-İslâm Federasyonu’nu bugün okullarda din dersi veren bir
kurum haline biz getirdik-
Rüştü Kam
Ha-ber.com
1986 yılında Berlin’e geldim. Çok kısa sürede bazı
gençlerle tanıştım. Milli Görüş Teşkilatlarına
gönül veren hakikatlı gençlerdi bunlar. Kaldığım o 1 odalı ev İslâm Vakfı’nın
eviydi. İslâmî İlimler Okulu’da Vakıf binasında hizmet veriyordu. Vakfın giriş
kapısında da İbrahim Arsalan’ın berber dükkanı var. Vakfın önünde de bir park
var. Parkta kocaman kocaman kestane ağaçlarıvar. Park ve berber salonu buluşma
yeri gibiydi. İslâm Federasyonu’na, İslâm Vakfı’na, İslâmî İlimler Okulu’na ve
Vakıf Camii’ne gelenlerle mutlaka bu mekanlarda
selamlaşma ve tanışma imkanımız oluyordu. Teşkilat toplantılarında yeni
gelen hoca olarak ben cemaate tanıtıldığım için bu mekanlarda ayrıca kendimi
tanıtmam gerekmiyordu, selam vererek yanıma gelenleri ben tanıma fırsatı
buluyordum. Yahya Tel, Zeki Bina, Hasan Akyol, Bekir Taşkıran, İsmail Koçyiğit,
Bahttin Savaş, Ömer Faruk Demirel, Bekir Durak, Abdurrahman Akgül, Rasül Bayram
bu mekanlarda tanıdğım hakikatli gençlerdendi. Arı gibi vızıl vızıl
çalışıyorlardı. Kimisinin elinde çanta, kimisinin elinde kitap, kimisinin
elinde gazete- mecmua var. Almanca okuyup yazan, üniversite okuyan bir avuç
genç. Bugün Berlin’de Müslümanlara hizmet verek ve varlıklarıyla övünülen
kurumların altında bu gençlerin imzaları vardır. Bildiğim kadarıyla o
gençlerden bugün teşkilatta hizmete devam eden kimse yoktur. Allah kimin ne
yaptığını biliyor mutlaka, zaten o gençler de yaptıkları işi Allah’ın rızasını
kazanmak için yapmışlardır. Ehliyet, liyakat, ahde vefa gibi kavramlar Milli
Görüş teşkilatlarında kullanılmaz. Ben kullanıldığına şahit olmadım.
Bu hakikatli gençlerden
biri var ki; teşkilatın camilerinde eğitimci olarak çalışmış,
Federasyonun, Vakfın ve cami derneklerinin muhasabesini yapmış, bazılarından
çok cüz’i ücretler almış bazılarından ise (İslâm Federasyonu ve İslâm Vakfı) ücret bile almadan yapmış bir genç, Bekir
Durak. Bekir Durak ile 4 saat konuştuk; oldukça kırgın, özellikle bazı kişilere
çok kırılmış. İki ev parasıyla bir ev almasına sebep olanlar var. Sevdikleri bazı insanların ihanetine uğramış
ama o, davasından vazgeçmemiş. Bu
18.bölümde o hakikatli gencin yaşadıklarını, başından geçen bazı olayları kısa
da olsa sizlerle paylaşmak istedim.
Bekir Durak
kimdir?
Ben Balıkesirliyim. İmam
Hatip Lisesi mezunuyum. Türkiye’de Kamu Yönetimi okudum. Berlin’de de İşletme
okudum. Türkiye’de üniversitede okurken Diyanet işleri Başkanlığı’nda görev yaptım.
Berlin’e geldiğimde hemşehrim Nail Dural’ın görev yaptığı Milli Görüş’e bağlı
olan Fatih Camii’nde eğitimci olarak hizmet ettim. Bu arada cami derneğinin
hesap işleriyle de ilgilendim. Bir gün üçüncü bir hocayı göreve başlattılar,
cami bütçesinin üç kişiyi kaldıramayacağını anladığımdan dolayı görevimi
bıraktım. ‘Neden görevi bırakıyorsun?’ diyen de olmadı.
Berlin’de de üniversiteyi
bitirince, muhasebeci olabilmek için gerekli olan kursları tamamladım ve
muhasebeci olarak hayatını kazanmaya başladım. Zaman zaman doktoramı da yaparak Türkiye’ye dönmek istediğim oldu ama
evlenince bu isteğimin gerçekleşmesi mümkün olmadı.
Ben halkına hizmet etmek isteyen biriyim
Ben evden işe işten eve gidecek
bir yapıya sahip değilim. Halkıma hizmet için birşeyler yapmanın gerektiğine
inanan birisiyim. Berlin’deki sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek
kurdukları Berlin Türk Cemaati’nin kurucularındanım. Aynı zamanda daha
sonraları kurulan Müsiad’ın da kurucuları arasındayım. Türk Cemaati’nin ilk muhasibiyim.
(Schatzmeister). O zamanlar cami
derneklerinin dışında faaliyet gösteren dernek sayısı fazla değildi. Yararlı
hizmetlerimiz oldu Türk Cemaati’nin çatısı altında. Bir gün, Türk Cemaati Türk
kültürünün tanıtılması için gece balosu tertiplemek istedi. Baloya kadınların
gece kıyafetiyle gelmeleri istendi. Dansöz getirilmesi istendi. Ben bu karara
muhalefet ettim. Türk kültürü dansla gece kıyafetiyle temsil edilemezdi. Bana
destek veren arkadaşlar da vardı. Berlin İslâm Kültür Merkezleri
(Süleymancılar) temsilcisi İlyas Uzun da oradaydı ancak kendisinden istediğim
desteği göremedim. Hemen sonraki toplantıda Gönenli bir arkadaş derneğe Atatürk posterleriyle geldi ve bu posterlerin
Berlin’deki camilere asılmasını istedi. Ben de cevaben kendisine” Bu güzel
posterlerin eviniz asmanız daha uyguındur, camilere resim asılmaz” dedim. Anlaşmazlığa
düştük arkadaşlarla. Ertesi gün baktım ki; Hürriyet’in Berlin ilavesinde beni
Atatürk düşmanı olarak ilan etmişler. Konu ile ilgili olarak Berlin Başkonsolosluğu’na
davet edildim ve sorgulandım. Hemen gazeteye tekzip gönderdim. Tekzip
yayınlandı. Ancak bekelmediğim bir tepki oldu; İslâm Federasyonu ve Milli Görüş
beni yalnız bıraktılar. Ben isterdim ki; kendilerinin Türk Cemati’nde
temsiciliğini yapan birisini desteklesinler.
Tekzip yayınlandıktan sonra Nail
Dural bana geldi ve “Olan biten bu tatsız olaydan sonra arkadaşlar seni aralarında
görmek istiyorlar.” dedi.
İslâm Federasyonu
Berlin’e geldiğim günden beri Milli
Görüş’e bağlı camilerde hizmet ettim. Tabii ki İslâm federasyonu’nda da. Dernek
muhasebesini iyi bildiğimden ve Almancayı iyi dercede yazıp okumamdan dolayı İslâm
Federasyonu’na yönetici (Geschäftsführer) olarak seçildim. Oradaki arkadaşlarla
birlikte birçok başarının altına imza attık.
Alman okullarında İslâm Din dersi verilmesi için
gecemizi gündüzümüze kattık ve emeğimizin karşılığını almayı başardık. İslâm
Federasyonu’nu bugün okullarda din dersi veren bir kurum haline getirdik. Gazete
ve dergilerde televizyonlarda elde ettiğimiz bu önemli hak konusunda
açıklamalar yaptık, gündem oluşturduk. Böyle bir hakkın alınması bize doping etkisi
yaptı ve İslâm Dininin Almanya’da resmen
tanınması için kolları sıvadık. Çok iyi
çalışmalar yaptık, yol da aldık. Ayrıca cami derneklerinin mülkiyet edinmeleri
için gerekli alt yapı çalışmaları yaptık. Bugün o çalışmaların meyvelerini
topluyoruz.
Faaliyetler çoğaldı ama
yeteri kadar eleman yoktu. Bu nedenle birçok faaliyeti aynı kişiler yürütmek
zorundaydı. Milli Görüş’te çalışanlarla İslâm Federasyonu’nda çalışanların aynı
kişi olmaları da resmi makamlarda sıkıntı doğurmaya başlamıştı. Resmi makamlar
iki kurum arasında bağ olup olmadığını araştırıyorlardı. Milli Görüş’ün ve de
İslâm Federasyonu’nun başındaki kişiler de yeterli düzeyde Almanca bilmedikleri
için bazı şahıslara güvenmek zorundaydılar. Sonradan öğrendiğime göre başkan
Nail Dural bazen çevresindeki güvendiği arkadaşlara resmi makamlarda kendisini
temsil etmeleri için güven mektubu şeklinde boş kağıtlara imzalar atmış.
Bu durumdan ben oldukça rahatsız
oldum: Çünkü, sonunda iş dönüp dolaşıp
bana geliyordu. Nail Dural’a ‘Ya federasyonu bırak ya da vakıf başkanlığını
bırak.’ dedim. ‘Bu işler öyle kolay
olmuyor, ben bazen hangi konuda boş kağıt imzaladım onu bile bilmiyorum.’
deyince ‘Sevgili hocam ben bu durumda sizleri savunamam, beni affedin dedim ve
önce vakıf muhasebesini bıraktım, daha sonra da Federasyon’un muhasebesini
bıraktım.(2005) Vakfın muhasebesini bıraktığım zaman beni korkak olmakla
suçladılar. Arkadaşların bu sorumsuz tavrı beni fazlasıyla üzdü...
Dernek çalışmalarının hukuka uygun olması
Ben istiyordum ki; İslâm
dininin resmen tanınması için alt yapı gerekiyordu. Yapılacak işler hukuka
uygun olmalıydı. Bu çalışmaları yapacak olan kadroların resmen o kurum içinde
çalışıyor olmaları gerekiyordu. Bu konuda muhammen bir bütçe hazırlanmalıydı. Bu bütçe hem içinde
yaşadığımız devletin hukukuna hem de inandığımız dinin kurallarına uygun
olmalıydı. Kurumun gelir ve giderleri şeffaf olmalıydı. Ben bu çalışmaları
yaptım( ). Milli görüş Genel Merkezi’ne
kadar uklaştırdım ve gerekirse bu konuda birifing verebileceğimi de söyledim. Takdir
ile karşılanmış, bana övgüler düzmüşler. Ancak hepsi o kadar. Uygulamaya konulacağı
günü beklemeye koyuldum, nafile beklemişim, o çalışmadan söz eden bile olmadı. Buna
rağmen bir ümitle uzun süre bekledim, bir haraketlilik göremeyince ben
arkadaşları konuyla ilgili bilgilendireyim istedim. Belki beni anlayan birileri
çıkarda ciddi çalışmalar yapabiliriz diye düşündüm. Yönetim kurulu toplantılarında
konuyu göndeme getirdim. Mesela şöyle bir teklifte bulundum: Ramazanlarda uygun
görülen mekanlarda iftar çadırları kuralım ve oralarda bir ay boyunca camiler
yemekler versin ve kuracakları standlarda kendilerini tanıtsınlar, seminerler,
sempozyumlar, açık oturumlar düzenlesinler istedim. Oraya din, dil ve ırk ayırımı yapmadam herkes
gelebilsin, kültürel faaliyetler
yapılsın istedeim. Ancak sadece istemiş
oldum. Camiler bir türlü dışarıya açılamadılar, bu beni hâlâ üzen bir şeydir.
Selim Kuzu ve Nail Hoca
Bir gün Nail Hoca yine
çıkageldi. “Bu akşam bir yerde toplacağız” dedi ve bir emlakçının adresini
verdi. Verdiği adrese gittim. O büroda
Fatih Camii’nden tanıdığım bir sima var, Selim Kuzu. Konu Fatih Cami için bina
satın almak. Yeri banka satıyormuş. Ucuzmuş ve kaçırılmaması gerekiyormuş. Benim
de hoşuma gitti. Yer Oberbaumstr. ile Falkensteinstr. köşesindeymiş. Gittik baktık, gerçekten güzel ve cami için
uygun. Ancak ben evrak üzerinde bazı hataların olduğunu sezdim ve ‘Bu evraklar
bende kalsın, ben bir araştırma yapayım, en kısa zamanda tekrar görüşürüz.’ dedim.
Sözkonusu bankanın müdürü benim üniversiteden arkadaşımdı. Hemen onu aradım.
Satış teklifini (Expose) ona faksladım. Bir saat sonra bana döndü ve kendilerinde
böyle bir satışi teklifinin olmadığını söyledi. Bu olay bankanın hukuk bölümünü
de karıştırdı. Aradan daha 1 gün geçti ve ben Nail hoca’ya bu evrakların sahte olduğunu
söyledim. Söyledim söylemesine de o 1 gün içinde cemaattan 250.000 DM’ı çoktan
toplamışlar. Selim de Berlin’i terketmiş...ara ki bulasın...
Holdingler
Gel zaman git zaman,
Milli Görüş Teşkilatları’nın camilerinde yönetim kadroları nerede kuruldukları
belli olmayan holdinglerin hisse senetlerini satmaya başladılar. Bu doğru
değildi. Dayanamadım yönetici arkadaşlara camilerde bu şekilde para
toplanmasının doğru olmadığını söyledim. Çünkü satışa sunulan hisselerin holdinglerin yüzde kaç hissesi olduğu
açıklanmıyordu, kimse de zaten bilmiyordu. Bu konuda Nail Hoca ile Yakup Hoca’yı
kendi büromda, yatsı namazından sonra özellikle
bilgilendirdim. “Sen burada çalışmana devam et gece yarılarına kadar, millet
parsayı topladı.”
Aslında Müslümanlara bu
şirketleri İslâmi usülle çalışan şirket modeli olarak tanıttılar, Müslümanlar
da buna inandılar. Oysa bu holdingler birer şarlatanmışlar.
Ben bu konuda tez
yazdım. Benim üniversite tezim İslâm Ekonomisi ve İslâm Bankacılığıdır. İslâm’da
faiz yoktur. Günümüz şirketlerinde ise faiz maliyet faktörüdür, bu da karı
düşürür. Daha az kar payı dağıtılır. İslâm usüllerine göre çalışan şirketlerde
kapitalin maliyeti içinde faiz olmadığından dolayı kar daha yüksek olur.
Cemaatimiz bu anlatımla yetiştiği için,
holdinglerin de böyle olduğunu sandı ve aldatıldı. Maalesef biz de bunu geç
anladık...
Olacak ya
Yıl 2001, birgün
Tümelsan Şirketler Grubu adına Ayşenur Karakaya ile Nail Hoca ve Tümelsan
Yönetim Kurulu ikinci başkanı Harun Kurt kapımı çaldı. Bana ortaklık teklif
ettiler. “İki ilahiyatçı arkadaş holdingin başındaymış. Diğer Holdingler gibi
değillermiş, güvenilir insanlarmış bunlar, istediğim zaman paramı da
çekebilecekmişim, öyle olmasalar Nail Hoca’nın ne işi varmış orada...” filan.
Ortak olan diğer arkadaşlara da baktım onlar da teşkilatta görev yapan hocalar
ve cemaattan tanıdığım kişilerdi. Tanıtımlarını yaptıktan sonra bazı evrakları
verin inceleyeyim dedim. İncelemem biraz sürdü, ama sonunda ikna oldum. Bana
verilen evraklarda A grubu ortaklığı teklif ediliyordu. Bu ortaklık sadece
belirli bir hisse ortaklığı değil şirketin tamamına ve de yönetim kuruluna
katılma ortaklığıydı ve ben Tümelsan Otomotiv A.Ş ‘ye ortak oldum. Ancak
söylenen şekildeki ortaklığım birtürlü tescil edilmedi. Ben sadece para vermiş
oldum.
Aradan uzun denecek
kadar bir zaman sonra verdiğim parayı geri istedim. Ev almak istiyordum. “Paramı çekmem gerekiyor
dedim” gerçekten de çektim. Bu işlemden sonra holdinge güvenim arttı. Çektiğim o
parayı bir zaman sonra tekrar benden istediler, çünkü evi henüz
alamamıştım. Güven oluştuğu için ben de
verdim, ama ev alınca yine alırım dedim. “Hay hay, sorun yok ne zaman istersen
paranı çekebilirsin” dediler.
Ev alacağım
Ev alma zamanı gelince
(2001 sonu) paramı tekrar çekmek istedim ve çekemedim. Nail Hoca’ya durumu
anlattım, “tamam, ödeyecekler sen evini al imzayı at” dedi. Ben onlardan paramı
alamayınca bankadan yüklü bir krediyi yüksek faizle çekmek zorunda kaldım ve
çektim, evimi aldım. Yani bir ev aldım,
iki ev parası ödeyerek.
Sonra Berlin’deki diğer
şirket ortakları topladım ve işin peşine düştüm, Nail Hoca
ve şirket hakkında Konya ve İzmir savcılıklarına suç duyurusunda bulundum. Değişik avukatlarla görüşmeler yaptım, onlar bana Türkiye’de böyle bir davanın sonuş getirmeyeceğini ve masraflarının da çok yüksek olacağını söylediler. Anlayacağınız, bizim alacağımız da mahşere kaldı gibi...
ve şirket hakkında Konya ve İzmir savcılıklarına suç duyurusunda bulundum. Değişik avukatlarla görüşmeler yaptım, onlar bana Türkiye’de böyle bir davanın sonuş getirmeyeceğini ve masraflarının da çok yüksek olacağını söylediler. Anlayacağınız, bizim alacağımız da mahşere kaldı gibi...
Kredi imkanları araştırdım
Belki bunlar sıkıntı
içindedir diye düşündüm ve uluslararası yatırım bankalarından kredi imkanları
araştırdım, buldum da. İlgilenmediler, benimle irtibatı kestiler. Bursa’da Nail
Hoca ben ve şirket yönetim kurulu ikinci başkanı Harun Kurt bir toplantı
yaptık. Kurt açıkça orada “Arkadaşlar biz sizlere yalan söyledik, kandırdık, bana
destek olursanız hakkınızı korurum hocam “ dedi. Nail Hoca Kurt’a inanmadı, ”Bu
yalan söylüyor.” dedi. Yalan söylüyor demesine dedi ama ondan sonra kılını bile
kıpırdatmadı. Oğlu Avukat olmasına rağmen bu işler için oğlundan yardım da
istemedi. Ancak ben inanıyorum ki, onlar kendi paralarını aldılar. Olan bizim paralara
oldu.
Birgün Nail Hoca’nın
dostu bir arkadaş kulağıma kar suyu
kaçırdı, ‘ Bekir kardeş sen Hoca’nın Tümelsan Holding’in yönetim kurulu üyesi
olduğunu biliyor musun? Hoca paraların nasıl toplandığını nerelere harcandığını
biliyor, ama hakkınızı savunmuyor.’ dedi.
Bu uyarı üzerine ben
başladım araştırmaya. Önce kendisine sordum Paşa Güven’in bürosunda. Bana
açıklama yapması gerekirken, başladı seviyesizce konuşmaya. Anladım ki, Nail Hoca
Tümelsan Şirketler Grubu’nun yönetim kurulu üyesi...
Nail Hoca’ya mektup
Bu sözler benim çok
zoruma gitti oturdum kendisine bir
mektup yazdım. O kadar param gitmesine rağmen saygı çerçevesinde yazılan bir
mektup idi bu. Maalesef bir cevap alamadım. Maksat bizleri kendisine darıltıp
kendisinden uzaklaştırmaktı. Amacına da ulaştı...
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Bundan sonra Türkiye
Büyük Millet Meclisi araştırma komiyonuna mektup yazdım. Tümelsan Şirketler
kurumunu şikayet ettim. Bana sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı’ndan resmi bir
cevap geldi. O cevapta; Nail Dural Hoca’nın gerçekten Tümelsan Yönetim kurulu
üyeliğine getirildiği ve İzmir Ticaret siciline kaydedildiği yazılıydı. Hoca
bunu tekzip etmedi. Bu nedenle de hocanın holdingle ilgili üzerine düşen
sorumluluğu yerine getirmediğne inanıyorum. O gereken çalışmayı yapsaydı en
azından bizlere destek olsaydı, bizlerden para toplayan o düzenbazlar dışarda
olmazlardı.
Devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder