6 Kasım 2024 Çarşamba

BALKLANLAR GEZİSİ MANASTIR , SELANİK 2024

BALKANLAR GEZİSİ (XIII) MANASTIR VE SELANİK -Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024-  Rüştü KAM  “- En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.- Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır. Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.- En büyük suçlar yokluktan değil çokluktan doğar. Kimse başını sokacak yer bulabilmek için zorba olmaz.- Faziletli olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, muhterisi ve en doymak bilmez olanıdır.” (Aristotales) Manastır On bir günlük Balkanlar gezisinin sonuna yaklaşıyoruz. Manastırdayız. Sonrasında Selanik’te olacağız ve öbür gün de Berlin’de. Manastır’a ait çok olumlu malumatlar var dağarcığımızda, ancak bunlar kitabi malumatlar, bu bilgiler maalesef gerçeklerle örtüşmüyor. Yaşadık, gördük. Dolayısıyla Manastır’da nelerle karşılaşacağız, onu bilmiyoruz. Balkan ülkelerinde yaşadıklarımız, gördüklerimiz bizleri hayal kırıklığına uğrattı. Her tarafta acı ve göz yaşı vardı. Bu kadar acı, bu kadar gözyaşı on bir günlük bir gezi için çok fazla. Sadece insanların hayata tutunabilmeleri için havaalanının altından, imkansızlıklar içinde yapılan “yaşam tüneli” ve “Srebrenitsa katliamı” bile yetti bizlere. Yirminci asırda Avrupa’nın göbeğinde Birleşmiş Milletlerin (BM) kontrolünde yapılan soykırıma şahit olduk. Ulaşmaya çalıştığımız medeniyetin! Ulaştığı seviyeye. Az bir şey midir bunlar? Yine de iyi niyetimizi koruyarak heyecanla indik otobüsümüzden Manastır’da. Ziyaret yeri olarak sadece askeri idadi (okul) var denildi. Osmanlıdan kalma başka eser yokmuş gibi anlatıldı Manastır bize. Altı yüz sene kalınan yerde o medeniyetten başka eser kalmamış gibi... Algı böyle bir şey olmalı. Biz o işin öyle olmadığını biliyoruz bilmesine de bizimki kitabi bilgi dedim ya… Rehberin bilgisi aynelyakin olmalı. Madem mesleğin rehberliktir o zaman o mesleğin bütün inceliklerine de vakıf olacaksın. Anlatılanlara inanmadığımızı omuzumuzu silkerek belli ettik. Sadece belli ettik. Ayhan Ertürk “Manastırın ortasında var bir havuz” türküsünü hatırlattı rehbere ama bu hatırlatma da işe yaramadı. İlgisiz bir şekilde, “Şurada bir havuz var belki o olabilir” diye geçiştirildi.  Havuz İşaret edilen havuz, saat kulesinin karşısındaki meydanda, yeni camiinin önünde, içinde su yok. Şairlere ilham olan bir havuz. Hem tarih severler hem de edebiyat tutkunları için eşsiz bir kaynak olan havuz. Hakkında şiirler yazılan havuz. Bu havuz o havuz olmalı dedik ve fotoğraflarını çektik:  “Manastır'ın ortasında var bir havuz Aman havuz canım havuz  Dimetoka kızlarının hepsi de yavuz  Biz çalar oynarız ……. Manastır'ın ortasında var bir çeşme  Aman çeşme canım çeşme Dimetoka kızlarının hepsi de seçme  Biz çalar oynarız…. Manastır'ın ortasında var bir pınar  Aman pınar canım pınar  Dimetoka kızlarının hepsi de çınar  Biz çalar oynarız” Askeri İdadi Şehre büyük bir caddeden girdik. Şehrin en geniş caddesiymiş (Şirok Sokak). Sokağın bitiminde Manastır Askeri İdadisi var. Öylece duruyor orada. Aslında sevinçli olmalı. Çünkü, en çok ziyaretçiyi o celbediyormuş. Osmanlı’dan kalan bir eser olduğu için değil de Atatürk’ün okuduğu okul olduğu ve içinde bir anı odası olduğu için olması gerekir. Binayı görür görmez deklanşörlere basıldı. İki saat zamanımız var. Manastır Askeri İdadisi (Okul) 1847 de açılmış. 1892 yılına gelindiğinde 245 öğrencisi bulunuyormuş. 1903 yılında ise öğrenci sayısı 274’ e ulaşmış. Okulda; tarih, coğrafya, hendese, cebir, riyaziye, müsellesat, kozmografya, jimnastik, resim, hüsnühat, münşeat, Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dersler okutulurmuş.  Sonraki süreçte okul, Askeri Akademiye dönüştürülmüş. Akademi 1909 yılına kadar hizmet vermeye devametmiş. Askeri İdadi binası günümüzde müze olarak hizmet veriyor. 1983 tarihinde müzeye çevrilmiş. Müzede, Makedonya ve Makedon tarihi ile ilgili pek çok eser sergilenmekte. İkinci katta da sadece Mustafa Kemal’e ait bir anı odası var. Askeri İdadi ’de yetişen diğer paşalardan maalesef hiçbir iz yok. Anı odasının sadece Mustafa Kemal’e ait olması merakımızı mucip oldu. Biraz manidar bulduk. O okulda sadece Mustafa Kemal okumuş değil. Yüzlerce subay yetişmiş. Belki müzeyi Yugoslavya açtığı için bu böyledir; eğer anı odasını Türkiye açsaydı veya Türkiye’ye haber verilerek açılsaydı başka türlü olurdu diye düşündük. Öyle veya böyle realite bu.  İdadide yetişen ama duvarlarda isimleri dahi yazılmamış olan diğer Osmanlı subaylarından bazılarının isimleri şöyle: Enver Paşa, Ali Fethi Okyar, Kazım Özalp, Kazım Dirik, Ahmet İzzet Furgaç, Hafız Hakkı Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez,Nuri Conker, Fuat Bulca gibi paşalar bu okulda eğitim almışlar.  Anı odasında; Mustafa Kemal’in balmumu heykeli, bazı kişisel eşyaları, hayatı, katıldığı savaş ve devrimleri ve Atatürk ile ilgili yayınlanmış Türkçe ve diğer dillerdeki kitap ve broşürler bulunmakta.  Bu anı odası; kendisi de ittihatçı olan ve Balkan halklarını Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi için örgütlemekle görevlendirilen Mustafa Kemal için mi hazırlanmıştır? Yoksa 16. Türk Devletinin kurucu kadrosuna liderlik etmek için Padişah Vahdettin tarafından atanan ve Anadolu’da görevlendirilen Mustafa Kemal için mi hazırlanmıştır? Orası tam net değil, biz onu bilemedik…  Oradan çıktık, baktık ki; Askeri İdadinin etrafı tarihi eserlerle çevrili. Kadı İshak Çelebi Camii (1508); Manastır Kadısı Mahmut Efendi Camii (1552), Yeni Cami ve Kadı Haydar Camii. 86 dükkânı olan bedesteni de unutmamak lazımdır. Bedesten yapmak  Selçuklunun ve Osmanlının sünnetidir. Rehberimiz bu eserleri bahis konusu bile etmedi. Hangi meslek olursa olsun o meslekten ekmek yeniliyorsa, o kişinin olaylar karşısında tarafsız olması gerekir ve de donanımlı olması gerekir. Aksi takdirde mesleğe ihanet olur…  Anı odasında bir anı defteri var, masanın üzerine koymuşlar. O deftere Türk Eğitim Derneği adına birkaç cümle yazdım ve imzaladım. İdadide yetişen diğer subaylara çok büyük haksızlık yapıldığını yazdım. Bir Türk’ün dünyaya bedel olamayacağını da özellikle vurguladım.  Manastır, Makedonya’nın ikinci büyük şehriymiş. Bitola adıyla da anılırmış.  MS 4. Yüzyılda Bizans tarafından kurulmuş. O zamanlar piskoposluk merkezi olarak da işlev görürmüş. 1382 yılına gelindiğinde, I. Murat döneminde Timurtaş Bey tarafından fethedilmiş. Şehrin merkezine bir Saat Kulesi yapılmış. Saat Kulesi yapmak da Osmanlının sünneti olsa gerektir. Önemli bir sünnet. Kule yaklaşık 30 metre yüksekliğindeymiş. 1936’da kuleye 15 çan ilave edilmiş. 1970’de de kulenin içerisine piyano yerleştirilmiş. Kulede, her altı saatte bir Bitola şarkısı çalınmaktaymış.Yapıldığında kulenin tepesine alem olarak hilal dikilmiş. Sonraki dönemlerde hilal kaldırılmış yerine Ortodoks haçı dikilmiş. Hilal ve haç savaşı. Bugün de dünyada aynı savaş devam etmektedir. İkiz kuleler 11 Eylül'de şüpheli bir şekilde vurulduğunda, ABD Başkanı George W. Bush; bu saldırıyı 'Haçlı seferi' ne benzeterek nefret tohumu ekmemiş miydi?  İstiklal Marşının Şairi, Mehmet Akif Ersoy her seferinde haklı çıkıyor. Yine de haklı çıktı:“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Manastır, Anadolu'dan getirilen aşiretlerce iskân edilmiş. Manastır’da, bir zamanlar; 24 cami, 5 kilise, 9 Havra ve 9 Medrese mevcutmuş. Manastır aynı zamanda, III. Ordu’nun da karargâhı imiş. 19. Yüzyılda Üsküp ve Selanik’i bağlayan demiryolu Manastır’dan geçirilmiş, bu durum, sanayinin ve askeri hizmetlerin gelişmesine neden olmuş. Manastır’da 147 vakıf eserinin olduğu bilinmekteymiş. 600 yıl adaletle, ayrımcılık yapmadan ve merhametle yönetilen Manastır, 1912 Balkan savaşları sonucu Osmanlının elinden çıkmış.Bugün Manastır’ın yüz bine yaklaşan nüfusunun sadece yüzde onu Müslümanlardan oluşuyormuş.  Manastır yüzlerce yıl Osmanlı yönetiminde iken farklı dinlere mensup insanlar bir arada dostça ve kardeşçe yaşamış. Geçmiş medeniyetlere ait eserler de o zamanlar olduğu gibi muhafaza edilmiş. Bugünün süper güçlerinin yaptığı gibi geçmiş medeniyetlere ait eserler talan edilmemiş. Hatta ilaveler bile yapılmış. Manastır’ı Türkler için  anlamlı kılan bir diğer ayrıntı da “Elveda Rumeli” dizisinin, bu şehirdeki Pürsıçan (Makova)köyünde çekilmiş olmasıymış. Erdal Özyağcılar, Rıza Kocaoğlu ve Tolga Sayışman’ın başrollerinde oynadıkları dizide; 1900’lerin başında, henüz Osmanlı hakimiyetinde olan Makedonya topraklarında, kendi halinde yaşayan köylülerin, yeni bir değişimin eşiğine geldiklerinde yaşadıkları kaçınılmaz olaylar, acılar, sürgünler anlatılıyor... Sütçülükle geçinen Ramiz ve 5 kızından oluşan ailesi, Manastır kasabasının Pürşıçan köyünde kendi yağlarıyla kavruldukları bir hayat sürerler. Fakat yaşadıkları coğrafya Balkan halklarının ardı ardına isyan çıkarttığı, iç karışıklıkların her gün arttığı topraklardır. Devlet-i Osmaniye'nin başkentinde ise İttihatçılar padişaha karşı örgütlenerek mevcut yönetime karşı muhalefet hareketini sürdürmektedirler. Sütçü Ramiz ve ailesi hayatlarını sürdürdükleri coğrafyada Müslüman-Hristiyan kavgası olmadan kardeşçe yaşamaktadırlar. Ama barış dolu günler yavaş yavaş geride kalmak üzeredir... Ramiz ve karısı Fatma’nın tüm bu kargaşalardan habersiz en çok istedikleri, sevgili kızlarının helal süt emmiş, hayırlı birer kocaya varmalarıdır... Maalesef Balkanlarda ne olmuş ise Manastır’da da o olmuş, Müslümanlara hayat hakkı tanınmamış ve insanlar yerlerinden yurtlarından edilmişler ve onlardan geriye ne kaldıysa onlar da büyük ölçüde talan edilmişler. Kültür katliamı...   Fotoğraflarımızı çektik-çekildik. Osmanlı devletinin açtığı askeri okulun (idadi) ayakta olmasına, müze olarak ziyarete açık tutulmasına ve o müzenin içinde hangi amaçla olursa olsun Mustafa Kemal’e özel bir anı odası tahsis edilmesine sevinerek ayrıldık oradan… İstikamet Selanik.  YUNANİSTAN Mustafa Kemal’in Evi Selanik’te ziyaret edilebilecek sadece Mustafa Kemal’in doğduğu ev var denildi. 16’ncı Türk devletinin kurucularına liderlik eden Mustafa Kemal’in evi. 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğduğu söylenen 'pembe boyalı' ev. Rivayete göre, Mustafa Kemal, 1881'de evin ikinci katındaki ocaklı odada dünyaya gelmiş. Üç katlı olan binanın zemin katında; 'Mustafa Kemal ve Çocuk Odası' yer alıyor. Birinci katta; 'Selanik Odası', 'Manastır Odası', 'İstanbul Odası' ve 'Ankara Odası var. Bu odalarda Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatından kesitleri anlatan bilgi panoları bulunuyor.Ayrıca, Selanik Odası’nda sedir üzerinde oturan ve elinde tesbih tutan, annesi, başörtülü Zübeyde Hanım heykeli ile,giriş katında mutfakta masada oturan Atatürk’ün çocukluk dönemini yansıtan heykel bulunuyor.İkinci katta; misafir odası, sandık odası, mutfak ve yatak odası bulunmaktadır.Yatağın baş ucundaki duvarda, bir Kur'an-ı Kerim ve bir de levha asılı, Levhada Fetih Suresinin ilk ayeti yazılı (İnna fetahna leke fethan mübina= “Doğrusu Biz Sana zafer yollarını açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik.”) Üçüncü katta; çalışma odası ve vitrinler var. Vitrinlerde Atatürk'ün kullandığı elbiseler ve şahsi eşyaları sergileniyor. Selanik Selanik (Thessaloniki), MÖ 315 yılında,  Makedon kralı Kassandros tarafından kurulmuş. Büyük İskender'in de kız kardeşi olan karısı Therman Thessaloniki’nin adını da kente vermiş. Günümüzde Selanik kent merkezinde yaklaşık 300 bin kişi yaşamaktaymış. 1492 yılında Osmanlılar, İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerininin büyük bir bölümünü  Selanik’e yerleştirmiş. Osmanlının yıkılışını başlatanlar da maalesef onlar. Besle kargayı oysun gözünü… Sefarad Yahudileri. Türkiye'de bunlar; Sabetayistler olarak bilinir. Sabetay Sevi,  Yahudi din adamı ve tarikat lideridir. Osmanlı tebaasından olup dinî ve siyasî ideallerine daha rahat ulaşabilmek için İslâm'ı kabul etmiş görünen bir yahudi cemaati lideri. Mesih. 1492'de İspanya'dan kovulan Museviler, İspanya kökenli oldukları için kendilerine "Sefarad" adını koymuşlardır. Genişletilmiş anlamda ise bugün, Sefarad, Aşkenaz olmayan tüm Yahudilere verilen addır. “Aşkenazi" Yahudileri;Batı Almanya ve Kuzey Fransa'da Orta Çağ'da Ren nehri boyunca yaşayan Yahudilere denir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlayan ve 1908 Meşrutiyet’ini hazırlayan Jön Türk (Genç Türk) hareketi ve bunun gibi, Osmanlı’nın son yıllarına damgasını vuran İttihat ve Terakki Partisi de bu kentte doğmuş. 40 bin kişilik ordusuyla Selanik’i korumakla görevli Tahsin Paşa, 9 Kasım 1912 günü, tek kurşun atmadan kenti Yunan ordusuna teslim etmiş. Peşinden de Yunan vatandaşı olmuş. Aya Sofya Aristo Meydanı’na yakın bir yerde Katedral görünüyor. İnsanlar güzel elbiselerini giymişler, ellerinde hediyelik paketler ve çiçeklerle akın akın oraya doğru gidiyorlar. Merak ettim ve kalabalığa karıştım. Ayasofya (Azize Sofya/Hagia Sophia) Katedrali. Katedralde düğün yapılıyor. İçeride gelin ve damat yakınlarıyla tebrikleri alıyorlar. Zengin birisi olmalı.  Birden aklıma geldi; Müslümanlar da düğünlerini camilerde yapsalar, nikahlarını camilerde kıysalar, nasıl olurdu? Olur muydu acaba? Laikliğe zarar gelir miydi? Yok canım öyle şey mi olurmuş. Olmaz elbet. Camilerde sadece namaz kılınır başka bir etkinlik yapılamaz. Günahtır. Zinhar olmaz. Bir taraftan gelenekçi-yobaz Müslümanlar öbür taraftan Kemalist yobazlar bu işe bütün güçleriyle karşı çıkarlar... Alın birini vurun ötekine… Ne hale getirmişler Müslümanları… 1908 yılında tahttan indirilerek sürgün edilen II. Abdülhamid'in kaldığı köşk de varmış Selanik’te. Alatini Köşkü, Selanikli Musevi fabrikatör Georgio Alatini’ye aitmiş. Terkedilmiş bir bölgede bulunuyormuş ve harabe denecek kadar bakımsızmış. Temel ihtiyaçların görüleceği malzemeler bile yokmuş konakta. Orada tutulmuş II. Abdülhamid. Aslında ziyaret edilmesi gereken önemli bir yer. Üç sene kalmış orada II. Abdülhamid. Esefle söylemeliyim, Selanik'te gezilecek-ziyaret edilecek yerler arasında bile yok.Mustafa Kemal’in geçerken uğradığı nice yerler bugün ziyarete açıktır ve müze olarak kullanılmaktadır. Kıskandığım için söylemiyorum, o da bizim değerimiz o da. Benim demem odur ki; 33 sene devleti ayakta tutan Abdülhamid'in sürgün edildiği o konak niçin müze haline getirilmemiştir? Buyurun, cevabını lütfen sizler verin… Şehir Turu Ev ziyaretinden sonra, serbest zaman verildi. Arkadaşlarımız gruplar halinde şehre dağıldılar. Selanik'te bütün yollar Aristo Meydanına çıkarmış. Öyle dediler ve öyle de oldu. Bizim yolumuz da o meydana çıktı. Meydan, daha çok kentin modern yüzünü anlatıyor. Meydanı çevreleyen mekanlar tıklım tıklım, cıcıl cıvıl bir  meydan. Meydandaki binalar ve mermer sütunlar antik Yunan’ı ve Bizans'ı hatırlatıyor. 1917 yangınında şehrin büyük kısmı kül olmuş. Sonra da şehir aslına uygun olarak yeniden yapılandırılmış, güç gösterisi için yapılmış olmalı.  Aristo Meydanı'nın da üç heykel dikkat çekiyor. Venizelos heykeli, Aristo heykeli ve bir Papaz heykeli. Bu heykellertoplumda din ile ulusal kimliğin ne kadar iç içe olduğunu sembolize etmeye yetiyor. Aristo, Venizelos ve Papaz... Modern Yunan kimliğinin hangi temeller üzerinde yükseltilmeye çalışıldığını bu meydanda görebiliyorsunuz. Yunanistan’da yol boyunca kenarlarda sık sık kilise maketlerinin inşa edilmesi boşuna olmasa gerek. Kilisenin gücü…Kilise'nin doğrudan yaptırımı olmasa da kamusal alanda, siyasalın oluşmasında meşruiyet kaynağı. Aristo Meydanı, şehrin kalbi gibi.  Meydanın bittiği yerde deniz başlıyor. İzmir'in kordon boyunu hatırlattı bize. Kafeleriyle, restoranlarıyla ve deniz kokan havasıyla sanki İzmir’deyiz. Hemen orada, kordon boyunda bir kafede oturup, denize nazır kahvelerimizi yudumladık. Mahmut bey ödedi kahveleri. Buluşma yerine yakın bir yerde olunca. Biz gören oturdu kafeye. Buluşma yeri o kafeymiş gibi oldu… Verilen saatte buluşma yerindeydik. Eksik yok. Geç kalan olsa bile Fatma Mıdık ve Recai ceza kesmeyi bıraktılar. Sebebini sormadım. Vardır bir hikmeti dedim. Otele doğru yol alırken, “sağ tarafınıza bakın” komutu aldık ve baktık. Orada bir cami gördük. Tamir için iskele kurulu vaziyette. Anlaşılan restore edilmeyi bekliyor. Anlatılana göre on seneden beri böylece bekliyormuş. İnşaatı durdurulmuş. İskeleler de sökülmemiş. On sene… Bu süre içinde bir çivi dahi çakılmamış. Balkanlar’da Osmanlı’ya ait olan eserlere bir çivi dahi çakılamaz iken, birer birer yıkılırken, yok edilirken; Türkiye'deki vakıf eserleri niçin tamir edilir, ziyarete veya eğitime açık hale getirilir; sormak gerekmez mi? Gerekir elbet. Soralım o zaman Niçin? Sıra gecesi Akşam sıra gecesindeydik. Yemeğimizi de orada yedik. Hem de balık. Yunan ve Türk müziği dinledik. Adet olduğu üzere tabak kırdılar. Müzikle coşan insanlar doruk noktasına geldiklerinde “kalpler kırılacağına tabaklar kırılsın” anlamında tabakları kırarlarmış. Velhasıl eğlendik. Güzel bir gece oldu. Balkan turunun son gecesiydi. Sabahında döneceğiz. Önce İstanbul'a sonra da Berlin’e. Türk Eğitim derneğinin On yedinci gezisi.  16 gezimizin hepsinde Emin Oruç başımızda idi. Bu gezide o vize alamadığı için bizimle ‘Balkanlar Gezisi’ ne katılamadı. Bacanağını göndermiş ama... Emin’in eksikliğini çektik. Hem de çok. Gezimizin başlangıcında ve sonunda toplu konuşmalarımız olurdu değerlendirmeler yapardık, bu gezimiz de maalesef onları yapamadık, hatta otobüste değerlendirmeler yapardık. Onlar da olmadı. Evet sevgili Eminim Başkanlardan sana selam olsun… 11 günün sonunda tarihi malumat heybemize bir şeyler ilave ederek ve de ibret alarak döndük Berlin’e.  Aristo Sokrates, Aristo, Platon ve Büyük İskender’in yaşadığı topraklardayız. Onlardan birkaç cümleyle de olsa bahsetmeden olmazdı. Ama burada hepsine yer ayırmam takdir edersiniz ki, oldukça zor. Sadece Türkler tarafından Aristo olarak telaffuz edilen sistematik ahlâk ilminin kurucusu sayılan Aristoteles’ten ve O’nun ahlâk anlayışından örnekler sunarak Balkanlar gezisi ile ilgili yazımı sonlandırmak isterim:  Aristo'nun ahlâk felsefesinin temel ilkesi orta yolun takip edilmesidir. İfrat ve tefrit denen iki aşırı uçtan uzakdurmak gerekir. O’na göre, her türlü davranış orta yol takip edilerek gerçekleştirilmelidir. Bu sebeple Aristo ahlâk konusunda genel ve katı kurallar üzerinde durmamış, sadece “ne zaman, neye göre, kime karşı, ne sebeple, ne ölçüde ve nasıl hareket etmek gerektiğini” araştırmış; insanı fazilete, mutluluğa ve olgunluğa götürecek “orta yol”un da bu olduğunu söylemiştir. Aristo fakirlerin, kölelerin, kadınların, cahillerin, siyasi nüfuzu bulunmayanların, soylu bir aileden gelmeyenlerin hiçbir zaman tam olarak mutlu olamayacaklarını söyler. “Mutluluk sadece aristokrat bir zümreye hastır. Ahlaklı davranışın amacı zaten şeref kazanmaktır.” Der. Sözlerinden birkaç örnek:·       Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler.·       Alçak olan kimse düşmekten korkmaz.·       Birçok kişinin yaşamı, isteklerini doyurma yollarını aramakla geçer.·       Bilge kişi zevk aramaz, kaygı ve acılardan uzak durur.·       Bilgi doğuştan akılda yoktur, ama akıl bilgiyi üretecek kapasitededir.·       Bütün insanların düşüneceği bir aklı vardır ve kullanmasını bilmek gerekir.·       Bir şeyi yapma gücümüzde saklı olan, bir şeyi yapmama gücümüzde saklıdır.·       Çok süslenenlere bakın; hepsi de eksikliklerini gizlemek isteyenlerdir.·       Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı olduğunu sanmak yanlıştır. Aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da vardır. ·       Dünya bir hücredir, seni yalnızlığa iten bir hücre, fakat seni düşündürüp olgunlaştıran ortam da olabilir.·       Demokrasi despotizmin en ileri şeklidir.·       Dost; kişinin ikinci benliğidir. Dostlar! Dost yoktur! Dost kara günde belli olurErdem ve kabiliyet yönünden üstün olan kimselerin arkasından gitmek ve onlara uymak doğru olandır.·       Erdem bilincine sahip olmak yeterli değildir. Erdeme erişmek için ya da iyi insan olmak için çaba göstermeliyiz.·       En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.·       Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır. Eğitim görmüş aklın işareti, herhangi bir düşünceye onu kabul etmeden önce açık olmasıdır.·       En büyük suçlar yokluktan değil çokluktan doğar. Kimse başını sokacak yer bulabilmek için zorba olmaz.·       Faziletli olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, muhterisi ve en doymak bilmez olanıdır. BİTTİ

4 Kasım 2024 Pazartesi

BERLİN’DE BİR CUMHURİYET BAYRAMINI DAHA GERİDE BIRAKTIK

Rüştü Kam Cumhuriyetin 101’nci senesini kutladık. Kançılarya’da kutladık. Bu sefer cumhurla birlikte kutladık. Yeni yeni simalar vardı kutlamada. Katılımcıların kimisi çok memnun olmuştu. Memnuniyetlerini aralarında konuşurlarken duydum. İnsanlar devletlerini çok seviyorlar, tanımadıkları halde çok seviyorlar, hele bir de tanısalar neler yapmazlar neler. Devletin soğuk yüzüyle karşılaşmışlar hep. Devlet deyince onların aklına kolluk kuvvetleri geliyor, icra memurları geliyor, belediye zabıtaları geliyor. Ama o insanlar yine de devletine karşı saygıda kusur etmiyorlar. Onlar, cumhur olarak, cumhuriyet bayramını da sokaklarda kutlamışlar o güne kadar. Mesela devlet onlara hiç yemek ikram etmemiş. Karçılarya’da ilk defa geldikleri kançılaryada devletin elinden yemek yiyorlar. Hem de istediği kadar koyuyor tabağına. İşte cumhur bu. Benim insanım, buram buram Anadolu kokuyor. Kendi bayramını kutluyor ve memnun. Ben gördüm o insanları. Gözleri pırı pırıldı. Resepsiyonlardan alkol daha kalkmadı veya kaldırılamadı. Birgün belki o da kalkar. Bu bayram cumhuriyet bayramı ise, o cumhurun bayramıdır; cumhur da bayramını alkol ile kutlamaz. Taze demlenmiş ÇAYKUR çayı ile kutlar, şerbet ile kutlar. İlklerin altına imza atmasıyla tanıdığımız Ahmet Başar Şen onu da yapabilecek duyarlılıkta bir Büyükelçidir. Berlin O’nu öyle tanıdı. Bekleyelim görelim inşallah. Allah yardımcısı olsun. Cumhuriyet bayramı konuşması da çerçeveletip duvara asılacak derecede anlam yüklüydü. Olduğu gibi istifadelerinize sunuyorum. Okuyalım: “Saygıdeğer Büyükelçiler, Değerli Meslektaşlarım, Sayın Milletvekilleri, Almanya Türk Toplumu’nun Kıymetli Temsilcileri, Alman Devlet Ricalinin ve Berlin Kordiplomatiğinin Muhterem Temsilcileri; Kıymetli Basın Mensupları; Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler; Bugün, Türk milletinin binlerce yıllık devlet geleneğinin çağdaş temsilcisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 101. Yıldönümünü kutluyoruz. Ne mutlu ki; bu gururlu günümüzde Almanya’da, siz davetlilerimizle bir aradayız. Coşku ve kıvanç doluyuz. Hepinizi Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçiliği’nin çatısı altında, saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun! Bugün, 101 yıllık büyük bir çınar ağacı olan Cumhuriyetimizin gölgesinde, sahip olduğumuz güzel vatanımız, özgürlüğümüz, tam bağımsızlığımız ve demokrasimiz için Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, dava arkadaşlarına ve tüm aziz şehitlerimize ve kahraman gazilerimize şükranlarımızı ve minnetimizi sunuyoruz. Manevi huzurlarında saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun! Saygıdeğer Konuklar, Türkiye Cumhuriyeti, yıkılan bir cihan imparatorluğunun küllerinden doğmuş, çağdaşlaşma hamleleriyle kısa sürede dünya devletleri arasında saygın bir yere kavuşmuş ülkenin adıdır. Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir yönetim şekli değil, aynı zamanda kapsamlı bir çağdaşlaşma hamlesidir. Bu hamle sayesinde Türkiye her alanda atılım yapmış, bugünkü dinamizm, kapasite ve potansiyele erişmiştir. Geçen yıl Cumhuriyetimizin 100. Yılını sizlerle birlikte kutlarken vurguladığımız üzere, şimdi artık Türkiye Yüzyılındayız. “Türkiye Yüzyılı” derken, basit bir hayalden yola çıkmıyoruz. Türkiye Yüzyılı, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde oluşturulan, Cumhuriyetimizi, siyasi, ekonomik, sosyal, diplomatik, hülasa her alanda küresel düzlemde en ileri seviyeye getirecek yol haritasını içermektedir. Bu vizyon, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yeni nesillere bırakacağımız en büyük mirasımız olacaktır. Gücünü her daim şerefle yad ettiği tarihinden alan Türkiye, gelecek vizyonunu da güvenlikten dış politikaya, savunma sanayiinden ekonomik büyüme hedeflerine, sağlık sektöründen eğitim ve bilime, akla gelebilecek her alanda bu ideal temelinde inşa etmektedir. Daha önce de her fırsatta vurguladığımız gibi, Türkiye, bu yüzyılda; demokrasisi örnek alınan, yeşil ve dijital dönüşümü başarmış, sürdürülebilir bir kalkınma modeli benimsemiş, kendi savunma sanayiine güvenen, diplomasisi ilgiyle takip edilen, milli birlik ve kardeşliğini her türlü olumsuzluğa karşı en güçlü şekilde muhafaza ederek ilerlemesini sürdürecektir. Yeri gelmişken, Türkiye’nin PKK, FETÖ, DEAŞ ve diğer terör örgütleriyle kararlı mücadelesinin yılmadan, bu örgütler tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar devam edeceğini vurgulamak isterim. Geçen hafta savunma sanayimizin gözbebeği TUSAŞ’a yapılan hain terör saldırısını en şiddetli şekilde kınıyor, terörü lanetliyorum. Saldırıda hayatını kaybeden beş vatandaşımıza Allahtan rahmet, geride bıraktıklarına başsağlığı diliyorum. Yaralananlara acil şifalar diliyorum. Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler, Türkiye’nin gelecek hedeflerindeki en büyük itici gücü kendi insanına ve onun güçlü maneviyatına duyduğu güvendir. Türk insanının, sevinçte olduğu kadar acı ve kederde de birleşebilen -karakteristik denilebilecek- duygu birliği, canlılığı ve dinamizmi Cumhuriyetimizin en temel taşıyıcı unsurlarındandır. Farklılıklarımızın, köklü tarihimizin ve kültürümüzün her şeyden önemlisi millet olarak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın en büyük gücümüz olduğunun bilincindeyiz. Türkiye yeni yüzyılında bu anlayışla hedeflerine doğru yürümeye devam edecektir. Değerli Konuklar, Almanya, kalkınma ve çağdaşlaşma yolundaki süreçte yakın bir dostu olarak her zaman Türkiye’nin yanında olmuştur. 70 yıllık NATO müttefikimizdir. 2024 yılı, aynı zamanda iki ülke arasındaki Dostluk Anlaşması’nın 100. Yıldönümünü kutladığımız yıldır. Her konuda aynı düşünmesek de, ilişkilerimizde zaman zaman inişli çıkışlı dönemler yaşansa da, ortaklığımız çok boyutlu ve köklüdür. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Kasım 2023’teki Berlin ziyaretleri, Federal Cumhurbaşkanı Sayın Frank-Walter Steinmeier’in Nisan 2024'te ve son olarak Federal Şansölye Sayın Olaf Scholz’un 20 gün önce (19 Ekim) ülkemizi ziyaretleri başta olmak üzere, üst düzey ziyaretlerle perçinlenen güçlü angajmanımızın devamını diliyoruz. Uluslararası göç krizine çözümler üretilmesi, bölgelerimizde ve ötesinde barışın tesisi ve refahın geliştirilmesi, savunma sanayii işbirliği, ülkemizin AB yolunda ilerlemesi gibi konular başta olmak üzere ikili işbirliğimizi iki ülkenin de ortak yararına geliştirmeye devam edeceğiz. Avrupa bütünleşmesinin ancak Türkiye’nin tam üyeliği ile tamamlanacağının bilinciyle, AB’nin başat ekonomilerinden biri olan Almanya’dan stratejik hedefimiz olan AB’ne tam üyelik yolunda bizi daha kuvvetli desteklemesini bekliyoruz. Bunun ilk adımları olarak üst düzey diyalog mekanizmalarının bir an önce başlatılmasını ve Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerine en kısa sürede başlanmasını bekliyoruz. İkili ekonomik ve ticari ilişkilerimiz işbirliğimizin taşıyıcı sütunlarındandır. Almanya uluslararası ticaretimizde ilk sırada gelmektedir. 50 milyar doları aşan ikili ticaret hacmimizi dengeli biçimde, ilk aşamada 60 milyar dolar seviyesine ulaştırmayı hedefliyoruz. İki ülke ekonomileri dijitalleşme, yeşil enerji ve lojistik gibi alanlar başta olmak üzere geleceğe dair büyük potansiyel taşımaktadır. Bu potansiyeli hayata geçirmenin öncelikli unsurlarından biri vize rejiminde iyileştirmeler yapılması ve başta işinsanlarımız, akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz olmak üzere vatandaşlarımıza vize kolaylığı sağlanmasıdır. Yıllar içerisinde keder ve sevinç birliği ile perçinlenen, Türk-Alman dostluğunun, ivmesini ve gücünü muhafaza ederek nice yüzyıllarda yoluna devam etmesini temenni ediyoruz. Saygıdeğer Konuklar, Almanya ile ilişkilerimizin en özel unsuru şüphesiz güçlü insani bağlarımızdır. Bu kuvvetli bağların temelleri 1961 tarihli İşgücü Anlaşması çerçevesinde Almanya’ya uğurladığımız insanlarımızla atılmıştır. 63 yıl evvel “misafir işçi” olarak buraya gelmeye başlayan insanlarımız zaman içerisinde Türkiye ve Almanya için ortak bir hazineye dönüşmüştür. Geride vatanlarını ve sevdiklerini bırakan insanlarımız, emekleriyle, alın terleriyle, savaş sonrası Almanyasının kalkınmasında çok büyük rol almıştır. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki bu özel beşeri bağ, aynı zamanda iki ülkeye de sorumluluklar yüklemiştir. Bu insanlarımız günümüzde acı tatlı yaşanan birçok gelişmede etkilerini, mevcudiyetlerini ve beklentilerini bizlere hissettirmektedir. Bunun son anlamlı örneğinin ülkemizdeki elim 6 Şubat deprem faciası olduğunu söylemek isterim. Almanya’nın, Almanya Türk Toplumunun gösterdiği yakın dayanışma, Türkiye’deki kardeşlerince her zaman hatırlanacaktır. İşgücü göçünün en başından itibaren, insanlarımızın manevi açıdan güçlü kalmaları, değerlerini ve öz kimliklerini yitirmemeleri, yaşadıkları topluma entegrasyonları, kabul ve saygı görmeleri önceliklerimiz arasında olmuştur. Almanya’nın çoklu vatandaşlığa imkan sağlayan Yeni Vatandaşlık Yasası’nın geçen Haziran ayında yürürlüğe girmiş olmasından buradaki insanımız adına memnuniyet duyuyoruz. Siyasal, sosyal, ekonomik ve akademik hayatın her alanında Almanya’ya katkıda bulunan insanımızın başarılarının artarak devam edeceğinden kuşkumuz yoktur. Büyükelçiliğimiz ve Almanya’daki 14 Başkonsolosluğumuzdaki görev arkadaşlarım ile birlikte, Türk vatandaşlığı bulunsun bulunmasın, Almanya Türk Toplumuna hizmet vermeye, iyi gününde, kötü gününde yanlarında olmaya, sorunlara çözüm, derde deva aramaya ve elbette bulmaya devam edeceğiz. Özellikle Türkçe, din hizmetleri, kültürün yaşatılması ve yeni nesillere aktarılması gibi hassas konularda insanlarımızın ihtiyaçlarının karşılanmasında, Alman makamlarıyla bilistişare katkı sunmayı ödev biliyoruz, bileceğiz. Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler, Aşırı sağın yükselişi, bir arada barış içerisinde yaşama kültürü açısından Avrupa toplumları için adeta bir kırılma noktası teşkil etmektedir. Bugün de yabancı düşmanı, İslam karşıtı, antisemitik, aşırıcı, ırkçı, ayrımcı düşünce ve söylemlerin toplumlar üzerinde ne denli tehlikeli neticeleri olabileceğine şahitlik ediyoruz. Almanya Türk Toplumu’nun huzur ve refahının; bu gibi her türlü hastalıklı düşüncelerden korunmasının ortak gayemiz olduğunu biliyoruz. Almanya’nın bu konudaki kararlılığına inanıyoruz. Özellikle 2025 Federal seçimlerine giden süreçte, Almanya’daki insanlarımızın, kutuplaşmayı tetikleyen popülist siyasi tartışmaların dışında tutulması, seçim malzemesi yapılmaması hususunda Almanya siyasi aktörlerinin desteğini bekliyoruz. Saygıdeğer konuklar, Dünyamızın çeşitli sınamalarla karşı karşıya olduğu bir dönemden geçiyoruz. Farklı coğrafyalarda özellikle insani boyutta yaşanmaya devam eden acılar, vahameti her gün daha da artırıyor. Türkiye, çoğu dostumuzun ekranlardan seyrettiği krizleri anbean yaşayan, bunlara acil çözümler üretmeye çalışan bir ülkedir. Dış politikamızın temel düsturu olan, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle çevremizde bir barış ve refah kuşağı oluşturma çabalarımız sürecek; Millî gelirine oranla en çok insani yardım yapan, ayrıca dünyada en fazla sığınmacıyı barındıran ülke olarak, nerede bir mazlum, mağdur ve ihtiyaç sahibi varsa, kökenine, inancına, farklılıklarına bakmadan imdadına koşmaya devam ediyoruz. Küresel belirsizliklerin ve çok boyutlu krizlerin arttığı bir dönemde, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Karadeniz’den Afrika’ya, Akdeniz’den Hazar’a ve Orta Asya’ya ve ötesine uzanan geniş coğrafyadaki çatışma ve krizlerin barışçıl şekilde sonlandırılması ve insani trajedilerin önlenmesi için angajmanımızı milli dış politika anlayışımızla sürdürüyor, barış, istikrar ve adaletin tesisi için gayret gösteriyoruz. Değerli Misafirler, Uluslararası barış ve güvenlik hepimiz için hayati önemini koruyor. Bunun en dramatik örneğini, bir yılı aşkın süredir Gazze’de devam etmekte olan insanlık dramında maalesef görmekteyiz. Son bir yılda Gazze’de çoğu kadın ve çocuk 41 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetmiştir. Zor şartlar altında görevini yapmaya çalışan yüzlerce sağlık görevlisi, gazeteci öldürülmüştür. Açlıkla, susuzlukla boğuşan Gazze halkının imdadına koşan insani yardım görevlileri, yüzlerce Birleşmiş Milletler personeli öldürülmüştür. Yüzlerce okul, hastane, cami, kilise vurulmuştur. Şimdi benzer durumların Lübnan’da da yaşanmaya başladığına üzülerek şahitlik ediyoruz. Türkiye, tıpkı Filistin halkının yanında olduğu gibi, Lübnan halkının da yanında olmaya devam edecektir. Sivillerin korunması, uluslararası yardımların bölgeye ulaştırılması, acil ve kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması son derece aciliyet arzetmektedir. Bölgede daha fazla kan akmamalıdır. Bölgede topyekûn bir savaşın patlak vermesi riskine karşı harekete geçilmesi insani ve ahlaki zorunluluktur. Türkiye, bu amaçla gerekli tüm adımların gecikmeksizin atılması çağrısını her fırsatta tekrarlamaktadır. Keza, Ukrayna’daki savaş üçüncü yılını bitirirken, adil ve kalıcı bir barışın tesisinden hala uzaktayız. Türkiye, savaşın, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği temelinde, diplomasi ve diyalogla sona erdirilmesine yönelik çabalara desteğini sürdürecektir. Saygıdeğer Konuklarımız, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonumuzda, gerek eğitimci kimliği, gerek özgün eserleri ile sanata önemli katkılar sunan ve 2022 yılında Resim dalında T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen sanatçımız Süleyman Saim Tekcan’ın “At’Nağme” isimli sergisine de ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyoruz. Bilindiği üzere at figürü geçmişten günümüze Türkler için ayrı bir yere sahip olmuştur. “At’Nağme” projesinde yer alan 26 eserin tamamı, özgün baskı, gravür tekniğiyle yapılarak hem biçimsel hem de kültürel semboller içeriyor, geleneksel hat sanatına da sıkça yer verildiği görülüyor. Sizleri büyük usta Saim Tekcan’ın bu değerli eserlerini incelemeye davet ediyorum. Sergi 12 Kasım 2024 tarihine kadar Büyükelçiliğimizde yer alacak. Daha fazla bilgi için sergi alanında bulunan broşürlerden yararlanmanızı rica ediyorum Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler, Sizlere hitabıma son vermeden önce 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonumuz çerçevesinde bizleri destekleyen tüm değerli sponsorlarımıza içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Konuşmamın sonuna gelirken, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile dava arkadaşlarının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor, vatanımızın bağımsızlığı, milletimizin birlik ve bütünlüğü uğruna canlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve bu yolda her şeylerini ortaya koyan kahraman gazilerimizi, Türkiye Cumhuriyeti'nin yücelmesine ve muasır medeniyetlerin ötesine taşınmasına katkıda bulunmuş herkesi minnetle ve rahmetle anıyorum. Hepinize katılımınız için teşekkür ediyor, sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Cumhuriyet ilelebet! Teşekkür ederim.” Not: Bacakları görünmesin diye eteğinin yırtmaçlarını eliyle birleştirerek sahneye çıkan çıtı pıtı bir spiker kızımız sunuculuk yaptı. A güzel kızım madem bacaklarının görünmesini istemiyorsun o elbiseyi neden giyiyorsun, giyiyorsun madem neden iki ucundan çekiştirip duruyorsun! Bırak açılsın ve görünsün bacakların. Neden kendine zulmediyorsun. Sahneye çıkmakta bile zorlanıyorsun o halinle. Paradoks. Toplumun önüne çıkan insanların biraz kendilerine dikkat etmeleri gerekmez mi? Hele resmi bir kurumun toplantısındaysanız, ve kutladığınız bayramın adı da Cumhuriyet bayramı ise. Türkiye Cumhuriyetinin cumhuru, öyle bacaklarını açarak çıkmaz toplumun karşısına. Eğer çıkıyorsa; o, o cumhurun üyesi değildir, başka bir cumhurun üyesidir. Herkes ait olduğu yerde olursa sıkıntı olmaz. Yolunu şaşırırsa sıkıntı olur... Oraya gelen insanlar, senin ve senin gibi olanların bacağını, dekoltesini görmek için gelmedi. O nedir öyle daracık daracık elbiseler, göğüsler neredeyse dışarı fırlayacak, yüzlerde bir ton boya. Bu ne yahu. Onları öyle gördükçe kadın cinsinden tiksiniyor insan. Sanmayın ki; erkekler öyle açıkta olan şeylerden hoşlanıyor. Ortada olan değil, gizli saklı olandır cazip olan. Yapmayın, etmeyin böyle, kendinize eziyet ediyorsunuz. Ben böyle bilir böyle derim...