30 Kasım 2024 Cumartesi

CİHADSIZ MÜSLÜMANLAR 2024

KUR'AN'DA BEŞ YÜZÜN ÜZERİNDE AYETLE FARZ KLINAN BİR İBADET VARDIR: CİHAD (MÜCADELE) İBADETİ. “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Onun yolunda cihaddan daha sevimli geliyorsa, o zaman Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Çünkü Allah fasıkları amaçlarına ulaştırmaz.”(Tevbe 24) Rüştü KAM Ağaç topraksız, balık susuz, canlılar oksijensiz yaşayamaz. İslam dini de cihad olmadan yaşayamaz. Bundan dolayıdır ki, Müslümanlar ilk iş olarak cihad ibadetini yerine getirmelidirler. Cihaddan bahsetmek cihad etmek demek değildir. Sabahtan akşama kadar yemekten bahsetsek ve yemek yemesek karnımız doymaz. Cihad da konuşularak değil, şartlara göre gerekli olan çalışmalar yerine getirilerek yapılır. Cihad yapmak izzeti, cihad ibadetinden uzak durmak ise zilleti getirir. Cihad ibadetinin zamanı yoktur. Zamana bağlı değildir, günün her saatinde her dakikasında yapılabilir. Miktarı yoktur. Şu kadar yapılacaktır diye bir kuralı da yoktur. Ancak ilk eda edilmesi gereken ibadettir. Namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerden önce ilk eda edilmesi gereken ibadettir. Cihadı olmayanın namazı da olmaz. Namazın ön şartıdır cihad. İhtiyaçtan fazlasını infak etmek, gazete çıkarmak, dergi çıkarmak, okul yapmak, yurt yapmak, fakirler ve yaşlılar parasız istifade etsinler diye hastaneler kurmak, iş yerleri açmak, doğayı korumak, hayvanları korumak için barınaklar yapmak, zulüm altında inleyen insanlara yardım elini uzatmak, zalimlerin zulmüne başkaldırmak, yolsuzluk yapanlara karşı mücadele etmek, sivil toplum kuruluşlarını desteklemek v.b. şeyler cihad ibadetinin içine girer. CİHAD İBADETİN EDASININ ŞARTLARI ŞÖYLEDİR Cihadın edasının şartları: 1- Cemaatleşmek: Bir cemaat varsa ona dahil olmak, yoksa O cemaati oluşturmak. 2- İtaat: Cemaatin seçilmiş meşru başkanına, meşruiyetini muhafaza ettiği sürece itaat etmek. 3- İhsan: Verilen görevi dikkat ve itina ile yerine getirmek. 4- Tefrika yapmamak: Ümmet içerisinde ırk, mezhep ve meşrep ayrımı yapmamak. 5- Can ve maldan feragat etmek: Barışı tesis etmek için; nefesimizi, zamanımızı, paramızı ve gerektiği zaman canımızı seve seve ortaya koymak. Cihad ibadetine mani olan hastalıklar: 1- Adı Müslüman hastalığı: Bu hastalığa yakalananlar İslam‘ı sadece ahiret dini olarak görürler, “Elhamdülillah Müslümanız” derler, Müslümanlığı ben Müslümanım demekten ibaret görürler, kalp temizliği ile övünürler. Barışa yönelik işlere gelince çeşitli mazeretler uydurarak yan çizerler. 2- Yedek lastik hastalığı: Bu hastalığa yakalananlar, İslam‘ı yedek lastik gibi görürler, başları ne zaman sıkışırsa, menfaatleri gereği, yedeklerinde duran İslam lastiğini takarak yollarına devam ederler. Allah ile aldatma. 3- Şuursuz Müslüman hastalığı: Bu hastalığa yakalananlar İslam’ı sembollerden ve şekilcilikten ibaret olarak görürler. Bu hastalık sorumluluk şuurundan yoksun olan, Müslümanların hastalığıdır. 4- Bîcihad hastalığı: Cihatsızlık hastalığı demektir. Bu hastalığa yakalananlar, Müslümanların veya herhangi bir amaç için Müslümanların oluşturdukları cemaatin içinde oldukları halde, cemaat disiplininden uzak olarak yaşamayı tercih ederler. Cemaat toplantılarını aksatırlar, verilen görevleri yerine getirmezler. 5- Konuşuyor ama yapmıyor hastalığı: Bu hastalığa yakalananlar, konuşmaktan başka hiç bir iş yapmazlar. Vır vır konuşurlar. Görev verirsiniz bin dereden su getirerek ortadan koybolurlar. 6- Ben olmasam da olur hastalığı: Bu hastalığa yakalananlar, ben olmasam da cemaatin işleri yürür diyerek başkalarının yaptığı işlerle, kendileri yapmış gibi övünürler, pasiftirler, işi hep başkalarının yapmasını beklerler. Dolayısıyla bu hastalıklara yakalanan Müslümanları tedavi için Kur’an hastanesine yatırmak gerekir. Acilen tedavi edilmelidirler. Dünya nüfusu yaklaşık sekiz milyardır. Müslümanların sayısı ise yaklaşık iki milyardır. Allah; "Müslümanlar gerçekten inanırlar ve sabrederlerse ben onlara 10 kişiye karşılık verebilecek güç veririm" der. Bugün geldiğimiz noktadan bakarsak Allah'ın Müslümanlara yardım etmediğini görürüz. Bunun sebebi Müslümanların cihad şuurundan yoksun olmalarıdır. Bugün Müslümanların başına gelenler, cihadsızlıkları yüzündendir. Hastadırlar Müslümanlar bugün. Dünyevileşme hastalığına yakalanmışlardır. Beni sokmayan yılan bin yaşasın hastalığına yakalanmışlardır. Her koyun kendi bacağından asılır hastalığına yakalanmışlardır. Tevbe suresinin 24. Ayeti iyi bir antioksidandır. Acilen Kur'an hastanesinde tedavi altına alınmalıdırlar...

24 Kasım 2024 Pazar

GÖNÜLDEN GÖNÜLLERE DERNEĞİNİN 15. YIL MÜNASEBETİYLE VERDİKLERİ KONSERİN ARDINDAN

“Torunlarınızın sizlere lanet okumasını istemiyorsanız; çocuklarınıza kültürlerini, dillerini öğretiniz.” Rüştü KAM Ha-ber.com Bir davet aldım sayın Şahin Yücel’den, Kastamonulu olduklarını öğrendiğim iki kız kardeş getirdi davetiyeyi. İki kişilik. Yanıma Ekrem Tel’i de alarak davete icabet ettim. Verilen adresin etrafında üç tur attık ama park yeri bulamadık. Bir yere davetliyseniz vaktinden çok önce yollara düşmeniz gerekiyor. Berlin’in kaderi böyle. Zamanından önce salona ulaştık. 500 kişilik bir salon. Üçte iki oranında doluluğa ulaşılmış. Bana davetiyeyi getiren cici kız yerimi göstermek için önümüze düştü. Önden üçüncü sıranın başı. İsmimiz de yazılmış. Organize güzel. Herkes dersine iyi çalışmış. Program zamanında başladı. Bir erkek ve bir de bayan sunucu var. Gayet doğal olarak sunum yaptılar. Sunumlarında abartı yoktu. Hata da yapsalar samimi bir ifadeyle kendilerini affettirmesini biliyorlardı. Bu insanların hiçbirisi profesyonel değil. Birinci bölümden sonra ara verildi, ihtiyaç gidermek ve de orada kurulan stantlardan alışveriş yamak için. Uzun süre birbirlerini görmeyen insanları orada buluşup kucaklaşmaları için. Şahin Beyi tebrik etmek için yanına vardım, arkamdan iki kişi daha geldi ve hemen söze başladılar; sunucudan şikâyetçiydiler. Birbirlerini destekleyerek şikayetlerini dile getirdiler. Ben de bekledim onları. Münasebetsizlerin münasebetsizliğine şahit oldum. Şahin Bey, o babacan tavrıyla “bu insanlar, işlerinden-eşlerinden-çocuklarından ayırdıkları zamanlarda bu işi yapıyorlar. Sırf kültürümüz yaşasın diye bunu yapıyorlar. Yani profesyonel insanlar değil bunlar. Onlardan şikâyet etme yerine onları daha desteklemeniz lazımdır. Siz eğlenmenize bakınız efendim.” Diyerek onları kibarca teskin etmesini bildi. Konser içerik olarak dopdoluydu. Şiiriyle, folkloruyla, türküleri ve şarkılarıyla mükemmeldi. Eser seçimini ayakta alkışladım. Solistler sesleri ne kadarsa o kadar okudular eserleri. Gayretleri her hallerinden belliydi. Saz ekibi ise fevkaladeydi. Konser üç sat sürdü. Ben mutlu olarak döndüm konserden. 69 milyonluk konserlerde yapılıyor elbet. Biz o konserlere gidenlerden daha fazla mutlu olduk. Zaman zaman soliste eşlik bile ettik. İkinci bölümde Sıddık Doğan aldı sazını eline ve vurdu bam teline. Türküsünü söylemeden önce öyle bir cümle sarf etti ki; günün anlam ve mahiyeti bu cümlenin içinde dercedilmişti.“Torunlarınızın sizlere lanet okumasını istemiyorsanız; çocuklarınıza kültürlerini, dillerini öğretiniz.” İşte, “Gönülden Gönüllere Şiir & Müzik Grubu Berlin” derneğinin yapmak istediği tam da budur dedim. Sıddık Doğan Türk kültürüne emek veren bir müzik adamıdır. Çok eskiden tanırım kendisini. Takdir ettiğim bir saz üstadıdır. Berlin halkına büyük hizmetleri olmuştur. Şahin bey ve ekibi hedefine ulaşmıştı. Ama geride kocaman bir 15 sene bırakarak bunu başarmışlardı. Yolunuz açık olsun Şahin Bey! Sen iyiliği yap ve at denize; balık bilmezse Halik bilir… Biraz da Analiz Gece karayılan türküsüyle başladı. Ne kadar da anlamlı. Tüylerim diken diken oldu. Antep'e gittim, Maraş’a gittim, o toprakların nasıl hangi şartlarda vatan toprağı olduğunu düşündüm. Evet eğlenmek sadece hoplamak ve zıplamakla olmuyormuş, bazen de eğlenerek düşünmek gerekiyormuş. Vatan topraklarında kahramanlık gösteren nice yiğit vardır. Türkülere konu olmuşlardır. Molla Mehmet, Nam-ı diğer Karayılan da bu yiğitlerdendir. Köy imamlığı da yapmıştır. Yeri ve zamanı gelince Sütçü imam gibi, Denizli Müftüsü gibi eline silahını alıp cepheye gitmesini de bilmişidir. İşte karayılan için yakılan o türkü: “Karayılan der ki gelin oturak Kilis yollarından kelle getirek Nerde düşman varsa orda bitirek Vurun Antepliler namus günüdür ***** Kolumu salladım toplar oynadı Karataş içinde asker kaynadı Birinci kurşunda Şahin uyandı Vurun Antepliler namus günüdür, ***** Sürerim sürerim gitmez kadama Fransız kurşunu değmez adama Beni bağışlayın şanlı Antebe (Kara haberimi verin babama) Vurun Antepliler namus günüdür.” Dikkatime gelen bir türkü daha okundu. Şükran hanım okudu o türküyü. Şükran hanım sevdiğim bir sanatçıdır. Türk Eğitim Derneğinin etkinliklerine her zaman katılır ve desteklerini verir. Duyarlı bir sanatçıdır. Ben Şükran hanımın, o türkünün hikayesini okuduğunu sanmıyorum, hikâyeyi okusaydı o türküyü zaten okumazdı. Hareketli bir türkü olduğu için seçmiş olmalı. Ben Şükran hanımdan özür dileyerek Türkünün hikayesini kısaca yazmak istiyorum. Okuduğumuz türkülerin hikayesini bilerek okursak daha anlamlı seçimler yapmış oluruz. Amacım tenkit etmek değildir. Zeytinyağlı Yiyemem O türküyü bilmeyeniniz yoktur. “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” diye başlar, “Senin gibi cahile, ben efendim diyemem aman” diye de devam eder. Rivayet o ki, türkü Bursa yöresine ait. Ama sanıldığının aksine sıradan bir türkü değil. Türkünün, siyasi ve ekonomik nedenleri olan tarihi bir hikayesi var. Marshall Planı’nın Uzantısı 2’nci Dünya Savaşı sonrası Amerika bir yardım paketi hazırlar. Adı da Marshall Planı’dır. 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe girer. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmadığı halde. Bu yardımdan yararlanır. Türkiye ile birlikte 15ülke daha bu yardımdan yararlanır. Amerika’da siloları mısır ile dolmuş taşmıştır. Yenileri de ekilmektedir. Kendisine Pazar bulması gerekmektedir. Mısır özünden katı yağ elde etmektedir. Margarin. 16 ülkeyi maddi olarak destekler ve ülkelerine margarin fabrikaları kurdurur. Hammaddesini kendisi verir. Türkiye'de rakibi zeytinyağı ve tereyağı vardır. Zeytinyağı kanser yaptığı gerekçesiyle kamuoyuna haberler pompalanır. Türk insanı bu tarz haberlerle ve reklamlarla zamanla zeytinyağından uzaklaştırılıp margarine alıştırılır. Bir de türkü yakılır zeytinyağı hakkında olumsuz imaj oluşturmak için yakılır bu türkü. Bugünlerde televizyonlarda her vesile ile faydaları anlatılan zeytinyağı o gün kanser gerekçesiyle gözden düşürülmüştür. Türk müziğinin 50 sene okullarda öğretilmesinin yasaklandığı gibi (1926-1976). Türkü bir anda döneminin en popüler türküsü haline gelir. Zeytinyağı yetmez, pamuğa da el atılmıştır. Türkünün devamında olduğu gibi basma fistan giyen kadınlar da aşağılanarak zamanla sentetik kıyafetlerle tanıştırılmıştır. Prof. Dr. Kenan Demirkol ve Prof. Dr. Canan Karatay bu konuda şunları söylerler: “Türkiye’de Amerika’nın desteğiyle, 1952’de margarin üretimine başlandı. O tarihe kadar insanlar tereyağı ve zeytinyağı yiyorlardı. Margarinin satılabilmesi için her yol denendi. Zeytinyağlı yemenin ve pamuklu kumaş giymenin köylülük olduğu algısı yaratıldı. 1954’te ‘Zeytinyağlı Yiyemem Aman’ türküsü popüler hale getirildi. Pek çoğumuz altında yatan gerçeği bilmeden bu türküyü matah bir şeymiş gibi yıllarca söyledik ve halen de söylemeye devam ediyoruz.” Prof. Dr. Karatay bu gidişe “dur” demek için bu türkünün sözlerini yeniden yazdı. Bakalım beğenecek misiniz? “Zeytinyağlı yerim de aman, basma da fistan giyerim aman, margarinleri yiyenlere, ben akıllı diyemem aman / Kaldım dumanaltı yerlerde, tertemiz havamız nerelerde, kaldım dumanaltı yerlerde, ah şekersiz çayım nerelerde / Zeytinleri yerim de aman, basma da fistan giyerim aman, çocuklara şeker verene, ben akıllı diyemem aman, çocuğuma zarar verme derim de aman / Kaldım trans yağlar içinde, faydalı yağlar nerelerde, sağlıklı yaşıyoruz biz artık, ekmek şeker yiyenlere çok yazık.”

20 Kasım 2024 Çarşamba

ÖZBEKİSTAN'A GİDİYORUZ 11-22 NİSAN 2025

ÖZBEKİSTAN; TÜRK VE İSLAM MEDENİYETİNİN TEMELLERİNİN ATILDIĞI TOPRAKLAR (I) -Ata Yurdumuz-  Rüştü KAM  Türk Eğitim Derneği 2025 Nisan’ında (11-22) Ata yurdu Özbekistan'a gidiyor. Sıla-i rahim yapacak. Türk toplumuna kendisi ve geçmişi tanıtılmamıştır. Tanıtıldığı zamanlar olmuşsa da yanlış tanıtılmıştır. Bundan dolayı Türk milleti maalesef değişik milletlerin medeniyetlerine ve kültürüne âşık olmuştur. Bu aşkın meyveleri acıdır. Ne kadar tatlandırılmaya çalışılsa da Türk’ün damak tadına uymamaktadır. Suni yöntemlerle tatlandırılmaya çalışılan meyveler, kansere yol açmıştır, mideler bozulmuştur, yüzler buruşmuştur. Yalancı tebessümlerle mutluluk pozları verilse de yabancı terziler tarafından dikilen elbiselerin bu millete dar geldiği aşikardır.  Evet Türk Eğitim Derneği Özbekistan’a gidiyor. Sıla-i rahim yapacak. Orada damak tadına uygun yemekler yiyecek, sıra gecelerine katılarak kendi müziğinin tınılarıyla kulağının pasını silecek, kendi folkloruyla coşacak, eğlenecek.   Evet Özbekistan’a gidiyoruz. Orada İslâm ve Türk medeniyetinin geride bıraktığı eserlere tanık olacağız. O eserlerin mimarlarıyla tanışacağız. Yirmi birinci yüzyıla ışık tutan Türk- İslâm âlimleriyle tanışacağız: Tıbbın babası olarak tanınan, İbn-i Sina ile, Matematik, Fizik ve Kimya alanında ün yapmış, sıfırın mucidi olarak bilinen el-Hârizmî ile, Kütüb-i Sitte diye anılan serinin ilk kitabı Sahih-i Buhârî’nin müellifi imam Buhârî ile, meşhur hadis âlimi İmam Tirmizi ile, Mezhep imamımız el-Mâtürîdî ile tanışacağız. Astronom, matematikçi, fizikçi, filozof ve dilbilimci Ali Kuşçu ve Uluğ Bey ile, el- Birûnî ile tanışacağız. Âlimlere, bilim adamlarına ve sanatkârlara büyük önem veren, ele geçirdiği coğrafyalardaki âlim, bilim adamı ve sanatkârları Semerkant’a göç ettirerek özelde Semerkant’ın genelde ise Mâverâünnehir bölgesinin kültürel ve sosyal gelişimine büyük katkı sağlayan Emir Timur ile tanışacağız.  Ayrıca o topraklarda yetişen Hace Ahmed Yesevî ve Hace Bektaş Velî’nin hikayelerini dinleyeceğiz. Daha niceleri ile tanış olacağız. Geç kalınmış bir tanışma olacak ama geç de olsa tanışacağız onlarla…Onların başına ne geldiyse birebir olmasa bile benzerleri bizim de başımıza geldi. Onlar, bizleri hoşgörüyle karşılayacaklar ve bağırlarına basacaklardır. Özbekistan, sadece Özbeklerin değil tüm Türk dünyasının mirasıdır. Hasret, yıllar sonra da olsa bitecektir. Daha ne lâzımdır…  Şimdi biraz da olsa Özbekistan’ı ilm-el yakîn tanıyalım:  Bugün Özbekistan’ı oluşturan topraklar tarihî süreç içerisinde Turan, Türkistan, Mâverâünnehir gibi isimlerle anılmıştır. Sekizinci yüzyılın başlarında Mâverâünnehir ve Hârizm, Kuteybe b. Müslim kumandasındaki İslâm orduları tarafından fethedilmiştir. Bölge halkı böylece İslâm ile tanışmıştır.   Devam edecek

13 Kasım 2024 Çarşamba

ON KASIM GERİDE KALDI AMA ŞAHSIMA YAPILAN HAKARETLER DEVAM EDİYOR

On kasım münasebetiyle bir taziye mesajı yayınladım bu köşemde. Şahsımı hedefe koyarak hakaretler edileceğini tahmin ederek yayınladım bu mesajı. Dikensiz gül olmaz elbet dedim. Tahminimde yanılmadım. Hakaretler hoş değildi. Hakaretin hoşu mu olurmuş diyeceksiniz, ben de onu diyorum, olmuyor işte. Ama o eleştiri oklarını bana yöneltenlere kızmadım. Sadece onlar açısından üzüldüm. Onlar bilmiyorlar, bilselerdi o hakaretleri yapmayacaklardı. Birileri onları doldurdu. O birileri hep böyle yapıyor. Çünkü, onlar kaostan besleniyorlar. Ben de diyorum ki bana hakaret edenlere; oyuna gelmeyin, onların istediği tam da budur zaten. Kendi değerlerinize sahip çıkın. Reddi miras yapmayın. Geçmişiniz ile araya mesafe koymayın. Mesafe koyarsanız geçmişinizle yüzleşemezsiniz...Bu vesile ile kısa bir açıklama daha yapmak istedim. Şöyle: Evet bu bir vasiyettir. Ömrünü Türk Milletinin hizmetine adamış bir liderin bir komutanın vasiyetidir. İnsanların hataları olur elbet. Günah ve sevap dengesi vardır. Terazinin kefelerine konacaklardır. Terazinin başında Yaratıcı vardır. Din gününün Sahibi vardır. Adalet konusunda hassastır. Hesabı "hardal danesi" tabirini kullanarak yapar. Bu konuda O'nun işine karışmamak lazımdır. Bize düşen O'nun buyruklarını yerine getirmektir. O'nun bir de Elçisi vardır. Hz. muhammed. O da derki; "Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarfı nazar edin"(Tirmizi, Sünen, Cenaiz / Ebu Davud Sünen, Edeb). İşte bu nedenle ölen kim olursa olsun arkasından kötülüklerini değil, yaptığı iyilikleri konuşmak bir Müslümana yakışan en güzel haslettir. Allah aşkına hu vasiyetin kabul edilmeyecek, yanlış olan yeri neresidir? Hangi kelimesi yanlıştır. Üstelik bu vasiyeti yayınlayan kaynak resmi kaynaktır. D.T.C.F. yayınları. Beni tenkit eden sevgili okurlarım sizin derdiniz nedir? Mevla'mız ifrat ve tefritten kaçının diye tembihte bulunurken, siz neyin peşindesiniz. Aşırı uçlarda dolaşanlar sıkıntının, kaosun habercisidirler. Birisi bir şey söylediyse o onu söylememiştir demek neyin nesidir? Üstelik söylenen söz anlamlı bir söz ise o sözü kabul etmemek neyin nesidir? Müslümanın hoşgörü sahibi olması gerekmez mi? Etmeyin eylemeyin. Müslüman birlik ve beraberlik konusunda hassas davranmalıdır. Asgari müşterekler, buluşma noktamız olmalıdır. Vatanımız, bayrağımız, dinimiz, dilimiz, buluşma noktalarımızdır. Tefrikaya giden yolları kapatalım. Lütfen vasiyeti bir daha okuyalım: "Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hazreti Muhammed, (S.A.V) in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira, ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler."

6 Kasım 2024 Çarşamba

BALKLANLAR GEZİSİ MANASTIR , SELANİK 2024

BALKANLAR GEZİSİ (XIII) MANASTIR VE SELANİK -Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024-  Rüştü KAM  “- En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.- Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır. Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.- En büyük suçlar yokluktan değil çokluktan doğar. Kimse başını sokacak yer bulabilmek için zorba olmaz.- Faziletli olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, muhterisi ve en doymak bilmez olanıdır.” (Aristotales) Manastır On bir günlük Balkanlar gezisinin sonuna yaklaşıyoruz. Manastırdayız. Sonrasında Selanik’te olacağız ve öbür gün de Berlin’de. Manastır’a ait çok olumlu malumatlar var dağarcığımızda, ancak bunlar kitabi malumatlar, bu bilgiler maalesef gerçeklerle örtüşmüyor. Yaşadık, gördük. Dolayısıyla Manastır’da nelerle karşılaşacağız, onu bilmiyoruz. Balkan ülkelerinde yaşadıklarımız, gördüklerimiz bizleri hayal kırıklığına uğrattı. Her tarafta acı ve göz yaşı vardı. Bu kadar acı, bu kadar gözyaşı on bir günlük bir gezi için çok fazla. Sadece insanların hayata tutunabilmeleri için havaalanının altından, imkansızlıklar içinde yapılan “yaşam tüneli” ve “Srebrenitsa katliamı” bile yetti bizlere. Yirminci asırda Avrupa’nın göbeğinde Birleşmiş Milletlerin (BM) kontrolünde yapılan soykırıma şahit olduk. Ulaşmaya çalıştığımız medeniyetin! Ulaştığı seviyeye. Az bir şey midir bunlar? Yine de iyi niyetimizi koruyarak heyecanla indik otobüsümüzden Manastır’da. Ziyaret yeri olarak sadece askeri idadi (okul) var denildi. Osmanlıdan kalma başka eser yokmuş gibi anlatıldı Manastır bize. Altı yüz sene kalınan yerde o medeniyetten başka eser kalmamış gibi... Algı böyle bir şey olmalı. Biz o işin öyle olmadığını biliyoruz bilmesine de bizimki kitabi bilgi dedim ya… Rehberin bilgisi aynelyakin olmalı. Madem mesleğin rehberliktir o zaman o mesleğin bütün inceliklerine de vakıf olacaksın. Anlatılanlara inanmadığımızı omuzumuzu silkerek belli ettik. Sadece belli ettik. Ayhan Ertürk “Manastırın ortasında var bir havuz” türküsünü hatırlattı rehbere ama bu hatırlatma da işe yaramadı. İlgisiz bir şekilde, “Şurada bir havuz var belki o olabilir” diye geçiştirildi.  Havuz İşaret edilen havuz, saat kulesinin karşısındaki meydanda, yeni camiinin önünde, içinde su yok. Şairlere ilham olan bir havuz. Hem tarih severler hem de edebiyat tutkunları için eşsiz bir kaynak olan havuz. Hakkında şiirler yazılan havuz. Bu havuz o havuz olmalı dedik ve fotoğraflarını çektik:  “Manastır'ın ortasında var bir havuz Aman havuz canım havuz  Dimetoka kızlarının hepsi de yavuz  Biz çalar oynarız ……. Manastır'ın ortasında var bir çeşme  Aman çeşme canım çeşme Dimetoka kızlarının hepsi de seçme  Biz çalar oynarız…. Manastır'ın ortasında var bir pınar  Aman pınar canım pınar  Dimetoka kızlarının hepsi de çınar  Biz çalar oynarız” Askeri İdadi Şehre büyük bir caddeden girdik. Şehrin en geniş caddesiymiş (Şirok Sokak). Sokağın bitiminde Manastır Askeri İdadisi var. Öylece duruyor orada. Aslında sevinçli olmalı. Çünkü, en çok ziyaretçiyi o celbediyormuş. Osmanlı’dan kalan bir eser olduğu için değil de Atatürk’ün okuduğu okul olduğu ve içinde bir anı odası olduğu için olması gerekir. Binayı görür görmez deklanşörlere basıldı. İki saat zamanımız var. Manastır Askeri İdadisi (Okul) 1847 de açılmış. 1892 yılına gelindiğinde 245 öğrencisi bulunuyormuş. 1903 yılında ise öğrenci sayısı 274’ e ulaşmış. Okulda; tarih, coğrafya, hendese, cebir, riyaziye, müsellesat, kozmografya, jimnastik, resim, hüsnühat, münşeat, Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dersler okutulurmuş.  Sonraki süreçte okul, Askeri Akademiye dönüştürülmüş. Akademi 1909 yılına kadar hizmet vermeye devametmiş. Askeri İdadi binası günümüzde müze olarak hizmet veriyor. 1983 tarihinde müzeye çevrilmiş. Müzede, Makedonya ve Makedon tarihi ile ilgili pek çok eser sergilenmekte. İkinci katta da sadece Mustafa Kemal’e ait bir anı odası var. Askeri İdadi ’de yetişen diğer paşalardan maalesef hiçbir iz yok. Anı odasının sadece Mustafa Kemal’e ait olması merakımızı mucip oldu. Biraz manidar bulduk. O okulda sadece Mustafa Kemal okumuş değil. Yüzlerce subay yetişmiş. Belki müzeyi Yugoslavya açtığı için bu böyledir; eğer anı odasını Türkiye açsaydı veya Türkiye’ye haber verilerek açılsaydı başka türlü olurdu diye düşündük. Öyle veya böyle realite bu.  İdadide yetişen ama duvarlarda isimleri dahi yazılmamış olan diğer Osmanlı subaylarından bazılarının isimleri şöyle: Enver Paşa, Ali Fethi Okyar, Kazım Özalp, Kazım Dirik, Ahmet İzzet Furgaç, Hafız Hakkı Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez,Nuri Conker, Fuat Bulca gibi paşalar bu okulda eğitim almışlar.  Anı odasında; Mustafa Kemal’in balmumu heykeli, bazı kişisel eşyaları, hayatı, katıldığı savaş ve devrimleri ve Atatürk ile ilgili yayınlanmış Türkçe ve diğer dillerdeki kitap ve broşürler bulunmakta.  Bu anı odası; kendisi de ittihatçı olan ve Balkan halklarını Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi için örgütlemekle görevlendirilen Mustafa Kemal için mi hazırlanmıştır? Yoksa 16. Türk Devletinin kurucu kadrosuna liderlik etmek için Padişah Vahdettin tarafından atanan ve Anadolu’da görevlendirilen Mustafa Kemal için mi hazırlanmıştır? Orası tam net değil, biz onu bilemedik…  Oradan çıktık, baktık ki; Askeri İdadinin etrafı tarihi eserlerle çevrili. Kadı İshak Çelebi Camii (1508); Manastır Kadısı Mahmut Efendi Camii (1552), Yeni Cami ve Kadı Haydar Camii. 86 dükkânı olan bedesteni de unutmamak lazımdır. Bedesten yapmak  Selçuklunun ve Osmanlının sünnetidir. Rehberimiz bu eserleri bahis konusu bile etmedi. Hangi meslek olursa olsun o meslekten ekmek yeniliyorsa, o kişinin olaylar karşısında tarafsız olması gerekir ve de donanımlı olması gerekir. Aksi takdirde mesleğe ihanet olur…  Anı odasında bir anı defteri var, masanın üzerine koymuşlar. O deftere Türk Eğitim Derneği adına birkaç cümle yazdım ve imzaladım. İdadide yetişen diğer subaylara çok büyük haksızlık yapıldığını yazdım. Bir Türk’ün dünyaya bedel olamayacağını da özellikle vurguladım.  Manastır, Makedonya’nın ikinci büyük şehriymiş. Bitola adıyla da anılırmış.  MS 4. Yüzyılda Bizans tarafından kurulmuş. O zamanlar piskoposluk merkezi olarak da işlev görürmüş. 1382 yılına gelindiğinde, I. Murat döneminde Timurtaş Bey tarafından fethedilmiş. Şehrin merkezine bir Saat Kulesi yapılmış. Saat Kulesi yapmak da Osmanlının sünneti olsa gerektir. Önemli bir sünnet. Kule yaklaşık 30 metre yüksekliğindeymiş. 1936’da kuleye 15 çan ilave edilmiş. 1970’de de kulenin içerisine piyano yerleştirilmiş. Kulede, her altı saatte bir Bitola şarkısı çalınmaktaymış.Yapıldığında kulenin tepesine alem olarak hilal dikilmiş. Sonraki dönemlerde hilal kaldırılmış yerine Ortodoks haçı dikilmiş. Hilal ve haç savaşı. Bugün de dünyada aynı savaş devam etmektedir. İkiz kuleler 11 Eylül'de şüpheli bir şekilde vurulduğunda, ABD Başkanı George W. Bush; bu saldırıyı 'Haçlı seferi' ne benzeterek nefret tohumu ekmemiş miydi?  İstiklal Marşının Şairi, Mehmet Akif Ersoy her seferinde haklı çıkıyor. Yine de haklı çıktı:“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Manastır, Anadolu'dan getirilen aşiretlerce iskân edilmiş. Manastır’da, bir zamanlar; 24 cami, 5 kilise, 9 Havra ve 9 Medrese mevcutmuş. Manastır aynı zamanda, III. Ordu’nun da karargâhı imiş. 19. Yüzyılda Üsküp ve Selanik’i bağlayan demiryolu Manastır’dan geçirilmiş, bu durum, sanayinin ve askeri hizmetlerin gelişmesine neden olmuş. Manastır’da 147 vakıf eserinin olduğu bilinmekteymiş. 600 yıl adaletle, ayrımcılık yapmadan ve merhametle yönetilen Manastır, 1912 Balkan savaşları sonucu Osmanlının elinden çıkmış.Bugün Manastır’ın yüz bine yaklaşan nüfusunun sadece yüzde onu Müslümanlardan oluşuyormuş.  Manastır yüzlerce yıl Osmanlı yönetiminde iken farklı dinlere mensup insanlar bir arada dostça ve kardeşçe yaşamış. Geçmiş medeniyetlere ait eserler de o zamanlar olduğu gibi muhafaza edilmiş. Bugünün süper güçlerinin yaptığı gibi geçmiş medeniyetlere ait eserler talan edilmemiş. Hatta ilaveler bile yapılmış. Manastır’ı Türkler için  anlamlı kılan bir diğer ayrıntı da “Elveda Rumeli” dizisinin, bu şehirdeki Pürsıçan (Makova)köyünde çekilmiş olmasıymış. Erdal Özyağcılar, Rıza Kocaoğlu ve Tolga Sayışman’ın başrollerinde oynadıkları dizide; 1900’lerin başında, henüz Osmanlı hakimiyetinde olan Makedonya topraklarında, kendi halinde yaşayan köylülerin, yeni bir değişimin eşiğine geldiklerinde yaşadıkları kaçınılmaz olaylar, acılar, sürgünler anlatılıyor... Sütçülükle geçinen Ramiz ve 5 kızından oluşan ailesi, Manastır kasabasının Pürşıçan köyünde kendi yağlarıyla kavruldukları bir hayat sürerler. Fakat yaşadıkları coğrafya Balkan halklarının ardı ardına isyan çıkarttığı, iç karışıklıkların her gün arttığı topraklardır. Devlet-i Osmaniye'nin başkentinde ise İttihatçılar padişaha karşı örgütlenerek mevcut yönetime karşı muhalefet hareketini sürdürmektedirler. Sütçü Ramiz ve ailesi hayatlarını sürdürdükleri coğrafyada Müslüman-Hristiyan kavgası olmadan kardeşçe yaşamaktadırlar. Ama barış dolu günler yavaş yavaş geride kalmak üzeredir... Ramiz ve karısı Fatma’nın tüm bu kargaşalardan habersiz en çok istedikleri, sevgili kızlarının helal süt emmiş, hayırlı birer kocaya varmalarıdır... Maalesef Balkanlarda ne olmuş ise Manastır’da da o olmuş, Müslümanlara hayat hakkı tanınmamış ve insanlar yerlerinden yurtlarından edilmişler ve onlardan geriye ne kaldıysa onlar da büyük ölçüde talan edilmişler. Kültür katliamı...   Fotoğraflarımızı çektik-çekildik. Osmanlı devletinin açtığı askeri okulun (idadi) ayakta olmasına, müze olarak ziyarete açık tutulmasına ve o müzenin içinde hangi amaçla olursa olsun Mustafa Kemal’e özel bir anı odası tahsis edilmesine sevinerek ayrıldık oradan… İstikamet Selanik.  YUNANİSTAN Mustafa Kemal’in Evi Selanik’te ziyaret edilebilecek sadece Mustafa Kemal’in doğduğu ev var denildi. 16’ncı Türk devletinin kurucularına liderlik eden Mustafa Kemal’in evi. 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğduğu söylenen 'pembe boyalı' ev. Rivayete göre, Mustafa Kemal, 1881'de evin ikinci katındaki ocaklı odada dünyaya gelmiş. Üç katlı olan binanın zemin katında; 'Mustafa Kemal ve Çocuk Odası' yer alıyor. Birinci katta; 'Selanik Odası', 'Manastır Odası', 'İstanbul Odası' ve 'Ankara Odası var. Bu odalarda Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatından kesitleri anlatan bilgi panoları bulunuyor.Ayrıca, Selanik Odası’nda sedir üzerinde oturan ve elinde tesbih tutan, annesi, başörtülü Zübeyde Hanım heykeli ile,giriş katında mutfakta masada oturan Atatürk’ün çocukluk dönemini yansıtan heykel bulunuyor.İkinci katta; misafir odası, sandık odası, mutfak ve yatak odası bulunmaktadır.Yatağın baş ucundaki duvarda, bir Kur'an-ı Kerim ve bir de levha asılı, Levhada Fetih Suresinin ilk ayeti yazılı (İnna fetahna leke fethan mübina= “Doğrusu Biz Sana zafer yollarını açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik.”) Üçüncü katta; çalışma odası ve vitrinler var. Vitrinlerde Atatürk'ün kullandığı elbiseler ve şahsi eşyaları sergileniyor. Selanik Selanik (Thessaloniki), MÖ 315 yılında,  Makedon kralı Kassandros tarafından kurulmuş. Büyük İskender'in de kız kardeşi olan karısı Therman Thessaloniki’nin adını da kente vermiş. Günümüzde Selanik kent merkezinde yaklaşık 300 bin kişi yaşamaktaymış. 1492 yılında Osmanlılar, İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerininin büyük bir bölümünü  Selanik’e yerleştirmiş. Osmanlının yıkılışını başlatanlar da maalesef onlar. Besle kargayı oysun gözünü… Sefarad Yahudileri. Türkiye'de bunlar; Sabetayistler olarak bilinir. Sabetay Sevi,  Yahudi din adamı ve tarikat lideridir. Osmanlı tebaasından olup dinî ve siyasî ideallerine daha rahat ulaşabilmek için İslâm'ı kabul etmiş görünen bir yahudi cemaati lideri. Mesih. 1492'de İspanya'dan kovulan Museviler, İspanya kökenli oldukları için kendilerine "Sefarad" adını koymuşlardır. Genişletilmiş anlamda ise bugün, Sefarad, Aşkenaz olmayan tüm Yahudilere verilen addır. “Aşkenazi" Yahudileri;Batı Almanya ve Kuzey Fransa'da Orta Çağ'da Ren nehri boyunca yaşayan Yahudilere denir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlayan ve 1908 Meşrutiyet’ini hazırlayan Jön Türk (Genç Türk) hareketi ve bunun gibi, Osmanlı’nın son yıllarına damgasını vuran İttihat ve Terakki Partisi de bu kentte doğmuş. 40 bin kişilik ordusuyla Selanik’i korumakla görevli Tahsin Paşa, 9 Kasım 1912 günü, tek kurşun atmadan kenti Yunan ordusuna teslim etmiş. Peşinden de Yunan vatandaşı olmuş. Aya Sofya Aristo Meydanı’na yakın bir yerde Katedral görünüyor. İnsanlar güzel elbiselerini giymişler, ellerinde hediyelik paketler ve çiçeklerle akın akın oraya doğru gidiyorlar. Merak ettim ve kalabalığa karıştım. Ayasofya (Azize Sofya/Hagia Sophia) Katedrali. Katedralde düğün yapılıyor. İçeride gelin ve damat yakınlarıyla tebrikleri alıyorlar. Zengin birisi olmalı.  Birden aklıma geldi; Müslümanlar da düğünlerini camilerde yapsalar, nikahlarını camilerde kıysalar, nasıl olurdu? Olur muydu acaba? Laikliğe zarar gelir miydi? Yok canım öyle şey mi olurmuş. Olmaz elbet. Camilerde sadece namaz kılınır başka bir etkinlik yapılamaz. Günahtır. Zinhar olmaz. Bir taraftan gelenekçi-yobaz Müslümanlar öbür taraftan Kemalist yobazlar bu işe bütün güçleriyle karşı çıkarlar... Alın birini vurun ötekine… Ne hale getirmişler Müslümanları… 1908 yılında tahttan indirilerek sürgün edilen II. Abdülhamid'in kaldığı köşk de varmış Selanik’te. Alatini Köşkü, Selanikli Musevi fabrikatör Georgio Alatini’ye aitmiş. Terkedilmiş bir bölgede bulunuyormuş ve harabe denecek kadar bakımsızmış. Temel ihtiyaçların görüleceği malzemeler bile yokmuş konakta. Orada tutulmuş II. Abdülhamid. Aslında ziyaret edilmesi gereken önemli bir yer. Üç sene kalmış orada II. Abdülhamid. Esefle söylemeliyim, Selanik'te gezilecek-ziyaret edilecek yerler arasında bile yok.Mustafa Kemal’in geçerken uğradığı nice yerler bugün ziyarete açıktır ve müze olarak kullanılmaktadır. Kıskandığım için söylemiyorum, o da bizim değerimiz o da. Benim demem odur ki; 33 sene devleti ayakta tutan Abdülhamid'in sürgün edildiği o konak niçin müze haline getirilmemiştir? Buyurun, cevabını lütfen sizler verin… Şehir Turu Ev ziyaretinden sonra, serbest zaman verildi. Arkadaşlarımız gruplar halinde şehre dağıldılar. Selanik'te bütün yollar Aristo Meydanına çıkarmış. Öyle dediler ve öyle de oldu. Bizim yolumuz da o meydana çıktı. Meydan, daha çok kentin modern yüzünü anlatıyor. Meydanı çevreleyen mekanlar tıklım tıklım, cıcıl cıvıl bir  meydan. Meydandaki binalar ve mermer sütunlar antik Yunan’ı ve Bizans'ı hatırlatıyor. 1917 yangınında şehrin büyük kısmı kül olmuş. Sonra da şehir aslına uygun olarak yeniden yapılandırılmış, güç gösterisi için yapılmış olmalı.  Aristo Meydanı'nın da üç heykel dikkat çekiyor. Venizelos heykeli, Aristo heykeli ve bir Papaz heykeli. Bu heykellertoplumda din ile ulusal kimliğin ne kadar iç içe olduğunu sembolize etmeye yetiyor. Aristo, Venizelos ve Papaz... Modern Yunan kimliğinin hangi temeller üzerinde yükseltilmeye çalışıldığını bu meydanda görebiliyorsunuz. Yunanistan’da yol boyunca kenarlarda sık sık kilise maketlerinin inşa edilmesi boşuna olmasa gerek. Kilisenin gücü…Kilise'nin doğrudan yaptırımı olmasa da kamusal alanda, siyasalın oluşmasında meşruiyet kaynağı. Aristo Meydanı, şehrin kalbi gibi.  Meydanın bittiği yerde deniz başlıyor. İzmir'in kordon boyunu hatırlattı bize. Kafeleriyle, restoranlarıyla ve deniz kokan havasıyla sanki İzmir’deyiz. Hemen orada, kordon boyunda bir kafede oturup, denize nazır kahvelerimizi yudumladık. Mahmut bey ödedi kahveleri. Buluşma yerine yakın bir yerde olunca. Biz gören oturdu kafeye. Buluşma yeri o kafeymiş gibi oldu… Verilen saatte buluşma yerindeydik. Eksik yok. Geç kalan olsa bile Fatma Mıdık ve Recai ceza kesmeyi bıraktılar. Sebebini sormadım. Vardır bir hikmeti dedim. Otele doğru yol alırken, “sağ tarafınıza bakın” komutu aldık ve baktık. Orada bir cami gördük. Tamir için iskele kurulu vaziyette. Anlaşılan restore edilmeyi bekliyor. Anlatılana göre on seneden beri böylece bekliyormuş. İnşaatı durdurulmuş. İskeleler de sökülmemiş. On sene… Bu süre içinde bir çivi dahi çakılmamış. Balkanlar’da Osmanlı’ya ait olan eserlere bir çivi dahi çakılamaz iken, birer birer yıkılırken, yok edilirken; Türkiye'deki vakıf eserleri niçin tamir edilir, ziyarete veya eğitime açık hale getirilir; sormak gerekmez mi? Gerekir elbet. Soralım o zaman Niçin? Sıra gecesi Akşam sıra gecesindeydik. Yemeğimizi de orada yedik. Hem de balık. Yunan ve Türk müziği dinledik. Adet olduğu üzere tabak kırdılar. Müzikle coşan insanlar doruk noktasına geldiklerinde “kalpler kırılacağına tabaklar kırılsın” anlamında tabakları kırarlarmış. Velhasıl eğlendik. Güzel bir gece oldu. Balkan turunun son gecesiydi. Sabahında döneceğiz. Önce İstanbul'a sonra da Berlin’e. Türk Eğitim derneğinin On yedinci gezisi.  16 gezimizin hepsinde Emin Oruç başımızda idi. Bu gezide o vize alamadığı için bizimle ‘Balkanlar Gezisi’ ne katılamadı. Bacanağını göndermiş ama... Emin’in eksikliğini çektik. Hem de çok. Gezimizin başlangıcında ve sonunda toplu konuşmalarımız olurdu değerlendirmeler yapardık, bu gezimiz de maalesef onları yapamadık, hatta otobüste değerlendirmeler yapardık. Onlar da olmadı. Evet sevgili Eminim Başkanlardan sana selam olsun… 11 günün sonunda tarihi malumat heybemize bir şeyler ilave ederek ve de ibret alarak döndük Berlin’e.  Aristo Sokrates, Aristo, Platon ve Büyük İskender’in yaşadığı topraklardayız. Onlardan birkaç cümleyle de olsa bahsetmeden olmazdı. Ama burada hepsine yer ayırmam takdir edersiniz ki, oldukça zor. Sadece Türkler tarafından Aristo olarak telaffuz edilen sistematik ahlâk ilminin kurucusu sayılan Aristoteles’ten ve O’nun ahlâk anlayışından örnekler sunarak Balkanlar gezisi ile ilgili yazımı sonlandırmak isterim:  Aristo'nun ahlâk felsefesinin temel ilkesi orta yolun takip edilmesidir. İfrat ve tefrit denen iki aşırı uçtan uzakdurmak gerekir. O’na göre, her türlü davranış orta yol takip edilerek gerçekleştirilmelidir. Bu sebeple Aristo ahlâk konusunda genel ve katı kurallar üzerinde durmamış, sadece “ne zaman, neye göre, kime karşı, ne sebeple, ne ölçüde ve nasıl hareket etmek gerektiğini” araştırmış; insanı fazilete, mutluluğa ve olgunluğa götürecek “orta yol”un da bu olduğunu söylemiştir. Aristo fakirlerin, kölelerin, kadınların, cahillerin, siyasi nüfuzu bulunmayanların, soylu bir aileden gelmeyenlerin hiçbir zaman tam olarak mutlu olamayacaklarını söyler. “Mutluluk sadece aristokrat bir zümreye hastır. Ahlaklı davranışın amacı zaten şeref kazanmaktır.” Der. Sözlerinden birkaç örnek:·       Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler.·       Alçak olan kimse düşmekten korkmaz.·       Birçok kişinin yaşamı, isteklerini doyurma yollarını aramakla geçer.·       Bilge kişi zevk aramaz, kaygı ve acılardan uzak durur.·       Bilgi doğuştan akılda yoktur, ama akıl bilgiyi üretecek kapasitededir.·       Bütün insanların düşüneceği bir aklı vardır ve kullanmasını bilmek gerekir.·       Bir şeyi yapma gücümüzde saklı olan, bir şeyi yapmama gücümüzde saklıdır.·       Çok süslenenlere bakın; hepsi de eksikliklerini gizlemek isteyenlerdir.·       Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı olduğunu sanmak yanlıştır. Aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da vardır. ·       Dünya bir hücredir, seni yalnızlığa iten bir hücre, fakat seni düşündürüp olgunlaştıran ortam da olabilir.·       Demokrasi despotizmin en ileri şeklidir.·       Dost; kişinin ikinci benliğidir. Dostlar! Dost yoktur! Dost kara günde belli olurErdem ve kabiliyet yönünden üstün olan kimselerin arkasından gitmek ve onlara uymak doğru olandır.·       Erdem bilincine sahip olmak yeterli değildir. Erdeme erişmek için ya da iyi insan olmak için çaba göstermeliyiz.·       En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.·       Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır. Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.·       En büyük suçlar yokluktan değil çokluktan doğar. Kimse başını sokacak yer bulabilmek için zorba olmaz.·       Faziletli olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, muhterisi ve en doymak bilmez olanıdır. BİTTİ

4 Kasım 2024 Pazartesi

BERLİN’DE BİR CUMHURİYET BAYRAMINI DAHA GERİDE BIRAKTIK

Rüştü Kam Cumhuriyetin 101’nci senesini kutladık. Kançılarya’da kutladık. Bu sefer cumhurla birlikte kutladık. Yeni yeni simalar vardı kutlamada. Katılımcıların kimisi çok memnun olmuştu. Memnuniyetlerini aralarında konuşurlarken duydum. İnsanlar devletlerini çok seviyorlar, tanımadıkları halde çok seviyorlar, hele bir de tanısalar neler yapmazlar neler. Devletin soğuk yüzüyle karşılaşmışlar hep. Devlet deyince onların aklına kolluk kuvvetleri geliyor, icra memurları geliyor, belediye zabıtaları geliyor. Ama o insanlar yine de devletine karşı saygıda kusur etmiyorlar. Onlar, cumhur olarak, cumhuriyet bayramını da sokaklarda kutlamışlar o güne kadar. Mesela devlet onlara hiç yemek ikram etmemiş. Karçılarya’da ilk defa geldikleri kançılaryada devletin elinden yemek yiyorlar. Hem de istediği kadar koyuyor tabağına. İşte cumhur bu. Benim insanım, buram buram Anadolu kokuyor. Kendi bayramını kutluyor ve memnun. Ben gördüm o insanları. Gözleri pırı pırıldı. Resepsiyonlardan alkol daha kalkmadı veya kaldırılamadı. Birgün belki o da kalkar. Bu bayram cumhuriyet bayramı ise, o cumhurun bayramıdır; cumhur da bayramını alkol ile kutlamaz. Taze demlenmiş ÇAYKUR çayı ile kutlar, şerbet ile kutlar. İlklerin altına imza atmasıyla tanıdığımız Ahmet Başar Şen onu da yapabilecek duyarlılıkta bir Büyükelçidir. Berlin O’nu öyle tanıdı. Bekleyelim görelim inşallah. Allah yardımcısı olsun. Cumhuriyet bayramı konuşması da çerçeveletip duvara asılacak derecede anlam yüklüydü. Olduğu gibi istifadelerinize sunuyorum. Okuyalım: “Saygıdeğer Büyükelçiler, Değerli Meslektaşlarım, Sayın Milletvekilleri, Almanya Türk Toplumu’nun Kıymetli Temsilcileri, Alman Devlet Ricalinin ve Berlin Kordiplomatiğinin Muhterem Temsilcileri; Kıymetli Basın Mensupları; Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler; Bugün, Türk milletinin binlerce yıllık devlet geleneğinin çağdaş temsilcisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 101. Yıldönümünü kutluyoruz. Ne mutlu ki; bu gururlu günümüzde Almanya’da, siz davetlilerimizle bir aradayız. Coşku ve kıvanç doluyuz. Hepinizi Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçiliği’nin çatısı altında, saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun! Bugün, 101 yıllık büyük bir çınar ağacı olan Cumhuriyetimizin gölgesinde, sahip olduğumuz güzel vatanımız, özgürlüğümüz, tam bağımsızlığımız ve demokrasimiz için Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, dava arkadaşlarına ve tüm aziz şehitlerimize ve kahraman gazilerimize şükranlarımızı ve minnetimizi sunuyoruz. Manevi huzurlarında saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun! Saygıdeğer Konuklar, Türkiye Cumhuriyeti, yıkılan bir cihan imparatorluğunun küllerinden doğmuş, çağdaşlaşma hamleleriyle kısa sürede dünya devletleri arasında saygın bir yere kavuşmuş ülkenin adıdır. Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir yönetim şekli değil, aynı zamanda kapsamlı bir çağdaşlaşma hamlesidir. Bu hamle sayesinde Türkiye her alanda atılım yapmış, bugünkü dinamizm, kapasite ve potansiyele erişmiştir. Geçen yıl Cumhuriyetimizin 100. Yılını sizlerle birlikte kutlarken vurguladığımız üzere, şimdi artık Türkiye Yüzyılındayız. “Türkiye Yüzyılı” derken, basit bir hayalden yola çıkmıyoruz. Türkiye Yüzyılı, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde oluşturulan, Cumhuriyetimizi, siyasi, ekonomik, sosyal, diplomatik, hülasa her alanda küresel düzlemde en ileri seviyeye getirecek yol haritasını içermektedir. Bu vizyon, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yeni nesillere bırakacağımız en büyük mirasımız olacaktır. Gücünü her daim şerefle yad ettiği tarihinden alan Türkiye, gelecek vizyonunu da güvenlikten dış politikaya, savunma sanayiinden ekonomik büyüme hedeflerine, sağlık sektöründen eğitim ve bilime, akla gelebilecek her alanda bu ideal temelinde inşa etmektedir. Daha önce de her fırsatta vurguladığımız gibi, Türkiye, bu yüzyılda; demokrasisi örnek alınan, yeşil ve dijital dönüşümü başarmış, sürdürülebilir bir kalkınma modeli benimsemiş, kendi savunma sanayiine güvenen, diplomasisi ilgiyle takip edilen, milli birlik ve kardeşliğini her türlü olumsuzluğa karşı en güçlü şekilde muhafaza ederek ilerlemesini sürdürecektir. Yeri gelmişken, Türkiye’nin PKK, FETÖ, DEAŞ ve diğer terör örgütleriyle kararlı mücadelesinin yılmadan, bu örgütler tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar devam edeceğini vurgulamak isterim. Geçen hafta savunma sanayimizin gözbebeği TUSAŞ’a yapılan hain terör saldırısını en şiddetli şekilde kınıyor, terörü lanetliyorum. Saldırıda hayatını kaybeden beş vatandaşımıza Allahtan rahmet, geride bıraktıklarına başsağlığı diliyorum. Yaralananlara acil şifalar diliyorum. Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler, Türkiye’nin gelecek hedeflerindeki en büyük itici gücü kendi insanına ve onun güçlü maneviyatına duyduğu güvendir. Türk insanının, sevinçte olduğu kadar acı ve kederde de birleşebilen -karakteristik denilebilecek- duygu birliği, canlılığı ve dinamizmi Cumhuriyetimizin en temel taşıyıcı unsurlarındandır. Farklılıklarımızın, köklü tarihimizin ve kültürümüzün her şeyden önemlisi millet olarak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın en büyük gücümüz olduğunun bilincindeyiz. Türkiye yeni yüzyılında bu anlayışla hedeflerine doğru yürümeye devam edecektir. Değerli Konuklar, Almanya, kalkınma ve çağdaşlaşma yolundaki süreçte yakın bir dostu olarak her zaman Türkiye’nin yanında olmuştur. 70 yıllık NATO müttefikimizdir. 2024 yılı, aynı zamanda iki ülke arasındaki Dostluk Anlaşması’nın 100. Yıldönümünü kutladığımız yıldır. Her konuda aynı düşünmesek de, ilişkilerimizde zaman zaman inişli çıkışlı dönemler yaşansa da, ortaklığımız çok boyutlu ve köklüdür. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Kasım 2023’teki Berlin ziyaretleri, Federal Cumhurbaşkanı Sayın Frank-Walter Steinmeier’in Nisan 2024'te ve son olarak Federal Şansölye Sayın Olaf Scholz’un 20 gün önce (19 Ekim) ülkemizi ziyaretleri başta olmak üzere, üst düzey ziyaretlerle perçinlenen güçlü angajmanımızın devamını diliyoruz. Uluslararası göç krizine çözümler üretilmesi, bölgelerimizde ve ötesinde barışın tesisi ve refahın geliştirilmesi, savunma sanayii işbirliği, ülkemizin AB yolunda ilerlemesi gibi konular başta olmak üzere ikili işbirliğimizi iki ülkenin de ortak yararına geliştirmeye devam edeceğiz. Avrupa bütünleşmesinin ancak Türkiye’nin tam üyeliği ile tamamlanacağının bilinciyle, AB’nin başat ekonomilerinden biri olan Almanya’dan stratejik hedefimiz olan AB’ne tam üyelik yolunda bizi daha kuvvetli desteklemesini bekliyoruz. Bunun ilk adımları olarak üst düzey diyalog mekanizmalarının bir an önce başlatılmasını ve Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerine en kısa sürede başlanmasını bekliyoruz. İkili ekonomik ve ticari ilişkilerimiz işbirliğimizin taşıyıcı sütunlarındandır. Almanya uluslararası ticaretimizde ilk sırada gelmektedir. 50 milyar doları aşan ikili ticaret hacmimizi dengeli biçimde, ilk aşamada 60 milyar dolar seviyesine ulaştırmayı hedefliyoruz. İki ülke ekonomileri dijitalleşme, yeşil enerji ve lojistik gibi alanlar başta olmak üzere geleceğe dair büyük potansiyel taşımaktadır. Bu potansiyeli hayata geçirmenin öncelikli unsurlarından biri vize rejiminde iyileştirmeler yapılması ve başta işinsanlarımız, akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz olmak üzere vatandaşlarımıza vize kolaylığı sağlanmasıdır. Yıllar içerisinde keder ve sevinç birliği ile perçinlenen, Türk-Alman dostluğunun, ivmesini ve gücünü muhafaza ederek nice yüzyıllarda yoluna devam etmesini temenni ediyoruz. Saygıdeğer Konuklar, Almanya ile ilişkilerimizin en özel unsuru şüphesiz güçlü insani bağlarımızdır. Bu kuvvetli bağların temelleri 1961 tarihli İşgücü Anlaşması çerçevesinde Almanya’ya uğurladığımız insanlarımızla atılmıştır. 63 yıl evvel “misafir işçi” olarak buraya gelmeye başlayan insanlarımız zaman içerisinde Türkiye ve Almanya için ortak bir hazineye dönüşmüştür. Geride vatanlarını ve sevdiklerini bırakan insanlarımız, emekleriyle, alın terleriyle, savaş sonrası Almanyasının kalkınmasında çok büyük rol almıştır. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki bu özel beşeri bağ, aynı zamanda iki ülkeye de sorumluluklar yüklemiştir. Bu insanlarımız günümüzde acı tatlı yaşanan birçok gelişmede etkilerini, mevcudiyetlerini ve beklentilerini bizlere hissettirmektedir. Bunun son anlamlı örneğinin ülkemizdeki elim 6 Şubat deprem faciası olduğunu söylemek isterim. Almanya’nın, Almanya Türk Toplumunun gösterdiği yakın dayanışma, Türkiye’deki kardeşlerince her zaman hatırlanacaktır. İşgücü göçünün en başından itibaren, insanlarımızın manevi açıdan güçlü kalmaları, değerlerini ve öz kimliklerini yitirmemeleri, yaşadıkları topluma entegrasyonları, kabul ve saygı görmeleri önceliklerimiz arasında olmuştur. Almanya’nın çoklu vatandaşlığa imkan sağlayan Yeni Vatandaşlık Yasası’nın geçen Haziran ayında yürürlüğe girmiş olmasından buradaki insanımız adına memnuniyet duyuyoruz. Siyasal, sosyal, ekonomik ve akademik hayatın her alanında Almanya’ya katkıda bulunan insanımızın başarılarının artarak devam edeceğinden kuşkumuz yoktur. Büyükelçiliğimiz ve Almanya’daki 14 Başkonsolosluğumuzdaki görev arkadaşlarım ile birlikte, Türk vatandaşlığı bulunsun bulunmasın, Almanya Türk Toplumuna hizmet vermeye, iyi gününde, kötü gününde yanlarında olmaya, sorunlara çözüm, derde deva aramaya ve elbette bulmaya devam edeceğiz. Özellikle Türkçe, din hizmetleri, kültürün yaşatılması ve yeni nesillere aktarılması gibi hassas konularda insanlarımızın ihtiyaçlarının karşılanmasında, Alman makamlarıyla bilistişare katkı sunmayı ödev biliyoruz, bileceğiz. Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler, Aşırı sağın yükselişi, bir arada barış içerisinde yaşama kültürü açısından Avrupa toplumları için adeta bir kırılma noktası teşkil etmektedir. Bugün de yabancı düşmanı, İslam karşıtı, antisemitik, aşırıcı, ırkçı, ayrımcı düşünce ve söylemlerin toplumlar üzerinde ne denli tehlikeli neticeleri olabileceğine şahitlik ediyoruz. Almanya Türk Toplumu’nun huzur ve refahının; bu gibi her türlü hastalıklı düşüncelerden korunmasının ortak gayemiz olduğunu biliyoruz. Almanya’nın bu konudaki kararlılığına inanıyoruz. Özellikle 2025 Federal seçimlerine giden süreçte, Almanya’daki insanlarımızın, kutuplaşmayı tetikleyen popülist siyasi tartışmaların dışında tutulması, seçim malzemesi yapılmaması hususunda Almanya siyasi aktörlerinin desteğini bekliyoruz. Saygıdeğer konuklar, Dünyamızın çeşitli sınamalarla karşı karşıya olduğu bir dönemden geçiyoruz. Farklı coğrafyalarda özellikle insani boyutta yaşanmaya devam eden acılar, vahameti her gün daha da artırıyor. Türkiye, çoğu dostumuzun ekranlardan seyrettiği krizleri anbean yaşayan, bunlara acil çözümler üretmeye çalışan bir ülkedir. Dış politikamızın temel düsturu olan, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle çevremizde bir barış ve refah kuşağı oluşturma çabalarımız sürecek; Millî gelirine oranla en çok insani yardım yapan, ayrıca dünyada en fazla sığınmacıyı barındıran ülke olarak, nerede bir mazlum, mağdur ve ihtiyaç sahibi varsa, kökenine, inancına, farklılıklarına bakmadan imdadına koşmaya devam ediyoruz. Küresel belirsizliklerin ve çok boyutlu krizlerin arttığı bir dönemde, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Karadeniz’den Afrika’ya, Akdeniz’den Hazar’a ve Orta Asya’ya ve ötesine uzanan geniş coğrafyadaki çatışma ve krizlerin barışçıl şekilde sonlandırılması ve insani trajedilerin önlenmesi için angajmanımızı milli dış politika anlayışımızla sürdürüyor, barış, istikrar ve adaletin tesisi için gayret gösteriyoruz. Değerli Misafirler, Uluslararası barış ve güvenlik hepimiz için hayati önemini koruyor. Bunun en dramatik örneğini, bir yılı aşkın süredir Gazze’de devam etmekte olan insanlık dramında maalesef görmekteyiz. Son bir yılda Gazze’de çoğu kadın ve çocuk 41 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetmiştir. Zor şartlar altında görevini yapmaya çalışan yüzlerce sağlık görevlisi, gazeteci öldürülmüştür. Açlıkla, susuzlukla boğuşan Gazze halkının imdadına koşan insani yardım görevlileri, yüzlerce Birleşmiş Milletler personeli öldürülmüştür. Yüzlerce okul, hastane, cami, kilise vurulmuştur. Şimdi benzer durumların Lübnan’da da yaşanmaya başladığına üzülerek şahitlik ediyoruz. Türkiye, tıpkı Filistin halkının yanında olduğu gibi, Lübnan halkının da yanında olmaya devam edecektir. Sivillerin korunması, uluslararası yardımların bölgeye ulaştırılması, acil ve kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması son derece aciliyet arzetmektedir. Bölgede daha fazla kan akmamalıdır. Bölgede topyekûn bir savaşın patlak vermesi riskine karşı harekete geçilmesi insani ve ahlaki zorunluluktur. Türkiye, bu amaçla gerekli tüm adımların gecikmeksizin atılması çağrısını her fırsatta tekrarlamaktadır. Keza, Ukrayna’daki savaş üçüncü yılını bitirirken, adil ve kalıcı bir barışın tesisinden hala uzaktayız. Türkiye, savaşın, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği temelinde, diplomasi ve diyalogla sona erdirilmesine yönelik çabalara desteğini sürdürecektir. Saygıdeğer Konuklarımız, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonumuzda, gerek eğitimci kimliği, gerek özgün eserleri ile sanata önemli katkılar sunan ve 2022 yılında Resim dalında T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen sanatçımız Süleyman Saim Tekcan’ın “At’Nağme” isimli sergisine de ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyoruz. Bilindiği üzere at figürü geçmişten günümüze Türkler için ayrı bir yere sahip olmuştur. “At’Nağme” projesinde yer alan 26 eserin tamamı, özgün baskı, gravür tekniğiyle yapılarak hem biçimsel hem de kültürel semboller içeriyor, geleneksel hat sanatına da sıkça yer verildiği görülüyor. Sizleri büyük usta Saim Tekcan’ın bu değerli eserlerini incelemeye davet ediyorum. Sergi 12 Kasım 2024 tarihine kadar Büyükelçiliğimizde yer alacak. Daha fazla bilgi için sergi alanında bulunan broşürlerden yararlanmanızı rica ediyorum Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler, Sizlere hitabıma son vermeden önce 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonumuz çerçevesinde bizleri destekleyen tüm değerli sponsorlarımıza içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Konuşmamın sonuna gelirken, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile dava arkadaşlarının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor, vatanımızın bağımsızlığı, milletimizin birlik ve bütünlüğü uğruna canlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve bu yolda her şeylerini ortaya koyan kahraman gazilerimizi, Türkiye Cumhuriyeti'nin yücelmesine ve muasır medeniyetlerin ötesine taşınmasına katkıda bulunmuş herkesi minnetle ve rahmetle anıyorum. Hepinize katılımınız için teşekkür ediyor, sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Cumhuriyet ilelebet! Teşekkür ederim.” Not: Bacakları görünmesin diye eteğinin yırtmaçlarını eliyle birleştirerek sahneye çıkan çıtı pıtı bir spiker kızımız sunuculuk yaptı. A güzel kızım madem bacaklarının görünmesini istemiyorsun o elbiseyi neden giyiyorsun, giyiyorsun madem neden iki ucundan çekiştirip duruyorsun! Bırak açılsın ve görünsün bacakların. Neden kendine zulmediyorsun. Sahneye çıkmakta bile zorlanıyorsun o halinle. Paradoks. Toplumun önüne çıkan insanların biraz kendilerine dikkat etmeleri gerekmez mi? Hele resmi bir kurumun toplantısındaysanız, ve kutladığınız bayramın adı da Cumhuriyet bayramı ise. Türkiye Cumhuriyetinin cumhuru, öyle bacaklarını açarak çıkmaz toplumun karşısına. Eğer çıkıyorsa; o, o cumhurun üyesi değildir, başka bir cumhurun üyesidir. Herkes ait olduğu yerde olursa sıkıntı olmaz. Yolunu şaşırırsa sıkıntı olur... Oraya gelen insanlar, senin ve senin gibi olanların bacağını, dekoltesini görmek için gelmedi. O nedir öyle daracık daracık elbiseler, göğüsler neredeyse dışarı fırlayacak, yüzlerde bir ton boya. Bu ne yahu. Onları öyle gördükçe kadın cinsinden tiksiniyor insan. Sanmayın ki; erkekler öyle açıkta olan şeylerden hoşlanıyor. Ortada olan değil, gizli saklı olandır cazip olan. Yapmayın, etmeyin böyle, kendinize eziyet ediyorsunuz. Ben böyle bilir böyle derim...