31 Ekim 2023 Salı

BERLİN'DE CUMHURİYET'İN YÜZÜNCÜ YILINI KUTLADIK

Rüştü Kam Cumhuriyetin yüzüncü yılını Berlin Philharmonie konser salonunda kutladık. Büyükelçiliğin bütün çalışanları oradaydı. Herkes kendi muhataplarını karşılıyor ve onlara belirli süre eşlik ettiler. Devlet millet kaynaşması… Uzunca bir kuyruk oluştu. Bu kuyruk Büyükelçinin şahsında Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutlama kuyruğu. Büyükelçi Ahmet Başar Şen ve birinci derecede çalışma arkadaşları tebrikleri kabul ettiler. Onlarla fotoğraflar çekildiler. Cumhurun Almanya’daki temsilcileri ve yabancı misyon şefleri oradaydı. Herkes iki dirhem bir çekirdek. Kırmızı beyaz elbiseler giyilmiş, kravatlar takılmış. Kravatklarında ve yakalarında Türk bayraklarıyla salonu renklendirenler de var… Cumhuriyet resepsiyonunda başörtülü kadınlar da var, başörtüsüz kadınlar da. Birbirleriyle sohbet ediyorlar. Büyükelçinin ve askeri ataşenin elini bile sıktılar. Gördüğüm kadarıyla Laiklik elden gitmedi. Cumhuriyet de. “Vusülsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” demişler, doğru demişler. Herşey usulüne uygun olarak yapılırsa kaynaşmak kaçınılmaz oluyormuş. Bunu gördük cumhuriyetin yüzüncü yıl kutlamasında Berlin Philharmonie konser salonunda. Velhasıl davetli portresinden anlaşılan odur ki; Türk Milleti Cumhuriyet’in anlam ve mahiyetini içine sindirmiş. İkramlar ayakta hızlı yemek (fast-food) anlayışına göre hazırlanmış. Amaç karın doyurmak değil. Bir süre mideyi susturmak. Hazır yiyecekler Türk milletinin damak tadına uygun: Yaprak sarması, humus, çemen, havuç salatası, baklava, sütlaç... Türk mutfağının en güzel örnekleri bunlar. Bir anlamda Türk mutfağı da tanıtıldı bu resepsiyonda. Elçi’nin görevlerinden biri de Türk ürünlerini bulunduğu ülkede tanıtmak değil midir? Üzülerek söyleyeceğim Çaykur çayı yine menüde yerini alamamış. İnşallah ikinci yüzyılda o da olur diyelim. İçecek olarak meyve suları ve su servisi yapılıyor. Şerbet de olsaydı iyi olurdu. Mesela Reyhan şerbeti. Belki hazırunun ilgi odağı olacak bir içecek olabilirdi şerbet. Alkol yoktu. Parfüm kokusunu bile bastıran alkol kokusundan bahsediyorum. Yani 20 yıl öncesinden. Tarih olan o alkol kokusundan. Dolayısıyla misafirler arasında sarhoş olan da yoktu. Normal şartlar altında sohbet yapma imkanımız oldu; cumhurdan bahsettik, cumhuriyetten bahsettik. Geçen yüzyıldaki kutlamalardan bahsettik. Evvelkileri, 20 yıl sonra bugün yapılanlarla kıyas ettik. Nereden nereye dedik. Yüce Mevlâm nelere kadir diye de O’na şükranlarımızı sunduk. Gelecek yüzyılda daha neler yapılmalı onları dile getirdik. Türkler, gelecek yüzyıla damgalarını vurabilecekler miydi? Bunları konuştuk. Ümitliydik. Karamsarlık yoktu. 20 yıl gibi kısa bir sürede bu kadar iş yapıldığına göre, gelecek yüzyılda neler yapılmazdı. Yeterki devlet iradesi “yerli olandan, milli olandan” yana tavır koysun. MERHABA dergisinde yayınlanan, “İslâm'da Ruhbanlık Yoktur ki, Laiklik Olsun“ başlığını taşıyan yazım üzerine sorular geldi. Bazı arkadaşlar tarafsız bir yaklaşımla konuyu işlediğim için beni tebrik ederken bazı arkadaşlar cumhuru ve laikliği yanlış anladığımdan bahisle beni eleştirdiler. Dozunda eleştiri her zaman faydalıdır. Teşekkür ettim onlara. Anons yapıldı ve konser salonuna geçildi. Akustik bir salon. Önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mesajı okundu. Sonrasında da Ahmet Başar Şen kürsüyü teşrif etti. Mesaj yüklü bir konuşma yaptı. Bihassa savunma sanayiindeki gelişmelerin Cumhuriyeti’n yüzakı olduğundan bahisle şunları söyledi: “Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler; Bugün, Cumhuriyetin bir asrını tamamlarken Türkiye Yüzyılı’nın ilk gününü idrak etmenin coşkusu içindeyiz. Heyecanımızı ve mutluluğumuzu paylaştığınız için hepinize teşekkür ediyor; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz! Konuşmama başlarken, ilk önce Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve dava arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyorum. Türk milleti, bundan yüzyıl önce, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, “bağımsızlık ancak milletin azim ve kararlılığıyla mümkündür” ve “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Böylece, yıkılan bir cihan imparatorluğunun küllerinden, çağdaş ilkelere dayanan modern bir ulus devlet doğmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, tarihin sayfalarına gömülmek istenen bir milletin sergilediği gururlu direnişin sembolü, büyük bedeller ödeyerek kazandığı milli varoluş davasının adıdır. Atatürk ve arkadaşlarının ortaya koyduğu Cumhuriyet ruhu, bağımsızlığı sadece siyasi ve askerî alanlarla sınırlamamış, aynı zamanda ekonomi, eğitim, adalet gibi alanları da tam bağımsızlığımızın ayrılmaz birer parçası olarak görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti, işte bu yüzden sadece bir yönetim şekli değil, aynı zamanda kapsamlı bir çağdaşlaşma hamlesidir. Bu hamle sayesinde Türkiye her alanda atılım yapmış, bugünkü dinamizm, kapasite ve potansiyele erişmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, tarımdan sanayiye, sağlıktan ulaşıma, havacılıktan enerjiye, savunma sanayiinden diplomasiye uzanan her alanda, çağdaşlaşma ülküsüdür. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün “Dünya yüzünde gördüğümüz her şeyin kadının eseri olduğunu” vurgulayan, “Bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!” şeklindeki veciz sözlerinin içerdiği, Türk kadınlarının, toplumda eşit haklara sahip, gelişimin ve kalkınmanın öncülüğünü yapan, özgüvenli bireyler olarak yükselmelerinin önünü açan ufkun taşıyıcısıdır. Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda, eski Osmanlı topraklarından göçe zorlanan Müslüman-Türk toplumunun bugünkü anavatanlarında hürriyetine ve hayal kurabilme özgürlüğüne kavuşmasının simgesidir. Değerli Konuklar; Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu yıldönümü, bizim için bir takvim değişikliği olmanın çok ötesinde anlam taşımaktadır. Bugün girdiğimiz ikinci yüzyılımız, Türkiye Yüzyılı, Cumhuriyetimizi siyasi, ekonomik, sosyal, diplomatik, hülasa her alanda küresel düzlemde en ileri seviyeye getirecek bir yol haritasını içermektedir. Bu vizyon, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yeni nesillere bırakacağımız en büyük mirasımız olacaktır. Türkiye, gelecek yüzyılda; demokrasisi örnek alınan, yeşil ve dijital dönüşümü başarmış, sürdürülebilir bir kalkınma modeli benimsemiş, diplomasisi ilgiyle takip edilen, milli birlik ve kardeşliğini her türlü olumsuzluğa karşı en güçlü şekilde muhafaza eden, Atatürk’ün koyduğu sürekli hedefleri asla göz önünden ayırmayan bir ülke olarak ilerlemeyi sürdürecektir. Bakın Atatürk Cumhuriyetin onuncu yılı konuşmasında bugünlerimize nasıl ışık tutuyor: “Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.” Değerli Misafirler, Dış politikamızın temel düsturu olan, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle çevremizde bir barış ve refah kuşağı oluşturma çabalarımız sürecek; Millî gelirine oranla en çok insani yardım yapan, ayrıca dünyada en fazla sığınmacıyı barındıran ülke olarak, nerede bir mazlum, mağdur ve ihtiyaç sahibi varsa, kökenine, inancına, farklılıklarına bakmadan imdadına koşmaya devam edeceğiz. Küresel belirsizliklerin ve çok boyutlu krizlerin arttığı bir dönemde, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Karadeniz’den Afrika’ya, Akdeniz’den Hazar’a ve Orta Asya’ya kadar uzanan geniş coğrafyadaki çatışma ve krizlerin barışçıl şekilde sonlandırılması ve insani trajedilerin önlenmesi için angajmanımızı milli dış politika anlayışımızla sürdürecek, barış, istikrar ve adaletin her yerde tesisine yönelik gayret göstermeye devam edeceğiz. Keza kendi savunma sanayii ürünlerimizi geliştirerek bu alanda da tam bağımsızlığımızı sağlama yolunda hızla ilerleyeceğiz. Değerli dostlar, Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi olarak, Türk-Alman ilişkilerine değinmemek olmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci asrını, Türkiye Yüzyılını karşılarken, Türkiye ile Almanya arasındaki tarihi ve köklü ilişkilerde de yeniden güçlü bir ivme yakalamak istiyoruz. Dostluk ve Müttefiklik anlayışına dayanan kapsamlı siyasi ve askeri ilişkilerimiz, 50 milyar Avro’yu aşan ikili ticaretimiz ve her alanda yoğun diyalog ve işbirliğimiz bulunan Almanya’yla birçok konuda ortak çıkarlarımız mevcut. Örneğin, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olması, hem bizim, hem Almanya’nın çıkarınadır. Bu stratejik hedefimize ulaşmak için bize destek vermesi esasen rasyonel dış politikanın gereklerindendir. Almanya’da yaşayan 3,5 milyon insanımız, tesis ettikleri kalıcı sosyal ve kültürel bağlarla, ikili ticari, ekonomik ve kültürel ilişkilerde üstlendikleri rollerle, ülkelerimiz arasındaki çok güçlü ve eşsiz insani bağı, ortak hazinemizi oluşturuyor. Almanya Türklerinin siyasetten iş dünyasına, bilimden spora-sanata, farklı alanlarda elde ettikleri başarılar ve Almanya’ya ve Türk-Alman ilişkilerine katkıları bizlere kıvanç veriyor. Beklentimiz Almanya Türk Toplumunun burada huzur ve refah içinde yaşamalarıdır. Bunun için, ırkçılık ve ayrımcılığın bütün tezahürleriyle ortak mücadelemiz önemlidir. Kıymetli misafirler, 2023 yılı aynı zamanda Hariciye teşkilatımızın temellerinin atılmasının 500. yılına tekabül etmektedir. Binlerce yıllık devlet geleneğini zamanın ruhuyla yoğuran Türk diplomasisi, 1523 yılında Osmanlı Döneminde kurulan Reisülküttaplıktan şimdiki Dışişleri Bakanlığına uzanan köklü bir geçmişe sahiptir. Bu eşsiz miras ve birikim, günümüzde, dünya çapındaki 260 misyonumuzda (bu sayı dünyada en büyük 5. Diplomatik ağa işaret etmektedir.) görev yapan meslektaşlarımla beraber ait olmaktan gurur duyduğum Türk diplomasisinin dünyada saygı uyandıran kabiliyet ve gücünün de en önemli yapıtaşlarından biridir. Büyükelçiliğimiz ve Almanya’daki 14 Başkonsolosluğumuzdaki görev arkadaşlarım ile birlikte, Türk vatandaşlığı bulunsun bulunmasın, Almanya Türk Toplumuna hizmet vermeye, iyi gününde, kötü gününde yanında olmaya, dertleriyle dertlenip, sevinçleriyle sevinmeye, sorunlara çözüm, derde deva aramaya ve elbette bulmaya devam edeceğiz. Saygıdeğer konuklar; Hepinizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı can-ı gönülden tebrik ediyorum. Yaşasın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!” Büyükelçi Ahmet Başar Şen, Türkiye sevdalısı bir diplomat. Başkonsolosluğu dönemimde ilklerin altına imza atan Şen, Büyükelçiliği döneminde de ilklere imzalar atıyor. Güzel işler yapıyor. Devlet millet elele anlayışını ısrarla devam ettirmeye çalışıyor. Cumhuriyetin yüzüncü yılını Berlin Philharmonie konser salonunda kutlaması da bir ilkti. Şen burada, cumhurun temsilcilerini senfoni ile tanıştırdı. Kendi deyimiyle, birbuçuk sene uğraş vererek cumhurun temsilcilerine muhteşem bir gece yaşattı. Sayın Şen, gelecek yüzyılda Cumhuriyet Bayramı mutlaka kutlanacaktır. Yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatıdır diye düşünüyorum. Hergeçen gün cumhur ile cumhuriyet biraz daha birbirine yaklaşıyor. Siz bu konuda bizlere umut oldunuz. Gördüğümüz kadarıyla bu yakınlaşma Türk Milletini güçlü kılıyor. O kutlamalar için tekliflerim: 1-Artık bu kutlamalara cumhur da katılmaya başlasın. Hep temsilcileri katılıyor. Hep aynı yüzler hep aynı simalar. Büyükçe bir salon tutulsun. Oraya cumhurun kendisi çağrılsın. 2-Bu kutlama bir güne sıkıştırılmasın bir haftaya dağıtılsın. Orada Türk halk musikisinden, sanat musikisinden, folklörümüzden örnekler sunulsun. Zeybeğimiz, horonumuz, halayımız, semahımız, halebimiz olsun…Çalsın davullar, zurnalar, kavallar, sipsiler, tulumlar, sazlar, kemençeler, udlar, tamburlar... 3-Çocuklarımız için karagöz-hacivat olsun. Nasrettin Hocamız olsun. Yunus Emremiz olsun, Mevlânamız olsun... 4-Kadınlarımız el sanatlarımızla, mutfak kültürümüzden örneklerle yer alsınlar orada. 5-Sempozyumlar düzenlensin, konferanslar verilsin, açık oturumlar yapılsın. Velhasıl bir hafta süresince festival havasında bir cumhuriyet kutlaması olsun. Bu kutlamalar bizzat cumhurun kendisiyle yapılsın. Cumhura rağmen değil.

15 Ekim 2023 Pazar

EĞİTİMİN ÖNEMİ

TÜRKÇE’NİN ÖNEMİ; REZİDANS’TAYIZ -Lafla ile peynir gemisi yüzdürülmüyormuş- 18.02.2013 yılında ha-ber.com internet sayfasında Türkçenin önemiyle ilgili bir yazı yazmışım. Önemine binaen o yazımı aşağıda aynen yayınlayacağım. Ancak önce bir konuda bilgilendirme yapmam gerekiyor. 04.10.2023 tarihinde Başkonsolosumuz İlker Okan Şanlı bir toplantı düzenlemiş. Rezidansında düzenlemiş bu toplantıyı. Anlaşılan samimi bir ortam oluşsun istemiş. Güzel de yapmış. Amaçları Eğitim olan sivil toplum kuruluşları da bu toplantıya davet edilmişler. Türk Eğitim Derneği de davet edilenler arasında. Dünya görüşleri farklı olan STK temsilcilerinin o toplantıda hazır olması sevindirici bir tablo oluşturmuştu. Eğitim Ataşesi Erdal Tanas Karagöl de oradaydı. Başkonsolosumuz açılış konuşmasında eğitimin önemine vurgu yaptı. Sonrasında da bizlerin görüşlerini almak için sözü bizlere bıraktı. Herkes yapmakta olduğu işi anlattı. Bu işlerin içinde arzu edilen şekilde bir Türkçe öğretim ve eğitimi yoktu. Herkes kendi işini yaparken Türkçenin ucundan biraz tutmuş. Bu konuda Berlin Eğitim Senatörlüğüyle çalışma yapanlar ve netice alanlar da vardı davetlilerin arasında. Onlar çalışmalarının karşılığını almışlar. Türkçe Anadil eğitimi veren okul bile açmışlar. Avrupa Okulu. Kendilerini tebrik ediyorum. Çalışmalarının devamını diliyorum. Havanda su döğenler de yok değildi o toplantıda. Sık sık birlik ve beraberlik vurgusu yapıldı. Birlik olunursa hepsi yapılacaktı. Ben ne yaptım, bundan sonra neler yapabilirim şeklinde düşünerek ciddi bir şekilde elini taşın altına koyan yoktu. Ben eğitim konusunun masaya yatırılmış ve üzerinde konuşuluyor olmasından oldukça memnun oldum. Herkesin yaptığı gibi ben de yaptığım çalışmaları anlattım. 3 saate yakın süren toplantının sonunda rezidanstan memnun bir şekilde ayrıldık. Büyükelçi Ahmet Başer şen başta olmak üzere Başkonsolos Şanlı ve Eğitim Ataşesi Karagöl vazifelerini yapıyorlar. Gayretliler. Görevlerini tam olarak yerine getirmeyenler var. Başta veliler ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK) görevlerini tam olarak yapmayanlardan. Şimdi geldiğimiz noktadan 2013 yılına gidelim ve o gün konuşulanlara bakalım. Sonra da kıyaslama yapalım. Nereden nereye gelmişiz. Yapılanları artı hanemize yazalım, yapılmayanların da eksi. Sonra da niçin yapılamadığının peşine düşelim, eksikliklerimizi üst üste koyarak yeniden kolları sıvayalım. Mazeret üretmeden yeni yollar açarak amaca doğru ilerlemek için irade ortaya koyalım…Önce kendi yapabildiklerimizi yapalım sonra da birlikte neler yapabilirizin peşine düşelim. 18.02.2013 yılında ha-ber.com internet sayfasında Türkçenin önemiyle ilgili yazdığım yazı. “Öğretmenler, birebir öğrencilerle muhatap olan eğitim emekçileri, ben onları anlıyorum, çektikleri sıkıntıları hissediyorum, çocuk eğitmek kolay değil. Ailelerin önem vermediği bir konuda çocuk eğitecekseniz işiniz zor. Bu zor işi bir de yabancı ülkede yapıyorsanız işin daha da zor. Eğitilecek çocuğu öğretmen bulacaksa, eğitimi vereceğiniz fizik mekân da kendinizi diken üstünde hissediyorsanız, önüne Türkçe öğrenmek için gelen öğrencilerin devamlılığını sağlamak da öğretmene düşüyorsa, normal ders saatlerinin dışında çocuk eğitecekseniz işiniz iki kat daha zor. Eğitim emekçilerinin bir gayret içinde olmaları beni sevindirdi. Her bir öğretmen çocuklara bir şeyler öğretmenin gayreti içinde belli ki. Teklifler sunuyorlar, problemleri sıralıyorlar ve çözüm için öneriler getiriyorlar, bu önerileri laf olsun diye getirmedikleri her hallerinden belli. Mutluluk verici bir tablo. Türk Evi'nde yapılan toplantıdan bahsediyorum. Yılmaz Bulut düzenlemiş bu toplantıyı. Yılmaz Bulut Almanya'da Türkçe'nin yaygınlaştırılması ve Türk kültürünün tanıtılmasını hedefleyen Yunus Emre Kültür Merkezleri Başkanı. Sahip çıkılması gereken samimi bir şahsiyet. Samimiyeti yüzüne yansıyor. Bir şeyler yapabilmenin gayreti içinde. Zor bir yolda ilerlemeyi tercih etmiş ama, ben bu zor yolları başarı ile geçeceğine inanıyorum. Bulut, Türkçe ve Türk kültür dersleri veren öğretmenlerle birlikte sivil toplum örgütlerini de çağırmış bu toplantıya. Türkçe öğretmenleri neredeyse tam kadro oradaydı. Sivil toplum örgütlerinden katılanların sayısı her önemli konuda olduğu gibi yine oldukça azdı. Bulut, sivil toplum örgütlerinin bu toplantıdan haberdar olduğunu söyledi. Ben ise bazı sivil toplum temsilcileriyle resmi zevat arasında güven sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan Türkçe eğitimini halka indirmenin ilk adımının devlet millet kaynaşmasından geçtiğine inanıyorum. Amaç birliğinin tam olarak oluşmadığı bir ortamda, güven sorununun olması doğaldır. Taraflardan birisi başını ağrıtmadan görevini tamamlayıp siciline yeni başarıların eklenmesi için çalışıyorsa, öbürü de resmi zevatla yan yana gelerek fotoğraf çekilme sevdalısı ise, gerçek hizmet sevdalıları bu karede yer almak istemiyor, istemeyecekler de... Konsoloslar tarafından sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmek çok mu zordur? Haftanın bir günü sivil toplum kuruluşlarını ziyarete ayrılsa ve onlar mekânlarında ziyaret edilse, onlarla kucaklaşılsa dertleri dinlenilse, çayları kahveleri içilse bu çok zor bir şey midir? Elinizde malzeme varsa onu işleyebilir, ona şekil verebilirsiniz. Biraz da idealistseniz standardın üzerine çıkmak için değişik arayışların içine girersiniz. Sonunda o malzemeden ortaya bir eser çıkar. Ancak elinizde malzeme yoksa, en üst seviyede ustalar da getirseniz, uzmanlar da getirseniz, ortaya bir eser koymanız mümkün olmaz. Berlin'de hizmet veren sivil toplum örgütlerinin katılıma ilgisizliğinin sebepleri mutlaka vardır. Ancak unutmamak gerekir ki; malzeme bu örgütlerin elindedir. Verilecek eğitimin kaliteli olması, nasıl verileceği, nerede verileceği, uygulanacak metotlar, müfredatların hazırlanması v.b. şeyler elbette Türkçe eğitimi için alınacak önemli tedbirlerdir. Ancak bunlardan önce gerekli olan şey, malzemenin tedarikidir. İstediğiniz kadar müfredat hazırlayın, metot geliştirin uygulama imkânınız yoksa ne işe yarayacak bu tedbirler... Sivil toplum örgütleri gerçekten Türkçe öğrenmenin ve öğretmenin önemine inanıyorlar mı? Önce buna bakmak lazım. Aileler Türkçe öğrenmenin önemine inanıyorlar mı buna bakmak lazım. Bu iki konu hakkında araştırma yapıldığında görülecektir ki, sivil toplum örgütlerinin ve ailelerin çoğu Türkçe dil eğitiminin gereksizliğine inanmaktadırlar: "Benim çocuğum Türkçe biliyor..." "Burada Türkçe 'ye gerek yok Almancası iyi olmalı..." Ailelerin ve sivil tolum örgütlerinin çoğu böyle düşünüyorlar. Resmi toplantılarda, Türkçe eğitimi konusunda oldukça hararetli görünen insanımız ve onların temsilcilerinin görüşünün gerçekten öyle olmadıkları tespit edilecek ve o sivil toplum örgütlerinin çoğunun Türkçe ‘ye mesafeli durdukları böylece görülmüş olacaktır. Bu durumda ikinci adım halkın ve onların temsilcilerinin bu konuda ikna edilmesi için atılmalıdır. Malzeme onların elindedir. Çalışmalar bu yönde yoğunlaştırılmalıdır. Öncelikle sivil toplum örgütlerinin malzeme tedarikinde hevesli olmaları gerekiyor. Bu konuda en büyük görev dini cemaatlere düşer. Bu cemaatlerin hocaları bir araya gelerek bir uzmanla birlikte Türkçe'nin önemine dair ortak hutbeler hazırlayıp ayda bir halkı aydınlatmalıdırlar, Türkçenin önemine aileleri inandırmalıdır. Camilerin ilan panolarına Türkçenin önemini vurgulayan ilanlar asılmalıdır. En büyük dini cemaat DİTİB'tir. Üstelik bu kurum Din Ataşesi 'ne bağlı olarak çalışır. Çevrecilik konusunda DİTİB camilerde hutbe okutabiliyorsa, Türkçe eğitimi gibi çok daha önemli bir konuda en azından ayda bir hutbe okutmaması için bir neden olmamalıdır. Üçüncü atılması gereken adım kaynak teminidir. Türkçe eğitimi için lazım olan araç ve gereçlerin temin edilmesi gerekir. Türkçe öğretim ve eğitim amaçlı: 1- Dede Korkut Hikâyelerinden Nasrettin Hoca'ya kadar hikâye CD' leri hazırlanmalı, 2- Tiyatrolar sahneye konulmalı 3- Türkiye'ye geziler düzenlenmeli 4- Türkçe hikâye ve masal kitaplarından oluşan bir kütüphane kurulmalı 5- Bu konularda çalışacak yeterli donanıma sahip ihtiyaca cevap verecek sayıda personel istihdam edilmeli. 6- Vakıf kurulmalı. Bu vakıf Yunus Emre Enstitüsü ile koordineli bir şekilde çalışabilir. Kaynak olmayınca yapılan bütün çalışmalar güdük kalacaktır. Kaynak temini için de iş adamları dernekleri ile birlikte çalışmak gerekir. Ancak böyle bir çalışma için onların da ikna edilmesi elzemdir. Ancak resmi zevat camiden uzak durdukça, toplumdan uzak durdukça inanan ve inandığı gibi yaşamayı tercih eden mütedeyyin Müslümanlara tepeden baktığı sürece, bu kaynaşmayı başarmak zor olacak ve arzu edilen güven ortamı sağlanamayacaktır. Devlet ile halk el ele vermediği sürece de Türkçe konusunda istenilen netice elde edilemeyecektir. Bu çalışmalara paralel olarak: 1- Resmi çalışmalar da yapılmalı ve Türkçe'nin okullarda yabancı dil olarak okutulabilmesinin yolları açılmaya çalışılmalıdır. 2-Sivil toplum kuruluşlarıyla ve özellikle dini cemaatlerle iş birliği yapılarak Kur'an öğrenimi için camiye gelen çocuklara Türkçe dersi vererek işe başlanmalıdır. 3-Çocuk yuvalarını da projenin içine almak mümkündür. Yılmaz Bey'e başarılar diliyorum. Zor bir görev üstlenmiş, ancak ben onun bu dönemeçten savrulmadan döneceğine inanıyorum.”

Laiklik

Laiklik Rüştü Kam Merhaba Dergisi 2023 Laiklik (laïcisme) Yunanca laikos kelimesinden türetilmiştir. Ruhbanlığa, kilise teşkilâtına, hatta dinî alana ait olmayan, halktan biri olan anlamına gelir. İlk defa XVI. yüzyılda İngiltere’de kullanılmıştır. Amaç, papaz olmayanların da kiliseleri yönetebilmeleridir. Laiklik 1870 yılından itibaren Fransa’da kullanılmaya başlanmıştır. 1937 yılından itibaren de Türkiye’ de. Türkiye, anayasasında laiklik maddesi olan beş ülkeden biridir. Fransa, Japonya, Meksika, Portekiz, Türkiye. Avrupa ülkelerinin anaya-sasında laiklik maddesi yoktur. Laiklik batıda dinsizlik anlamında kullanılmaz. Din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması, dinin özgür bırakılması anlamında kullanılır. Ancak Türkiye'de böyle değildir. Türkiye’de devlet dine müdahale eder. Türkiye’de Diya-net işleri Başkanlığı vardır. Cumhurbaşkanlığına bağlıdır. İmamlar müftüler devlet me-murudur. Oysa Laik Fransa'da birçok okul, hastahane, sosyal dernek ve kuruluş kiliseye bağlıdır. Kilise kendi vergisini kendisi toplar, kendi alanında özerktir. Egemenlik kilise ile paylaşılmıştır. Fransız laiklerin 1780’lerde sokağa dökülmelerinin sebebi, kilisenin devleti yönetmeye kalkmasıdır. Tanrı'nın buyruğu gereği Sezar'a ait olması gereken, servet (Hazine ve araziler), silah (Ordu) ve iktidar (siyasi otorite), haksız bir şekilde ve Tanrı buyruğunun hilafına kilise tarafından ele geçirilmiştir. “Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya, Sezar'ın hakkı Sezar'a” olacaktır. Her ne kadar “Sezar da Tanrı'ya ait” olsa da Tanrı böyle istemektedir.. Türkiye'de din konusunda çok ciddi bir bunalım vardır. Halk dinli ve dinsiz olarak ikiye ayrılmıştır. Cumhuriyet ideallerine bağlı olanlar dinsiz, cumhuriyete karşı olanlar ise dinli gibidir, öyle lanse edilir. Anlayış böyledir. Bu anlayış Türk halkını ikiye bölmüştür. İnan-cından dolayı başını örtenler Cumhuriyet düşmanı olarak görülür ve devlet memuru ola-mazlar(dı). Üniversitelerde okuyamazlar(dı), bunun için geçmişte üniversitelerde ikna odaları bile kurulmuştur. Türkiye’de uygulanan laiklik değildir din düşmanlığıdır. İslâm'da ruhbanlık yoktur ki, la-iklik olsun. Türkiye laik değildir. Hiç olmamıştır. Laikliği dinsizlik olarak algılamak hukuki değildir. Özellikle de bir İslâm ülkesinde, laikliği Müslüman bir halka dayatmak hukuken hiç mümkün değildir. Bu laikliğin şartı da değildir. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri; hoşgörü, tolerans, din özgürlüğü gibi değerler üzerine kurulmuştur. Bu şekilde uygulamaya da konulmuştur. Demokrasi, dini özgürlük ya da insan hakları gibi evrensel değerler Selçuklunun ve Osmanlının insan hakları açısından olmazsa olmazlarıdır. Türkiye’de bugün uygulandığı gibi bir laiklik insan hakları açısından şaibelidir. Hiçbir hu-kuka uymaz. Cumhuriyet de aynı şekildedir. Cumhurun değerlerine sahip çıkmayan bir cumhuriyet, halkına zulmeder. Laiklik olmadan cumhuriyet, cumhuriyet olmadan demokrasi olmaz gibi söylemler, sadece boş bir iddiadan öteye geçmez. Sonuç olarak, dinin mi siyasete, siyasetin mi dine bağlı olması gerektiği sorusu anlamsızdır. Doğru olan iki tarafın da birbirine karşı tarafsız kalmalarıdır. Özerk olmala-rıdır. Vesayete ihtiyaç duymamalarıdır. Vesselam.

2 Ekim 2023 Pazartesi

KANDİL GECELERİ NİÇİN ÖNEMLİDİR?

Ben bu yazımda Mevlid kandili özelinde bütün kandillerden bahsedeceğim. Yüzyıllardır Müslümanlar tarafından büyük bir coşku ile kutlanan Kandillerden. Kandil geceleri beş tanedir. “Mevlid Kandili, Regaib Kandili, Mirac Kandili, Berat Kandili ve Kadir Gecesi”dir.1 Mevlid Kandili, sanılanın aksine ne Peygamberimiz ’in (s) sağlığında ne de dört halife devrinde kutlanmıştır. Zaten ilk iki halife zamanında fetihlerin yapılması, son iki halife devrinde de iç karışıklıkların yaşanması hasebiyle böyle bir kutlama yapmak için şartlar da müsait değildi. Bazı İslâm toplumlarında kandillerin kutlanması biat olarak kabul edilse de mevcut kaynaklar, Türklerin Selçuklular döneminden bu yana mübarek gün ve geceleri kutladıkları bilinmektedir.2 Rivayetlere göre tarihte bilinen ilk resmi Mevlid kutlaması, 10. yüzyılda Mısır’da kurulan Şii Fâtımî Devleti tarafından yapılmıştır. Fâtımîler, Rebiülevvel ayının 12. gününde sabahtan öğleye kadar helva dağıtır, öğle namazını müteakip de Kur’an tilaveti ile başlayan bir tören yaparlarmış. Bu törenlere genellikle üst düzey yöneticiler katılırmış. Daha sonra, Eyyûbîler zamanında, Mevlid halk tarafından sadece evlerde kutlanmış. Fakat Selahaddin Eyyûbî’nin kayınbiraderi olan Muzafferüddin Gökbörü, Mevlid’i önceleri üst düzey yöneticilerin kutladığı ve sadece evlerde halkın yaptığı tören olmaktan çıkarmış, büyük halk kitlelerin katılımıyla gerçekleşen törenlerle kutlamaya başlamış. Bu törenlerde ulema ve tasavvuf ehlinin ileri gelenleri de hazır bulunurmuş. Gökbörü onlara hediyeler verirmiş. Ayrıca bu törenlerde zikir ve sema meclisleri de kurulurmuş, Gökbörü de bu meclislere iştirak edermiş. Bu kutlamalarda Mağribli İbn Dıhye’nin İbn Hallikan’dan tasvir ederek, Mevlid törenlerinde okunması için Gökbörü’ye takdim ettiği Kitabü’l Tenvir Fi Mevlidi’l-Beşir-Nezir adlı bir eserden de okumalar yapılırmış. Gökbörü Mevlid şenliklerinde halka büyük büyük ziyafetler verdirirmiş. Halk ise Mevlid kutlamaları yapılan geceyi ibadetle geçirirmiş.3 Rivayet edilir ki, bu kutlamalarda, 100 at, 5.000 koyun, 10.000 tavuk kesilirmiş ve 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtılırmış.4 Selçuklular döneminde, Anadolu coğrafyasını karış karış dolaşan Arap seyyah İbn Batuta, Anadolu’da yaşayan Türk boylarının cuma günlerine, kandil gecelerine, üç aylara ve özellikle Ramazan orucuna çok önem verdiklerini ve mübarek geceleri ibadetle geçirerek değerlendirdiklerini eserinde anlatmaktadır. 5 Memlükler dönemine gelince, Mevlid Kandili yine büyük bir ihtişam içinde kutlanılırmış. Rebiülevvel ayının girişi ile başlayan kutlamalar Mevlid gününe kadar devam edermiş. Hem devlet görevlileri hem de halkın iştirak ettiği törende Kur’an-ı Kerim, zikir ve dua okunurmuş, sonra da devlet adamları, tasavvuf ehli ve ulemaya çeşitli hediyeler takdim ederlermiş. Ayrıca fakirlere sadakalar dağıtılırmış. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise Mevlid Kandili, ilk defa 1586 da II.Selim zamanında kutlanmaya başlanmış ve 1588’de III. Murad zamanında resmi hele getirilmiş. Kandil gecelerinde, III. Murad, bütün minarelerde kandil yakılmasını ve camilerde Mevlid okunmasını emretmiş. Kuran’ı Kerim’de, geceleri aydınlatmak için yıldızların yaratıldığından ve “gökte asılı kandiller” şeklindeki benzetmenin yapılmasından hareketle mübarek gecelerde kandil yakılması adet haline gelmiş. Kuran’ı Kerim’de yeryüzünün nur ile aydınlatıldığına atıfta bulunulması Müslümanların mübarek gecelerin yeryüzünü nurlandıran kandiller olarak algılamasına katkısı olmuş ve mübarek geceler kandil olarak adlandırıldığı gibi o gecelerde kandillerin yakılmasına da özen gösterilmiş. Ayet şöyledir: “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık, bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır: Bu yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, neredeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstünde nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O her şeyi bilir. Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tesbih ederler. Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar.” 6 İşte, kandil geceleri ismi de buradan gelmektedir. Hem halk hem de devlet nezdinde gelenek haline gelen kutlamalar, evlerde-konaklarda ve selâtin camilerinde kutlanmaya başlanmış. Selâtin camilerindeki kutlamalar, Padişahın mevlid alayı denilen merasim yürüyüşünün ardından başlarmış. Padişahın katıldığı camilerde yapılan merasimlerde Fetih Sûresi ve Süleyman Çelebi’nin meşhur Mevlid’i okunurmuş, devlet büyüklerine hediyeler sunulur, cemaate buhur ve şerbet ikram edilirmiş. Evlerdeki kutlamalar da gayet görkemli olurmuş. Önceden davetiyelerle davet edilen misafirler için mükellef sofralar ve herkese yetecek şekilde külah içinde şekerler hazırlanırmış. Akşam olduğunda avizeler, billur kandiller yakılır; davetlilere yemekler ikram edilirmiş. Yatsı namazından sonra da Mevlidhanların okuduğu Mevlid-i Şerif ve ilahiler dinlenirmiş. Misafirlere gül suyu ve şeker ikramının ardından gece son bulurmuş. Bu gecelerde Kelime-i tevhitler, ilahiler, Kur’an’dan geceye işaret eden ayetler okunurmuş ve dualar edilirmiş. Osmanlı toplumunda XV. yüzyılla birlikte Süleyman Çelebi’ye ait “Mevlid”in okunması adet haline gelmiş. Böylece Mevlid kandili geldiğinde devletin resmi protokolünün katıldığı, padişah, sadrazam ve şeyhülislamın hazır bulunduğu camilerde mevlid icra edile gelmiştir. 7 Kandil Geceleri önemlidir Kandil gecelerinin ve o gecelerde okunan şiirlerin, sûrelerin, ilahilerin, yapılan zikirlerin dağıtılan virdlerin adet haline gelmesi kolay olmamış. Anlaşılan odur ki, tarihi süreçte Kandil gecelerine ihtiyaç duyulmuş. Ümmetin birliği için ihtiyaç duyulmuş. Kandillerin örf haline gelebilmesi için tonlarca et yemeği pişirilmiş, helvalar karılmış, hediyeler verilmiş. Evet yapılan törenler, İslâm’ın özünde olmayan törenlerdir. Bu doğrudur. Bunun doğru olması kutlamaların İslâm dışı olduğu anlamına gelmez. Burada amaç önemlidir. Bu kutlamalar örftür, güzel adetlerdendir. Kur’an, örfü, güzel adetleri onaylar. Örfler İslâm dışı adetlerden değildir, kandiller de örf olmuştur adet olmuştur. Örflerin yaşaması ve yaşatılması gereklidir. Kimliklerin oluşması ve de kaybolmaması için elzemdir. Bu törenler devam etmelidir. Bu törenler sayesinde Müslümanlar bir araya gelmektedir. Bu törenler, paylaşım ve cömertlik duygularını, birlik ve beraberlik duygularını aktif hale getirmektedir. Dinde kandil geceleri yoktur demek kolaydır. Ancak insanları bir araya getirmek oldukça zordur. Bu çığırtkanlar kandilleri ve benzer örfleri kaldırdıklarında yerine neyi koyacaklardır. İnsanları bir araya nasıl toplayacaklardır. Toplasalar bile o da onların bidatı olmayacak mıdır? Ecdadımız Müslümanları camiye toplamıştır. Ne de güzel yapmıştır. O çığırtkanların yapması gereken, kandil kutlaması için camiye gelen o muhterem insanları camiden kovmak değildir, yapabiliyorlarsa ayaklarındaki ayakkabıyı çıkarmaktır. Hodri meydan. Sizin de var mı 100 atınız, 5.000 koyununuz, 10.000 tavuğunuz ve 100.000 tabak yemeğiniz ve 30.000 tepsi helvanız. Öyle sosyal medyadan ahkam kesmekle olmuyor bu işler. Neler Yapılmamalıdır? Şimdi gelelim madalyonun öbür yüzüne; bunca zahmetlerle örf haline getirilen kandillere, kutsiyet atfedilerek, bu gecelerde şu ibadetleri şu kadar yapanların günahları affedilecektir gibi dinde zemini olmayan vaatler yapılarak insanların duygularıyla, akideleriyle de oynanmamalıdır. Kandil geceleri elbette kutlanmalıdır. Peygamber Efendimiz ’in doğumu elbette kutlanmalıdır. Bilhassa peygamberimiz ‘in fiili sünnetleri bu gecede insanlara özellikle anlatılmalıdır. Peygamberimiz Kur’an’ı hayata hâkim kılmak için neler yapmıştır, nasıl yapmıştır, hangi metotları kullanmıştır, ne gibi sıkıntılar çekmiştir? Bunlar Müslümanlara bu gecelerde özellikle anlatılmalıdır. Bu vesileyle Peygamberimiz, insanlara, insan peygamber olarak tanıtılmalıdır. Her yönüyle tanıtılmalıdır. Sadece mevlid okuyarak, salavatlar söyleyerek, ilahiler söyleyerek, içi bomboş hale getirilen kutlamalar yapılmamalıdır. Peygamberimiz bir inkılap gerçekleştirmiştir. Bu inkılabın merkezinde, insan hakları vardır, kadın hakları vardır. Peygamberimiz yeryüzünde adaleti gerçekleştirmek için gelmiştir. Namaz dinin gereğidir adalet ise dinin direğidir. Peygamberimiz’in gerçekleştirdiği inkılabın eksenini oluşturan temel esas, namaz değildir, adalettir. İşte mevlid kandilinde, Müslümanlara tanıtılacak peygamber böyle bir peygamber olmalıdır. Aksiyon sahibi bir peygamber olmalıdır. Duruşu belli olan bir peygamber, yiğit bir peygamber, cesur bir peygamber, her şeyi Allah’tan beklemeyen planlı ve programlı, iş yapmayı kendine şiar edinen bir peygamber olmalıdır. İşinde istişareye önem veren, istişareden çıkan sonuca da saygı gösteren bir peygamber olmalıdır. İşte benim Peygamberim böyle bir peygamberdir ve ben O’nun bize tanıttığı nurlu yolda yürüyen onun ümmetlerinden biriyim. O’nun doğum gününü de bu anlayışla kutluyorum. Mevlid, "doğum zamanı" demektir. Muhammed'in doğum gününü kutlamak İslâm dışı bir uygulama değildir. Haberci’yi sahiplenmektir. O Haberci’yi sahiplenmekten daha anlamlı bir ibadet olabilir mi? Kendisine inanmadığım zaman iman sahibi olamayacağım bir habercidir O. O bana rehber olan Kur’an’ı getirmiştir. O kılavuzumdur benim. Evet, Hz. Muhammed bir devrimcidir. Büyük bir devrimcidir. Peygamberimize bu gözle bakmak gerekir. O robot değildir. O bulaşıkçı değildir. O kıl tüccarı değildir. O’nun sakalı değildir, şalvarı değildir, fistanı değildir benim örnek alacağım. Benim örnek alacağım O’nun devrimciliğidir. Peygamberimizin devrimciliğini Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Prof. Dr. Mehmet Görmez şu şekilde ifadeye koyar: "Hz. Muhammed’in (s.a.v) doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti. Sevgili Peygamberimiz ‘in (s.a.v) tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O’na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O’nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıç oldu. Bugün Rahmet Peygamber’inin doğumu vesilesiyle, bir kez daha dindarlığımızın ahlak ve hukuk yerine neden tefrika ve gerilim ürettiğini; yüreklerimizdeki peygamber sevgisinin içimizdeki kin, öfke ve nefreti neden bitirmediğini; Müslümanlığımızın kardeşlik ahlakı ve hukukunun gereklerini yerine getirme konusunda neden yetersiz kaldığını kendimize yüksek sesle sormalıyız. Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz ‘in (s.a.v) çağlar üstü örnekliği ve rehberliği önümüzde dururken, Rabbimiz hak, hakikat, adalet, ahlak, fazilet ve erdem yolunda hizmet etmeyi hepimize emretmişken, Hz. Peygamber, insan-ı kâmil olmanın yollarını sünnet-i seniyyesiyle bizlere en güzel bir biçimde göstermişken, biz Müslümanların kardeşlik ahlakını ve hukukunu hiçe sayması, gönül coğrafyamızda ve dünyanın muhtelif yerlerinde umutlarını bizlere bağlayan nice mağdur ve mazlum kardeşlerimizin ümitlerini, beklentilerini ve hayallerini boşa çıkarmanın anlamı nedir?”8 Böylesine devrimci bir peygamberin ümmeti olan bizler bugün onun devrimciliğini dünyaya ilan etmek yerine kandil gecelerinin meşruluğu veya gayri meşruluğunun peşine düşmüşüz. Mal bulmuş mağribi gibi ağızlarından salyalar akıtarak “İslâm’da kandil Geceleri yoktur” diye bağıran hocalar var. Sosyal medyayı sallıyorlar. Behey gafil, kandil gecesi olsa ne yazar olmasa ne yazar. Bu millet asırlardan beri bir gelenek oluşturmuş, Müslümanları bu vesileyle camilerde bir araya getirmiş, birlik ve dirlik için bir araya getirmiş. İnsanlar bu günlerde yardımlaşma içine girmişler, birbirlerine ikramda bulunuyorlar, dualar ediyorlar, temiz elbiselerini giyerek, güzel kokular sürünerek bir bayram havası yaşıyorlar. Bu kadar derdin sıkıntının içinde kendilerine nefes olacak bir ortam yaratmışlar sen de çıkıyorsun kandil geceleri yoktur diye bağırıyorsun. Erbakan Hocamızın deyimiyle sesleniyorum sana, “Hadi ordan hadi ordan.” Müslümanların bu birlik ve beraberliğini bozmaya çalışan gafiller, sizler kimlere uşaklık yapıyorsunuz onu bilmiyorum ama bir yerlerden fonlandığınız besbelli. Geçti Bor’un pazarı sürün eşeğinizi Niğde’ye. Bu pazarlarda sizlere ekmek yoktur. Peygamberimiz ‘in doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O’nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir. O’nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O’nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz. Bu vesileyle şunu da hatırlatmam gerekiyor; bir birimizle çatışacağımıza, varsa, kandil kutlamalarında Kur’an’a ve sünnete mugayir uygulamalar, onların ıslahı için gayret sarf edelim. Yetkililerle görüşelim ama bunu kırmadan dökmeden yapalım. Bir kez daha hatırlatmak isterim ki bugün ülkemizde yaşanan gerilim ve çekişmeler, İslâm dünyasında yaşanan şiddet ve çatışmalar, biz Müslümanların topyekûn insan yetiştirme düzeneklerimizi, bilgi ve bilinç üreten mekanizmalarımızı bozdu. Dostluklar, yerini çatışmalara bıraktı. Biz bizlere kurulan bu oyunları bozalım, kandiller vesilesiyle kendiliğinden camiye gelen o insanları çatışma havasından uzaklaştıralım. Yaşama sevinçlerini ve ümitlerini artıralım onların. Onlara ümit pompalayalım. Sevgi pompalayalım. Dostluk ve arkadaşlık iksiri içirelim onlara. Ne istiyorsunuz bu insanlardan. Zaten dünyaları kararmış, kandil vesilesiyle camiye gelmiş, Rabbi ’ne sığınmak için gelmiş, toplu ibadetin motivasyonundan istifade etmek için gelmiş. Bu insanı motive edeceğine, bir de sen başlıyorsun oradan. “İslâm’da kandil kutlamaları yoktur.” Ben derim ki; Yeni nesillerin, "Din-i Mübin-i İslam" hakkında yanlış kanaat edinmemeleri için hep birlikte kolları sıvayalım. Her bir kurum ve kuruluş, özgür irade sahibi olan her insan, kadınıyla-erkeğiyle, bu konuda kolları sıvasın. Her şeyi devletten beklemeyelim. Allah her şahsın hesabını diğerinden bağımsız olarak kendisinden soracaktır. Allah yarın huzura çıktığında sana “Sen benim dinim için ne yaptın?” diyecektir. Bu soruya cevap hazırlamak mecburiyetimiz vardır. Gelin hep birlikte söz verelim kendimize ve kandil gecelerini vesile kılarak geziler düzenleyelim. Bu geziler günü birlik geziler de olur, bir haftalık gezilerde olabilir. Gündüzün şehri dolaşalım, o şehrin önemli olan mekanlarını gezelim, akşamına da o şehrin en büyük Camii’ndeki kandil programına katılalım. Bunu yapabiliriz. Bunun için sponsor olacak olan iş adamlarımızı da bulabiliriz. Bu zor bir iş değildir. Sadece irade ortaya koymak gerekir. Ben derim ki; bütün İslâm alemi Sünni’siyle ve Şii’siyle bir araya gelerek bilhassa Mevlid Kandilini birlikte kutlamalıdırlar. Rebiyülevvel ayının 11’inden başlayarak 17’sine kadar olan süreyi ‘Vahdet Haftası’ ilan etmelidirler. Bu anlamlı bir hafta olur. İttifaka sebep olacak olan bir hafta olur. 9 Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimizin ve tüm İslam âleminin Kandil gecelerini ve de Mevlid-i Şeriflerini tebrik ederim. Ne mutlu Peygamber’in tanıttığı bu aydınlık yolda yürümeye söz veren Müslümanlara. “Mevlid Kandiliniz” hayırlara vesile olsun. ……… 1-(Nebi Bozkurt, “Kandil”, DİA, C 24, İstanbul 2001, s. 300–301.) 2-(Hacer Aktaş, “Osmanlı’da Mübarek Gün ve Gecelerde Dini Musiki”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s.7.) 3-(Abdullah Ekinci, “Muzafferüddin Gökböri’nin Siyasi ve Sosyal Faaliyetleri”, Türkler, C 4, Ankara 2002, s.856–863.) 4-https://www.google.com/search?q=Rivayet+edilir+ki+bu+kutlamalarda+100+at+5.000+ koyun+10.000+tavuk+kesilirmiş+ve+100.000+tabak+yemek+ve+30.000+tepsi+helva+dagitirmis. 5-(Nesimi Yazıcı, İbn Batuta’yı Şaşırtan Misafirperverlik”, Diyanet Aylık Dergi, Ankara 2001, s.22; Bkz. İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnamamesi’nden Seçmeler, haz. İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1971, s. 94–100.) 6-(Kuran’ı Kerim, Nur 24/35-37) 7-( 33 BOA. AMKT.NZD. 24/101.) 8- https://www.google.com/search?q=mevlid+kandili+mehmet+görmez 9- Geniş bilgi için bkz. (https://islamansiklopedisi.org.tr/ mevlid) https://www.kastamonur.com/osmanli-devletinde-kandil-kutlamalari/