"Geldim, gördüm, yazdım" 2015
Batum
dönüşü Hopa’da konakladık. Otel 5 yıldızlı değil, ama temiz. Sabah
balkondan denizi seyretmek çok keyifli. Ancak dalgaların hışırtısına
arabaların sesi karışınca işin keyfi kaçıyor. 1978‘de Hopa ile ilgili
hatıralarım vardı, Karadeniz fıkrası bir fıkra gibi. Anlattım otobüste
arkadaşlarıma:
„Turizm şirketim vardı o zaman, İzmir
Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencilerini geziye götürmüştüm. Haziran ayı.
Sarp Kapısı‘na kadar vardık, otobüsün önünde Yüksek İslâm Enstitüsü
yazıyordu. Kahvenin önüne park ettik. Sınırda incelemelerimizi yaptıktan
sonra kahvede çay içmek istedik. Kahveci bize çay vermedi, çabuk burayı
terkedin“ dedi, kovdu bizi oradan. Kahvedekiler öyle bön bön
bakıyorlardı. Kimse sesini çıkarmadı, bakışlarıyla söyleyeceklerini
söylüyorlardı zaten. Yapacak birşey yok. Köy onların, kahve onların.
Çaresiz terkettik Sarp’ı, döndük Hopa’ya. Şehrin merkezine park ettik
otobüsleri. Deniz kenarına doğru ilerlemeye başladık, 5 dakika sonra
bizim otobüslerin camlarını indiriverdiler. Taş yağmuru. Rahat 50 genç
vardı. Kavga etmek olmaz, işi büyütmemek lazım. Bindik otobüslerimize,
doğru Rize‘ye. Rize’de otobüs camı yok. İstanbul‘dan gelmesi lazım.
Sipariş ettik. 2 gün bu vesileyle Rize’de kaldık.“
O zamanlar Hopa kurtarılmış bölgeydi. Dev-Genç, Dev-Sol,
DHKP-C,
Şeriatçılar, Ülkücüler, Maocular, Leninciler… Üniversitelerde,
liselerde, hatta orta okullarda bile bu ayrışmanın var olduğunu
biliyorduk ama, halka kadar indiğini bilmiyorduk. Yıl 2015. Hopa’da
solculuk hâlâ devam ediyor gibi, ancak bu sefer otobüsümüzün camı
kırılmadı. Önünde Yüksek İslâm Enstitüsü yazmadığı için midir yoksa
solculuk devam etse de Hopa’da kayda değer değişimler mi olmuştur onu
bilemiyorum.
İsmail Yılmaz ayrıldı Hopa’da ekipten.
Amcasını hastaneye kaldırmışlar, „O hastanedeyken ben gezip eğlenemem,
Adana’ya gitmem lazım.“ dedi. Gelenekle ilgili bir durum. Bazı
bölgelerde gelenekleri fazla abartıyoruz gibi. Düşüncesine saygı duyduk.
Uğurladık İsmail‘i Adana‘ya…
Tam otelden ayrılırken
yanımızda bir binada yangın çıktı. Yurt binası dediler, ölüm haberi
gelmedi. Biz yolumuza devam ettik. Allah’a ısmarladık Hopa. Bembeyaz
ormanların içinden ilerliyoruz. Akşamdan kar yağmış. Dağlar gelinlik
giymiş gibi. Herkes otobüsün camında. Fotograflar çekiyoruz. Mustafa
Yücel muavin koltuğundan çekiyor manzarayı. Çok güzel fotograflar
çekmiş. Ekibin fotoğraflarını çekmek için görevlendirmiştik onları.
Ekipte başka fotoğraf çekmekle görevlendirilenler de var. Gülseren
Şentürk, Sebahattin Bozkurt ve Yunus İnci. Ankara’dan Artvin’e kadar üç
mevsim yaşadık. Hergün ayrı bir olağandışılık yaşıyoruz. Buna rağmen
herkes memnun geziden.
Rehberimiz Yasin Artvinli. Borçka‘lı.
Borçka’ya gelince heyacanlandı, „İşte sağdaki görünen şu ev bizim, ben
şuralarda oynardım arkadaşlarımla…şu köprüyü Ruslar yapmış.“ Borçka‘yı
ikiye ayıran derenin üstünde devasa bir demir köprü. Sevincine eşlik
ettik Yasin’in. Borçka üzerine sorular sorduk. Tur listesinde yoktu ama
yine de orada durup bir çay içebilirdik.
Artvin
Artvin‘i
Çoruh nehri ikiye bölüyor. Dik yamaçlı uzun vadileri, 3900 metreye
kadar yükselen birbiri ardına sıralanmış yüksek dağları, balta girmemiş
doğal ormanları, yüksek dağların doruklarında krater gölleri, yeşil
yaylaları ile çeşitli turizm değerlerini içinde barındıran otantik bir
turizm beldesiymiş Artvin. Bunları Yasin söyledi ve devam etti
anlatmatya:
„Artvin eski bir yerleşim yeridir. Artvin'in ismi üç
bin senelik tarihi boyunca çok defa değişmiş. 1956'da Artvin olmuş. M.Ö.
3000 yıllarında Orta Asya'dan göç ile gelen Türk kavimlerinden
Hurriler, Artvin'e yerleşmişler. Alparslan'ın 1071 Malazgirt Zaferine
kadar Türklerin Anadolu'ya göçleri devam etmiş.
İskitler
ve Arsaklılar da gelmiş Artvin‘e, sonra Yunan kültürü ile Yunanlılaşmış
Artvin. Daha sonra Pontus Krallığı gelmiş. Bizans ile Sasaniler arasında
el değiştirmiş. Hazret-i Osman zamanında Emir Habib bin Mesleme
emrindeki İslam ordusu, Erzurum Yaylası‘nda Bizans ordusunu yenerek,
Çoruh Vadisi ve Artvin'i İslam devletine katmış. Daha sonraları Abbasi
halifeliğine bağlı Oğuz Beyliği kurulmuş burada. Selçuklulardan sonra
buraya sırasıyla; Moğollar, İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular,
Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler hakim olmuşlar.
Artvin,
Fatih Sultan Mehmed Han zamanında Osmanlı Devleti sınırları içine
alınmış. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı‘nda Rusya tarafından işgal edilmiş.
İstiklal Savaşı‘nda Kazım Karabekir Paşa, Ermeni ordusunu yenince,
Artvin 7 Mart 1921'de yeniden Anavatan‘a katılmış. Tarihi Batum-Kars
yolu üzerinde yer alan ve Osmanlı dönemindeki adı Livane olan Artvin bir
Ortaçağ kentiymiş.
Artvin boğalarıyla meşhur bir ildir. Bundan
dolayı simgesi boğadır. Murgul ilçesinde bakır madeni vardır. Tarihte
genellikle Livane ve Çoruh adıyla bilinir Artvin. Artvin’de Gürcüler,
Hemşinliler, Kıpçak Türkleri, Ahıska Türkleri ve Lazlar birlikte yaşar.
Artvin'in
ekonomisini çay, fındık ve son dönemlerde kivi tarımına dayanır. Ayrıca
Yusufeli ilçesinde zeytin ve pirinç tarımı yapılmaktadır. Az da olsa
narenciye üretimi mevcuttur. Aynı zamanda Karadeniz mısırı, Şavşat ve
Murgul gibi ilçelerde ön plana çıkar.
Yöresel çalgılar,
kemençe tulum akordiyon, davul ve zurnadır. Artvin yöresinde Bar
oyunları ve adı Artvin Barı olan sonradan Atabarı olarak değiştirilen
halk oyunu, Artvin ile özdeşleşmiştir.“
Artvin’in içine
girmedik. Kültür ve tarih açısından görebileceğimiz fazla birşeyin
olmadığını söyledi Yasin. Artvinli olan o. Yapacak birşey yok. Biz de
Artvin‘i karşı tepeden seyrettik, fotoğrafını çektik. İçimize bolbol
oksijen çekmeyi de ihmal etmedik. Tepeden Çoruh’u ve Artvin’i seyretmek o
kadar güzel ki, ayrılmak ne mümkün. Yasin burada da taviz vermedi
prensibinden, “Geç kalıyoruz beyler, haydi otobüse”.
Borçka‘da
durup bize çay içirmeyen Yasin Artvin de mi içirecekti. Bu kadarı da
yetti bize. Vedalaştık Artvin’le. Biraz sonra Şavşat‘tayız. Şirin bir
ilçe. Bir tek caddesi var. Yamacın böğründe kurulmuş şavşat, yokuş aşağı
Çoruh’a doğru yol alıyor gibi. İlhami‘yi burada bıraktık. Kardeşi
kaymakammış Şavşat’ta. İşinin çokluğundan dolayı olacak ki, önceden
haber ettiğimiz halde otobüsü karşılamaya gelemedi. Benzinlikte bıraktık
İlhami’yi ve yolumuza devam ettik.
Küçük küçük köylerden
geçiyoruz. Damları bembeyaz. Hayvancılıkle geçiniyormuş halk. Arazi yok
ki, ekip diksinler. Okuma oranının Karadeniz’de yüksek olduğunu söyledi
rehberimiz. Başka türlüsü olamazdı zaten. Zülfü Livaneli ve Cengiz
Kurtoğlu Artvinliymiş. Ancak, Zülfü Livaneli ben Artvinliyim demezmiş,
Konyalıyım dermis. Onun tercihi.
Laşet
Büyük
şehrin bireyi kuşatan bütün gerginlik ve gürültüsünden uzakta huzur ve
sessizlik içinde çam kokusunu solumak istiyorsanız Laşet’e gitmeniz
lazım. Biz köye girmedik. Laşet Motel’de sadece çay içmek için durduk.
Muhlamasını da övdü Yasin Laşet‘in. Dağın eteğinde bir Motel, Laşet
Motel. Tırmanıyoruz otele ulaşmak için. Bazı arkadaşlar kar topu
oynadılar. “Çocuklar gibi şendik” diyorlar ya, işte tam da öyle.
Dışarda kartopu oynamak varken içeri girilir de çay mı içilir?
Doğa
bembeyaz. Gökyüzünün mavisi ile doğanın beyazı birleşince çok güzel bir
manzara çıkmış ortaya. Tabiata uygun bir şekilde yapılmış, eşsiz
güzellikte bir moteldeyiz. Doğa insan olmadan da yaşar; ama insan doğa
olmadan nasıl yaşar. Eğer birgün yolunuz Artvin’e düşerse ve de Laşet’i
görürseniz bana hak vereceksiniz.
Biraz sonra kartopu
oynayanlar yoruldu. Çok mutluydular. Oturduk masalara. Çaylar geldi.
Köfte ekmek yiyenler de var, ama biz muhlamayı tercih ettik. Burada
muhlama peynir çeşitlerinden yapılıyormuş, tava önümüze geldi. Muhlama
fokur fokur kaynıyor. İçinde mısır unu yok. Farklı bir lezzet. Hesap
istedik, muhlama ve bir çay kişi başı 100 TL. O ha sesleri yükseldi
arkadaşlardan. Önceden fiyat sormadığımız için, çaresiz attık elleri
cebe. Ama homurtular hâlâ devam ediyor. Bu ne ya… Neye geldik ki buraya,
bir muhlama 100 TL mı olurmuş…. derken, Emin çıktı sahneye, “intikam
böyle alınır yaaa.” İş anlaşıldı.
Emin işletme sahibiyle anlaşmış
ve böyle bir şaka yapmışlar. Çünkü; Zilkale’ye çıkarken, arkadaşlar
birden ciddileşmiş, Kemal, Davut ve İsmail, turun çok kötü geçtiğini,
organizenin bozuk olduğunu söylemişlerdi. Emin kıpkırmızı kesilmiş
söyleyecek söz bulamamıştı. Birşeyler açıklamaya çalışmıştı, beklemediği
bir tepki olduğu için toparlayamamıştı. İşin şaka olduğunu anlayınca
rahatlamıştı ama, uzun bir süre kendine gelememişti. Böylece intikamını
almış oldu. Laşet seni unutamayacağız. Ayla Alpman’ın okuduğu şarkısıyla
veda ediyoruz Artvin‘e:
“Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim
Anadolu’m bir yanda yiğit yaşar koynunda
Aşıklar destan yazar dağlarda
Kuzusuna kurduna Yunus'una Emrah'a
Bütün alem kurban benim yurduma
Mecnun'a Leyla'sına erişilmez sırrına
Sen dost ararsan koş Mevlana'ya
Yeniden doğdum dersin derya olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim
Gözü pek yanık bağrı türkü söyler çobanı
Zengin fakir hepsi de sevdalı
Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim
Bir başkadır benim memleketim“
Ardahan
Birdenbire
bıçak gibi kesildi o güzelim doğa manzarası. Karşıda bir şehir
görünüyor. „Ardahan“ dedi Yasin. Cuma namazına yetişmemiz için
kaptanımız Sezgin’e rica ettik „biraz pedela dokunabilir misin?“
kırmadı bizi. Ardahan’ın girişinde bir cami var, Kanuni Sultan
Süleyman’ın yaptırdığı kalenin hemen dibinde.
Eski ve Yeni
Ardahan’ı birbirinden Ayıran Kür Irmağı’nın solunda ovaya hakim bir
tepede kurulmuş kale, Ardahan kalesi. Kalenin aslında tam olarak ne
zaman yapıldığı belli değilmiş. Bir rivayete göre de Selçuklular
zamanında XII.yüzyılda yapılmış ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında
1556’da yenilenmiş. Yasin kale ilgili bilgilendirme yaptı:“ Kalenin
duvar örgüsü ve uygulanan tekniği Rumelihisarı’nı andırmaktadır. Kalenin
içerisinde mescit ve hamam kalıntıları bulunmaktadır.“
Namaza yetiştik. Cami dolu, imam hutbe veriyor. Bayanların camiye girmesi imkansız.
Bayanlar
caminin karşısındaki evin kapısını çalmışlar. Namaz kılacağız müsait
yeriniz var mı? demişler. Ev sahipleri çok memnun olmuşlar bu Tanrı
nisafirlerinden, el ayak olmuşlar. Hepsi seferber olmuş. Namazlarını
orada kılmışlar. Namazdan sonra yemek davetinde bulunmuş ev sahipleri.
İşte Anadolu insanı bu. Çok duygulandık bu misafir perverlikten. Kürt
Türk’ten, Türk Kürt’ten ayrılır mıymış hiç? Etle tırnak gibi.
Müslümanlık gibi ortak bir dine inanan insanları kim ayırabilir ki
birbirinden.
Namazdan
sonra cemat de bizleri sahiplendi, sohbet etmek istediler, ikramlarda
bulunmak istediler. Sohbet ettik ayaküstü. Cami hakkında soru sorduk.
Tarihi bir cami, İzzet Ağa Camii.
Genel kurmay
başkanlığı tarafından tamir edilmiş. Sonra da ismi değiştirilmiş. Bu
durum cemaatı pek üzmüş. Tamir ettiler diye sevinmişler ama, ismini
değiştirdikleri için üzülmüşler. Eski ismi görünmez bir yerde yazılı.
Herkesin gördüğü yerde Ordu Camii(1921) yazılmakta. Bu durum bizim de
garibimize gitti. Cemaatle vedalaştık ve ayrıldık Ardahan’dan.
Ardahanlılar kadınıyla erkeğiyle geldiler otobüsümüzün yanına ve bizi
uğurladılar, duygulandık.
Kamuoyunda çokça bahsi geçmiş veya geçmekte olan Ardahanlı ünlüler bazıları şunlar:
Nihat Erim (Eski Başbakan)
Sırrı Atalay (Eski Cumhurbaşkanı Vekili, Adalet Bakanı)
Abdulkerim Doğru (Eski Bakan)
Nevzat Pakdil (TBMM Başkanvekili)
Gürsel Tekin (CHP Genel Başkan Yardımcısı)
Gürbüz Çapan (Eski Esenyurt Belediye Başkanı)
Hülya Avşar (Sanatçı)
Nuray Hafiftaş (Sanatçı)
Coğrafya
İlin kuzeydoğu kesiminde Keldağ, doğu kesiminde Akbaba Dağı, Güney de Allahuekber Dağları ve Kısır Dağları varmış.
Ardahan
ilinde çayır-mera alanlarının fazla olması, sanayi merkezlerinin ilden
uzak olması ve diğer nedenlerle Ardahan ilinde tarım ve hayvancılık
faaliyetleri öne çıkmış.
Elma, armut, mısır, vişne gibi tarım ürünlerinin tamamına yakını Posof ilçesinde yetiştirilmekteymiş.
Ancak endüstriyel tarım yapılmamaktaymış. Tarım ürünlerinin tamamına yakını organikmiş.
Ardahan’da
çok sayıda kümes hayvanı beslenmekteymiş, en çok beslenen kümes hayvanı
da kazmış. İl genelinde sanayi neredeyse yok denecek kadar azmış.
Kaz
Rehberimiz
Yasin’in verdiği bilgiye göre, Kars ve Ardahan kazına tat veren 6 temel
özellik varmış. Bunlar; yöredeki suların soğukluğu, minerallerin
zenginliği, binbir çeşit bitki örtüsü, tuzlamada kullanılan kaya
tuzuymuş.
Yaz bastırınca kazlar yaylaya çıkarılıyor, havalar
soğuyup, yağmurlar düştüğünde yeniden köye indiriliyormuş. Bu dönem
genellikle harman sonu olduğundan, kazlar başaklardan toprağa düşmüş
tahıl taneleriyle iyice semizleşiyormuş. İlk kar yağdığında ise kesilip
tüyleri ve içi temizleniyor, bütün olarak tuzlanıp 10 gün salamuraya
yatırılıyormuş. Ardından açık havada, ayazda, güneş ve rüzgâr görecek
biçimde asılıp, 30 ile 60 gün süreyle kurutuluyormuş. Tuzlanıp bu
yörenin ayazında kalan kaz pastırma halini alıyormuş. Bu yöreye özgü
nefis bir tat, Kars-Ardahan kazı. Seyfi bey ile Kars’ta kaz eti yemek
istedik, ama bu isteğimize bir türlü nail olamadık.
Devam edecek
ARTVİN
KAPTAN SEZGİN
LAŞET /MUHLAMA
MUHLAMA
LAŞET
ARTVİN/LAŞED
ARDAHAN CUMA NAMAZI
İZZET AĞA CAMİİ/SONRADAN İSMİ ORDU CAMİİ OLARAK DEĞİŞTİRİLMİŞ
KANUNİ SULTAN SÜLEYMEN KALESİ7ARDAHAN
ARDAHAN/CUMA CEMAATI
ARDAHAN
ÇORUH NEHRİ KENARI
ARTVİN
ARTVİN'DE KARTOPU UYUNU
LAŞED MOTEL
ARDAHAN CUMA CEMAATI İLE
ARTVİN'İN BİR KÖYÜ