28 Haziran 2020 Pazar

TANRIYI KIYAMETE ZORLAMAK / MELHAME-İ KÜBRA 2020


“Müslümanlar tıpkı Hıristiyan Evanjelistler gibi bir an önce Mesih’in gelmesini ve Mehdinin zuhur etmesini istemekle Tanrıyı kıyamete mi zorlamak istiyorlar?”

Grace Hallsell’in “Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak” isimli eserini okursanız, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek isteyenlerin asıl amacını anlarsınız. Kutsal kitap metinleri de bu anlayışı güçlendirecektir.
Kitapta, ‘Hristiyan Evanjelistlerin Amerikan Yahudileri ve İsrail sağı ile aralarında nasıl bir ittifak kurulduğu, Hristiyanlar için Kudüs’ün ve İsrail’in önemi, kıyamete doğru İsa’nın (Mesih) yeryüzüne dönerek kendilerini nasıl kurtaracağı, Kudüs’ün başkent ilan edilmesiyle, Süleyman Mâbedi’nin Mescid-i Aksa’nın yerine yeniden inşa edileceği anlatılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlarının veya önemli devlet kademelerinde bulunmuş olan bürokratların konuyla ilgili dikkat çekici açıklamaları yer almaktadır.’
Bugün Kudüs, ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak ilan edilmiştir. Süleyman Mâbedi için çalışmalar ise hızlı bir şekilde devam etmektedir.
Kitapta; Amerika’daki fanatik Hristiyanların kıyamete yakın bir zamanda, tanrı olduğuna inandıkları İsa’nın yeniden yeryüzüne geleceği, bu sürecin hızlandırılması için de dünyanın kaos içine sokulması gerektiği tezi savunulmaktadır. Evanjelistlerin inançlarına göre İsa, Ortadoğu’da zuhur edeceği için bu coğrafyanın bir an önce kaosa sürüklenmesi gerekmektedir.
Kaos ve kargaşa sonrasında Tanrı İsa yeniden dünyayı teşrif edecek ve kendisine inanan Hristiyan Evanjelistleri kurtaracaktır.
Hristiyan Evanjelistlerin amaçları ile Yahudi Fundamentalistlerin amaçları bu noktada örtüştüğü için birbirleriyle geçici olarak iş birliği yapmaktadırlar.
Evanjelistlere göre Kudüs, Evanjelizmin merkezi haline getirilecektir. Bu Tanrı’nın isteğidir. Tanrı’nın bu isteği gerçekleştikten sonra, İsa Mesih gelecek ve içinde Müslümanların da olduğu büyük bir ordu ona karşı savaşacaktır. Bu savaşta İsa Mesih onları “Megido Dağı”nda yani Armegedon’da yenecektir.”
Müslümanların inancına göre bu savaşı Müslümanlar kazanacaktır. Çünkü İsa Müslümanlarla birlikte olacaktır.
Mehdi ve Mesih’in geleceği inancı, İslam’ın ilk yüz yılı hariç sonraki yıllarda Müslümanların başına musallat olan bir inanç haline gelmiştir. Mehdî kelimesi Literatüre, “Kıyamete yakın geleceği ve Müslümanları kurtaracağına inanılan kişi” olarak geçmiştir. Ne yazık ki, hem Şia mezhebi ve hem Ehl-i Sünnet mezhepleri, Evanjelistlerin tesirinde kalarak Mehdi ve Mesih’in gelmesini inanç esası haline getirmişlerdir.
Ancak hepsinin Mehdi anlayışı farklıdır. Kimi Müslümanlar mehdilerini Şam’a indirirken, kimi Müslümanlar İstanbul’a kimisi de Roma’ya indirmektedir. Yani muhal farz bir mehdi gelse diğerleri bu mehdinin kendi bekledikleri Mehdi olmadığını ileri sürerek asla ona itaat etmeyeceklerdir.
Tarih boyunca ortaya çıkan mehdiler hep bu akıbetle karşılaşmışlardır. Kütüb-i Sitte’de Geçen uydurma Mehdi hadislerinden bazı örnekler:
... Ümmü Seleme şöyle demiştir: Resulullah (s)'i şöyle buyururken işittim: "Mehdi benim ailemden, Fatıma'nın oğullarındandır." (Sünen-i Ebu Davud, Cilt No. 14, Sayfa No. 402, 4284)
... Nihayet Meryem oğlu İsa iner ve Müslümanların emiri (Mehdi) ona:” Gel, bize namaz kıldır.” der. Bunun üzerine İsa: “Hayır, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer bir kısım üzerine emirlersiniz” der. (Sahih-i Müslim, c. 1, s. 209)
... Ali b. Ebi Talib, Rasulullah (s) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. Dünyanın ömründen sadece bir gün kalsa bile, Allah benim Ehl-i Beyt’imden bir adam (Mehdi) gönderecektir. O dünyayı, (daha önce) zulümle olduğu gibi adaletle dolduracaktır. (Sünen-i Ebu Davud, cilt no. 14, sayfa no. 402, 4283)
Ebu Hureyre şöyle demiştir: Resulullah (s) buyurdu ki: "Hayatım yed'inde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsan'ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak, domuzu ödürecek, cizyeyi kaldıracaktır. (O zaman) mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. (Sahih-i Müslim ve Tercemesi, Mütercim: Mehmed Sofuoğlu, İrfan Yayınevi, İstanbul 1972, c. 1, s. 206)
Ebu Said El-Hudri’den rivayet edilmiştir; dedi ki: "Peygamberimiz’den sonra bir hadise baş göstermesinden korktuk ve Resulullah'a sorduk, buyurdu ki: “Ümmetimde Mehdi vardır; çıkacak ve beş veya yedi veya dokuz yaşayacaktır."
Ebu Said diyor ki: "Bu müddet nedir?" diye sorduk ve Rasul- i Ekrem "senedir!" buyurdu ve şöyle devam etti: "İnsan ona gelecek ve "ey Mehdi! bana da ver, bana da ver!" diyecek; Mehdi de onun esvabını taşıyabildiği kadar dolduracaktır." (Sünen-i Tırmizi Tercemesi, Hadis No: 2333, Mütercim: Osman Zeki Mollamahmutoğlu, Yunus Emre Yayınları, c. 4, s. 92-93)
Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: "Mehdi benim neslim dendir. O açık alınlı ve ince burunludur. Dünyayı zulümle dolduğu gün adaletle dolduracak ve yedi sene hüküm sürecektir." (Ahmed, b. Hanbel II-291, III-17) (Süneni Ebu Davud Terceme ve şerhi cilt. 14, Şamil yayıncılık, K. el-Mehdi (35), s. 404)
İslam tarihi boyunca gelen mehdilere ve mesihlere baktığımızda çok farklı mehdi tipolojileri ortaya çıkmaktadır. Bu hususla alakalı “Mehdi Tipolojileri” isimli geniş bir makale kaleme alan Prof. Dr. Sönmez Kutlu, tarihi süreçte kurtarıcı bekleme inanışının, Hristiyan Evanjelistler yanında İslam mezhepleri ve alt grupları, Sufi oluşumlar, çağdaş dinî hareketler ve siyasi İslamcılar arasında farklı şekillerde kendine yer edindiğini ortaya koymuş ve özetle bugüne kadar gelen Mehdi ve Mesih tipolojilerini beş başlık altında incelemiştir.
Kutlu, Kabileci ve Asabiyetçi Mehdi Tipolojisi başlığı altında Haşimiler, Emevîler, Süfyanî ve Abbasî Mehdilerini örnek göstermiş, Mitolojik Mehdi Tipolojisi çerçevesinde ise Gulat-ı Şia, İsmaililik, Dürzilik örnekliğinde meseleyi izah etmiştir.
Vahdet-i Vücudçu (Sufî) Mehdi Tipolojisinin ise İbni Arabi ile temsil edildiğini dile getiren Kutlu, bu tipolojinin kendinden sonra gelen bütün tasavvuf akımlarını tesiri altına aldığını ileri sürmüştür. Sembolik Mehdi Tipolojisi altında ise Hindistan’da zuhur eden Mirza Gulam Ahmet ve Kadiyanilik ile birlikte ülkemizde Said Nursi ve Nurculuğu ve onların açılımını yapan Fethullah Gülen ve Gülencilik akımını örnek göstermiştir.
Islahatçı Mehdi tipolojisi altında ise Afrika’daki Senusilik, Cemalettin Afgani ve Pakistan’da Mevdudi örnekliğini anlatmıştır.
Kutlu’ya göre, Tarihte hangi tipoloji ile ortaya çıkarsa çıksın bütün Mehdi ve Mesih hareketleri, Müslümanların sorunlarını asla çözememiş aksine problem üzerine problem oluşturarak Müslümanların kan ve gözyaşı dökmelerine sebep olmuşlardır.
Mesih ve Mehdi’nin kıyamete yakın yeniden gelmesi, Kur’an ve sahih Sünnet’ten asla referans alamayacak bir meseledir. Bu mesele, İslam kültürüne Kur’an’ın inzalinden iki asır sonra sokulan bir hezeyandır.
Kur’an gibi bir Mehdi ortada durur iken, süper Mehdi ve Mesih arayışına giren Müslüman, gündüz güneş varken, gece olduğu vehmine kapılıp mum ışığıyla aydınlanmaya veya yol bulmaya çalışan zavallıya benzer.
Mehdî inancı, Aliya İzzet Begoviç’in deyimi ile “atılım, üretim, gelişim ruhunu felce uğratan büyük bir tembelliğin” adıdır. Bu hurafeye destek olarak ortada dolaştırılan “hadis patentli” sözlerin bütünü ise asla Resulullah’a ait değildir ve uydurmadır.”
Tarihte, Kral Davud soyundan gelen Yahudilerin “beklediği Mesih”, Evanjelist Hristyanların “beklediği İsa Mesih”, Şii Müslümanların “beklediği” kayıp 12. imam olan Mehdi, Sünni Müslüman cemaatlerin “beklediği” Mehdi şaşılacak derecede birbirine benzemektedir.
Yeni Zelanda’da iki camiye saldıran cani, Hristiyanlığın kutsal saydığı birçok göstergeye atıf yaparken en önemli göndermeyi İsa Mesih anlayışına yapmıştı.
Hristiyan teolojisinde Mesihçi öğretileri ön plana çıkaran en önemli mezhep Evanjelistlerdir. Evanjelistler, dünya politikalarının dinlerden ve kültürlerden ayrı düşünülemeyeceğinin, uluslararası ilişkilerde en az ekonomi kadar önemli olduğuna inanırlar. Dünya siyasetinde bu derece önemli olan bu inanç grubunun ne olduğunu ve hangi dinamikler üzerinde yükseldiğine baktığımızda karşımıza ilginç bilgiler çıkıyor.
Evanjelistler kimdir?
Evanjelistler, Hz. İsa’nın ilk havarilerine verdikleri ‘gidin’ ve ‘deyin ki’ ifadelerini referans alan bir mezhebin üyeleridir. Hristiyanlığın misyonerci yüzünü temsil ederler. Evanjelistler, kendilerini Tanrı’nın askerleri, O’nun Krallığı’nın kurucu öncüleri olarak görürler. Evanjelistlerin temel düşüncesi, İsa Mesih’in ikinci gelişine dünyayı hazırlamak ve bu gelişi hızlandırmaktır. Bu hususta hiçbir katliamdan kaçınmazlar. Bu katliamlar “Tanrıyı kıyamete zorlamak” hedefine kilitlidir. Evanjelistler, Eski ve Yeni Ahit’e tümüyle inanırlar.
Evanjelistler, ABD’nin hangi şartta olursa olsun,
İsrail’i desteklemesi gerektiğini savunurlar.
Evanjelistler’in Amerika Birleşik Devletleri’nin varlığı ile doğrudan ilgisi vardır. ABD’nin varlığını ‘kutsal şehir’ inancıyla açıklayan Evanjelistler, “Tanrı” tarafından çizilen kaderin dışına çıkılamayacağına inanırlar. Bu kaderi hızlandırmak için Hristiyanların ellerinden geleni yapması gerektiğini savunurlar. “İyi” ile “kötü” arasındaki büyük savaşla gelecek olan kıyameti ve Mesih’in gelişini hızlandırmak için tüm dünyanın hızla Hristiyanlaştırılması gerektiğine inanırlar. Seçilmiş insanlar olduklarına inandıkları Yahudilerin, vaad edilmiş bir son hikayesinde ana görevli olacaklarına inandıklarından onların desteklenmeleri gerektiğini düşünürler. Evanjelistler, ABD’nin hangi şartta olursa olsun İsrail’i desteklemesi gerektiğini savunurlar. Onlara göre “Tanrı’nın Krallığı” Yahudilerin Hristiyan olması ve Mesih’in Kudüs’e inmesiyle olacaktır. Yahudiler ancak böylece Arz-ı Mev’ud’a kavuşabileceklerdir. Bu ise sıkı bir Evanjelist olmakla yakından ilişkilidir.
ABD başkanları Ortadoğu bölgesi başta olmak üzere çatışmaları politik bir tavır içinde yönlendirir. Bu politik tavrın zemininde dinsel kıyamet hazırlığı senaryosu yatar. 1985 yılında ABD başkanı seçilen George W. Bush sıkı bir Evanjelisttir. Beyaz Saray’a çıktıktan sonra “Tanrı ve Başkan bize İsa’yı Ortadoğu’ya getirme şansı doğurdu. Bu bana verilen bir emirdir!” ifadelerini kullanmıştır.
ABD'nin son başkanı D. Trump'ın da sıkı bir Evanjelist olduğu hemen herkesin malumudur. Kudüs'ün başkent ilanı projesinde tören öncesi Evanjelist yemin töreni ve ritüellerinin yapılmış olması ve bu törende baş aktörün Trump olması dikkat çekicidir. Bugün sadece ABD’de 70 milyonu aşkın Evanjelistin varlığından söz edilir. İkinci sırada 50 milyon civarında Evanjelist ile Brezilya gelir. Evanjelistlerin Amaçları Irak’ı Ortadoğu’da Evanjelizmin merkezi yapmaktır ve İncil’de sözü edildiği gibi dünyanın bütün kavimlerini burada toplamaktır.
Armageddon Savaşı
Bugün Evanjelist Hristiyanlar, Yahudi fundamentalistlerle el ele vererek ‘öldürmeyeceksin!’ emrine muhalefet etmişler ve kutsal kaynaklarından aldıkları referansa dayanarak öldürmeyi seçmişlerdir. Ancak öldürürlerse, Arz-ı Mev’ud hayalleri gerçekleşecektir. Amaç, kıyameti çabuklaştırarak bütün bir dünyayı -Yahudiler dahil- Hristiyanlaştırmaktır.
Yeni Zelanda (2019) olayını bu bilgiler üzerinden okuduğumuzda Evanjelistlerin sadece Müslümanlar için değil, bütün dünya için nasıl bir tehdit oldukları görülebilir.
Evanjelistlere göre, dünyadaki ama özellikle Ortadoğu'daki büyük karışıklıklar sonucu 'Kurtarıcı Mesih' gelecek ve tüm kâfirlere galebe çalacaktır ki buna Hristiyanlığı kabul etmeyen şimdiki (şimdilik) Yahudi dostları da dahildir. Bu anlamda ABD'de Trump'ı, "Tanrı'nın gönderdiği ve görevlendirdiği" bir Başkan olarak gören insan sayısı oldukça fazladır.
Evanjelistler, Kudüs kararıyla Mescid-i Aksa ve çevresinin yıkılıp yerine "Süleyman Mâbedi" nin inşasını hızlandırmak istemektedirler. Mesih ancak bu mâbed inşa edildikten sonra gelecektir. İsrail de aynı inanca sahiptir. Eğer Mescid-i Aksa yıkılıp yerine Süleyman Mâbedi inşa edilmez ise, ülke yok olacaktır. Görüldüğü gibi bu iki dinin takipçileri bekledikleri sonuçlar farklı da olsa bu ortaklıkta birleşiyorlar. Yandaş Müslümanlar da bu ortaklığa destek vererek Evanjelistlerin amacına bizzat hizmet ediyorlar.
Günümüzde, ABD ve İsrail'in önderliğinde, topyekûn Batılılar, İslâm dünyasına savaş açmış durumdadırlar. Müslümanların en büyük zaafı, bölünmüşlüğü, dağınıklığı ve yöneticilerinin birçoğunun Batılıları dost bellemeleri ve onlarla iş birliği yapmalarıdır. İslâm dünyasına karşı, Batılıların asırlardan beri, değişmeyen bir politikası vardır. Bu politika, zamana ve şartlara göre güncellenmekte, fakat esas aynen korunmaktadır. Esası gözden kaçıranlar, güncelleşmeyi değişme olarak algılamakta ve yanılmaktadır. Söz konusu politikanın kaynağı, Batılıların dini inancıdır. Bu inancın gereği olarak Batılılar, sürekli Müslümanlara karşı Haçlı Seferleri düzenlemişlerdir.
Haçlı Seferleri’nin sonu kabul edilen, Armageddon Savaşı’nın, Haçlı Seferleri içerisinde ise özel bir yeri vardır. Batılılar, günümüzde bu savaşın başladığına inanmaktadırlar. Onun için İslâm dünyasında meydana gelen terör, isyan, iç çatışma ve savaşları, Armageddon Savaşı çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Aksi halde yaşanan gerçekleri görmek ve doğru okumak imkânsızlaşır.
Rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü bu savaş için 'Melhame' demiştir. Melhame kelimesi 'et' anlamına gelen 'Lahm' kelimesinden türetilmiştir. Savaşın şiddetinden insanlar et misali birbirlerine karışacak ya da öldürülen insanların etleri etrafa dağılacaktır. (En-Nihaye fi'l Ğaribi'l Hadis ve'l Eser, 4/239.)
Melhame-i Kübra, tarihin seyrini değiştirecek, yeryüzü zülüm ve haksızlıkla dolduktan sonra orayı adalet ve hukukla imar edecek, Allah'ın yarattıkları arasında en hayırlı olanlar ile şerlileri birbirinden ayıracak, kıyametin kopmasından önce vuku bulacak büyük alametlerin başlamasına sebep olacak büyük bir hâdisedir/ savaştır.
Armageddon Savaşı’nın başladığını (Melhame-i Kübra), bizzat o savaşı başlatanlar söylüyorlar. ABD başkanları, 1980'li yıllardan itibaren, Armageddon Savaşı için şartların olgunlaştığı inancındadırlar. Örnek olarak eski başkanlardan Ronald Reagan'ın 1981 yılında söylediği şu sözlerini gösterebiliriz; "Dünya tarihinde ilk kez Armageddon Savaşı’nın başlaması ve Mesih'in ikinci gelişi için her şey yerinde. Eski Ahit'teki antik peygamberlere ve Armageddon işaretlerine dönüp baktığımda, savaşın gerçekleştiğini görecek kuşağın biz olup olmadığımızı merak etmekten kendimi alamıyorum. "Armageddon Savaşı, Yahudilerin de dünya egemenliğine ulaşmak için yapacaklarına inandıkları son kutsal savaştır. Bir başka deyişle, Hıristiyan ve Yahudiler, Armageddon Savaşı’nda ortak bir inanca sahiptirler.”
Yahudilere göre, bu savaşta Müslümanlar yok edilecek, Yahudiler Arz-ı Mev'ud'a sahip olacaklardır. Hıristiyanlara göre de, Mesih'in yeryüzüne gelmesi için şu günlerde Armageddon adı verilen nihai savaşı, Müslümanlara karşı Yahudilerin kazanması gerekir. Bundan dolayı Müslümanlara karşı Yahudilerin desteklenmesi, Hıristiyanlar için dini bir emirdir. Jerry Falwel, bu emri şöyle ifade eder: "Teolojik açıdan her Hıristiyan, İsrail'i desteklemek zorundadır. Şayet İsrail'i koruyamazsak, Tanrı nezdinde itibarımızı kaybederiz." (Geniş bilgi için Bkz. Grace Hallsell, Tanrı'yı Kıyamete Zorlamak, s. 144).
Sözün özü, Müslümanlara karşı, geçmişten günümüze süregelen Haçlı Seferleri, yeni bir boyut kazanmıştır. Bununla amaç, 'Tek Dünya Devleti'ni kurmaktır. ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi CFR üyesi James Wanburg, Tek Dünya Devleti konusunda şöyle der: "Hoşunuza gitse de, gitmese de tüm dünyayı yönetecek Tek Dünya Devleti'ni kuracağız." (ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi raporu (1950). Birleşmiş Milletler Şartı'nın Gözden Geçirilmesi: Dış İlişkiler Komitesi Alt Komitesinden Önceki Duruşmalar, Seksen Birinci Kongre. Birleşik Devletler Hükümet Matbaası. s. 494.)
Anthur Schlesinger de, "Tek Dünya Devleti'ni gerek yayınlarla bilinçlere işleyerek, gerek para harcayarak, gerekse kan dökerek kuracağız, başka seçenek yok." ABD'nin dış politikasını, işte bu inanç ve düşünceler şekillendirmektedir. Bu gerçeği, 1995'den 2001'e kadar Birleşik Devletler Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığı yapan Jesse Helms'in şu sözleri de teyit etmektedir: "Merkezdeyiz ve orada kalacağız. Birleşik Devletler, dünyayı yönetmek ve diğer halklara örnek olmak zorundadır."
Bu görüşlerin din kaynaklı olduğunu Noam Chomsky şu sözlerle ifade eder: "Başlangıçtan günümüze dek Amerika tarihinde takdir-i ilâhi ilkesi geçerlidir, her şeyde Tanrı'nın iradesi söz konusudur. Birleşik Devletler, Tanrı'nın iradesinin yönettiği kutsal bir ülkedir. Bu bakış açısı geçmişten bugüne dek uzanır." (M.Hilmi Yıldırım/Yeni Mesaj)
ABD'nin, demokrasi, özgürlük ve insan hakları kavramlarına aldanıp, onunla iş birliği yapan İslâm dünyasındaki idareciler, bu gerçekler ışığında bir daha düşünmeli, konum ve politikalarını yeniden gözden geçirmelidirler. Yoksa bilerek veya bilmeyerek, Armageddon ordusunda asker olurlar. Ne yazık ki, bugün birçok Müslüman ve halkları Müslüman olan ülkeler bu durumdadır.
Ortadoğu’da olup bitenler bilinçli olarak bir dini öğretinin sonuçlarıdır. Sadece petrol ile izah edilmesi çok basit bir yaklaşım olur. Suriye özelinde, Irak özelinde olup bitenler tesadüfü değildir.

14 Haziran 2020 Pazar

TARİHSELCİLİĞİN SAVUNUSU VE NAMUSU


Kur’an’ın tarihselliği konusu, konunun uzmanları tarafından yazıldı çizildi, konferanslar ve seminerler verildi. Geleneksel düşünceye sahip olan akademisyenler de her ortamda tarihselcileri tenkit ettiler. Tenkitten de öte küfürle itham ettiler. Prof. Dr. İlhami Güler  tartışmalara son noktayı koymak istemiş olmalı ki, konuyu enine boyuna tekrar gündeme getirmiş. (Karar dergisi, 11.06.2020). Ben de konuyu önemli bulduğum için iktibas ederek köşeme taşıdım. Yazı aynen şöyle:

“Uzun süreden beri Türkiye’nin teolojik entelektüel ortamı muhafazakâr tarikat ve cemaatlerin hegemonyasına geçmiş olmasından dolayı, medyada ve akademyada bu alanla ilgili özgür tartışmalar yapılamıyor. Dogmatik olmayan ilahiyatçılar ve farklı düşünen kişiler, medyadan ve bilumum konferans, sempozyum, panellerden kovulmuş- sürülmüş durumdalar. Meydanı epey bir süredir boş bulmuş gelenekçi bazı ilahiyatçılar ve kimi sosyolog-sosyal bilimciler, elde ettikleri köşelerde ve mahfillerde Türkiye ilahiyatında entelektüel bir iz açmış olan “Tarihselciler” hakkında hilaf-ı hakikat şeyler ve ağızlarına geleni söylüyorlar. Aşağıda, yapılan bu ithamlara karşı kısa bir savunma yapacağım.

1-Teorik Çerçeve
Mutedil Tarihselcilik, üç ilke üzerine bina edilmiştir:

1- 610-632 arasında vuku bulan ilahi Kur’an hitabı (vahiy),yaşayan canlı Araplara yöneltilmiştir. Yani Kur’an hitabının “Kızım (Araplar), sana söylüyorum; gelinim (Arap olmayanlar), sen işit” tarzında bir hitap olmadığı; direkt kıza/Araplara hitap edildiği; dolayısıyla Arap olmayan kavimlerin, kendi kendilerine –sanki kendilerine de “canlı/bizzat” hitap ediliyormuş/muhatap alınıyorlarmış gibi- “gelin-güveyi olmamaları” gerektiği;
ancak, “kızlık/insanlık” ortak paydasında ona (Araplara) söylenenlerin bir kısmının, kendilerini de bağlayabileceği gerçeği (6/92, 19/97, 36/6, 42/7, 41/44, 12/42, 43/3, 46/12).

2- “Tarihsellik” tezi, -Hegel’e-Marx’a veya Hermenötiğe daha gelmeden-, geleneksel Kur’an ilimlerinden: “Nasih-Mensuh”, “Esbab-ı Nüzul” ve “Mekki-Medeni” ve Hz. Ömer’in içtihatları üzerine rahatça bina edilebilir. Çünkü mevzunun özü, Tanrı’nın hüküm koymasının ve kaldırmasının, toplumsal yapının değişmesine ve insanların ahlaki vüsatına bağlı olması gerçeğidir (2/106, 16/101). Bu yetkinin, sadece Tanrı’ya has olduğu, insanlara verilmediği iddiası, tarihen/olgusal olarak doğru olmadığı gibi; sanki toplumsal ve bireysel tekâmülün, son vahiy ile sona erdiği vehmine dayandığı için de geçersizdir.

3-Hitabın tarihselliği, mesajın geriye doğru (Kıssalar) ve ileriye doğru (Kâffeten linnas-34/28, ve Rahmeten lilalemin-21/107) evrenselliğini ve bu ileriye doğru taşıma umut-niyet ve beklentisinin, Hz. Muhammed ve Araplar aracılığı ile gerçekleştirilmesi gerektiğini (227/8, 6/19, 62/3) engellemez. Dolayısıyla “Evrensellik”, İlahi hitabın (Ya Eyyühellezine Âmenu, Ya Eyyühennas…) insan veya inanmış herkese yönelmiş olduğu vehminden değil; mesajın metanetinden, haber verilmiş (taşınmış/ihbar edilmiş) olmasından ve ulaşan kişilerin âkil-bâliğ olmasından doğar. Bu yaklaşım, İlahi hitabın mevzularının bir bölümünün salt Arapları/kızları ilgilendirdiği; gelinleri/diğer kavimleri ilgilendirmediği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu teorik çerçeveye 1- Hasbi olmak, 2- Muhasibi (eleştirel-gerekçeci) olmak ilkeleri ışığında, mutedil Tarihselcilere yapılan ithamlara aşağıda cevap vermeye çalışacağım. Tarihselciliğin özü “Kıssa”ların anlattığı sabit/evrensel din (iman-ibadet-ahlak) ve “Nesh”in anlattığı dinamik şeriattır(5/48).

2- İthamlar ve İzahlar
1- Tarihselcilerin, -hâşâ- Allah’ın zihnini okuduğu veya Allah’a psikanaliz yaptıkları ithamı yapılmaktadır. Mutedil tarihselcilerin üstadı sayılan Fazlurrahman, “yorum” konusunda şöyle diyor: “Bir insan, davranışlarını düzenlemek için kendini mümkün olduğu kadar nesnel şekilde nefis muhasebesine çekse de, hiçbir zaman doğruyu seçtiği hususunda garantisi yoktur. Eğer bu nefis muhasebesi tekbaşına yeterli olsaydı, “Hümanizm” mükemmelen işler ve böylece “aşkın” olana (Allah’a) ihtiyaç kalmazdı. Fakat insanların vicdanlarının ne kadar sübjektif olduğunu biliyoruz. İşte “takva”, bizzat bu aşkınlığa işaret eder. Onun ima ettiği şey, her ne kadar seçim bizim olsa da; yapıp etmelerimiz hakkındaki nihai ve gerçekten nesnel değerlendirme, bizim değil; Allah’ın yetkisindedir. Kur’an’a göre insanın en büyük düşmanı, yani en büyük şeytan, onun kendi kendini kandırması ya da kendi nefsini aldatmasıdır.” (Fazlurrahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı-Makaleler-I. çev: A. Çiftçi. Ank. 1997. S. 14.) Yorum hakkında bu sözlerden sonra, yukardakiithamlar “iftira” olmaktan başka nedir?

2- Allah’ın, Rahmeti ve Hikmeti gereği yedinci yüz yıldaki Mekke-Medine- Taif ve çölün (sokağın) psikolojisini, antropolojisini, karakterini, seciyesini,
coğrafyasını, iktisadını… hesaba katarak konuşmasını, O’nun ezeli ilmi ve mutlaklığı ile –dogmatik olarak- zıtlığa düşürerek inkâr etmek, haysiyetli bir “kulluk” göstergesi midir?

3- Mübin, fasih, beliğ, açık, tek anlamlı ve sokağın anlaması için özel bir itina gösterilerek basitleştirildiği ve kolaylaştırıldığı dört kez tekrar ve itiraf edilen (45/17,22,32, 40) bir söylemi, gaybi konuları (Allah-Ahiret-Melek) insan zihnine yaklaştırmak, anlaşılır kılmak için başvurulan “Teşbih” ve mecazı vesile yaparak müphem, kapalı, gizemli, sırlı, zipli, dumanlı hale getirmek hangi “dindarlığa” ve dürüstlüğe sığan bir şeydir? Aristo’nun dediği gibi: “Bir cümle, birden çok anlama geliyorsa; hiçbir anlama gelmiyordur.”

4- Söylemin-söylevin (hitabın-hutbelerin), canlı/yaşayan muhataplarına “ne dediği”ni dilsel ve tarihsel/olgusal delillere/gerekçelere dayanarak anlama dürüstlüğü, cesareti ve çabasını, “Tanrı’nın zihnini okuma” veya “Tanrı’ya psikanaliz uygulama” olarak yaftalayıp; müphemliğe, papaz kurnazlığına, göze girmeye, çok anlamlılığa, metaforlara, tevile başvurmak ne kadar sahiciliktir?

5- Bazı olguların ve hükümlerin tarihselliğini kabul etmeyip, insanlığın (Arapların da) zamanla ahlaken bazı alanlarda tekâmül edebileceğini inkâr ederek, vicdanını bastırmak için ibarelere sentaksın, gramerin kaldıramayacağı akla-hayale gelmedik taklalar attırmak ne kadar dürüstlüktür? Veya dindarlıktır?

6- “Ahkemu’l-hâkimin=Hâkimlerin en iyisi” (95/8) olan Allah,- Musa Carullah’ın dediği gibi- Hz. Muhammed ve arkadaşlarının bazı içtihatları ile belirledikleri hükümleri ayetlerin/farzların mesnedi yaparken; hatta Hz. Ömer ‘in içtihatlarını dahi “ayet”- leştirirken (muvafakât-ı Ömer); yani hüküm koymada bunların kendine“şerik” olmasından gocunmazken; mümin insanın kapasitesizliğinden,hüküm koyamayışından, zayıflığından, çocukluğundan kıvanç duyan mü’minlik/müslümanlık nasıl bir
şeydir?

7- “Onlara karşı gücünüzün yettiği oranda kuvvet ve savaş atları hazırlayın.” (8/60) ifadesindeki “savaş atları” ibaresini anlarken rahatça/otomatikman “tarihselci” olup hemen: “tabii ki bugün bu tank, top, füze, uçak, denizaltı… demektir” diyenler; sıra toplumsal, ahlaki, politik, hukuki, iktisadi bir mevzuya gelince nasıl oluyor
da birden 1400 sene öncesi Arap toplumunun o günkü toplumsal psikolojisi, seciyesi, seviyesine göre ileri doğru atılmış bazı adımları, her alanda bütün tarihlerin ve insanlığın nihai ölçüsü, mihengi, kriteri, mizanı yapabiliyorlar?

8- Allah’ın meramını, maksadını, muradını, derdini, davasını Arap dilinin kelime dağarcığı, gramer kuralları ve belagat üslubu ile muhataplarına doğrudan anlatma ve kabul ettirme imkânı varken; -“müteşabih” ifadeler de aleni olarak bunun bir unsuru iken (3/7)-; şairlerin yaptığı gibi sözünü alengirli, kapalı, çok anlamlı, katlı, derin, sırlı, zipli ifade edip muhatapların kafasını karıştırıp anarşi yaratarak sonra da, buna “zenginlik” demek, hangi hikmete uyar? Bu konuda vahyi ilahi bir “pedagoji” olarak gören Abraham Lessing, şöyle diyor: “Her (ilahi) ilk okuma kitabı belli bir çağ içindir. Onu geride bırakmış olan bir çocuk (çağ/ nesil) için tasarlandığından daha uzun bir süre kullanmayı sürdürmek zararlıdır. Çünkü bunu herhalde yararlı bir şekilde sürdürmek için kitaba onda olandan daha fazlasını yüklemek ve kitaptan içerebildiğinden daha fazlasını çıkarmak gerekir. Mecaz ve kinayelere (müteşabihlere) çok fazla bakmak ve onlardan çok fazla şey çıkarmak, mecazlara çok şey söyletmek, misalleri çok tafsilatlı yorumlamak ve sözcükleri çok fazla zorlamak gerekir. Bu tutum, çocuğa (yeni kuşağa) dar, çarpık, kılı kırkyaran/safsatacı (sofist) bir anlayış verir. Çocuğu ketum, batıl itikatlı hale getirir ve onun zihnini açık ve anlaşılır olan her şeye karşı küçümseme ile doldurur.”(G. Ephraim Lessing. İnsan Soyunun Eğitimi. Çev: Ahmet Aydoğan. İst. 2011. S. 110). Müslümanların büyük bir bölümü, bugün bu halde değiller mi?

9- Hitap evrensel ise (Ya eyyühennas),16/80-81. ayetlerde sayılan “deridenevl”, ”sıcaktan koruyan elbise”, “mağaradan /dağdan-taştan evl”… nimetlerinden
hangileri bugünün bütün insanlığına verilmiştir?
10- Levinas’ın vurguladığı gibi, “söylenmiş söze (vahye)” ittiba/itaat etmenin yanında onun fehvasınca yeni “söz söyleme” yani sorumluluk üstlenme (içtihat/tecdit) yerine, söylenmiş sözü köpürtmek ve sömürmek ne kadar ahlakidir? Dogmanın yaşlı-yaygın ve sert zırhına bürünerek anı, durumu, hali, gerçekliği namusluca “yorumlayanları (racon kesenleri-hüküm koyanları)” tekfir etmek, mertlik ve dürüstlüğe, dine-imana sığar mı? Teslimiyeti, itaati ve imanı vazeden Kur’an söylem/söylevi, bunun on katı ve beş ayrı düşünme formu (tafakkuh, taakkul, tezekkür, tefekkür ve tedebbür) ile düşünmeyi emretmiyor mu? Hüküm vermeyecek isek; düşünmenin ahlaki nesnesi ne ola ki?

11- İnanç sahibi olmak ve samimiyet bir metni doğru anlamayı garanti etmediği gibi; onu köpürtmeyi ve onda olmayan şeyleri ona söyletmeyi de engellemez. Metnin bütünlüğüne olan vukufiyetin artması, tarihsel bağlam hakkındaki bilginin artması, sentaks (kullanım) ve gramer-edebiyat bilgisi, sözün kastına bizi daha fazla yaklaştırır.

12- Bir de “tarihselci” yaftası yememek için onların söylediklerini “durumsallık”, “tedricilik”, “te’vil”, “yorum”, “makasıt” kavramları ile ifade edenler var. Bunları anlamak, mümkün.

13- Kur’an, yedinci yüzyılın Mekke, Medine, Taif ve çölün (Bedevi) ufku ile Allah’ın ufkunun kaynaşmasıdır. Şeriatların veya -cumhur ulemanın kabul ettiği gibi-ayetlerin birbirini “Nesh” etmesi, bu ufuk kaynaşması sürecinin canlı-dinamik, değişken olduğunu gösterir (2/106, 8/65-66,

16/101…). Kur’an’ın inzalinden sonra, bin dört yüz sene boyunca Arapların veya insanlığın ufkunda herhangi bir değişme olmamış mıdır? En azından Kur’an’da kesin olarak sonlandırılmış olmayan kölelik ve cariyelik hakkında –kıvırmadan- ne diyeceğiz? Saraylardaki padişahlar ve İŞİD gibi, uygulamaya devam mı diyeceğiz?

14- 610-632 arasında aynı zamanda toplumsal-politik bir hareketin yürüyüşüne eşlik eden bir ideoloji-kritik söylemin/söylevlerin toplamı olarak dosya (Mushaf) haline getirilen Kur’an’ın, “Kutsal Kitap”a dönüştürülüp dondurularak dogmatik olarak sürekli salt “ezberden” okunması, tarihin, ileri doğru değil; geriye doğru (gerici) bir çekilme çabasıdır.

15- Tarihselcilik, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Arap (Emevi-Abbasi) tarihine musallat olan kabilecilik, şiddet-iç savaş ve Kur’an’ın “Cihat” veya “Fütühat” kavramlarını ülke işgal etmek, gasp-yağma ve çapulculuklarının maskesi yapmanın, İslam’ın evrensel mesajı ve onun “barışçıl tebliğ edilmesi talebi (16/125)” ile ilişkisi olmadığını anlamaya fırsat verir.

16- Tarihselcilik, Diyanet’in Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinden birinin (Prof.Dr. Cafer Karadaş), bu günlerde itiraf ettiği gibi, Türkiye’de Kur’an’ı Türkçe Meal’inden okuyan gençlerin epey bir bölümünün Ateist ve Deist olmalarının bir nedeni, eğer zihinlerinin modern eğitim tarafından şekillenmesi ise; diğer nedeninin de, “Bu kitap, size doğrudan hitap ediyor” dogmatik yalanının çocuklarda doğurduğu hayal kırıklığı olduğunu anlamamıza imkân verir. Ben on sene önce bu gerçeği söylediğimden dolayı, sosyal medyada yemediğim küfür kalmamıştı.