29 Ağustos 2022 Pazartesi

TÜRKİYE İTTİFAKI

TÜRKİYE İTTİFAKI -2023 seçimlerine Türkiye sevdalıları tarafından ‘Türkiye İttifakı’ kurularak gidilmelidir- Rüştü KAM Ha-ber.com Bir zamanlar biz Osmanlı tebaası idik. Dört kıtaya yayılmış vaziyetteydik. 10 Milyon kilometrekare toprak üzerinde hüküm sürüyorduk. Değişik ırk, dil ve din mensubu insanlarla birlikte yaşıyorduk. 700 sene boyunca 4 kıtada adalet dağıttık. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsediyorum. Bozkırlardan kopup gelerek Söğüt’te Osman Bey ve Şeyh Edebali tarafından temelleri atılan İmparatorluktan. İmparatorluklar dağılırken O da bu dağılmadan nasibini aldı. İmparatorluk topraklarının paylaşımı kanlı oldu. Bütün imparatorluklar için kanlı oldu. 25 milyon insan can verdi bu hengâmede. Medeniyetler tarumar edildi. Taş taş üstünde kalmadı. Çok uzaklardan değil 100 sene öncesinden bahsediyorum. Sonrasında milli devletler kuruldu. Sınırlar yeniden çizildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası 10 Milyon kilometreden getirildi 780 bin km ye sıkıştırıldı. Osmanlının devamı olan bu yeni ülkenin adı Türkiye’dir. İçinde Osmanlı’nın bütün renkleri vardır: Türkü vardır, Kürdü vardır, Yahudi’si vardır, Ermeni’si vardır, Arap’ı vardır; Alevi’si vardır, Sünni’si, Hristiyan’ı vardır, ateisti vardır… 100 seneden beri bütün bu renklerle birlikte yaşamaktadır Türkiye. Osmanlı’da olduğu gibi. Emperyalist güçler, içerideki işbirlikçileriyle birlikte ara sıra renkleri karıştırarak Türkiye’yi renksiz bir ülke haline getirmeye çalışsalar da ANA RENK muhafaza edilmiştir. Her türlü ayak oyunlarına rağmen muhafaza edilmiştir. Her on yılda bir kafasına vurulmasına rağmen muhafaza edilmiştir. Üniversitelerde ikna odaları kurulmasına rağmen muhafaza edilmiştir. Ayrıca, Türkiye Metehan’dan beri devlet geleneği olan bir ülkedir. Çadır devleti değildir. Zaman zaman topallasa da elbette titreyip kendine gelecekti ve geldi. Çok acı çekti. Bedeller ödedi. 1950 yılından itibaren yaraları sarılmaya başlandı. Gözyaşları silindi. Yavaş yavaş kendisine gelmeye başladı. Ayılmaya başladı. 2002 yılına gelindiğinde ise irade ortaya koydu ve ayak bağlarından kurtulmaya karar verdi. Kurtuldu da. Vesayete hayır dedi. Bu iş elbette kolay olmadı. Artçılar hâlâ devam etmektedir. Sonra şahsiyetli dış politika dendi, ‘One minute!’ dendi, ‘Dünya beşten büyüktür!’ dendi. 2022 yılına kadar 20 yıl içinde, önceden hayal bile edilemeyen önemli kazanımlar elde edildi. Alt yapı çalışmaları tamamlandı, sağlık sistemi yenilendi, az veya çok ihtiyaç sahibi olan herkese maaş bağlandı. Savunma sanayisini güçlendirdi, komşularıyla arasını düzeltmek için adımlar attı; İsrail ile işleri yoluna koydu, Suriye ile masaya oturmak için kolları sıvadı, Rusya ile iyi ilişkiler kurdu. Azerbaycan’da 30 yıldan beri devam eden işgal sona erdirildi ve dünyada kendinden söz ettiren bir ülke haline geldi. Asya’da ‘Turan Birliği’ni kurmak için ümit oldu. Türkiye’den bahsediyorum. 2023 yılında seçime gidilecek. Şurada 9 ay kaldı. Türkiye üzerinden çıkar elde edenler eski alışkanlıklarından vazgeçmemiş olmalılar ki, tekrar Türkiye’nin rengiyle oynamaya başladılar. Bazen oluyor şarkıcılar üzerinden oyun kuruluyor, bazen Aleviler üzerinden, bazen Kürtler üzerinden, bazen mülteciler üzerinden, bazen Atatürk üzerinden. Hem de camide hutbe okunurken. Bir parti lideri yapıyor bunu. Hutbedeki hocaya cemaatin içinden müdahale yapıyor, “Atatürk’e Fatiha okumayacak mısın hoca?” diyor. Amaç Müslüman halkı kışkırtmaktır, kendisini linç ettirmektir, sokağa dökmektir. Allah’tan halkımız oynanan oyunların farkında olduğu için bu oyunlara gelmiyor. Türkiye sahipsiz değildir. Vardır elbet Türkiye sevdalıları. 2023 seçimlerine giderken yukarıda bahsettiğim kazanımların son bulmaması için Türkiye sevdalıları harekete geçmelidir. Altılı masa gibi, diktatör söylemleriyle algı oluşturmak gibi, güçlendirilmiş demokrasi gibi çelik çomak oyununa son vermelidir. Devlet aklı devreye girmelidir. Cumhur ittifakına ve millet ittifakına son verilerek yeni bir ittifak kurulmalı ve seçime bu Türkiye sevdalılarının ittifakıyla gidilmelidir. Bu ittifakın adı da Türkiye ittifakı olmalıdır. Türk halkının Türkiye sevdalılarından, devlet aklından bekledikleri budur.

4 Ağustos 2022 Perşembe

Av. Önder Mümin Müftü Seçimini ve Lozan'ın Güncellenmesini Değerlendirdi

Doğu Makedonya Trakya Eyaleti Bağımsız Meclis Üyesi Avukan Önder Mümin, gündemde olan Müftülük Seçimi, yetkileri ve Lozan Barış Antlaşması'nın güncellenmesi konularını değerlendir. Öncelikle azınlık haklarının korunması hangi antlaşmalara dayanmaktadır ? Tarihe baktığımızda Yunanistan ve Türkiye arasında arasında hangi hukuki çerçeve geçerli olmuştur ? Yunanistan antlaşmalara bağlı olarak iç hukukunda Müftü seçimi ve yetkileri hususunda ne tür düzenlemeler yapmıştır, bunların hukuki dayanağı varmıdır ? Öncelikli olarak değinilmesi ve etüt edilmesi gereken nokta, azıklık haklarının korunması, müftü yetkileri ve şeçiminin, azınlık eğitimi, dil ve din özgürlüğünün hangi antlaşmalara bağlı olarak uygulanacak olması ve hangi antlaşmalar ile garanti altına alınmış olmasıdır. Bu bağlamda 1913 Atina Antlaşması ve 3 Nolu Protokol başmüftü kavramını, müftü seçimini, vakıf mallarının azınlık tarafından kullanılmasını öngörmektedir. 1923 Lozan Barış Antlaşmasında öngörülmemiş maddeler 1913 Atina Antlaşması ve 3 Nolu Protokol ile antlaşma konusu olmuştur. 1913 Atina Antlaşması ve 3 Nolu Protokolün 11. Maddesi uyarınca bırakılan topraklarda oturanların hayat,mal,şeref,din ve gelenekleri güvence altına alınmakta, bunların Yunan yurttaşlarla aynı medeni ve siyasi haklara sahip olacakları, dinlerini açıkça uygulayabilecekleri belirtilmektedir. Müslüman cemaatlarının yönetimi konusunda önemli hükümler getirmektedir. Mevcut veya oluşacak bu cemaatların muhtarriyetine ve hiyerarşik yapısına dokunulmayacak, sahip oldukları fonlara ve gayrimenkullere ilişilmeyecektir. 11. Madde uyarınca Müslümanlarla manevi önderleri arasındaki ilişkilere karışılmayacak, Müftüler Müslüman seçmenlerce seçilecektir. Başmüftü, Yunanistandaki bütün müftülerin toplanarak seçeceği 3 aday arasından Yunan Kralı tarafından atanacaktır. Müftüler yalnız din konularında ve vakıfların yönetimine nezaret etmekte değil, Müslümanların evlenme, nafaka ve mütevelli tayini gibi dünyevi meselelerinde de yetkilidir diye belirtilmiş ve antlaşma maddesi olarak tarihte yerini almıştır. Aynı antlaşmanın 12. Maddesi her türlü vakfın güvence altına alındığını, bırakılan topraklarda bunların cemaat tarafından yönetileceğini öngörmektedir. 1913 Antlaşmasına 3 protokol eklenmiştir. Antlaşmanın 2. Maddesi hükmüyle bütün Yunanistan topraklarında geçerli kılındığını gördüğümüz 3 numaralı protokol Müslümanların birtakım azınlık haklarını getirmektedir. Buna göre, Başmüftü ve Müftüler Yunan memurlarının hak ve görevlerine sahip olmakta, başmüftü, müftüleri mali ve dini bakımdan denetleyebilmektedir. En önemlisi, Protokol, Müslüman cemaatlarının tüzel kişiliğini tanımaktadır (md. 13). Protokol özel okulları ve bunların gelirlerinide tanımaktadır. Bireylerden veya İslam ileri gelenlerinden oluşacak komisyon tarafından kurulacak okullar da aynı statüde olacak, buralarda eğitim resmi programa uymak ve Yunanca zorunlu olmak şartıyla Türkçe yapılacaktır. Görüldüğü üzere, 1913 Antlaşması herşeyden önce Müslümanların mülkiyet haklarını titizlikle güvence altına almakta, can, din, gelenek gibi temel noktalara atıf yapmakta ve cemaat yönetimlerinin muhtariyeti, müftü seçimi, vakıfların yönetimini garanti altına almaktadır. 3 numaralı protokol ise cemaatların tüzel kişiliğini açıkça tanımakta, azınlık okullarının muhtar yönetimine ve buralarda Türkçe eğitim yapılmasına imkan vermektedir. Bu bağlamda Yunanistan 1920 yılında, yürürlüğe soktuğu 2345/1920 sayılı kanun ile Başmüftü kavramını ve Müftü seçimini benimseyecek ve yasalaştıracaktır. 2345/1920 sayılı kanunun 3. Maddesi uyarınca Başmüftü Yunanistan genelinde bulunan seçilmiş müftüler tarafından seçimle belirlenecek 3 kişi tarafından Yunan devleti tarafından atanacaktır. Ayrıca 2345/1920 sayılı kanunun 6. Maddesi uyarınca Müftülük seçimleri kanunlaştırılmıştır. Bu bağlamda müftülük seçimleri düzenlenmesi kanunlaşmış olup, müftülerin milletvekili seçim kataloglarında yazılı, belediyelerde kayıtlı azınlık insanı tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Yukarıda belirtilen yetki ve hakların temeli 1913 Atina Antlaşmasının bazı maddeleri ve 1923 Lozan Barış Antlaşmasının azınlık haklarının korunması konulu bölümü ve özellikle Lozanın 42. ve 45. Maddelerine dayanmaktadır. Lozanın 45. maddesi uyarınca Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır. Lozanın 42. Maddesi Türkiye azınlıkların aile ya da kişi statüleri konusunda, bu sorunları sözü geçen azınlıkların gelenek ve göreneklerine göre çözümlenmesine uygun her türlü hükümleri koymayı kabul eder diye öngörmektedir. Aynı madde Yunanistan içinde geçerlidir. İş bu hükümler Türkiye Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel Komisyonlarda düzenlenecektir. Anlaşmazlık olursa, Türkiye Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Meclisi, birlikte, Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacaktır. Türkiye hükümeti söz konusu azınlıkların Kiliseleri, havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumlarına her türlü koruyuculuğu göstermeyi yükümlenir. Bu azınlıkların bugün Türkiye’de vakıflarına ve dinsel ve yardım kurumlarına her türlü kolaylığı gösterecek ve izinleri verecek ve yeni dinsel ve yardım kurumları kurulması için, benzeri öteki özel kurumlara sağlamış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir. Lozan Barış antlaşmasının 45. Maddesi uyarınca Türkiye ve azınlık hakları için bağlayıcı unsurlar Yunanistan’da yaşayan azınlık içinde aynen geçerli olup, bağlayıcıdır. Ayrıca Lozan Barış Antlaşmasının 37. Maddesi, 38 den 48 dek maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar olarak tanımlanması ve hiç bir yasa, hiçbir yönetmelik ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlerle çelişkili ya da onlara aykırı olmamasını ve hiç bir yasanın, hiç bir yönetmeliğin ve hiç bir resmi işlemin söz konusu hükümlere üstün sayılmamasını öngörmektedir. Atina Antlaşması, 2345/1920 sayılı kanun ve Lozan Antlaşması sonucunda garanti altına alınmış müftü seçimi ve yetkileri maalesef 1920/1991 sayılı kanun ile haksız ve uluslararası antlaşmalara aykırı olarak ortadan kaldırılmışıtır. 1991 yılında Yunan hükümeti 1920/1991 sayılı yasa ile atanmış müftü kavramını öngörmüştür. 1920/1991 sayılı kanunun 1. Maddesi uyarınca müftülerin 10 senelik görev süresi zarfında, Eğitim ve Din İşleri bakanının önerisi üzerine kararname ile atanması öngörülmüştür. 1920/1991 sayılı kanunun 5. Maddesi uyarınca müftünün yargı yetkileri belirlenmiş, kararlarının Asliye Hukuk mahkemeleri tarafından denetleneceği sabitleşmiştir. Bu bağlamda açık ve net bir şekilde azınlığın kendi müftülerini ve akabinde başmüftüsünü seçme hakkı gasp edilmiş ve 1913 Atina Antlaşması ve 1923 Lozan Barış Antlaşmasının temel hüküm ve maddeleri delinmiştir. (eski Rodop milletvekili Ahmet Hacıosman, Meclis Konuşması, 6/12/2014). Azınlık tabanı atanmış müftü kavramına geçmişten günümüze soğuk bakarak kabullenmemiş, Uluslararası antlaşmalardan doğan haklarını koruma hususunda hali hazırda İbrahim Şerif’i Gümülcine Müftüsü, Ahmet Mete’yi de İskeçe Müftüsü olarak seçmiştir. Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının eğitim hakkı, çift dilli ana okulları, dernek ve kuruluşlarının talepleri hususunda hangi antlaşmalar geçerlidir, bu bağlamda hangi uygulamalara gidilmiştir ? Lozan Barış antlaşmasının 45. Maddesi uyarınca Türkiye ve azınlık hakları için bağlayıcı unsurlar Yunanistan içinde aynen geçerli olup, bağlayıcıdır kavramını burada tekrar hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Lozanın 40 ve 41. Maddeleri ile azınlığın eğitim ve dernekleşme hakkı garanti altına alınmıştır. Lozanın 40. Maddesi azınlıklar konusunda hukuk bakımından ve fiilen öteki yurttaşlara uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendileri yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunancaklardır diye öngörmektedir. 40. madde uyarınca her türlü okul kurma hakkı sabit olduğundan azınlığın çift dilli ana okulları talebi mevcut olup, bu güne dek uygulanmamıştır. Ayrıca Lozanın 41. Maddesi genel öğretim konusunda azınlığın önemli bir oranda yerleşmiş olduğu kentler ve kasabalarda, çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle öğretim görmelerini sağlamak üzere, gerekli kolaylığın gösterilmesini öngörmektedir. Azınlıkların önemli oranda bulundukları kentlerde yada kasabalarda, bu azınlıklar Devlet bütçesi, Belediye ya da benzeri bütçelerde eğitim, din, ya da yardım amacıyla genel gelirlerden verilecek paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda hakça bir pay alacaklardır diye belirtilmiştir. Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasından, yani 1923 yılından 1954 yılına kadar Yunanistan azınlığı Müslüman azınlık olarak kabul etmektedir. 1954 yılındaki karar ile o dönemki Yunan hükümeti azınlık okullarını Türk okulları olarak tanımıştır. 3065/1954 sayılı kanun ile azınlık eğitiminin detayları belirlenmiş, azınlık okulları Türk azınlık okulları olarak tanınmıştır. Türkçe tabelalar ve okulların Türk okulu olarak tanımlanması 1972 Cunta dönemine dek devam etmiştir. Bu dönemde azınlık okullarındaki Türk tabelaları değiştirilmiş ve 1972 Cunta hükümeti kararı ile Türk okullarının ve tabelalarının yerini Müslüman veya Azınlık okulları ibaresi almıştır. 1985 yılı Yunanistan’daki Müslüman Türk azınlığın aleyhine olan sürecin başlangıcı olarak nitelendirilebilir. Yunanistan’da 1985 lere kadar Türk dernekleri vardı ve müftülük seçimi kazanılmış bir hak olarak sabit kabul ediliyordu. Ama bu yıllardan sonra hem müftülük seçimine hem de Türk ibareli derneklerin varlıklarına son verildiğini gördük. Bu bağlamda Gümülcine Türk Gençler Birliği ve İskeçe Türk Birliği tanınmamakta olup, 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İskeçe Türk Birliği lehine verdiği kararı, Yunanistan Anayasa Mahkemesi 2012 yılında bağlayıcı olmadığını öne sürerek kabul etmemiştir (Siriza Rodop Milletvekili Ayhan Karayusuf – GTGB iftar yemeği konuşması, 2014). AİHM kararına bakılırsa örgütlenme özgürlüğünün ihlali ve kamusal alanda etnik kimliğin ifade edilebilmesi ile ilgili ihlal olduğunu belirttiğini görmekteyiz.Lozan Antlaşmasına dayanan ve Anayasal hak olan örgütlenme,dernekçilik ve ifade özgürlüğü bu bağlamda kısıtlanmış olup halen yukarıda adı geçen birliklerimiz tanınmamaktadır. Hükümetin yeni yasadaki düzenlemeyle ilgili bundan sonraki süreç içerisinde bunun uygulanış şekli nasıl olacak? Müftü yetkileri ve şeri hukuk hususunda yapılan düzenlemeler nelerdir? Sizce yeni yasa değişikliğinin Azınlık açısından bakıldığında bunun olumlu yada olumsuz yönleri nelerdir? Günümüzde İslam Hukuku ve uygulanış şekli, ve aynı şekilde Müftünün yargı yetkileri 147/1914 sayılı kanunun 4. Maddesi ve 1920/1991 sayılı kanunun 5. Maddesine dayanmaktadır. Geçmişten günümüze İslam Hukukunun uygulanması ve Müftünün yargı yetkileri ile alakalı bir çok tez ve fikir ortaya atılmış olup, farklı hukuki fikirler hem azınlıkta hem çoğunlukta hakim olmuştur. Bunun başlıca sebebi hem 1913 Atina Uluslarası Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşmasının ve bunun akabinde çıkarılan kanunların İslam Hukukunun uygulanması konusunda detaylara girmemesi ve Müftünün yargı yetkilerini net olarak belirlemesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca İslam Hukukunun yazılı bir hukuk olmayıp, örf ve adetlere dayanıyor olması uygulanmasını güçleştirmiştir. Bu bağlamda 3 farklı görüş ve fikri burada etüd edip, günümüzde var olan hukuki sistem ve yeni getirilecek düzenlemelere bu pencereden bakmak gerekiyor. Hali hazırdaki yasalar itibarı ile miras ve aile hukuku çerçevesinde evlenme, boşanma, nafaka, miras ile alakalı konularda İslam Hukuku ve Müftü tek yetkili kılınmıştır. Bu bağlamda Yunan vatandaşı azınlık mensuplarının boşanması, evlenmesi, miras dağılımı hususunda tek yetkili merci müftüdür ve uygulan hukuk İslam Hukukudur. Ayrıca miras hukuku çerçevesinde, son Anayasa Mahkemesi kararlarına da bakıldığında azınlık insanının vasiyet bırakma hakkı olmadığı, çünkü İslam hukukuna tabi olarak böyle bir vasiyet kavramının İslam Hukukunda öngörülmediği belirtilmiştir. Yapılacak olan yeni düzenleme ve meclise sunulan kanun tasarısı uyarınca var olan maddeler şöyle değiştirilmek istenmektedir : -Öncelikle müftü tek yetkili kılınmayacaktır. Müftü huzurunda aile ve miras hukukunun uygulanması için tüm tarafların rızası gerekecektir. Tarafların anlaşması ve müftünün yetkisinin kabulu durumunda, anlaşılan dava için yetki değişikliği yapılamayacaktır. -Taraflara aile ve miras hukuku bağlamında (evlenme, boşanma – nafaka, miras, vasiyet vs.) tercih hakkı verilecektir. Arzu eden bireyler Medeni Hukuku arzu eden bireyler İslam Hukukunu tercih edeceklerdir. -Tarafların anlaşmazlığı durumunda yargı yetkisi Yunan mahkemelerinde olup medeni hukuk uygulanacaktır. -Müslüman azınlığın miras ilişkileri ile ilgili durumlarda Medeni hukuk uygulanacaktır. Medeni Hukuk ve İslam Hukukunun aynı anda uygulanması mümkün değildir. İslam Hukuku gereği vasiyet bırakmak isteyenler bunu noter huzurunda resmi vasiyet şeklinde belirtme hakkına sahip olacaklardır. -Bugüne dek hazırlanmış tüm vasiyetnameler geçerli sayılacaktır. Kamuoyunda dile getirilen müftünün yargı yetkileri tamamen kaldırılıyor düşüncesi yanlış olup, yeni düzenleme ile azınlık insanına müftü ve medeni hukuk arasında tercih hakkı verildiği doğru tespit olarak not edilmelidir. Meclise sunulan yeni tasarının maddelerine değindikten sonra İslam Hukukunun uygulanması ve Müftünün yargı yetkileri ile alakalı geçmişten günümüze dile getirilmiş, ortaya atılmış 3 temel düşünceyi aşağıda belirtmekte fayda görüyorum : 1.Müftünün yargı yetkilerinin devam etmesi – Azınlık bireyleri üzerinde İslam aile ve miras hukukunun tek ve bağlayıcı hukuk olarak uygulanması Bu düşünceye göre var olan hukuk sistemi 1913 Atina Uluslarası Antlaşmasına ve 1923 Lozan Antlaşmasına dayandığından Yunan anayasasının 28. maddesi açıkça Uluslararası Antlaşmaların kanunun üzerinde olduğunu belirtmektedir. Müftü yetkilerini kısıtlayacak her yasa tasarısı Atina antlaşması ve anayasanın 28. Maddesine aykırı olacağından mevcut hukuk sistemini değiştirmeyecektir. Aile ve miras hukuku kamu düzeninden olan hukuklardandır. Medeni kanunun 3. Maddesi kamu düzeninden olan hukukun uygulanmasını taraflar isteyerek yok edemez, dediğinden seçme hakkı tanıyan kanun tasarısı kanuna aykırıdır ve uygulanamaz. Ayrıca Lozan Antlaşmasının 42. Maddesi uyarınca azınlıkların aile ya da kişi statüleri konusunda, bu sorunları sözü geçen azınlıkların törelerine göre çözümlenmesine uygun her türlü hükümleri koymayı kabul eder diye öngörmektedir. Aynı madde Yunanistan içinde geçerlidir. İş bu hükümler Yunan hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel Komisyonlarda düzenlenecektir. Anlaşmazlık olursa, Yunan Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Meclisi, birlikte, Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacaktır. Bu usul yerine getirilmeden yasanın çıkması Lozan Antlaşmasına aykırıdır. (Av. Ayhan Şakir – Birlik Gazetesi – 30/11/2017, 556/2017 sayılı Yargıtay kararı). 2. Müftünün yargı yetkilerinin tamamen kaldırılması – İslam aile ve miras hukukunun tamamen kaldırılması Bu fikir uyarınca İslam Hukukunun uygulanması hem Yunan anayasası hemde Avrupa İnsan Hakları Antlaşmasına aykırı olarak görülmektedir. İslam Hukukunun kadın haklarını ihlal ettiği, Türkiye’de 1926 yılında kaldırıldığı, modern bir Avrupa ülkesinde uygulanamaycağı dile getirilmektedir. Ayrıca Lozan antlaşmasının 42. Maddesinin direkt olarak Müftünün yargı yetkilerini zorunlu kılmadığı söylenen fikirler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda Anayasa hukukçuları Yannis Ktistakis ve Konstantinos Tsitselikis bu fikir yönünde değişik makaleler yazmışlardır. Aynı şekilde sol ve sosyalist partilerden, Siriza ve geçmişte Pasok kanadından birçok milletvekili bu yönde fikir belirtmiştir. Siriza Rodop milletvekili Mustafa Mustafa İslam Hukukunun ve müftünün yargı yetkilerinin kaldırılması yönünde fikir belirtmiştir (İos gazetesi, 14.07.2001 – Efimerida Ton Sindakton gazetesi, 19.03.2017). Siriza İskeçe Milletvekili Hüseyin Zeybek’te aynı düşüncede olup, yapılacak değişikliklerin öncelikle azınlıkla iştişare halinde yapılmasına vurgu yapmaktadır. Ayrıca vakıf idarelerinde seçim ve müftünün seçimle gelmesi konusunda Hüseyin Zeybek fikir belirtmiştir (Efimerida Ton Sindakton gazetesi, 19.03.2017). 3.Müftünün yargı yetkilerinin korunması – Azınlık fertlerine İslam Hukuku ve Medeni Hukuk arasında tercih hakkı verilmesi Yukarıda belirtildiği gibi son düzenleme aynen bu doğrultuda olup, Müftünün yargı yetkilerini koruyup, Azınlık mensuplarına Aile ve Miras hukuku konularında İslam Hukuku ve Medeni Hukuk arasında tercih hakkını vermektedir. Lozanın 42. maddesinde öngörülen azınlıkların töre (örf ve geleneklerine) göre çözümlenmesine uygun her hükmün koyulması ülkelerce mecburidir. 1923 ten günümüze azınlığın örf ve adetlerinde değişiklikler olduğu mutlaktır. Örneğin miras hukuku sürecinde azınlık insanı geçmiş dönemlerde şer-i hükümleri tercih ederken günümüzde asliye hukukun kurallarına uygun miras yapmaktadır. İslam hukukunda öngörülmemiş olsa bile birçok soydaşımız noter huzurunda hazırladığı vasiyetnameler ile ölümü esnasında mal dağılımını kendi iradesine dayanarak öngörmektedir. Ayrıca erkeğe ayrıcalık tanıyan, kadının mirası erkeğin yarısı kadardır diye bilinen şeri şartlarda mal paylaşımları yok olma derecesine gelmiş, erkek ve kız kardeşler arasındaki mal paylaşımı medeni hukuka göre eşit şekilde yapılmaktadır. Özellikle son yıllarda genç çiftler dini nikah yerine medeni nikahı benimsemektedirler. Tüm bu bulgular Lozandan günümüze azınlığın örf ve adetlerinin değişme kaydettiğini göstermektedir. Bu süreçte uygulanan yasaların değişmesi bir gereksinim, bir ihtiyaç olmaktan çıkmış mecburiyet halini almıştır. Bu bağlamda azınlık insanına aile hukuku çerçevesinde medeni ve şeri yetkiler arasında tercih etme hakkının tanınması doğru bir uygulama olarak kabul edilebilir. Not olarak müftünün şer-i yetkilerinin tamamen kaldırılması söz konusu değildir. Sadece eskiye dönük olarak tek yetkili müftü değil, tarafların anlaşması durumunda müftü yetkili olacaktır. Ayrıca anlaşmazlık durumunda Asliye Hukuk mahkemeleri yetkili olacaktır. Rodop milletvekili İlhan Ahmet 2006 ve 2017 yılında verdiği röportajlarda (Paratiritis Gazetesi – 30.08.2006, Efimerida Ton Sindakton gazetesi, 19.03.2017) azınlığa seçme hakkının verilmesinden yana kanaat kılmışıtır. Anlaşmazlık durumunda müftünün yetkili olması fikrini öne sürmüştür. Ayrıca şer-i yetkilerin kaldırılması hususunda azınlık insanının katılacağı bir referandum yapılması önerisi kendisinin cesur ve ilgi çeken önerilerinden olup, tarihteki yerini almıştır (Hronos Gazetesi, 16.03.2017). Yukarıda belirtilen görüşleri sıraladıktan sonra şahsi kanaatim olarak aşağıdaki şu düşünceleri belirtmek isterim ; 1923’ten günümüze azınlığın töresinde, örf, adet ve ananelerinde belirli değişikliklerin olduğu mutlaktır. Miras hukukunda İslam hukukunun kullanılmayıp, medeni hukuk uyarınca adil paylaşımların benimsenmesi, dini nikah yerine özellikle son dönemde gençlerin resmi nikah usulünü tercih etmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Aşağıda belirtileceği üzere usul yönünden yanlış olsada temeli itibarı ile azınlığa tercih hakkının verilmesini pozitif bir ayrımcılık olarak nitelendirebiliriz. Yeni hazırlanan kanun tasarısı doğru yönde olmasına rağmen göz ardı edilmeyecek en önemli husus Lozanın delinmesi ve bu kanun tasarısının Lozanın 42. Maddesine aykırı olarak azınlıkla istişare edilmeden hazırlanmasıdır. Lozan 42 maddesinde net bir şekilde azınlıkların örf ve adetlerini ilgilendiren maddelerin Yunan hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerden oluşan özel komisyonlarda düzenleneceğini öngörmüştür. Tüm geçmiş hükümetler ile olduğu gibi bu durumda da azınlığın fikri sorulmamış olup, Lozanın 42. Maddesinin öngördüğü azınlık mensuplarından da oluşacak komisyonun fikrine başvurulmamıştır. Bu bağlamda yeni kanun hukuki açıdan Lozana aykırı olarak sıkıntılar içermektedir, Yargıtaydan dönmesi muhtemeldir. Son günlerde bahse konu olan Lozanın öngördükleri ve uygulanması hakkında ne düşünüyorsunuz ? Lozan Antlaşmasının güncelleştirilmesi mümkünmüdür ? Öncelikle 1923 yılında 11 ülke tarfından imzalanan Lozan Barış Antlaşmasının bir savaş neticesinde ortaya çıktığını göz ardı etmemek lazım. 1913 yılında imzalanan Atina Antlaşmasının üzerinden 104 sene, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasının üzerinden ise 94 yıl geçmiştir. Bu süre zarfında Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler inişli çıkışlı grafikler çizmiş, buna rağmen komşuluk ve barış ilkesinden vazgeçilmemiştir. Ayrıca Lozanın uygulanması konusunda, değişik fikirler ortaya atılmış, Azınlık hakları bağlamında yapıcı sonuçlar alınamamıştır. Sık sık ihlaller azınlığımız ile ülkemiz Yunanistan arasındaki samimiyet bağlarını zor süreçlerden geçirmiştir. Ayrıca birçok hususta Lozanda öngörülmesine rağmen azınlıkla istişare edilmeden çıkarılan yasalar sıkıntı kaynağı oluşturmuştur. Bilindiği üzere dünya sistemi ve dengeleri çok hızlı bir şekilde değişmekte, bu bağlamda değişik hususlarda yeni kanun tasarıları düzenlenmekte, ikili ilişkiler ve ülkeler arası antlaşmalarda güncelleştirilmeye gidilmektedir. Bu bağlamda Lozan Antlaşmasının güncelleştirilmesi, iki ülkenin iyi niyeti çerçevesi ve kabulu ile mümkündür. Böylece azınlık hakları, uygulanabilecek, iki ülke tarafından benimsenecek yeni ve gerçek bir barış antlaşması ile sağlanabilir. Burada tarafları endişelendiren nokta Lozanın ülkelerin sınırlarını ve topraklarını belirlediği ve bu yüzden güncelleştirilemez olduğu ve sabit kalması fikridir. Lozan ülkelerin sınırları haricinde azınlık haklarının korunmasınıda öngörmüştür ve bu bağlamda uygulama esnasında ciddi sıkıntılar baş göstermiştir. Lozanın güncelleştirilmesi demek kesinlikle ülkelerin bölünmez bütünlüğüne, sınır değişimine yönelik bir düşünce olarak algılanmamalıdır. Yunanistan ve Türkiye hükümetleri, komşu ve kardeş ülke ilkesine bağlı kalarak, sınır dengelerini bozmayıp değerlendirme dışı tutarak, değişen dünya şartlarını, azınlık haklarının korunmasında yaşanan sıkıntıları göz önüne alarak, yeni,gerçek, güncelleştirilmiş bir barış antlaşması ile Lozanın uygulanmasından doğan sorunları giderebilirler. İyi niyet, samimiyet, dostluk ve barış çerçevesinde atılacak somut, yapıcı, kalıcı, uygulanabilir güncel adımlardan korkulmamalıdır. (Röportaj: Özcan Aliosman)