22 Şubat 2023 Çarşamba

BERLİN’DE, TÜRKİYE VE SURİYE’DE HAYATLARINI KAYBEDENLER İÇİN ANMA ETKİNLİĞİ DÜZENLENDİ

Rüştü Kam Almanya'nın Başkenti Berlin’de bir anma etkinliği düzenlemişler. Ben ilanı Berlinli Gazeteciler WhatsApp grubundan öğrendim. Bu etkinliği Almanya Türk Toplumu (TGD) ve Almanya-Suriye Yardım Dernekleri Birliği düzenlemiş. Katılımcı sayısı 300 civarındaydı. Belirli bir grubun temsilcileri oradaydı sanki. Renkli bir katılımcı profilinden söz etmek mümkün değildi. 300 bin Türk'ün yaşadığı ve Suriyelilerin de yoğun olarak bulunduğu Berlin’de bu sayı, merkez üssü Pazarcık olan depremi kamuoyu nezdinde önemsiz hale getirdi denilebilir. Türk ve Suriye halklarının o etkinlikte olmamaları da manidardı. 15 milyon insanı ilgilendiren böylesine bir depremde ölenlerin anma törenine bu kadar az katılımcının gelmesi düşündürücü. Zaten katılımcıların içinde o acıyı hisseden de yok gibiydi. 16 Şubat’ta aynı mekânda (Brandenburger Tor meydanı) İslâm Federasyonunun düzenlediği anma törenine 3.000’den fazla katılımcı itibar etmişti. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in konuşma yapacağı bir etkinliğe daha fazla katılımcının gelmesini beklerdik. Şahsen ben böyle bir beklentiyle gittim etkinliğe. “Dünya kamuoyunda asrın felaketi” olarak bilinen 7.7 ve 7.6 şiddetindeki böylesine bir afette şehit olanlar için keşke Sivil Toplum Kuruluşları (STK) birlikte bir anma etkinliğini düzenleseydi. Daha anlamlı olurdu. Dosta düşmana karşı ayıp da olmazdı. Şehit yakınlarının ve Türkiye halklarının da acısını biraz olsun dindirirdi. Onlar da, “Evet yakınlarımızı kaybettik ama yeni yeni dostlar edindik, baksanıza Almanya da 10 binler bizim acımızı paylaşıyor, başlarında da Cumhurbaşkanları var” derlerdi. Bizler toplantılar, etkinlikler düzenlemeyi beceriyoruz da nedense bu toplantıları birlikte yapmayı beceremiyoruz. Her grubun amacı başka başka oluyor. Herkes kendi davulunu çalıyor. Bu beceriksizliğimizden dolayı da erbabınca istismar edilmeye müsait hale geliyoruz. Törende Suriye bayrakları dalgalanıyordu. Buna karşılık bir tek Türk bayrağı dalgalanmıyordu. Yoktu ki dalgalansın. Toplantıyı düzenleyen Almanya Türk Toplumu ama alanda Türk bayrağı yok. Böyle bir şey gözden kaçmış olamaz. Törende Türk bayrağının olmayışının oradaki duyarlı kişilerin gözünden kaçmadığı gibi. Ayrıca T.C. Büyükelçisi Ahmet Başar Şen’de oradaydı, konuşma yapacak diye beklentimiz vardı. Konuşma hakkı verilmemiş olmalı ki, sadece dinledi ve gitti. Her ne kadar konuşmacılar, Türkiye’deki depremden ve depremzedelerden bahsetseler de bu etkinlik Türkiye’den ziyade Suriyeliler için düzenlenmiş gibiydi. Yapılan konuşmalardan ve Katılımcı profilinden anlaşılan buydu. Suriyelilerin de Kobani/Ayn el Arap bölgesinde yaşayanlarını ilgilendirdiği besbelliydi. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Acınızı ve sıkıntınızı görüyoruz, biliyoruz. Yardım çağrılarınızı duyuyoruz. Sizi yalnız bırakmayacağız. Yıkılan şehirlerden gelen haberler bizi şaşkınlığa düşürüyor. Görüntüler hafızalarımıza kazındı. Bu felaket yüzyılın felaketidir. Burada, ülkemizde, oralarda akrabalarını ve arkadaşlarını kaybeden birçok insan yaşıyor. Bu yıkıcı felakette hayatını kaybedenleri anmak için bu akşam Berlin'de toplandık. Suriye’de yakınları olanlar, ülkemizdeki birçok insan sizin de üzüntülerinize ve endişelerinize ortak oluyor. Sizin acınız da bizim acımızdır. Suriye'deki Esed rejimine sesleniyorum, yardım görevlilerinin hayat kurtaran işlerini yapmasına izin verin. İnsani yardımı engellemeye kimsenin hakkı yoktur. Biz, felaketten etkilenen tüm insanlara, yanlarında olduğumuzu ve yanlarında kalacağımızı göstermek için buradayız ve her zaman yanınızdayız.” Türkiye'de arama kurtarma çalışmalarına katılan Alman Federal Teknik Yardım Kurumu (THW) ekibinden Jörg Eger de deprem bölgesindeki izlenimlerini şu cümlelerle aktardı: "Her görevin kendine göre zorlukları vardır. Uzun yıllardan beri ülke dışına göreve çıkıyorum. Ancak daha önce böyle bir felaket, yıkım görmedim. Türk halkı bunca acılarına rağmen, sadece acı ve üzüntüyle değil aynı zamanda olağanüstü bir misafirperverlik, dostluk ve anlayışla karşıladı bizleri. Bunu hiçbir zaman unutamayacağım. Ben Türkçe biliyorum. Konuşulanları anlıyorum. İnsanlar birbirleriyle karşılaştıklarında şöyle diyorlardı; 'Nasılsın arkadaş?' Bu cümle benim için, korkunç bir felaket anında, karşınızdakine verilen umut ve dostluk anlamına geliyor. Ne kadar güzel ne kadar sıcak bir ifade. Başın sağolsun Türkiye."

DİAYENET KİTAP YASAKLIYOR: ALLAH AŞKINA BU NEDİR ŞİMDİ

“DİYANET” KİTAP YASAKLIYOR: ALLAH AŞKINA BU NEDİR ŞİMDİ -Susma! Sustukça sıra sana da gelecek- Rüştü Kam Duydum ki; İhsan Eliaçık’ın Meali yasaklanmak üzere mahkemeye verilmiş. Mahkeme de kitapların toplatılmasına karar vermiş. İstanbul birinci Sulh ceza mahkemesi (06.02.2023). Yasaklanan, Kitap, Yaşayan Kur'an Türkçe Meali. Hazırlayan Recep İhsan Eliaçık. İnşa Yayınlarından çıkmış. Mahkemeye veren de Diyanet İşleri Başkanlığı Hukuk Müşavirliği (26.01.2023). Karar jet hızıyla verilmiş. Karara sebep olan gerekçe: “İslâm dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı unsurlar içermek.” Gerekçe gülünç. Belli ki bazı mihraklar İhsan Eliaçık’ın biletini kesmiş. Neyse o ‘sakıncalı unsurlar’ herhalde kararın detayında vardır. Belki birgün onları da okuma şerefine nail oluruz. Eliaçığın Mealinde yanlışlar da olabilir, ikna edilirse yanlış olarak görülen açıklamalar düzeltilebilir. Ama kitap yasaklamak nedir? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Prof.Dr.Mehmet Azimli Müslümanların Engizisyonu adıyla bir kitap yayınlamıştı. Kendisiyle Frankfurt’ta karşılaştık (2022). O zaman Azimli’ye demiştim ki, hocam bu isim biraz ağır olmamış mı? “Rüştü Hocam Müslümanlar kendileriyle yüzleşmelidirler. Bu yüzleşme gerçekleşmeden Müslümanlar yazdıklarına itibar edilen dünya çapında bir ilim adamı çıkaramazlar. Bu kitap İslam Tarihinden bir kesittir. Farklı fikirlerinden dolayı katledilenlerden sadece bir kısmıdır benim yazdıklarım: Bu kitapta; halifeye payanda olmadığı için hapiste işkence altında katledilen Ebu Hanife'yi, Bağnaz Hanbelilerin baskısıyla şehirden şehire sürülürken, sığındığı bir köyde ölen İmam Buhari'yi, Emevilerin kaderciliğine karşı çıktığı için dili, elleri ve ayakları kesilerek katledilen Gaylan ed-Dımeşki'yi, Farklı fikirlerinden dolayı vahşice öldürülüp yakılan cesedinin külleri Dicle'ye savrulan Hallac-ı Mansur'u, Sünni fikirlerinden dolayı diri diri derisi yüzülerek katledilen İbnu'n-Nablusi'yi, Zındıklık ithamından kurtulmak için tövbe ettiğini söylediği halde Ebussuud Efendi tarafından öldürtülen Şeyh Karamani'yi, Bir doktorun (Huneyn b. İshak) mihnesini, İki uçak mühendisinin (İbn Firnas, Hezarfen) çilelerini, Bir müzisyenin (Ziryab) sürgününü, Bir uzay bilimcinin (Takıyuddin) dramını, İki matematikçinin (İbn Heysem, Gelenbevi) çilelerini, Siyasi öngörüsüzlükle idam edilen Dünyanın en önemli Coğrafyacısı Piri Reis’i, Sağlığında 28 bin maddelik eseri yok edilen İbn Sina’yı, Dine Muğayir olmak suçundan cezalandırılan Şeyh Hamdullah’ı, Dünyada ilk füze denemesi yaptığı için sürülen Lagari Hasan Çelebi’yi, İlhad suçlamasıyla idam edilen Bektaşi Kıncı Baba’yı, Fitne çıkardığı gerekçesiyle idam edilen Sudanlı Muhammet Taha’yı,... Veee daha nicelerini okuyacaksınız...” Uzunca bir sohbet oldu. Bu sohbet Frankfurt’ta bir lokmacı dükkanında yapıldı. Azimli’ye dedim ki; Hocam haklısınız, bu durumda sizlere söyleyecek bir sözüm olamaz, haddimi de aşmak istemem. Anladığım kadarıyla yazılması geç kalınmış bir kitaptır yazdığın bu kitap (Müslümanların Engizisyonu). Allah seni engizisyonculardan korusun. Kitaplarınızı önce okuyayım sonra tekrar konuşuruz dedim ve ayrıldık. Dün akşam Diyanet İşleri Başkanlığının merkez üssü Pazarcık/Kahramanmaraş olan 7.7. ve 7.6 depreminden sonra ihtiyaca binaen gündeme gelen evlat edinme ile ilgili fetvası hakkında bir araştırma yapıyordum. WattsApp’a bir haber düştü. Azimli Hoca göndermiş. İhsan Eliaçık’ın mealine yasak geldi. Mahkeme kararını okudum. Diyanet önce kendi eteğindeki taşları dökmeden başkalarıyla neden uğraşır ki diye düşündüm. Kendi meallerindeki yanlışlıkları düzeltmeden başkalarının meallerine yapılan bu saldırılar neyin nesidir. Benzer bir olay da benim başıma gelmişti(1995) Avrupa Milli Görüş teşkilatlarında çalışırken(AMGT). Bir ilmihal yazmıştım. Ogünün Fetva komisyonu başkanı Sefer Ahmedoğlu toplanttırmıştı ilmihali. Kütüphanede bile bulunması caiz değildir demişti. Gerekçe Diyanet İşleri Başkanlıuğı’nın gerekçesinin aynısıydı. “İslâm dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı unsurlar içermek.” Bu tavır, yani kitap yasaklama tavrı, toplatılma ve de yakılma tavrı Hitler Almanya'sında görülen bir tavırdır. Almanya'da bundan tam 90 yıl önce Nazi rejiminin tasvip etmediği yazar ve düşünürlerin kitapları yakılmıştı. On binlerce kitap, meydanlarda ateşe verilmişti. Yıl, 6 Nisan 1933. Nazi Alman Öğrenci Birliği, edebî anlamda ateşle temizlik ya da “arındırma” havası yaratmak üzere ulus çapında “Alman Olmayanlara karşı Eylem” deklare etti. Kaygı verici öneme sahip sembolik bir eylem olarak üniversite öğrencileri, 10 Mayıs 1933’te 25.000 ciltten fazla “Alman olmayan” yazarların kitabını yaktı. Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels'in her zaman söylediği gibi, Almanya'da toplumun iç ve dıştan temizlenmesi" gerekiyordu. Berlin’in Opera Meydanı’ndaki merkezî tören, radyodan da naklen halka aktarılıyordu. Çok sayıda öğrenci, Nazi SA ya da SS üniforması giymişti. Sıra sıra gelen yeni kitapları ateşe atarken belirli ifadeler de kullanıyorlardı: “Ateşe, Sigmund Freud Okulu’nun yazılarını atıyorum… Alman tarihinin saptırılmasına, onun yüce önderlerinin aşağılanmasına karşı çıkıyor, tarihî geçmişimiz önünde saygıyla eğiliyor ve ateşe, Emil-Ludwig Cohn'un yazılarını atıyorum.” Dünya şaşkınlık içindeydi. Amerikan Newsweek dergisi, Nazilerin kitap yakma törenini “Kitapların Soykırımı” diye nitelemişti. Kitapları yakılan Alman şair Heinrich Heine: “Bugün kitap yakanlar, yarın insanları da yakarlar” şeklinde tepkisini göstermişti. Ve öyle de oldu: Bu olaydan birkaç yıl sonra Yahudi Soykırımı başlatıldı, insanlar ırkları nedeniyle fırınlarda yakıldı. Çalışmaları yakılan yazarlar arasında Franz Werfel, Max Brod ve Stefan Zweig gibi Yahudi yazarlar da bulunmaktaydı. Bunlar arasında ünlü Alman yazarların kitapları da bulunuyordu. Heinrich Mann, Erich Maria Remarque, Joachim Ringelnatz. Opera Meydanı'nda o kitapların yanıp tutuşmasıyla adeta bir ateş denizi oluşmuştu. Henüz 23 yaşındaki Herbert Gutjahr, ateşe kitapları atan ilk öğrenci oldu. Bu kitaplar nasyonal sosyalist ideolojinin benimsetildiği yüksek okul öğrencilerinin görüşlerine uygun değildi, onlara göre bu kitaplar Almanya’yı yansıtmıyordu. Öğrenciler herhangi bir direnişle karşılaşmayı beklemiyordu, zira kütüphane görevlileri ile çok sayıda profesör, -onları desteklemese bile- öğrencilerin bu kitapları kütüphanelerden çalmalarına göz yumuyorlardı.” Tarih boyunca hem ülkemizde hem de dünyada yüzlerce kitap kimi değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Siyasi ve ahlaki değerlere uygun düşmediği gerekçesiyle yasaklanan bu kitapların satışı yasaklandı, eserlerin çoğaltılmasına izin verilmedi, hatta kimi eserler sadece yazarını değil, okuyucusunu bile mahkûm etti. Şunu unutmamak lazımdır, bir gün sıra, bugün Eliaçık’ın başına gelenlere sessiz kalanlara da gelecektir. Hatırlatmak isterim. Protestan Papaz Martin Niemöller. Şöyle demişti: “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” Recep İhsan Eliaçık’ın kitabı yasaklanırken eli kalem tutan ilim adamları, yazarlar, çizerler bu yasağa itiraz etmelidirler. Koro halinde itiraz etmelidirler. Sağcısıyla- solcusuyla, milliyetçisiyle, Müslümanıyla- Gayrimüslimiyle, akademisyenleriyle, herkes itiraz etmelidir. Yasağa sessiz kalanlar bilmelidirler ki; Protestan Papaz Martin Niemöller’in pişmanlığı sizlerin de pişmanlığı olmasın. O zaman iş işten geçmiş olacaktır. Bugün bu haksızlıklara ses çıkarmayanlar bir gün mutlaka, “Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” diyeceklerden olacaktır. ............................. Geniş bilgi için bakınız: (Deutsche Welle Türkçe. Marc Lüpke-Schwarz / Marie Todeskino / Çelik Akpınar) (https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/book-burning) (https://www.agos.com.tr/tr/yazi/4997/nazi-almanyasinda-ilk-trajedi-1933-kitap-yakma-olayi) (https://www.avlaremoz.com/2020/06/27/opera-meydaninda-yakilan-kitaplarinin-izinde/) (https://yenihayat.de/2018/05/09/oence-kitaplar-yakildi/) (http://www.sabitfikir.com/dosyalar/naziler-tarafindan-yakilan-kitaplar)

10 Şubat 2023 Cuma

BERLİN TEK YUMRUK OLMUŞKEN

BERLİN TEK YUMRUK OLMUŞKEN - Yüce Mevla’m: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak edecek misin?”(Ayet)- T.C. Berlin Başkonsolosu Sayın Rıfkı Olgun Yücekök başkanlığında bir organizasyon yapıldı. Merkez üssü Pazarcık/Kahramanmaraş olan ve Türkiye'nin on ilini kapsayan 7.7 büyüklüğündeki deprem (9 Şubat 2023) felaketiyle ilgili bir organizasyon. Ayni ve nakdi yardımların toplanması ve sevkiyatı ile ilgili çalışmalar yapıyor. Bu çalışmanın daha verimli olabilmesi için bir de WhatsApp grubu oluşturuldu. Berlinli vatandaşlarımız, bu organizasyonda görev almak için seferber olmuş durumda. Sivil Toplum Kuruluşları, iş adamları, resmi makamlar hepsi orada. İşyerlerinden izin alıp hangarda çalışmaya gelen insanlarımızı tanıyorum ben. Kadınlarımız orada, karınca gibi çalışıyorlar. Bu ne saadet. Özlediğimiz birlik ve beraberlik işte bu. Dilerim bu birlik ve beraberlik bundan sonra da devam eder. Ben sadece Depremzedelere yardım etmek amacıyla orada bulunan o özverili insanımızın ellerinden öpüyorum. Halkımız da öyle duyarlı ki; hangarın adresi belli olur olmaz ellerinde torbalarla oraya koştular. Ellerinde ne var ne yoksa onları depremzedelerle paylaşmak istediler. Bankaların önünde kuyruklar oluşturdular. Onları da kutluyorum. Elbette 300 bin insanımızın yaşadığı Berlin’de insan seli hedefe doğru akmaya başlayınca. Bazı sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Orada gönüllülük esasına göre çalışan insanlarımız bu işin uzmanı değiller. Bu vesileyle uzmanlaşacaklar, kısa sürede tecrübe kazanacaklar, kazanıyorlar da zaten. Kervan yolda düzelecektir. Belki de bu çalışmadan sonra Başkonsolosluğumuzun nezdinde kalıcı bir sosyal yardımlaşma ekibi kurulacaktır. AFAD gibi. O ekip gerekli eğitimi alacak ve bundan sonrası için ehliyetli kişiler işbaşında olacaktır. Sevgili Berlinliler o zamana kadar biraz sabırlı olmak lazımdır. Hangarda çalışanların kalplerini kırmamak lazımdır. Onlar ne istiyorlarsa o şekilde yapmak lazımdır. Vereceğimiz eşyaları evde sınıflandırarak oraya götürmek lazımdır. Böylece onların işleri az da olsa kolaylaşmış olacaktır. Hazırladığımız kolinin içinde ne varsa onların kolinin üzerine yazılması gerekiyor. Elbise ise ve ayakkabı ise bedenleriyle birlikte yazılması gerekiyor. Eski eşyaların yani çöpe atacağımız eşyaların hangara götürülmemesi gerekiyor. Kimse bilerek ve isteyerek böyle bir yanlışlık yapmaz ama belki elinde olan sadece eski bir eşyadır, yenisini alacak gücü de yoktur; o zaman iyice temizlenerek, yıkanarak, ütülenerek o eşyanın bağışlanması gerekiyor. Lütfen bu acılı günlerde birbirimize tahammül edelim. Hepimizin amacı mağdur olan insanımızın elinden tutmaktır. Sevgili Berlinliler, böylesine hummalı bir çalışmayı istemeyenler, aramıza fitne tohumu atmak isteyenler de olabilir. Hatta bu depremi siyasi çıkar elde etmek için kullananlar da olabilir. Onlara geçit vermeyelim. Bulunduğumuz ortamdan onları uzaklaştıralım. O yüzsüzlere yüz vermeyelim. Lütfen fırsatçıların önünü keselim. Gün 85 milyonun tek yürek olma günüdür. Rabbim ülkemizi tüm afetlerden korusun. Sevgili Berlinliler, yüreğimiz dağlandı, ciğerimiz parçalandı. İçimiz kan ağlıyor. Türkiye yasta. Bu kara günler elbet geçecektir. Acılar unutulacak, yaralar sarılacaktır. Bize lazım olan birlik ve beraberliktir. Bundan sonrası için ne yapacağız onu düşünelim. Yüce Mevla’m, Sana yalvarıyoruz; bizlere böylesine acıları bir daha yaşatma! … Yüce Mevla’m: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak edecek misin?”(Ayet) Rüştü KAM