24 Ekim 2013 Perşembe

EDEP



 
EDEP: Utanma, nezaket, zarafet, her türlü hatadan korunma sebebini bilme, güzel ahlak, güzel terbiye demektir. Edep, dünya ve ahiret saadetine açılan bir kapıdır.
 
Edepli: Edebi olan, terbiyeli olan, nezaketi olan, zerafeti olan, hatasını anlayan ve özür dilemesini bilen, hayalı olan, güzel ahlaklı olan demektir.
Edepsiz: Edebi olmayan, terbiyesiz, hayasız, utanmaz, zarafeti olmayan, özür dilemesini dahi bilmeyen , ahlaksız demektir.
Edepsizlik: Terbiyesizlik, hayasızlık, utanmazlık, demektir.
  Edep ahlakın kaynağıdır.Terbiye ve ruh disiplinin özüdür. Edepli olan kişiler, her bakımdan takdire layıktırlar.
Edepten nasibini almamış kişiler, makam ve mevkileri ne olursa olsun, cemiyet için zararlıdırlar.
 
Kur'an'ın yolu edep yoludur, ayette şöyle buyrulur:
-''Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın etrafındakiler dağılıp giderlerdi'' (Al-i İmran)
-''Fravuna gidin. Doğrusu o azmıştır. O'na yumuşak söz söyleyin belki öğüt dinler veya korkar''(Ta-
Ha 44)
 
Peygamberimiz şöyle buyururlar:
-''Mü'minlerin iman bakımından en olgunu ahlakı güzel olanıdır'' (Tirmizi)
-''Allah'a en sevimli kul, ahlakı en güzel olandır'' (Tirmizi)
-''Mizana güzel ahlaktan daha ağır bir şey konmaz'' (Tirmizi)
-''Birbirinize acımadıkca iman etmiş olamazsınız,
 
Peygambere cevap verirler;
-Ya Rasülallah hepimiz merhametliyiz, ahlaklıyız, bu kadar itham niye?
 
Cevap verir Allah'ın Rasülü;
-Asıl merhamet, birinizin arkadaşına olan merhameti değildir. Asıl merhamet bütün insanlara olan
merhamettir.(Taberani)
''İnsanları mağlub eden kuvvetli değildir, kuvvetli ancak nefsine hakim olandır''(Müslim)
''Ölülerinize sövmeyin,onlar yaptıklarına gittiler''(Buhari)
Biz kusur aramaktan nehyolunduk ancak bize birşey görünürse ona göre durum/vaziyet alırız'' (Ebu Davud)
Allah dedikodu yapmanızdan ve çok soru sormanızdan hoşlanmaz''(Müslim)
 
Edepli olmak gerekir;
İslâm‘ın yetiştirdiği Rabbani toplulukta dedikoduya, çok soruya, insanların özel işlerine müdahaleye yer yoktur, çünkü; bu toplumda, insanlar, fertler bundan daha yüce işlerle uğraşırlar İslâm'ı , O‘nun sancağını her yerde dalgalandırmakla meşguldürler. İftiraya maruz kalmadıkları sürece, eleştiriye açıktırlar.
 
Böylesine büyük işlerle uğraşanlar, öylesine, işlerle, küçük günahlarla meşgul olmaya vakit bulamazlar, onların hedefleri büyüktür. Onların davaları vardır, sönmez ve pörsümez bir davadır o.
 
Sorarlar yine Allah'ın Rasülü'ne: Müslümanların hangisi daha üstündür?
''İnsanların elinden ve dilinden, emin olduğu razı olduğu kimse diye cevap verir. (Muttefekun Aleyh)
Devam eder Allah'ın Rasülü:
- ''Sizin en şerlileriniz kimdir, haber vereyim mi?
 
Evet ey Allah'ın Rasülü:
- ''Laf taşıyanlar, dostların arasını bozanlar, kusursuz insanlara zulmedenler.'' ( Müslim)
- Yüce Allah, ''Bilmediğin şeyin ardına düşme'' (İsra /36 ) der.
 
Müslüman insanlara tepeden bakmaz, küçümsemez;
İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme, Allah böbürlenenleri sevmez.( Lokman 18 )
 
Müslüman tevazu sahibi olmalıdır. Hoşgörü sahibi olmalıdır.
- ''Kişiye günah olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeter'' (Müslim )
- ''Büyüğüne saygı göstermeyen, küçüğüne merhamet etmeyen, Aliminin hakkını bilmeyen, benim ümmetimden değildir.'' (A.b.Hambel, Taberani)
- ''Yaşlıya, adaletli devlet reisine ve alimlere saygı, Allah'a saygıdan sayılır''(Ebu Davud)
 
İslâm ahlakında ilim erbabına saygı tavsiye edilir;
İslâm'ın ahlak öğretisinde, büyüklerin veya ilim sahiplerinin bulunduğu mecliste sükut etmek uygun görülür, konuşulacaksa müsade alınarak konuşuluşur. Alimlerin İslâm toplumundaki mertebeleri fevkalade yüksektir.
''Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?''(Zümer-9)
 
İslâm ahlak öğretisinde, hafızlara da değer verilmesi tavsiye edilir; ''İnsanlara Allah'ın kitabını en iyi okuyanlar imamlık eder''(Müslim)
''Yaşlıya, Kur'an tilavetini terketmeyip onunla amel eden 'hafıza', adaletli devlet reisine
ikram Alah'a saygı göstermekten sayılır'' (Ebu Davud)
 
Allah'ın Rasülü, ilimde, fazilette üstünlük derecesine göre insanlara paye verirdi. Protokole riayet ederdi. Bu konuda oldukça titizdi:
 
''Ruhlar sıralanmış askerler gibidirler, tanışanlar dost olurlar, birbirlerini görmezlikten gelenler, anlaşmazlığa düşerler''(Müslim)
''Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez ve ondan yardımını esirgemez, kim bir müslümanın ihtiyacını giderirse, Allah da onu, kıyamet günü ihtiyacını giderir, kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onunj ayıbını örter.(Müttefekunaleyn)
 
 
Peygamberimiz başkalarına saygılı olmayı emreder:
''Büyüklerini saymayan, küçüklerini sevmeyen bizden değildir'' der ve devam ederek Kur'an'dan örnek verir:
1- Her insana karşı saygılı olmak: Söz ve hareketlerle insanları küçük görmek veya taciz etmek müs
lümana yakışmaz. Müslümana yakışan kim olursa olsun insanlara, insan oldukları için hoşgörüyle şefkatle davranmaktır. Hoşlanılmayan bir insansa yine de müslümanın vakarına yakışacak bir olgunlukta muamele etmektir.(Lokman.18)
 
'Âmâ geldiği için yüzünü buruşturup çevirdi''(Abese suresi)
İbni Mektum ile ilgilenmeyen Hz.Peygambere bir azarlamadır bu. Bu davranışını Allah hoş karşılamamıştır. Bu ayette, ihtiyaç ehlinin önceliği vurgulanmıştır ve ona yüz ekşitmenin doğru olmadığı anlatılmıştır. Muhatap Peygamberdir.
 
Hüsn-ü hâl;
- Düşünerek hareket etmek, Peygamber davranışıdır, özelliğidir.
 
-Peygamberimiz bir şahsa döndüğü zaman bütün vucuduyla dönerdi. Ona gerekli ilgiyi göstermekte kusur etmezdi.
 
Müslüman yaptığı hatalardan dolayı özür dilemelidir. Kendisine karşı özür dilendiği zamanda o özrü kabul edebilme olgunluğunda olmalıdır.
 
Büyüklere karşı saygılı olmak:
Dinimize göre büyük, yaşça büyük olandır, ilim yönünden büyük olandır. Takva yönünden büyük olandır.
 
İnsanları menzillerine koyunuz; ( Ebu Dv.4842 )
Mü‘minlerin, bu tür vasıflara sahip olan insanlara hürmet etmesi vaciptir. ( Abdullah Ulvan,Terbiyet'ül- Evlad-1/476 )
 
Din nazarında büyük olanlara nasıl davranmamız gerekir: (Buhari.K.Edep.89)
1. Meclislerde kendilerine yer verilmeli ve baş köşeye oturtulmalıdır.
2. Tecrübelerinden yararlanmak için istişare yapılmalıdır.
3. Onların meclisinde söz düşmedikce konuşulmamalıdır.
4. Birşey sorulacaksa ve cevap verilecekse edep içerisinde, müsade isteyerek sorvap verilmelidir.
5. Mecliste, söz ortaya atılmışsa, ilk sözü orada bulunan büyüğe bırakılmalıdır.
 
Bir örnek:
Paygamberimiz sorar: "Bana öyle bir ağaç gösterin ki, onun hali müslümanın hali gibi olsun, herzaman Rabb'inin izniyle meyve versin dursun,ve yapraklarını dökmesin."(Müslim.2811).
 
İbn. Ömer diyor‘ki, „ben hurma ağacıdır diyecektim. Ama Ebubekir ve Babam Ömer'in orada oluşu benim konuşmama mani idi."
 
Büyüklerin elini öpmek, ayağa kalkarak uğurlamak, onların kızacakları davranışlarda bulunmamak, yanlarında yüksek sesle konuşmamak. Büyüklere karşı küçüklerin yapmak zorunda oldukları davranışlardır. İşte bu davranışların adına EDEP denir.
 
Sonuç:
Edebin yok olması, otoritelerin saygınlığının yok olmasına sebep olur. Otoritelerin saygınlığının yok olması, değerlerin saygınlığının yok edilmesı demektir. Bu durumda da sevgi bağları ortadan kalkar, saygı yok olur. Sevgi ve saygı bağlarının yok olması, yozlaşmanın çürümenin sebebidir.
 
Sözü, Sözün Sahibi'ne bırakalım:
'' Ey iman edenler kendi evlerinizden başka evlere girerken ehliyle ilişki kurmadan, kendinizi tanıtmadan ve selam vermeden girmeyiniz'' (Nur 27)
'' Eğer orada kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size dönün
denilirse dönün. Bu sizin için daha hayırlıdır.''(Nur- 28)

  
Rüştü Kam

MAL VE SERVET



'Servet zenginlerin elinde dolaşan bir meta olmasın!'

Dünya imtihan yeridir. Caziptir ama geçicidir. Cazibesi gözümüzü kör etmemelidir. Dünya malından, dayanışma anlayışı içinde kalarak istifade edilirse, paylaşımcılık esas alınırsa; karşılığında cennet vardır. Bu gereçektir. Sözü veren Allahtır.
Allah ile bir alışveriş yapmışız, O bize Cennet'i verecek, karşılığında ise biz sahip olduğumuz mal-mülkten bir kısmını O'nun istediği yerlere yatıracağız ve Cennet bizim olacak.

Öyle ki biz, o mal ve mülkten kendi ihtiyamız olan kadarını da harcayacağız, kalanını O'nun istediği yerlere yatıracağız.
Allah sözünden dönmeyecektir. Bu kesindir. Ancak biz sözümüzün arkasında ne kadar durabileceğiz veya duruyoruz, kendi kendimizi bir teste tabi tutalım. Bu test bir öz eleştiri olsun istedim. Konu ile ilgili olan Kur'an ayetlerinden bazılarını sizlerin istifadelerine sunuyorum:

-Dünya malı sizi aldatmasın, Ben'den uzaklaştırmasın
1- ‘Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü, cazip gösterildi. Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer Allah'ın yanındadır.' (Al-i İmran 14)

- Yaptığınız sözleşmelere uyun
2- ‘Ey inananlar, yaptığınız akitleri yerine getirin.......'(Maide 1)
 
- Allah size ihtiyacınız olan hertürlü nimeti verdi
3- ‘Allah size evlerinizi oturma yeri yaptı ve size hayvan derilerinden göç gününüzde (yolculukta) ve ikamet zamanınızda kolayca kullanacağınız hafif evler ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar giyilecek, döşenecek eşya ve geçimlik (ticaret malı) yaptı. ( Nahl 80)
 
- Haksız kazanç elde etmeyin
4- ‘Ey inananlar, birbirinizin malını haksızlıkla ve hile ile. Karşılıklı rıza ile yapılan ticaret olursa başka. Nefislerinizi de öldürmeyin doğrusu Allah size karşı çok merhametlidir.'(Nisa 29)

- Alışverişi ibadete tercih etmeyin
5- ‘Ey inananlar Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman Allah'ı anmağa koşun alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Allah'ı çok anın ki başarıya eresiniz.'(Cuma 10-11)
 
- Ticaretinizde müşterinizin hakkını kollayın
6- ‘Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar.Kendileri onlara birşey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar Onlar tekrar diriltileceklerini sanmıyor mu?'( Mutaffifin 1-3)

- Zengin olma yarışına girmeyin
7-
   1- Mal ve evlat çoğaltma yarışı sizi oyaladı
   2- Kabra girinceye kadar mal artırmaya çalıştınız.
   3- Hayır, yakında bileceksiniz (hatanızı)
   4- Yine hayır yakında bileceksiniz (hatanızı)
   5- Hayır gerçeği kesin bilgi ile bilseydiniz,
   6- Mutlaka cehennemi görür ( onun varlığını görmüş gibi kabul eder) diniz.
   7- Sonra onu kesin olarak gözle göreceksiniz
   8- Sonra o gün (size verilen) nimetten sorulacaksınız.' (Tekasür Suresi)

- Mallarınızın, sizi ölümsüzleştireceğini sanmayın
8-
   1- İnsanları diliyle çekiştiren kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesad kişinin vay haline
   2- O ki malı yığdı saydı durdu
   3- Malının kendini ebedi yaşatacağını sanıyor
   4- Hayır, andolsun ki o Hutame'ye atılacaktır
   5- Hutame'nin ne olduğunu sen nereden bileceksin?
   6- Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir
   7- (Bir ateş ki) gönüllere işler
   8- O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir
   9- (Kendileri) uzatılmış direkler arasında (bağlı) olarak kalacaklardır.' (Tıpkı ahıra konup direklere bağlanan, üzerlerine ahırın kapısı sürgülenen hayvanlar gibi). (Hümeze Suresi)

- Allah için olan harcamalarınızı en çok sevdiğiniz şeylerden yapın
9- ‘Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça asla iyiliğe eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu bilir.'( Al-i İmran 92)

-Sadakalarınızı, geriye dönüp baktığınızda, keşke vermeseydim diyeceğiniz mallarınızdan verin
10-‘ Ey inananlar kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden verin, kendiniz göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah zengindir övülmüştür.(Bakara 267)

- Çalıştırdığınız işçilerinize gücünün dışında iş vermeyin ve adil olun
11- ‘De ki:"Gelin, Rabb'inizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik orkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz. Fuhuşların açığına da kapalısına da yaklaşmayın ve haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymayın! Düşünesiniz diye Allah size bunları tavsiye etti.Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar(onun malına) en güzel biçimde yaklaşabilir, onu uygun tarzda sarfedebilirsiniz) ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da akrabanız da olsa adalet yapın ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Hatırlayıp öğüt alasınız diye (Allah) size bunları tavsiyer etti.' (Enam 151-153)

- Alacaklı lduğunuz kişileri sıkıştırmayın, ödeyemeyecek durumdaysalar bağışlamanız daha hayırlıdır
12- ‘Eğer borçlu darlık içindeyse bir kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek lazımdır. Eğer bilirseniz verdiğiniz borcu eli darda olan borçluya sadaka olarak bağışlamanız daha hayırlıdır. ( Bakara 280)

- Ben zenginim diye, servetinin gücüne güvenerek bilmediğiniz konularda ahkam kesmeyin
13- ‘İnsanlara yanağını bükme ( kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme) ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah kendini beğenip öğünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tutumlu ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.' (Lokman 18-19)

- Her Müslümanın, insanlara İslâm'ı anlatma görevi vardır. Kendisi yapamıyorsa bu görevi yapacak bir kurumu kurma ve o kuruma maddi ve manevi yardım da bulunma görevi vardır.
14- ‘İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk olsun; işte onlar başarıya erenlerdir.' (Al-i İmran 104)

- İhtiyaç fazlası mallarınızı Allah yolunda harcayın, kurumlaşın
15- ‘......Ve sana Allah yolunda ne vereceklerini soruyorlar. De ki:" İhtiyaçtan artakalanı"Böylece Allah size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.(Bakara 219)

-İnfak konusunda acele edin, zira öldükten sonra sizin elinizdsen tutacak olanlar o infak ettiklerinizdir.
16- ‘Ey iman edenler onda hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafirler, onlar zulmedenlerdir. (Bakara 254)
 
- Sadakalarınızı açıktan da verebilirsiniz gizli de
17- ‘Sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onları yoksullara gizli gizli verirseniz, sizin için daha iyi olur ve Allah günahlarınızı örter. Allah yaptıklarınızdan haberdardır, Mallarını gece gündüz gizlice ve açıkça verenlerin ödülleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir. (Bakara 271 ve 274)

- Sakın ha, servet, mal-mülk, para; zenginler arasında dolaşan bir meta olmasın
17- ‘... Öyle ki bu mal ve servet sizden zengin olanların arasında dönüp dolaşan bir iktidar, güç/devlet olmasın. ...... Şüphesiz Allah azabla sonuçlandırması pek pek şiddetli olandır.(Haşr 7)

- Kur'an stokçuluğu ve karaborsayı kesin bir dille yasaklamıştır
18- ‘...Altını ve gümüşü biriktirp de Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele. Onların alınları, böğürleri ve sırtları stok ettiği mallarla dağlanacaktır ve şöyle denilecektir:" İşte bu kendiniz için stok ettiklerinizdir, tadın bakalım yığıp-sakladıklarınızı " ( Tevbe 34-35)

- Malınızı, hanımınızı, çocuklarınızı; Allah ve Rasülünden daha fazla sevmeyin
19 ‘De ki:" Eğer babalarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun rasulünden, O'nun yolunda mücadele etmekten daha sevimli ise artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah fasıklar topluıluğuna hidayet vermez.' (Tevbe 24

- Dünya hayatının depdebesi, cazibesi sizi aldatmasın, bakarsınız birgün kuruyuvermiştir
21- ‘Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilivermiş, sonra o bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret bir hoşnutluk da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir.'(Hadid 20)

- Allah yolunda harcadıklarınıza kayıp gözüyle bakmayın
20- ‘Mallarını Allah yolunda verenlerin durumu yedi başak bitiren ve her başağında yüz dane bulunan tek danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilendir.' (Bakara261)

- İnsanluığın menfaatı için, kurum kurmak, kurulmuş bir kuruma yardım etmekten daha hayırlıdır
21- "Göklerin ve yerin mirasçısı Allah olduğu halde, Allah yolunda siz niçin sarf etmiyorsunuz? İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine cenneti vadetmiştir. Allah, işlediklerinizden haberdardır." (Hadid 10)

-Allah Cennet karşılında, mallarımızı satın almıştır; bu ne güzel bir ticarettir
22- "Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. Allah'ın; Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak olarak yazdığı bir vaattır bu. Ahdine, Allah'tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu antlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük başarının ta kendisi." (Tevbe 111)

Bazı kavramlar:
-Cihad: Barış için yapılan çalışma demektir
-Sadaka(infak): Karşılığı dünyada beklenilmeyen harcamadır
-Fuhuş: Normal olmayan davranışlar/edebsizlik
-Havaici asliye: Asli ihtiyaç
-Tekâsür: Çokluk
-Hümeze: Küçük düşürme amaçlı kaş-göz hareketi

Neler Yapılabilir:
-Eğitim fonu oluşturulabilir (Mevcut eğitim kurumları bu fondan desteklenebilir)
-Araştırma Enstitüsü kurulabilir
-Bilgi bankası kurulabilir
-Burs verilebilir.
-Özel okullar açılabilir

  
Rüştü Kam
 
 

SEÇİME DOĞRU


 
22 Eylül'de seçmenler sandığa gidecek ve kendi düşüncesine yakın partileri 4 seneliğine vekil tayin edecekler. Umumi vekâletname verecekler milletvekillerine. İnsan haklarının ihlal edilmemesi, işsizliğin problem olmaktan çıkarılması, eğitimde fırsat eşitliği, ekonomik istikrar, sağlıklı bir yaşam, güven ve huzur dolu bir gelecek konusunda vekâlet verecekler vekillerine.
  Demokrasinin en güzel tarafı bu olsa gerek. Vekâlet yoluyla sorunların çözümünü başkalarına devretmek. Çalışmalarını beğenmezsen dört sene sonra başka bir vekil tayin etmek. Dört sene sonra da başa dönerek, geçen seçimlerde çalışmalarını beğenmediğim ve terk ettiğim partiyi yeniden iktidara getirmek. İşte demokrasi dediğimiz aygıt böyle bir şey.
 
Devlet bir takım kurumlardan oluşuyor. Bu kurumlardan biri de partiler. Seçimi kazandıkları taktirde yürütme görevini üstleniyorlar. Yürütme ile devletin diğer kurumları arasında menfaat çatışması olmadığı sürece halk sıkıntı çekmiyor. Çatışma halinde ise halk sıkıntı çekmeye başlıyor. Zaman zaman, hükümetlerle devletin diğer kurumları arasında çatışma varmış gibi görünse de, sonuçta devlet politikasını aşmaları mümkün olmuyor.
 
Almanya politikası olan bir devlet. Devlet istediği taktirde sosyal demokratlara da, muhafazakârlara da seçim beyannamelerine ters icraat yaptırabiliyor. Mesela sosyal demokrat olan bir parti "En iyi entegrasyon asimilasyondur" diyebiliyor. Çifte vatandaşlık konusunda muhafazakârlarla aynı kuyuya taş doldurabiliyor. Sosyal demokratların şahinler kanadı olabiliyor mesela.
 
Almanya'da yaşayan yabancılar var. Dört milyona yakın Türkiye'li var bu yabancıların içinde. Bunların yaklaşık 900 bini seçmen bugün. Türkiye'lilerin problemleri oldukça fazla. Sıklıkla rastlanan kavgalar oluyor Türkiye'lilerle Alman devlet kurtumları arasında. Bu problemleri çözme görevi güya partilere/hükümetlere verilmiş. Görünürde muhatap partiler gibi. Ama gerçek böyle değil. Hiçbir partinin devletin politikasını aşması mümkün değil.
Ancak insan hakları konusunda ciddi çalışmalar ortaya konulabilirse devletin politikasını yumuşatmasına veya değiştirmesine vesile olunabilir.
 
Ne yazık ki Türkiye'liler hak arama konusunda istenilen seviyeye gelmiş değiller. Sivil toplum kuruluşları, değişik partilerde temsil görevi verilen milletvekilleri ve iş adamları dernekleri devletin kurumlarına baskı yapabilecek güce sahip değiller. Sosyal demokrat yelpazede yer alan Türkiye'liler, muhafazakar yelpazede yer alan Türkiye'lilerden daha fazla organize olmuş görünüyorlar.
 
Sosyal demokrat yelpazede yer alan milletvekilleri, TBB ve TDU'nun ev sahipliği yaptığı bir salonda sorunlarını tartışabiliyorlar. Birbirlerini suçlamaktan asıl sorunların tartışmasına gelemeseler de bir araya gelip en azından kavga edebiliyorlar. Muhafazakâr yelpazedekiler kavga da edemiyorlar. Çünkü kavga edebilecekleri zemin yok. Kendi düşüncelerine yakın, destekledikleri bir parti yok, milletvekili adayları yok. Müsiad, Tümsiyad, Barex gibi iş adamları dernekleri var muhafazakâr yelpazedekilerin. Ancak bu kuruluşların bir araya gelerek TDU ve TBB'nin yaptığı gibi adaylarını desteklemek gibi bir dertleri yok veya adayları yok destekleyecek.
 
TGB ile birlikte hareket eden muhafazakâr yelpazedeki diğer çatı kuruluşları da "Haydi seçime!" sloganıyla insanımızı sandığa çağırıyorlar. İyi de kime oy verecek bu sandığa giden seçmenler, Adayınız var mı? Tavsiye edeceğiniz bir parti var mı?
Mevcut adayların sizleri temsil etmediğini her fırsatta söylüyorsunuz ve onlarla ilgili negatif propagandalar yapıyorsunuz. Sonra da Maybachufer'e çıkıp haydi seçime diyorsunuz, Allah aşkına bu paradoks değil midir? Taşeronluk değil midir?
 
Türkiye'lilerin kahir ekseriyeti Müslümandır. Mütedeyyin olanları da bir hayli fazladır. Başörtüsü konusunda hassasiyeti olanlar, çocuklarının yüzme dersi konusunda hassasiyeti olanlar, İslâm din dersi konusunda hassasiyeti olanlar, okullarda mescid açılması konusunda hassasiyeti olanlar vardır. Bu konularda hak elde etmek mücadele ile olur. Mecliste mücadele etmekle olur, konu ile ilgili kanun teklifleri hazırlamakla olur. Türkiyedeki paretilerle yatıp kalkmakla burada hak elde edemezsiniz. Yıllardan beri bu yanlış yapıldı, hâlâ yapılmaya devam ediliyor. Yanlışta israr doğru değildir.
Muhafazakâr yelpazede bulunan ve Maybachufer'de seçmenleri sandığa davet edenler; kaç tane adayınız var sizi federal mecliste temsil edecek? Kaç tane duyarlı vekil gönderiyorsunuz federal meclise? Hangi partiye oy verecek o seçmenler? Ama diyorsanız ki, bu milletvekili adayların hepsi bizim de adayımızdır, o zaman problem yok.
 
Ancak, Seçimlerden sonra, üyelerinizle yapacağınız toplantılarda, sizin "Haydi seçime!" diye sandığa davet ettiğiniz seçmenlerin seçtiği, ama sizin gibi düşünmeyen, sizin değerlerinizi savunmayan ve hatta sizin değerlerinizle alay eden vekiller olursa, bunlar bizleri temsil etmiyor demeyiniz. Ayıp olur. Hem seçeceksin, seçtireceksin hem de bunlar bizi temsil etmiyor diyeceksin, bu olmaz. Yakışık almaz. Şık olmaz.



  
Rüştü Kam

 

YURDUM OLAN TOPRAKLARA YOLCULUK


  

Atalarımın Yurt Edindiği Topraklardan, Yurdum olan Topraklara

Güveç kabında közde pişirilmiş kuru fasulye yiyorduk iştahla, birden bire "Allah ü Ekber, Allah ü Ekber" sesiyle irkildik. Öğle ezanı Türk usulü ile okunuyordu. Kaşıkları bıraktık, lokmalar boğazımızda düğümlendi. Hepimizin gözleri doldu. Avrupa‘da yaşıyoruz yıllardan beri. Ezan sesine hasret kalmışız. Burası da Avrupa, henüz Türkiye'ye varmadık. Türk çarşısındayız, ama Türkiye'de değiliz. Geleneksel Osmanlı çarşısındayız, döşeme taşları da o aynı taş. Her yerde Osmanlı izleri var. İshak Paşa Camii, Mustafa Paşa Camii... Burası Üsküp. Osmanlı'nın 600 sene can verdiği, hayat verdiği Üsküp. Türkiye Cumhuriyeti devleti sahip çıkmış dedelerinin eserlerine yüz sene sonra, restore ettiriyormuş camileri, hamamları, kervansarayları. Bunun için 30 kişilik uzman ekip vardı Üsküp'te. Masrafları Türkiye karşılıyormuş. Bu ne saadet.

Yemekten sonra çarşıyı dolaştık, alışveriş yaptık. Aksilik olacak ya, tam burada benim fotoğraf makinem bozuldu. Yapacak bir şey yok.
Öğle namazını bahçesinde şadırvanı olan Türk Camii'nde kıldık. Ahşap işçiliğinin o ince sanatını, ustalığını hayranlıkla seyrediyoruz. Minber, kürsü, direkler ve kadınlar mahfili, ince ince kanaviçe gibi işlenmiş, içimiz huzurla doluyor.

Makedonya Cumhuriyeti'nde en yaygın din, %64,7 ile Makedon Ortodoks mezhebi. %34.3 ile en yaygın ikinci din, İslam. Makedonya Cumhuriyeti oran açısından Türkiye, Kosova,  Arnavutluk  ve Bosna-Hersek'ten sonra, Avrupa'daki en büyük  Müslüman nüfusu barındırıyor. Ülkede  Müslümanlar'ın büyük çoğunluğunu  Arnavutlar  oluşturmakta. Arnavutların yanı sıra Türkler,  Boşnaklar ve 80.000 kadar nüfusa sahip oldukları tahmin edilen bir Müslüman Makedon topluluğu da varmış. Müslüman Makedonlar, Hristiyanlardan ayırt edilmek için kendilerine Torbeş derlermiş. Ülkede 1.200 kilise, 400  cami  bulunuyormuş. Üsküp'te Ortodoks ve İslam dinine mensup insanlar için okullar da varmış. İnanç hürriyetine saygı bu olsa gerek.

Cem ederek kıldık öğle ve ikindi namazını. Namazdan sonra hemen yola çıktık, daha Yunanistan var önümüzde. Yol arkadaşım Hüseyin Bozkurt. Yolculuğumuz oldukça rahat ve keyifli. Türk pazarından şeftali almış Hüseyin. O kadar lezzetliydi ki şeftaliler, bir oturuşta bitiriverdik. Keşke bir kasa alsaydım diye hayıflandı Hüseyin ama nafile.

Berlin'den sabah namazından sonra hareket etmiştik. Akşam olunca Belgrad'da istirahate çekildik. Sabah namazını kılınca yine yollara düştük. Dinlenmiştik.
Yollar oldukça sakin. Dağlar, ovalar, ağaçlar akıp geçiyor yanımdan, sanki zaman tünelindeyim. Osmanlı dedelerimi hatırlıyorum, ta buralara kadar at sırtında gelmişler ve bu topraklarda 600 sene kalmışlar. Medeniyetin ne olduğunu öğretmişler Avrupalılara. Macaristan, Yugoslavya, Makedonya, Yunanistan... Hepsi Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı eyaletler. Sonra bizim gibi hayırsız evlatlar yüzünden kaybetmişler bu güzelim toprakları. Onlar çekilip gidince yine kan ve gözyaşı bu topraklardan eksik olmamış, Kazıklı Voyvadalar tekrar sahneye çıkmış, sadece 5.000 can Srebrenitsa'da katledilmiş, Sırp Voyvodaları tarafından...
 
Çocukluğumu, gençliğimi, köyümü hatırlıyorum. Rabia Teyze'yi hatırlıyorum, keçileri beraber güderdik onunla. Keçileri kaybettiğim zaman babamdan yediğim dayakları da hatırlıyorum ve gülümsüyorum. Birinde annemle birlikte bizi eve almamıştı da, biz samanlıkta samanları yorgan yaparak sabahlamıştık kış gününde.

İlkokulumu hatırlıyorum, 80 kişi bir sınıfta okuyorduk, bütün sınıflar aynı mekânda idi ve bir öğretmenimiz vardı. Ekrem Çetinkaya. Ruhu şad olsun. Marshall yardımından payımıza düşen süt tozundan yapılan sütü içerdik her sabah, hem de büyük bir iştahla. Sıraya girer dakikalarca bir bardak süt için beklerdik.

O zamanlar ayakkabı falan yoktu, çarık giyerdik. Kalın keçi kılından örülmüş bir de çorap. Ama ayaklarımızın içine karın girmesine yine de mani olamazdık.

Ortaokul lise ve üniversite, elde yok avuçta yok, anada yok babada yok, ilkokuldan sonra hep çalıştım ve öyle okudum. Simit satarak okuyanların yolundan ben de geçtim. O zamanlar sırtı pek olan insan sayısı azdı. Ellili yıllar. II. Dünya Savaşı yeni bitmiş. 1299-1923, 700 yıllık koca imparatorluk yıkılmış ve yerine Cumhuriyet kurulmuş... Ve ben şimdi o güzelim cennet vatanıma doğru hızla ilerliyorum, anama- babama, arkadaşlarıma, sevdiklerime doğru. Özlemişim onları. Atalarımın yurt edindiği topraklardan, yurdum olan topraklara gidiyorum.

Hızla geçip gidiyorum o tünelden. Gözyaşlarımın akmasına mani olamadığım anlar da oluyor. 60 sene geçmiş aradan ben hâlâ yollardayım, tünelin ucu görünüyor elbet. "Neden saçların beyazlamış arkadaş, sana da benim gibi çektiren mi var..."Adnan Şenses'in bu anlamlı şarkısını 70 li yıllarda Marmaris'te dinlemiştim ilk defa, Mehmet Özzeybek ağabeyimin kasetçalarından. Bu kadar dertli bir şarkıyı niçin dinliyor olduğuna anlam da verememiştim. Şimdi ben dinliyorum o şarkıyı ve farklı bir anlam kazanıyor bu şarkı zaman tünelinde.

„Neden saçların beyazlamış arkadaş
Sana da benim gibi çektiren mi var
Görüyorum ki her gün meyhanedesin
Yaşamaya küstürüp içtiren mi var

Bir zamanlar bende deli gibi sevdim
O bana dert ben ona mutluluk verdim
Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime
Allah'ım bu dünyaya ben niye geldim

Katlanmayı bilmeyen aşkı çekemez
Aşka mahkûm edilen garip gülemez
Ben de yanmışım senin gibi arkadaş
Dünyanın derdi bitmez böyle arkadaş."

Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Sırbistan, Makedonya derken Yunanistan da bitmiş ve şimdi İpsala'dayız. Dilruba sınır bekçiliği yapan askerlerin fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Her defasında oluyor bu enstantane. Demek ki biz memleketimizi çok özlüyoruz. Hızlıca biten gümrük işlemlerinden sonra Keşan'dayız. İstirahat çekilmenin zamanı geldi. Saat 24.00. Biz ancak bu saatte yemek yiyebiliyoruz. Önce sarmısaklı ve sirkeli bir işkembe, arkasından satır arası köfte. Bu saatte olacak şey mi bu. Osman Müftüoğlu'nun kulakları çınlasın.

Sabah namazından sonra hemen düştük yine yollara. Çanakkale Boğazı'nı feribotla geçtik. Ben feribotta güneşe karşı iyi bir uyku çekmişim. Karşıya geçince 7 düvele geçit vermeyen askerlerimizi hatırladık ve neden şehitlerimizi ziyaret etmedik diye hayıflandık, "Keşke" dedik. Ancak geriye dönemezdik, kendimize bir dahaki sefere mutlaka ziyaret etme sözü vererek ruhlarına Fatiha okumakla yetindik şehitlerimizin.

Edremit'e nazır bir tepede çamların arasında doya doya ayran içtik. Yemeğimizi de orada yedik ve Hüseyin Bozkurt‘la vedalaştık, onlar Didim‘e ben Denizli'ye. Denizli'ye saat kaçta varabileceğimizin hesabını yaparken, polis sağa yaklaşmamı söyledi. Aliağa ile İzmir arasında bir mevki. 110' la gitmem gerekiyormuş 10 tolerans varmış 120. Ben 122 ile radara yakalanmışım. Ceza 313,00 TL. Yabancı plakalı iki araba arka arkaya radara girmişiz. Kural kraldır, uyacağız, ancak 313 TL. Çok fazladır dedik, dinleyen olmadı bizi, ısrarlarımızın anlamı da olmadı. Sıcak 40 derece, o anda polis bir şişe su uzattı "Buyurun ikramımız olsun" dedi. Belki iyi niyetli bir yaklaşımdı ama ben "Al bu suyu üzerine bir soğuk su iç" der gibi anladım ve çok susadığım halde o suyu içmedim. Böylece 313 ile Macaristan'da girdiğim zaman tünelinden Aliağa'da çıktım.

Ne özlem kaldı, ne moral. Bir anda o duygu seli kayboluverdi 313 süratle. Türkiye'de sürat yapana yüksek ceza var, ancak cezaya sebep olana bir müeyyide yok. Yollar bölünmüş yol. Otoyol değil. Bir anda önünüze traktör çıkabiliyor, inek çıkabiliyor, eşek, koyun çıkabiliyor. Hatta önünüzde ışığı olmayan ve içinde 10 kişi bulunan bir Renault marka taksi seyredebiliyor, daha ilginç olanı aynı yolda karşınızdan bir araba, bir traktör uzunları yakarak gelebiliyor, bunlara ceza yok. Sürat yapana orantısız ceza var.

Ceza caydırıcı olsun düşüncesiyle bu kadar yüksek tespit edilmiş olmalı, ancak bunun nefret doğurabileceği de düşünülmeli ve aynı oranda ceza, kazaya sebep olması muhtemel olan zikrettiğim araçlara da verilmelidir.
Sadece ceza vermekle trafik problemi halledilemez. Eksik olan eğitimdir. Bu eksik, trafik eğitimine ilkokuldan itibaren başlanırsa giderilebilir. Uzun soluklu bir yoldur bu. Çocukluktan itibaren trafik bilincinin geliştirilmesi gerekir. Hem okulda hem ailede ve hem de tüm ülkede trafik seferberliği acilen ilan edilmelidir. Sonuç alınabilmesi için en az 30 sene ister.

Denizli'ye vasıl olduğumuzda saat 24.00 ‘ü gösteriyordu. Caddeler bir Avrupa şehri gibi tertemiz, kaldırımların yüksekliği 5 cm'ye düşmüş, yollar Denizli mermeriyle döşenmiş. Enverpaşa cad. trafiğe kapatılmış, sadece toplu taşıma araçlarına açık. Yayalar rahatlamış. Tebrik ediyorum belediyede emeği geçenleri.

Bir iş için Çınar'a indim. Aracımı park ettiğim yerde "Engelliler ücretsizdir" diye yazıyordu. İşimiz bitti ve aracımıza bindik, tam hareket edeceğiz park sorumlusu olduğunu söyleyen bir delikanlı camı tıklattı. "8 lira borcunuz var" dedi ve bir makbuz uzattı. "Şu yazıyı niçin yazdınız buraya?" dedim. "O Türk engellileri için geçerli, Almanya engellileri için geçerli değil." dedi. Yapacak bir şey yok. Onu da ödedik.

Türkiye'de yabancı plakalı bir araç kullanıyorsanız polisinden, şoförüne kadar sizin nasıl canınızı yakacaklar, sizi nasıl aşağılayacaklar onun hesabını yapıyorlar. Çok bariz bir şekilde bunu yaşıyorsunuz, görüyorsunuz.

Hükümetler hizmet götürüyor ama, o hizmetin kıymetini bilen yok. Mantalite menfaat üzerine kurgulanmış. Çıkar üzerine kurulu bir sistem var Denizli'de. Bu mantalite Türkiye genelinde de böyleyse vay memleketin geleceğine...

Devam edecek...

  
Rüştü Kam

 

HAYDİN SEÇİME ÇAĞRISININ AMACI NEDİR?


  

Seçim sandığı gelecekte hakkımızda verilecek kararların onayının verildiği yerdir. Çok önemlidir. Şuurlu bir tavır ses getirebilir. Azınlık konumunda olan topluluklar seçimlerde menfaat birliği hesabı yaparak sandığa gitmelidirler. Ortak çıkarlar gözetilmelidir.
 
Görüyorum ki, sivil toplum örgütleri "Haydi Seçime" sloganıyla insanımızı sandığa çağırıyorlar. Çatı kuruluşlarının başkanları bu çağrıyı birlikte yapıyorlar.  Böyle bir çağrı alkışlanır. Ancak, haydi seçime sloganı kaderimizin belirlenmesine yetmez. Bu çağrıyı yapan sivil toplum kuruluşlarının seçmenleri  sandıkta ayrışacaklarsa, partilere bedava taşeronluk* yapmış olurlar.
 
Sandığa kadar getirilen seçmenlerin, menfaat birliği çerçevesinde hareket etmesi ve bir partiye oy vermeleri gerekir. Önceden pazarlıklar bile yapılabilir. Yapılan eylemin ses getirmesi bekleniyorsa bu şarttır. Sandıkta ayrı ayrı partilere oy verilecekse seçmeni sandığa çağırmanın hiç anlamı yoktur. 
 
İftar yemeklerinde bir araya gelipte, herkesin kendi partisinin adamını konuşturmasına benzer ki bu durum, yine gülünç oluruz cümle aleme. Bize kıskıs güler Alman dostlarımız o zaman. Çünkü bedava taşeronluk yapmış oluruz. 
Bu durumda şöyle düşünenler bile olabilir: "Acaba bu çağrıyı el altından partiler mi destekliyor?
 
...........
 
*Taşeron:
 
İşletmenin ihtiyacı olan bir hizmeti almak üzere, bir firma ile anlaşması neticesinde bu firmaya istihdam edilen ancak esasen işletmenin hizmetinde olan işçiye taşeron işçi denir. Kapitalist bakış açısıyla amaç, her işletmenin kendi ana faaliyet alanında uzmanlaşmasını, diğer konulara kaynak sarf etmemesini, böylece maliyetlerin minimize edilmesini sağlamaktır.
 
Sınıf mücadelesi açısından ise amaç, hak mücadelesinde işçi sınıfını bölmektir. Çünkü farklı patronlara bağlı olan işçiler daha zor örgütleneceklerdir.
 
Bir başka tanımlamayla taşeron;  itilendir, kakılandır, en pis işlerde çalıştırılandır. Asgari maaş alıp oraya buraya koşturulandır. Bizden olmayandır, ihtiyaç olmadığı zaman kolayca elden çıkarılandır.

  
Rüştü Kam