20 Şubat 2017 Pazartesi

AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDA GEÇEN YILLARIM (XIV-14)





“…Avrupalıların yaptıkları keşiflerin Kur’an’da var olduğundan bahisle övünüyoruz. Kur’an’da bu keşifler var ise eğer, neden bu keşifleri Avrupalılar yapıyor da bizler yapamıyoruz bugün? Kur’an bizim elimizde değil mi, içinde bulunduğumuz yüzyılda kaç tane dünya çapında isim yapmış ilim adamımız var?”

Rüştü Kam
Ha-ber.com 2017

Libya’da bölge başkanları toplantısı
Önce Malta

Malta Akdeniz’in tam ortasında, Avrupa’nın en güney ülkesidir. Malta’nın başkenti Valletta’dır. Şehir tümüyle bir dünya mirasıdır.
Malta medeniyetler şehridir denilse yanlış olmaz(MÖ 800 ile MS 870). Sırasıyla Fenikelilerin, Kartacalıların, Romalıların ve Arapların  hakimiyetine girmiştir. 1565 yılında Osmanlı İmparatorluğu  tarafından kuşatılmış, ancak bu kuşatma mağlubiyetle sonuçlanmıştır. 1814 Paris Anlaşması'yla İngiliz İmparatorluğu'na katılan Malta, 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. 1565 yılındaki Malta kuşatması sırasında şehit olan Osmanlı askerlerinin anısına 1874 yılında Sultan Abdülaziz tarafından başkent La Valetta’da inşa edilen Osmanlı Şehidliği’nde 22 kişinin naaşı bulunuyormuş.
Malta dümdüz bir ada. Sıra sıra yüksek dağları olmadığı gibi, ırmakları-nehirleri de yoktur.  Kupkuru bir coğrafya. 137 kilometre uzunluğundaki kıyılarında pek çok koyları ve limanları vardır. Ülkede 50 den fazla dil okulu bulunmaktadır.

Malta‘da din

Malta'ya İslam 870 'te girmiş. 13. yüzyıla kadar da varlığını sürdürmüş, ama bu tarihte yasaklanmış. Günümüzde (1993) Nüfusu 400.000 civarında olan Malta’da Müslüman nüfus 6000 civarındaymış.
Malta’da 365 tane kilise varmış, cami sayısı sadece 1 tane. Cami bünyesinde bir de İslam Kültür Merkezi var. 1978 de Muammer Kaddafi tarafından yaptırılmış. Kur’an-ı Kerim, Tefsir ve  Fıkıh derslerinin yanında diğer dersler de veriliyormuş. Bu okulun ve öğrencilerin tüm masrafları Kaddafi tarafından karşılanırmış. Öğrencilerin kişi başına yıllık masraflarının 4 bin Dolar civarında olduğu ifade ediliyor.

Malta sürgünleri

1919-1920 yılları arasında 145 kalburüstü Osmanlı askeri, devlet adamı ve yazarı İngilizlerin kurduğu kumpasla Malta’ya sürgün edilmiş. Bu sürgünler, sözde Ermeni soykırımı suçu işlediği için yargılanmak istenmiş. İngilizler yaptıkları bu gayrimeşru uygulamanın meşruiyet kazanması için, 2 sene sadece delil toplamakla meşgul olmuşlar, delil bulamayınca da bir kısım sürgünleri takas etmişler, 15 kişi orada ölmüş, diğerleri de kendi imkânlarıyla kaçmışlar. Bilal N.Şimşir’e göre; “Malta Sürgünleri olayı İngilizler için yüz karasıdır. İnsanlar keyfi olarak tutuklanmış, sürülmüşlerdir. Bir-iki yıl yargılanmadan ceza evlerinde tutulmuşlar, özgürlüklerinden yoksun bırakılmışlardır. Sorguya çekilmemişler, mahkeme önüne de çıkarılmamışlardır. Suçlu idiyseler yargılanmaları, suçsuz idiyseler salıverilmeleri gerekirdi. Hak, hukuk bayraktarlığı yapan İngilizler için bu olay gerçekten yüz kızartıcıdır.”

Osmanlı İmparatorluğu I.Dünya Savaşı’ndan mağlûp çıktı(1914). Hemen sonra (30 Ekim 1918) Mondros Mütarekesi imzalandı. Amaç Osmanlı Devleti’ni yok etmekti. Mondros Mütarekesi’nden çok kısa bir süre sonra (13 Kasım 1918) düşman donanması 250.000 kişiyi şehit vererek geçilmez kıldığımız Çanakkale Boğazı’ndan geçip, Dolmabahçe önünde demirledi. Hemen sonra, İngilizler 9 subayımızın yakalanması emrini verdiler. Bunlar: 6.Ordu komutanı Ali İhsan Paşa, Medine’yi savunan Fahrettin Paşa, Kafkasya Ordusu komutanı Nuri Paşa, Azerbaycan Ordusu komutanı Mürsel Paşa, Kafkasya 9.Ordu komutanı Şevki Paşa, Pozantı’da ikinci ordu komutanı Nihat Paşa, Yemen 40.Tümen komutanı Galip Paşa ve Yemen’de 7.Kolordu komutanı Tevfik Paşa’dır. Bu subaylar, savaşlarda İngilizleri yenen veya onlara güçlükler çıkaran, vatanlarını kahramanca savunan Osmanlı ordusu’nun kahraman komutanlarıdır.

Malta Sürgünleri arasında;
Eski sadrazam Said Halim Paşa, Meclis başkanı Halil Menteş, Mebusan Meclisi Reisi Hacı Adil Bey, Şeyhülislam Hayri Ürgüplü,
Bakanlar: Mithat Şükrü Bleda, Rauf Orbay, Kara Kemal, Ahmet Şükrü,
Milletvekilleri: Zülfü Tigrel, Arif Fevzi Pirinççioğlu, Ali Çetinkaya,
Valiler:  Hasan Tahsin Uzer,
Ordu komutanları: Ali İhsan Sabis, Fahrettin Türkkan,
Yazarlar: Süleyman Nazif, Aka Gündüz,
Profesörler: Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu,
Gazete başyazarları: Celal Nuri İleri, Hüseyin Cahit Yalçın, gibi tanımış isimler vardı.

Malta sürgünlerinden 73 yıl sonra (1993) de biz ayak bastık Malta‘ya. Malta hakkında yeterli bilgilere de sahip değildik. Libya’ya gidiyoruz, Kaddafi  Libya’da bir İslâm Konferansı düzenlemiş. Milli Görüş teşkilatları da bu konferansa davetli. Erbakan Hocamız da davetli. Erbakan Hocamız‘ın başkanlığında Milli Görüş Bölge başkanları toplantısı da Libya da yapılacak. Libya‘ya amborgo uyugulandığı için uçakla ulaşım yasak. Malta’dan gemiyle geçeceğiz karşıya. Malta havaalanına iniş için kemerleri bağladık. Yukarıdan bakınca sanki denize iniyor gibiyiz, ada görünmüyor çünkü.

Önce İslâm Kültür Merkezi‘ni ziyaret ettik sonra da, gemi saatine kadar Malta’da şöyle bir volta attık. Ara sokaklarda yürüdük, sahildeki kayaların üzerine oturarak denizi seyrettik, Osmanlı askerlerinin cengini hayallerimizden geçirdik, denizlerin fatihi kırmızı sakallı Barbaros‘la oturup birlikte kahve içtik, sohbet ettik, derken saatimiz gelmiş. Libya’ya kadar denizdeyiz. Genel Merkez‘de sık sık bir araya gelemediğimiz arkadaşlarımız ve bölge başkanlarıyla sohbet etmek için iyi bir fırsat yakaladık ve biz de değerlendirdik bu fırsatı, Trablus Limanı‘na kadar ara vermeden tartıştık. Abdullah Yüksel‘in, moderatörlük yaptığı bu tartışmaların seviyesi oldukça yüksekti. Bol bol fotoğraf da çekildik gemide.

Trablus

Trablus oldukça güzel bir şehir. Temizlik açısından bakarsak bir Avrupa ülkesiyle kıyaslanamaz, ancak Arap ülkeleriyle kıyaslayacak olursak, Ürdün ve Kuveyt’ten sonra üçüncü sıraya oturur. Otelimiz oldukça temiz, deniz havası da alıyoruz aynı zamanda. Odamızın penceresini açık tutuyoruz, hava sıcak. Sokakta dolaşmak ayrıca mutluluk verici, bir tarafta palmiye ağaçları, öbür tarafta hurma ağaçları, değişik bir coğrafya, Allah’ım sen ne büyüksün, her iklimin meyvesi ve sebzesi ayrı ayrı, havası ve insanı da farklı. İnsanları zayıf, kuru yağız, kadınları oldukça zarif, sıfır beden, peçe takan, çarşaf giyen kadınlar olduğu gibi başı açık olanlar da var.

Ertesi gün önce konferans dediler, salonda yerimizi aldık. Sırasıyla islâm ülkelerinin temsilcileri konuşmalarını yaptılar. Kürsüye gelen her bilim ve siyaset adamı, İslâm ülkelerinin içinde bulunduğu durumdan şikâyet ediyordu, yapılanların yeterli olmadığından yakınıyordu. Güney Afrika temsilcisinin yaptığı konuşma oldukça manidardı, hem heyacan verici hem de ibretlik bir konuşma yaptı:
”…kürsüye gelen her arkadaşımız, geçmişte İslâm âlimlerinin buluşlarından bahsediyor ve sonra da içinde bulunduğumuz yüzyılda Avrupalıların yaptıkları keşiflerin Kur’an’da var olduğundan bahisle övünüyorlar, Kur’an’da bu keşifler var ise eğer, neden bu keşifleri Avrupalılar yapıyor da bizler yapamıyoruz bugün? Kur’an bizim elimizde değil mi, içinde bulunduğumuz yüzyılda kaç tane dünya çapında isim yapmış ilim adamımız var?” Ayakta alkışlandı…

Öğle yemeği için ara verildi. Açık büfe, bir kuş sütü eksikti demek doğru bir tespit olacaktır. Yemek çeşitleri, meyve çeşitleri, tatlı çeşitleri hangisinden yiyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Birinden yerseniz öbüründen yiyemediğiniz için üzüleceksiniz, en iyisi yememek galiba…

Akşam yemeği çadırda yenecekmiş, şehrin biraz dışında, çölde kurulmuş çadır. Deve eti ikram edilecekmiş. Biz öğle yemeğini fazla kaçırdığımız için, birkaç arkadaş Trablus’un gece hayatını tanımak istedik ve gitmedik çadıra, Arap musikisinin o hareketli ritmiyle attık adımlarımızı sokak aralarında. Oldukça canlı bir gece yaşamı var Trablus’un. Çadıra giden arkadaşlarımız da memnundular, deve etinin lezzetini anlata anlata bitiremediler. Çadıra gitmediğimize pişman olmadık dersek doğru olmaz.

Bölge başkanları toplantısı

Bölge başkanları toplantısını kaldığımız otelin salonunda yaptık. Önce konferansın değerlendirmesi yapıldı, sonra Osman Yumakoğulları teşkilat ile ilgili kısa bir bilgilendirmede bulundu. Sonra da  Erbakan Hocamız konunşmasına başladı, talimatlarını arka arkaya sıraladı ve sözü holdinglere getirdi; “Bu holdinglere çok yüz veriyorsunuz, bunlar ilerde teşkilatın başına bela olacaklardır, uzak durun onlardan.” dedi, fevkalade sinirli bir şekilde söyledi bunları. Ben o güne kadar holdinglerin Erbakan Hocamız’ın izniyle teşkilatlarımızda çalışmalar yaptığını sanıyordum. Erbakan ne yapıyor, arkasından gidenler nelerle uğraşıyorlar, hayıflandım. Dinleyen kim, sanki Hocamız holdinglerle ilgili hiç birşey söylememiş gibi yapılanlar yapılmaya devam edildi.

Abdestsiz Kur’an okuma

Libya’dan döner dönmez başladık bütün hızımızla çalışmalara. O konferansta Müslümanların niçin geri kaldığı hakkındaki tespitlerin altı kalın çizgilerle çizildi. Yapılması gerekenler anlatıldı, bidat ve hurafelerden uzak durmamız gerektiğinin de altı çizildi. Fetva heyetinden birkaç kişi de vardı o konferansta. Libya sonrasında orada yapılan konuşmlar tartışmalarımıza yön verir diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Sadece turistik bir gezi yapılmış Libya’ya hepsi o kadar.

Konumuz, Abdestsiz Kur'ân’ın okunup okunamayacağı. Her toplantıda olduğu gibi, ben yine sunumumu yaptım. Konuya delil olarak sunulan Vâkı'a Suresi'nin 77-80'inci ayetlerinin abdestle ilgili olmadığını, bu ayetlerin bir tespit yaptığını, yapılan bu tespitin öznesinin de melekler olduğunu, bu ayetlerin peygamberliğin 3. yılında Mekke’de nazil olduğunu anlattım. Bu ayetlerin bir kitapta saklı olduğunu, o saklanan yere de temiz olanlardan başkasının uzanamayacağını açıkladım. Dolayısıyla bu ayetlerin Mushaf'ı abdestli olarak tutmakla, okumakla uzaktan yakından ilgisi yoktur’ dedim, devamını şöyle getirdim:
1- Vakıa suresi Mekkîdir. Bu surenin indiği sırada henüz Kur'ân, kitap halinde derlenmemiştir. Vahyedilenler, çeşitli yazı malzemesine yazılmış sayfalar halindedir, kitap halinde değildir. Bundan dolayı, Kur'ân okumak için, Mushafı tutmak için abdest almak gerekli değildir: Çünkü, ortada kitap yoktur.

Kur’an’a abdestli dokunulmasının gereği, tarih boyunca çoğunluk tarafından kabul görmüştür. Bu doğrudur, ancak onların bu doğrusu, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Dayanakları sağlam olmadığı gibi, ne yazıkki vahyin hedeflediği amaca da hizmet etmemektedir.

2- Abdest ayeti Medenîdir, Medine’de inmiştir. İki sûre arasında tam 20 yıl gibi bir süre vardır. (5/Maide/6) Vakıa suresi indiği zaman Müslümanlar abdeste dair vahiy kaynaklı bir bilgiye henüz sahip değildirler.

Kur’an Müslümanın başucu Kitabıdır

Kur’an’ı okumanın önüne yapay duvarlar örülmemelidir. Kur’an’a gösterilecek en büyük saygı; onu doğru anlamak, daha fazla insanın anlamasına yardımcı olmak, onu hayat içinde etkin kılmak ve bu yolları kolaylaştırmak olmalıdır. Ona giden yollara örülen duvarlar ciddi ve vahim sonuçlara yol açmıştır daha da açacaktır. Bu duvarlar/setler, Allah ile insanlar arasında mesafeler oluşturmuştur/daha da oluşturacaktır ve bu mesafeleri maalesef din istismarcısı birtakım aracılar kapatacaktır.
Bu yolla insanların bilerek veya bilmeyerek Kur’an’la bağları koparılmakta, hurafe ve batıl inançlarla iç içe yaşamasının önü açılmaktadır.

Peygamberimiz, Kur’an’ı en fazla sahiplenen ve vahyi en iyi taşıyan bir insan olarak Kur’an’ı abdest alarak okumadı. Abdestle okuyun da demedi. O dönem Müslümanları da Kur’an’ı abdestsiz okuyorlardı. Mushafa abdestli dokunma konusunda ısrarcı olanlar, Kur’an’a gerçek saygı olan Kur’an’ı dikkatle okuyup anlama ve buna uygun davranma konusunda ne kadar hassastırlar ona bakmak lazımdır.  

Mekkeli müşriklerin (çoktanrıcıların/putperestlerin) iddiasına göre Kur’an’ı Allah indirmemiştir (8/Enfal/ 32), onu Hz. Muhammed’in kendisi uydurmuştur (11/Hud/ 13) veya ona bu kitabı şeytanlar indirmektedir (26/Şuara/221). Güya Hz. Muhammed de onu Allah’ın indirdiğini sanmaktadır.
İşte Allah, Vakıa suresinin bu ayetlerinde müşriklerin bu iddialarına cevap olarak, Kur’an’ı her türlü kötülük ve günahtan arındırılmış olan meleklerin (vahiy meleğinin) indirdiğini, cinlerin, şeytanların vahyin kaynağına dokunamayacağı gerçeğini dile getirmiştir. Kur’an’ı abdestli okumayı değil.

Kur’an, Müslümanın başucu kitabıdır. O, her an her yerde Müslümanın elinin altında olmalı, Müslüman heran ondan yararlanmalıdır; cebinde, çantasında, ulaşabileceği en yakın yerde… O kitap, Müslümana, hayat yolunda daha bilinçli ve daha sorumlu davranması için adeta yoldaki işaretleri gösteren trafik levhaları gibidir. Çok çeşitli amaçlarla onunla içiçe olmamız gerekir. Sosyal sorunlarımızın, psikolojik sıkıntılarımızın cevaplarını onda bulabiliriz.

Kur’an’a dokunmadan, onu anlamadan; onunla yakınlaşmak, onu anlamak, onunla bilinçlenmek ve onun hayatımıza projeksiyon tutmasının önünü açmak mümkün değildir. Kur’an’a dokunmak için birtakım uygulamaların gerekli olup olmadığı tarih boyunca tartışılmıştır, bugün de tartışılmaktadır. Kur’an öğretimine giriş yapan herkesin önünde bu konu önemli bir sorun olarak durmaktadır.
Namaz için abdest almanın gereği Kur’an’da açıkça bildirilmiştir. (5/ Maide/ 6)
Kur’an’a dokunmak için abdest almak ve namaz dışında diğer dini uygulamalar için abdest almak gereki midir, değil midir tartışılmıştır. Bazı İslâm alimleri evet Müslümanlar namaz dışındaki diğer ibadetler için abdest almak zorunda değildir demişlerdir.

Hadislerde abdestin gerektiğine veya gerekmediğine dair farklı iki rivayet söz konusudur. Gerektiğine dair hadislerde; ellerin kirli olmaması, temiz (tahir) olması(Sünen, 1/122; Beyhakî ) yönündeki anlam daha belirgin iken, gerekmediğine dair hadislerde ise, “Ben yalnızca namaz kılacağım zaman abdest almakla (vudu’) emrolundum”( Kütübü Sitte: Hadis No: 3771, 3772, 3773, 3890) mesajı verilmektedir.

Abdestle ilişkilendirilen 56/Vakıa Suresinin 75-80‘inci ayetleri abdest-Kur’an ilişkisini değil, Kur’an’ın korunmuşluğu anlatır bu açıklama pek çok tefsirde dile getirilmiştir. Ayrıca Kur’an, evrensel bir kitaptır. Ona her insan ulaşmalı ki onu anlayabilsin ve ona inanabilsin.
Namaz dışında kişi abdestli dolaşmak istiyorsa, kendisine bir külfet olarak görmüyorsa elbette bu duruma kimse karışamaz. Ancak iş ve okul hayatındaki yoğun mesaide, sabah-akşam 1-2 saati yollarda geçen kentsel yaşamda, herkesten bunu beklemek ve hakkında açık bir hüküm bulunmadığı halde Kur’an’a abdestli dokunmayı dini bir buyruk gibi görmek ve konuyu sağlam delillerle temellendirmek mümkün değildir.

Hz. Peygamber dönemindeki yazım malzemeleri ve sınırlı sayıdaki Kur’an nüshaları dikkate alınırsa, yüzü gözü toz toprak ve kir pas içinde, çamurlu, hamurlu, yağlı ve kirli ellerle Kur’an’a dokunmak yerine ona temiz ellerle dokunmanın önerilmesi yerindedir ve saygının da gereğidir.

Ancak, Kur’an’a gösterilecek gerçek saygı (değer), onu raftan ve duvardan çalışma masamıza indirmek, onu incelemek, ona kulak vermek, asıl indiriliş amacına uygun bir yol izlemektir. Evet, Kur’an’ın daimi yeri çalışma masamızdır. O her an elimizin altında, baş ucumuzda olmalıdır.

Kadınların kabuğa kemiğinden yaratılmaları

Önemli bir tartışma konusu da insanın yaratılışıdır; “Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyetimi tutunuz zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutun ve onlara karşı iyi davranın.” (Buhârî, nikâh 79; enbiyâ 1.)

Başka bir hadiste de şöyle denilmiştir: “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da boşanmasıdır.” (Müslim, radâ 59.)

Bu Hadislerle, Allah’ın buyruğunun önüne geçilmiş ve Kur’an ötelenmiştir. Kadın da cahiliye çağında olduğu yere gönderilmiştir. Oysa Kur’an nnsanın yaratılışını şöyle anlatır:  "Ey insanoğlu, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun" (4/Nisa Süresi/1)

Bu âyette Havva'nın,  Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair hiç bir işaret yoktur. İnsan bir cevherden yaratılmış, eşi de aynı cevherden yaratılmıştır der Kur’an. Burada eş kadın da olabilir, erkek de. Israrla Havva olduğu konundaki gayretler, kadından çıkar elde etmek için olmalıdır.

Kur’an dışı kaynaklarda şöyle bir anlatım vardır, bu anlatımlar İslâm literatürüne hadis olarak girmiştir, amaç İslâm’ı yozlaştırmaktır, orijininden uzaklaştırmaktır. Bu konuda başarılı da olmuşlardır. Kur’an’a rağmen başarılı olmuşlardır.

Hikaye Tevrat’ta şöyle anlatılır: "Ve Rab Allah dedi: Adam'ın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah, Adem'in üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu, onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini otla doldurdu. Ve Rab Allah Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratıp onu Ademe getirdi. Ve Adem dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, bu insandan alındığı için ona "nisa" ismi verilsin dedi. Ve Adem karısının ismini Havva koydu, çünkü bütün yaşayanların anası oldu." (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 2/18-23)
Yine Yahudilerin kutsal kitabı Talmud'da şu ayrıntı vardır. "Havva, Adem'in onüçüncü kaburga kemiğinden yaratıldı."

Bu hikaye bizim hadis kitaplarımıza hadis adı altında girmiştir ve bu yalan peygamberimize fatura edilmiştir. Nisa Suresinin birinci ayetinin de anlamı saptırılarak, Havva Ademin eğe kemiğinden yaratıldı denilerek, kadınları aşağılamak tercih edilmiştir.

İsa’nın yeryüzüne inmesi

Bir günde üç konu oldukça fazla geldi. Sadece anlatıp geçsem sıkıntı yok, anlatırken araya girmeler, bu arada kontrolsüz çıkan, maksadını aşan kelimeler, oldukça yıpratıcı oluyor. Yapacak birşey yok, madem çıktım bu yola havlu atmak yok.
Hz. İsa’nın ıslahat için yeryüzüne ineceği konusu itikadi bir konu olmasına rağmen, çok önemlidir diye başladım sözüme: Çıkar çevreleri Hz.İsa'yı polemik konusu yapmışlardır. Sıradışı hamilelik, sıradışı doğum ve çarmıha gerilerek öldürülmek istenilmesi bu polemiklere zemin hazırlamış olabilir. Ona karşı ilk haksızlığı Bizans kralını manipule eden Yahudiler yapmışlardır. Daha sonra hristiyanlar, onun Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmiş ve onu Allah'a eş koşmuşlardır. Müslümanlar da Yahudi ve Hristyanların anlattıkları hikayeleri esas kabul ederek, Hz. İsa'yı kıyamet öncesi gelecek olan bir kurtarıcı kabul etme yanlışlığına düşmüşlerdir. Bu yanlış kabulde Müslümanlar arasındaki çıkar
grupları etkili olmuş olmalıdır. Nesilden nesile anlatılan İsa merkezli hikayeler maalesef bir şekilde hadis literatürüne de girmeyi başarmıştır.
Müslümanların çoğunluğu, Hz. İsa henüz ölmemiştir ve tekrar yeryüzüne dönecektir diye inanırlar, uydurma hadisleri esas alarak böyle inanırlar. Bu inançlarını da imanın şartlarından birisi gibi şiddetle savunurlar.

Bazı müslüman ilim adamları tarafından da, Hz. İsa ile ilgili Kur'an ayetlerinin anlamları kaydırılarak, konu çarpıtılmakta ve yanlış yorumlarla, Hz. İsa'nın geleceği sanki Kur'an'da varmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu tahriftir ve bu tahrif, Kur'an'ın açık beyanları gözardı edilerek
yapılmaktadır, Kur’an buyrukları şöyledir:

''Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim: ‘Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' İçlerinde olduğum sürece üzerlerine tanıktım. Sen beni vefat ettirince yalnız sen gözetleyici oldun. Ve sen zaten herşey üzerinde bir Şehid'sin, bir tanıksın.'' (Maide Suresi- 117)

Ayrıca, Enbiya Suresi‘nin 34'üncü ayetine bakarsak İsa'nın ölmemiş olması imkansızdır, hitap Peygamberimiz'edir: ''Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? ''

Ayetlerde geçen ''Teveffa'' kelimesi ''canın alınması'' anlamına gelir. Kuran'da bu kelime aynı anlamda 25 yerde kullanılır:
* ''Kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken melekler.... (4:97)
* Sizden birine ölüm geldiği zaman elçilerimiz onun canını hiç vakit geçirmeden alırlar. (6:61)
* Melekler canlarını alırken nasıl da (pişmanlık içinde) yüzlerine ve sırtlarına vururlar? (47:27)
* Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım. Canımı aldıktan sonra ise sen onların üzerine (5:117) gözetleyici oldun. Sen her şeye tanıksın.
* Onlar ki, nefislerine zulmedip dururlarken melekler canlarını alır. (16:28)
* İyi durumdayken melekler canlarını almaya geldiklerin:( 16:32) de,
* Onlara söz verdiklerimizin bir kısmını sana göstersek de veya canını alsak da, (10:46)
* Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak da (13:40)
* Ondan önce hayatına son versek de, onlar bize döndürüleceklerdir. 40:77
* İnkar edenlerin canlarını melekler alırken bir görseydin!..... 8:50, 10:104
* Ve sizi Allah yarattı, sonra da yaşamınıza son verir. 16:70
* De ki, üzerinize görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak ve sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. 32:11
* Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin. Tanıklık ederlerse, onları, ölünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. 4:15
* Elçilerimiz kendilerine gelip canlarını alırken....7:37
* Rabbimiz, biz, ‘Rabbinize inanın' diye imana çağıran bir davetçiyi işittik ve inandık. Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve iyi kişiler olarak canımızı al. 3:193
* Rabbim, sen bana hükümranlık verdin ve rüyaların yorumunu öğrettin. Yeri ve göğü ayırarak yaratansın. Dünya ve ahirette sensin benim Velim (sahibim). Canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat. 12:101
* Kiminizin hayatına son verilir, 22:5
* Sizden bazılarının canı daha erken alınır. 40:67
* İçinizden ölen erkeklerin geride bıraktığı eşleri 2:234
* Ölüp de geriye eşler bırakan erkekleriniz,... 2:240
* Allah İsa'ya şöyle demişti: Senin dünyadaki hayatına son vereceğim ve kendime yükselteceğim.''3:55

Eğer İsa ölmemiş olsaydı; Allah iman ile ilgili olan bu kadar önemli bir meseleyi muallakta
bırakmazdı. Mutlaka konuyla ilgili açık bir ayet gönderirdi.

Peygamberimiz'e fatura edilen hadisler

Hadislerde, İsa'nın yeryüzüne tekrar geleceği konusu Buhârî ve Müslim'in sahihi başta olmak üzere Deccâl'in çıkışı ile ilgili hadislerde açıkça tasvir edilmektedir.
-Hz. İsa, kıyametin kopuşuna dair on alâmetten biridir. (Ebu Davud, Sünen, II, 429-430.)
-İsa b. Meryem'in ineceği yer, indikten sonra yapacağı işler, Deccâl ile savaşması, Hz. Muhammed'in ümmeti olarak Mehdi'nin arkasında namaz kılması, dünyada ne kadar süre kalacağı, eceli ile ölüp Hz. Peygamber'in yanına gömülmesi en küçük ayrıntılarına kadar anlatılmıştır. (Buhârî, Sahih, ''Tabirür'r-rüya'', s. 33, ''Enbiya'', s. 48, ''Fiten'', s. 26; Müslim, Sahih, ''İman'', s. 273, 275, 277, ''Fiten'' , s. 110; Ebu Davud, Sünen, ''Melahim'', 14; Ebu Abdillah Muhammed el-Hakim en-Nisâburi, el-Müstedrek ale's-Sahihayn, Beyrut ts, IV, 492. Kadiyânîlik Bağlamında Mehdilik | 187 / Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII, Sayı: 24 (2011/2), s. 175-191)

İsa'nın kıyamet kopmadan önce yeryüzüne ineceği kelam kitaplarında da yer almıştır: (İbn Kayyim el-Cevziyye, Menakıbu Ahmed b. Hanbel, Kahire 1972, s. 169; Tahavi, Akidetü't-Tahaviyye, Beyrut 1978, s. 59; Ebu'l Hasan Ali b. İsmail el-Eş'arî, Makâlâtu'l-İslamiyyin va'htilâful-Musallin, Wiesbaden 1963, I, 323; Bağdadi, age., s. 270; Ebu Cafer Muhammed b. Ali ibn Babeveyh el- Kummi, Şii İmamiyye'nin İnanç Esasları, çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara: AÜİF Yay., 1978, s. 69)
 
Bu hadislerin anlattığına göre;

-''İsa, Şam Camii'nin doğu tarafındaki beyaz minareye inecek ve elinde bir kargı ile Afik denilen bir yerde ortaya çıkacaktır,
-Deccâl'i öldürecek ve sabah namazında Kudüs'e gelecektir.
-Müslümanların imamı olan Mehdi yerini ona vermek isteyecek fakat o kabul etmeyerek Mehdi'nin arkasında namaz kılacaktır.
-Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracaktır.
-Cizyeyi kaldıracaktır,
-kendisine inanmayan Yahudi ve Hıristiyanları öldürecektir,
-ve bütün insanlık Müslüman olacaktır.
-Yeryüzünde kırk yıl kalacak sonra ölecektir,
-namazı Müslümanlar tarafından kılınarak Medine'ye Hz. peygamber'in yanına Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer'in arasındaki yere gömülecektir.''

Kadiyanilere göre de Hz. İsa ölmüştür, ancak...
 
Kadiyânîler'e göre Hz. İsa çarmıha gerildiğinde ölmemiş, yaralanmıştır. Yaralarını "Merhem-i İsa" denilen bir ilaçla iyileştirmiş ve İncil'i öğretmek için Keşmir'e gelmiştir. Burada yüz yirmi yaşında vefat eden Hz. İsa, Srinagar'da gömülmüştür. Bu nedenle, Kıyamet öncesinde gelmesi beklenen Mesih, Hz. İsa değil, Hz. Muhammed'in ümmetinden yaratılış bakımından ona çok benzeyen birisi olacaktır. Müslümanların beklediği Mehdî de ayrı bir kişi olmayacak, Mesih'le aynı kişi olacaktır. Bu kişi de Mirza Gulam Ahmed'den başkası değildir.
Mesih ve Mehdi olan Mirza Gulam, hem Hz. İsa'nın, hem de Hz. Muhammed'in ruhsal gücünü taşımaktadır. Bu nedenle barışçıdır, cihadını kılıçla değil propaganda ile yapacak ve böylece İslâm'ı yayacaktır. Kılıçla cihad döneminin kapandığını İslam'ın dünyaya yayılması için kalem ve dua dışında bir metodun olmadığını savunmaktadırlar. (Fığlalı, Kadiyanilik, s.52-53. 182 |Ahmet YÖNEM/Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XIII,Sayı: 24 (2011/2), s.175-191)

Sonuç:
 
1-Kur'an'ın beyanına göre, Hz.Muhammed son Peygamberdir. O‘ndan sonra başka peygamber gelmeyecektir: "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın rasûlu ve peygamberlerin de sonuncusudur." (Ahzab 40)

2-Hz. İsa gelip de ne yapacak, Hz.Muhammed'in eksik bıraktığı veya beceremediği, yetersiz kaldığı hangi işi tamamlayacaktır? Ayetlerde Hz. İsa'nın öldüğü belirtildiği halde, Hz. Muhammed niçin Hz. İsa'nın geleceğiyle ilgili hadisler söylemiştir. Peygamber'in Allah'a rağmen birşey söylemesi mümkün değildir: ''Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış veya eksiltmiş olsaydı, Biz onu perçeminden kuvvetle yakalardık ve sonra onun şah damarını koparıverirdik.'' (Hakka 44-46)

4-Bu kadar önemli olan bir konu -ki, inancımızla ilgilidir- Kur'an'da niçin yer almamıştır?

5-Hz. İsa'nın geleceği konusunda ısrarcı olanlar, Mehdi'nin geleceği kousunda ısrarcı olanlar, dini stismar ederek, çıkar elde edenlerdir/ etmek isteyenlerdir. Bir başka ifadeyle, dini kullanarak nemalananlar Hz. İsa'nın ve Mehdi'nin geleceği konusunda ısrarcı olanlardır. Kendilerine itibar edilmemelidir.
 
6-Allah, bilmeden işlenen günahlara yapılan tevbeleri kabul eder, bilerek işlenen günahları, günahta israr edenlerin günahlarını ise affetmeyecektir: ''Doğrusu, Allah'ın tevbeleri kabul etmesi, ancak bilmeyerek kötülük işleyen ve sonra, zaman geçirmeden tevbe edenlere mahsustur. Allah onlara rahmetiyle tekrar yönelecektir, zira Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.'' (Nisa 17)
 
7-Allah kafasını çalıştırmayan insanları pislik içinde bırakacaktır: ''... Allah, aklını kullanmayanları pislik içinde bırakır.'' (Yunus 100)

8- Allah'ın çizdiği yolda yürüyen insanların zaten Hz. İsa'ya ihtiyaçları yoktur. Onun yolunda yürümeyen inananların ise son ondaki yapacakları tevbe zaten kabul edilmeyecektir: ''Oysa ne ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında "Şimdi tevbe ediyorum!" diyenlerin tevbesi kabul edilecektir, ne de hakikat inkarcısı olarak ölenlerin; Biz, işte böylelerine şiddetli bir azap hazırlamışızdır.'' (Nisa 18)
 
9-İsa'nın gelmesi din istismarcılarının dışında kimsenin işine yaramaz…,

Bitirirken sözü, sözün Sahibi‘ne bırakalım: ''İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak edecek misin Allah'ım? (Araf 155)

Devam edecek…