29 Temmuz 2020 Çarşamba

KURBAN BAYRAMI 2020


Kurban Bayramı, Allah’a kulluğumuzu arz ettiğimiz, verdiği nimetlere şükrettiğimiz müstesna bir Bayramdır. Hz. İbrahim’in imanını, Hz. Hacer’in sadakatini ve Hz. İsmail’in teslimiyetini kuşananlara Rabbimizin bir ikramıdır. Kurban bayramı, İslam’ın nişanelerinden olan kurban ibadetini eda ederek Rabbimize yaklaştığımız nadide bir zaman dilimidir.

Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesi rüyasında emredilmiştir. Ama baba bıçağı oğlunun boğazına çalacağı zaman Allah  ona büyük bir koç göndererek oğlu yerine bu koçu kesmesini emretmiştir. Böylece baba-oğul ideal bir itaat, teslimiyet ve fedakârlık örneği vermişlerdir (Saffat, 37/107).

Evet Kurban bayramı müslümanlar için önemli bir gündür. Çünkü müslümanlar bugün insanların, tanrılar için kurban edilmesine Allah tarafından son verildiğine inanırlar. Bundan dolayı bu bayramın adı, aslında ölümden kurtuluşun bayramıdır. Kesilen kurbanlar Allah’a teşekkür anlamı taşır. 

Müslümanlar bugün yaşama sevinciyle coşarlar. Severler ve sevilirler, sevinçlerini kurban keserek ve kestikleri bu kurbanı da dostlarıyla, komşularıyla, sevdikleriyle paylaşırlar.

Kısaca Kurban’ın tarihine bakacak olursak, Kurban’ın, hak olan dinlerde de beşerî olan dinlerde de var olduğunu görürüz. Hz.Adem'in oğullarından Habil ile Kabil birer kurban kesmişler, Allah haklı olan Habil'in kurbanını kabul ettiği halde Kabil'in kurbanını kabul etmemiştir ( Maide, 5/28).

İlkel dinlerde krallar, kâhinler, ölüler ve putlar için kurban kesilirdi. İslâm öncesi Araplar da putlar adına kurban keserlerdi ( Maide, 5/3, Bakara, 2/173, En'am, 6/145, Nahl, 16/115).

Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ı kurban etmeye niyetlenmiş, fakat yaptığı istişareler sonunda onun yerine yüz deve kesmişti (İbn Hişam, es-Sire, I- 98).

Görüldüğü gibi İslâm Hz. Adem'den beri süregelen kurban kesme geleneğini korumuş ve bu geleneği insancıl olmayan uygulamalardan arındırmıştır. Kurban edilecek hayvanlara gösterilmesi gereken şefkat ve merhamet esasları dahilinde yeni bir düzenleme getirmiştir.

Kurban kesmek zorunlu değil, gönüllü bir ibadettir. Kurban kesmek için zengin olmak da şart değildir. İsteyen ve imkan bulan her müslüman kurban kesebilir.

Kurban kesmenin asıl amacı insanlarla bir araya gelerek kucaklaşmaktır. Karşılıklı fedakarlıktır. Sahip olunan malın birlikte paylaşılmasıdır. Bu paylaşımda ihtiyaç sahiplerinin de gözetilmesi gerekir. 

Hz. Peygamber kurban etlerinin kavrularak saklandığını ve ihtiyaç sahiplerine verilmediğini görmüş ve: "Hiç bir kimse kestiği kurbanın etini üç günden fazla evinde ve elinde tutmasın" buyurmuştur.
Hz. Peygamber’in koyduğu bu yasağın amacı etin geniş halk kitlelerine intikalini sağlamaktir.

Müslüman olmanın amaçlarından biri de, bulunduğu bölgede  “Kurban Geleneği”ni korumak ve orada  yaşayan insanımızın Kurban Bayramı vesilesiyle kaynaşmasını sağlamaktır. Yüce Allah sadaka vermeyi emreder. Sadakayı önce en yakınındakine vereceksin, sonra deniz dalgası gibi yayılacaksın der.

Biz Berlin’de yaşıyoruz. Berlin’de yaşayan insanımıza, akrabamıza ve Alman komşularımıza  karşı  görevlerimiz var bizim, hayırlarımızı verirken, önceliği Berlin’e tanımalıyız. Alman komşularımızla birlikte bu bayramı kutlayarak, fedakarlığımızı ve sevincimizi onlarla paylaşmalıyız.

„Kurban“ı sadece et yemek olarak görmeyelim. Sadece et  bayramı olarak da görmeyelim: Çünkü,  „Kurbanın ne eti, ne de kanı Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sizin takvanızdır.“ (Hacc 37) Buyuran Yüce Mevlamız konunun önemini vurgulamıştır.

Yani, kurban demek; değil malımızı, gerekirse canımızı dahi Allah’ın yoluna feda etmek demektir. Bu konuda Hz. İbrahim ve oğlu İsmail bizim için önemli iki örnektir.

Yıllardan beri Afrika’da ve Asya’da  kurbanlar kesiliyor, ama sonuç değişmiyor, onlar yine fakir. İnsan yılda bir öğün et yese ne olur yemese ne olur. 364 gün açlıkla mücadele edilecekse, bir gün et yemenin anlamı ne olabilir ki?

O insanlara bir lokma et yedireceğiz diye uğraş vereceğimize, bulunduğumuz ülkelerde o kurban paralarıyla özel okullar, üniversiteler, hastaneler açsaydık daha hayırlı bir hizmet yapmış olurduk.

Şimdi o ülkelerdeki gençleri getirip kurban paralarıyla bu okullarda  okutabilir veya hastanelerde tedavi ettirebilirdik. Bu şekildeki bir uygulama İlahi iradeye daha uygun olurdu.   

Ne dersiniz; isterseniz yardımlarımızı yaparken biraz da konuya bu tarafından bakalım….

Berlin’de kalıcı hizmetler yapalım, su üzerine yazı yazmayalım. Sorumluluğumuzun bilincinde olalım.

Sadece Afrika’daki, Ortadoğu’daki, Asya’daki insanlara bir lokma et yedirmek için organize olacağımıza, uğraş vereceğimize; biraz da bulunduğumuz ülkelerdeki çocuklarımıza, insanımıza hizmet etmek için, yardım etmek için „kurbanlarımızı paylaşmak“ için organize olalım.

Zekatlarımızla, sadakalarımızla, kurbanlarımızla öncelikle bulunduğumuz bölgelerde aktif hale gelelim. Özel okullar, üniversiteler, hastaneler, kültür merkezleri açalım. Bu kurumlarımıza Afrika ülkelerinden çocuklar getirelim, bu okullarda onları da okutalım, onların bu okullarda okumalarına bu hastanelerde tedavi olmalarına yine sadakalarımızdan pay ayırarak yardımcı olalım. Sonra da onları ülkelerine gönderelim. Böylelikle hem kendi çocuğumuz için hem de o insanların çocukları için daha hayırlı  yatırımlar yapmış oluruz. Bu işi önceden yapmış olsaydık; şimdi Berlin’de ve o ülkelerde aktif görev içinde olan, Berlin’in ve o ülkelerin rengini değiştirecek binlerce uzman hizmet ediyor olurdu.

Bu şekildeki uygulama İlahi iradeye daha uygun olur. Yardımlarımızı yaparken, kurbanlarımızı değerlendirirken biraz da konuya bu tarafından bakmamız gerekir…

59 seneden beri Berlin’de yaşayan Müslümanlar kaç tane milyonluk kurumun altına imza attılar?
Kaç tane kültür merkezi açtılar?
Kaçtane özel okulları vardır?
Kaç tane üniversite öğrencileri, için yurtları vardır?

Cevaplanması gereken sorular  bunlardır. Almanlar, Müslümanlarla birlikte yaşamanın avantajlarını görmelidirler. Müslümanların yardımlaşma gayretlerini, fedakârlıklarını görmelidirler. Müslümanın elinden ve dilinden insanlara zarar gelmediğini görmelidirler. Hatta Müslüman eli; ihtiyaç sahibi olan herkese din, dil, ırk ayırımı yapmadan ulaşır anlayışı, Almanlar arasında yaygın hale gelmelidir. Bu anlayış kendiliğinden oluşmaz, gelişmez. Gayret etmek lazımdır, irade ortaya koymak lazımdır, eyleme geçmek lazımdır.

Almanlar, medya üzerinden kendisine tanıtılan Müslümanla, aralarında yaşayan Müslümanlar arasında bir farkın olduğunu, işte o zaman fark edecektir. O zaman yabancılara önyargı ile bakan siyasiler, bürokratlar veya Sarrazin gibi insanlar Müslümanları çıkarları için malzeme olarak kullanamayacaklardır.

59 yıldan beri aynı coğrafyada yaşayan aynı havayı teneffüs eden, aynı sokakta oturan, aynı okula giden  Müslüman, birlikte yaşadığı Almanın, Müslümanlarla ilgili düşünce dünyasını değiştirememişse sorun biraz da Müslümanlarda aranmalıdır.

Müslüman; dünyanın neresinde olursa olsun ayağına çivi batan bir insanın acısını içinde hissetmesi gereken kişidir.  Müslüman Arakan’daki, Suriye’deki veya dünyanın başka bir yerindeki insanlara yapılan yardıma elbette kayıtsız kalamaz, bu mümkün de değildir. Müslümanın eli oralara mutlaka uzanmalıdır. 

Ancak kendi çocuğumuzun elini bırakarak o elleri tutmaya çalışmayalım, tutamayız, tutsak bile içine düştüğü çukurdan onu çıkaramayız.  Her Müslüman öncelikle kendinden, kendi çocuğundan, bölgesinde yaşayan kendi insanından sorumludur. Kendi çocuklarımız bugün kuyudadır, kendisini kuyudan çıkaracak bir el beklemektedir, öncelikle annesinin- babasının elini beklemektedir. Biz öncelikle kendi çocuğumuzu kuyudan çıkaralım, kendi çocuğumuzun elini tutalım, sımsıkı tutalım ve bırakmayalım.

Unutmayalım, Afrika ülkelerine gönderdiğimiz kurbanlar, sadakalar, zekâtlarlar, bağışlar kontrol dışı olduğu için, birgün darbe olarak, kurşun olarak, füze olarak geri dönebiliyor. 15 Temmuz kalkışmasını ve şehit edilen 250 kişiyi unutmamak gerekiyor.

İslâm hoşgörü dinidir, barış dinidir. Kim İslâm’ın barış mesajına gölge düşürmek isterse bilsin ki o, Müslümanlardan  değildir.

İslâm öldürmek için değil, yaşatmak için gelmiştir. Bilakis huzuru tesis etmek için gelmiştir. İslâm teröre asla prim vermez.

Adı ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, kılık kıyafeti nasıl olursa olsun, tüm terör örgütlerini ve o örgütlere yardım ve yataklık edenleri, ister özel, isterse tüzel kişilik olsun hepsini  şiddetle lanetliyorum.

Budist rahipler tarafından soykırıma tabi tutulan Arakan Müslümanlarını, ülkeleri işgal edilen yerinden yurdundan edilen Suriyeli Müslümanları unutmadık unutmayacağız elbet.

Ben bugün,  umutsuzluğa varan bezginliğimden utanıyorum. Savaşı, zulmü, haksızlığı engellemek, bir nebze de olsa azaltmak için çırpınmakla geçen bir ömrün sonunda, büyük bir boşluk var, hiçlik var, yenilgi duygusu var içimde. Bu yenilgi duygusu kahrediyor beni.

Allah bize, Suriye’deki,  Pakistan’daki, Afganistan’daki ve Afrika ülkelerindeki  ve başka yerlerdeki  insanlara niçin yardım yapmadınız diye hesap sormayacaktır. Fakat Berlin’deki insanlara niçin yardım elinizi uzatmadınız, niçin onların geleceğine yatırım yapmadınız?
Hatta, Alman komşunuz Hans’la, Rose ile İslam’ın güzelliklerini niçin paylaşmadınız? diye hesap soracaktır…

Değişik ülkelere  yapılan yardımlara karşı değilim. O eli tutalım, ancak kendi çocuğumuzun elini bırakarak o eli tutmayalım. Kendi çocuğumuz kuyuda boğulmak üzeredeir. Kendi çocuğumuzu kuyudan çıkardıktan sonra  tutalım o eli.  O ülkelerde yaşayan insanların devletleri var, o insanlara dünya devletleri  de yardım ediyor, Birleşmiş Milletler(BM) de yardım ediyor… Oysa bize ve bizim geleceğimize kimse yardım etmiyor, yatırım yapmıyor, bizim elimizden tutan bir devletimiz yok…Elimizdeki ve avucumuzdakileri almak için gayret sarfeden devletlerimiz var. Benim çocuğum kimsenin umurunda değil.

Ve ben bütün bu olup bitenlere rağmen,  bugün sizlerle, aramızda bulunan Suriyeli, Afganistanlı mültecilerle  birlikte buruk da olsa bu bayramı yaşamak istiyorum,  sevgi ve muhabbetlerimle kucaklıyorum hepinizi.

Bayramların özü sıla-i rahimdir. Bayram günlerini sadece bir tatil fırsatı olarak görmeyelim.  Anne babamız başta olmak üzere büyüklerimizi ziyaret edip hal ve hatırlarını soralım. Vereceğimiz hediyelerle küçüklerimizi sevindirelim. Bayram neşesine hastaları, yaşlıları ve yalnızları ortak edelim.

Yazıma Almanya’nın eski Cumhur Başkanımız Sayın Christian Wulff’un tarihe not olarak düştüğü şu anlamlı sözüyle bitirmek istiyorum. “İslamiyet Almanya’nın da bir parçasıdır”.

Bayramınız mübarek olsun...,

24 Temmuz 2020 Cuma

BEN SENİ UNUTMAK İÇİN SEVMEDİM 2020 8 Temmuz


Gülüm,
Sen aramızdan tam bir yıl önce ayrıldın. 8 Temmuz 2020. Ben o günden beri senin hayalinle ve hatıralarınla yaşıyorum. İşten döndüğüm zaman, kapıya her geldiğimde senin kapının arkasında beni bekliyor olduğunu ve bana hoş geldin bey, buyurun diyeceğini ümit ediyorum. O heyecanla açıyorum kapıyı ama arkasında sen yoksun. Önüme bomboş bir hol açılıyor. Belki oturma odasındadır, belki de mutfaktadır diye dalıyorum içeriye, oralarda da yoksun. 46 yıllık alışkanlık birden unutulmuyor ki gülüm.

“Zamanla alışacaksın unutacaksın” diyorlar, güya teselli ediyorlar, alışmak, unutmak ne mümkün. Sonra ben unutmak istemiyorum ki…Neden unutayım ki…

“Ben seni unutmak için sevmedim
Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim
Bekledim sabah akşam yollarını
Ölmek istedim bir türlü ölmedim

Aşk bu mu sevda bu mu hayat bu mu
Kalp acı dünya hüzün göz yaş dolu

Şimdi sen kim bilir nerelerdesin
Gelir gecelerden koşarak sesin
Bana en acı haber kiminlesin
Adını içimden hala silmedim”

Bu şarkı bizim şarkımızdı. Unutmak ihanettir. Ben sana nasıl ihanet ederim ki…

Gülüm, İmam -Hatip Lisesi’nden sınıf arkadaşım olan Mithat Ekici gelmişti seni uğurladıktan sonra Denizli’de eve. Aldı beni “biraz dolaşalım” dedi. Ornaz Vadisi’ne götürdü. Yeni yapılmış. Çok güzel bir park. Bir demlik çay istedi. Ornaz Vadisi’nin o hafiften püfür püfür esen rüzgarında serinlerken, vadiye nazır yudumladık çaylarımızı. Zaman zaman buraya gelir, vadide kuşlar tarafından verilen açık hava konserleriyle kendine gelirmiş Mithat. Mithat çerez de almış bir miktar. Biraz suskunluk iyi geldi ikimize de, çayı yudumlarken dertleştik. Dertliydi hem de çok dertliydi Mithat. Konuşurken dudakları titriyor gözleri doluyordu, o da 3 yıl önce (2016) eşini kaybetmiş.
Hayat hikayesini kısaca anlattıktan sonra, bana döndü ve dedi ki; “Zamanla unutacaksın derler sana, sakın inanma onlara, zaman geçtikçe özlem, acı ve arayış daha da artıyor, hayat çekilmez hale geliyor, üç sene oldu ben eşimi uğurlayalı, onu hâlâ unutamadım, herhalde dördüncü ve sonraki senelerde bu acı devam edecek ve bütün benliğimi saracak.”

Evet Gülüm, Mithat doğru söylemiş. İlk günlerde gelenler gidenler, akrabalar, çocuklar herkes evdeydi, arkadaşlarımız da benimleydi, sağ olsunlar acımı paylaştılar, yemeklerimi bile pişirip getirdiler, topluca eve geldiler birlikte yedik yemekleri, evimizi temizlediler, camları sildiler, dualar ettiler. Zeynep hanım, Bedriye ve Gül hanımlar, Cengiz ve eşi bizleri yalnız bırakmadılar. Komşumuz Emine ise her akşam zili çalıyor ve elinde bir tabakla içeriye giriyor ve bizimle beraber sohbet ediyordu, Zülfikar da kahve pişirerek sohbeti hatırlı hale getiriyordu.

Ancak Gülüm, sonra yavaş yavaş ayaklar kesilmeye başladı, daha sonra da herkes çekildi ve sadece Emine kaldı geriye. Hakikatli kızmış Emine.

Onlara da hak vermek lazım, herkesin işi gücü var, kendi hayatları var. Her gün bize gelecek değiller ya.  Şimdi Zülfikar’la birlikte yalnızlığımızı paylaşıyoruz. O da olmasa ne yapacakmışım bilmem…

Gülüm, ev işlerini ben yapıyorum, ancak ütüyü beceremiyorum, ya iz bırakıyorum ya da yakıyorum. Zamanla alışacağım ona da. Alışverişi hiç beceremem bilirsin. Yine, pazarda ne var yoksa hepsini alıp getiriyorum. Az almasını bir türlü beceremiyorum. Sen de yoksun ki, “Ah iyen ah, ne yapacaksın bu kadar domatesi, patlıcanı, üzümü…”  diye birisi ikaz etsin beni...

Sonra geçiyorum mutfağa, senin yaptığın kadar lezzetli olmasa da yapıyorum yemeği, bilirsin elim yatkındır. Ancak iki kişilik yemek yapmayı bir türlü beceremiyorum, nedense hep fazla pişiriyorum. Ertesi güne kalan yemeği yemezdik ya biz, bilesin ki şimdi onu da yemeye başladık, fazla yapınca dökmek olmuyor ki Gülüm.  

Seni ebedi istiratgâhına uğurladıktan sonra, Denizli dar geldi bize. Çocuklarla birlikte biraz uzaklaşmak istedik oradan. Önce Ankara’ya uğradık. Bir rehber eşliğinde Ankara’yı gezdik. Hacı Bayram Veli, Anıtkabir, Tacettin Dergâhı, Birinci Meclis, Ankara Kalesi, İlahiyat Fakültesi, Kızılay, Ulus, Anadolu Medeniyetler Müzesi vd.

Sonra Şaban Ali Düzgün bizi villasında misafir etti. İlhami Güler öğle yemeğinde ağırladı. Mehmet Akif Koç ise, aldı arabasına bizi karış karış Ankara’yı dolaştırdı, hem de gece. Ankara’nın altını üstüne getirdik. Sonra da gecenin 12’ sinde Çukurambar’da künefe yedik. Hayri Kırbaşoğlu ile otogarda ancak ayaküstü sohbet edebildik. Hasan Onat ve M. Said Hatipoğlu Hocam’la görüşemedik. İsrafil Balcı ile Samsun’da görüştük, sonradan Mustafa genç de katıldı bize. Mehmet Azimli ile de görüşemedik, seyahate çıkmış yine. Hepsi taziyelerini bildirdiler, senin için dua ettiler. Allah dualarını kabul eylesin. Üzüntüleri her hallerinden belliydi.

Sonra, Ankara’dan Karadeniz’e yelken açtık. Ordu’da Serdarlarda kaldık.  Düğünleri varmış, biz de katıldık düğüne. Eğlence içimi kararttı. Düğün devam ederken ben Giresun’a kadar gittim geldim. Fikri Emanet Hoca ile görüştüm. Topal Osman’ın mezarını ziyaret ettim. Tarih kitaplarında ölümüyle ilgili çelişkili bilgiler olduğunu, işin doğrusunu bir türlü öğrenemediğimizi, söyledim ve kendisini kimin öldürdüğünü sordum, ‘Otur bakalım şuraya.’ dedi ve uzun uzun anlattı…

Ertesi gün Ordu’dan ayrıldık. Yine Şamata Tur’dan bir minibüs kiraladık, bir de rehber tutarak seninle birlikte dolaştığımız her yere gittik. Giresun üzerinden Trabzon’a, Rize’ye, oradan Artvin’e... Erzurum’a kadar gidecektik ama olmadı. Artvin’de Çoruh nehri üzerinde kurulan Deriner Barajı’nın kenarında balık yemiştik. Yemekten sonra Hureyre rahatsızlandı. Balık mı zehirledi yoksa başka bir durum mu var bilemedik, geriye Borçka’ya geldik. Hastanede Hureyre’yi tedavi ettirdik. Sonra da Rize’ye döndük.

Niğmet kızımız Rize’de bize sahip çıktı. Köyünde misafir etti. Annesi ve kardeşleriyle birlikte bir hafta geçirdik orada. Hep birlikte senin hatıralarını yad ettik, dertleştik. Niğmet, seninle birlikte geçirdiği günleri, son yaptığınız Paris gezisini, dernek çalışmalarınızı hatırlattı. “Güzel hatıralardı onlar, hocam niçin bizi erkenden bırakıp gittin” diyerek de hayıflandı, göz yaşı döktük, acılarımız tazelendi. Sonra bir süre sustuk.

Seninle yaptığımız gezilerde çocuklarımız yanımızda değildi. Bu gezimizde de çocuklarımız vardı, sen yoksun. Kader denilen şey bu olsa gerek. Hiçbir şey tamam olmuyor, mutlaka bir eksiği olabiliyor.

Gülüm, Karadeniz anılarımı tazeledim ama, sensiz yaptığımız bu gezi gerçekten benim içimi acıttı.  Çocukların yanında dik durmam gerekiyor, aynı zamanda acımı da yaşamam gerekiyor. Her baktığım yerde sen vardın. Sümela’da, Aydar yaylasında, Uzungöl’de, Zilkale’de, Artvin’de…her yerde. Sanki senin izinden yürüyor gibiydik.

Dönüşte Denizli’de fazla kalamadık. Çocukların zamanı yoktu, seninle vedalaştık ve hemen döndük Berlin’e. O gece ev bana dar geldi. Yatamadım odada, yattığım zaman da uyuyamadım. 46 sene sonra yatak odasında yapayalnızdım, evet yapayalnız. O ilk geceyi hiçbir zaman hatırlamak istemiyorum. Kâbus gibi çökmüştü üstüme duvarlar.

Sabah çocuklar kahvaltıyı hazırlamışlar, kaldırdılar beni. Kendileri teselliye muhtaç iken beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Bu minval üzere bir hafta kadar yanımda kaldılar. Sonra da bavullarını topladılar uçup gittiler, ben arkalarından bakakaldım çaresiz. Zülfikar’la ikimiz kalakaldık koca Berlin’de yapayalnız. Ne yediğimiz yemek yemek oldu, ne de içtiğimiz su su oldu. Biliyor musun birbirimizle konuşamıyorduk, göz göze gelmek bile istemiyorduk. Hemen gözlerimiz doluyor, seslerimiz titriyordu. O annesini ve ben de can yoldaşımı kaybetmiştim…

Gülüm, aradan tam bir yıl geçti. Türk Eğitim Derneği’nin kadın kolları ve 25 yıl görev yaptığın Vakıf Camii’ndeki öğrencilerin seni hatırlamışlar, unutmamışlar. Anma programı düzenlediler dernekte. Seni hayırla yad ettiler, hatıralarını anlattılar, seni unutmadıklarını söylediler, “Sen bize sadece Kur’an öğretmedin, dini bilgileri öğretmedin; sen bize hayatı öğrettin hocam” dediler. Dualar ettiler senin için, hepsi ikramlar hazırlamışlar getirmişler evlerinden… Bir daha gıpta ettim sana, ne kadar da çok seviliyormuşsun meğer, kıskandım…

Şule Hanım, Sultan Hanım, Fatma Hanım dualar ettiler. Zeynep hanım da bir konuşma yaptı o gün. O konuşmayı seninle paylaşmak istiyorum:

“Türk Eğitim Derneği Kadın Kollarının kıymetli üyeleri, hepinizi saygı ile selamlıyorum.
Fatma hocamız tam bir sene önce aramızdan ayrıldı. Bugün hem Fatma hocamızı yaptıklarıyla hatırlamak, hem de onun için dua etmek maksadıyla buradayız. Hoş geldiniz.

Fatma hocamız, 1956 yılında Denizli’de doğdu, evliydi ve 3 çocuk annesiydi. 1988 yılında Berlin’e geldi. Millî Görüşe ait olan Vakıf Camii’nde ve İslami İlimler Okulu’nda 25 yıl hocalık yaptı. Yüzlerce öğrenci yetiştirdi.
Millî Görüş’ün bölge başkanı değişince buradaki görevine son verildi. Bu anlamsız hareket onun çok ağırına gitti. O günü hatırladıkça gözlerinden yaşlar süzülürdü. Ama öğrencileri onu o da öğrencilerini hiçbir zaman terk etmedi.
Fatma hocamız daha sonra hizmetine, Türk Eğitim Derneği’nde devam etti. Türk Eğitim Derneği’nin kadın kollarını kurdu. Bu görevinde iken çok sevdiği, bize de çok sevmemiz gerektiğini söylediği Rabb’ine yürüdü ve aramızdan ayrıldı. Genç denecek yaşta aramızdan ayrılması hepimizi ziyadesiyle üzdü.

O bizim sadece hocamız değildi, anamızdı, kardeşimizdi ve arkadaşımızdı. O bizi Kur’an’la tanıştıran kişiydi. O bize Kur’an’ın sadece yüzünden okunmasını öğretmedi, anlamamız için de gayret sarf etti. Onun sayesinde Kur’an’ın bizim için ne kadar önemli bir kitap olduğunu öğrendik. Allah’ın buyruklarının ne olduğunu bilmez iken, Fatma hocamızdan “Allah şöyle buyuruyor” demesini öğrendik. Kur’an’ın sadece çeyiz sandığımızda olmaması gerektiğini ondan öğrendik biz. Fatma Hocam bizim ibadetlerimize de anlam kazandırdı. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad olsun.

Fatma Hocamız sayesinde el becerilerimizi geliştirdik, örgüler ördük, mutfak kültürümüzü zenginleştirdik, Anadolu mutfağını tanıdık, giyim kuşamımız hakkında, misafirin kabulü, misafire yapılması gereken ikramlar, misafiri yolculamak gibi konularda hep tavsiyelerde bulunurdu bize. Görgü kuralları konusunda özel dersler yaptık onunla. Genç kızlarımıza evliliğe hazırlık dersleri verdi, alışveriş yapma, yemek pişirme kursları verdi onlara.

Bilgi ve görgümüz artsın diye geziler düzenledi. Bu geziler sayesinde, köyümüzden ve Berlin’den başka yerlerin de olduğunu öğrendik. Gezilerde bizimle arkadaş gibi olurdu. O bizim aynı zamanda ablamızdı. Gurur ve kibir gibi sıfatlar ondan uzak sıfatlardı.

Son geziyi Paris’e düzenlemişti. Paris gezisinden döndükten sonra mide kanseri teşhisi konulan Fatma hocamız, 6 ay sonra 8 Temmuz günü hastalığa yenik düştü ve Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Kendisini rahmetle anıyoruz. Ve yaptıkları bu güzel işlerin şahidiyiz. O’nun yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. O’nu hep tebessümüyle güler yüzüyle hatırlayacağız.

Ama o şimdi aramızda yok, bir daha dönmemek üzere ayrıldı. Ama bize miraslar bıraktı. Bize düşen O’nun mirasına sahip çıkmak ve O’ndan öğrendiklerimizi bizden sonrakilere aktarmaktır. Salı günleri yaptığımız toplantıları devam ettirmektir.

Fatma Hocam, sen rahat uyu mezarında. Huzurla kal, biz emanetini yere düşürmeyeceğiz. Gözün arkada kalmasın.

Allah’ım Sen Fatma Hoca’mıza rahmetinle- merhametinle muamele eyle. Biz şahitlik ederiz ki; o çok iyi bir insandı, Allah’ım şahitliğimizi kabul eyle. Onun varsa günahları onları hayra tebdil eyle. O’nu Peygamberimize komşu eyle. O’nun orada da yüzünü hep güldür.

Ey Allah’ım, bizler aciz insanlarız, bizi bize bırakma, bizleri nefsimize uydurma, Kur’an’ın rehberliğinde yürüyelim, çocuklarımızı da her türlü kötülüklerden muhafaza eyle. Nefsimize esir olmayalım. Bu dünyadan iman ile göçmeyi bizlere nasip eyle.

Özellikle Fatma Hoca’mızın ve bütün geçmişlerimizin ruhu için el- Fatiha”.






15 Temmuz 2020 Çarşamba

15 TEMMUZ KALKIŞMASI 4 YIL SONRA KANÇILARYA’DA ANILDI 2020


Rüştü Kam

 

Milli Görüş Teşkilatlarının Frankfurt’ta yapılan Genel Kurulu’nda (1994) gazeteci olduğunu söyleyen bir şahıs bana yaklaştı ve Müslüman cemaatlerin Almanya’daki gücünü sordu. Fethullah Gülen cemaatini de ayrıca sordu. İsminin Ruşen Çakır olduğunu söyleyen bu gazetecinin bana, Fethullah Gülen cemaatinin gücünü sorması garibime gitmişti. Ben o zaman Millî Görüş Teşkilatlarının İcra Kurulu üyesi idim. Sene 1994. 26 yıl önce.  

 

Ben Fethullah Gülen cemaatini İmam-Hatip-Lisesi’nden beri tanıyordum. Kendi içlerine kapalı bir cemaat görünümündeydi. Ne zaman çoğaldılar, ne zaman dallanıp budaklandılar da Ruşen Çakır bana böyle bir soru yöneltti. Şaşırdım.

 

Öğrenciliğimiz zamanında onlara, Milli Türk Talebe Birliği’nin (M.T.T.B) çatısı altında birlikte çalışmayı teklif ederdim; onlar ”şimdi iman kurtarma zamanıdır, nefis terbiyesi zamanıdır” diyerek birlikte çalışma teklifimizi reddederlerdi.  Ellerinde Cevşenleri vardı. Cevşen, Farsça kökenli bir kelimedir. “Bir tür zırh, savaş elbisesi” manasına gelmektedir. Şii kaynaklıdır. Musa el-Kazım-Cafer es-Sadık-Muhammed el-Bakır-Zeynelabidin-Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilir.
Küçük, büyük, yaşlı, genç, birçok insanın boynunda taşıdığı bu duayı Türkiye Müslümanlarına Said Nursi tanıtmış ve talebelerine de tavsiye etmiştir. 

Cevşen’i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye kuşun geçmeyecek, yangın, sel, deprem gibi afetler zarar veremeyecektir. 

 

İnançlarına göre, bu dua Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail tarafından getirilmiştir. Cebrail Hz. Muhammed’e (s): “Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır” demiştir. Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ümmete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (s) şöyle buyurmuştur: “Ya Resulullah, bu duâ Cenab-ı Allah’ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını Allah’tan başka kimse takdir edemez.” (Ahmed Ziyaeddin Efendi, Mecmuatü’l Ahzab, İstanbul 1298 R, s. 231-261.) demiştir.

 

Nedense bu dua Peygamberimizin Uhud’da yaralanmasına mani olamamıştır. İzmir Yüksek İslâm Enstitüsünde de Fethullah Gülen’in öğrencilerinin, tartaklanmasına, dövülmesine mâni olamadı.

 

1977 yılında İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’nün Fakülte olması için mücadele verdik. Enstitü öğrencileri olarak bütün Türkiye’de boykot kararı alındı. Biz İzmir’de, Fethullah Gülen yolumuza taş koymasın diye evine gittik ve kendisiyle konuşup, anlaştık. Bizi destekleyeceğini söyledi. Hatta bizleri tebrik etti. Bizlere, verilmeyen hakkın zorla alınabileceğini söyleyerek bizleri teşvik bile etti.

 

Hep birlikte boykota başladık, Ülkücüler, MTTB’ liler, Nurcular olarak hep birlikte omuz omuza hak aramanın haklı mutluluğunu yaşıyorduk. Ne yazık ki, Fethullah Gülen grubu üçüncü günde boykotu kırdı. Fethullah Gülen Enstitünün karşısındaki yamaca kadar gelip öğrencilerine destek verdi. Bize söz verdiği halde sözünde durmadı. Peşi sıra koştuk, yakalayamadık. Çatışma çıktı ve birçok öğrenci yaralandı.

Öğretmenliğim döneminde de onlara karşı mücadeleler verdim. Hiçbir zaman güven vermezlerdi. Takiyye yaparlardı. Takiyye; bir kimsenin kendisini tehlikelerden korumak için yaptıklarını ve yapacaklarını gizlemesi demektir. Asıl niyetlerini 40 yıl gizleyen Fethullah Gülen ve öğrencileri, bu süre içinde imanlarını kurtarmış ve nefislerini terbiye etmiş(!) olmalılar ki; 15 temmuzda 251 Müsümanı şehit ettiler. Kardeşi kardeşe, anayı-babayı birbirlerine ve çocuklarına düşman ettiler. 15 Temmuz sonrasında başarı elde edemeyince de mağdur edebiyatı yaparak halkın duygularını sömürüyorlar.

 

Kendilerini "Yurtta Sulh Konseyi" olarak adlandıran Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu askerler yurtta sulh(!) yapmak için 251 Müslümanı, şehit ettiler. Binlerce Müslümanı da yaraladılar. Alnı secdeli, başı örtülü kişiler... 40 sene maddi ve manevi yardımlarımızla desteklediğimiz kişiler, yani camide bizimle beraber saf tutanlar… Peki Ruşen Çakır nereden biliyordu bunları 1994 yılında derseniz... Bu bir projeydi ve bu projeyi bilenler biliyor ve onların güçlerini zaman zaman test ediyorlardı, dememiz gerekmez mi?

 

Darbeden 4 yıl sonra, 15 Temmuz 2020 yılında Berlin’de şehitlerimiz anıldı. Büyükelçi Ali Kemal Aydın çok anlamlı bir konuşma yaptı Kançılarya’da. Önemine binaen tarihe not düşmek için aynen Aktarıyorum. (15 Temmuz 2020)

 

“FETÖ tarafından planlanan, örgütün ordumuz içine sızdırılmış mensupları tarafından gerçekleştirilen, 251 vatandaşımızın şehit olmasına ve 2.193 vatandaşımızın da yaralanmasına neden olan 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden geçen dört yıllık süreçte FETÖ’yle mücadele, yurtiçi ve yurt dışında devletimizin temel önceliklerinden birini oluşturmaya devam etmektedir.

Bu dört yıllık süre zarfında yurt içinde 15 Temmuz sorumlularının hukukun üstünlüğü ilkesi temelinde adalet önünde hesap vermeleri sağlanmış, FETÖ’nün devlet kurumları içerisindeki örgütsel yapılanması deşifre edilmiş, mensupları hakkında idari ve adli süreçler başlatılmıştır.

Elbette 40 yıl boyunca devlete sızan sinsi bir yapıyı 4 yılda tamamen temizlemek mümkün değildir. Nitekim güvenlik ve yargı birimlerimiz, her gün yeni bir bulguya ulaşarak, örgütün kripto yapılanmasını açığa çıkarmaya devam etmektedir.

 

Gelinen aşamada, örgütün “paralel devlet yapılanmasının” omurgası çökertilmiş, FETÖ’nün devlet kurumları dışında kalan, eğitimden medyaya ve ticaretten bankacılığa uzanan paravan oluşumları da bertaraf edilmiştir.

Karşı karşıya bulunduğumuz olağanüstü tehdit ve güvenlik sınamalarına rağmen bu illegal yapıyla mücadelemiz yasal düzenlemeler içerisinde ve hukukun üstünlüğü temelinde yürütülmüştür.

Bu çerçevede, Türkiye genelinde açılan 289 fiili darbe davasından bugüne kadar 275’inin ilk derece yargılamaları sonuçlandırılmış ve 7 bin 376 kişi hakkında karar verilmiştir.

Bunların arasında 1315 sanığa ağırlaştırılmış müebbet, 1217 sanığa müebbet, 1598 sanığa süreli hapis cezası verilmiştir. 2 bin 692 sanık ise beraat etmiştir. 554 sanık hakkında ise ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.

 

Devam eden 14 darbe davasında ise 1369 sanık olup bunlardan 605’i tutuklu yargılanmaktadır.

FETÖ’ye ilişkin halihazırda 132 bin 954 kişi hakkında 66 bin 261 soruşturma dosyası bulunmaktadır. 58 bin 409 kişi hakkında ise hazırlanan 42 bin 270 mahkeme dosyası kapsamında yargılama devam etmektedir. 

 

Öte yandan, yurtiçi ve yurtdışında çeşitli kaynaklarca meydana geldiği ileri sürülen mağduriyetlerin incelenmesi ve çözümlenmesi için yeni mekanizmalar oluşturulmuştur.

Bu çerçevede kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, KHK ile meslekten ihraç edilenler, kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin yapılan 126 bin 300 başvurunun 108 bin 200’ünü karara bağlamıştır.

Başvuruların 96 binini reddeden ve 12 bin 200'ünü ise kabul eden Komisyonda, 18 bin 100 müracaatın incelemesi ise sürmektedir. Böylece Komisyon, başvuruların yüzde 85'ini sonuçlandırmıştır.

Yapılan kararlı mücadele sonucu Türkiye’deki yapılanması çökertilen örgüt, strateji değişikliğine giderek yurtdışı faaliyetlerine daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır.

 

FETÖ’nün yurt dışı yapılanmasıyla mücadele dış politikamızın en öncelikli gündem maddelerinden biridir. FETÖ’nün yurtdışındaki hareket alanının daraltılması, mensuplarının adalet önünde hesap vermelerinin sağlanması ve örgütün para transferlerinin engellenmesi amacıyla idari tedbirler ve adli süreçler devreye konulmuştur. FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasının önde gelen elebaşlarına yönelik olarak Türkiye’de açılan soruşturmalar kapsamında, şahısların bulunduğu ülkelerden ülkemize iadeleri için gerekli girişimler yapılmaktadır.

Öte yandan, yurtdışındaki FETÖ iltisaklı eğitim kurumlarının kapatılması, FETÖ unsurlarından arındırılması ve Türkiye Maarif Vakfı’na devredilmesine yönelik çalışmalar da devam etmektedir.

 

Bu kapsamda sürdürülen yoğun çabaların neticesinde;

Bugüne kadar 38 ülkede FETÖ iltisaklı okul ve dil kurslarının faaliyetleri kısmen ya da tamamen sonlandırılmış, bunların 20’sinde okullar Türkiye Maarif Vakfına devredilmiştir. Bunun yansıra, Türkiye Maarif Vakfı 22 ülkede yeni okullar açmıştır.

 

Çeşitli ülkeler ve uluslararası örgütler, FETÖ’yü terör örgütü olarak ilan etmişlerdir. Bu çerçevede; 19 Ekim 2016 tarihinde düzenlenen İİT Dışişleri Bakanları 43. Toplantısında FETÖ terör örgütü olarak ilan edilmiş; benzer bir karar 1 Aralık 2016 tarihinde Asya Parlamenterler Asamblesi tarafından alınmış; 27 Ocak 2017 tarihinde ise İİT Parlamenterler Birliği’nin 12. Konferansında teyit edilmiştir. Ayrıca KKTC’ye ilaveten, Pakistan Yüksek Mahkemesi, 28 Aralık 2018 tarihinde aldığı kararla, FETÖ’yü terör örgütü olarak tanımlamıştır.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki dört siyasi Parti Grubu tarafından, FETÖ’ye ilişkin mücadele kapsamında 9 Ağustos 2019 tarihinde FETÖ hakkında ortak bir açıklama yayımlanmıştır. Başta terör örgütünün lideri Fethullah Gülen olmak üzere FETÖ mensuplarının en yakın zamanda ülkemize iade edilmelerinin beklendiğini vurgulayan açıklama, FETÖ ile mücadele alanındaki çalışmalarımıza güç kazandırmıştır.

 

Bugüne kadar 20’den fazla ülkeden 120’den fazla FETÖ mensubunun Türkiye’ye sınırdışı edilmesi sağlanmıştır.

FETÖ yapılanmasının en güçlü olduğu ülkelerin başlıcalarından biri bildiğiniz gibi maalesef Almanya’dır.

Türkiye’den sonra en fazla Türk kökenli insanın yaşadığı ülke olan Almanya, FETÖ için başından beri cazip bir hedef olmuş ve örgüt burada güçlü ve geniş bir ağ kurabilmiştir.

 

Örgüt, buradaki yapılanmasını uzun süre önce kurmuş, sinsi çalışmalarını genişleterek sürdürmüştür.

Bugün itibariyle Almanya’da FETÖ iltisaklı okul, dershane, dil okulu, etüt merkezi, öğrenci yurdu, eğitim-kültür derneği ve benzeri isimler altında 110’dan fazla sözde eğitim kurumunun faaliyet gösterdiği tahmin edilmektedir. Bunun yanı sıra çok sayıda ışık evi bulunduğu bilinmektedir.

FETÖ iltisaklı olan ve kapanan eğitim kurumlarının sayısı ise 8’dir. Bu eğitim kurumlarının bazılarının velilerin çocuklarını alması sonucu kapatıldığı ve genel olarak FETÖ okullarındaki Türk öğrenci sayılarının azaldığı bilinmektedir. Bu da bize, Almanya'daki Türk toplumunun ezici çoğunluğunun FETÖ iltisaklı kuruluşlarla ve kişilerle arasına mesafe koymasının etkisiyle terör örgütünün Almanya'da zemin kaybına uğramaya devam ettiğini göstermektedir.

 

Mutlak bir gizlilikle hareket eden bu yapılanmanın, Alman makamlarından aldığı desteklerle işletmeye devam ettiği okulları aracılığıyla örgüte hem insan kaynağı hem de mali kaynak sağladığı sır değildir.

Örgüt gerçek yüzünü saklayarak Alman kamuoyuna kendisini diyalog yanlısı, seküler, barışcıl ve demokratik bir STK gibi tanıtmaya devam etmektedir.

Örgüt mensupları Türkiye’ye düşman çevrelerle işbirliği içinde propaganda ve lobi imkânlarını kullanarak asılsız haberler üzerinden mağduriyet hikâyeleri uydurmaya, Alman medyasında görünür olmaya çalışmaktadır.  

Maalesef Almanya, bu dönemde dünyanın her yanından kaçarak sığınacak yer arayan örgüt imamlarının yanı sıra asker, hâkim ve savcı, diplomat, işadamı, sanatçı, gazeteci, öğretmen, akademisyen gibi farklı mesleklerden binlerce FETÖ’cü için güvenli bir liman haline gelmiştir.

 

Aralarında bizzat darbe girişimine katılanlar da olmak üzere bir kısmı lider kadrosuna mensup çok sayıda FETÖ’cünün adalet önünde hesap vermeden ellerini kollarını sallayarak bu ülkede gezmeleri köklü bağlarımız ve dostluğumuz açısından büyük talihsizliktir.

 

Federal Göç ve Mülteciler Dairesinin (BAMF) açıkladığı verilere göre ülkemizden son 4 yılda Almanya’ya sığınma başvurusunda bulunduğu belirtilen 34.354 kişinin önemli bir kısmının bu örgütün üyeleri ve iltisaklılarından oluştuğu tahmin edilmektedir.

 

2015 yılında 1.500 olan bu rakamın, darbe girişiminin gerçekleştiği 2016 yılından itibaren katlanarak 2019’da 10.784’e ulaşması, bu şahısların ağırlıklı olarak FETÖ bağlantılı olduğuna işaret etmektedir.   

 

İltica başvuruları kabul edilenlere oturum ve çalışma izni verilerek, adalet önünde hesap vermeden burada rahat şekilde yaşamalarına imkân tanınması adil ve kabul edilebilir bir durum değildir.

Alman makamları kişisel verilerin korunması mevzuatı ve 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi hükümlerini öne sürerek bu konularda tarafımızla bilgi paylaşımında bulunmamaktadır.

 

Türk halkı darbecilerin adalet önüne çıkarılarak, kurdukları kumpasların ve işledikleri suçların hesabını vermelerini beklerken, suçluları himaye etmenin suça iştirak anlamına geldiği unutulmamalıdır.

 

Bugüne kadar Almanya’dan iadelerini talep ettiğimiz, bir kısmı lider kadrosuna mensup 77 FETÖ’cü hakkında olumlu bir geri dönüş olmamıştır.

 

Diğer yandan, örgütün para transferlerinin engellenmesi amacıyla malvarlığının dondurulmasını talep ettiğimiz FETÖ ile bağlantılı toplam 91 şahıs (2017: 72; 2020: 19) hakkında Alman makamlarının, FETÖ’nün Almanya’da terör örgütü olarak kabul edilmediği gerekçesiyle, herhangi bir işlem yapmadıklarını da burada paylaşmak istiyorum.  

 

FETÖ bağlamında dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer gelişme ise üç dini biraraya getirme iddiasıyla gerçekleştirilmekte olan "House of One" adlı ibadet evi projesidir.

Bütün girişimlerimize rağmen, Müslümanları temsilen FETÖ iltisaklı Kültürlerarası Diyalog Forumu adlı oluşumun katıldığı ve Berlin Eyaleti'ne ilave olarak Federal Hükümet tarafından da 10 milyon Avro mali destek sağlanan projenin temel atma çalışmaları başlatılmıştır.

 

FETÖ’nün çıkarılması halinde projeye katılımı değerlendirebileceğimiz yönündeki teklifimiz de maalesef karşılıksız bırakılmıştır.

FETÖ’ye kendince meşruiyet ve haketmediği bir temsil iddiası sağlayan bu projenin özel finansörlerinden biri dahi desteğini çekmişken Alman devletinin projeye destek vermeyi sürdürmesinin izahı yoktur.  

 

Geçtiğimiz dört yılda Alman muhataplarımızla her düzeyde yaptığımız tüm temaslarda, FETÖ’nün bir terör ve suç örgütü olduğunu,

15 Temmuz’un, FETÖ’nün işlediği en hain ve kanlı cürüm olmakla birlikte, buzdağının görünen yüzü olduğunu,

FETÖ’nün kendisini lanse etmeye çalıştığı gibi sadece eğitim ve hayır işleriyle uğraşan toplumsal bir hareketten ibaret olmadığını, gizlediği gerçek yüzünün farklı olduğunu,

Aksine, bu gibi faaliyetleri paravan olarak kullanan sinsi bir örgüt olduğunu,

Eğitim kisvesi altında terör faaliyetleri için eleman devşirmeye çalıştığını,

Esasen Almanya için de bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu, somut örnekleriyle ayrıntılı olarak anlatmaya izah etmeye çalıştık, çalışıyoruz.

 

Bu yapının içyüzünün görülebilmesi için muhakkak Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından izlenmeye alınması gerektiğini dile getirmeye devam ediyoruz.

 

Aynı şekilde Almanya’nın, dünyanın her yanından kaçarak sığınacak yer arayan FETÖ mensubu kişiler için korunaklı sığınak haline gelmesinde duyduğumuz rahatsızlığı ısrarla dile getiriyoruz, getirmeye devam edeceğiz.  

 

Alman muhataplarımızın bu konuda müttefiklik ruhuna yakışan bir dürüstlük ve samimiyet içerisinde hareket etmelerini talep ediyoruz. 

 

Almanya’nın FETÖ konusunda atacağı adımların karşılıklı güven ve ikili ilişkilerimiz bakımından da oldukça önemli olduğunu burada vurgulamak istiyorum.

 

Bu vesileyle Almanya’daki Türk toplumunun Türkiye’deki kardeşleriyle birlikte FETÖ’yle mücadelede sergilediği yakın dayanışma, birlik ve beraberlik ruhunun bizlere güç ve moral verdiğini ayrıca belirtmek istiyorum. Teşekkür ederim."