faaliyetler cihaddır.Entelektüel faaliyetler, diplomasi, konuşmak, fikir üretmek,hakikat peşinde koşmak, savaşa giden yolu tıkamak, bunlarınhepsinin adı cihaddır. Kuran-ı Kerim'e göre cihad bittikten sonrazorunlu olarak savaş olur, o da çirkin bir şeydir. "Savaş sizezorunlu hale geldi çünkü size saldırılmaktadır. Ama o birçirkin şeydir." Maturidi diyor ki, "Çirkin bir şey devletinkendini savunma aygıtı olabilir ama dinin yayılma aygıtıolamaz." Gördüğünüz gibi mesele enstrüman olarak kullanılanunsurlara kadar geliyor..."

Kerihe
“Size savaş zorunlu hale geldi,ancak o çirkin bir şeydir.”Dinimi imanımı kurtarayım diye savaş ilan edilemez.Din ulvi bir şeydir. Ulvi bir şey çirkin bir şeyle ilan edilemez.

O gün iki büyük İmparatorlukvardı. Sasânî İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu. Bunlar sömürgeimparatorluklarıdır. Henry Pirenne diyor ki: Muhammed’in orduları nasıl oldu dahızlı bir şekilde yayıldılar bu kadar kısa zamanda.” Cevabını da kendisiveriyor: “Halk mazlumdu, İber Yarımadası’nıBizanslılar ele geçirmek için 200 sene uğraştılar, Tarık b. Ziyad ise Endülüs’ü3 yılda ele geçirdi. Nasıl oldu bu iş: Çünkü imparatorlukların ağır vergi yüküaltında inliyordu halk.”
Devam ediyor Pirenne, “Avrupalılarçamur içinde yürürken, Endülüs sokaklarına taşlar döşeniyordu. Müslümanlar Pireneler’dekisavaşı kazansalardı, bütün Avrupa kurtulacaktı.”

Devam edecek









Türk Eğitim Derneği’nin bu yıl 4.sünü düzenlediği eğitim kampında Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün vardı. 2013 Berlin

İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİ II/ Prof.Dr.Şaban Ali Düzgün


"Onlardan önceyurda konmuş ve imana sarılmış olanlar, kendilerine hicretedenleri severler. Onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde birihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, ötekilerikendi nefslerine tercih ederler. Nefsini cimriliğinden/doymazlığındankorunanlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Haşr 59)

Müslümanlarınanlayış birliğine varamadıklarıkonulardan biri de çok eşliliktir. Bir erkek dört eşli olabilir,dörde kadar ifadesi kesinlik ifade eden bir hükümdür sanki onlaragöre. Prof. Dr. Şaban Düzgün böyle düşünmüyor. O birdenfazla eşi olanların, tek evlilik yasağını deldikleri içingünaha girdiklerini söylüyor. Diğer konularda da ufuk açıcıdeğişik düşünceleri var Düzgün'ün,(Türk Eğitim Derneği IV.Eğitim Kampı/Berlin) okuyalım:

Min ba'di
"Çok eşlilikte de tedricilik vardır.Araplarda gelenek olan çok eşlilik tedricen yasaklanmış ve bireindirilmiştir: "Bundan sonra sanaartık başka kadınlar helal olmaz. Bunları, başka eşlerledeğiştirmek de -onların güzellikleri hoşuna gitse bile helalolmaz. Elinin sahip olabilecekleri müstesna. Allah her şey üzerindebir Rakîb'dir, her şeyi gözetlemektedir. (Ahzab 52) 
İçkiiçen bir Müslümana bakışımla domuz eti yiyen bir Müslümanabakışım farklıdır benim. Allah domuz etini haram kıldığıhalde ben illa da yiyeceğim dersen orada bir domuzluk var demektir.İçkide mutlak haramlık söz konusu değildir, tedricilik vardır.Ribada da tedricilik vardır. 

Ayetinsöylediği şudur: Bundan sonrası içinbirden fazla eşlilik yoktur. Birden fazla eşle evli olanlar günahagirerler, dolayısıyla haram işlerler, zina yapıyorlardiyemiyorum. Birden fazla eşle evli olanlar, tek eşlilik yasağınıdeliyorlar. Tek evlilik ilkedir, o ilkeyi deliyorlar, sonuçta bu birsosyal meseledir, itikadi mesele değildir.
Devletlerbu ve benzeri konularda idari kararlar alabilirler. Geçmiştetartışılmış bu gibi konular ve şöyle bir karara varılmış:"Devlet, dinin kesin olarakyasaklamadığı, ruhsat veriyor gibi göründüğü konulardayasaklama getirilebilir mi"? Cevaben, "Evet devlet yasaklamagetirebilir" demişler."(Ahmet Cevdet Paşa/ Mecelle)

Mezhepler
Kur'an'ınfitne dediği iç savaşlar döneminde çıkmıştır mezhepler.Politik konulara dini çözümler üretmeyeçalışmışlar ve sistemik hatalar vermiş bu uygulama. Mesela;Peygamberimiz'in vefatından sonra devleti kimin yöneteceğikonusunda ihtilafa düşülmüştür. Devlet yönetimini bırakmakistemeyen Kureyş'liler, Medine'lileri(Ensar) yönetime talip oldukları halde kabul etmemişlerdir. O Medine'liler ki, Hicretsonrasında onlara kucak açmışlar, ekmeklerini onlarlabölüşmüşler, onları evlerinde misafir etmişlerdir.
Mekkeliler,Medine'lileri yönetime almamak için, halifelik konusunda hadisuydurma yoluna gitmişlerdir: "Benden sonra yönetim Kureyş'tedir."Böyle bir hadis Peygamber'e ait olamaz. Peygamber böyle bir hadissöylememiştir.
Hz.Peygamber'in Abbasiler'den oluşu Emeviler'in dekredisini azaltmıştır aslında. Hz.Ebu Bekir Kureyş'lidir, Hz.Ömer Kureyşli'dir, Hz. Ali Kureyşli'dir. Hz. Osman Emevi'dir.Hz. Muhammed vefat edince depreşen kabilecilik anlayışı yüzünden,derhal halife seçimi gündeme gelmiş ve Hz. Peygamber'in cenazesi3 gün o sıcakta defnedilememiştir.
Halifeseçiminde yapılan bu ve benzeri hatalıdavranışlar sebebiyle bugün kurumlaşan mezheplerin temeliatılmıştır. Halife seçimlerindeki hatalara kısaca bir gözatalım:

Hz.Ebû Bekir'in halifeliği
Hz.Ebû Bekir ilk halifedir. Ancak EbûBekir'in halifeliğine Müslümanların hepsi onay vermemiştir.Mesela, Hz. Ali altı ay Hz. Ebû Bekir'in halifeliğinionaylamamıştır. Ensar da bu seçime o kadar sıcakbakmamışlardır. Etraftaki kabileler de mesafelidirler halifeye. Bukabileler ‘Halife meşru değildir.' diyerek, zekat konusundatavır almışlardır. Zekatlarını kendi aralarında toplayıpkendi fakirlerine vermek istemişlerdir. Hz. Ebû Bekir bu kabilelere savaşaçar. Ordu gönderir, Hz. Ebu Bekir'in bu kabiler üzerine ordu göndermesi doğrudur,ancak gerekçesi yanlıştır. Ebû Bekir "İrtidat" ettiler diyeordu göndermiştir.

Hz.Ömer'inhalifeliği
Hz.Ömer'in halifeliği şaibelidir. Hz. EbûBekir ölüm döşeğinde iken devlet sekreteri olan Hz. Osman'avasiyetini yazdırmıştır. Kendisinden sonra kimin halife olacağıkonusunda vasiyetini yazdırırken bayılmış ve Hz. Osman, Hz.Ömer'in ismini kendi iradesiyle vasiyete yazıvermiştir.Ayıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir'e onaylattığı da söylenir.Ancak işe şaibe karışmıştır.

Hz.Osman'ın halifeliği
Hz.Osman'ı, Hz. Ömer tarafındanoluşturulan bir komisyon seçmiştir. Ancak bu komisyon problemlidir, şaibelidir, dolayısıyla Hz. Osman'ın halifeliğide şaibelidir. Komisyon 7 kişiden oluşur, aralarından birinihalife seçeceklerdir. Yedinci kişi Medine dışındadır. Onunyerine Hz. Ömer'in oğlu vekalet etmek için atanır. Ancakkendisi, halife olarak seçilemeyecektir. Şayet seçimde ekseriyettemin edilirse, bu durumda Abdullah b. Ömer, ekseriyete uyacak veşahsi görüş serdetmeyecektir. Şayet her iki tarafta, eşitolarak üçer kişi olursa Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Avfhangi tarafta ise, reyini o tarafa kullanacaktır. İşte şaibe buradadır. Abdullah b. Ömer hem vardır hem de yoktur.

Bukomisyon, Ali b. Ebî Talib, Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf,Sa'd b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah'tanoluşan altı kişilik bir kuruldur. Bu üyelerin hepsi Kureyşkabilesindendir. Ensar yine yoktur haliye olarak teklif edilenlerin arasında.

İhanetlerbaşladı
Hz.Osman, halife olur olmaz hemen Mervan b.Hakemi Medine'ye çağırdı. Sahabelerin tümünün karşıçıkmasına rağmen çağırdı. Mervan b. Hakem "basın suçu"işlediği için Peygamber'imiz tarafından kalemi kırılankişidir. O vahiy katibiydi, "Muhammed'e vahiy filan geldiğiyok o söylüyor biz yazıyoruz" diye bildiri dağıtmıştır.Halkı peygambere karşı provoke etmiştir.
Şefaat için araya girenler olmuş ve suçu sürgüne çevrilmiştir.Ancak ölünceye kadar Medine'ye girişi yasaklanmıştır.
Mervanb. Hakem aşağılık bir adamdı. İşteHz. Osman bu aşağılık adamı akrabası olduğu için Peygamberyasağına rağmen çağırdı Medine'ye. Ve kendisine yönetimdegörev verdi, devlete vezir yaptı.

Hz.Osman halife oldu ama, hiçbir zaman halifelik yapamadı. Yaşı da müsait değildi halifelik yapmaya.Halife Mervan'dı(!). Devleti o yönetiyordu. Onun yanlışyönetiminin neticesinde Hz. Osman şehit edildi, cenazesine sadece  6 kişikatıldı ve Müslüman mezarlığına defnedilemedi.

Hz. Ali'ninhalifeliği
Hz. Osman'ınşehit edilişinin hemen ardından, Muhacirler'den ve Ensar'danoluşan bir grup insan toplanarak Hz. Ali'nin yanına geldi. Butopluluğun arasında Talha ve Zübeyr'in de bulunduğubelirtilmektedir. Bu kişiler Hz. Ali'ye, insanların bir imamaihtiyacı olduğunu ve en kısa zamanda halifenin seçilmesigerektiğini belirttiler. Hz. Ali ise kendisinin halife seçimi ileilgili olarak bir iddiasının bulunmadığını, ayrıca bu konudaher hangi bir müdahalede bulunmayacağını, kimi seçerlerse onukabul edeceğini söyledi. Onlar Hz. Ali'yi halife seçmektekararlı görünmekteydiler. Bu dönem içinde o, Medine'de ensaygı duyulan kişiydi.
Hz.Ali daha fazla itiraz etmedi, fakat kendisine yapılacak bey'atlerinözellikle halka açık bir ortamda gerçekleşmesini istedi.Mescitte gerçekleşen bu bey'at merasimi ile h. 35 yılı, 18Zilhicce Cumartesi günü Hz. Ali dördüncü halife olarak görevinebaşlamış oldu.
Daha sonraanlaşıldığına göre, isyancılar Medinelileri, eğer kısazamanda bir halife seçmezlerse Ali'yi, Talha'yı ve Zübeyr'iöldürürüz diye tehdit etmişler. Bu tehditten dolayı korkuyakapılan Medine halkı Hz. Ali'ye bey'at kararı vermişler vekendisinin halife olmayı istememesine rağmen onu buna zorlamışlar.Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ise ölüm tehdidiyle vekılıç zoruyla bey'at etmişler.

İlkhalifeden beri devam eden ayrışma, ihtilaf, görüldüğü gibiHz.Ali döneminde zirveye çıkıyor. Daha sonra kendilerineHariciler adı verilen bir grup öne çıkıyor ve "Bu toplumu kimmuttaki ise o yönetecektir" diyorlar. Oysa bunlar Hz. Ali'ninaskerleriydiler.
Kısacayaptığım bu açıklamalar ve benzeridurumlar mezheplerin doğuşuna sebep olan siyasi dalgalanmalardanbazılarıdır.

Hz.Ali dünyanın en iyi insanıdır ancak en kötü yöneticisidir,halife olur olmaz ilk yaptığı iş Muaviye'yi görevden almakolmuştur. Bu hukuken doğru bile olsa, siyaseten hatalı birdavranıştır. Bu davranışın hatalı olduğunu Medine'nin ilerigelenleri de söylediler Hz. Ali'ye. Hz. Ali Kimseyi dinlemedi vekararını uygulamaya koydu. Sonucu ortada.
Çocuklarıda öyledir O'nun. Hz. Hüseyin'inKûfe'de ne işi vardı? Orada bir halife varken halife olacağımdiye oraya gitmek kavgayı göze almak demektir. Babasının veabisinin başına gelenler Kûfe halkının vefasızlığınıgösteriyordu. Mekke'nin ileri gelenleri verdiği kararınyanlışlığını defalarca söylemişlerdi Hz.Hüseyin'e. Ama oaldırmadı, Kûfelilere Mekkelilerden daha çok güvendi. Sonuçyine ortada.
Hz.Hasan kısa halifeliği esnasındaolabilecekleri görmüş ve halifeliği Muaviye'ye terketmiştir,buna rağmen zehirlenmekten kurtulamamıştır.

İştemezheplerin oluşmasına temel teşkil eden asıl sebepler buayrışmalardır. Daha sonraları bu yara patlamış, bütün İslâmalemini cenderesine almıştır.



Tasavvuf
Tasavvufharekatı, Müslümanları uyutma, uyuşturma harekatıdır.Başlangıçta insanlar arasında barışı sağlama amacına yönelikolarak yapılan savaşlar, sonralarıkazanç kaynağı olarak görülmeye başlandı. Dolayısıylaaskerlik meslek haline geldi, ganimet toplamak için askere gidiliroldu ve askerler çok zenginleşti. Bundan dolayı Hz. Ömer askereganimeti yasakladı. Zengin olan askerlerin gayrimeşru yaşantılarınıgizlemek, müslümanlıklarını ön plana çıkarmak için, tasavvuf hareketleri başladı. İlk önce garnizon kentlerde, zenginkentlerde ortaya çıktı. Amaç İslâm'ı güzel yaşamak değil,zevahiri kurtarmaktı.

Kader anlayışı
Emevîleryaptıkları yanlışların, katliamların üstünü örtmek içinkendilerine göre bir kader anlayışı geliştirdiler. Her şeyAllah'tandır, onların yaptıklarını da Allah yaptırmaktadır.Bu anlayışı yaygınlaştırdılar, öyle ki imanın 6. Şartıolarak kadere inanmayı ilave ettiler. Böyle bir anlayışa karşıçıkan alimleri de katletmeyi görev saydılar, çünkü onlarınkatli de kaderleriydi. Bu konuda onlara Allah görev vermişti. HasanEl-Basri kader risalesini böyle bir ortamda yazmıştır.

Harici mantığı
Hz.Ali ve Muaviye'nin birlikte halifeliklerini ilan etmeleriyönetimde iki başlılık yarattı. Devlet işleyişinde aksamalaroldu. Bu aksamaların düzeltilmesi kolay değildi aslında. AncakHariciler düz mantıkla hareket ederek müttaki olmayanlar kâfirdirdemişler ve işin içinden çıkmışlardır. Mürcie hükmüertelemiş, Hanefi Elmenzile-Beynelmenzileteyn demiştir. Haricimantığı düz mantık olduğu için mantığında acıma yoktur,hoşgörü yoktur, ümit yoktur. Dikkat etmek lazımdır. Ayetlerinmaksadına hiç bakmamışlardır: „Onlardansonra gelenler de şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önceiman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşıbir düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çokmerhametlisin!" (Haşr 10)

Maturidibu ayete göre "Onları bağışla diyor. Onlar içtihatetmişlerdir ve hata etmişlerdir. İçtihatta hata da olur. Bu olayAlevi'sine de Sünni'sine de hitap eder biz önümüze bakalım,geçmişe takılıp kalmayalım" derMaturidi.
Bizdenönce gelip geçen olaylara sünger çekip geçmek lazımdır.Maturidi'ye göre Alevi çocuk damasumdur, Sünni çocuk da masumdur, çocuklar geçmiş sorumludeğildirler. Kendi yaptıklarından sorumludurlar. Kur'an‘Geleceğe bakın.' diyor. Ben geleceğe bakıyorum, benimtarihim de geleceğe dönüktür, ümit tarihidir.

Ahiretsenin için dünyadan daha hayırlıdır demek doğru değildir.Yarın bugünden daha hayırlı olacaktır,denilmesi gerekir. Din ümittir. Müslümanın tarihi yarınıdır.Allah insana tarihe anlam katma imkânı veriyor. İnsanıdepresyondan kurtarmanın yegâne yolu insanı aktör kılmaktır.Onu seyirci olmaktan kurtarmak gerekir."Öteki dünya senin için (hayatının) bu ilk bölümündenmutlaka daha iyi olacak!" (Duha 4) buyuruyorAllah. Bu ümit vermektir. Güzele, iyiye yönlendirmektir, insanlarımotive etmek gerekir.
Canlıbombalar harici mantığı ile hareket ederler.Böyle bir mantıkla medeniyetler inşa edemezsiniz, adaletdağıtamazsınız.

İslâm iyi insanprojesidir
Suriye'dekikavganın adı Alevi Sünni kavgasıdır.Oyuna gelmemek lazım. Oysa İslâm iyi insan projesidir. Kavgayıyasaklar. Bizdeki ahlak görev ahlakı değil fazilet ahlakıdır.Fazilet ahlakına göre sana yapılana aynıyla mukabele etme hakkı verir, ancak  ancak affetmenin daha hayırlı olacağını söyler.Biz daha hayırlı olanı seçmeliyiz. "Cennete giren insanlarıniçinden garazı kini çekin alın diyor Allah. Böylece affetmeyi önplana çıkarıyor. İşte fazilet ahlakı budur. Hakkın olandanvazgeçebilmek, intikam peşinde koşmamak.
Hasret,kaçırılan zamanın geriye getirilemeyeceğiyle ilgilidir. Allahbela gününde insanlara bir fırsat vermiştir. Bunu iyideğerlendirmek lazımdır. Öldükten sonra tekrar geriye dönüşolmayacaktır. Bu durumda güzel olanın, iyi olanın, faziletliolanın peşinden koşmak lazımdır, ahirette onların hasretiniçekmemek için böyle yapmak lazımdır.

Dinler göçettikleri topraklarda medeniyetler kurarlar
Dinlergöç ettikleri topraklarda medeniyetler kurarlar. İslâmdüşüncesini yaratan alimlerin %95'i Arap değildir. İranlı'dır,Türk'tür, Afrikalı'dır, Asyalı'dır. İslâm medeniyeti,Şam'da, Asya'da, Endülüs'te, Mısır'da kurulmuştur.Mekke'de, Medine'de kurulmamıştır.Allah bir değeri tedavüle çıkarıyor ve beğenen alıp gidiyor.Kıymetini bilenler o değerleri koruyor, bilmeyenler Irak'ta,Suriye'de olduğu gibi tarumar ediyor veya edilmesine sebep oluyor.

Haram kılanistisna yapabilir
Peygamber'inharam kılma yetkisi yoktur. Bu yetkiAllah'ın tekelindedir. Peygamber'in yasaklama yetkisi vardır.İkisini birbirine karıştırmamak lazımdır. Haram kılmak dinibir karardır. Bu karar Allah'a aittir. Yasaklamak ise idari birkarardır. Haram kılan istisna yapabilir, yasaklayan istisnayapamaz."

Devam edecek
  
Rüştü Kam