25 Mart 2022 Cuma

ZEKATIN SADECE %12,5’i MÜSLÜMAN FAKİRİN HAKKIDIR,…

-Allah akıllı Müslümanı sever, ahmak Müslümanı sevmez. Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım ihtarını yapan Allah’tır- Yıllardan beri Müslümanlar zekât verirler ve bu zekâtların çoğunu da yaşadıkları ülkelerin dışına çıkarırlar. Yıllar var ki bu böyledir. Bu uygulama ile hangi ülkenin insanını ihya ettiler, hangi ülkenini insanını esaretten kurtardılar bugüne kadar? Afganistan’ı mı, Filistin’i mi, Arakan’ı mı, Irak’ı mı, yoksa Suriye’yi mi? Bugüne kadar yapılan uygulama eksiktir, sorunludur, yanlıştır. O ülke Müslümanlarına tanıtım açısından, yardımlaşma açısından zekât verilebilir. Ancak bunun miktarı %12,5’tir. Daha fazla olamaz. Eline üç beş kuruş alan, alay-ı vala ile soluğu Afrika’da, Ortadoğu’da alıyor. Allah o insanlara da akıl verdi, fikir verdi; hatta topraklarını da çok verimli kıldı. Altın onlarda, petrol onlarda, envai çeşit meyve, sebze ve deniz ürünleri onlarda. Buna rağmen kendilerine verilen nimetlerin kıymetini bilmiyorlarsa, kendi kabiliyetlerini kullanmıyorlarsa, bu, onların suçudur; suçlarının cezalarını da çekmelidirler. Lütfen, bu Ramazan’da bari zekatlarınızı çarçur etmeyiniz. Müslümanların ihtiyacı olan kurumlar var, bu ihtiyaçlar göz ardı edilmemelidir. Görmemezlikten gelinmemelidir. Allah Müslümanlara, geleceklerinin inşası için görev vermiştir. Bu görevler sorumluluk anlayışıyla yerine getirilmelidir. “Sözlükte ‘artma, arıtma; övgü ve bereket’ mânalarına gelen zekât, terim olarak Kur’an’da belirtilen sınıflara sarfedilmek üzere dinen zengin sayılan Müslümanların malından alınan belli payı ifade eder. Örfte, bu payın maldan çıkarılması işlemine de zekât denilir.”(İslâm Ansiklopedisi, ilgili madde) Zekât Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde belirtildiği üzere 8 yere taksim edilerek verilmelidir. Bu maddelerin ikisi yoksullar ile ilgilidir. “Fakir, Müslümanın yoksulu, miskin ise Ehl-i Kitab’ın yoksuludur.” (İslâm Ansiklopedisi, ilgili madde) Allah şöyle buyurur: “(Ey Peygamber! Müşrik ve kafir akrabalarına maddi yardımda bulunmak isteyen müminleri bundan menetme.) Çünkü senin görevin, müşrikleri/ kafirleri imana zorlamak değildir; (kaldı ki bunu istesen de başaramazsın). Çünkü ancak, Allah dilediğine/ layık gördüğüne iman ve hidayet nasip eder.” (Bakara 2/272; Tercüme: Mustafa Öztürk) “Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.”(Mümtehine 60/8; Tercüme: Diyanet Vakfı) Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere; 100 Euro zekâtı olan kişi üzerinden hesabımızı yaparsak, Müslüman yoksulun zekâttan alacağı pay %12,5’tir. Gayri Müslim yoksulun zekâttan alacağı pay da %12,5’ tir. Toplamı %25 eder. Kalan %75’lik miktarın fakir ile doğrudan alakası yoktur. Bu taksimin şahıslar açısından zorluğu aşikardır. Bunun için yüce Allah zekâtın şahıslar tarafından birebir verilmesini değil, bir kurum aracılığıyla bu işin yapılmasını arzu etmiştir. Ayette zekât memurlarına zekâtın verilmesinin istenmesi, bir zekât kurumunun kurulması ve bu kurumda çalışanların aylıklarının da o kurum tarafından karşılanması anlamına gelir. Bugün ise böyle bir kurum yoktur. Cemaatler kendi aralarında organize olarak bu işi yapmaktadırlar. Aldıkları zekâtları amacına uygun olarak harcıyorlar mıdır, onu tam olarak bilemiyoruz. Şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim ki, cemaatler aldıkları zekâtları sadece üyeleri olan yoksul Müslümanlara veriyorlar, daha fazla zekât toplamak için de zekât paralarını Afrika ve Ortadoğu’ya taşıyorlar. Bu işi de duygu sömürüsü ile yapıyorlar. Dedikoduların önüne geçebilmek için ise oralarda zekât parasını dağıtıp kurban keserken yöre insanlarıyla fotoğraflar-filimler çekilerek üyelerine gösteriyorlar. Camilerin kapılarında, dağıtılan broşürlerde, televizyon reklamlarında bu insanların acınacak haldeki resimlerini görebilirsiniz. Bireysel bazda zekât veren Müslümanlar ile cemaatlerin topladığı zekatların gittiği yer aynı yerdir. Kendilerine üye olan Müslümanların yoksullarıdır bunlar. İstisnalar vardır elbette, ama ben bugüne kadar öyle bir cemaat tanımadım. Hatta, “Gayri Müslim’in yoksuluna zekât verilmez” diyen cemaatleri yakinen biliyorum. Oysa Gayri Müslim ile ilgili iki madde vardır zekât ayetinde. Birisi miskin, diğeri müellefe-i kulûb (kalbi İslam’a ısındırılmak istenenler). Müellefe-i kulûb; maddî ihsanda bulunmak suretiyle gönüllerinin İslâm’a ve Müslümanlara karşı yumuşatılması arzulanan gayri Müslimleri, kendilerinin veya bağlılarının İslâm’ı benimsemesi umulan yahut zarar vermelerinden korkulan veya düşmana karşı himayeleri istenen nüfuz sahibi kimseleri ve dinde sebat etmeleri arzulanan yeni mühtedileri belirtmek için kullanılmıştır. (Geniş bilgi için bkz. İslâm Ansiklopedisi, ilgili madde). Konu ile ilgili olarak, Âl-i İmrân 3/103 ve el-Enfâl 8/63 ayetlerine de bakılabilir. Zekât için temlik(şahsın bizzat eline verilmesi) şartı yoktur. Zekât yoksula para olarak verilebileceği gibi, zekat parasıyla yoksulun çalışabileceği fabrikalar da kurulur, tedavi olabilecekleri hastaneler de yapılır, kalabilecekleri öğrenci yurtları da inşa edilir. Durum böyle olunca, bilhassa Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar, zekatlarının %12,5’ini Ehl-i Kitap yoksullara dağıtmalı ve %12,5’ini yine de Ehl-i Kitap’a İslâm’ın tanıtımı için harcamalıdır. Bunun için: Konferanslar düzenlenmeli, Kur’an mealleri ilgili ülkelerin dillerine çevrilerek dağıtılmalı, gazete-dergi çıkarılmalı, aşevleri açılmalı, amaca uygun geziler yapılmalı, bu konuda bir heyet oluşturulmalı ve o heyetin ve organizasyonun, personel ve fiziki mekân harcamaları da zekât kurumundan karşılanmalıdır. Berlin’de yaşayan Müslümanların üzerinden bir değerlendirme yaparsak şöyle bir tablo ile karşılaşırız: Berlin’de 300.000 Türkiyeli yaşıyor. Diğer Müslümanları dahil etmeden yapıyorum bu hesabı. 300.000 Türkiyelinin 5.000’ ni ortalama 1.000 Euro zekât verdiğini düşünürsek 5.000x1.000 = 5 milyon Euro zekât toplanıyor demektir her sene Berlin’den. Bu para her sene toplanıyor. Fazlası vardır azı yoktur. Bu zekât miktarının Müslümanların kurduğu ortak bir kurumda toplandığını varsayalım ve Allah’ın arzu ettiği şekilde pay edildiğini düşünelim. Toplanan bu parayla: Tanesi birer milyondan her sene 5 tane kurum kurulabileceği gibi, ihtiyaca göre öğrenci yurtları kurulur, özel okullar açılır, hastaneler açılır, sadece fakirlerin ve miskinlerin çalışacağı işyerleri açılır, fabrikalar kurulur, aşevleri açılır, imam yetiştiren kurumlar kurulur, gazete ve dergiler çıkarılır, televizyon kanalları açılır, üniversiteler kurulur ve o kurumların masrafları da bu fondan karşılanır. Bu hesabı Türkiye üzerinden yapalım: Ben Denizliliyim. Denizli’nin nüfusu 04 Şubat 2020 tarihinde açıklanan Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre 1.037.208dir. Hesabımızı 10.000 Müslümanın zekât verdiğini düşünerek yapalım. Ortalama 1.000 TL zekât verdiklerini düşünelim. 10.000x1.000= 10 milyon TL eder. Bu para her sene toplanıyor Denizli’de. Hesabı Denizliler vereceğine göre, varsın hesabı da onlar yapsın. Yukarıdaki yazdığım kurumların Denizli için de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu hesaba göre 10 sene sonra Denizli’de ne fakir kalırdı ne de miskin. Kendi evinde yangın olan kişi başkasının evindeki yangını söndürmeye gidemez, giderse döndüğünde kendisi de evsiz kalır. Allah tribünlere oynayan Müslüman değil, akıllı Müslüman istiyor; elini taşın altına sokan sorumluluk sahibi Müslüman istiyor!

19 Mart 2022 Cumartesi

ÇANAKKALE 2022

BİR ÇANAKKALE YAZISI DA BENDEN... 1915 yılının Temmuz ayı. Ramazan ayı. Mehmetçik Çanakkale Cephesi’ndedir. Oruçludur. Kurşun yağmurunun altında arkadaşının şehadetine tanıklık eden, sıranın her an kendisine gelebileceğinin hesabını yapmadan siperden sipere koşan o Mehmetçik Çanakkale’de orucundan taviz vermemiştir. Bir Ramazan boyu hoşafla, bir dilim ekmekle orucunu tutmuştur. Siperinden de ayrıl-mamıştır. Ramazan Bayramı Ramazan Bayramı yaklaşmıştır. Mehmetçik bayram namazının kılınıp kılınmayacağını merak etmektedir. Herkes birbirine sorar, “Acaba bayram namazı kılınacak mıdır? Kılınacaksa nerede kılınacaktır?” Olayı anlatan bir Çanakkale Gazisidir: “Çanakkale’de 9. Tümen teşekkül edince gönüllü olarak kıtaya kaydolmuştum. Gelibolu’da siperimdeyim. Hafız olduğum için bir taraftan da devamlı Kur’an okuyorum, dua ediyorum. Savaşın süresi uzadıkça, kayıplar da çoğalmaya başlamıştı, cephedeki din görevlileriyle irtibatlarımız da kopmuştu, herkes ayrı bir siperdeydi. Onlarla konuşup istişare edemiyorduk, savaş tüm hızıyla devam ediyordu, ana-baba günüydü, dehşetli çarpışmalar oluyordu. Bizim gibi gençler -o zaman 28 yaşındaydım- cephede savaşırken, yaşlılar geri hizmetlerde ve hastanelerde görev yapıyorlardı. Ben, savaş bitinceye kadar Seddülbahir Cephesi’nden hiç ayrılmadım. Arefe günü idi cephe kumandanı Vehip Paşa beni çağırdı yanına. “Hafız, askerlerin bir talebi var. Yarın Ramazan Bayramı, sabahleyin hep beraber bayram namazı kılmak istiyorlar. Askerlerin toplu halde bir yerde bulunmaları çok tehlikeli ve bu düşman için bulunmaz bir fırsattır. Ben tekliflerini kabul etmedim. Sen de, münasip bir lisan ile anlatırsın onlara” dedi. Paşa’nın yanından ayrılmıştım ki, zamanın ulularından gözü gönlü Hak adına bağlanmış arif, zarif bir zat çıktı karşıma. Bilgide kimse onunla yarışamazdı. Develer yüküyle kitap okumuştu o. Sohbet sırasında onu dinleyenler yangın içinde olsalar bile dinlerler, asla sohbetini bırakıp kaçmazlardı, şimdi karşımda duruyordu, tanıyordum onu. O zat o gün orada idi, gerçek miydi Allah’ım bu gördüklerim diye düşünürken, o zat bana yaklaştı ve dedi ki: “Sakın ola ki askerlere bir şey söyleme, gün ola, hayır ola! Allah ne derse o, olur!” Sabahı bekle… Bayram Namazı 12 Ağustos 1915 Perşembe günü, sabah erkenden kalktım. Askerler de ayaktaydı, bayram namazını eda etmek istiyorlardı. Aynı göle dökülen sular gibi, Allah sevgisinde birleşen yüzlerce asker saf tutmuştu. Hak katında birlikte secdeye varacaklardı. Hep beraber başımızı göğe kaldırdık, hevenk hevenk beyaz bulutlar gördük. Biraz sonra da bu bulutlar olduğu gibi yere çöküverdi. Bu olağanüstü olay karşısında herkes kendinden geçti ve hepbirlikte “Allahü Ekber!” deyip secdeye kapandık. İçimizde ince bir huzur çiçeklenmişti ve Yüce Allah bizi bulutlar arasında görünmez hale getirmişti. O, arafe günü konuştuğumuz ulu kişi de oradaydı. Askerle birlikteydi. “Dokuz tekbirle vacip bayram namazı için durun divana uyun imama, Allahü Ekber.” Kısa bir sessizlikten sonra, o arif kişi, tatlı ve yanık sesiyle, Fetih Sûresi’nin 1. ayetinden 9. ayetine kadar okudu. Sonra ikinci rekât bayram namazı eda edildi. Namazın bitiminde koro halinde Kelime-i Tevhidi yüksek sesle tekrarladık. O kadar gür sesle okuyorduk ki Kelime-i Tevhidi, dağ taş inliyordu, “La ilahe İllallah”. Seslerimiz yankılanarak geri geliyor gibiydi, ilk başta bize öyle geldi. İyice dikkat edince anladık ki bu ses bizim sesimizin yankısı değildi, kulaklarımıza inanamadık, bir yerlerden daha Kelime-i Tevhid okunuyordu, yüzlerce asker hep birden, “La ilahe İllallah” diyordu. Hepimizin beti benzi soldu, kül gibi oldu, herkesin yüreği ağzındaydı. Kimdi bunlar, bu sesler nereden geliyordu. Bu duruma taş olsa dayanamazdı. Görenler mi dayanacak yoksa anlatanlar mı dayanacak? “Allah! Allah!” diyen kendinden geçiyor, sanki hep birlikte kanatlanıp göklerde uçmak istiyorlardı. O barut ve kan kokusundan bıkmış olan askerler, Allah ile bütünleşmenin ilahi ahengi içinde varlıklarından, benliklerinden soyunmuşlar, kendilerinden geçmişlerdi. Zığındere’nin susuz yatağında, bir alçalıp bir yükselen “La ilahe İllallah” sesleri, onların kalbini kâh varlığın sonsuz ufuklarında koşturuyor, kâh yokluğun takat getirilmez güzelliğinde dinlendiriyordu. Hak’tan başka Hak yoktu. Tekrarlanan hep buydu… “La ilahe İllallah...” Sonradan anladık ki bu sesler İngiliz sömürgesi içinde bulunan Müslüman askerlerin sesleriymiş… Bayram namazında okunan duaları ve tekrarlanan şehadet kelimesini duyunca, anlamışlar ki Müslüman Türk Askeri'yle savaşıyorlar, çılgına dönmüşler, kandırıldıklarını anlamışlar ve isyan etmişler. Hemen geriye alınıp, cepheden uzaklaştırılmışlar. Hepsi de infaz edilmiş. ”(M.İhsan Gençcan, Ç.S. ve Menkıbeler, İst.1998 s. 75) Seyit Onbaşı “İngiliz’i, Fransız’ı, Avustralyalısı ne kadar güçlü ve büyük devlet varsa toplanmışlar gelmişler Çanakkale Boğazı’na. Gayeleri bizi geldiğimiz yere, Orta Asya’ya sürmekmiş. Çoktan paylaşmışlar bile kendi aralarında Osmanlı Toprağı'nı. Güya, bizimle müttefik olan Almanya, Anadolu haritasının üzerine Almanya (Deutschland) yazarak gelmiş Çanakkale'ye. Savaştan sonra onun payına Anadolu düşecekmiş, böyle anlaşmış olmalılar işgalcilerle. Çanakkale komutanı Liman von Sanders’in çıkarmayı 24 saat geciktirmesinin ve askeri yanlış yerde Soroz Körfezi’nde mevzilendirmesinin sebebi bu olsa gerektir. İşgalciler, birkaç bomba atarak Çanakkale’yi geçip sabah kahvelerini Marmara Denizi’nde yudumlamak istemekteymişler. Balkan Savaşları’nda yorgun düşen ve hırpalanan Osmanlı’nın dayanacak gücünün kalmadığını düşünmekteymişler. Osmanlı’nın Boğaz’a döşedikleri mayınları, mayın temizleme gemileriyle temizlemek zor olmamış onlar için, sonra da kendilerinden emin bir şekilde 19 Şubat sabahı başlamışlar Osmanlı tabyalarını bombalamaya. Yer yerinden oynamış, neredeyse taş üstünde taş gövde üstünde baş kalmamış. Cesetler havada uçuşmaya başlamış. Komutanı çıkarmış Seyit Onbaşı’yı enkazın altından, ayakta kalan üç kişi varmış. Biri subay, biri er ve bir de Seyit Onbaşı. Yapabilecekleri fazla bir şey yokmuş. Neleri yapabileceklerinin hesaplarını yaparlarken, Seyit Onbaşı “Ya Allah bismillah” diyerek almış yerde duran 250 kiloluk o son top mermisini, sürmüş topun ağzına ve yollamış hedefine. Tam isabet. Bir telaştır almış düşman donanmasını. Birbirlerini yedeklerine almaya çalışan diğer gemiler de Anadolu yakasına paralel olarak ne zaman döşendiğini bilemedikleri mayınlara çarparak başlamışlar birer birer denize gömülmeye. “Gerçekten inanıyorsanız ve sabırlıysanız, Ben sizin 20 kişilik gücünüze 200 kişilik güç veririm”. Seyit Onbaşı Allah’ın bu yardımına mazhar olmuş, Çanakkale Boğazı’nda 19 Şubat sabahı. Yudumlayamamışlar işgalciler kahvelerini Marmara’da o gün. Arkalarına bile bakmadan başlamışlar kaçmaya ve deniz savaşı böylece Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlanmış. Yahya Çavuş Sahne Alıyor Deniz savaşı böyle sonuçlanmış sonuçlanmasına da düşmanın gayesi Türkleri geldikleri yere göndermek olduğu için pes etmemişler ve karadan boğaza inmek istemişler. Arıburnu’ndan çıkarma yapmışlar Gelibolu’ya. Bu sefer de Yahya Çavuş çıkmış karşılarına 63 askerle. Gerçek bir destan yazmışlar orada, müttefik ordularını karaya çıkarmamak için direnmişler ve neticede 63 asker hepsi orada şehit olmuşlar. Beklenmedik bir olay da burada gerçekleşmiş. Müttefikler nihayet 63 askeri şehit edip karaya ayak basınca, Fransız ordusuna mensup Senegalli askerler, Müslüman Osmanlı askerleriyle savaştıklarını fark etmişler ve ikna edici bir cevap alamayınca da silahlarını çevirmişler Fransız askerlerine. Sonra da kalan Fransız askerleri tarafından hepsi şehit edilmiş. Conk Bayırı 63 kişiye karşı kazandıkları bu mevzi başarılarından cesaret alan düşman askeri, Conk Bayırı’na doğru başlamış ilerlemeye. Bigalı köyünde geri hizmette görevlendirilen Mustafa Kemal çıkmış bu sefer karşılarına. Kurmay Yarbay Hüseyin Avni Paşa ile birlikte yapmışlar planı. 57’inci Alay’ın komutanıymış Hüseyin Avni Paşa. Anzaklarla girişilen çatışmada hepsi şehit düşmüş. Önlerine çıkan engelleri birer birer aşan düşman askerleri için an meselesiymiş artık savaşı kazanmak, böyle düşünmeye başlamışlar. Allah’ın yardımı bu sefer de Mustafa Kemal’e ulaşmış. Mermileri bittiği için Anzaklardan kaçan askerlerle karşılaşmış Conk Bayırında. Arkalarından kovalamaktaymış Anzaklar onları. Tehlikeyi gören Mustafa Kemal birden askerlere, “asker yat” komutunu vermiş. Bu komutla askerlerimiz yatarken, birdenbire ne olduğunu anlayamayan Anzak askerleri de yatmışlar o an yere. İşte Çanakkale savaşının kırılma noktası bu komut olmuş. Hemen sonra, “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” komutuyla şahlanan askerler ‘Allah Allah’ nidalarıyla hücuma kalkmışlar, püskürtmüşler Anzakları. Kara savaşında zafere doğru gidilen yolda ilk adım işte böyle atılmış.” Metrekareye 8.000 merminin düştüğü, bir gecede on bin gencin kaybedildiği, nişanlıları birbirinden, öğrencileri okullarından ayıran Çanakkale savaşı, 250 bini şehit olmak üzere tamamı 316 bin kayıpla 29 Ağustos 1915’te zaferle sonuçlanmış. Ben derim ki, Çanakkale anlatılmaz ancak yaşanır. Avrupa ülkelerinde yaşayan ve izinlerini Türkiye’de geçirmek isteyenler, sizlere tavsiyem Çanakkale’yi yaşamanızdır. Bu savaşı en iyi anlayan ve yaşayan kişi hiç kuşkusuz Mehmet Akif Ersoy’dur. Kendisi savaş esnasında gönüllü asker toplamak üzere Mısır’da görevli olmasına rağmen sanki savaşın en kızgın yerinde savaşıyormuş gibi yazmıştır bu destanı. Mehmet Akif olmak işte böyle bir şey… Bu destanı mutlaka okuyunuz, sadece okuyunuz, anlamaya çalışmayınız, inanın, bitirdiğinizde anlamış olacaksınız. Çanakkale Destanı “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! “ ...

9 Mart 2022 Çarşamba

DER AUFSCHREI DER TÜRKEN IN WESTTHRAKIEN

Rahim Ramazanoğlu wollte mich seit zwei Jahren nach Komotini bringen. Am 06.10.2020. sollte die neuerbaute Moschee im Dorf Kiraz in Komotini eröffnet werden. Das wäre das Eröffnungsprogramm der Moschee, ich könnte dort am Freitag eine Rede halten, die Predigt lesen und das Freitagsgebet sprechen. Der Wunsch der dortigen Bevölkerung war es, dass ich dann noch Hymnen rezitiere und Zeit mit ihnen verbringe. Um 15:30 Uhr stehe ich im Flughafen Schönefeld an dem Check-In Schalter meines Fluges. Es geht lediglich um den Check-In, da die Flugzeugfirma, RyanAir, kein Gepäck annimt. Lediglich eine kleine Tasche, die zwei Kilogramm nicht überschreiten darf. Ich stehe als Dritter in der Schlange. Aufgrund der Pandemie lassen wir alle 1,5 Meter Abstand, sodass die Schlange sehr lang ist. Zwei Schalter werden geöffnet, an den dritten setzt sich eine Mitarbeiterin. Als ich zu ihm hingehe, schreit er auf und sagt, dass er nicht zuständig für den Check-In ist. Ich bewege mich also zurück in die Schlange an meinen rechtmäßigen Platz als Dritter oder genauer, jetzt als Erster. Dann schreit die Mitarbeiter erneut lautstark – dass ich ein Unrecht begehe und mich vorgedrängelt hätte. Keiner sagt was, alle wissen, dass mein Platz ganz vorne ist. Sie schreit mehrmals „sofort, sofort!“ Die anderen Passagiere setzen sich für mich ein und sagen, dass mir ein Unrecht getan wird. Die Mitarbeiterin weigert sich zunächst, lässt jedoch nach, nachdem wir alle als Gemeinschaft uns gegen ihren Aufschrei auflehnen. Sie nimmt dann meinen Pass entgegen und wiegt meine Tasche – 7 kg, 5 kg zu viel. Sie sagt, dass ich 25 Euro zahlen müsse. Als ich ihr das Bargeld überreiche, sagt sie mit einem hämischen Grinsen, dass ich mit Kreditkarte am anderen Ende des Flughafens zahlen müsse. Da trat ein griechisches Paar zu mir und bot mir an, mit ihrer Karte zu zahlen. Das war eine denkwürdige Situation. Eine deutsche Frau verhält sich autoritär, ja schon faschistisch mir gegenüber. Vielleicht ist sie xenophob, vielleicht hat sie ein Problem mit mir. Aber dem Türken helfen die Griechen. Im Flugzeug sitze ich in der Mitte, rechts ein übergewichtiger Mann, links eine übergewichtige Frau. Und ich in der Mitte, ebenfalls übergewichtig, fühle mich bei der Landung gepresst und wie eine Wurst. Ich bin um 21:00 Uhr in Thessaloniki. Ich bin erleichtert. Greek Airlines fliegt aufgrund des Coronavirus nicht nach Griechenland. Eine irische Firma, Ryan Air flog. Es ist eine Fluggesellschaft, die mit ihren Niedrigpreisrichtlinien für Flugtickets beliebt ist. Draußen warten Rahmi Ramazanoğlu und sein Sohn auf mich. Ich bin sehr hungrig, denn ich habe nur gefrühstückt. Sie sagen mir, dass die Fahrt nach Komotini ungefähr drei Stunden dauert. Wir sollten ungefähr um 0 Uhr ankommen, kommen letztlich verspätet um 1 Uhr nachts an. Erst einmal im Dorf des Bruders von Rahmi an, im Dorf Bolatli. Vor einem verlassenen Haus befindet sich ein Garten. Nach dem Krieg flüchtete die ganze Familie von Zypern in die Türkei. Seine Geschwister, Mutter und Vater, wanderten nach Bursa aus. Wir hatten viel Zeit zum Plaudern. Es wäre nicht richtig, nach Mitternacht etwas zu essen. Wir haben uns sofort wegen der Ermüdung hingelegt und ausgeruht. Wir werden am Morgen in die Stadt gehen und die Personen der Stadt treffen. Man muss ausgeruht sein. Bulatköy ist 15 Autominuten von Komotini entfernt. Am Morgen gingen wir zur türkischen Jugendunion nach Komotini. Das Volk sitzt draußen im Garten und plaudert. Die Union hat einen großen Garten. Rahmi ließ mich dort ab und ging. Er hatte Arbeiten in Büros zu erledigen. Ich ging zuerst ins Büro und stellte mich vor. Es wäre ziemlich langweilig, alleine im Garten zu sitzen und Tee zu trinken. Ich sagte der Sekretärin, ich komme aus Berlin, ich bin Journalist, ich werde den Bürgermeister über Westthrakien interviewen. Sie sagte, dass der Bürgermeister jetzt nicht an seinem Platz sei und lud mich zum Tee in den Garten ein. Sie würde mich wissen lassen, wenn der Bürgermeister komme. Nach 15 Minuten kam ein Journalist zu mir – Ilhan Tahsin. Er stellte sich vor und fing an mich abzufragen. Warum bin ich nach Komotini gekommen, wen wusste ich, wie lange würde ich in Komotini bleiben? Woher komme ich usw. Er versuchte zu verstehen, wer ich war. Ich habe die Fragen leicht beantwortet. Ich sagte ihm, dass ich Pervin Hayrullah kenne und schöne Grüße von Veysel Filiz ausrichten soll. Er rief sofort bei Pervin an, die dann auch sofort kam, da ihr Büro auch um die Ecke lag. Wir tranken Tee und plauderten. Das Verhör endete somit und wir konnten entspannt reden. Ich verabredete mich mit Ilhan Tahsin für den nächsten Tag. Pervin stellte mich dann auch noch dem Vorsitzenden des „Kultur- und Bildungsunternehmen für Minderheiten in Westthrakien“ vor – Dr. Hüseyin Bostanci, ein Theologe. Dieser lud mich zum Essen ein, was mir gelegen kam, da ich morgens kein Frühstück hatte. Er bestellte Kebap und Ayran mit extra viel Brot. Wir hatten ein langes Gespräch, weil der Vorsitzende auch einen Abschluss in Theologie hat. Tatsächlich schien er mich auch zu befragen. Er versuchte mein Verständnis von Religion zu lernen. Ich gab ihm das Mocca Magazine, das ich mitgebracht hatte. Er sah es sich an und sagte, er würde zu Hause lesen. Für den nächsten Tag vereinbarte Frau Pervin einen Termin mit dem gewählten Mufti von Komotini, İbrahim Şerif. Später wollte ich ein Interview mit Frau Çiğdem Asafoğlu führen, der Vorsitzenden der Partei für Freundschaft und Gleichstellung. In Griechenland hatten wir Probleme mit der Zeit, um die Termine zu vereinbaren, da die Arbeiten um 14:00 Uhr endeten. Drei Interviews an einem Tag. Es endet bis 14:00 Uhr. Nach 14:00 Uhr bleibt bis zum Abend Freizeit. Es ist eine großartige Zeit, um durch die Straßen und den Basar zu schlendern. Es gibt viel Zeit, aber es gibt keinen Ort, an dem man essen, sitzen und Tee trinken kann. Ich muss sogar um 14:00 Uhr zu Abend essen. Einige Orte waren offen, aber es ist notwendig, sich Zeit zu nehmen, um auch nach ihnen zu suchen. Dann können wir dort nicht alles finden, was wir wollen. An manchen Tagen kaufte ich Brot, Gemüse wie Tomaten, Paprika und einige Früchte und fing an, sie zu Hause zu essen. Wir haben uns um 10:00 Uhr mit dem gewählten Mufti İbrahim Şerif getroffen, und ich werde mich um 12:00 Uhr mit İlhan Tahsin treffen. Das Interview mit Frau Çiğdem Asafoğlu, der Vorsitzenden der Partei für Freundschaft und Gleichstellung, wird auf Morgen verlegt. Mufti İbrahim Şerif Müftü İbrahim Şerif wurde 1951 in Hasköy, Gümülcine, geboren. Er besuchte die Grundschule in Hasköy, die Mittelschule und das Gymnasium in der Konya Imam Hatip Oberschule. Er absolvierte 1978 das High Islamic Institute. Dann kehrte er nach Westthrakien zurück. Die Geschichte von Mufti Ibrahim Serif lautet wie folgt: "Als ich nach Westthrakien zurückkehrte, begann ich unter dem Komotini Mufti-Amt mit Predigt- und Beratungsaktivitäten. Zwischen 2004 und 2008 wurde ich zum Vorsitzenden des "Beirats für türkische Minderheiten in Westthrakien" gewählt, der höchsten Institution der türkischen Minderheit in Westthrakien. Ich wurde zu 18 Monaten Gefängnis verurteilt und in das Gefängnis von Thessaloniki Diyavata gebracht, weil ich die Minderheit als „Türken“ angesprochen hatte. Ich war zweieinhalb Monate inhaftiert. Türken sind eine Minderheit, die in Griechenland und innerhalb der griechischsprachigen griechisch-christlichen Kultur diffamiert werden. Sie sprechen Türkisch, versuchen ihre Kultur und Tradition zu bewahren und versuchen, durch ihren Lebensstil um die Einrichtung rund um die Moschee zu leben. Ihr Status ist so. Als die gesamte Balkanhalbinsel mit den Balkankriegen von 1912 aus den Händen der Osmanen fiel, fiel auch Westthrakien aus den Händen der Osmanen. Die damaligen Verwalter haben 1913 in Athen eine Vereinbarung getroffen, die den Status der muslimischen Türken festlegt, die auf dem Land leben, das Griechenland überlassen wurde. Dieser Vertrag heißt "Athener Vertrag von 1913". Ebenso wurde 1913 in Istanbul ein Vertrag für Muslime geschlossen, die auf dem nach Bulgarien überlassenen Land blieben. Dieser Vertrag wurde "Istanbuler Vertrag von 1913" genannt. Es gab einen Bevölkerungsaustausch im Jahr 1923. Während des Austauschs wurden 1 Million Griechen aus Anatolien nach Griechenland gebracht. 800.000 Türken in Griechenland wurden ebenfalls nach Anatolien eingewandert. Die andere Seite des Karasu-Flusses wurde besonders evakuiert. Diejenigen auf dieser Seite des Karasu-Flusses wurden in Griechenland zurückgelassen, als Gegenleistung für die Griechen, die in Istanbul blieben. Dies sind die Westthrakischen Türken. Gemäß diesen Verträgen wurden die religiöse Autonomie und Rechtspersönlichkeit der muslimischen Türken in diesen Regionen gewürdigt. Daher wird durch diesen Vertrag garantiert, dass in Westthrakien lebende muslimische Türken ihre eigene Religion ausüben, ihre eigene Sprache sprechen, ihre eigene Kultur schützen und ihre eigenen Schulen eröffnen können. So wie der Patriarch im Rahmen der Minderheitenrechte im Osmanischen Reich gewählt wird, werden sie die türkischen Minderheits-Muftis in Griechenland wählen. Ebenso wird der Chefmufti auf die gleiche Weise gewählt. Die Muftis werden auch den Obermufti unter sich wählen. Der Vertrag schreibt dies vor. Ehen, Scheidungen, Unterhalt und Vormundschaft werden vom Obermufti genehmigt. Trotz dieser Verträge wurde ein Obermufti in Griechenland nie gewählt. Minderheiten werden bei Bedarf auch ihre eigenen Imame und Lehrer ausbilden. Der griechische Staat hat das alles nicht zugelassen. Er unterdrückte die Türken in diesen Angelegenheiten. Tatsächlich haben sich unsere langjährigen Imamen- und Lehrerausbildungs-Medresen zu einer einfachen Oberschule entwickelt und uns das Recht genommen, Geistliche auszubilden. In gewisser Weise waren sie geschlossen. Griechenland hat ein neues Gesetz erlassen, das "240 Imam Gesetz" genannt wird. Griechenland wird nach diesem Gesetz Geistliche in unsere Moscheen berufen. In gewisser Weise ist der Klerus der Angestellte des griechischen Staates. In Griechenland gibt es alle 10 Jahre nach dem Zweiten Weltkrieg eine Revolution. Minderheitenrechte werden durch Gesetze gekürzt, die nach jeder Revolution erlassen werden. Es ist, als würden die Revolutionen durchgeführt, um die Rechte von Minderheiten einzuschränken. Die Bestimmungen zu Stiftungsgrundstücken, Bildungsrechten und der Auswahl von Mufti werden alle 10 Jahre neu erlassen. Diese Bestimmungen werden getroffen, indem unverfallbare Rechte ignoriert werden. 1949 war Mustafa Hüseyin der letzte Mufti von Komotini, der gewählt wurde. Er starb 1985 und sein Amt als Mufti wurde umstritten. Die griechische Regierung begann, den religiösen Führer der Westthraker, dh den Mufti, unter Verstoß gegen internationale Abkommen (Athen und Lausanne) zu ernennen. Die Öffentlichkeit respektierte den ernannten Mufti jedoch nicht, sie betrachteten ihn als Beamten, nicht als religiösen Führer, obwohl sie heiraten und sich scheiden lassen mussten. Trotzdem unternahmen die prominenten Angehörigen der Minderheit vor der Regierung Schritte, um den Mufti zu wählen. Fünf Jahre lang warteten sie auf das Ergebnis ihrer Wünsche. Am Freitag, dem 28. Dezember 1990, fanden in Moscheen die Mufti-Wahlen statt. Nach dieser Wahl wurde ich zum Mufti gewählt, indem ich 90% der Stimmen unseres Volkes erhielt. Nachdem ich als Mufti gewählt worden war, wurde ich wegen "Erpressung des Amtes" zu 9 Monaten Gefängnis verurteilt. Das Gerichtsverfahren dauerte Jahre; Ich habe die endgültige Entscheidung vor dem Europäischen Gerichtshof für Menschenrechte (EMRK) getroffen. Der griechische Staat wurde für unfair befunden und mit einer Geldstrafe von 10.000 US-Dollar belegt. Nach diesem Vorfall wurde in Westthrakien eine doppelköpfige Mufti-Einrichtung geboren. Derzeit hat Griechenland einen Mufti für Meriç (Evros), Komotini und Xanthi in Westthrakien ernannt, der die Verträge und Verpflichtungen der Administratoren nicht einhält. Die Mehrheit der Menschen akzeptiert diese Muftis nicht. Es gibt zwei vom Volk gewählte Muftis, einen in Komotini und einen in Xanthi. Der griechische Staat erkennt sie auch nicht offiziell an. Wir sind eine Minderheit, die wegen der Verträge zwischen der Türkei und Griechenland, international vergessen wurde. Wir wollen unsere eigene religiöse und nationale Kultur im Rahmen der Verträge und Kulturprotokolle zwischen den beiden Ländern bewahren und leben. Wir haben rund 300 Moscheen in Westthrakien. Leider können wir die Imame und Lehrer nicht ausbilden, um hier beschäftigt zu werden. Unsere Leute verlassen Griechenland wegen der Intrigen gegen Minderheiten. Es gibt keinen Job, kein Essen, keine Ausbildung und keine Zukunft. Die Minderheit in Griechenland wurde verurteilt, in einem Ghetto zu leben. In der Bildung gibt es keine Chancengleichheit. Wir haben nicht das Recht, jemanden zu wählen, den wir wollen. Uns wurde das Recht entzogen, mit den neuen Bestimmungen gewählt zu werden. Ich bin der Mufti. Die Leute haben mich gewählt. Ich muss mit ihnen in Angelegenheiten sein, die die Leute brauchen. Sie laden mich zu ihren Veranstaltungen ein. Als Mufti muss ich in meiner formellen Kleidung dorthin gehen. Sie beschuldigten mich zu sagen: "Warum hast du einen Turban getragen, warum hast du an Beschneidungszeremonien teilgenommen und sie unterstützt, warum hast du Mawlid gelesen, warum hast du eine Robe getragen? Warum hast du das gemacht, als es einen ernannten Mufti gab?“ Ständig verurteilten sie mich. Minderheitenrechte wurden usurpiert, und es wird zwischen Türken, Zigeunern und Pomaken unterschieden. Auf diese Weise wird versucht, sich gegenseitig zu widersetzen. Propaganda wird gemacht, dass es in Griechenland keine Minderheit gibt, es gibt griechische Muslime. Die öffentliche Weltmeinung wird auf diese Weise getäuscht. " Ihsan Tahsin İlhan Tahsin ist der Eigentümer und Chefredakteur der Birlik-Zeitung. İlhan Tahsin ist ein sehr besorgter Journalist. Er arbeitete mit wenig Ressourcen und Mitteln und kämpfte von Zeit zu Zeit alleine gegen Ungerechtigkeiten. Vieles passierte ihm. Sie zündeten sogar sein Auto an. Überlassen wir das Wort İlhan Tahsin: “Ich bin griechischer Staatsbürger türkischer Herkunft. Griechenland ist mein Land. Griechenland betrieb im Laufe der Zeit und in regelmäßigen Abständen Stadtplanung, um diese Werke zu zerstören. Entweder wurde ein Park, eine Schule oder ein Gerichtsgebäude gebaut, in dem osmanische Werke standen. Die meisten dieser Stiftungs-Objekte wurden absichtlich zerstört. Diejenigen, die nicht zerstört werden, werden auch nicht für den beabsichtigten Zweck verwendet. Während des Austauschs 1920-1922 wurden die Liegenschaften dieser Stiftung jedoch Griechenland anvertraut, um sie ihrem Eigentümer zu übergeben. Diese Stiftungen gehören Türken. Die Ethniki Bank ist die größte Bank in Griechenland. Es ist die Bank der Familie Ethniki Arapoğlu. In einigen Regionen Griechenlands soll diese Bank über Stiftungsimmobilien verfügen, und es wird vermutet, dass sie diese vermietet hat. Dies sind Objekte, welche der Stiftung gehören. Wo und von wem hat die Bank diese Waren gekauft, der Wahrheitsanteil sollte untersucht werden. Die Türkei lieferte die Besitztümer der griechischen Minderheit im großen Anteil aus. Griechenland muss es auch nach dem Prinzip der Gegenseitigkeit zurückgeben. Es gab diejenigen, die durch meine Arbeit gestört wurden, sie zündeten mein Auto an, 4 Jahre sind vergangen und die Verbrecher wurden noch nicht gefasst. In Komotini wurde Selim Isa zum Präsidenten der Komotini-Stiftungsverwaltung ernannt, mit einer Praxis, die von Griechenland willkürlich aufgerufen werden konnte, ohne eine Wahl abzuhalten. Der griechische Staat hat keine solche Autorität. Was er getan hat, ist illegal. Hier gibt es eine Zerschlagung von Rechten. Die Eigentümer der Stiftungen sind das Erbe des Osmanischen Reiches und diese sind der Minderheit garantiert. Mit dem Geld sollten Schulen, Moscheen gebaut, Lehrer ausgebildet werden. Die zertreten den Vertrag von Lausanne. Die Madrasa-i Hayriyye wurde gegründet, um Lehrer und Imame auszubilden. Leider haben sie diese Madrasa in eine einfache Oberschule verwandelt. Während das Kuratorium des Dorfes Verträge mit Lehrern und Theologen unterzeichnete, wurde diese Praxis abgeschafft. In der Verwaltung der Komotini-Stiftung wurde für einen bestimmten Zeitraum ein Darlehen in Höhe von 3,5 Millionen Euro vergeben. Einige Immobilien wurden in der Vergangenheit ebenfalls beschlagnahmt. Eine neue Kommission wurde eingerichtet. "Interparteiische Thrakien-Entwicklungskommission" im Auftrag von Premierminister Kiriakos Miçotakis. An seiner Spitze steht die ehemalige Außenministerin Dora Bakoyanni. Diese Kommission sammelt die Forderungen der Minderheit in Wort, geht aber letztendlich nicht auf die Hauptprobleme der Minderheit ein. Sie sprechen ständig über die gleichberechtigte Entwicklung Westthrakiens. Eine ähnliche Kommission wurde in der Vergangenheit eingerichtet. Das Ziel ist nichts anderes, als die Menschen mit leeren Phrasen zu beschäftigen. Wir sind Bürger Griechenlands, wir respektieren das Gesetz, wir zahlen unsere Steuern und wir lieben Griechenland. Dies ist kein fremdes Land für uns. Es ist unser eigenes Land. Aber leider kriegen wir nicht die gleiche Behandlung wie sie. Mal sehen, wie viele Beamte aus der Minderheit stammen und wie viele Griechen. Wir sind europäische Bürger, aber die europäischen Behörden haben sich nicht einmal die Mühe gemacht, in die Region Westthrakien in Griechenland zu kommen, um die Lebensbedingungen der hier lebenden Minderheit zu sehen. Schließlich respektieren wir die europäischen Werte, die Menschenrechte und die Selbstdarstellung der Gesellschaften. Aber wir erwarten den gleichen Respekt von anderen Europäern. Ilhan Tahsin BIRLIK Zeitung Chefredakteur Vertreter der Europäischen Journalistenvereinigung Griechenland ilhan_tahsin@hotmail.com Sedat Hasan Ich bin der Präsident der Komotini Turkish Youth Association (GTGB). Ich habe Lehramt an der Uludağ Universität studiert. Cahit Halil ist auch der Sekretär des Vereins. Türkische Namen können nicht für die Anerkennung unserer Vereinigungen und Moscheen in Westthrakien geschrieben werden, es ist verboten. In einem Land, das als demokratisch gilt, haben wir nur die faschistischen Einstellungen gegenüber Nichtregierungsorganisationen als Beispiel für zukünftige Generationen hinterlassen. In einem Aspekt ist unser Verein ein Treffpunkt für unsere Bürger. Unser Verein setzt seine Aktivitäten inoffiziell fort. Während der Wahlzeiten wird jedoch jede Partei hierher kommen, Propaganda machen, um Wahlstimmen zu erbitten. In unserem Verein werden unseren Kindern und Jugendlichen Mal-, Marmor-, Musik-, Folklore- und Keramikkurse angeboten. Von Zeit zu Zeit finden in der Halle unseres Vereins Konferenzen und Seminare statt. Wir können nicht in hohem Maße Griechisch sprechen. In der Grundbildung sind nicht genügend Griechischstunden enthalten, die Lehrer unterrichten nichts anderes als die Einkaufssprache und die Lektionen sind oft leer. Griechisch wird Türken nicht besonders beigebrachtWenn die Minderheit Griechisch lernt, haben sie Angst, dass diese ihre Rechte suchen. Wir versuchen aus eigener Kraft zu lernen, sie verhindern es auch. Wenn wir darum bitten, private Kurse zu eröffnen, können wir keine Lehrer finden, Lehrer können uns aus Angst nicht kontaktieren. Sie können nicht zu unseren Vereinen kommen. Wir versuchen, Griechisch zu lernen, indem wir unsere Freunde nutzen, die kürzlich an griechischen Universitäten studiert haben. Kontakt: 0030 6976084732/ m.eminahmet@gmail.com Dorf Narli – Die Bogenbrücke Nach den Interviews wollte ich etwas über Westthrakien erfahren. Wir gingen zur Narlıköy Bogenbrücke. Auf dem Weg von Narlıköy (Poliantos) nach Yassıköy befindet sich ein Schild. Die „Byzantinische Brücke“ steht auf dem Schild. Laut dem Journalisten İlhan Tahsin wurden 400 Jahre alte osmanische Werke absichtlich zerstört. Diejenigen, die nicht zerstört werden konnten, wurden umbenannt. Sie nahmen diese Werke als byzantinische Werke auf. Die Narlıköy Bogenbrücke war eines dieser Werke. Internationale Forscher sind sich einig, dass diese Brücke eine osmanische Struktur hat. Die Griechen arbeiteten mit aller Kraft daran, die türkische Präsenz in Westthrakien auszurotten.. Sie zerstörten Moscheen und bauten Parks stattdessen, sie verwandelten sie in Regierungsbüros. Museum im Dorf Büyük Musselim Dann gingen wir in das Dorf Büyükmusselim. In diesem Dorf wurde ein kleines Museum eingerichtet. Dieses Museum wurde durch die Bemühungen von Ramazan Abdurrahman gegründet. Er ist ein Doktor. Nach seiner Pensionierung widmete er sich Westthrakien. Er führt Forschungen durch, richtet Museen ein und beteiligt sich gemäß seiner Befugnis an Nichtregierungsorganisationen. In diesem Museum sind einige alte Dokumente und Bücher ausgestellt. Da es keine Mitarbeiter gibt und der Platz nicht verfügbar ist, ist es nicht so einfach, diese Bemühungen in Angriff zu nehmen. Ramazan Abdurrahman stapelte die Werke, es besteht jedoch keine Ordnung. Werke, die nicht in einer bestimmten Reihenfolge angeordnet sind. Sie konnten das Geld nicht finden, um es aufzubewahren. Anscheinend steckt der Bürger dort nicht wie überall seine Hand in die Tasche. 3-5 Gläubige tun diese Dinge. Partei für Freundschaft, Gleichheit und Frieden Vorsitzende ist Frau Çiğdem Asafoğlu. Sie wurde 1987 in Komotini geboren und hat Philosophie und Pädagogik studiert. Im Jahre 2019 wurde sie zur Parteivorsitzenden gewählt. Frau Çiğdem Asafoğlu ist sehr besorgt. Obwohl die fast unüberwindbare 3% Wahlhürde besteht, macht sie weiterhin Politik. Sie machten Politik unter schwierigen Bedingungen. Trotzdem machten sie sich mit dem Slogan auf, nicht anzuhalten. Sie arbeiten im Rahmen der FA Free European Alliance. Überlassen wir das Wort Asafoğlu: „Wir sind mit den Grünen verbündet. In Griechenland gibt es verständnisvolle Parteien, mit denen wir eine Koalition bilden können. Wenn wir uns mit ihnen verbünden, können wir nur ins Parlament eintreten. Wir haben keine Chance, alleine ins Parlament einzutreten, weil es einen Schwellenwert von 3% gibt. Der Hauptlebensgrund der Region ist Tabak, Baumwolle und Kirsche. Da die Bürger arbeitslos sind, wandern viele ab. Arbeitslosigkeit und Bildung sind unser größtes Problem. Bis vor einigen Jahren (1997) wurden wir nicht an griechischen Universitäten zugelassen. Wir haben an Universitäten in der Türkei und anderen Ländern studiert. Als wir nach dem Studium in unser Land zurückkehrten, hatten wir keine Chance, hier zu arbeiten, weil sie nicht die Äquivalenz ausmachten. Derzeit gaben sie türkischen Kindern eine Universitätsaufnahmequote von 5 Prozent. Ein türkischer Student wird pro Jahr an eine Fakultät aufgenommen. Der zweite wird nicht genommen. Unsere Grundschulen schließen. Nach dem Vertrag von Lausanne können Minderheitenschulen nicht geschlossen werden, selbst wenn es nur einen Schüler gibt. Wenn jedoch die Anzahl der Schüler auf acht Schüler sinkt, werden sie sofort geschlossen. Sie öffnen sie auch nicht wieder, auch wenn die Anzahl der Schüler steigt. Parallel zur Arbeitslosigkeit ist auch die Geburtenrate sehr niedrig. Unsere Bevölkerung wächst nicht, sondern nimmt ab. In diesem Fall beginnt die erzwungene Migration. Wir können keine Parteipropaganda auf nationalen Kanälen machen. Wir können unsere Partei jedoch über soziale Medien und Broschüren bewerben. Sie behandeln uns wie Terroristen. Türken können nur sehr wenig von EU-Mitteln profitieren. Insbesondere die Unterstützung für Landarbeiter ist sehr gering. Da die Türken landwirtschaftliche Tätigkeiten ausüben, fällt auf, dass die ihnen gewährte Unterstützung gering ist. Entweder gibt die Europäische Union wenig Geld als landwirtschaftliche Unterstützung, oder die Unterstützung für die Landwirtschaft wird den Türken nicht angemessen zur Verfügung gestellt ... Nach der Junta der Obersten im Jahr 1967 waren unsere Rechte stark eingeschränkt. Nichtregierungsorganisationen wurden unter strenge Kontrolle gestellt. In der Provinz Rhodope gibt es nur drei Verbände: Türkische Lehrergewerkschaft Westthrakien, Komotini Türkische Jugendunion und Xanthi Türkische Union. In den Augen des griechischen Staates gibt es offiziell keine Türken in Westthrakien, es gibt griechische Muslime. Ihnen zufolge sind wir die Nachkommen von Alexander dem Großen. Zuerst wurden wir Christen, dann kamen die Osmanen und konvertierten uns zum Islam. Wir dachten, dass sich unsere Rechte nach dem Beitritt Griechenlands zur Europäischen Union verbessern würden. Das ist leider nicht passiert. Unsere Rechte wurden weiter eingeschränkt. Demokratie wird bei jeder Gelegenheit, auf jeder Plattform zum Ausdruck gebracht - wir haben sie jedoch noch nicht angetroffen. Wir sind eine Nation, die das Gründungselement Griechenlands war (1821). Leider können wir nicht von Staatsbürgerschaftsrechten profitieren. Mufti und Prediger werden nach Vereinbarung ernannt. Es gibt eine Opposition gegen die Verträge von Athen und Lausanne. Der ernannte Mufti hat keinen Willen, er ist nicht frei. Er handelt nach dem Willen der Person, der ihn ernannt hat. Seit Kurzem gibt es vermehrt Hochschulabsolventen in dieser Region aus unseren Reihen. Die meisten von ihnen kamen hierher, nachdem sie an einer Universität außerhalb Griechenlands studiert hatten. Wir haben auch eine kleine Anzahl von Freunden, die an griechischen Universitäten studiert haben. Diese Freunde haben begonnen, unsere Rechte auf jeder Plattform zu verteidigen, aber unsere Stimmen werden nicht gehört, weil Griechenland einen Reflex gegen Türken hat. Wir werden immer zensiert. Es wird ständig etwas auferlegt. Okay, jetzt sagen wir, unsere Rechte wurden geöffnet, morgen wird etwas anderes entfernt und diese Tür wird geschlossen. Obwohl unser Weg mit Hindernissen gepflastert ist, laufen wir trotzdem den mühsamen Weg, um unsere Rechte zu bekommen. Çiğdem Asafoğlu 0030 69342 62673 Deppartisi_1991@hotmail.gr 69100 Komotini, Kilkis 8, Die Vereinigung für Akademiker in Westthrakien Ilhan Memet İlhan Memet wurde 1982 in Komotini geboren. Er studierte Rechtswissenschaften an der Aristoteles-Universität und arbeitet als Anwalt. Überlassen wir das Wort dem İlhan Memet: "Wir tragen wissenschaftlich zu den Problemen der Minderheit bei. Wir organisieren Konferenzen, Symposien. Wir laden Wissenschaftler aus aller Welt zu den Themen ein, die wir brauchen. Anschließend veröffentlichen wir die präsentierten Papiere in einem Buch und senden sie bei Bedarf an die griechischen Behörden und an andere Orte. Wir klären unsere Mitarbeiter in allen Fragen auf, insbesondere in Bezug auf ihre Landwirtschaftstätigkeit. Wir haben 1220 Mitglieder. Unsere Mitglieder helfen ihnen in Angelegenheiten, die unsere Mitarbeiter brauchen. Wir veröffentlichen Broschüren in zwei Sprachen. Wir haben hier Masterstudierende, aber wir gehen in andere Länder, um dort zu promovieren. Wir haben hier keine solche Chance. Wir arbeiten auch an diesem Thema, und ich hoffe, dass wir das richtig machen können. Wir bieten unseren Mitarbeitern Berufsberatung. Wir bieten unseren Schülern Nachhilfe nach der Schule an. Niemand wird uns die Möglichkeit geben, unsere Rechte auf dem Silbertablett zu erlangen, das wissen wir. Wir gehen unseren Weg mit diesem Bewusstsein. İlhan Memet İlhanmemet82@hotmail.com 0030 6942908442 Egnatias 75 69100 Komotini Greece Präsident der Xanthi Turkish Union und Journalist der Zeitung Gündem Ozan Ahmetoğlu „Westthrakische Türken haben noch keine Freiheit gefunden. Uns sind die weitverbreiteten Freiheiten nicht bekannt, die von offiziellen Behörden auf internationalen Plattformen beschrieben werden. Wir werden unter unfairen Bedingungen vor Gericht gestellt und verurteilt. Zum Beispiel haben wir einen Lehrer dafür kritisiert, dass er etwas falsch gemacht hat und ihn eingeladen, unparteiisch und seiner Hauptaufgabe nach zu handeln. Er brachte uns vor Gericht und wir zahlten eine Entschädigung. Gerechtigkeit und Ungerechtigkeit werden in dieser Angelegenheit nicht angestrebt. Zum Beispiel können wir nicht über die ernannten Muftis schreiben. Wenn wir schreiben, ist die lokale Presse zuerst hinter uns her. Dann kommt die offizielle Strafverfolgung. Natürlich haben wir griechische Freunde in der Mediengemeinschaft, mit denen wir zusammenarbeiten und die uns verstehen. Wir haben sogar einen Journalisten, der als Kolumnist für eine griechische Zeitung arbeitet. Aber solche können wir an einer Hand zählen. Wir veröffentlichen hier seit Jahren Zeitungen, wir sind kein Mitglied der griechischen Pressevereinigung, sie nehmen uns nicht auf. Wir können auch keinen Presseausweis bekommen. Wir sollen nicht existieren. Sie sehen uns als illegal an. Unsere Zeitung erscheint wöchentlich und erreicht ihre Leser durch Abonnenten. Wir versuchen, die Nachrichten von der Quelle zu erhalten. Wir können jedoch nicht die wahre Stimme der Minderheit sein, obwohl wir es wollen. Wir haben immer die Klinge des Demokles auf dem Kopf. Wir wissen das. Mündliche und schriftliche Presse, Politiker, andere staatliche Institutionen, Strafverfolgungsbehörden - Wenn die Minderheit in Frage kommt, können sie sich sofort treffen. Sie werfen Steine in denselben Brunnen. Sie stellten sofort den Galgen auf, ohne nach Gerechtigkeit und Ungerechtigkeit zu suchen. In Westthrakien leben 150.000 Menschen aus Minderheiten. Lausanne ist der Eckpfeiler unserer Existenz. Der griechische Staat ignoriert jedoch den Vertrag von Athen. Sie betrachtet die Muftis als Richter in Bezug auf Minderheitenrechte. Da er kein anderes Beispiel auf der Welt hat, versucht er, ihnen ihre Rechte zu nehmen, es wird jedoch nicht funktionieren. Der griechische Staat sieht es als sein eigenes Recht, einen eigenen Mufti zu ernennen – obwohl es so nicht ist. 1983 erließ der griechische Staat ein Gesetz, das besagt, dass es in Westthrakien keinen Türken gibt. Nach diesem Gesetz wurden 3 türkische Vereinigungen geschlossen. Alle wurden über Nacht geschlossen, sie entfernten ihre Schilder. Die Position der entfernten Schilder ist immer noch zu sehen. Unser Rechtsstreit dauerte bis 2005. Wir sind zur EMRK gegangen, wir haben den Fall dort gewonnen, aber Griechenland hat diese Entscheidung nicht umgesetzt. Das Land, in dem die Demokratie geboren wurde, tötet die Demokratie vor den Augen der Welt. Ozan Ahmetoğlu Präsident der Xanthi Türkischen Union 0030 6977657108 Ozanahmetoglu2003@yahoo.gr Ydras 2 67100 Xanthi Griechenland Verein für Frauenempowerment – Dorf Dinkler Das Dorf in der Nähe von Xanthi hat rund 1500 Einwohner. „Wir machen hier Näh- und Stickkurse. Wir malen auch. Wir haben Mitglieder und sie zahlen Beiträge an den Verein. Wir feiern Hıdırellez, den Frauentag und den Valentinstag. Wir haben auch einen Frauenchor. Wir gehen zu Werbezwecken zu verschiedenen Orten. Wir vertreten Westthrakien in verschiedenen Ländern und versuchen, unsere Stimmen dort zu Gehör zu bringen. Vertreter der lokalen Regierung, insbesondere der Bürgermeister, nehmen an unseren Veranstaltungen teil und halten Reden. Wir produzieren auch Ornamente wie Kunsthandwerk und Ohrringe. Die Herren und Ehemänner unterstützen ihre Frauen. Wir organisieren Ausflüge. Irgendwie versuchen wir unsere Leute zu motivieren. An dieser Stelle möchten wir uns bei den anderen Führungskräften des Moscheeverbandes bedanken, insbesondere beim Vorstand dieser Moschee. Sie haben uns diesen Platz zugewiesen und beziehen keine Miete von uns, womit sie uns unterstützen. Aylinilya2018@outlook.com.gr Mufti von Xanthi Ahmet Mete Ahmet Mete wurde 1965 im Dorf in Yassıören, nahe Xanthi, geboren. Er hat die Grundschulbildung in der Türkei abgeschlossen. Absolvierte die Gaziosmanpaşa Imam Hatip Oberschule. Er absolvierte seine Hochschulausbildung an der Medina Islamic University in Saudi-Arabien. Danach kehrte er in sein Land (Griechenland) zurück und arbeitete als Imam und Lehrer des Korankurses. Mete wurde 2007 zum Mufti von Xanthi gewählt und sprach mit dem Mocca Magazin: „Türken sind in Westthrakien eine Minderheit. Unsere Rechte sind im Athener Vertrag und im Vertrag von Lausanne eingetragen. Nach diesen Verträgen werden sowohl Geistliche als auch Direktoren von Stiftungsgütern gewählt. Muftis kommen auch durch Wahlen an die Macht. Christen wählen auch ihre Priester in Istanbul. Griechenland hat dieses Recht einseitig ausgesetzt. Der griechische Staat erkennt gewählte Muftis in Komotini und Xanthi nicht an. Es ist notwendig, das Prinzip der Gegenseitigkeit anzuwenden. In Xanthi haben wir 170 Lehrer, die der Kongregation dienen. Das Volk zahlt ihre Gehälter. Die wirtschaftliche Situation ist unruhig, unsere Leute finden keine Arbeit, die Dörfer wurden leer. Es wird nur Tabak angebaut und alternative Anbauprodukte sind verboten. Es gibt auch einen ernannten Mufti in Xanthi. Es ist der Mufti des Staates, nicht des Volkes. Sobald er ernannt wurde, ging er und küsste die Hand des Metropoliten. Wir haben kein Problem mit dem griechischen Volk. Es ist der Staat, welcher der Minderheit Probleme bereitet. Eigentlich sind wir die Kinder von Westthrakien. Wir leben mit Griechen in Einheit und Solidarität. Griechenland ist unsere Heimat. Wir wollen, dass unsere Rechte aus den Verträgen von Athen und Lausanne gewahrt bleiben. Kultur- und Bildungsverein für Minderheiten in Westthrakien (KBfMW) Pervin HAYRULLAH Frau Pervin Hayrullah ist eine sehr aktive Person und rennt zu jedem Problem von anderen um eine helfende Hand zu reichen. Sie absolvierte ihr Studium an der Technischen Universität des Nahen Ostens (Ankara) und ist Direktorin des Kultur- und Bildungsvereins für Minderheiten in Westthrakien. Sie ist Expertin für Menschenrechte und beschäftigt sich vorrangig mit Archivarbeit. Nun geben wir das Wort an Frau Pervin Hayrullah: „Wir recherchieren und archivieren Studien zu Bildungsfragen. Wir haben ein Archiv von 50.000 Fotografien. Wir haben Buchstudien. Wir eröffnen Kindergärten für 2,5-5 Jährige, wir eröffnen Hilfskurse für den Schulunterricht für Kinder im Alter von 5-12 Jahren. Wir haben uns für die Eröffnung einer weiterführenden Schule beworben und warten seit 9 Jahren im immer noch auf eine Antwort. Ein griechischer Freund, der sich bei uns beworben hat, erhielt 2012 die notwendige Erlaubnis. Selbst dieses Beispiel allein reicht aus, um die Bedingungen der Westthrakischen Türken zu erklären. Unser Verein ist gemeinnützig und erzielt keine Profite. In Griechenland beträgt die Schulpflicht 14 Jahre, einschließlich Kindergarten. Laut dem Abkommen von Lausanne bereitet die Türkei den Schulrahmenplan (Türkisch- und Religionsunterricht) für die in Griechenland lebenden Türken vor. Selbiges geschieht mit den Griechen, die in der Türkei leben. Da bereitet Griechenland den Plan vor. Während sich die Türkei an das Abkommen hält, zertritt der griechische Staat unsere Rechte in Sachen Schulbildung. Trotz dieser gesetzlichen Rechte soll die türkische Minderheit in Griechenland verschwinden. Daher sind unsere Beziehungen zu den Behörden nicht so gut. Wir haben Schwierigkeiten, unser Geschäft im Auge zu behalten. Wir haben 115 zweisprachige Minderheitenschulen. Die griechischen Behörden wollen nicht, dass wir das Recht haben, Schulen zu eröffnen. Sie wollen, dass wir unser Recht nicht in Anspruch nehmen und keine eigenen Schulen eröffnen, sondern unsere Kindern an öffentliche Schulen schicken. Wir hatten eine Madrasa, in der Lehrer ausgebildet wurden – die Medrese-i Hayriyye. Diese Madrasa existiert jetzt nicht. Sie haben uns unsere Rechte genommen und diese Medresse zu einer normalen Sekundarschule gemacht. Griechenland ist kein säkulares Land, sondern ein religiöser Staat. In Griechenland hat es nach Lausanne nie eine offizielle Mufti-Wahl gegeben. Während es in 12 Regionen der Provinz Rhodope einen Mufti geben sollte, kann in 3 Regionen ein Mufti gewählt werden. Ein Mufti kann derzeit in Alexandroupolis nicht gewählt werden. Momentan gibt es rund 700.000 Muslime in ganz Griechenland. Die in Griechenland lebenden Minderheiten werden vom Außenministerium beaufsichtigt, nicht dem Ministerium des Inneren. In dieser Hinsicht arbeiten das Militär, die Polizei, Politiker und Bürokraten gemeinsam. Dabei wird schnell vergessen, dass die Türken in Westthrakien seit der Gründung des Staates vorhanden sind und darüber hinaus. Griechenland ist ein EU-Mitglied und bezieht davon Hilfe. Kaum ein Bruchteil dieser Hilfe sickert jedoch zu den in Griechenland lebenden Türken durch. Das Dorf Kerasea - Das Kirschendorf Halit Süleyman Es ist ein Dorf in Westthrakien, das aufgrund finanzieller Schwierigkeiten umgezogen ist. Obwohl die Dorfbewohner von dort wegzogen, bauten sie dort eine Moschee, um mit ihrem Dorf in Kontakt zu bleiben. Vorstandsvorsitzender Halit Süleyman ist besorgt: „Ich bin Halit Süleyman. Ich bin im Dorf Keresea geboren und aufgewachsen. Ich bin der Vorstandsvorsitzende dieser Moschee. Dies war ein Walddorf. Wir haben unseren Lebensunterhalt mit Viehhaltung verdient. Es war ein Dorf mit 60 Haushalten. Als die Tierhaltung verboten war, verließen wir dieses Dorf. Wir hatten keinen Lebensunterhalt. Wir gingen hinunter zum Großen Dorf Musellim. Die Zeit verging, sie bauten eine Kirche in diesem Dorf und es ließen sich Griechen nieder. Dann stellten wir fest, dass wir falsch gehandelt hatten. Unsere kleine Moschee stand noch. Der Bau einer Kirche in diesem Dorf hat unseren Stolz verletzt. Es wurde schwer. Wir dachten, wir sollten unsere Moschee hier reparieren, sie symbolisch stehen lassen, an den Wochenenden ein Picknick machen und in der Gemeinde arbeiten. Wir machten uns auf den Weg, um die Moschee zu reparieren, aber später wurde es eine riesige Moschee. Ich möchte allen danken, die materiell und geistig zum Bau der Moschee beigetragen haben. Zum Glück haben sie diese Kirche hier gebaut. Sie haben uns zu uns gebracht. Es war auch schön. Hier lebt niemand, aber das ist unser Dorf. Ich bin in diesem Dorf geboren und aufgewachsen, ich habe Erinnerungen hier, alle Dorfbewohner haben Erinnerungen. Unsere Gräber sind hier. Besonders die Kinder der Menschen, die aus diesem Dorf eingewandert sind, denken daran, sich einmal im Jahr hier zu versammeln, sonst wäre es weit davon entfernt, eine Heimat und ein Erbstück zu sein. " Gemeinde Iasmos – Önder Mümin Önder Mümin ist einer von denen, die die Universität in Griechenland studiert haben. Er wurde mit 66% zum Bürgermeister der kleinen Stadt Iasmos, am Fuße des Rhodopengebirges, gewählt. Die Gemeinde hat rund 13.800 Einwohner. Önder Mümin ist ein junger und ehrgeiziger Bürgermeister. Hinter dem Bürostuhl stehen die Moschee und das Kirchenbild nebeneinander. Es gab Einwände gegen dieses Bild, aber er rückte von seiner Entscheidung nicht fort. Überlassen wir ihm das Wort: „In unserem Dorf leben Griechen und Türken zusammen und ich bin deren gewählter Bürgermeister. Meine Dienste hängen nicht davon ab ob jemand für oder gegen mich gestimmt hat. Das Fundament konnte gelegt werden und nun widme ich mich der Landwirtschaft. In unserem Dorf bauen wir Baumwolle, Kirschen und Tabak an. Wir haben auch mit dem Versuchspflanzen von Blaubeeren begonnen. Wenn wir die erforderlichen Berechtigungen erhalten und Effizienz erzielen, wird dies eine Lebensgrundlage für unser Volk sein. Wir müssen die Arbeitslosigkeit reduzieren. Unsere Arbeit zu diesem Thema geht weiter. Obwohl nicht fortgeschritten, bieten wir den Bedürftigen Nahrungsmittelhilfe an. Im Bildungs- und Gesundheitssektor wurden unbestreitbare Durchbrüche erzielt. Wir haben auch eine Suppenküche. Wir haben ein Kindergartenprojekt, unsere Bibliotheksarbeit geht weiter. Unser Ziel ist es, eine Gemeinde in Westthrakien zu sein, die beispielhaft eine Rollenfunktion innehat. Der Vizebürgermeister und mein Partner ist zum Beispiel Grieche und ich arbeite tagtäglich mit ihm – natürlich ohne Probleme.

BATI TRAKYA TÜRKLERİ KENDİLERİNE UZANACAK VEFALI BİR DOST ELİ BEKLİYOR

Rahim Ramazanoğlu iki seneden beri, beni Gümülcine’ye götürmeyi arzuluyordu. Bugün yarın derken hadi bakalım gidelim dedim(06.10.2020) Gümülcine’ye bağlı Kiraz Köyü’nde bir cami yapmışlar. O caminin açılış programı olacakmış, hem orada cuma günü bir konuşma yapar hutbeyi okur, hem de Cuma namazını kıldırabilirmişim. Sonra da ilahiler okumam gerekiyormuş, halkın isteğiymiş bunlar. Yunan Havayolları uçmuyormuş koronodan dolayı, Yunanistan’a. İrlanda kökenli bir şirket uçuyormuş. Ryan Air. Uçak biletlerine uyguladığı düşük fiyat politikalarıyla popüler olan bir havayolu şirketi. Saat 21:00 de Selanik’teyim. Dışarı da Rahmi Ramazanoğlu bekliyormuş oğluyla birlikte beni. Selanik Gümülcine yolculuğunun üç saat süreceğini söylediler. Gümülcine’ye muhtemelen 12:00 de varacağız. Bir saat gecikmeyle Rahmi kardeşin köyüne geldik, 01:00. Bolatlı köyü. Metruk bir ev önünde bahçesi var. Bütün aile 74 Kıbrıs savaşından sonra Türkiye’ye iltica etmişler. Bir dokundum bin ah işittim Rahmi Ramazanoğlu’ndan. Kardeşleri, annesi ve babası, onlar Bursa’ya göçmüşler. Sohbet edecek daha çok zamanımız vardı. Yol yorgunluğundan dolayı hemen istirahata çekildik. Bulatköy’den Gümülcine arabayla 15 dakika. Sabah kasabaya indik ve kasabanın ileri gelenleriyle tanıştık. Önce Gümülcine Türk Gençler Birliği. Halk dışarda bahçede oturmuş sohbet ediyor. Genişçe bir bahçesi var Birliğin. Rahmi kardeş beni oraya bıraktı ve gitti. Resmi dairelerde işleri varmış, onları gelmişken bitirmesi gerekiyormuş. Ben önce büroya gittim ve kendimi tanıttım. Sekretere Berlin’den geliyorum, gazeteciyim, Batı Trakya hakkında başkan beyle röportaj yapacağım dedim. Sekreter beni, başkanın şu anda yerinde olmadığını söyleyerek nazik bir şekilde bahçeye çay içmeye davet etti. Başkan gelince beni haberdar edecekti. 15 dakika kadar sonra sakallı birisi yanıma geldi. Gazeteci olduğunu ve benimle kendisinin ilgileneceğini söyledi. İlhan Tahsin. BİRLİK Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve aynı zamanda Avrupa Gazeteciler Derneği (AVGADER) Yunanistan Temsilcisi. Başladı İlhan Tahsin beni sorgulamaya; Gümülcine’ye niçin gelmiştim, kimleri tanıyordum Gümülcine’de, ne kadar kalacaktım. Nereden geliyordum v.s... Kim olduğumu anlamaya çalışıyordu. Sorulara rahatlıkla cevap verdim. Pervin Hayrullah’ın ismini verdim, ortak tanıdığımız olan Veysel Filiz’den ona selam getirdiğimi söyledim. Hemen Pervin Hanımı aradı. Biz çay içerken Pervin Hanım geldi. Zaten bürosu oraya çok yakınmış. Rahatladık. İlhan Tahsin de rahatladı ben de. Sorgulanmaktan sıkılmaya başlamıştım zaten. Çay bahçesindeki sohbetimiz sona erdi. İlhan Tahsin ile ertesi gün röportaj için sözleştik ve ayrıldık. Beni Pervin Hanım sahiplendi. Bürosuna geçtik. ‘Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi (BAKEŞ).’ Şirketin başkanıyla tanıştırdı. Dr. Hüseyin Bostancı. İlahiyat mezunu. Başkan da İlahiyat mezunu olduğu için uzunca bir sohbet ettik. Aslın da o da beni sorguluyor gibiydi. Din anlayışımı öğrenmeye çalışıyordu. Yanımda getirdiğim Mocca Dergisi’ni verdim ona. Şöyle bir baktı, evde okuyacağını söyledi. Ertesi günü için Pervin Hanım Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif ile röportaj için randevu yaptı. Sonrasında Dostluk ve Eşitlik Partisi (DEB) Genel Başkanı Çiğdem Asafoğlu’yla röportaj yapacaktım. Yunanistan’da mesai 14:00 te bittiği için randevuları ayarlamak için zaman sıkıntısı çekiyorduk. Bir günde üç röportaj. Saat 14:00 e kadar bitecek. Saat 14:00 ten sonrası serbest zaman. Akşama kadar. Sokakları ve çarşıyı dolaşmak için geniş bir zaman. Zaman bol ama, yemek yiyecek oturup çay içebilecek yer sayısı oldukça az. Saat 14 te biten sadece mesai değil, dükkanlar ve lokantalar da saat 14 te kapanıyor. Ertesi günü verilen saate seçilmiş müftü İbrahim Şerif ile buluştuk 12:00 de İlhan Tahsin ile buluşacağım. Dostluk ve Eşitlik Partisi (DEB) öbür güne kaldı. Müftü İbrahim Şerif Müftü İbrahim Şerif 1951 yılında Gümülcine’ye bağlı Hasköy’de doğmuş. İlkokulu Hasköy’de, ortaokul ve liseyi Konya İmam Hatip Lisesinde okumuş. 1978 de Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun olmuş. Sonra Batı Trakya’ya dönmüş. Müftü İbrahim Şerif’in hikayesi şöyle: “Ben Batı Trakya’ya dönünce Gümülcine Müftülüğü’ne bağlı olarak, vaaz ve irşat faaliyetlerine başladım. 2004-2008 yılları arasında Batı Trakya Türk Azınlığı’nın en yüksek kurumu olan “Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu” başkanlığına seçildim. Azınlığa “Türk” diye hitap ettiğimden dolayı 18 ay hapse mahkûm edildim ve Selanik Diyavata hapishanesine gönderildim. İki buçuk ay kadar hapiste kaldım. Türkler, Yunanistan’da çoğunluk olan ve Yunanca konuşan Rum Hristiyan kültürü içinde, Türkçe konuşan, kültürünü, geleneğini korumaya gayret eden ve cami etrafında bir hayat tarzı kurarak yaşamaya çalışan bir azınlıktır. Statüleri böyledir. 1912 Balkan Savaşları ile bütün Balkan Yarımadası Osmanlı’nın elinden çıktığı zaman, Batı Trakya’ da Osmanlı’nın elinden çıkmıştır. O devrin yöneticileri 1913 yılında Atina’da Yunanistan’a kalan topraklar üzerinde yaşayan Müslüman Türklerin statüsünü belirleyen bir antlaşma yapmıştır. Bu antlaşmaya “1913 Atina Antlaşması” denilmektedir. Yine aynı şekilde Bulgaristan’a bırakılan topraklar üzerinde kalan Müslümanlar için de 1913 yılında İstanbul’da bir antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaya da “1913 İstanbul Antlaşması” denilmiştir. 1923 yılında mübadele yapılmıştır. Mübadelede Anadolu’daki 1 milyon Yunanlı Yunanistan’a getirilmiştir. Yunanistan’daki 800 bin Türk de Anadolu’ya göç ettirilmiştir. Karasu ırmağının öbür tarafı özellikle boşaltılmıştır. Karasu ırmağının bu tarafındakiler de İstanbul’da kalan Rumlar karşılığında Yunanistan’da bırakılmıştır. Batı Trakya Türkleri işte bunlardır. Bu antlaşmalara göre buralardaki Müslüman Türklerin dinî özerkliği, tüzel kişiliği tescil edilmiştir. Dolayısıyla Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türklerin, kendi dinlerini yaşayabilecekleri, kendi dillerini konuşabilecekleri, kendi kültürlerini koruyabilecekleri, kendi okullarını açabilecekleri bu antlaşmayla garanti altına alınmıştır. Osmanlı’da azınlık hakları çerçevesinde Patrik nasıl seçiliyorsa, Yunanistan’da da Türk azınlık Müftülerini öyle seçecektir. Hakeza Baş Müftü de aynı şekilde seçilecektir. Müftüler de kendi aralarında Baş Müftüyü seçeceklerdir. Antlaşma da böyle yazıyor. Evlenmeler, boşanmalar, nafaka, vasi tayini, Baş Müftü’nün onayından geçecektir. Bu antlaşmalara rağmen Yunanistan’da hiçbir zaman Baş Müftü seçilememiştir. Azınlıklar kendi imamlarını ve öğretmenlerini de ihtiyaç oranında kendileri yetiştirecektir. Yunan devleti antlaşmaları çiğnemiş ve hiçbir zaman bütün bunlara müsaade etmemiştir. Bu konularda Türkleri baskılamıştır. Hatta öteden beri var olan imam ve öğretmen yetiştiren Medreselerimizi düz liseye çevirmiş din adamı yetiştirme hakkımızı elimizden almıştır. Bir bakıma kapatmıştır. Yunanistan Azınlık haklarını garanti altına alan antlaşmalara rağmen, yeni bir yasa çıkarmıştır buna “240 İmam Yasası” denilmektedir. Yunanistan bu yasaya göre camilerimize din adamlarını kendi atayacaktır. Yani bir bakıma din adamları Yunanistan devletinin maaşlı memurları olacaktır. Yunanistan’da ll. dünya savaşından sonra 10 yılda bir ihtilal oluyor. Her ihtilalden sonra çıkarılan yasalarla Azınlık hakları tırpanlanıyor. Sanki ihtilaller azınlık haklarını tırpanlamak için yapılıyor. Vakıf malları, eğitim hakları, müftü seçimi ile ilgili düzenlemeler 10 yılda bir yeniden yapılıyor. Kazanılmış haklar görmezden gelinerek yapılıyor bu düzenlemeler. 1949’da Gümülcine’nin seçim ile göreve gelmiş olan son Müftüsü Mustafa Hüseyin’dir. 1985 yılında o vefat etti ve müftülük makamı tartışmalı hale geldi. Yunan hükümeti, Batı Trakyalıların dinî liderini yani müftüyü uluslararası (Atina ve Lozan) antlaşmaların hilafına kendisi atamaya başladı. Ancak halk atanmış müftüye itibar etmedi, zorunlu olarak evlenme, boşanma işlerini onunla yapsalar da onu dinî bir lider olarak değil bir devlet memuru olarak gördüler. Bununla beraber azınlığın önde gelenleri Müftü seçimi yapılması için yönetim nezdinde girişimlerde bulundular. Beş yıl süresince isteklerinin sonucunu beklediler. Cevap alamayınca dönemin bağımsız milletvekili rahmetli Dr. Sadık Ahmet Rodop vilayetindeki 120 caminin imam ve hatiplerinin katıldığı bir kongre düzenledi. 28 Aralık 1990 cuma günü camilerde müftü seçimi yapıldı. Bu seçim sonrası halkımızın % 90 oylarını alarak müftü seçildim. Müftü seçildikten sonra “makam gaspı” gerekçesiyle 9 ay hapse mahkûm edildim. Mahkeme süreci yıllar sürdü; sonuçta alınan kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) götürdüm. Yunan devleti haksız bulundu ve 10.000 dolar para cezası ödemesi kararlaştırıldı. Bu olaydan sonra Batı Trakya’da çift başlı diyebileceğimiz müftülük müessesesi doğdu. Şu anda Yunanistan Batı Trakya’da, antlaşmalara ve yöneticilerin verdiği taahhütlere uymayarak Meriç (Evros), Gümülcine ve İskeçe’ye birer müftü atadı. Bu müftüleri halkın büyük bir çoğunluğu kabul etmemektedir. Bir Gümülcine ve bir de İskeçe’de olmak üzere halk tarafından seçilmiş iki müftü bulunmaktadır. Bunları da Yunan devleti resmi olarak tanımamaktadır. Bizler Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan antlaşmalarla Yunanistan’da bırakılmış uluslararası bir azınlığız. İki ülke arasında yapılan antlaşmalar ve kültür protokolleri çerçevesinde kendi dini ve milli kültürümüzü yaşatmak ve yaşamak istiyoruz. O tarihlerde azınlıklara ait 303 ilkokul vardı. 1949 da Medrese-i Hayriyye, görevi öğretmen ve imam yetişmek iken, amacı dışına çıkarılıyor ve aynen Celal Bayar Lisesi konumuna dönüştürülüyor. Kendi öğretmenini ve imamını yetiştiremeyen Azınlık bu ihtiyaçlarını Türkiye’ye veya Mısır’a öğrenci göndererek kapatmaya çalışıyor. Daha sonra da Suudi Arabistan’a göndererek açığı kapatıyor. Batı Trakya’da 300 civarında camimiz var. Buralarda istihdam edilecek imamlar ve öğretmeleri maalesef kendimiz yetiştiremiyoruz. Azınlıklar üzerinde oynanan oyunlardan dolayı insanımız Yunanistan’ı terkediyor. İş yok, aş yok, eğitim yok ve gelecek de yok. Yunanistan’da Azınlık gettoda yaşamaya mahkûm edildi. Eğitimde fırsat eşitliği yok. İstediğimiz kimseyi seçme hakkımız yok, yapılan yeni düzenlemelerle seçilme hakkımızda elimizden alındı. Ben seçilmiş Müftüyüm. Beni halk seçti. Halkın ihtiyacı olan konularda onların yanında olmam gerekiyor. Halk beni etkinliklerine ve özel günlerine davet ediyor. Müftü olarak resmi kıyafetimle oraya gitmem gerekiyor. Yunan devleti, “Niçin sarık taktın, niçin sünnet merasimlerine katıldın ve bu merasimleri destekledin, niçin mevlid okudun-okuttun niçin cübbe giydin” diye hakkımda soruşturma açtı. Atanmış Müftü varken sen bunları niçin yaptın? diye mahkûm ettiler. Yunanistan’da Azınlık hakları gasp edildiği gibi, halk arasına fitne sokmak için, Türkler, Çingeneler ve Pomaklar ayırımı da yapıyorlar. Halkları birbirlerine düşürmek istiyorlar. “Yunanistan’da Azınlık yoktur, Yunanlı Müslümanlar vardır” diye propaganda yapıyorlar. Dünya kamuoyu bu şekilde kandırılıyor.” İlhan Tahsin/Gazeteci İlhan Tahsin, Birlik Gazetesi’nin sahibi ve genel yayın yönetmeni. İlhan Tahsin oldukça dertli bir gazeteci. Dar imkanlarla çalışıyormuş ve haksızlıklara karşı yer yer tek başına mücadele ediyormuş. Sırf bu yüzden başına gelmeyen kalmamış. Arabasını bile kundaklamışlar. Sözü İlhan Tahsin’e bırakalım: Edirne Salnamesi’nde yazıldığı üzere, “Bütün Yunanistan’da 6.800 tane Osmanlı’dan kalma Vakıf eseri vardır. Evliya Çelebi de bu eserlerden bahseder. Bizzat ben de elimde makinamla bu eserleri yerlerinde tespit ettim. 3 kişi çalıştık ve 5 sene içinde bu çalışmayı tamamladık. Neden bu kadar uzadı diye soracak olusanız yunanistan bu konuda çalışmaya müsade etmiyor. İzin alın diyor, izin almak için müracaat ediyoruz, bu seferde izin vermemek için binbir bahane ileri sürüyor ve birtürlü izin vermiyor. Ben izin alamayınca çalışmalarımı yaz aylarında bir bakıma turist gibi gezerek yaptım. Bu çalışmayı Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil ile birlikte yaptık. İbrahimgil Balkanlar ve Yunanistan üzerine çalışmalar yapmaktadır. Osmanlı, Rodop-Gümülcine ilinde yaşayan Türkler için bırakmıştır bu Vakıf mallarını. Yunanistan genelinde osmanlı eserleriyle ilgili 170.000 tane fotoğraf var elimde. Vakıf mallarının hepsi tarafımızdan kayıt altına alınmıştır. Ben Türk asıllı bir Yunanistan vatandaşıyım. Yunanistan benim ülkemdir. Yunanistan özellikle bu eserleri yok etmek için zaman içinde ve belirli aralıklarla şehir planlaması yapmıştır. Osmanlı eserlerinin olduğu yerlere ya park yapılmıştır, ya okul yapılmıştır, veya adliye binası yapılmıştır. Bilinçli olarak bu Vakıf mallarının çoğu yok edilmiştir. Hâlâ yok edilmektedir. Yok edilmeyenler de amacına uygun olarak kullanılmamaktadır. Oysa 1920-1922 de yapılan mübadelede bu Vakıf malları sahibine verilmek için Yunanistan’a emanet edilmiştir. Bu vakıfların sahibi Türklerdir. Ethniki Bank Yunanistan’ın en büyük bankasıdır. Ethniki Arapoğlu sülalesinin bankası olarak geçer. Yunanistan’ın bazı bölgelerinde bu bankanın elinde Vakıf mallarının olduğu söyleniyor ve bunları kiraya verdiği de biliniyor. Bunlar Vakıf mallarıdır. Bu malları banka nereden almıştır, kimden almıştır sorgulanmalıdır, gerçeklik payı araştırılmalıdır. Türkiye Rum azınlık mallarınının neredeyse büyük bölümünü iade etti. Yunanistan da mütekabiliyet ilkesine göre iade etmek zorundadır. Benim bu çalışmalarımdan rahatsız olanlar oldu, arabamı kundakladılar, 4 yıl geçti suçlular hala yakalanmadı. Selim İsa Gümülcine’de, Gümülcine Vakıflar İdaresi’ne seçim yapılmadan Yunanistan tarafından keyfi denilebilecek bir uygulamayla başkan tayin edildi. Yunan devletinin böyle bir yetkisi yoktur. Yaptığı yasal değildir. Hak gaspı vardır burada. Vakıf malları Osmanlıdan bize miras kalmıştır. Azınlığın taşınmaz mallarıdır bunlar. Vakıfların gelirleriyle okullar yapılacaktır, camiler yapılacaktır, öğretmenler yetiştirilecektir, imamlar yetiştirilecektir ve onların maaşları buradan ödenecektir. Lozanı çiğniyorlar. Medrese-i Hayriyye, öğretmen ve imam yetiştirmek için kurulmuştur. Bu Medreseyi maalesef düz liseye çevirmişlerdir. Köy mütevelli heyeti, öğretmenler ile ve ilahiyatçılarla sözleşme yaparak onları göreve alırlar iken bu uygulama feshedilmiştir. Vakıflar borçlandırılıyor. Gümülcine Vakıf İdaresi’ne 3,5 milyon Euro borç çıkarıldı. Vakıf mallarını haczetmek için fırsat kollanıyor. Bazı taşınmaz mallar da geçmişte haczedilmişti. Yeni bir komisyon kuruldu. Başbakan Kiriakos Miçotakis’in emriyle “Partiler Arası Trakya Kalkınma Komisyonu”. Başında eski Dışişleri Bakanı bayan Dora Bakoyanni var. Bu komisyon sözde Azınlığın taleplerini dinliyor, topluyor ama neticede azınlığın esas sorunlarına hiç değinmiyor. Sadece ve sürekli biçimde Batı Trakya’nın eşit olarak kalkınmasından bahsediyorlar. Buna benzer komisyon geçmişte de kurulmuştu. Amaç oyalamaktan başka birşey değildir. Bizler Yunanistan vatandaşıyız, yasalara saygılıyız, vergimizi veriyoruz ve Yunanistan’ı seviyoruz. Burası bizim, için yabancı bir ülke değildir. Kendi ülkemizdir. Ama malesef bir Yunanlı ile aynı muameleyi aynı hizmeti alamıyoruz. Bakın bakalım kaç tane devlet memuru var azınlıktan. Sözde Avrupa vatandaşıyız ama Avrupalı yetkililer bir defa olsun burada yaşayan azınlığın yaşam şartlarını görmek için Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesine gelme zahmetine bile girmediler. Bu Avrupa Birliği iki fitesli bir Avrupa birliği. Çıkara göre insan hakları, ağıza göre şerbet. Son olarak biz Avrupa değerlerine, insan haklarına, toplumların kendilerini ifade etmelerine saygılıyız. Ama aynı saygıyı diğer Avrupalılar’dan da bekliyoruz. Sedat Hasan Gümülcine Türk Gençler Birliği (GTGB) Başkanıyım. Uludağ Üniversitesinde sınıf öğretmenliği okudum. Cahit Halil de derneğin sekreteridir. Batı Trakya’da derneklerimizin ve camilerimizin tanınması için Türk ismi yazılamıyor, yasaktır. 1983 yılında bir gece baskınıyla tabelalar söküldü. Tabelaların söküldüğü yerleri sıvamadık, öylece bıraktık. Demokrartik olduğu söylenen bir ülkede sivil toplum örgütlerine karşı alınan faşistçe tavırlar bunlar, gelecek nesillere ibret olsun diye öylece bıraktık. Derneğimiz bir yönüyle vatandaşlarımızın buluşma yeridir. Derneğimiz faaliyetlerini gayri resmi olarak sürdürüyor. Buna rağmen seçim zamanlarında her parti buraya gelir propagandasını yapar oy ister ve gider. Derneğimizde çocuklarımıza, gençlerimize; resim, ebru, müzik, folklör ve seramik kursları verilir. Derneğimizin salonunda zaman zaman konferanslar ve seminerler verilir. Bizler yüksek derecede Yunaca konuşamıyoruz. Temel eğitimin içine yeteri kadar Yunanca dersi konmamıştır, ders öğretmenleri de alışveriş dili dışında başka birşey öğretmiyorlar, çoğu zaman da dersler boş geçiyor. Türklere Yunanca özellikle öğretilmez. Evet, Yunanca dersleri vardır Türk okullarında, biz ona ‘Yunanca öğretmeme’ dersi diyoruz. Azınlık Yunanca öğrenirse haklarını ararlar diye korkuyorlar. Kendi çabalarımızla öğrenmeye çalışıyoruz onu da engelliyorlar. Özel kurslar açalım desek öğretmen bulamıyoruz, öğretmenler korkularından bizimle irtibat kuramıyorlar. Bizim derneklerimize gelmiyorlar veya gelemiyorlar. Son zamanlarda Yunan üniversitelerini bitiren arkadaşlarımızdan istifade ederek Yunanca öğrenmeye çalışıyoruz. Narlıköy Kemer Köprüsü Röportajlardan sonra vaktimiz çok kalıyor. Bu boşluktan istifade ederek, biraz da Batı Trakya’yı tanımak istedim. Narlıköy Kemer köprüsüne gittik. Ramazan Abdurrahman, Rahim Ramazanoğlu ve oğlu ile. Narlıköy’den (Poliantos) Yassıköye giderken bir tabela var. Bizans Köprüsü yazıyor tabelada. Gazeteci İlhan Tahsin’in anlattığına göre 400 senelik Osmanlı eserleri bilinçli olarak yok ediliyormuş. Yokedilemeyenlerin ise adı değiştirilirmiş. Bizans eseri olarak kayıtlara geçirilirlermiş o eserler. Narlıköy Kemer Köprüsü de o eserlerden birisiymiş. Uluslar arası araştırmacılar, bu köprünün Osmanlı yapısı olduğu hakkında hemfikirlermiş. İki kemerli taş köprü. Araştırmacılara göre, köprünün mimari ögelerinden Osmanlı Köprüsü olduğu kesin olarak anlaşılıyormuş. Yunanlılar Batı Trakya’da Türk varlığının kökünü kazımak için bütün güçleriyle çalışıyorlarmış. Osmanlı eserlerinin köküne zaten kibrit suyu dökmüşler. Camileri yıkıp yerine park yapmışlar, devlet dairesi yapmışlar. Büyük Müsellimköyü Müzesi Sonrasında B.Müsellim köyüne gittik. O köye küçük bir müze kurulmuş. Ramazan Abdurrahman’ın gayretiyle kurulmuş bu müze. Kendisi doktor. Emeklikilikten sonra kendisini Batı Trakya’ya adamış. Araştırmalar yapıyor, müzeler kuruyor, gücü nispetinde sivil toplum kuruluşlarında yer alıyor. Bazı eski belgeler ve kitaplar bu müzede sergileniyor. Çalışan olmadığı için ve yer de müsaid olmayınca, bu çalışmaların üstesinden gelmek o kadar kolay değil. Ramazan Abdurrahman topladığı eserleri orta yere yığmış, eserlerin üzerlerine kimliklerini ancak yazabilmiş. Nizam ve intizam yok. Belirli bir düzene göre yerleştirilmemiş eserler. Raf yapılacak para bulamıyorlarmış. Anlaşılan vatandaş her yerde olduğu gibi orada da elini cebine atmıyor. Bu işleri 3-5 inanmış kişi yapıyor. Dünya nimetleri insanlar için her yerde çok tatlı... Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi Dostluk Eşitlik ve Barış (DEB) Partisi Genel Başkanı Çiğdem Asafoğlu. 1987 Gümülcine doğumlu. Yunanistan’da Felsefe ve Pedegoji okumuş. 2019 yılında parti genel başkanlığına seçilmiş. Asafoğlu oldukça dertli. Uygulanan yüzde 3’lük seçim barajı nedeniyle Parlamentoya giremeyeceklerini bile bile siyaset yapmaya çalışıyorlarmış. Siyaseti de zor şartlarda yapıyorlarmış. Buna rağmen durmak yok sloganıyla yola çıkmışlar. Meriç, İskeçe ve Gümülcine de teşkilatlanmışlar. FA Avrupa Hür İttifakına bağlı olarak çalışıyorlar. Sözü Asafoğlu’na bırakalım: “Yunanistan’da koalisyon yapabileceğimiz duyarlı partiler var. Onlarla ittifak yaparsak ancak parlamentoya girebiliriz. Yoksa giremeyiz. Çünkü % 3 baraj var. Tek başımıza parlamentoya girme şansımız yok. Yeşillerle ittifak halindeyiz. Bölgenin ağırlıklı olarak geçim kaynağı tütün, pamuk ve kiraz. Vatandaşlar işsiz olduğu için bol bol göç veriyoruz. İşsizlik ve Eğitim en büyük sorunumuz. Birkaç sene öncesine kadar (1997), Yunan üniversitelerine alınmıyorduk. Türkiye’de ve başka ülkelerde üniversite okuyorduk. Üniversiteden sonra ülkemize döndüğümüzde denklik istediklerinden dolayı burada görev yapma şansımız da olmuyordu. Çünkü, denkliği yapmıyorlardı. Şu anda binde 5 üniversite kontenjanı verdiler Türk çocuklarına. Ancak bir fakülteye aynı senede bir Türk öğrenci alınıyor. İkincisi alınmıyor. İlkokullarımız kapanıyor. Lozan Anlaşması’na göre tek öğrenci de olsa azınlık okulları kapatılamaz. Oysa öğrenci sayısı sekiz öğrenciye düşünce hemen kapatıyorlar. Bir daha açılmıyor, öğrenci sayısı yükselse de açılmıyor. İşsizliğe paralel olarak, doğum oranı da çok düşük. Nüfusumuz çoğalmıyor azalıyor. Bu durumda zorunlu göçler başlıyor. Ulusal kanallarda parti propagandası yapamıyoruz. Ancak sosyal medya ve broşürler ile partimizi tanıtabiliyoruz. Terörist muamelesi yapıyorlar bize. Avrupa Birliği fonlarından Türkler çok az yararlanabiliyor. Bilhassa tarım işçisine yapılan destekler çok az. Türkler tarım işleriyle uğraştığına göre, onlara yapılan desteğin az olması dikkat çekicidir. Ya Avrupa Birliği tarım desteği olarak az para veriyor ya da tarım için yapılan destekler Türklere yeteri kadar ulaştırılmıyor... 1967 de Albaylar cuntasından sonra haklarımız oldukça kısıtlandı. Sivil toplum kuruluşları sıkı denetim altına alındı. Rodop ilinde sadece üç dernek var. Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği (BTTÖB), Gümülcine Türk Gençler Birliği (GTGB) ve İskeçe Türk Birliği (İTB). Yunan Devleti nezdinde, Batı Trakya’da resmi olarak Türk yoktur, Yunanlı Müslümanlar vardır. Onlara göre bizler Türk değil, Büyük İskender’in torunlarıymışız, Önce Hristiyan olmuşuz, sonrada Osmanlı gelmiş bizleri Müslümanlaştırmış. Yunanistan Avrupa Birliği’ne girdikten sonra haklarımız konusunda bir iyileşme olacak diye düşünüyorduk. Maalesef öyle olmadı. Haklarımız daha da kısıtlandı. Demokrasi her fırsattta, her platformda dile getirilir ama o demokrasi nasıl birşeydir biz onunla henüz tanışamadık. Bizler Yununistan’ın kurucu unsuru olan bir milletiz (1821). Ancak vatandaşlık haklarından maalesef istifade edemiyoruz. Müftü ve vaizler atama usulüyle yapılıyor. Atina ve Lozan Antlaşmalarına muhalefet ediliyor. Atanmış müftünün iradesi olmaz, özgür değildir. Atayan kişinin iradesiyle hareket eder. Son zamanlarda burada üniversite mezunu arkadaşlarımız çoğaldı. Çoğu Yunanistan dışında üniversiteyi okuyarak buraya geldiler. Az sayıda da olsa Yunanistan üniversitelerinden mezun olan arkadaşlarımız da var. Bu arkadaşlarımız her platformda haklarımızı savunmmaya başladılar, ancak Yunanistan’ın Türk’e karşı bir refleksi olduğu için sesimiz duyulmuyor. Hep sansürleniyoruz. Sürekli birşeyler dayatılıyor. Tamam şimdi haklarımızın önü açıldı diyoruz, yarın başka bir şey çıkartılıyor ve o kapı kapatılıyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen yolumuzda yürüyoruz. Haklarımızın peşindeyiz. Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği (BTAYTD) İlhan Memet İlhan Memet, 1982 yılında Gümülcine’de doğmuş. Üniversiteyi Yunanistan’da okuyanlardan. Aristoteles Üniversitesinde hukuk okumuş, Avukatlık yapıyor. Sözü İlhan Memet’e bırakalım: “Azınlığın sorunlarına bilimsel açıdan katkı sağlıyoruz. Konferanslar, sempozyumlar düzenliyouz. Bütün dünya ülkelerinden ihtiyacımız olan konularda bilim adamı davet ediyoruz. Sonrasında sunulan tebliğleri kitaplaştırıp Yunan makamlarına ve ihtiyaç duyulan başka yerlere gönderiyoruz. Halkımızı her konuda bilhassa bilinçli bir şekilde tarım yapmaları konusunda aydınlatıyoruz. 1220 üyemiz var. Üyelerimiz halkımızın ihtiyacı olan konularda onlara yardımcı oluyorlar. İki dilde broşürler çıkarıyoruz. Burada yüksek lisans yapan gençlerimiz var ama doktora için başka ülkelere gidiyoruz. Burada doktora yapma şansımız şimdilik yok. Bu konuda çalışmalar yapıyoruz, inşallah bu hakkımızı da alabileceğimize inanıyoruz. Halkımıza mesleki rehberlik yapıyoruz. Öğrencilerimize okul sonrasında ders yardımı yapıyoruz. Kimse bizlere haklarımızı elde etmemiz için altın tepside imkan sunmayacak, bunu biliyoruz. Bu bilinçle yolumuza devam ediyoruz. İskeçe Türk Birliği Başkanı ve Gündem Gazetesi Yazarı Ozan Ahmetoğlu “Batı Trakya Türkleri özgürlük nedir onunla henüz tanışmadılar. Ortalıkta dolaşan, resmi makamlar tarafından uluslararası platformlarda anlatılan özgürlüklerden bizler haberdar değiliz. Azınlık hakları konusunda yazmaz isek, basın özgürlüğü var. Yasayı çiğneyenler, azınlıkların yasal haklarını gaspedenler veya Türkleri aşağılayanlar ile ilgili yazarsak, hemen soruşturma açılıyor. Adil olmayan mahkemeler tarafından yargılanıyor ve mahkûm ediliyoruz. Mesela bir öğretmeni yanlış yaptığı için eleştirdik, kendisini tarafsız davranmaya ve asıl görevini yapmaya davet ettik. Bizi mahkemeye verdi ve tazminat ödedik. Haklılık ve haksızlık aranmıyor bu konuda. Mesela, atamayla iş başına getirilen tayinli müftüler konusunda yazamıyoruz. Yazarsak ilk önce yerel basın peşimize takılıyor. Sonra kolluk kuvvetleri. Basın camiasında birlikte çalıştığımız ve bizi anlayan Yunan arkadaşlarımız var elbet. Bizim gazetede köşe yazarı olarak çalışan Yunanlı bir gazetecimiz bile var. Ama bir elin parmakları kadardır bunlar. Yıllardır gazete çıkarıyoruz burada, Yunan Basın Yayın Kurumuna üye değiliz, üye yapmıyorlar bizleri. Basın kartı da alamıyoruz. Sanki yok farz ediliyoruz. İllegal olkarak görüyorlar bizi. Gazetemiz haftalık çıkıyor, abone usulüyle okuyucusuna ulaşıyor. Haberleri kaynağından almaya çalışıyoruz. Ancak Azınlığın gerçek sesi olamıyoruz, istememize rağman olamıyoruz, olur gibi görünüyoruz, onun da dozunu iyi ayarlamamız gerekiyor. Başımızın üzerinde her an Demokles’in kılıcı duruyor. Bunu biliyoruz. Sözlü ve yazılı basın, siyasiler, devletin diğer kurumları, kolluk kuvvetleri; Azınlık söz konusu olunca hemen bir araya gelebiliyorlar. Aynı kuyuya taş atıyorlar. Haklılık ve haksızlık konusunda bir araştırma yapılmadan hemen darağacını kuruyorlar. Batı Trakya’da 150.000 azınlık nüfusu var. Lozan bizim varlığımızın temel taşıdır. Ancak Atina Antlaşması’nı Yunan devleti yok sayıyor. Bundan dolayı müftüyü kendisi atıyor. Azınlık hakları açısından müftüleri yargıç statüsünde görüyor. Dünyada başka örneği olmadığı için de kendilerine verilmiş haklarını ellerinden almaya çalışıyor. çalışıyor değil alıyor. Müftü atamayı kendinde hak olarak görüyor. Yunan devleti 1983 yılında Batı Trakya’da Türk Yoktur diye bir yasa çıkardı. Bu yasadan sonra Türklere ait olan 3 dernek kapatıldı. Gümülcine Türk Gençler Birliği, İskeçe Türk Birliği, Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği… Bir gecede hepsi kapatıldı, tabelalarını söktüler. Sökülen tabelaların yeri bellidir. 2005 yılına kadar hukuk mücadelemiz devam etti. AİHM’e gittik, orada davayı kazandık ama Yunanistan uygulamaya koymadı bu kararı. Demokrasinin doğduğu ülke, dünyanın gözü önünde demokrasiyi katlediyor.“ Hanımeli Derneği Dinklerköyü Köyün nüfusu 1500 civarında. İskeçe’ye bağlı bir köy. 15 tane öğrencisi varmış. “Biz burada dikiş-nakış kursu yapıyoruz. Boyama da yapıyoruz. Kendi ihtiyaçlarımızı da yapıyoruz, dışardan siparişler de alıyoruz, hediyelik eşya olarak siparişler alıyoruz, satıp derneğe gelir kaydediyoruz. Üyelerimiz var, derneğe aidat ödüyorlar. Hıdırellez kutlamaları yapıyoruz. Kadınlar günü ve sevgililer günü kutlamaları yapıyoruz. Bayanlardan oluşan bir de koromuz var. Davet edilen yerlere tanıtım amaçlı olarak gidiyoruz. Değişik ülkelerde Batı Trakya’yı temsil ediyoruz, sesimizi böylece oralarda duyurmaya çalışıyoruz. Etkinliklerimize yerel yönetim temsilcileri başta belediye başkanı olmak üzere katılıyorlar ve orada konuşmalar yapılıyor. El işleri ve Küpe gibi süs eşyaları da üretiyoruz. Beyler kadınlara destek oluyorlar. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Geziler düzenliyoruz. Bir şekilde insanımızı motive etmeye çalışıyoruz. Burada, başta bu caminin başkanı olmak üzere, cami derneğinin diğer yöneticilerine de teşekkür ediyoruz. Burayı bize tahsis ettiler. Kira almıyorlar. Destek oluyorlar. İskeçe Müftüsü Ahmet Mete Ahmet Mete, 1965 yılında İskeçe'ye bağlı Yassıören köyünde dünyaya gelmiş. İlköğrenimini Türkiye’de tamamlamış. Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesinden mezun. Yüksek öğrenimini Suudi Arabistan'da Medine İslâm Üniversitesi’nde tamamlamış. Daha sonra ülkesine dönen Mete, imamlık ve Kur’an kursu öğretmenliği görevlerinde bulunmuş. 2007 yılında İskeçe Müftülüğüne seçilen Mete Mocca Dergisine içini döktü: Türkler batı Trakya’da Azınlıktır. Haklarımız Atina Antlaşması ve Lozan Antlaşması'yla tescil edilmiştir. Bu antlaşmalara göre, din adamları da, vakıf mallarının yöneticileri de seçimle işbaşına gelir. Müftüler de seçimle başa gelir. İstanbul’da da papazlarını Hıristiyanlar seçer. Yunanistan bu hakkımızı tek taraflı olarak askıya aldı. Gümülcine ve İskeçe’de seçimle işbaşına gelen müftüleri Yunan devleti tanımıyor. Mütekabiliyet esasını işletmek lazımdır. Rodop ilinde; Gümülcine, İskeçe ve Dedeağaç’ta üç Müftü var. Ancak Dedeağaç, Müftüsünü henüz seçemedi. O yüzden Müftüler Müftüsü de seçilemedi. Resmi makamlar İskeçe’de Türk Yoktur; Pomak, Müslüman ve Çingene vardır diyorlar. Bu doğru değildir. Azınlıklar üzerinde hep böyle oyunlar oynanıyorlar. Önceleri insanları Kemalist ve anti Kemalist olarak ayırıştırdılar. O zamanlar Osmanlıca dergi de çıkarılıyordu İskeçe’de. Şeyhülislam Sabri Efendi vardı derginin başında. Zamanla Yunan devleti tarafından kullanıldığını anladı ve Mısıra kaçtı. Sonra Hafız Reşat geldi, uyanık davrandı, kendini kullandırtmadı. Onun döneminde kaliteli Müslümanlar yetişirdi. İskeçe’de Cemaate hizmet eden 170 öğretmenimiz var. Bunların Maaşlarını halk ödüyor. Ekonomik durum sıkıntılı, insanlarımız iş bulamıyorlar, köyler boşaldı. Sadece tütün ekiliyor alternatif ürün yetiştirmek de yasak. İskeçe’de bir de atanmış müftü var. Hqalkın değil devletin müftüsü. Atanır atanmaz, gidip Metropolitin elini öptü. Bizim Yunan halkıyla bir problemimiz yoktur. Azınlık konusunda sıkıntı yaratan devlettir. Aslında bizler Batı Tarkya’nın çocuklarıyız. Yunan halkıyla birlikte yaşamamak gibi bir sıkıntımız yok. Tam tersine onlarala birlik ve beraberlik içinde yaşayıp gidiyoruz. Yunanistan bizim vatanımızdır. Bizim istediğimiz, Atina ve Lozan Antlaşmaları’nın verdiği haklarımıza dokunulmamasıdır. BAKEŞ Genel Müdürü Dr.Pervin HAYRULLAH Pervin Hayrullah çok cevval bir kadın, yerinde duramıyor. Herkesin derdi sanki onun derdiymiş gibi oradan oraya koşup duruyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi mezunu. Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi (BAKEŞ)’nde İnsan Hakları uzmanı olarak çalışıyor. Eğitim alanında arşiv çalışması yapıyor. Sözü Pervin hanıma verelim: “Eğitim konularında araştırma ve arşiv çalışmaları yapıyoruz. 50.000 fotoğraftan oluşan bir arşivimiz var. Kitap çalışmalarımız var. Kreşler açıyoruz 2,5-5 yaş, okul derslerine yardımcı kurslar açıyoruz 5-12 yaş. Orta okul açmak için müracaatımız oldu 2011 yılında 9 seneden beri hâlâ cevap bekliyoruz. Bizimle beraber müracaat eden bir Yunanlı arkadaş 2012 yılında gerekli müsadeyi aldı. Sadece bu örnek bile Batı Trakya Türklerinin içinde bulunduğu şartları anlatmak için yeterlidir. Bakeş, kâr amaçlı bir dernek değildir. Hizmet amaçlıdır. Yunanistan’da ilköğretim, anaokuluyla birlikte 14 yıldır. 2+6+3+3=14. Yunanistan’da Azınlığa öğretilecek Türkçe ve Dini derslerin müfredatını Türkiye hazırlıyor. Türkiye’de yaşayan Yunan Azınlığa öğretilecek derslerin müfredatını da Yunanistan hazırlıyor. Lozan Antlaşması böyle bir düzenleme yapmış. Türkiye antlaşmalara uyuyor. Ancak Yunanistan antlaşmalara uymuyor, dolayısıyla bizlerin hakkını gasp ediyor. Lazanda kayıt altına alınan yasal haklarımıza rağmen, Türk Azınlık Yunanistan’da yok farz ediliyor. Bundan dolayı resmi makamlarla münasebetlerimiz o kadar iyi değil. Sıkıntımız burada. İşlerimizin takibinde zorlanıyoruz. 115 tane iki dilli azınlık okulumuz var. Azınlık haklarından kaynaklanan okul açma hakkımızın kullanılmasını istemiyor Yunan makamları. Bizlere haklarınızı unutun ve çocuklarınızı devlet okullarına yönlendirin diyorlar. Devlet okullarını öneriyorlar. Öğretmen yetiştiren bir Medresemiz vardı. Medrese-i Hayriyye. O Medrese şimdi yok. O Hakkımızı elimizden aldılar, o medreseyi de lise yaptılar. Yunanistan Laik bir ülke değildir. Yunanistan din devletidir. Yunanistan’da okulları Metropolit açar. Bizim mokullarımızı da müftünün açması gerekir. Kanun böyledir. Lozan’dan sonra resmen Müftü seçimi hiç olmamış Yunanistan’da. Rodop ilinde 12 bölgede 12 Müftü olması gerekirken 3 bölgede Müftü seçilebiliyor. Dedeağaç’ta şu anda Müftü seçilemiyor. Yunan yetkililer Pomakları provoke ediyorlar. Siz Azınlık değilsiniz, Türk değilsiniz niçin onlarla birlikte Müftü seçeceksiniz diyorlar. Yunanistan genelinde 700 bin Müslüman var. 2017 yılında düzenleme yapıldı. Azınlıklar dış unsur olarak görülüyor. Azınlığı içişleri değil Dışişleri yönetiyor. Bu konuda asker, polis, siyasiler ve bürokratlar birlikte çalışıyorlar. Oysa Türk Azınlık en eski Yunan vatandaşıdır. Kurucu unsurdur. Yunanistan Avrupa Birliği üyesidir. Yardım almaktadır. Bu yardımlar Türklere tam olarak yansıtılmıyor, ancak kâğıt üzerinde eşit olarak yansıtıldı gibi gösteriyorlar. Kirazlı Köyü Camii Halit Süleyman Batı Trakya’da geçim sıkıntısından dolayı taşınmış olan bir köy var. Kirazlı Köyü. Köylü oradan taşınmasına rağmen, köyleriyle irtibatlarını koparmamak için oraya bir cami yapmışlar. Başkan Halit Süleyman anlatıyor: “Ben Halit Süleyman. Kirazlı Köyü’nde doğdum büyüdüm. Bu caminin başkanıyım. Burası orman köyüydü. Hayvancılıkla geçiniyorduk. 60 hanelik bir köydü. Hayvancılık yasaklanınca bu köyü terk ettik. Geçim kaynağımız yoktu. Aşağıya Büyük Müsellim Köyü’ne indik. Aradan zaman geçti, bu köye bir kilise yaptılar iki de rum yerleştirdiler. O zaman biz yanlış yaptığımızı anladık. Orada bir camimiz vardı. Küçük bir cami. Mescid demek daha doğru olacak. Bu köye kilise yapmaları bizim kanımıza dokundu, gururumuzu incitti. Ağırımıza gitti. Buradaki Mescidimizi tamir edelim de sembolik olarak dursun, hafta sonlarında gelip piknik yapalım, topluca, cemaat halinde ibadetlerimizi yapalım şeklinde düşündük. Mescidi tamir yapmak için yola çıktık ama sonradan kocaman bir cami oldu. Caminin yapılmasında maddi ve manevi olarak emeği geçen herkese teşekkür ederim. İyiki o kiliseyi buraya yapmışlar. Bizi kendimize getirdiler. Güzel de oldu. Burada kimse yaşamıyor ama burası bizim köyümüz. Ben bu köyde doğdum-büyüdüm, benim burada anılarım var, bütün köylülerin anıları var. Mezarlarımız burada. Bilhassa bu köyden göç eden insanların çocukları burada yılda bir kez de olsa toplanmayı düşünüyorlar, yoksa burası vatan olmaktan, ata yadigarı vatan olmaktan uzaklaşacaktır.” Yassıköy Belediye Başkanı Önder Mümin Önder Mümin Üniversiteyi Yunanistan’da okuyanlardan. %66 oy alarak belediye başkanı seçilmiş Yassıköy’e. Yassıköy, Rodop Dağları’nın eteklerinde. Belediyenin yaklaşık 13.800 civarında nüfusu varmış. Önder Mü’min genç ve hırslı bir başkan. Makam koltuğunun arkasında cami ve kilise resmi yanyana duruyor. İtiraz edenler olmuş bu resme ama, başkan kararından vazgeçmemiş. Sözü burada önder Mü’mine bırakalım: “Yassıköy’de Türkler ve Yunanlılar birlikte yaşıyor. Ben herkesin başkanıyım. Oy verenlerin de vermeyenlerin de başkanıyım. Hizmet götürürken ayırım yapmam. Alt yapı hizmetlerini tamamladım. Şimdi tarım alanında neler yapabiliriz onun çalışmasını yapıyorum. Pamuk, kiraz ve tütün ekimi yapılıyor Yassıköy’de. Yaban mersini deneme ekimine de başladık. Gerekli izinleri alırsak ve de verim elde edersek halkımız için yeni bir geçim kaynağı olacaktır. İşsizliği azaltmamız lazım. Bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. İleri sevide olmasa da ihtiyaç sahiplerine gıda yardımları yapıyoruz. Eğitim ve sağlık sektöründe küçümsenemeyecek atılımlar yapıldı. Bir de aşevimiz var. Anaokulu projemiz var, kütüphane çalışmamız devam ediyor. Amacımız Batı Trakya’da örnek çalışmaların altına imza atan bir belediye olmaktır. Başkan yardımcım Yunanlıdır.

3 Mart 2022 Perşembe

ELVEDA BENİM GÜZEL YURDUM

Kayınvalidem vefat etti(01.02.2022). Cenazesinin defnine ulaşamadım. Ama taziye almaya ulaştım. O dondurucu soğuğa rağmen insanlar sevdiklerine son kez görevlerini yapmak için cenaze evine geliyorlar. Cenaze yakınlarına taziyede bulunmak için geliyorlar. Kimisi elinde tatlıyla, kimisi pişirdiği bir yemekle, börekle, kimisi de lokantadan verdiği siparişle cenaze yakınlarının acısını paylaşmaya geliyorlar. Geleneklerimizin unutulmaması ne kadar da güzel ve anlamlı. Ben gençleri tanıyamadım. 35 sene olmuş Almanya’ya geleli. O gün doğanlar bugün 35 yaşında. Seneden seneye izine gitmekle o gençlerin hepsini tanımak mümkün olmuyor zaten. Önce ağabeyim, arkasından Kayınbabam, sonra Babam, sonra Eşim, şimdi de Kayınvalidem. Bunların hepsinin üzerine toprak attım ben. Toprağa gömdüm onları. Toprağa vermediğim büyüklerden sadece annem kaldı geride. O da 100 yaşına basmış durumda. Belki yakında onu da vereceğim toprağa. Yine de Türkiye yolculuğu görünecek bana. Ömrümün 46 senesini geçirdiğim Eşim hariç diğerleriyle uzun süre birlikte olamadım. Çünkü 15 yaşımda ayrıldım köyümden. Bu ayrılık beni Berlin’e kadar getirdi. Yarın birileri de benim üzerime toprak atacaklar. Onlar da beni toprağa verecekler. Bu dünyada gerçek olan yalan olmayan tek gerçekle ben de yüzleşeceğim; ölüm gerçeği. 35 seneden beri en çok beni yaralayan, içimi yakan şey vatan hasretidir. Acısıyla tatlısıyla insanın sevdikleriyle beraber olması kadar güzel bir şeyin olmadığını gördüm ben bu dünyada. Yoksa her sene kazancımızdan artırarak niçin Anavatan’a gideceğiz değil mi? Bu sefer oğlum Zülfikar ve kızım Dilruba ile gittik Kayınvalidemin cenazesini toprağa vermeye. Sadece 1 hafta kalabildik orada. O bir hafta bile bizleri mutlu etmeye yetti. Cenazeye gitmemize rağmen mutlu etti. Sevdiklerimizle, onların çocuklarıyla, torunlarıyla birlikte olmak mutlu etti bizleri. Yemeklerimizin tadı da bir başkaydı. Kokoreç’ini bile özlemişim ben güzel vatanımın. Bütün bu güzelliklere veda zamanı gelince yine de buruklaşıyor içimiz. Anavatan’dan başka yerlerde yaşamak ne kadar da zormuş meğer. Benim alımlı, çalımlı, cilveli, nazlı gelinim, ne kadar da albenili, ne kadar da güzelmişsin sen. Ovalarınla, dağlarınla, ırmaklarınla, bağrında taşıdığın insanlara can veren kan veren o kıymetli hazinelerinle ne kadar da çekiciymişsin, samimiymişsin, candanmışsın, içtenmişsin sen. Ana diye bellediğim, bağrına yaslandığımda huzur bulduğum güzeller güzeli Cennet Vatan’ım benim. Bana ekmek verdiğin, su verdiğin için minnettarım sana. Şair, boşuna dememiş senin için; “Bastığın yerleri ”toprak!” diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen Şehitoğlu’sun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” Bizi ağırladın, kahrımızı çektin, birikimlerini, değerli hazinelerini, o güzelim nimetlerini serdin önümüze, ne kadar da özene bezene hazırlamışsın ikram sofranı, o çeyiz sandığını, gözlerimiz kamaştı, keşke dedik keşke… Kıskanmasına kıskanmadık da, içimiz burkuldu. Kendimizi suçlu hissettik. Çeyiz sandığına göz diken canilerle, zalimlerle, onların yerli işbirlikçileriyle, teröristlerle mücadelende yalnız bıraktık seni, omuz omuza veremedik, destek olamadık sana, keşkemiz ezikliğimizdendir. Utancımızdandır. Bütün bu olup bitenlere, vefasızlığımıza rağmen yine de bastın ya bağrına bizi, yine de emzirdin ya kucağında sallayarak, ninni söyleyerek bizi. Mutlu ettin, sevindirdin. Allah da seni mutlu etsin, çocuklarından, akrabalarından, sevdiklerinden ayırmasın seni. Acıdan, tufandan, boradan, fırtınadan uzak kılsın, namus düşmanlarından, ırz düşmanlarından, korsanların zulmünden, kıymet bilmezlerin şerrinden, karanlık güçlerin şerrinden uzak kılsın seni ana dediğim güzel vatanım benim. Bir daha ya gelinir ya gelinmez…Elveda