10 Ocak 2024 Çarşamba

İNSANLAR TANIMADIKLARI BİLMEDİKLERİ ŞEYİN DÜŞMANIDIRLAR

İNSANLAR TANIMADIKLARI BİLMEDİKLERİ ŞEYİN DÜŞMANIDIRLAR -Gezdim, gördüm, yazdım- Rüştü KAM Ha-ber.com 09.01.2024 Türk Eğitim Derneği dokuzuncu ve son Türkiye gezisini Doğu Anadolu’ya yaptı. Anavatanına yaptı. (2022). Ben de bu gezilerden aldığımız ilhamla memleket sevgisini, Anavatan sevgisini, dilim döndüğünce, nâçizane dile getirmek istedim. Vatan, sınırları yasalarla belirlenmiş toprak parçasıdır. Ama sadece toprak parçası değildir. Kutsal bir toprak parçasıdır. Kutsallığı değerlerimizi orada koruma altına alabildiğimizden gelir. Kültürel zenginliklerimizi o topraklarda koruma altına alabildiğimizden gelir. Bir milleti millet yapan değerlerin, alametlerin o topraklar üzerinde güvende olmasından gelir. Toprak, durduğu yerde vatanlaşmaz. O toprağın vatanlaşması için canla başla mücadele edenler olmuştur. O uğurda can verenler olmuştur. “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” (Mithat Cemal Kuntay şöyle söyler) Vatan evdir, vatan hürriyettir, vatan istiklaldir, vatan bağımsızlıktır, vatan bayraktır, vatan şereftir, vatan namustur ve vatan dildir. "Gerçek vatan aslında dildir. Vatandan en hızlı en kolay uzaklaşma dil yoluyla olur. Ve hatta en sessizce gerçekleşen yolda budur." (Wilhelm Von Humboldt) Bu kutsal değerler için mücadele edenlere kahraman denir, şehid denir. Türkiye’yi vatanlaştıran bu kahramanlardır, şehitlerdir. Alparslan ile birlikte Türkiye topraklarına ayak basmışlardır. Türkiye'nin doğusundan girmişlerdir Anadoluya. Ani’den başlamışlardır iz bırakmaya. Menuçehr Camii, Hasan Harakani Türbesi, Divriği Ulu Camii, İshak Paşa Sarayı, Büyük Ocak Cemevi, Yakutiye Medresesi, Şerafettin Sabûnî Darüşşifası, Sahibiye Medresesi, Buruciye Medresesi, Karatay Medresesi, Mevlana Türbesi, Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi, Selimiye Camii…, yüzlerce köprü, kervansaray, han-hamam, bu izlerdendir. Nerede bir türbe varsa, yatır varsa, mezar taşı varsa orası Türk Toprağıdır. Kültür ve medeniyetlerin doğup büyüdüğü topraklardır oralar, oralar kudsiyet kazanmıştır ve her zaman vatan olmuştur. Vatan sevgisi üzerine çok sözler söylenmiş, kitaplar yazılmış, şiirler kaleme alınmıştır. Şöyle ki: “Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. (Mehmet Akif Ersoy) “Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak, neler yapmış bu millet, en yakın tarihe bir sor bak. (Süleyman Nazif) “Bu vatan toprağın kara bağrında, sıradağlar gibi duranlarındır. Bir tarih boyunca, onun uğrunda, kendini tarihe verenlerindir…(Orhan Şaik Gökyay) “Ey Türk vur, vatanın bâkirlerine, günahkâr gömleği biçenleri vur; kemikten taslarla şarap yerine, şehidler kanını içenleri vur!” (Mehmet Emin Yurdakul) “Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan, Vatan , büyük ve müebbet bir ülkedir: TURAN.” (Ziya Gökalp) “Memleketim. Memleketim ne kadar geniş: Dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana. Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum. Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneye, pamuk işleyenlere gitmek için, Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye utanıyorum.(Nazım Hikmet) “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini; yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini.” (Namık Kemal) “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini; bulunur kurtaracak baht-ı kara maderini.” (Mustafa Kemal Atatürk) Evet, bizler 9 senede, Türkiye’nin önemli yerlerini gezdik, dolaştık. Vatan hasreti giderdik. Çeşmelerinden suyunu içtik, havasını teneffüs ettik, değişik yörelerin yemeklerini yedik, endemik bitkilerini tanıdık, türkülerini-şarkılarını dinledik, hoyratlarını dinledik, sıra gecelerine katıldık, aşıkların atışmalarını dinledik..., insanlarıyla sohbet ettik ve sonunda Türkiye'ye hayran olduk. Allah Türkiye’yi kendi elleriyle sanki özene bezene yaratmış. Kendi bayasıyla boyamış. Dört mevsimin yaşandığı bir ülke Türkiye. İnsanlar meyve ve sebzeleri mevsininde tüketebiliyorlar. Aynı zamanda yarımada. Türkiye toprakları üzerinde yaşayan, ama nerede yaşadığını bilmeyen, bilse de fark etmeyenlere tavsiye ediyorum: Ne olur Türkiye’yi doğudan başlayarak gezin- dolaşın. Türklerden önceki ve sonraki durumuna şahit olun. O zaman anlayacaksınız; ne kadar büyük bir servetin üzerinde oturup da o servetin kıymetini anlamadığınızı ve Batılıların neden Türkiye üzerinde planlar kurduklarını. Ey analar, ey babalar, çocuklarınıza tanıtın vatanınızı. Gençlerinize tanıtınız vatanınızı. Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler; Türk halkı vatanını ve üzerindeki değerlerini tanımıyorlarsa eğer, siz de görevinizi yapmıyorsunuz demektir. Alıp öğrencileri; İl İl dolaşarak tanıttınız mı Türkiye'yi, Türk mutfağını, Türk insanını? Türk izlerini sürdünüz mü öğrencilerle birlikte bölge bölge? Atalarımızdan kalan mirasların neler olduğunu bizzat yerinde göstererek hatırlattınız mı gençlerimize? Gençlerimiz Türk büyüklerini ne kadar tanıyorlar? Kars’ın peynirini, Erzurumun cağ kebabını, Eğin’in Lök tatlısını, Karadenizin çayını, fındığını, Antep’in fıstığını, Ege’nin incirini, Arapgir’in reyhan şerbetini ne kadar tanıyor insanımız? Sahil kenarlarına yaptığınız yatırımlar kadar yatırım yaptınız mı diğer bölgelere? Bütün bunları yapmadıysanız, yapmadıysanız şikayet etmeye hakkınız yoktur. Çünkü insanlar tanımadıkları ve bilmedikleri şeylere düşman olurlar. 40 yıldan beri Türkiye halkları arasındaki bu anlamsız düşmanlığı bitirerek kardeşlik bağlarını güçlendirmek biraz da sizin elinizde olsa gerek...

4 Ocak 2024 Perşembe

MUSTAFA ÖZTÜRK'E AÇIK MEKTUP

MUSTAFA ÖZTÜRK’E AÇIK MEKTUP Rüştü Kam Ha-ber.com 4 Ocak 2024 Üstadım diye başlamak istiyorum yazıma. Evet, siz benim Üstadım dediklerimdensiniz. Değer verdiğim bir ilim adamısınız. Müfessirsiniz. Bazı ansiklopedilere makale yazacak kadar değer verilen bir isimsiniz. Sizi Berlin’e davet ettik. Türk Eğitim Derneği’nin organize ettiği seminerlerde sizden istifade ettik. Sizi yaptığımız her oturumda hayırla yad ediyoruz. “Ehlikitap Kimdir, Onlarla İlişkiler Nasıl Olmalıdır?” konusunda yaptığınız açılımlar Ehlikitap bir ülkede Müslüman azınlıklar olarak yaşayan bizlerin önünü açtı. Memnun olduk. Mutlu olduk. “Kur’an’ın Tarihselliğini Nasıl Anlamalıyız?” konusunda verdiğiniz seminerler de ufkumuzu açtı. Kur’an hermenötiğinin nasıl olması gerektiğini anlattınız. Anlamamız gereken kadarını anladık. Arada yaptığımız özel sohbetlerin tadı da bir başkaydı. Esprili bir yönünüz var. O yönünüzle insanlar size yaklaşmakta zorluk çekmiyorlar. Hemen orada, olduğunuz yerde bir sohbet halkası oluşturabiliyorsunuz. Biz bu yönünüze şahit olduk. Sachsenhausen Toplama Kampı’nda çektiğiniz ıstıraba şahitlik etmişliğimiz vardır. Berlin sokaklarında kol kola yürümüşlüğümüz vardır. Arkadaşlarla yaptığımız sohbetlerde yeri gelince sizlere atıfta bulunuyoruz. Bu hasletler güzel hasletlerdir. Geride bırakılan pozitif izlerdir. O seminerler aynı zamanda MOCCA DERGİSİ’nde Almanca ve Türkçe olarak yayınlandı. Ha-ber.com internet sitesinde de yayınlandı. Sosyal Medyada da yayınlandı. Tüm dünyadan güzel geri dönüşümler aldık. Müfessir Mustafa Öztürk’ün bizim kalbimizde özel bir yeri vardır. O orada kalacaktır. İlim Adamı olan, müfessir olan, Mustafa Öztürk. Ancak sevgili üstadım, bir tarafınınız var ki; o tarafınız insanları yaralıyor. Isınan kalpleri soğutuyor. Tahammül sınırlarını zorlayan sıkıntılara sebep oluyorsunuz o tarafınızla. Bizim haddimize değil sizlere akıl vermek elbette ama sevenin sevdiğine bazı gerçekleri de söylemesi lazımdır. Üstadım, siz ilim adamı olarak kalınız, müfessir olarak kalınız. Siyasette taraf olmayınız. Tükiye’de artık siyaset yapılmıyor. Çamur siyaseti var Tükiye’de. Karalama siyaseti var. Bu siyaset sadece A mahallesinin siyaseti değil B mahallesi de aynı şeyi yapıyor. Sizin gibi değerli insanları, bazı uyanık gazeteciler ve siyasetçiler dolgu maddesi olarak kullanıyorlar. Etmeyin eylemeyin, bizlere yazık oluyor. Türkiye’ye yazık oluyor. Bir de Avrupa ile Tükiye’yi kıyaslıyorsunuz konuşmalarınızda. Bu tamamen yanlıştır. Bu kıyas-ı batıldır. Türkiye, Avrupa’nın gözünü diktiği ülkedir. Türkiye 40 yıldır savaş halinde olan bir ülkedir. Böyle bir ülkeyi Avrupa ile kıyaslamak haksızlık olur. Avrupalılar geçmişlerine küfretmezler. Gerekirse yüzleşirler. O onların geçmişidir. Türkiye’de bazı mahfiller var ki, geçmişine küfretmek üzere kurgulanmıştır. Geçmişleriyle de yüzleşmek istemezler. Sevgili Üstadım, hem “Filenin Sultanları”yla ilgili yaptığınız açıklamalar hem “Kızıl Goncalar” dizisiyle ilgili yaptığınız açıklamalar hem de “Galatasaray ile Fenerbahçe arasında Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da oynanması planlanan ancak akim kalan, oynanamayan Süper Kupa” finali ile ilgili yaptığınız açıklamalar hiç de şık durmadı. Açıklamalarınız sadece konu ile ilgili olsa sıkıntı yoktu. Ancak siz konu ile alakasız yerlere girerek yaptığınız açıklamayı Türk- Arap düşmanlığı haline getirdiniz. Şöyle ki: Kendi beyanınıza göre, “Süper Kupa” ile ilgili açıklama yapmanıza vesile olan kişi Ruşen Çakır. Ruşen Çakır bu konuyu size ihale ederek amacına kavuşmuş olabilir. Bu mümkündür. Ruşen Çakır’ı Millî Görüş Teşkilatları’nın Frankfurt’ta yaptığı genel kuruldan tanırım. Yanılmıyorsam 1994 yılında idi. Ben icra kurulu üyesi idim. Bana geldi ve “birkaç dakikanızı alabilir miyim” dedi. Kendisini tanıttı ve şu soruyu sordu. “Fethullah Hoca’nın Almanya’da yapılanması hakkında ne söyleyebilirsiniz?” Alakaya maydanoz bir soru idi. Millî Görüş Teşkilatları’nın genel kurulunda bana sorulan soru idi bu. Sanırım Ruşen Çakır’ı tanımanıza biraz da olsa yardımcı olmuşumdur… Sevgili Üstadım; konu ile ilgili Suudi Arabistan yetkilileriyle yapılan bir anlaşma var. O anlaşmanın tutanakları da var. Tutanaklara sadık kalmayanlar, Galatasaray başkanı ve Fenerbahçe başkanı. Arap yetkililer değil. Araplarla ilgili konularda konuşacaksanız çekersiniz bir video daha, orada anlatırsınız ne anlatmanız gerekiyorsa, hepsini anlatırsınız, sorun yok. Burada konu Araplar değil. Süper Kupa maçı. Bu maçın oynanabilmesi için gerekli olan kurallar kayıt altına alınmış. Kulüp başkanlarıyla yapılmış bu anlaşma. Anlaşmayı bozanlar da Arap yetkililer değil. Türk takımlarının başkanları. Bu konuda haklı olan Araplar. Siz burada anlaşma tutanakları üzerinden hareket ederek tarafsız ve adil bir açıklama yapmanız gerekirken haklı olanı mahkûm ediyorsunuz. Bir müfessir olarak Kur’an’ın anlaşmaya taraf olan insanlarla ilgili buyruklarını merkeze koyarak fevkalade bir açıklama yapabilirdiniz. Ama siz gittiniz Araplara, onların Vehhabiliklerine, Birinci Dünya Savaşı’na ve Lawrenc’e…” Üstadım, Allah aşkına söyler misiniz, ne alakası var konuyla Arapların ve Arap tarihinin. Sonra getirdiniz işi bir de iktidara dayadınız. Üstadım işte bu yaklaşımlarınızdan dolayı gönüllerde yer bulamıyorsunuz. Sonra da kızıyorsunuz insanlar bana niçin küfrediyorlar diye. “Siz onların değerlerine laf etmeyin ki; onlar da sizin değerlerinize laf etmesinler” buyruğuna rağmen. Bu ayeti siz anlatıyorsunuz bizlere. Birinci Dünya Savaşı’nda; İtalyan’ı, Fransız’ı, Rus’u, Yunan’ı, İngiliz’i Yurdumuzu işgal etmişler. Yapmadıkları çirkeflik kalmamış. Sizler kalkıyorsunuz; Araplar bizi arkadan vurdu diyorsunuz…Bu düşmanlık Arap düşmanlığı olmasa gerektir. Bu düşmanlık İslâm Düşmanlığı olsa gerektir. Benim üstadım dediğim, müfessir dediğim, âlim dediğim, önünde ceketimi düğmelediğim kişiler de kalkmışlar ‘Araplar bizi arkadan vurdu’ diyorlar. Haydi onlar arkadan vurdu diyelim; öbürleri senin namusuna varıncaya kadar her türlü değerine el uzatmışlar. O namus düşmanlarıyla can-ciğer kuzu sarması olacaksın, Araplara gelince ağzına geleni söyleyeceksin, bu insafsızlıktır. Adaletsizliktir. Haddi aşmaktır. Hürmetlerimle sevgili üstadım.