31 Ocak 2022 Pazartesi

DEĞER VERİLENLERE SAYGISIZLIK YAPMAMAK GEREKİR/SEZENAKSU VE ŞARKISI ÜZERÜNE

30.01.2022 23:23 ...Abone Ol Her insanın, her toplumun, her dinin kutsalları vardır. Değer verdikleri şeylerdir bunlar. Bu değerler aşağılanamaz, hor görülemez, yok farz edilemez, görmezden gelinemez. Fikir özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi bahanelerin arkasına sığınılarak insanlar rencide edilemez. Böyle yapılırsa hak ihlali yapılmış olur. Hak ihlali yapan, insanlık suçu işlemiştir. İnsanların kutsallarına küfretmek, saygı göstermemek nefreti doğurur. Nefret çatışmayı tetikler. Toplum gerilir. Suç işleyen alkışlanırken mağdura sabır tavsiye edilemez. Mağdur olan şahsın da aynı derecede suç işleyene mukabele etme hakkı vardır. Burada suç işleyenin özür dilemesi gerekir. Nefret suçunu işleyen makam –mevki sahibi ise, meşhur bir kişiliği varsa kendisini toplumun kanaat önderi olarak gören bazı kişilerin o kişinin avukatlığına soyunmaları şık durmaz. Ölmüş olan kişilerin geriye bıraktıkları miraslar üzerinden konuşulması anlaşılabilir bir şeydir ama insanların değerlerini aşağılayan kişi sağ ise ve sessiz kalmayı tercih ediyorsa onun avukatlığına soyunmak yanlış olur. İşlenen suçun da geçmişte işlenmesiyle bugün işlenmesi arasında fark olmaz. Suç suçtur. Hele bu nefret suçu ise, o her zaman güncelliğini koruyan bir suçtur. Yüce Yaratıcı bu konuda şöyle der: "Onların Allah’tan başka yalvarıp sığındıkları varlıklara sövmeyin ki onlar da kin ve cehaletten dolayı sizin İlahınıza sövmesinler: zira biz her topluma kendi yaptıklarını güzel gösterdik. Ama zamanı geldiğinde onlar Rablerine döneceklerdir: O zaman Allah onlara bütün yaptıklarını en doğru şekilde anlatacaktır."(Enam 108) “Başka insanların kutsal saydığı, değerli saydığı herhangi bir şeye -bu, Allah’ın birliği prensibini ihlal ediyor olsa bile- sövmenin yasaklanması çoğul olarak ifade edilmiştir ve bu nedenle bütün müminlere hitap etmektedir. Böylece Müslümanların, başkalarının yanlış inançlarına karşı çıkmaları istendiği halde, bu inançların temel unsurlarını tezyif etmelerine ve böylece hata yapan insanların duygularını incitmelerine izin verilmemiştir.” Bu açıklamayı Meal sahibi Muhammed Esed yapmıştır. Müslümanlar, Gayrimüslimlerin değer verdikleri şeylere küfretmemelidirler, o değerleri aşağılamamalıdırlar, o değerler üzerinden inançlılar rencide edilmemelidir. Kur’an bunu yasaklamıştır. Bu ayet, sadece Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasındaki münasebetlerin düzenlenmesinde geçerlidir de Müslümanların kendi aralarındaki münasebetleri düzenleme de geçerli değildir diyemeyiz. Bu egoistçe bir yaklaşım olur. Veya, Gayrimüslimler Müslümanların değer verdiği şeylere küfredebilirler; çünkü onlar ile ilgili bir düzenlemeye Kur'an yer vermemiştir de diyemeyiz. İster inançlı olsun isterse inançsız; kim olursa olsun hiçbir kimse diğerinin değer verdiği şeye küfretme hakkına sahip değildir. O insanların inançlarının doğruluğu veya yanlışlığı küfretmelerinin bahanesi olamaz. İnsan hakları açısından bakıldığında bu böyledir. Birisi kalkar da bir densizlik yaparsa ve de o densize birileri de destek olursa, onun avukatlığına soyunursa o kişinin de o küfredenle beraber aynı kefeye konulması gerekir. Küfretmenin içine; itibarsızlaştırma girer, alay etme girer, dalga geçme girer... Bu yapılan ister küfür içeren sözlerle olsun ister şiir dizelerinde ister tiyatro sahnesinde ister karikatür yapılarak isterse de şarkı söyleyerek olsun, fark etmez. Kur'an bu konu da biraz daha hassas davranır ve "kaş-göz hareketleriyle" aynı işi yapanlara da" veyl olsun/ yazıklar olsun" der.(Hümeze suresi) Kur'an insan onurunu her fırsatta öncelemiştir. Müslümanlardan da aynı hassasiyeti ister. Kur'an işi yapanla işi yapanı alkışlayanı aynı tencereye koyar. Hangi mevkide hangi pozisyonda, hangi makamda olursa olsun Kur'an haklar açısından herkesi aynı derecede eşit görür. Müslümanlar ne zaman adam olur derseniz cevabım şöyle olur; değerlerine sahip çıktıkları zaman.

26 Ocak 2022 Çarşamba

KOVİD-19 VİRÜSÜ İLE MÜCADELE EDERKEN TOPLUCA DUA ETMEK LAİKLİĞE AYKIRI MIDIR?

Kovid-19 salgını aldı başını gidiyor. Hergün yeni yeni isimlerle piyasaya sürülen veya mutasyona uğrayan değişik Kovid-19 versiyonlarıyla tanıştırılıyoruz. Vaka sayıları artıyor, Kovid-19’dan veya Kovid-19’a bağlı olan hastalıklardan ölenlerin sayısı anahaber bültenlerinin konusu olmaya devam ediyor. Temcid pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze mi konuyor, yoksa yeniden mi pişiriliyor hergün bu pilav tam olarak bilemiyoruz. Bu belirsizlik de insanların moralini bozuyor, pisikojilerini bozuyor. Yine Kovid-19 virüsüne bağlı algı operasyonları da hız kesmeden devam ediyor. İnsanların bir kısmı hiç aşı olmazken diğer bir kısmı üçüncü dördüncü aşısını olmuş. İnsanlar aşılılar ve aşı karşıtları diye kamplara bölünmüş durumda. Yetkililerin “Aşı olsan da olmasan da Kovid-19’dan kaçış yok.” açıklamaları insanları oldukça tedirgin ediyor. Hele bir de maske rezaleti var. Kimisi bir kullanımlık kimisi iki- üç kullanımlık. Maske üzerinden vurgun yapanların sayısı oldukça kabarık. Devlet yetkilileri ve bakanlık koltuğuna oturan zevât bile vurgun peşinde. Seyahet özgürlüğü, eğlence özgürlüğü, alı-şveriş özgürlüğü kısıtlanmış. Misafirliğe gidip gelinemiyor. Dostlarınızla aranıza 1.5 metre mesafe koymak zorundasınız. Öyle kucaklaşmak, koklaşmak, öpüşmek falan yok. Günlük yaşam felç olmuş durumda. Bütün bunlar oluyor olmasına da, herşey insanların gözü önünde oluyor, insanlar bu sıkıntıları birebir yaşıyor ama ibret almayı hiç düşünmüyorlar. Bu salgınlar geçmiş yıllarda da olmuş. Toplu ölümler olmuş, bir nesil olduğu gibi hastalıktan kırılmış. Veba denilmiş, verem denilmiş, sarıhumma denilmiş, kolera denilmiş v.b. Bugün de Kovid-19 deniliyor, farklı bir şey yok. Yapılacak şey, yetkililerin uyarılarına karşı duyarlı olmak, ilgisiz kalmamak ve sonrasında tevekkül etmektir. Günümüz insanında eksik olan şey tevekküldür. Çünkü günümüz insanı her şeyi çok iyi bilir, her şeyi kendisi yapar, kimselere de muhtaç değildir. Muhatabınıza Yaratıcı’nın varlığından bile bahsedemediğiniz zamanlar olur. İsyanı tavan yapar. Tevekkülü yoktur. Geçmişten bize ulaşan bilgiler var. O zamanın insanları da başlangıçta benzer tepkileri vermişler. Sonuçta çareyi ölüm danslarıyla teselli bulmakta aramışlar kilise avlularında. Bizim gidişimiz de oraya doğru galiba. Yakında biz de ölüm dansları yapmaya başlayacağız. Çünkü Kovid-19 virüsü insanların aklını başından almadı daha. Toplu ölümlere de sebep olmadı daha. Çünkü kısa süre içinde ve hızlı bir şekilde önlemler alınmaya başlandı. Aşı konusunda da aynı şekilde tedbirler alındı. Yapılması gerekenler bu süreç içinde yapıldı. Yapılanlar kolay işler değildir. Dedikodular her zaman yapılır, dedikodulara bakarak yapılanları küçümsemek nankörlük olur kanısındayım. Yapılması gerekenler yapılmaya devam ediyor. Henüz havlu atılmamıştır. Ancak bütün bu tedbirler alınırken, toplu yapılan dualar ihmal edilmiştir. Ben rastlamadım. Hristiyan aleminde, Yahudi aleminde ve Müslüman aleminde veya Pagan aleminde ben böyle bir toplu duaya şahit olmadım. Bana göre eksik olan budur. Motivasyon dua ile sağlanır. Ritüeller motivasyon kaynağıdır. Bütün güçlerin üzerinde bir güce sahip olan ‘O’ varlıktan hiç yardım talep edilmemiştir. Talep edilmeliydi. Yaşama tutunmak için ümit içinde olmak gerek. Yani bizler hiç günah işlemedik mi? Nedir bu gurur bu kibir? Kimdir kafa tuttuğumuz o varlık? İnsanlık O varlığa rağmen mi sürdürüyor hayatını? Bu ne aymazlıktır? Daha bir sineği bile yaratamamışken, kime güveniyoruz ki? Neyimize güveniyoruz ki? Tanrılar adına kesilen kurbanlar, adaklar, yalvarışlar, yakarışlar boşuna değildir. Geçmişte bunlar yapılmıştır. Mesela Hitit Kralı ll. Murşili. Dua etmiş. Salgın hastalıkların zararından kurtulmak için yapmış bu duayı. Kral devletin başı demektir. Bugünkü başlar da aynı şeyi yapabilirler, yapabilirler değil yapmalıdırlar. Yok yok öyle demeyin, korkmayın, laiklik falan elden gitmez. Korkanların korktuğu şey başlarına gelmez. Hem böyle korku içinde yaşamanın anlamı da yoktur. Laiklik elden gidecek mi gitmeyecek mi, onu denemek gerekir. Üzerinden 100 yıl geçmiş hâlâ laiklik elden gidiyor diye korkulu rüyalar görmenin de anlamı yoktur. Artık bu kâbustan kurtulmak gerek. Bakınız, MÖ 2.000 yılında ll.Murşili ne yapmış, ne yapacak, dua etmiş: Hititler’de insanlara bulaşan tüm hastalıkların, tanrılar tarafından gönderildiğine inanılmaktaydı. Ülkeye zarar verme yönünden en çok korkulan hastalık da “salgın hastalıklar”dı. Hititler’de bu hastalık türüne genel olarak “henkan-/hinkan” adı verilmekteydi. Diğer hastalıklarda olduğu gibi, salgın hastalıkları iyileştirmek için de dinsel yollar seçilirdi. Bu yollardan biri ise, dua idi. Hastalıkların kaynağını tespit etmek ve iyileştirmek için yapılan dualara en güzel örnek, II. Murşili’nin veba duasıdır. M.Ö. 1321-1295 yılları arasında Hitit ülkesine hükümdar olmuş II.Murşili tarafından yapılan “Veba Duası” nın tanrıların öfkesini dindirmek amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Şiirsel anlatımı ile de edebiyat tarihi açısından ayrı bir yere sahip olan dua, Hitit Panteon(çoktanrılılıkta bir ulusun, bir halkın bütün Tanrıları)‘ un baş tanrısı olan Fırtına Tanrısı Teşup ve diğer Tanrılara olan hitapla başlar. “Ey Hatti’nin fırtına Tanrısı, benim Efendim ve ey Siz, benim Efendim olan bütün Tanrılar! Doğrudur, insan günah işler. Benim babam da günah işledi. Hatti’nin Fırtına Tanrısı’nın, benim Efendim’in sözünü dinlemedi. Ama ben, ben hiç günah işlemedim. Doğrudur, babamın günahı oğluna da geçer, bana da babamın günahı geçti. Şu anda Hatti’nin Fırtına Tanrısı’na, benimEfendime ve Efendim olan bütün Tanrılara iletirim ki, doğrudur, biz bu günahı işledik, bunu yaptık. Ve şimdi ben, babamın günahını doğruladığıma göre, Ey Hatti’nin fırtına tanrısı, ey benim sahibim ve ey benim sahibim olan bütün Tanrılar! Niyetleriniz artık değişsin! Artık benim için de yeniden dostça şeyler düşünün! Ve artık vebayı Hatti ülkesinden kovun! Ey Tanrılar, siz ki benim sahibimsiniz. Eğer Tudhaliyas’ın kan öcünü almak istiyorsanız, bilin ki, Tudhaliyas’ı öldürenler, döktükleri kanın kefaretini ödediler ve Hatti ülkesi dökülen kan yüzünden yok olacak duruma geldi, böylece Hatti ülkesi de kefaretini ödemiş olmadı mı? Eğer bu kefareti ödemek sırası bana gelmişse, ben de şimdi bütün ailemi bu günahtan ve bu kefaretten kurtarmak istiyorum. Ve siz ey Tanrılar, sizler ki benim Efendim siniz, artık öfkeniz yatışsın. Ey tanrılar, benim sahibim olan Tanrılar, artık bana karşı eskisi gibi iyilikler düşünün. Dileğim huzurunuza varmaktır, huzurunuzda dua ettiğim için, kötü hiçbir şey yapmadığım için beni dinlemelisiniz, bir zamanlar yanlış yola sapanlardan, kötü işler yapanlardan hiç kimse kalmadı artık. Hepsi öldü. Ama babamın günahı bana bulaştığı için, yalnızca bunun için, bakın sizlere, ey Tanrılar, ey benim Efendilerim, Sizlere ülkem için, ülkemi vebadan kurtarmanız için, kefaret kurbanları sunuyorum. Bu acıları çekip çıkarın yüreğimden, ruhumdan bu korkuları alın benim.” Anlaşılan odur ki, Veba, Hitit devletini önemli ölçüde güçsüz bırakmıştır. Halk ve yönetim çaresizdir. Vebanın genellikle kentlerde ortaya çıktığını düşünecek olursak, Hitit ordularının da salgının şiddetine göre, başka kentlerde mevkilendirildiğini düşünmemiz doğru olacaktır. Bununla birlikte salgının, neredeyse tüm Önasya’yı etkisi altına aldığı görülmektedir. Hititler’in temizliğe ne denli önem verdiğini biliyoruz. Hattuşa’ya gidenler, MÖ 2.000 yılında şehrin kanalizasyon teşkilatını nasıl kurduğunu göreceklerdir. Evlerin banyolarını göreceklerdir. Isıtma sistemlerini göreceklerdir. II. Murşili, ilk bakışta aleyhine görünen durumu belki de yaptığı dua ile kendi lehine çevirmeyi bilmiştir. Halkına özgüven aşılamıştır. Halkın motivasyonunu yükseltmiştir. Halka yalnız olmadıklarını anlatmıştır, bir Sahiplerinin olduğu düşüncesini kavramalarını sağlamıştır. Ümit vermiştir halkına. Ben inanıyorum ki; günümüz insanları da devletlerin başları tarafından yapılacak böyle bir dua ile motivasyon kazanacaklardır. Bu mümkün olacak bir şeydir. Denemenin zararı olmaz.

YETER ARTIK EY MAGAZİN FAHİŞELERİ

Kara mizah almış başını gidiyor. Vur abalıya mantığı. Amaç üzüm yemek değil bağcıyı döğmek. Derenin alt tarafında olan koyuna, üst tarafında olan kurdun, niçin benim suyumu bulandırıyorsun mantıksızlığı. Biraz insaf lazım, biraz aklıselim lazım. Nerede o vatan sevgisi nerede o millet sevgisi. Ne oldu sana ne oldu böyle. Kimsin sen. Kimedir hıncın. Magazin fahişeleri bunlar. Bunların derdi günü kurtarmak. Alavere dalavere yaparak nöbeti Kürt Mehmet’e yıkmak. Ben 70 yaşıma geldim. Kendimi bildim bileli bu kara mizah devamlı yapılır. Nehar Tüblek’in kaleminden yapılırdı o zamanlar, şimdi Nehar Tüblekler çoğaldı. Filim çekilirdi köyün hocası pejmürde kıyafetiyle ve tiksindirici sakalı ve cübbesiyle, şeytani görünümler arz ederdi. Köy ağasının ayak oyunlarının figüranlığını yapardı. Amaç o şeytan kılıklı hocanın üzerinden İslâm’a saldırmaktı. Nehar Tüblek de aynı mantıkla çizerdi karikatürlerini. Günümüzde o algı mantığı değişmedi. Bir öğrenci yurdunda yangın çıksın, hurraaa… Hep bir ağızdan öğrenci yurdu üzerinden hedefe konan yine İslâm’dır. Sapığın birisi cinsel istismar da bulunur -bu sapık konu mankeni de olabilir- hurraaa … Yine cinsel istismarcı üzerinden İslâm’a saldırılır. Bir cemaat yurdunda gencin biri intihar eder hurraaa… O cemaat üzerinden İslâm’a saldırılır. Yetti artık be. Gerçekten yetti. Kimsiniz siz, kimin davuluna tokmaklık yapıyorsunuz? Sanatçısıyla, siyasetçisiyle, medyasıyla, sosyal medyasıyla koro halinde vur abalıya. Dün Müslüm Gündüz üzerinden, Fadime Şahin üzerinden, Ali Kalkancı üzerinden İslâm’a saldıranlarla bugün saldıranlar aynı zihniyetin sahipleridir, sadece isimleri, kimlikleri değişiktir. Nur cemaatine oldum olası mesafeli durmuşumdur. Ancak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu kurulalı, bu insanlar evlerde yurtlarda dergâhlarda çalışmalar yaparlar, risaleler okurlar, gazeteleri vardır, dergileri vardır, yurtları vardır, dershaneleri vardır, okuyucuları vardır, yazıcıları vardır, tarikatları vardır. Bu insanlar 82 milyonun içinde yaşarlar. Bunların dışında başka cemaatlerde vardır; Süleymancıları vardır, Menzilcileri vardır, İskender Paşacı cemaati, İsmailağa cemaati vardır, daha başkaları da vardır. Allah aşkına bugüne kadar bu cemaatlerin (fötö hariç) hangi terörist eylemi yaptığını, vatanın hangi değerini aşağıladıklarını, milletin hangi kutsalına el uzattıklarını gördünüz? Nur cemaati; yazıcısıyla, okuyucusuyla hep birlikte taaa en başından beri Fethullah Hoca(!) grubunu Nur Cemaatinin dışında tutmuştur. Hiçbir zaman onlara Said-i Nursi’nin öğrencisi gözü ile bakmamışlardır. Onu diğer cemaatlerle karıştırmamak lazımdır. Hal böyle iken, her yaprak kımıldadığında Müslümanların üzerine yapılan bu saldırılar neyin nesidir? Demokratız dersiniz saldırırsınız, Atatürkçüyüz dersiniz saldırırsınız, Liberaliz dersiniz saldırırsınız. İşiniz hep saldırmaktır, tek bildiğiniz şey saldırmaktır. Magazin fahişeleri, bu sefer Enes Kara üzerinden saldırıyorlar. Ajitasyon yaparak saldırıyorlar. Gelenek değişmiş değil, hedef yine İslâm. Allah rahmet eylesin Enes Kara’ya. Ailesine de sabırlar diliyorum. Hiç kimseye Allah evlad acısı yaşatmasın. Zor bir şeydir. Acıların en büyüğüdür. Ancak çocuk ateist, herhangi bir inanca sahip değil. Ailesi oğullarını okutmak istiyor belli ki, anlaşılan maddi durumları yeterli değil. Çocuk hayattan kopmuş, okumak istemiyor. Ancak içine kapalı birisi olmalı ki, bu halini kimseye açamıyor. Bunalıma giriyor ve intihar ediyor. Bu çocuğun ateist olmasında bugünün çığırtkanlarının da payı vardır. Bu genç durduğu yerde ateist olmadı. Hiçbir kutsal değere saygısı olmayan magazin fahişelerinin de o çocuğun ateist olmasında katkıları vardır. Biz sosyal demokrasiye inanırız diyenlerin de dahli vardır. ‘İnançlı bir nesil istemezük! diye bağıranların da dahli vardır. Suçlu aranıyorsa o suçlu gösterilen adreste değil, o adresi gösterenlerin içinde aranmalıdır. Ben Avrupa’da yaşıyorum. Geçmişi ‘engizisyonlara’ dayanan Avrupa ülkelerinde, Ortaçağ karanlığını yaşayan Avrupa ülkelerinde. Onların içinde ateist olanlar da var. Ama ben öyle ulu orta, pervasızca, sırf algı oluşsun diye halkın çoğunluğunun kabul ettiği Hristiyanlığa saldırdıklarını işitmedim okumadım onların. “Hem biliyor musunuz? Ekşi sözlükte şöyle bir tespit var: Ateistlerin intihar oranı, bir dine inananlara kıyasla çok daha yüksektir. kendisini bir dine nispet etmeyenler arasında intihar teşebbüsünün yaygınlığı, günümüzde birçok araştırma tarafından da ortaya koyulmuştur. Bunların en büyük sebebi, “dinlerin sabır telakkisi, her şeyin bir anlamı olduğu mesajı, hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı ve nihai adaletin gerçekleşeceğine dair mesajlardır.“ Sizler kimsiniz ey tatlı su balıkları! Sizler kimlerin neslisiniz! Halkı Müslüman olan ülkede yaşıyorsunuz, bari biraz arlanmanız olsun, utanmanız olsun da içinde yaşadığınız ülke insanının dini inançlarına biraz saygı gösterin! Üstelik bu dini cemaatlerin oluşmasına siz çanak tuttunuz. Atatürkçüler, sosyal demokratlar çanak tuttular. Tekke ve Zaviyeleri niçin kapattınız. Hangi olumsuz faaliyetlerinden dolayı kapattınız. Kapattınız da onlar yok mu oldu. Onları kapatmasaydınız kontrol altında tutma imkânınız olacaktı. Yazımı Ahmet Hakan’ın Enes’in babası için yazdığı şu cümleleriyle bitiriyorum: -“ Evladını senin kayıtsızlığın ve muazzam anlayışsızlığın öldürdü. - İntihara kadar sürüklenecek bir psikolojiyi fark edememiş olman öldürdü. - “Oğlum, galiba senin bir derdin var, hadi anlat bana” dememiş olman öldürdü. - Kendisini gayet ifade eden oğluna kulak vermemen öldürdü. - Oğlunun bunalımını ciddiye almaman öldürdü. - Oğluna “Sakın kendini baskı altında hissetme evladım” dememen öldürdü. - Oğlunu cemaate terk ederek her şeyin en güzelini yaptığına duyduğun kesin inanç öldürdü. - Sorumluyu asla kendinde aramayan, hep başkalarında arayan şu sorumsuz tabiatın öldürdü.“

LAĞIM MEDYASI CHP TOPLANTI BERLİN

Rüştü Kam CHP Berlin Birliği tarafından organize edilen toplantıya davet edildim. Davete icabet ettim. CHP Genel Başkan Yardımcıları Oğuzkaan Salıcı, Ahmet Ünal Çeviköz ve CHP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil Sütlü konuşmacı olarak toplantıya katıldılar. Oturum başkanı Kenan Kolat tarafından kendilerine sırayla söz verildi. Konuşmaların merkezine iktidar partisi konuldu. Yaptığı her şey eleştirildi. ‘Ekonominin düzgün gitmediğinden, dış politikanın yanlışlığından, bürokratların kadın düşmanlığından, Kanal İstanbul’un yapımına mâni olunacağından, Libya’ya asker göndermenin yanlışlığından ve lağım medyasının CHP’nin haberlerini kasıtlı olarak vermediğinden bahsedildi’. Soru cevap bölümü kısa tutuldu. Dolayısıyla sorular cevapsız kaldı. Oğuzkaan Salıcı “salonda basın var, CHP’ li olmayanlar var bundan dolayı soruların yarısına cevap veremeyeceğim, soruların çoğu bizim iç meselemizle ilgilidir” diyerek soruların yarısını elediğini ifade etti. Devlet sırrı olsa tamamdır deriz, anlarız, ancak üyelerin parti hakkındaki tekliflerine verilecek cevapların basının ve CHP’ li olmayanların yanında konuşulamayacak kadar gizli olması ister istemez aklımıza CHP’ nin gizli ajandası mı var? sorusunu getiriyor. Toplantıda, Almanya’daki Türklerin sorunları ile ilgili bir paragraf açılmadı. Sadece CHP değil, CHP nin dışındaki partiler de buraya geldiklerinde aynı şeyleri yapıyorlar. İktidar partisi de dahil olmak üzere. İçinde yaşadığımız ülke Almanya. Bizlere anlatılan sorunlar Türkiye’nin sorunları. Paradoks değil de nedir bu. 11 ay Almanya’da yaşayan sene de 1 ay Türkiye’ye giden diasporayı Türkiye’nin sorunları niçin bu kadar ilgilendirsin. Bize lazım olacak olan Almanya’da yaşayan Türkiye insanına Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından hangi hizmetler sunulacaktır, hangi haklar verilecektir, hangi sorunlar çözülecektir, bunlardan bahsedilmiyor. Kanal İstanbul’u yaptırmayacaklarmış, yaptırmazsanız yaptırmayın, bize ne sizin kanal İstanbul’unuzdan… Bizim çocuklarımız değerlerinden uzaklaşmış, ırkçılık almış başını gidiyor, İslamofobi tavan yapmış; parti sözcüleri buraya gelip hâlâ Kanal İstanbul’dan bahsediyorlar…! Ayıptır, günahtır…Diasporasına bîgâne başka bir ülke yoktur herhalde dünyada… Ayrıca, konuşmalar insanlarımızı ayrıştırıyor. Her partiye göre, ayrıştıran hep öbürü oluyor. Parti sözcüleri kendilerini Türkiye’de sanıyorlar. Almanya’da yaşayan 4 Milyon insanımızın birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Türkiye’nin sorunlarını Almanya’ya getirmenin anlamı yoktur. Parti sözcüleri Almanya’da yaşayan insanımızın ihtiyaçları üzerinde çalışmalar yapmalı ve o çalışmaların doğrultusunda insanımıza yön vermelidir. CHP sözcüsü Sera hanım, “lağım medyası”ndan bahsetti. Yandaş medya demiyormuş artık, lağım medyası diyormuş. Bu ne kadar çirkin bir benzetmedir. Bu küfürdür. Bu küfür o salonda bana ve benim gibi arkadaşlara yapıldı. Salonda bulunan arkadaşlar da bu küfrü alkışladılar. Küfür kime yapılırsa yapılsın alkışlanmaz, ayıptır. Onlara göre, orada bulunan benim gibi gazeteciler lağım medyasının temsilcileri olduk. Sera hanımın bilmediği şey var; diaspora ne demek onu bilmiyor. Diasporada yaşayan insanlar hangi şartlarda yaşıyorlar onu da bilmiyor. Almanya’da hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun insanlar birbirlerine küfretmezler. Birbirlerine saygı ile davranırlar, birbirlerine tahammül ederler. Buraya gelip, hem de davet ettiğiniz insanlara lağım medyası diyerek küfrederseniz bu şık durmaz. Sosyal Demokratlığa ise hiç yakışmaz. Birlik ve beraberlik çağrısının sıkça yapıldığı bir toplantı da böylesine bir hakaret, olmadı, hiç olmadı, yanlış oldu. Ben Sera hanımın seviyesine inmeyi düşünmüyorum. Tribünlere oynamak her zaman fayda getirmez Sera hanım... Ben özelikle Sera hanımı Kenan kardeşimin müsaadesiyle şiddetle kınıyorum... CHP’ li kardeşlerimiz toplantıda neler konuştular özetle sizlerle paylaşacağım. Değerlendirmeleri sizlere bırakacağım: “CHP İyi Parti ve Saadetle ittifak yaptı. Aslında CHP normal şartlarda Saadet Partisiyle ittifak yapmaz. Şartlar bizi bu noktaya getirdi. CHP, tarihinde ilk defa İstanbul seçimlerinde %54 oy aldı. Bu başarıdır sonuç değildir. 17 yıldır iktidar olan bir partiye karşı başarı kazandık. İzlediğimiz strateji sayesinde elde ettik bu başarıyı. Yaptığımız bu ittifak, Türkiye normalleşinceye kadar devam edecektir. 2001 yılındaki Ecevit hükümeti zamanında da aynı durumları yaşadık. Yazar kasalar fırlatılıyordu başbakanlığın önüne. Başkanlık sistemine geçildiği günden beri de ekonomik kriz hızlandı. Sözcü gazetesinin yazarları fetöcü diye cezalandırıldı. Herkes bir araya gelerek bu iktidarı mutlaka devirmelidir. Buna ihtiyacımız vardır. İktidar Ortadoğu’ya müdahale etti, düşman kazandı. Arapların Türkiye’ye karşı güvenleri zedelendi. Müttefiklerimiz olan Avrupalılar da bizlere güvenmiyorlar artık. İktidar Türk askerini kullanarak kaybettiği güveni yeniden kazanmak istiyor. Libya’ya asker göndermenin arkasında yatan gerçek budur. Libya’ya asker gönderilmeyecek, cihatçı gönderilecek. Libya’ya asker gönderme isteği meclise geldi 3 partinin dışında kalan diğer partiler hayır oyu kullandılar. Askerlerin de %56 sı Libya’ya gitmek istemiyor. 2013 yılından beri İsrail’de, Mısır’da Suriye’de, Yemen’de Büyük Elçimiz yok. Dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar tacize uğruyorlar. CHP bu konuda mücadele ediyor. İktidar Ortaçağ özlemiyle yaklaşıyor kadınlarımıza. Akademisyenlerin %56’ sı kadın olmasına rağmen üst kademelerde kadın görmek mümkün değil. Buraya gelirken bir bayan anlattı, burada kadınlar için park yerleri varmış. Bu gibi uygulamaları biz Türkiye’de de uygulayalım, bizlere bu konularda ulaşabilirsiniz. İktidar kadınlara savaş açmış durumdadır. Lağım medyasını açın bakın bunları oralardan okuyabilirsiniz. Ben yandaş medya demiyorum artık, lağım medyası diyorum. Türkiye’de bürokratlar kadın düşmanıdır. Biz iki sene sonra iktidara geleceğiz, özgür ve güvenilir bir Türkiye kuracağız. Bazı sorular var, cevaplandırmam mümkün değil. Biz burada rahat konuşamıyoruz. Basının davet edilmesi bizim tercihimiz değildi. Bundan dolayı sorularınızın yarısını eliyorum. Medya bizim toplantılarımızı vermiyor. Faaliyetlerimizi düşüncelerimizi sizlere ulaştıramıyoruz. …Kanal İstanbul’u yaptırmayacağız.”

BİNMİŞİZ BİR ALAMETE ...SEZEN AKSU VE ADEM

“Binmişiz bir alâmate Gidiyoruz kıyamete Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e” Bu şiirden Adem ile Havva’yı çıkarın, yerine Atatürk ve Zübeyde’yi yazın ondan sonra ne olacak birlikte seyredelim. Yine de aynı tepki mi gösterilirdi? Bu bir şarkı sözüdür, fikir özgürlüğüne girer, üstelik yıllar önce yazılmış bir şiirdir, büyütmeye gerek yoktur mu denirdi? Okuyalım bakalım: Binmişiz bir alâmate Gidiyoruz kıyamete Selam söyleyin o cahil Atatürk ve Zübeyde‘ye Nasıl oldu, nevriniz döndü değil mi? Müslümanların değerleri vardır, kendilerine kimlik kazandıran değerlerdir bunlar. İnançlarından kaynaklanan değerlerdir bunlar. Türk olmalarından kaynaklanan değerlendir bunlar. Allah’tır, peygamberdir, kitaptır, bayraktır, vatandır, millettir, mezarlardır, ülkenin tapu senetleridir, bunların dokunulmazlığı vardır. Uluorta bu değerlere hakaret edilemez, aşağılanamaz, yok farzedilemez. Bu değerler yok fazedilirse yok oluruz. Sezen Aksu bir şiir yazmış ve sonra da onu bestelemiş. Günümüzün siyasi iklimini biraz değiştirmek isteyenler, bu şarkıyı arşivden çıkarmış tedavüle koymuş. Kim yaptıysa yanlış yapmıştır. İyi niyetle yapmamıştır. Fitneye sebep olan bir iş yapmıştır. Fitne katlden(öldürmekten) eşeddir. Sonrasında bu yanlışa, yanlıştır demek gerekirken, yanlış yapan koruma altına alınmış, kendilerine yanlış yapılanlar ise hedefe konmuştur. Onlara sabır tavsiye edilmiştir. Yeryerinden aynamıştır. Neymiş efendim; adem insan demekmiş, burada Hz. Adem kastedilmiyormuş, hem o olsa ne farkedermiş, zaten Allah’ın buyruğunu dinlemediği için cahillerden olmamışmıymış..., aman Allah’ım akıl tutulması mıdır, yoksa hainlik midir, nedir bu? O kadar ki, Sezen Aksu’yu savunacağız diye 9 takla atanlar bile var. Sezen Aksu üzerinden kanaat önderliğine soyunan kalemşörlere ne demeli. Tekrar ediyorum, bu şiirin sözleri yukarıda yazdığım şekliyle olsaydı. Yani Adem’i kaldırıp yerine Atatürk konulsaydı, Sezen Aksu yine de koruma altına alınır mıydı, masumdur denir miydi? Denir miydi gerçekten merak ediyorum? Böyle bir şiirin yazılması tesadüflerle izah edilemez. Mutlaka bir hesaba dayanarak yazılmış olmalıdır. Nüfusunun %90 ı müslüman olan bir ülkede o milletin fabrika ayarlarıyla oynanıyorsa orada bir hinlik vardır, masumluk yoktur. Biz bu filmi çok gördük. Burada açıkça, Hz. Adem ve Hz. Havva üzerinden dine saldırı vardır. Din itibarsızlaştırılmak istenmiştir. Günümüzün siyasi iklimine uygun bir balans ayarı yapılmak istenmiştir. "Sezen’in, ‘dini’ bir iddia taşımayan şarkısı" şeklindeki açıklamalar niyet okumadır. Sezen Aksu bu ifaderi bilinçsiz olarak kullanmış değildir. Eğer öyle olsaydı çıkar ve derdi; “benim bu yazdıklarım maksadını aşmıştır, halkımdam özür diliyorum.” Sezen Aksu böyle bir ifade kullanmaya ihtiyaç duymadığı halde, onun şakşakçıları Sezen Aksu adına açıklama yapıyorlar: ”İşte öyle demek istememiştir... Bizim literatürümüzde daha kötü ifadelere yer verilmiştir, hadis diye yer verilmiştir, şu ayet bu manaya gelir, öbür ayette de böyle birşey vardır, Süleyman Çelebi’nin mevlidinde daha kötü şeyler vardır, üstelik Sezen’in tevhid şarkısı bile vardır....” "İslâm'da, 'Bir sevap bir günahı' götürür diye bir kural mı vardır, vardır da biz mi bilmiyoruz? Yazık hem de çok yazık. Gelenekte yanlışlar vardır, yapılmıştır, bundan sonra da yapılacaktır. İnsanın olduğu heryerde yanlış olur. Temcid pilavı gibi ikide bir bu yanlışlar üzerinden İslâm'a ve Müslümanlara saldırmanın anlamı yoktur. Müslümanların değerlerine; söz yazarları hakaret ediyor, tiyatrocusu hakaret ediyor, siyasetçisi hakaret ediyor, karikatüristi hakaret ediyor vb. ama sabır nedense hep hakarete uğrayanlara tavsiye ediliyor, hakaret edenler ise 'ifade hürriyetinden dolayı yapmıştır' denilerek koruma altına alınıyor. Hem de bu işi Müslüman ilim adamları yapıyor. Yapmayın, etmeyin, Müslümanların yumuşak karınlarına fazla dokunmayın, dokunanlarla da aynı tasa kaşık sallamayın. Saygıdeğer ilim adamları, din‚ âlimleri, yazarlar-çizerler; hürmette kusur etmediğim, ilim adamı kimliğinizin önünde şapka çıkardığım üstadlar; bilhassa 20. yy.da Müslümanlar hedef tahtasına fazlaca konulur oldular. Bunların içinde sizler de varsınız. Salman Rüştü’sünden karikatüristine, şarkı sözü yazarlarından sinema filimlerine, dizilere ve tiyatro sahnelerine kadar, her yerde ve herkes tarafından Müslümanlar hicvediliyor. Hicvedenler, fikir hürriyetinden dolayı yapmıştır denilerek koruma altına alınıyor, hicvedilenler veya değerleri üzerinden dinlerine saldırılanlara ise sabır tavsiye ediliyor. İnsanları ayakta tutan kimlikleridir, kimlikleriyle varlıklarını sürdürürler veya geleceklerini inşa ederler. Bunları bize sizler öğrettiniz. Bizler Adem'i peygamber ve Havva'yı da peygamber hanımı biliriz ve öyle tanırız, bunu da sizler öğrettiniz. Bu konuda değişik görüşler olsa da halk böyle inanır, böyle bilir. Yani Âdem vahiy almıştır. Sezen aksu da bu sözleri bilinçli olarak yazmış olmalıdır. Eğer öyle olmasaydı çıkıp, "Ey halkım, ben maksadını aşan bir ifade kullanmışım, özür diliyorum” derdi ve konu kapanırdı. Halkımız hakarete maruz kalmıştır. Kırmızı çizgileri ihlal edilmiştir. Savunma hakları vardır, haklarını kullanmalıdırlar. Bu haklarını kullanıyorlar diye onlar aşağılanamaz, onlara hakaret edilemez, itibarsızlaştırılmaları için çalışılamaz. Onlara da derim ki; nerede duracağınızı biliniz ve söylemlerinizi hukuk çerçevesi dışına çıkarmayınız. Herkes haddini bilmelidir. Not: Yazımın altına yazıyı okuyan herkesin yorum yapma hakkı vardır. Ancak yorumlar maksadını aşmamalıdır. Küfür içermemelidir. İnsanları provoke etmemelidir. Kendi düşüncesine muhalif yazanları rencide etmememlidir. Gayet medeni bir şekilde görüşlerimizi yazmak zenginliktir. Bize yakışan da bu zenginliği yaşatmaktır. Ayakta tutmaktır. Uyarım konusunda gösterdiğiniz hassasiyetten dolayı teşekkür ederim.

DEĞER VERİLENLERE SAYGISIZLIK YAPMAMAK GEREKİR

"Allah'tan başka varlıklara yalvarıp sığınan kimselere sövmeyin ki, onlar da kin ve cehaletlerinden dolayı Allah'a sövmesinler. Zira biz, her topluma kendi yaptıklarını güzel gösterdik. Ama zamanı geldiğinde, onlar Rablerine döneceklerdir. O zaman Allah onlara, bütün yaptıklarını en doğru şekilde anlatacaktır."(Enam 108) "Başka insanların kutsal saydığı herhangi bir şeye -bu, Allah’ın birliği prensibini ihlal ediyor olsa bile- sövmenin yasaklanması çoğul olarak ifade edilmiştir ve bu nedenle bütün müminlere hitab etmektedir. Böylece Müslümanların, başkalarının yanlış inançlarına karşı çıkmaları istendiği halde, bu inançların temel unsurlarını tezyif etmelerine ve böylece hata yapan insanların duygularını incitmelerine izin verilmemiştir." Bu açıklamayı Meal sahibi Muhammed Esed yapmıştır. Müslümanlar, Gayrimüslimlerin değer verdikleri şeylere küfretmemelidirler, o değerleri aşağılamamalıdırlar, o değerler üzerinden inançlılar rencide edilmemelidir. Bu ayet, sadece Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasındaki münasebetlerin düzenlenmesinde geçerlidir de Müslümanların kendi aralarındaki münasebetleri düzenleme de geçerli değildir diyemeyiz. Bu egoistçe bir yaklaşım olur. Ayrıca, gayri Müslimler Müslümanların değer verdiği şeylere küfredebilirler; çünkü onlar ile ilgili bir düzenlemeye Kur'an yer vermemiştir de diyemeyiz. İster inançlı olsun isterse inançsız; kim olursa olsun hiçbir kimse diğerinin değer verdiği şeye küfretme hakkına sahip değildir. O insanların inaçlarının doğruluğu veya yanlışlığı küfretmelerinin bahanesi olamaz. İnsan hakları açısından bakıldığında bu böyledir. Birisi kalkar da bir densizlik yaparsa ve de o densize birileri de destek olursa, onun avukatlığına soyunursa o kişinin de o küfredenle beraber aynı kefeye konulması gerekirr. Kimse layüsel değildir. Küfretmenin içine; itibarsızlaştırma girer, alay etme girer, dalga geçme girer... Bu yapılan ister küfür içeren sözlerle olsun, ister şiir dizelerinde, ister tiyatro sahnesinde, ister karikatür yapılarak isterse de şarkı söyleyerek olsun...farketmez. Kur'an bu konu da biraz daha hassas davranır ve "kaş-göz hareketleriyle" aynı işi yapanlara da "veyl olsun, yazıklar olsun" der. Kur'an insan onurunu her fırsatta öncelemiştir. Müslümanlardan da aynı hassasiyeti ister. Kur'an işi yapanla işi yapanı alkışlayanı aynı tencereye koyar. Hangi mevkide hangi pozisyonda, hangi makamda olursa olsun Kur'an herkesi aynı derecede eşit görür. Müslümanlar ne zaman adam olur derseniz cevabım şöyle olur; değerlerine sahip çıktıkları zaman