27 Mayıs 2022 Cuma

EVLİLİK GÖREVLER VE SORUMLULUKLAR

EVLİLİK; GÖREVLER VE SORUMLULUKLAR Yaz geldi, COVİD 19 kısıtlamaları da kalkınca evlilikler çoğaldı. Bu aslında sevindirici bir durum. Ancak ben bu yazımda zamanımızda evliliklerin uzun soluklu olmayışının sebepleri üzerinde duracağım. Bir hevesle davullar çalınıyor, horonlar ediliyor, zeybekler oynanıyor, halaylar çekiliyor, bir de bakıyoruz ki, kısa bir süre sonra boşanmanın eşiğine gelinmiş, aileler birbirine girmiş ve son nokta konulmuş. Yazık hem de çok yazık. Evlilik bir kurumdur, iki ayrı cinsin yaşamlarını kamu otoritesinin önünde şahitlerin huzurunda birbirlerine verdikleri sözle birleştiren kurumdur. Kutsallığı olan bir kurumdur. “Bir ömür boyu aynı yastığa baş koymak” deyimiyle anlatılır evlilik bizim kültürümüzde. Taraflar söz verirler birbirlerine, “İyi günde kötü günde; sağlıkta ve hastalıkta, yoksullukta ve bollukta, ölüm bizi ayırana kadar seni seveceğime yemin ederim.„ Bu bir yemindir. Bizim kültürümüze ait bir yemin değildir ama bize ait olan “Bir ömür boyu aynı yastığa baş koymak” deyiminin içeriğiyle örtüşen bir yemindir. Aile kurumunun korunması için yapılan bir yemindir. Daha ilk adım atılır atılmaz yapılır bu yemin. Çok önemlidir. Yemin kutsalın üzerine yapılır. Gelenek böyledir. Aile de kutsaldır ve üzerine yemin edilmektedir. Tarafların Allah’ın huzurunda yaptıkları bu yeminlerine uymaları gerekir. Yeni bir aile yapılanmaya başlamıştır. Toplumda yerini alacaktır. Bu ailenin çocukları olacaktır. Sonraki toplumun geleceğini de onlar inşa edeceklerdir. Yeni yapılanan aile gibi onlar da zamanı geldiğinde aile olarak yapılanacaklardır. Bu bir süreçtir. Allah toplum düzeninin böyle kurulmasını arzu etmiştir. Evlilik sadece cinsellikle izah edilemez. Ancak çağımızda bu çark tersine döndürülmüştür. Evlilikler cinsellik için yapılır hâle gelmiştir. Dolayısıyla kısa sürmektedir. Üç aylık altı aylık bir senelik evliliklere şahit olmaya başladık. Kısa süreli olan bu talihsiz evlilikler çağımızın hastalığıdır. Vebâ gibi. Evet, çağımızın evliliklerinin kısa sürmesi bir hastalıktır. Bulaşıcıdır. Tedavi edilmesi gerekir. Hastalığın mikropları; egoistliktir, maçoluktur, feministliktir, sorumsuzluktur, sevgisizliktir, cehalettir, tanrı tanımazlıktır, örften, gelenekten uzaklaşmaktır, şımarıklıktır, maddeciliktir. Şehir yaşamı ve küreselleşme bu mikropların hızla yayılmasını sağlamış ve evlilik kurumunun yapılanmasını büyük ölçüde değiştirmiştir. Kültürel değerler, gelenekler ve dini inançlar önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu değerler evlilikleri etkileyen önemli faktörlerdendir. Aileler, eşler, olup bitenin farkında olmalıdırlar. Hastalar mutlaka tedavi için “gelenek” hastanesine yatırılmalıdırlar. Gelenek hastanesinde çiftlere, yukarıda isimleri zikrettiğim mikropların panzehri verilmelidir. Panzehrin karışımında bulunması gereken etkin maddeler şunlar olmalıdır: Eşler birbirlerine empatiyle yaklaşmalıdırlar, olumlu veya olumsuz duygularını açık-seçik, içten ve özgür biçimde paylaşmalıdırlar, bireysel farklılıklarını yok saymamalıdırlar, istenilen neticenin alınması için eşler birbirine ön şartsız yaklaşmalı ve gönüllü olarak işbirliği yapmalıdırlar. Eşlerin günlük yaşamlarında birbirleriyle şakalaşmaları ve espri yapmaları gerekir. Somurtkanlık, kavga ve birbirini yok sayma sevgiyi zedeler. Eşler kendilerini merkeze alan kişiler değil de problemleri merkeze alan kişiler olmalıdırlar. Eşler ailenin geleceği için mutlaka sorumluluk almalıdırlar. Eşler zaman zaman birbirlerini ödüllendirmeli ve birbirlerini takdir etmelidirler. Sevgilerini birbirlerine mutlaka göstermelidirler; hediyeleşerek göstermelidirler, yemeğe giderek, sinemaya, tiyatroya giderek, geziye giderek göstermelidirler. Ama mutlaka göstermelidirler. Eşler ailelerinin olumsuz yönde yaptıkları yönlendirmelerin tesirinde kalarak, birbirlerini incitmemelidirler. İçinden çıkıp geldikleri aileler de yeni yapılanmaya başlayan tecrübesiz evlilere destek olmalıdırlar, onların yaşamlarını kontrol altına almaya çalışmamalıdırlar. Eşler senin ailen benim ailem tartışmasına girmemelidirler. Evde parasal konular hiçbir zaman merkeze konmamalıdır. Senin paran benim param gibi tartışmalar ailenin dengesini bozar. Evlilik eşlere huzur vermesi gereken bir kurumdur. Huzuru sağlamanın şartı da eşler arasında yeşerecek olan sevgi ve merhamet duygusudur. İnsanın kendisine huzur verecek bir eşe ihtiyacı vardır. Fıtrat böyledir. İnsan türlü türlü nimete sahip olsa da kendisine huzur ve mutluluk verecek bir eşe, hayat arkadaşına ihtiyaç duyar. Bu onun fıtratında var olan bir ihtiyaçtır. Zira yalnızlık Allah’a mahsustur. Evlilikte huzurun kaynağı ise sevgi ve muhabbettir. Burada dikkat edilmesi gereken bir şey de bu iki duygunun eşler arasında beraber bulunması gerektiğidir. Ne sevgisiz bir merhamet ne de merhametsiz bir sevgi evlilikte huzurun kaynağı olabilir. Bu duygulardan birinin olmadığı bir ilişki, bir tarafı diğer tarafa karşı adaletsiz, hatta bazen zorba durumuna düşürebilir. Medyada ya da çevremizde gördüğümüz eşlerin, birbirlerine sözlü, psikolojik ve hattâ fiziksel olarak uyguladıkları şiddetin en önemli sebeplerinden biri merhametin olmamasıdır. Bu durumdaki çiftlerle konuşulduğunda dikkat çeken en önemli şeylerden biri “aslında ben eşimi çok seviyorum” ifadesidir. Sevgi varsa o zaman eksik olan merhamettir. Hem sevmek hem de şiddet uygulamak olmaz. Peygamberimiz ne güzel buyurmuştur: “Merhamet edin, merhamet olunasınız. Affedin, af olunasınız. Yazıklar olsun o laf ebesi olanlara. Yazıklar olsun o günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.“ Başka bir hadiste de şöyle buyurur Efendimiz: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” Eşlerin gerek birbirlerine karşı gerekse ailelerine karşı sorumlulukları ve görevleri vardır. Görevler sorumluluk anlayışıyla yerine getirilmelidir. Bu sayede, hem huzur kaynakları olan yuvalarını hakkıyla muhafaza etmiş, hem de dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmış olacaklardır. Sözü, sözün Sahibi’ne bırakarak yazıma noktayı koyayım: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/21) “Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara, 187) Allah yuvalarımızı zamanın virüslerinden, onların tasallutundan uzak bir şekilde; sevginin, huzurun, merhametin ve muhabbetin adresi eylesin…

9 Mayıs 2022 Pazartesi

OMURGALI OLMAK, ADAM OLMAK, ÂDEM OLMAK, ADAM GİBİ ADAM OLMAK, DURUŞU BELLİ OLMAK, DİK DURMAK, DİMDİK DURMAK, ADAM EVLADI...

Rüştü KAM 09.05.2022 Bu kelimeler anlam olarak birbirlerini okşayan kelimelerdir, kavramlardır. Bir sıfatı ifade etmek için kullanılırlar; merttir, delikanlıdır. Yani, sözünün eridir, rüzgara göre eğilip kalkmaz, hatır için söz söylemez, menfaatine göre konuşmaz, adam kayırmaz, yılışmaz, koltuk sevdalısı değildir, Konumuz elbette omurgalı ve omurgasız hayvanlar değil. Biyolojik olarak omurga ne işe yarar, omurgalı hayvanlar hangileridir, omurgasız hayvanlar hangileridir bir göz atalım istedim: Çünkü bu yazımda omurgalı insanlardan bahsedeceğim… Omurgasız insan da olur muymuş? diyeceksiniz, okuyalım ve görelim… Omurga, kıkırdaktan, kemikten ya da her ikisinden oluşan iskeletlerin en önemli bölümü ve temel eksenidir. Omurgalılar genellikle omurgasızlardan daha iri ve daha karmaşık yapılıdır. Omurga, içindeki kanalda yer alan ve sinir sisteminin en yaşamsal bölümlerinden olan omuriliğin koruyucusudur. Omurilik, gövde ve uzantıları ile beyin arasında bir sinir köprüsü kurar. Bu geniş hayvan grubu balıklar, sürüngenler, kuşlar ve memelilerden oluşur. Canlıları omurgalılar ve omurgasızlar diye sınıflandırmak mümkündür. Omurgalılar, sırtları boyunca uzanan omurgalarıyla tüm öbür hayvanlardan ayrılırlar. Omurgasızlar, omurgası olmayan hayvanlara verilen genel bir addır. Omurgasız hayvanların vücudunun dış kısmını örten ve destekleyen bir dış yapı bulunur. Omurgasız hayvanlar yumurta ile çoğalır. Çekirge, örümcek, kelebek, hamam böceği, sivrisinek çevremizde gördüğümüz omurgasız hayvanlardır. Ahtapot, yengeç, ıstakoz, midye, denizkestanesi, denizyıldızı, süngerler, denizanası ve mercanlar suda yaşayan omurgasız hayvanlara örnektir. İnsanların çevrelerinde sık karşılaştıkları omurgasız hayvanlar eklem bacaklılar ve solucanlardır… Dikkat edilirse omurgalı hayvanlar kıymetli olan hayvanlardır ve omurgalarının korumaya aldığı sıvının hayati önemi vardır. İşte, omurga o kıymetli sıvıyı korumak, için görev yapar. Görevi canı pahasına da olsa başkasını korumaktır, kıymetli olanı korumaktır. Başkasını korumak için gerekirse kendisini feda etmektir, çeşlitli sıkıntılara katlanmaktır. Bunun için dik durmak zorundadır. Omurgasız hayvanlar ise isimlerinden de anlaşılacağı gibi, genel olarak sevilmeyen, çirkin, istilacı ve pis hayvanlardır. Allah, ayetlerinde, ‘kâinatın en şerefli mahlûku’ olarak nitelendirdiği ‘insan’ı tasarlarken, ‘omurgayı’ esas aldı! ‘Dik’ dursun, ‘eğilmesin’, ‘bükülmesin’, ‘kırılmasın’ diye o harika yaratığı, bir ‘omurga’ üzerinde biçimlendirdi! Omurgalı olmak için; ‘sadece ‘iki ayak’, ‘iki göz’, ‘iki kulak’, ‘burun’ve ‘ağız’ yetmez!.. * ‘Omurgalı’ olmanın birinci şartı, ‘insan’ olmaktır!.. Yani; ‘insanlık’ değerlerini ‘özünde’ toplamaktır!.. * ‘Adam gibi adam’ yani âdem olmanın ilk şartı; ‘omurgalı’ bir varlık olmanın şuuru ile hareket etmektir. Yalan dünyanın ‘sahte’ görüntüsüne itibar etmemektir! ‘hakkın’, ‘hakikatin’ peşinden gitmektir!.. ‘Hak’ bellenen yolda ‘yalnız’ yürümektir!.. ‘Meşhur’, olmak ‘ünlü olmak’, ‘anlı-şanlı olmak’, ‘namlı’ olmak ile ‘gerçekten büyük olmak’ arasındaki ‘kalın çizgiyi’ iyice idrak etmektir!.. Olduğu’ gibi görünmek, ‘göründüğü’ gibi olmaktır!.. ‘Korkaklığa’, ‘namertliğe’, ‘kalleşliğe’ prim vermemektir!.. Hakiki kahramanlığın ‘başkasının mutluluğu için gerekirse feda-i can etmek ve bir daha geri dönmemek olduğuna’ inanmaktır!.. Omurgalı adam; ‘giyinişi’ ile ‘cebindeki parası’ ile ‘boyu posu’ ile ‘güzel konuşması’ ile tanınan biri değildir!.. Omurgalı adam: * Diyojen’in gündüz vakti ‘mum’ ile aradığı adamdır!.. * Omurgalı adam ‘nokta’ gibidir, hiçbir zaman ‘virgül’ gibi eğrilmez!.. * ‘Düşmanları’ onun sırtını hiçbir zaman yere getirememiştir. Omurgalı insanlar, ne acıdır ki, dost bildikleri tarafından hep ‘kalleşçe’ arkadan hançerlenmişlerdir !.. * O nun ‘Merhameti’ ve ‘şefkati’, ‘iyi niyeti’ daima istismar edilmiştir!.. * O karşılaştığı bütün güçlüklere rağmen adam gibi adamdır o, hiç bir zaman ‘eğilmez’, her zaman ‘dimdik’ olarak ayakta durur!.. * O ‘Bütün ‘olumsuzlukları’ olumluya çevirmeye çalışır!.. * O aynı zamanda ‘azimlidir’ ve ‘kararlıdır!.. * Omurgalı adam gücünü; ‘oturduğu koltuktan’, ‘bulunduğu mevkiden’ almaz, ‘aksine, o oturduğu koltuğa ‘güç’ ve ‘şeref’ katar!.. * O üzerindeki ‘makamların’ ve ‘mevkilerin’ önünde asla diz çökmez!.. O ancak, boyun eğilecek yegâne varlığın önünde diz çöker!.. * Omurgalı adamların karakterinde; ‘bukalemunluk’, ‘ikiyüzlülük’, ‘yılışıklık’, ‘kahpelik’ ve ‘kalleşlik’ yoktur!.. * O çevresinde ‘Doğrucu Davut’ olarak tanınır, bilkinir!.. * Omurgalı adamlar, çevresindekilerin ‘alkış’ ve ‘yuhalamalarına’ önem vermezler!.. Bilirler ki, en küçük bir başarısızlıkta, alkış sesleri bir anda ‘yuhalamalara’ dönüşüverir!.. * Omurgalı insanlar köle ruhlu insanlardan nefret ederler!.. * Omurgalı insanlar, ‘intikam’ peşinde koşmazlar, yeri geldiğinde affetmesini bilirler!.. * Onlar seviyeli insanlardır. Seviyesizliklere sadece gülüp geçerler!.. * Omurgalı insanlar ‘kınayanın kınamasına aldırmazlar!..’ * Onların yolu ‘sarp’ ve çetindir!.. Onlar sarp yokuşlara tırmanmayı görev bililer!.. Vel hâsıl, ‘omurgalı’ olmak, yani âdem olmak, zor iştir: ‘omurga’ sahibi olamayan, ‘dik’ duramayan, ‘kula kul olmayı’ kendisine ilke edinen, ‘başkalarından’ emir alıp onların ‘borusunu’ öttüren, ‘gelene ağam, gidene paşam’ demeyi marifet sayan insanlar, omurgasız insanlardır. Müslümanların yüzkarasıdır bunlar…(Çekirge sürüsü, bok becekleri, solucanlar...) Omurgalı olmak, adam gibi adam olmak, âdem olmak; zor zenaatır. Onlar iktidar/güç sahiplerinin’ etrafında dolaşmazlar. Onlar, omurgasızlar/ sürüngenler ile; ‘düzenbaz’, ‘yağcı’, ‘dalkavuk’, tabakası ile yayana gelmez!.. Omurgalı insanlar, ‘şahsiyetli ve onurlu’ insanlardır. Onların ilkeleri ve prensipleri vardır. Onları değerli kılan, onurlu kılan şey; kurumları, makamları, sahip oldukları zenginlikleri değildir, ilkeli tavır ve davranışlarıdır. Şahsiyetli ve ahlaklı duruşlarıdır. Onlar, şartlar ne olursa olsun, şartlara ve güce teslim olmazlar. Omurgasız insanlar, rüzgârın önündeki yaprak gibidirler, sağa sola savrulur dururlar. Belli bir kimlik ve şahsiyet sahibi olamazlar. Hiç kimseye karşı vefa ve sadakat sahibi de değildirler. Kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmezler. Menfaatleri bittiğinde de kim olursa olsun kullanılmış mendil gibi atıp giderler. Dostluk, arkadaşlık gibi kavramlar onlara yabancıdır. Omurgasız insanlar aslında esarette yaşarlar. Onlar nefislerinin, tutkularının, gücü elinde bulunduranların esiridirler. Omurgasız insanlar, yüz yüze konuştuğunuzda cins bir Arap atı intibaı verir size, arkasını dönüp gittiğinde, izinden Kıbrıs eşeği olduğunu anlarsınız. Bitirirken sözü Ziya Paşa’ya bırakalım; “Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi, Âdem âdem olmayınca netsin âdem âdemi.” (Ziya Paşa) Ne mutlu, ‘omurgalı/ adam gibi adam’ olmayı ilke edinen yiğitlere!..