Tam
adı Muaviye bin Ebi Süfyan'dır. 602 yılında Mekke'de doğan
Muaviye Hz. Muhammed'in Mekke'yi fethinden sonra müslüman oldu.
İkinci
Halife Ömer döneminde Şam'a Vali olarak tayin edildi. Muaviye'nin
gücü, akrabası olan Hz.Osman zamanında iyice arttı. Üçüncü
halife olmuştu. Hz.Osman'ın halifeliğiyle Muaviye Şam'ın
yanısıra Suriye'nin diğer vilayetlerini de idaresi altına aldı.
Böylece Muaviye, bütün Suriye ve çevresinin valisi olup, servet
ve iktidarını günden güne arttırmaktaydı.
Yine
Muaviye, Hz.Osman'ın intikamcısı rolüne sarılmakla kalmıyor;
halife Hz.Osman'ın katillerini teslime rıza gösterdiği taktirde
Hz. Ali'ye biat etmeğe razı olduğunu ilan ediyordu ki, bu apaçık
siyasi bir manevraydı. Muaviye bu manevradan Sıffin Savaşı
öncesindeki müzakerelerde oldukça yararlanmıştı.
Emevi
sülalesi İslâm'ın doğuşu ile kaybettikleri nüfuz ve iktidarı
yeniden ele geçirebilmek için akıl almaz yollara başvurmuşlardır.
Özellikle Muaviye'nin ve Yezid'in davranışlarının iyi niyetle
izahı mümkün değildir.
Muaviye,
servetini siyasal başarısı için seferber etmiş durumdaydı.
Karşıtlarından kiminin öldürülmesi yolu benimsenirken, kiminin
de para ile satın alınması yoluna gidilebiliyordu. Tahsis ettiği
maaşların ve cömertce ihsanların altın zinciri ile en inatçı
aleyhtarlarının dizginlerini elinde tutmayı başarmış idi.
Muaviye'nin
suçlanmasına yol açan davranışlarını şu şekilde sıralamak
mümkündür:
1.
Muaviye, Şam dışındaki bütün İslâm eyaletlerinin meşru
halifesi olan Hz. Ali'ye savaş açmış ve esasta iktidarı elde
etme amacını Hz.Osman'ın kanını talep iddiasıyla hasıraltı
etmeyi amaçlamış, dolayısıyla o zamana kadarki İslâmi
teamüllere karşı çıkarak hilafeti gaspetmiştir.
2.
Muaviye, siyasi amaçları uğruna, vali ve hakimlere ferman
göndermek suretiyle Hz. Ali'ye, Ebu Turap lakabıyla birlikte küfür
ettirir, lanet okutturur, sövdürürdü. Ebu Turap, toprağın
babası anlamında olup, Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali'ye verilmiş
bir ad idi ve Hz. Ali de bu lakabı çok severdi. Muaviye ile
başlayan bu adet diğer Emevi hükümdarları zamanında da sürdü.
Mescidi Nebevi'de, Peygamberin manevi huzurunda, onun minberinde en
çok sevdiği zata karşı yakışık almayan küfürleri savurmak
adet bile oldu.
3.
Muaviye, diyet uygulamasında sünnete aykırı davrandığı gibi,
ganimet mallarının dağıtılmasında da Allah'ın Kitabı ve
Resulü'nün sünnetinin açık hükümlerine aykırı davranmıştır.
Emevi soyunun idarecileri, Hz.Ömer b. Abdülaziz istisna
edilecek olursa, Kur'an ve Sünnet'i dünyevi hırs ve menfaatler
uğruna feda edebilmiş ve tarihte ''İslâm'' değil ''Arap''
devleti adıyla şöhret kazanmışlardır.
4.
Muaviye, valilerini o zamanki yasalardan üstün sayıyordu.
Valilerinden Ziyad b. Ebih ve Bişr İbni Ertat'ın yaptıkları
katliamlar ve zulümler tarihçilerce oldukça yer verilen
konulardandır. Muaviye ise bu zulümlere sessiz kalıyordu.
Muaviye'nin Basra valiliğine getirdiği Ziyad b. Ebih, Irak'ta
haksız yere binlerce insanı öldürttü. Muaviye'nin
komutanlarından Büsr İbni Ertat, Mekke, Medine ve Yemen'de zalimce
icraatleriyle ortalığa dehşet saçtı.
5.
Muaviye, amaçlarına engel olarak gördüğü kişilerden kurtulmak
için hiçbir hareketten çekinmezdi ve kanlı emelleri uğruna pek
çok değerli şahsın ölmesi onun idaresi dönemine rastlar. Mesela
Ammar b. Yasir, Eşter b. Malik, Muhammed İbn-i Ebu Bekir ve Hucr b.
Adî bunlardandır. Bu şahısların tümünün de ortak yanı, Hz.
Ali'nin tarafında yer almış oluşlarıydı.
6.
Muaviye, Hz. Hasan'la yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak, ölmeden
önce oğlu Yezid'e biat edilmesini istedi. Böyle bir durum, o
zamana kadar Arapların ve Müslümanların anlayışına uymadığı
gibi, Yezid de serbest hareketlerinden dolayı fasık sayılıyordu
ve böyle bir kimsenin halifeliğe adaylığını kabul etmek mümkün
değildi. Böylece, Muaviye, tarihe içki içen ilk halife olarak
geçen oğlu Yezid'i, kendisine halef tayin etmiş oluyorduki bu
durum hilafetin saltanata dönüştüğünün açık bir
göstergesiydi.
Müsteşrik,
G. Levi Della Vida'nın da dile getirdiği gibi, Muaviye'nin
halifeliği, İslâm'ın devlet teşkilatı tarihinde yepyeni bir
dönem açıyordu. Artık halife, sünneti uygulayan veya devam
ettiren kimse olmaktan çıkıyor, Arap aleminin belli başlı
siması, askeri kuvveti, aile ilişki ve etkileri, kendi şahsi
itibarı sayesinde, kabile reisleri arasında en başta geleni
oluyordu. Artık halife, resmi ünvanı bakımından olmasa bile,
fiilen bir ''melik'', daha doğrusu Yunanlıların ''tiran'' dediği
türden bir hükümdardı.
Muaviye'nin
iktidarı ile birlikte; saray adabına ve merasimlere aşırı
derecede önem verilmeye başlandı.
Muaviye'nin
işlediği en önemli dört kötülüğü şu şekilde sıralamak
mümkündür:
-Muaviye
her yönden dört halife devrinin sadelik, dürüstlük, eşitlik,
adalet, kanaat kapılarını kapamış, Suriye'ye sinen Bizans ve
İran saray politikası ile ihtişamının esiri olmuştur.
-Serkeş
birisini kendisine halef tayin etmiştir ve,
-Milleti,
Yezid'e biat ettirmek suretiyle Halifeliği saltanata dönüştürmüştür.
-Cami
minberlerinden Hz. Ali'ye lanet okutturmuştur.
-Yezid kimdir?
Esasen
Halife, eşitler arasından istişare ile seçiliyordu. Muaviye bu
kuralı elinin tersiyle iterek, daha henüz sağken, çevresindekileri
etki altına aldı ve kendisinden sonra oğlu Yezid'e biat etmelerini
sağladı. Böylece o zamana kadar Araplara yabancı olan saltanat
uygulaması fiilen başlamış oldu. Bu şekilde, Halife'nin seçimi
ve liyakati gibi unsurlar geri plana itilerek halifelik makamı bir
tür saltanat kurumu haline dönüştürüldü.
Hz.
Ali'nin vefatından sonra( 24 Ocak 661), Hz. Ali'nin halifeliğini
tanımış -Şam ve Mısır dışında- bütün eyaletler Hz. Hasan'a
biat ettiler.
Muaviye
bu durumu haber alınca 60 bin kişilik bir ordu ile Irak'a yürüdü.
Hz. Hasan da 40 bin kişilik bir ordu ile yola çıktı. Ancak Hz.
Hasan karşı tarafın askeri gücünden ve yandaşları arasındaki
ayrılıklardan çekinerek, savaşı göze alamadı ve yapılan bir
anlaşma sonucunda halifelikten çekildi. Anlaşmaya göre;
-Hz.
Ali yandaşlarına eziyet edilmeyecek,
-Hutbelerde
Hz. Ali'ye lânet okunmayacak,
-Halifelik
Muaviye'den sonra Hz. Hasan'a devredilecek,
-Hz.
Ali soyundan gelenlere maddi katkıda bulunulacaktı.
Ancak
zaman niçerisinde askeri ve siyasi gücünü iyice sağlamlaştıran
Muaviye ''Hasan'la olan ahdim ayağımın altındadır.''
demek suretiyle, anlaşma hükümlerini bir bir çiğnedi.
Ve
Hz. Hasan'ın ortadan kaldırılmasi gerekiyordu ve Muaviye'de öyle
yaptı. Mervan b. Hakem'i Medine'ye bu iş için yolladı. Mervan
çeşitli hilelerle Hz. Hasan'ın eşi Ca'de binti Eş'as'ın, Hz.
Hasan'ı zehirlemesini sağladı ve böylece Yezide Halifelik yolu
açılmış oldu.
Yezid'in
veliahtlığının bir hayli tepki görmesine karşın, Muaviye
çeşitli girişimlerle Yezid'e biat sağlıyordu. Hatta Muaviye'nin
kendisi bu amaçla kalkıp Mekke'ye ve Medine'ye geldi ve buraların
halklarına, Yezid'in veliahtlığını öteki bütün eyalet ve
şehirlerin kabul ettiğini söyleyerek ve tehdit ederek onların da
biatını aldı. Sadece Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i
Ömer biat etmediler.
Muaviye
18 Nisan 680'de Şam'da ölünce Yezid daha önce kendisine veliaht
olarak biat edildiğinden babasının yerine saltanat tahtına geçti.
Onun için önemli bir sorun olarak Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve
İbn-i Ömer'in biatleri meselesi vardı.Yezid, Medine Valisi olan
amcası oğlu Velid'e bu üç kişinin biatlerinin bir an önce
sağlanmasını isteyen bir mektup yazdı. Mektubunda özellikle Hz.
Hüseyin'in biatının sağlanmasını istiyor, ''Biate yanaşmazsa
başını al ve bana gönder'' diyordu.
Bütün
Hicaz, zor karşısında sinmişti ama bu makamın (halifeliğin)
ilim, ahlak ve fazilet bakımından gerçek sahibinin Hz. Hüseyin
olduğunu çok iyi biliyordu. Birçokları da Hz. Hüseyin'i,
müslümanları bu makamın layıkı olmayan bu adamdan kendilerini
kurtarmaya çağırıyordu. Hz. Hüseyin de İslâm aleminin yaşadığı
bu ızdıraplı dönemi yakından izlemekteydi. Hz. Hüseyin
kendinde, babası Hz. Ali, dedesi Hz. Muhammed'in bütün vasıflarını
toplamış gibiydi. Fakat karşısında para, servet, şöhret ve
hileye dayanmış Emeviler gibi bir düşman vardı.
-Hz. Hüseyin'in katili Yezid
Kendisine
saltanatı devreden babası Muaviye ölürken bile başucunda bulunma
gereği duymayan, avlanmakla gönül eğleyen Yezid, gününü
gecesini çalgı dinlemekle, köçek çengi oynatmakla, içip
kendinden geçmekle sürdürmeyi adet etmiş bir kişiydi. Özellikle
maymunlara ve köpeklere çok düşkündü. Ebu Kubays adını
verdiği bir maymunu vardı ki, ona alaca bulaca renkli ipek elbise
giydirir, başına ipekten örülmüş bir külah koyar, dişi bir
merkebe bindirir ve atlarla yarışa sokardı.''
Sıbt
İbn'il-Cevzi'ye göre Yezid üç şeyi çok severdi: Kadın, şiir
ve müzik. İşte böyle bir kişi, müslümanların başına geçmiş,
İslâm'ın temsilcisi sözde halifesi olmuş ve Müminlerin Emiri
diye anılmaya başlanmıştı. Bu duruma oldukça üzülen Hz.
Hüseyin, Medine'de kendisine Yezid'e biat etmesini öğütleyen
Mervan'a şu yanıtı veriyordu: ''Başımız sağolsun; çünkü
ümmet, Yezid gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir
belaya uğradı.''
-Hz. Hüseyin ve Kerbela olayı
Hz.
Hüseyin Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın ikinci
çocuğu idi. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu
adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Peygamber Hz. Hasan ile Hz.
Hüseyin'i çok severdi. ''Bunlar benim oğullarımdır,
kızımın oğullarıdır; Allahım ben onları seviyorum, sen de
onları sevenleri sev.'' derdi.
İmam
Hüseyin'in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde
geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini
yani Hz. Muhammed'i ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma'yı
kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır.
Üçüncü
halife Hz.Osman'a karşı gerçekleşen isyanda Hz. Ali
onu ve abisi Hz. Hasan'ı halifenin evine göndererek eve kimseyi
sokmamalarını emretti (656). İsyancılar buradan içeri
giremediler, ancak başka bir evden geçerek Hz.Osman'ı öldürmeyi
başardılar. Bunun üzerine Hz. Ali oğullarını sert bir
şekilde azarladı. Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla
birlikte Kûfe'ye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz.
Ali'nin şehadeti sonrasında abisi Hz. Hasan'a itaat etmeyi yeğledi.
Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti.
Ancak abisinin Muaviye'nin hileleriyle zehirletilerek şehid
edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu
değiştirdi. Yezid'e biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda
sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.
Daha
önce de söz ettiğimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çeşitli hile
ve tehditlerle halkı oğlu Yezid'e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve
bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak
babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere, Velid'e
yolladığı mektupta ''her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin,
İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer'in biatlerinin sağlanmasını, eğer
bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine
gönderilmesini'' istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını
kabarttığı Emeviler'in yapamayacakları iş yoktu. Babası
Muaviye'nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili
torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyt'e zulüm etmeye
kararlıydı.
Doğal
olarak Hz. Hüseyin, Yezid'e biat etmedi ve Velid'in çabaları sonuç
vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi'nin de
tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke'ye gitti. Ayrıca
bu sırada Hz. Hüseyin'in Mekke'ye gittiğini öğrenen Kûfeliler
de Hz. Hüseyin'e elçiler göndererek Kûfe'ye davet ederek
kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdiler.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amca oğlu Müslim b. Akıyl'i oradaki
durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kûfe'ye
gönderdi. Önceleri Müslim Kûfe'deki çalışmalarında başarılı
oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke'den Kûfe'ye doğru yola
çıktı.. Hz. Hüseyin kendisini Kûfe'ye gitmekten alıkoymaya
yönelik girişimlere ''Rüyasında dedesi Hz. Muhammed'i gördüğünü
ve başladığı iş ister lehine ister aleyhine olsun,
dönmeyeceğini'' söylüyordu.
Bu
arada Müslim'in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca,
Kûfe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak
idam edildi. Ubeydullah'ın Kûfe valiliğine atanması şüphesiz
anlamlıydı. Çünkü o Muaviye'nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih'in
oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah'ın
Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin'i davet eden onbinler
korku ve tehditle sindirildi.
Hz.
Hüseyin, Mekke'den Kûfe'ye doğru yola çıktığında amca oğlu
Müslim Yezid'in adamlarınca öldürülmüştü. Hz. Hüseyin
kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile
karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kûfe'deki durumu sorunca,
Ferezdak, ''Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni
Ümeyye(Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini
işler.'' dedi. Hz. Hüseyin de ''Doğru söyledin , Allahın dediği
olur.'' dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslim'in Yezid'in
adamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde
oldukça üzüldü.
Kûfelilerin
kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim'e oynanan oyun
herşeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için başkoyduklarını
söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke'den yola çıkan
ailesi ve fedakar dostlarıyla , yola devam etmekten çekinmedi.
Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken
kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında
bulunanlar ''hayatlarını kurtarmak için onu terketmek alçaklığını
yapmayacaklarını ifade ettiler. Hz. Hüseyin ya başarıya
ulaşacak, müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri
içinde yaşatacak, Yezid'in saltanatına son verecek yada bu yolda
boyun eğmeden şehid olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil
duyguların esiri olarak adım adım Kerbela'ya, her neye malolursa
olsun gidecekti.
Hz.
Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela'ya geldiklerinde hem susuz
bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış
durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim
Ubeydullah, Hz. Hüseyin'in geri dönmek, Yezid'le görüşmek veya
İslâm sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden
hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid'in emrini yerine
getirmek yani Hz. Hüseyin'i şehid etmekti. Çünkü biliyordu ki,
Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid'e rahat yoktu.
Nihayet
10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son
hazırlıklarını yaptı ve Yezid'in ordusuna yaklaşarak onlara
hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş
azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. Hz.
Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve
Yezid'in ordusuna hitaben:
''Ey
Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini
dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim size
helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler
için -Siz Ehlibeyt'in seyyitlerisiniz- diye buyurmuştu. Bunu
bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi
ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim?Şayet bu hadisi unuttu
iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne
istiyorsunuz? Medine'de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında
kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke'de itikafa
çekilmeme müsade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar
ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu
davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek
istiyorsunuz. Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne
yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını
mı gasbettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne
gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır....''
Konuşmadan
sonra Ömer b. Sa'd gelip: Ey Hüseyin! Dedi, bu hikayelerden bir
sonuç çıkmaz. Ya Yezid'e biat edersin yahut da ölümü göze
alırsın.!...
Çok
dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin'in 23 süvari
ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice
azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin
insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr'in emriyle her
yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi. Peygamberin torunu
Hz. Hüseyin'in vücudunda otuzüç ok, otuz dört kılıç ve kargı
yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680
Sonra
çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam
Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın
bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak
saklanmıştı. Hz. Hüseyin'in şehid edilmesi sonrasında çadıra
koşan Şimr ''Hüseyin'in bir oğlu daha olacak o nerede?'' diye
aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu.
Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr'e hücum ederek
Zeynel Abidin'i bu caninin elinden kurtardılar.
Bu
çirkin şavaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir
bebek olan Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Asgar'dı. Hz. Hüseyin'in
yanındakilerden şehid olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid
ordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah'a
gönderdi. Hz. Hüseyin'in kızları, kızkardeşleri ve çocuklar da
Kûfe'ye Ubeydullah'ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah'ın
Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi;
kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel
Abidin'i öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra İmam Zeynel
Abidin'in ellerini bağlatıp, Kerbela'da öldürülenlerin kesilmiş
başlarını, çoluk çocuğu Şam'a Halife Yezid'in yanına yolladı.
Şam'a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid'in
yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının
ayrıntılarını anlatmıştı.
Hz.
Hüseyin'in ailesini getiren kafile Yezid'in sarayına getirilmişti.
Kısa süre sonra Ehlibeyt kadınlarını Yezid'in huzuruna
çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin'in kesik başını Yezid'in
önünde görünce feryad ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla
birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid'in
huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid'in yanında
bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça
belirtmişlerdi.
Yezid
Hz. Hüseyin'i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış
sayılırdı. Şimdi Ehli Beyt'e yalandan da olsa saygılı
davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin'in zincirlerini çözdürdü.
Yezid'in kadınları da Ehli Beyt kadınlarını teselli etmeye
çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve
cinayetleri unutturabilmek için Ehli Beyt'e iyi davranıyor, sarayda
onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini
belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız
kıtası eşliğinde onları Medine'ye kadar götürdü.
-Kutsal şehirleri yıkan
Yezid
Medine
halkı fasık ve günahkar olarak gördüğü Yezid ve iktidarına
karşı ayaklanarak, valiyi şehir dışına atmış yerine
Abdullah'ı valiliğe getirmişlerdi. Yezid bu durumu haber alınca
Akabe oğlu Müslim adlı zalimi onikibin askerle hemen Medine'ye
gönderdi ve şu talimatı verdi: ''Şehir halkına üç gün süre
ver. İsyandan vazgeçmezlerse, onlarla savaş. Zafer kazanıldıktan
sonra da bütün şehri yağma et.'' İslâm'ın bu kutsal şehrinde
sözde halife Yezid'in arzuları doğrultusunda İmam Zuhri'nin
bildirdiğine göre on binden fazla insan öldürüldü.
Evlere
saldıran askerler, ellerine geçirdikleri malları almakla
yetinmediler, masum bini aşkın kadına da tecavüz etmekten de
kaçınmadılar. Tarihçi H. M. Balyuzi bunu şu şekilde anlatıyor:
''...Medine düştüğü zaman Hz. Muhammed'in geride kalan
dostlarından seksen kişi ve yediyüz hafız öldü. Peygamberin
şehri yağmacılara teslim edildi; yapılan barbarlık ve tecavüz
inanılır gibi değildi. Peygamberin mescidi dahi kurtarılamadı.
Etrafı ahır alanı oldu. Medine sınırları içinde daha pek çok
insan kılıçtan geçirildi, kalanı da şehri terketti. Ölümden
yakasını kurtaranlar Yezide yalnız halife olduğu için değil
aynı zamanda onların efendisi ve amiri olarak itaat etmek zorunda
bırakıldılar. Karşı çıkanlar ise kızgın demirle
dağlanırlardı. 26 Ağustos 683'te gerçekleşen bu Medine'ye
Yezid'in saldırması olayı, Harre Savaşı(vak'atül Harra) olarak
bilinir.
Medine'yi
kanlı bir şekilde susturan Yezid Ordusu daha sonra Mekke'ye
yöneldi. Tepeler üzerine yerleştirilen mancınıklarla şehir taş
yağmuruna tutuldu. Kuşatma iki ay kadar sürdü ve Kâbe'ye de
mancınıkla taş atıldığı gibi, şehirde yer yer yangınlar
çıktı. Bu kuşatma Yezid''n öldüğü haberinin Mekke'ye
ulaşmasına kadar sürdü. Böylece Yezid, Kâbe'ye saldırma
şerefini (!) de elde etmiş oldu. Yezid 11 Kasım 683'te kötü bir
nam bırakarak öldü.
-Sonuç
Yezid'in,
Hz. Hüseyin'e, Hz. Ali soyuna ve yandaşlarına yaptıkları, Mekke
ve Medine'ye saldırması İslâm tarihinin en kara sayfalarını
oluşturur. Yezid, hilafetin haksız varisi, Hz. Hüseyin'in
katledilmesinin ve mukaddes şehirlerin kirletilmesinin baş
sorumlusu olarak müslümanların hafızasında kötü bir isim
bırakmıştır. Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar,
azgınlaşmışlar ve Peygamber'in Ehli Beytine olmadık şeyler
yapmışlardır. Bütün bunlar sonrasında Emevi saltanatı kökünden
sarsıldı ve yıkıldı. İslâm alemi yüzyıllardır Peygamber
torunlarına yapılan bu zulmü unutmadı. Nihayet bir gün Muhtar
isimli bir kahraman arkadaşları ile birlikte ayaklandı. Kûfe
şehrindeki Ömer bin Sa'd ile Kerbela Olayı'na katılanlardan 210
kişi kılıçtan geçirildi. Bu karışıklıklar sırasında
kaçmaya çalışan Hz. Hüseyin'in katili Şimr de yakalandı ve
katledildi.
750
yılında Emevi Hanedanı'nı deviren Abbasiler, onlardan öyle bir
öç aldılar ki, ölülerinin kemiklerini bile mezarlarından
çıkarıp yaktılar.
İslâm
tarihinde Muharrem ayı içerisinde gerçekleşen bu facia her yıl
canlandırılır. Ehli Beyt için ağıtlar, mersiyeler söylenir,
matem tutulur. Kerbela'da Hz. Hüseyin ve Abbas adına birer cami
yapılmıştır. Hz. Ali'nin türbesi ise Necef'tedir. İmam Hüseyin
Camisinde, Ali Ekber, Ali Asgar ile birlikte Kerbela'da şehid düşen
72 kişinin mezarı vardır. Hz. Ali'nin türbesinin bulunduğu yere
Meşhed-i Ali denir. Meşhed bir şehidin şehid olduğu yer
demektir. Minareleri ve kubbe şeklindeki tavanları altın yaldızlı
bakırla kaplıdır. Meşhed-i Ali'nin çok görkemli ve göz
kamaştırıcı bir görünümü vardır. Meşhed-i Hüseyin ise
ormanlarla çevrilmiş, minareler ve kubbe altın yaldızlı bakırla
kaplı büyük ve güzel bir abidedir.
-Kerbela
Kerbela
Şehri, Bağdat'tan 80 km. Ve Fırat'ın 25 km. Batısında
bulunmaktadır. Hem Şah İsmail hem Kanuni, Necef'le birlikte
Kerbela'yı ziyaret etmişler ve İmam Hüseyin'in türbesine karşı
saygı ve bağlılık göstermişlerdi.
-Matem ve muharrem orucu
Aleviler
yüzyıllardır, Hz. İmam Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilmesinin
anısına, Muharrem ayının 1-12 günleri arasında matem orucu
tutarlar. Matem (yas) orucuna Kurban Bayramı'ndan 20 gün sonra
niyet edilir.
Rüştü
Kam
1-Aczi,
Remzi : Yeni
Gülzar-ı Haseneyn Vaka-i Kerbela,
İstanbul, 1955.
2-Ahmet
Cevdet Paşa : Kısas-ı
Enbiya ve Tevarih-i Hülefa,
c. 1.
3-Arnold,
T. W. : ''Halife'', İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ,
c. V/I, s.150.
4-Ateş,
Ahmed : ''Hüseyin'' md., İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ,
c. V/I, s. 636.
5-Balyuzi,
H. M. : Hz.
Muhammed ve İslam Devri,
İstanbul, 1996.
6-Brockelmann,
Carl :
İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi,
Ankara, 1992.
7-Buhl,
Fr. : ''Sıffin'', İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ,
c. X, s. 553.
8-Çağatay,
Neşet : ''Ziyad b. Ebih'', İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
c. XIII, s. 617.
9-Fığlalı,
Ethem Ruhi : Türkiyede
Alevilik Bektaşilik,
İstanbul, 1990.
10-Fuzuli
: Saadete
Ermişlerin Bahçesi,
İstanbul Maarif Kitaphanesi.
11-Gölpınarlı,
Abdülbaki : İslam
Tarihi,
İstanbul, 1975.
12-Gölpınarlı,
Abdülbaki: Tarih
Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik,
İstanbul, 1979.
13-Gölpınarlı,
Abdülbaki: Oniki
İmam,
İstanbul, 1979.
14-Huart,
Cl. : ''Ali'', İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ,
c. I, s. 307.
15-Huart,
Cl. : ''Eşter'' md., İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
16-Karahan,
Abdülkadir :
Fuzuli (Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti),
İstanbul, 1996.
17-Karahan,
Abdülkadir : Anadolu
Türk Edebiyatında Maktel-i Hüseyinler,
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi mezuniyet Travayı,
1939.
18-Katip
Çelebi : Mizanü'l-Hak
Fi İhtiyari'l-Ahak,
Ankara, MEB Yayınları,
19-Kennedy,
H. : The
Prophet and the Age of Caliphates,
London, 1986.
20-Lammens,
H. : ''Muaviye'', İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
c. VIII, s. 438.
21-Lammens,
H. : ''Büsr'', İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ,
c. II, s. 841.
22-Mevdudi
: Hilafet
ve Saltanat,
İstanbul, 1972.
23-Noyan,
Bedri : Bektaşilik-Alevilik
Nedir?,
Ankara, 1985.
24-Özgürel,
Nihad : İslamın
Belası Yezid,
İzmir, Moripek matbaası, 1958.