Ramazan
ayında davetler haliyle fazlalaşıyor. Sivil toplum kuruluşları adeta
birbirleriyle yarışıyorlar iftar sofrası kurmak için. Bu iftar sofraları
amacına ne kadar uygundur tartışılır. Peygamberimiz ’in söylemlerine
bakarsak iftar sofralarının çoğu şaibelidir. “Sofraların en kötüsü
içinde fakirlerin bulunmadığı sofralardır.”(H.Ş.)
Ramazan
ayı aslında günlük hayatımızda kişisel zaafları ortadan kaldırmak için
bir fırsattır. Bu fırsat iyi değerlendirildiği taktirde, diğer aylarda
da o zaaflardan uzaklaşıldığı görülecektir. Oruç tutmanın farz olması da
bu zaaflardan kurtulmak içindir. Yemek yememek, su içmemek, cinsel
ilişkiden uzak durmak değildir oruç. “Zenginlerin zengini davet ettiği,
fakir ve yoksulların unutulduğu, gösteriş ve israf sofralarından uzak
durulması gerekir.
Ben bugüne kadar üç davete katıldım.
Bu üç davetin üçünde de değişmeyen simalar vardı. Bu simaları her
toplantıda görmeniz mümkündür. Zengin iş adamları, mevki sahibi
insanlar, sivil toplum kuruluşlarının çatı hüviyeti taşıyanlarının
başkanları ve o yemeğin haberinin yapılması istenildiği için
gazeteciler. Fakir fukaranın, garip gurebanın o iftar yemeklerine davet
edildiğini görmedim.
Garibanı çağırmadınızsa, yoksulu
buyur etmedinizse, fakiri alıp sofranıza getirmedinizse sizin sofranızda
eksiklik var demektir. Ne yazık ki, birçok davetlerde, eş dost
gönülleniyor amma sofralarında fakir fukara bulunmuyor. Bir araya gelme
adına güzel, kaynaşma adına hoş, ama fakirin yoksulun unutulması adına
talihsiz sofralar bunlar.
Ne yazık ki, birileri ‘iftar
verdi’ desinler diye sofra açıyor, birileri siyasi rant elde etmek için
sofra kuruyor, birileri de sofralarını zenginlere açıp fakirlere
kapatıyor. Bu sofralarda hayır yoktur dersem kimse bana darılmasın,
gücenmesin. Bunu ben demiyorum, O Yüce İnsan diyor.
MÜSİAD
2011
Yılında Somali’de gerçekleşen kıtlık sebebi ile otelde yapacağı iftarı
iptal ederek o parayı Somali’ye bağışlayan MÜSİAD BERLİN, bu geleneğini
bu sene de sürdürerek iftar programını üyeleri ile birlikte MÜSİAD
BERLİN bürosunda gerçekleştirdi.
İlk iftarı Berlin MÜSİAD
da açtım. Mocca dergisi adına iki kişi katıldık iftara. MÜSİAD’IN
davetlileri tabiatıyla iş adamlarıydı. Sayın Karakaya’yı tebrik
ediyorum. İftar sofrasını Hilton da veya benzeri başka bir otelde
açmadığı içindir bu tebriğim.
MÜSİAD BERLİN başkanı Sayın
Karakaya masaları tek tek dolaşarak misafirlerine ‘Hoş geldiniz’ dedi,
kucaklaştı. Bir de içinde fakirler olsaydı davetlilerin, Karakaya tam
not alacaktı benden.
Yunus Emre Enstitüsü Berlin Müdürü sayın
Prof. Dr. Osman Faruk Akyol kısa ama mesaj yüklü bir konuşma yaptı
iftardan sonra: „Kur’an’ın ilk emri’ Oku’ dur. Ancak okunacak olan bir
şey yoktur. Okunacak olan şey vahiydir, içe doğan o vahiy.“ Enteresan
bir yorum. Katılmamak mümkün değil. Keşke, iftar öncesinde yarım saatlik
veya bir saatlik bir program yapılabilseydi de sayın Akyol’u uzunca bir
süre dinleme fırsatımız olsaydı.
Ayrıca, MÜSİAD’ın
çalışmaları, Ramazan ayının anlam ve mahiyeti bu iftarda anlatılmalıydı.
Zekât konusu, fitre ve fidye konusu anlatılmalıydı. Herkes biliyor olsa
da yine anlatılmalıydı. “İnsanlar kulağından sulanır” demiş atalarımız.
180 defa da olsa yine anlatılmalıydı.
Zekeriya Bayrak
vardı yan masada. Beraberinde Sinan Kaplan da vardı. Selam vererek
masalarına oturdum. MOCCA DERGİSİ’nin ilerki sayılarına yönelik
işbirliği teklifinde bulundum kendisine. Rencide edecek bir üslupla,
„Benim dergiyle mergiyle işim olmaz, bunlar benim ilgi alanımın dışında
olan şeylerdir“ dedi. Sinan Kaplan kafasını önüne eğdi. Belli ki
kullanılan üslup onu da rahatsız etmişti. Paranın verdiği güç vardı
tavırlarında Sayın Bayrak’ın. Allah daha fazla versin malında gözümüz
yok ama, para insanı bu kadar da şımartmamalı. Sadece dinledim. Sözü
bitince yine de bana yakışanı yaptım, ona dua ederek ayrıldım masasından
„Allah sana daha çok versin.“.
UETD
İkinci
iftarı Avrupa Demokratlar Birliği (UETD) nde açtım. Mocca Dergisi‘nden
dört kişi davetliydik. Ertan Taşkıran davet etti. Görevli gençler iyi
organize olmuşlar. Giyim kuşamları ve nezaketleriyle göz doldurdular.
Aferin gençler. Organizasyonda ve iftar menüsünde sıkıntı yok. Salonda
gençlerin çoğunlukta olması dikkatimizi çekti.
İftar
öncesi programı oldukça yüklüydü. Bir bakan ve bir de eski bakan vardı
davetlilerin arasında. Steigenberger Oteli'nde verilen iftara eski AB
Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AK Parti İstanbul Milletvekili
Metin Külünk, UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik, Berlin Büyükelçiliği
Elçi Müsteşarı Hidayet Çilkoparan, Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen,
Alman Hristiyan Demokrat Parti (CDU) Milletvekili Oliver Wittke ve çok
sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi katıldı.
Egemen
Bağış hem İngilizce hem de Türkçe yaptığı konuşmasında, Ramazan ayının
önemini vurguladı. Bağış, Çin'in kuzeybatısındaki Uygur Özerk
Bölgesi'nde(Doğu Türkistan) okullar, devlet daireleri ve yerel kamu
kurumlarında çalışan Müslümanlara getirilen oruç yasağını eleştirdi.
Türkiye eleştiriden öte bir yardımda bulunuyor mu Doğu Türkistan’a onu
bilmiyorum. Bağış, Türkiye'nin "artık büyük hayaller kuran, çok büyük
projeler üreten" bir ülke haline geldiğini de kaydetti.
UETD
zengin bir dernek olabilir. Bizlerin sahip olamadığı imkânlara da sahip
olabilir. Ancak ben öteden beri otellerde verilen iftar yemeklerini
israf olarak gören ve bu görüşümü de her platformda yüksek sesle ilan
eden birisiyim.
TDU iftar yemeğini Şehitlik Camii’nde
verdi. UETD de böyle yapabilirdi. Halkla iç içe olurdu ve böylece o
iftar sofrasına fakirler de katılabilirdi. Hem de halk desteğine en
fazla ihtiyaçları olan bu günlerde.
Ayrıca Sayın Taşkıran
ve Sayın Kaplan masalara gelip misafirlerle tek tek kucaklaşmalıydılar,
‘Hoş geldiniz.’ demeliydiler. Küçücük bir tebessüm nelere kadir olmaz
ki.
BERLİN BÜYÜKELİĞİ’NDE İFTAR
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu, büyükelçilik binasında iftar yemeği verdi.
Büyükelçi
Karslıoğlu, ezber bozan bir büyükelçi. Göreve geldiğinde ilk iftarı
evinin bahçesinde çadırda vermişti. Anlamlı bir iftar yemeğiydi.
Karslıoğlu, Büyükelçiliğe yakışır bir şekilde her Ramazan ayında
toplumun büyük bir bölümüne hitap eden iftar yemeği vermeyi adeta
gelenek haline getirdi.
Büyükelçilik binasında
gerçekleştirilen iftarda, aralarında üst düzey bürokratlar, toplumun
çeşitli kesimlerinden sivil toplum örgütlerinin yöneticileri,
kiliselerin temsilcileri, Berlin'de görevli olan Müslüman ülkelerin
diplomatlarının yanı sıra yerel ve ulusal basın da yerini almıştı.
Büyükelçi
Karslıoğlu iftar öncesi yaptığı konuşmasına “11 ayın sultanı hoş
geldin” diye başladı. Ramazan ayının ruh ve bedeni arındıran bir ay
olduğundan, Kur’an’ın bu ayda indiğinden, bu ayın hoşgörü ve barış ayı
olduğundan bahsetti. Ancak İslâm âlemindeki manzaranın, İslâm’ın
hoşgörüsünü yansıtmadığından yakındı.
Sonra döndü
Almanya’ya ve 3 milyon insanımızın burada yaşadığını söyleyerek ve bu
insanların bulundukları yere alınlarının teriyle geldiklerinden
bahsetti. Topluma ayak uyduramayanların varlığına da değindi ve hep
birlikte bu insanları topluma kazandırılması gerektiğine dikkat çekti.
Çift dilli anaokullarından da bahseden Karslıoğlu, bu okullara desteğin
artırılması gerektiğini söyledi.
Karslıoğlu konuşmasının son
bölümünde, Yunus Emre Kültür Merkezi’ni kurduklarını, geç de olsa Türk
dili ve kültürünü Almanya’da tanıtacakları müjdesini verdi. Son sözü
Yunus Emre’ye bıraktı Karslıoğlu: ”Gelin tanış olalım, işi kolay
kılalım/ Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” “Allah oruçlarınızı
kabul etsin.”
Programın bundan sonraki bölümünde önce
Kur’an okundu. Din Ataşesi Sayın Bilal Öztürk’ün okuduğu akşam ezanından
sonra da iftarımızı açtık. Kur’an okundu ama, meali Almanca ve Türkçe
olarak verilmedi. Bu bir eksikliktir diye düşünüyorum.
Büyükelçinin
masasında din adamları oturuyordu. Üniformalarıyla oturuyorlardı. Saygı
da gördüler misafirlerden. Papazlarla fotoğraf çekmek isteyen
insanların sayısı az değildi. İslâm dininin temsilcisi olan din ataşemiz
sıradan biri gibi oturmuştu masaya. Kravat ve takım elbise. Onun da
resmi kıyafetiyle o masada oturması gerekmez miydi? Resmi kıyafet ona da
saygınlık kazandıracaktı. Sarık ve Cübbe, onun şahsında İslam’a
saygınlık kazandıracaktı. Bu da ikinci eksiklik. Sayın Öztürk’le
fotoğraf çektirmek isteyen insanları ben göremedim.
Sayın
Karslıoğlu’ndan bir ilke daha imzasını atması dileğimizdir. Din
Ataşeleri resmi toplantılarda sarık ve cübbeleriyle yerlerini alsınlar
lütfen.
Namaz kılmak için mescit var dediler gittim. Belki ilk
defa yine Karslıoğlu’nun imzasıyla, Büyükelçilikte mescit açılmış. Sebep
olanlardan Allah razı olacaktır. Ancak ben bu mescidi bu Kançılarya’ ya
yakıştıramadım. 100 milyon Euro’luk bir yapının içinde 3 metre kare bir
oda, halı döşenerek mescit haline getirilmiş.
O binaya
en az 200 kişiyi alacak kadar içten kubbeli, Arap, Selçuklu ve Osmanlı
mimarinin özelliklerini taşıyan, bir gerçek cami yapılmalıydı. Beton
binalar temsil gücüne sahip olmazlar. Binaların üzerlerinde ve içlerinde
barındırdıkları kültür temsil eder ülkeleri. Türkiye Cumhuriyeti
laiktir. Ancak halkı Müslüman bir ülkedir. Devlet laik diye, halkın
inancı, kültürü yok sayılamaz. Biz laik bir ülkede yaşıyoruz. Laikliği
nasıl uyguladıklarını da görüyoruz. Hükümetlerin bu konularda daha
duyarlı olması gerekir diye düşünüyorum.
Ayrıca Afyon Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlilerinden oluşan müzik grubu tasavvuf müziğinden örnekler sundular.
Self
servis usulü yemek, kaldırılmış. Garsonların servis yapması uygun
görülmüş. Olması gereken de buydu. Böylece yemek israfının da önüne
geçilmiş.
Ancak çay olarak yine de Seylan çayı ikram
edildi, hem de fincanda. Türkler çayı fincanda içmezler. İnce belli
bardakta içerler, kendi örfümüzü yaşatmamız bizlere saygınlık kazandırır
kanaatindeyim. Taklitten uzaklaşmak lazımdır.
Çay
demlemenin de, içmenin de bir adabı vardır. Çay zevk için içilir. Çay
demleyip, ikram edenler, şu 3 hususa dikkat etmelidirler:
1- Çayın demi, dudak renginde olmalıdır (Lebrenk)
2- Çay bardağı, tepesine kadar doldurulmamalıdır, dudak payı bırakılmalıdır. (Lebrîz)
3- Çay, dudağı yakacak kadar sıcak olmalıdır.(Lebsûz)
Şimdi afiyet olsun.
Rüştü Kam
Not:
Bizden önceki ümmetlerde oruç
Kur’an
der ki: “Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı, ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun
bilincine varasınız.” (Bakara 183)
Kur’n’ın dikkatimize
sunduğu o eski ümmetlerin peygamberleri, orucun ne demek olduğunu, nasıl
turulması gerektiğini kendi ümmetlerine bakın nasıl anlatmışlar:
“Diyorlar
ki: 'Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor. Benliğimizi yendiğimizi neden
fark etmiyorsun?' Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor,
işçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli
yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla, sesinizi yükseklere
duyuramazsınız.
İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın
benliğini yenmesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul
ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç diyorsunuz, buna mı RABB’i
hoşnut eden gün diyorsunuz?
Benim istediğim oruç; haksız
yere zincire, boyunduruğa vurulanları, özgür kılmak, tutsakları
salıvermek, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla
paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak
gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz,
ışığınız tan gibi ağaracak, çabucak şifa bulacaksınız.
Doğruluğunuz
önünüzden gidecek, RABB'in yüceliği artçınız olacak. O zaman yardım
çağrılarınıza RAB yanıt verecek, feryat ettiğinizde, 'İşte buradayım'
diyecek.
"Eğer boyunduruğa, kaba işaretler yapmaya,
kötücül konuşmalara son verirseniz, Açlar uğruna kendinizi feda eder,
yoksulların gereksinimini karşılarsanız, ışığınız karanlıkta parlayacak,
karanlığınız öğlen gibi ışıyacak.
RAB her zaman size yol
gösterecek, kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek. İyi sulanmış
bahçe gibi, tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız. Halkınız eski
yıkıntıları onaracak, geçmiş kuşakların temelleri üzerine, yeni yapılar
dikeceksiniz. 'Duvardaki gedikleri onaran, sokakları oturulacak hale
getiren' denecek sizlere.
"Kutsal günümde dilediğinizi yapmaz,
Şabat (Sebt) Günü'nü çiğnemezseniz, Şabat Günü'ne 'Zevkli', RABB'in
kutsal gününe 'Onurlu' derseniz, kendi yolunuzdan gitmez, keyfinize
bakmayıp boş konulara dalmaz, o günü yüceltirseniz, RAB'den zevk
alırsınız. O zaman sizi yeryüzünün yüksek yerlerine çıkarır, atanız
Yakup'un mirasıyla doyururum.”
Çünkü bu sözler RABB'in ağzından çıktı. (Eski Ahit Yeşaya 58/ Bölüm 3-14)
Foto: ha-ber.com
Türk Eğitim Derneği'nde İftar 2014/ Muavin Konsolos Emrah Özbek
Türk Eğitim Derneği
Türkk Eğitim Derneği
Türk Eğitim Derneği
T.C.Berlin Büyükelçiliği
T.C.Berlin Büyükelçiliği
Türk Eğitim Derneği
Dernekler Toplu İftarı
UETD
MÜSİAD
MÜSİAD
TDU
MOCCA Dergisi
MOCCA Dergisi
Berlin Berlin Veliler Topluluğu