Ha-ber.com
internet gazetesindeki köşemde, uzun günlerde oruç nasıl tutulur
konusunu işledim. Olumlu tepkiler aldığım gibi uygun olmayan cümlelerin
kurulduğu tepkiler de aldım. Onlara kızmadım, darılmadım. Yılların
birikimi olan tortuların birden kaybolması mümkün olmuyor. O yazılarımda
kaynak gösterdiğim İslâm âlimlerinin görüşlerini topluca bir daha
yazarak okuyucularıma sunmayı bir görev bildim. Yazıma konuyla ilgili
Prof. Dr. Süleyman Ateş’e yöneltilen iki soruyla başlamak istiyorum:
S1-Sayın
Hocam! Can Ataklı’nın pazar günkü yazısı için ne düşünüyorsunuz? Tabii
Ramazan’ın değiştirilmesi diye bir şey olmaz ama saatler konusunda
haksız mı? Biz Berlin’deyken İstanbul’a göre en azından bir, hatta bir
buçuk saat daha uzun oruç tutuyoruz. Norveç ve İsveç’te ise bizden de
nerdeyse bir saat daha uzun oruç tutuluyor. Yazın Norveç’te nerdeyse her
gün 20 saate yakın oruç süresi var. Kuran-ı Kerim, ‘Tutamadığınız orucu
kaza yapın sonra tutun diyor. Bunun için bir zaman söylemiyor. Siz de
zaten biliyorsunuz Ramazan’dan 3-5-10 ay sonra Mekke’de oruç tutun, en
fazla 60 dakika oruç süresi uzuyor veya kısalıyor. Norveç’te kişin kaza
yaparsanız 7 saate düşüyor oruç süresi.
Berlin’de ise 8 saat.
Kuran-ı Kerim’e göre bunu kısıtlayan hiçbir süre yok. Ben iç
hastalıkları uzmanıyım. Birkaç gün yemek yememek vücudu yorar ama sağlık
açısından bir zararı yok. Ama bir ay boyunca her gün 18- 20 saat
susuzluk vücuda zarar verir. Zaten iftardan sonra sahura birkaç saat
vakit kalıyor. Bu sürede de fazla su içemezsiniz. Ertesi gün gene uzun
bir susuzluk. Mekke’de her zaman iftardan sonra 11-12 saat ara var. Bu
sürede düzenli yemek yenilir ve su içilebilir. Ben Kuransal İslam’a
inanan bir insanım (Hadislerin büyük çoğunluğu uydurma olduğu için
tümünü reddediyorum. Bu benim yıllarca yaptığım araştırmaların sonucu,
bunun ile ilgili de size sonra yazacağım). Ama buna bir türlü Kuransal
bir çözüm bulamıyorum. Esasında sabitlemek güzel bir fikir de bu
Kur’an’daki Ramazan emrine aykırı. Bunu yapamayız. Zorlanınca biz de
oruçları kışın mı kaza edelim? Önce fitre verelim sonra kışın tekrar
oruç mu tutalım. Hatta Bakara 184’e göre sevaplarımız daha da artar.
Saygılarımla. (Erdoğmuş Celal Burak)
S2- Süleyman Hocam
merhaba, ben son 1 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Buradaki oruç tutma
zamanı, günlerin uzun olması sebebiyle Türkiye’den daha fazla. Uzun
yıllar burada yaşamadığım ve yaşamayacağım için, haliyle yazın uzun
tutup da 20 yıl sonra kış mevsiminde kısa tutmak gibi bir dengelenme
durumu söz konusu olmayacak. O sebeple, niyet ederken İstanbul saatine
göre niyet edip, orucumu o saatler arasında tutsam ne sakınca olur?
Konuyla ilgili açıklama yapabilirseniz sevinirim. Selamlar, (Gökhan
Güneş)
Süleyman Ateş
Görüşü
C1-„Kur'ân-ı
Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu
bölgelere mahsustur. Ancak kutup bölgesine yakın bölümlerde gündüzün
yirmi iki, yirmi üç saat sürdüğü yerler bulunduğu gibi tam kutup
bölgelerinde ise gece ve gündüz altı ay sürmektedir.
Buralarda
yaşayanların, altı ay oruç tutmaları elbette mümkün olmadığı gibi, altı
ayda bir kez sabah ve bir kez de akşam namazı kılmaları da makul olamaz.
Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal şartların
dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır. Esasen
asırlarca önce bazı İslâm bilginleri, bu meseleye cevap vermişlerdir.
Nûru'l-İzâh şerhi Merâkî'l-Felâh'ta şöyle deniliyor: "Güneşin batar
batmaz doğduğu ülkeler vardır... Bir sene kadar uzun sürecek Deccal
günlerinde namaz vakitleri takdir edilir. Yani namaz vakitleri için
belirli saatler ayrılır, namazlar o saatler içinde kılınır. Alım, satım,
oruç, hac ve iddet gibi meselelerde de takdîre göre hareket edilir."
(Ebû'l-İhlâs Hasan ibn 'Ammâr eş-Şurunbilâlî. Merâkî'l-Felâh: s. 53)
Böyle
uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur'ân'ın indiği
kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin
cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da
belirlenecek saatlerde kılınır. Biz vaktiyle bu görüşümüzü İlmihalimize
yazmıştık. Sonradan Menâr'a baktığımızda Reşîd Rızâ'nın da aynı kanıya
vardığını gördük (Tefsîru'l-Kur'ân:2/163).
C2-Kanaatime
göre gündüzün, orta kuşak üstünde günün çok uzun sürdüğü yerlerde, oruç
tutanlar, oruçlarını İstanbul’daki oruç süresine veya Mekke’deki oruç
süresine göre ayarlayabilirler. Onlar, İstanbul’daki veya Mekke’deki
oruç süresini doldurduktan sonra İstanbul veya Mekke saatine göre
oruçlarını açabilirler. Nitekim takriben 80 yıl önce yaşamış olan büyük
âlim Musa Carullah da “Uzun Günlerde Oruç” adlı risalesinde bu görüşe
işaret etmiştir.
Ama henüz İslâm âlimleri bu konuda ortak bir
görüş belirtebilmiş değillerdir. Önemli olan kulun, Allah’ın buyruğu
uyarınca belli bir süre oruç tutmuş olmasıdır. Gerçi bulunduğun yerde
güneş batmıyor ama Mekke’de veya İstanbul’da batmıştır. Özellikle
günlerin üç ay kadar uzun olduğu yerlerde herhalde üç ay boyunca aç
kalacak değillerdir. Üç ay değil, üç gün aç kalanın sağlık dengesi
bozulur, vücut organları fonksiyonlarını yapamaz hale gelir. Allah,
kullarına güçlük çıkarmak için değil, nefislerini arındırıp yüceltmek
için orucu farz kılmıştır.
Ayrıca din hükümlerinde insanlar
arasında eşitlik de esastır. İstanbullu takriben 16 saat oruç tutarken
Almanya’daki bir Müslüman’ın onlardan iki, iki buçuk saat daha fazla
oruç tutması, hükümlerde eşitlik esasına aykırıdır. Elbette bu görüşe
tepki verenler olabilir ama ben vicdani kanaatimi belirtiyorum.
Araştırma ve düşünce sonunda fikrini açıklayan kimse hata da etse sevap
alır. Önemli olan ihlastır (samimiyet).“
Süleyman Ateş Kimdir?
Süleyman Ateş (d. 31 Ocak 1933, Elazığ, Türkiye), Türk ilahiyatçı, İslam hukukçusu, din adamı. 12. Diyanet İşleri Başkanı.
Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni birincilikle bitirdi. Aynı
üniversiteden doktora derecesi aldı. Almanya'da Bochum Ruhr
Üniversitesi'nde sahasında araştırmalar yaptı. Suudi Arabistan'da Riyad
İmam Muhammed Üniversitesi ve Cezayir'de Emir Abdulkadir
Üniversitesi'nde tefsir ve tasavvuf derslerini okuttu. Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslami İlimler Bölüm Başkanlığı ve
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Temel İslâmî İlimler Bölüm
Başkanlığı yaptı. 16 Nisan 1976 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı'na
atandı. Bu görevi 1978 yılına kadar sürdürdü.
Molla Hüsrev (15.asırda yaşamış)
Görüşü:
„Gündüzleri
24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde,
oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan,
vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir
şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer)
Bu
eser Molla Hüsrev’indir. Hanefi mezhebi fıkıh âlimidir. Sivas ile Tokat
arasındaki Kargın köyünde doğmuştur. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmed
tarafından şeyhülislamlığa tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, yirmi sene
boyunca bu görevi yürütmüştür.
Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i
Gurer-il-Ahkâm (Fıkıh ile ilgili olan, sık sık başvurulan bu en önemli
eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde yorumlamaları ile birlikte ders
kitabı gibi takip edilmiştir. Molla Hüsrev, bu eserini 1472 (Hicri 877)
senesinde yazmağa başlamış, 1478 (Hicri 883) senesinde bitirerek Fatih
Sultan Mehmed'e sunmuştur. Kendi el yazısıyla Fatih Sultan Mehmed'e
hediye ettiği Dürer nüshası, İstanbul'da Köprülü Kütüphanesi’ndedir.
Muhammed Hamidullah
Görüşü:
„
Kutuplara doğru yaklaşıldıkça iyice uzayan gün ve gecelerde namaz
vakitleri (takdir edilir). İşte bu (Takdir), meseleyi karışıklıktan
çıkarır, sıhhate kavuşturur.
Takdir, hadisten geliyor.
Peygamberimiz’in (asm) ifadesidir bu. Resûlüllah Aleyhisselam günleri
iyice uzun olmayan yerden çıkacak olan Deccal’ı haber verirken,
"Deccal’ın bir günü sizin bir seneniz kadar uzun olacaktır. Sonraki günleri de beri geldikçe kısalacaktır." buyurduğunda sormuşlar:
- Ya Resûlâllah, bir günü bizim bir senemiz kadar uzun olacağını bildirdiğiniz o günde namazlar nasıl kılınacaktır? Şöyle cevap vermiştir:
- Takdir olunarak! Yani uzun günün saatleri takdir edilerek. Hesaplanarak. (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)
Nasıl takdir edilip, nasıl hesaplanacak?
-En yakın normal vakitli ülkenin takvimi ve saatıyla takdir olunup, hesap edilerek.
Demek ki, Resûlüllah (s)'ın haber verdiği
(takdir olunarak) kelimesi
bize meseleyi hallettirmektedir. Böylece beş vakit namazını en yakın
normal vakitli ülkenin saatına ayarlayarak kılan kimse huzura kavuşur,
yanılmaktan kurtulmuş olur. Burada cevabı gerekecek bir diğer sual de
şudur:
Bazı mevsimlerde gecenin başlamasıyla hemen arkasından
şafak söker, yatsının vakti hiç olmaz. Böylesine kısa gecelerde
namazlarımızı nasıl kılacağız?
Cevabı şöyledir:
Öyle
kısa gecelerin başlangıcında, önce akşam namazına durulur, kılınınca
vakit bulunursa hemen yatsıya başlanır, bitirilince de hemen sabah
namazına girişilir. Böylece kısa gecenin namazları arka arkaya eklenerek
kılınır. Bundan sonrası yine takdir olunarak eda edilir.
İslâm
din-hukuk âlimleri umumiyetle (45) arz dairesindeki saatlerin
(vakitlerin) (90) derecede yâni kutuplarda muteber olduğunu açıklar. (45)
derece ile (90) derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre
hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç vs. için de
böyledir."
Muhammed Hamidullah Kimdir?
Muhammed Hamidullah (1908, Haydarabad - 2002, Florida), İslam dünyasında tanınmış son dönem hadis bilginlerinden birisidir.
İlköğrenimini
Haydarabad'da tamamladıktan sonra, yine bu kentteki hukuk fakültesini
bitirdi. Fakat İslami bilimlere özellikle de siyer ilmine olan
merakından dolayı 1936'da Paris Üniversitesi'nde bu konuda eğitim aldı.
Daha sonra Almanya'nın Tübingen Üniversitesi'ne kaydolarak
"devletlerarası İslam hukuku" alanında ikinci bir doktora çalışması daha
yaptı.
1947'de Paris'e yerleşerek ders vermeye başladı. Akademik
çevrelerdeki ünü giderek arttı ve ders vermek için Fransa dışındaki
ülkelere gitmeye başladı. 1950'li yıllarda Türkiye'ye gelerek İstanbul
Üniversitesi Edebiyat ve Hukuk fakültelerinde ve İzmir, Ankara, Konya
üniversitelerinde dersler verdi. İleri derecede 8 dil biliyordu.
Diyanet İşleri başkanlığı
Görüşü
“Normal
vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda
takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade
edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde
"takdir yöntemi"
ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Fakat İslam Dini’nin
birlik beraberlik ve kardeşliğe verdiği önem gereği bu bölgelerde
uygulanacak olan takdir yönteminde belli bir birliğin sağlanması
gerekmektedir. Bu birlik de, ancak ilgili tarafların bir araya gelerek
meseleyi görüşmeleri ve ortak bir karara varmalarıyla mümkün olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu birliğin sağlanabilmesi için öteden beri
gayretlerini sürdürmektedir.“ (Tarih: 10-11/06/2009 Din İşleri Yüksek
Kurulu Kararı.)
Diyanet İşleri Başkanlığı ne zaman kurulmuştur
Diyanet
İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin
yerine kurulan, ‘İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile
ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet
yerlerini yönetmekle’ görevli kurumdur. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle
429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı bir
teşkilat olarak kurulmuştur.
Anayasanın 136. maddesinde; "Genel
idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve
milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda
gösterilen görevleri yerine getirir." hükmü yer almaktadır.
Abdülaziz Bayındır
Görüşü:
''Kutuplarda
gecelerin karanlık olmayabileceğini gösteren ya da beyaz gecelerin
olabileceğini gösteren ayetler var. Mevcut namaz vakitleri anlayışında
insanların dinlenmesine imkân verilmiyor. Örneğin Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın 1 Ağustos'ta Tromso için ilan ettiği namaz vakitlerine
göre, imsak saati 02.30, yatsı da 23.00'da oluyor. Bu süreler arasında
3,5 saatlik bir ara var. Bu aralıkta insanların dinlenmesi, yemek yemesi
ve oruca başlaması mümkün değil. Ekvatorda yılın tamamında güneş dik
açı yapıyor, gece ve gündüzün uzunluğu sürekli 12 saat oluyor.
Kutuplarda güneş kutba hep paralel olduğu için orada da gece ile gündüzü
12 saat saymak gerekir. Gecenin 3 bölümden oluşması için 45 dereceden
kutba doğru gündüzlerin sürekli kısalması gerekir. Buradaki ölçüler
ekvatora geri dönüş gibi olmalıdır. Yani 50 derecede 40 derece
enleminin, 60 derecede 30 derece enleminin, 70 derecede 20 derece
enleminin, 80 derecede 10 derece enleminin, 90 derecede de ekvatorun
vakitleri geçerli kılınmalıdır. Çalışmalarımız devam ediyor, ancak 1
Ağustos'ta Tromso'da uygulanması gereken oruç vakti imsak için 05.32,
iftar için 19.19. Böylece oruç tutulması gereken zaman yaklaşık 14 saat
oluyor. Gece de dinlenmek için 10 saat kalıyor.'' „ (Süleymaniye Vakfı)
Abdul Aziz bayındır Kimdir
Atatürk
Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi'den 1976 yılında mezun oldu.
1976'dan 1997 yılına kadar İstanbul Müftülüğü'nde çalıştı. Bu süre
zarfında uzman, müftü yardımcılığı, Fetva Kurulu Başkanlığı ve Şer'iyye
Sicilleri Arşivi yöneticiliği görevlerinde bulundu. 1984’te “Şer’iyye
Sicilleri doğrultusunda Osmanlılarda Muhakeme Usulleri” isimli teziyle
İslam Hukuku dalında İlâhiyat Doktoru; 1987’de İslam İktisâdıyla ilgili
çalışmalarıyla da Kelam ve İslam Hukuku dalında doçent oldu. 1993’te
Süleymaniye Vakfı’nı kurdu. 1997 yılında İstanbul Müftülüğü'ndeki
görevinden ayrılarak İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'e öğretim
üyesi (doçent) olarak geçti. 2003 yılında ise İslam Hukuku profesörü
oldu. Bu fakültede Temel İslam Bilimleri adı altında İslam Hukuku Ana
Bilim Dalı Bölüm Başkanlığını yürütmektedir. Arapça, Fransızca ve
İngilizce bilen Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, evli ve dört çocuk
babasıdır.
Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ruşan Abbyasov
Görüşü
Ülkenin
kuzey bölgelerinde gündüz uzunluğunun 20 saati geçtiği ve karanlık
çökmeyen bölgelerde oruç tutanları gündemine alan Rusya Müftüler
Konseyi, yeni bir fetva yayınlayarak oruç süresini kısıtladı.
Ramazan
ayı ve Rusya'daki Müslümanların yaşamlarına ilişkin açıklamada bulunan
Abbyasov, ülkenin Kuzey Kutbu'na yakın bazı bölgelerinde yaz aylarında
güneşin batmadığını veya çok kısa süreliğine battığını vurgulayarak,
Rusya Müftüler Konseyi'nin bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar için
Mekke saat dilimi ve iftar vaktini baz
alarak oruç tutmaları yönünde fetva verdiğini kaydetti. "Güneşin
batmadığı bölgelerde yaşayan Müslümanlar, Mekke saatine uygun iftar
açabilir."
Abbyasov, bu fetvaya uygun olarak sahur vaktinin yerel
koşullara uygun belirlendiğini, ancak iftar saatinin Mekke'deki iftar
saatinin emsali olan yerel saatte açılmasının uygun bulunduğunu
açıkladı.
Hayrettin Karaman
Görüşü
„Ekvator’dan
kuzeye ve güneye doğru ilerledikçe güneşin doğma ve batma vakitleri
değişir, uzar ve kısalır, nihayet günlerce ve aylarca doğmadığı veya
batmadığı enlem derecelerine ulaşılır. Bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar
namaz ve oruç vakitlerini nasıl ayarlayacaklardır?
Bazı
fıkıhçıların ileri sürdüğü “Normal vaktin olmadığı yerlerde, normal
mıntıkalara mahsus oruç ve namaz ibadeti de olmaz” düşüncesi isabetli
değildir. Allah Teâlâ Mekke ve Medine gibi yerlerde yaşayan Müslümanlara
hitap ederek yirmi dört saatlik bir zaman dilimi içinde beş kere namaz
kılmalarını ve yılda bir ay da oruç tutmalarını istemiştir. İbadetin
sebep ve hikmeti, bir yandan insanın ibadetle eğitilmesi, Allah'a
yakınlık elde etmesi, diğer yandan âhirette geçer akçe olan ecir ve
sevabın elde edilmesidir. Güneşin aylarca doğmadığı veya batmadığı
yerlerde yaşayan müminler de çalışma, dinlenme, yeme ve içme gibi
hususlarda hayatlarını yirmi dört saate göre düzenlemekte; yani normal
mıntıkalarda yaşayan insanlar gibi yaşamaktadırlar. Bu müminlerin de
dinî eğitime ve sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de
–tıpkı genel olarak hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve
itibarî (sanal) olarak ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır.
Bu
şartlarda yaşayan müminlerin uygulayacakları vakit cetveli bakımından
âlimlerce iki yol gösterilmiştir: 1. Mekke takvimini uygulamak. 2.
Kendilerine en yakın normal bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet
yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi
üzerine Hz. Peygamber'e, bu “bir yıl kadar uzun günde” namazları nasıl
kılacaklarını soran sahâbîler, “Daha önceki normal günlere göre
kılarsınız” cevabını almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık
tutmaktadır.“ (Müslim, “Fiten”, 110).
Hayrettin Karaman Kimdir
Hayrettin Karaman 1934 Çorum’da doğdu. İlahiyatçı ve yazardır.
1959
yılında Konya İmam-Hatip Lisesi'nden, 1963 yılında İstanbul Yüksek
İslâm Enstitüsü'nden mezun oldu. 1965 yılında İstanbul Yüksek İslam
Enstitüsü'nde asistan olarak çalışmaya başladı. “Başlangıçtan Dördüncü
Asra Kadar İslam Hukukunda İçtihad” konulu tezi vermesiyle fıkıh
öğretmenliğine başladı.
1980 yılında okulun İlahiyat Fakültesi'ne dönüştürülmesiyle birlikte önce doçentliğe, sonra da profesörlüğe yükseltildi.
2001
yılı başı itibariyle emekliye ayrılan Hayrettin Karaman, bilimsel eser
çalışmaları yanında halen günlük Yeni Şafak Gazetesi'nde köşe yazıları
yazıyor. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Hayreddin Karaman'ın
periyodik yazıları, Gerçek Hayat Dergisi ve Eğitim-Bilim Dergisi'nde de
yayınlanmaktadır. Kitap ve makalelerinin yer aldığı bir internet sitesi
de mevcuttur.
Şaban Ali Düzgün
Görüşü
“Kuzey Kutbuna Yakın Olan Yerlerde Oruç güneş
batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş
batımı tespit edilerek, imsak ve iftar vakti tespiti yapılabilir.
Unutmamak gerekir ki paralel ve meridyenler itibaridir. Öyle bir şey
yoktur ama itibari olarak hesap yapmakta kullanılırlar. Orucun kaç saat
tutulacağı konusunda aynen itibari bir zaman tayini yapılabilir. Güneş
batımı, bir zaman tayinidir, orucu açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini
ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler. İsterlerse Mekke’ye kıyas
yapabilirler, isterlerse başka bir yere. Bu konuda bütün insanları
bağlayan bir fetvaya gerek de yoktur. Ama ibadetlerde birlik ruhu
önemlidir ve fetvânın bu anlamda önemi vardır.”
Fetvalar kişiye özeldir
“Üretilen
fetvalar kişiye özeldir. Biri Peygamber’e bir şey sorduğunda onun kendi
durumunu dikkate alarak fetva verirdi. Aynı konuda bir başkasına başka
bir şey söylediği olurdu. Bu fetvaları alıp da bütün Müslüman coğrafya
yaymanın anlamı yoktur. Hanefi fıkhının en temel özelliği herhangi bir
fıkhî hükmün şer’î olmasını değil meşru olmasını önemsemesidir. Şer’î’de
Kur’an’dan ve Sünnet’ten bir referansınızın olması, meşru’da ise,
çıkarılan hükmün Kur’an’a ve sünnete aykırı olmaması, önemlidir. Hanefî
fıkhının farklı coğrafyalarda ortaya çıkan sorunlara çözüm
üretebilmesinde bu esnekliğin rolü büyüktür.”
“Bizden öncekiler adamsa biz de adamız.”
“İslam’ın
kültür tarihinde birkaç şehir medeniyet başkenti olarak sayılır.
Bağdat, İstanbul, Semerkant, Kurtuba gibi. Kur’an için ‘Mekke’de indi,
İstanbul’da yazıldı, Mısır’da okundu, Semerkant’ta anlaşıldı.’ denir.
Daha önce rivayet tefsiri yapılıyorken Semerkant’ta Kuran’ın anlaşılması
üzerine çalışılmıştır. Rivayet tefsiri, daha önce o konuda sahabe ya da
daha önceki âlimler ne demişse onu aktarmaktır. Daha sonra geliştirilen
rey ekolu ise kendi kanaatini belirtmektedir. Fıkıhta Ebu Hanife,
tefsirde Maturidi rey ekolünün önemli isimleridir. Ebu Hanife’ye neden
kendi görüşüne göre fetva veriyorsun dediklerinde, şu meşhur sözünü
söyler “Bizden öncekiler adamsa biz de adamız.”
Şaban Ali Düzgün kimdir
1968
Gümüşhane’de doğdu. 1989’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden
mezun oldu. Seyyid Ahmet Han ve modernist hareketlerle ilgili yüksek
lisans çalışmasını tamamladı. Bu çerçevede İngiltere’de, School of
Oriental and African Studies’de (SOAS) çalıştı. Doktorasını Nesefî ve
İslam Filozoflarında Allah-Âlem İlişkisi adıyla verdi.
2000-2001
akademik yılında öğretim üyesi değişimi programı çerçevesinde Gregoryan
Üniversitesi’nde (Roma); 2003-2004 akademik yılında ise Georgetown
Üniversitesi’nde (Washington, DC) misafir öğretim üyesi olarak çalıştı.
2005’de profesör oldu.
2007-2008 eğitim öğretim yılında, Fulbright
Muslim Scholar olarak Birmingham Southern College’da öğretim üyesi
olarak çalıştı. Alabama Üniversitesi, Montevallo Üniversitesi, Samford
Üniversitesi’nde ders ve seminerler verdi. Uluslararası Ahmet Yesevî
Türk-Kazak Üniversitesi’nde (Kazakistan) ders verdi (2013). Fulbright
Türkiye Seçici komisyon üyesidir. İngilizce İlahiyat Bölüm Başkanlığını
yürütmüştür (2010-2012). İnternet Kelam Araştırmaları Dergisi’nin
editörlüğünü yapmaktadır. Hali hazırda Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Kelam Anabilim Dalı başkanıdır.
Musa carullah Bigiyev
Görüşü
„Mekke
ve Medine’de en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa ekvator’un
kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Bu ülkelerde
yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilirler.“
Musa
Carullah’ın Uzun Günlerde Oruç adlı bir eseri vardır. İsteyenler o
kitabı okuyabilirler. (Doç. Dr. Abdullah Kahraman’ın İz Yayıncılık,
İslam klasikleri dizisi:35, İstanbul, 2009)
Müellif, Uzun Günlerde
Oruç adlı eserine şöyle başlıyor: “Allah sizin için kolaylık diler,
zorluk dilemez” (Bakara,185) ve “Allah dinde üzerinize zorluk
kılmamıştır” Hac Suresi, 78)
Söz konusu eserin 136.sayfasında:
“Şâri’i Kerim’in şahadetine göre, insanı halden düşürecek derecede büyük
meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır” tespitinde
bulunuyor.
Aynı sayfada: “ Oruca büyük güçlükle dayananların bir
yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir” (Bakara,184) tespitinde
bulunularak: “Yani, orucu takatle, yalnız güçlükle ve zahmetle yerine
getirebilenlere oruç farz değil, bilakis orucun yerine fidye vermek farz
olur. Buradaki ‘yutikûne’ cümlesinin manası güçlükle, zahmetle ve
meşakkatle eda edebilenler demektir” şeklindeki bir ifadeyle yer
veriyor.
Musa carullah Bigiyef Kimdir:
1875'de
Kazan'da doğan Müellif, orada başlayan tahsilini, Buhara, Mısır, Hicaz,
Hindistan ve Şam medreselerinde tamamladı. Tahsil hayatından sonra
döndüğü memleketinde ilmî, siyasî ve içtimaî hareketlere öncülük etti.
1917 Bolşevik İhtilali'nden sonra da bu çalışmalarını sürdürdü. Yazdığı
bir eserden dolayı tevkif edildi, eziyet ve işkencelere uğradı ve
Rusya'dan kaçmak zorunda kaldı. Sürgün denilebilecek bu hayatı, Çin,
Hindistan, Almanya, Türkiye, Japonya ve Mısır'da geçti. 1949'da
Kahire'de vefat eden Musa Carullah'ın çeşitli meselelere dair çok sayıda
eseri bulunmaktadır. Ayrıca T. İzutsu'nun (1914-1993) Arapça hocası
olduğu bilinen yazar I. Türk tarih kongresine de katılmıştır. (A/16)
Musa
Carullah din ve Müslümanlar hakkında şu tespitte bulunur:
"İslâmiyet'in kendisi de ilahi rahmet kadar genişti. Bu genişliğine göre
de âlemlerin Rabbi Hz. Allah tarafından İslâmiyet, insanlık âlemi için
genel, aynı zamanda sonsuza dek bir din olmak sıfatıyla; varlığın
efendisi Hz. Muhammed(s) vasıtasıyla Kur'an-ı Kerim'de
bozulup-değiştirilmesi imkansız mucizevi metniyle bildirildi.
İslâmiyet'in bu seçkin erdemi insanlık âleminde süratle yayılmasına
güçlü bir sebep te olmuştu. Fakat İslâmiyet'in o genişliği o kadar uzun
sürmedi. İnsanların çoğu çok geniş olan İslâmiyet'i kendi dar
düşüncelerinde ve gayet dar gönüllerinde derinleştirmekte aciz kaldılar.
Çünkü çaresiz ya kendi gönüllerini geniş tutmak ya da İslâmiyet'i kendi
gönülleri kadar dar, adeta "hiçlik" mesabesine düşürmek zorundaydılar.
Fakat kendi gönüllerini geniş tutmaktan aciz kalan insanlar, İslâmiyet'i
daraltmaktan korkmadılar. O zamanın siyasi şartları da buna müsaade
etti.
Bu durumun etkisiyle İslam Âleminde dar gönüller kadar, çok
ufak mezhebler kısa bir sürede oluşarak pıtırak gibi çoğaldı.
Akledilebilenlerin dairesi kadar geniş olan İslâmiyet,. değil insanlığı
kapsayabilmek, ufak bir şehirde toplanan küçük bir cemaati bile iman
dairesine alamaz oldu. İslâmiyet "ya falan oğlu filan gibi inan ya da
sonsuza dek cehennemde yan! canın da malın da helal!." gibi en büyük
zulüm, en büyük cehalet temeline bina edilmiş bir parçacıktan ibaret
kılındı. Neticede İslâmiyet, sarıklıların keyfi arzularına hizmet
ettirilen son derece kaba bir kural şekline dönüştürüldü. Bu durumun
kötü etkilerini sayıp bitirmek mümkün değildir? Fakat, İslam dünyasının
başına gelen siyasi, sosyal sorunların her birinin temel nedeni
genellikle bu durum olmuştur şüphesiz."
Sonuç:
Rüştü Kam
Kur'an'ı,
indiği yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da
bulunduğumuz bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap
verebilecek yorumlarımızla İslâm'ı yaşanabilir bir din haline
getirmeliyiz. Bizlerden istenen budur. Din bizim elimizde insanlara
sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını
giderecek İlahi mesaj haline gelmelidir. Oruç Medine'de farz
kılınmıştır. Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur.
Medine gecesi ve gündüzü eşit olan bir zaman ölçüsüne sahiptir.
12+12=24.
Gece ve gündüz kavramını Medine'dekiler tanıma
uygun, yaşam standartlarına uygun olarak tam manasıyla anlamışlardır. Bu
şu demektir: Oruç zamanı 12 saattir. Çünkü gün 12 saat gece ve 12 saat
gündüzden ibarettir. İmsak vaktini bir saat geriye çekersek oruç süresi
13 saat olur. Öyleyse oruç ibadetinin süresi 13 saattir. Dünyanın
neresinde olursanız olun ölçü ve süre böyle olmalıdır.
Öyleyse bu sürenin başlangıç ve bitişi de takdir ile tespit edilerek oruç tutulur.
Çünkü
oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç bir disiplindir.
Belirlenen o süre içinde nefsin disipline edilmesidir. Helallere ulaşma
yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda "umulur ki korunursunuz"
uyarısı vardır. Korunulacak olan şeyler bellidir. Yalandan, iftiraya,
kalp kırmaya, cimrilikten, ihtikâra ve israfa kadar ne kadar toplum
menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunulacaktır. İşte
oruç tutmak böyle bir şeydir.
Bu uyarı göz önüne alınırsa
aslında oruç kendi başına ibadet değildir. İnsanlar aç kaldıkları için
sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza da almazlar. Oruç. yukarda
zikrettiğim ibadetlerin ön şartı olmalıdır. Sevap ve ceza o ibadetlerin
yapılıp yapılmayışıyla ilgilidir.
Dini yaşam için
Müslümana bazı coğrafi bölgeler avantaj sağlarken, bazı coğrafi bölgeler
dezavantaj olmamalıdır. En doğrusunu Sahibimiz bilir.
Ben
böylece görevimi hakkıyla yaptığım kanaatindeyim. Bana ufuklarını
açtığım, ibadetlerini huzurla yapmalarına yardımcı olduğum için dua
edenler var. Onlara teşekkür ederim. Bana kızanlara, hoş olmayan sözler
söyleyenlere de hoşgörü ile yaklaşır, onlar için Mevlam’a duacı olurum.
Allah’ım bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı, sen onlara hidayet
nasip eyle, akletmeleri için onlara yardım et derim.
Selam ve dua ile