16 Kasım 2017 Perşembe

Berlin’de Cumhuriyet Bayramı




- Farklılıklarımızdan ziyade ortak yanlarımızı öne çıkarmamızın gerektiği bir dönemden geçiyoruz-

 
Bu sene ilk defa başkonsoluslukla büyükelçilik Cumhuriyet Bayramı’nı birlikte kutladılar. Mantıklı bir uygulama. Aynı şehirde devletin iki kurumunun ayrı ayrı kutlama yapmaları uygun düşmüyordu.  Halkımız bu uygulamayı hem masraf hem de zaman israfı açısından uygun görmüyordu.

Cumhuriyet Bayramı  kutlamalarında önceki yıllarda maksadını aşan konuşmalar yapılırdı. Sanki Türk Milleti’nin önceden bir devleti yokmuşta 1923 te ilk defa bir devlet kurmuşlar   gibi nutuklar atılırdı. Türk Milleti’nin geçmişinden bahsedilirken, karanlık bir tablo çizilirdi. Konuşmacılar; gericilik, yobazlık, hainlik gibi kavramları kullanalarak atalarını linç etmekten zevk alırlardı.

Dünyada geçmişini yerin dibine batırmak için uğraşan, atalarının değerlerini ayaklar altına alan, tarihi şahsiyetlerini ve o dönemde olup biten olayları manipüle ederek yabancı milletlere anlatmaktan zevk alan başka bir millet olmasa gerektir.

Köklerini inkar eden, kendilerini  yepyeni bir devletin mensupları gibi gösteren dışa bağımlı bir hastalıklı zihniyet oluşmuştu. Köle ruhlu bu insanlar hastalıklı beyinleriyle geçmişlerine kin kusarlardı. Padişahlarını hain ilan edecek, onlara Kızıl Sultan diyecek kadar tarih bilgisinden ve de şuurundan yoksun hain monşerlerdi bunlar. O kadar ki; Ramazan’da, Cuma günü ve de  Cuma saatinde  Cumhuriyet resepsiyonu vermekte  sakınca bile görmüyorlardı. Bu yaptıkları hainliğin adına da ilericilik diyorlardı, cumhuriyetçilik diyorlardı,  laiklik diyorlardı, demokratlık diyorlardı, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak diyorlardı. Cumhuru olmayan  cumhuriyetçiler, halkı olmayan demokratlardı bunlar. Kendi halkına, kendi halkının  inancına, geleneklerine, kültürüne, sanatına yabancı monşerlerdi bunlar...

2017 de Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu

30 Ekim 2017 Pazartesi günü Cumhuriyet resepsiyonuna davet edildim. Kalabalık bir davetli vardı. Sivil Toplum Kuruluşları’nın temsilcileri, Yabancı Misyon Şefleri, Dini Liderler hepsi oradaydı. Büyükelçi Ali Kemal Aydın misafirlerine hoşgeldiniz diyerek konuşmasına başladı. Türkiye’de çıkarları olan ülkelerden ve o ülkelerin Türkiye üzerinde oynadıkları oyunlardan bahsetti. Sahip olduğumuz değerlerin çok kıymetli olduğundan ve o değerlerden asla vazgeçilmeyeceğinden bahsetti. Türkçenin ve Türk Kültürü’nün altını çizdi, ikili ilişkilerdeki olumsuzlukların burada yaşayan insanlara yansıtılmaması gerektiğinden bahsetti. İnsani yardım konusunda dünyanın neresinde olursa olsun zulme uğrayan birisi varsa Türkiye’nin oraya koşarak gittiğinden, şahsiyetli dış politikadan, insan haklarından, din, dil, ırk ayırımı yapılmadan hak sahibine verilmesi gereken insan haklarından bahsetti, farklılıklarımıza rağmen birlik ve beraberlik içinde olmamızdan bahsetti daha neler neler... Kompleksleri olmayan özgüven sahibi bir Büyükelçi böyle olur, benim ülkem işte böyle temsil edilir dedim. Rahatladım ve gururlandım. O konuşmanın tamamını sizlerle paylaşmak istedim:

“Değerli Misafirlerimiz, Sevgili Vatandaşlarımız;
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 94. yıldönümü resepsiyonumuza hoşgeldiniz.
Millet olarak ciddi sınavlardan başarıyla geçtiğimiz, haklı mücadeleleri kazanmakta olduğumuz bu dönemde, Cumhuriyetimizin kuruluşunu her zamankinden daha büyük bir coşku ve sevinçle kutlamayı hak ediyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, milli egemenliğine ve siyasi, ekonomik ve askeri bağımsızlığına halel getirecek hiçbir müdahaleye izin vermemiştir, bundan sonra da vermeyecektir. Türk milletine ve onun bağımsızlığına ve özgürlüğüne karşı kurulan tuzaklar hep hüsranla sonlanmıştır.
15 Temmuz’da anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkan FETÖ terör örgütünün darbe girişimi de aynı akıbete uğramıştır. Türk halkı, hür iradesini yok saymaya kalkışan zorbalara karşı, canı pahasına da olsa demokrasiye güçlü bir şekilde sahip çıkmış, hak ve hukukunu korumuştur. Bu noktada, hain darbe girişimi sırasında hayatını kaybeden aziz şehitlerimizi bir daha rahmetle anıyor, yiğit gazilerimizi buradan selamlıyorum.
Aynı anda birden fazla terör örgütüne karşı mücadele etmekte olduğumuz bu kritik dönemde, ülkemizin güvenliği her şeyin önünde gelmektedir. Dostlarımızdan beklentimiz bu önemli süreçte bizimle olmaları, dayanışma sergilemeleri ve gerekli anlayışı göstermeleridir. Bu alanda asgari bir işbirliği tesis edilmeden ilişkilerde ilerleme sağlamayı beklemek gerçekçi değildir.

Siyasi, ekonomik, ticari ve en önemlisi insani bakımlardan en yoğun ilişkiler içinde olduğumuz Almanya ile münasebetlerimizde zor bir dönemden geçtiğimiz ortadadır. Son zamanlarda yaşadığımız bunca sorun ve görüş ayrılıklarına rağmen, geçmişi 300 yıla yaklaşan geleneksel dostluk bağlarımızın olduğu Almanya’yla ilişkilerimizin önümüzdeki dönemde karşılıklı adımlarla yeniden normalleşme sürecine girmesi hepimizin ortak temennisidir.

Tabiatıyla üç buçuk milyonluk Almanya Türk toplumu ikili ilişkilerimizi özel ve biricik kılan en önemli unsurlardan biridir. Bugün, yani 30 Ekim, aynı zamanda Türk işçilerinin Almanya’ya gelişini başlatan Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması’nın 56. yıldönümüdür. Bugün burada bulunan bu ilk kuşağın fedakar temsilcisi büyüklerimizi Büyükelçiliğimizde görmekten ve kendilerini ağırlamaktan da ayrıca memnuniyet duyduğumu belirtmek istiyorum.
Sadece çalışma ve iş hayatında değil; siyasette, kültürde, sporda, sağlık ve eğitim sektörlerinde ve medya gibi daha bir çok alanda Almanya’nın sosyal hayatına zenginlik katıyorsunuz. Bu başarılarınızın daimi olmasını ve iki toplum arasındaki birleştirici konumunuzu güçlendirerek sürdürmenizi diliyorum.
Ancak bu noktada, Almanya’daki toplumumuzun son yıllarda giderek artan bir şekilde yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslam karşıtlığına maruz kaldığını da üzülerek belirtmek durumundayım. Bu mağduriyet, fiili ve fiziki saldırıların ötesinde, ülkemiz ve toplumumuz aleyhinde yaratılan yanlış algı ve menfi atmosfer nedeniyle günlük hayatta ve kamusal alanda dışlayıcı ve ayrımcı davranışlar şeklinde de vücut bulmaktadır. Bu olumsuz gelişmeler buradaki toplumumuzu gönülden yaralamakta ve haklı endişelere yol açmaktadır.
İnsanlarımız arasında, özellikle de genç nesilde dışlanmışlık ve ötekileştirilmişlik duygusunun giderek yer ettiğini gözlemliyoruz.

Maalesef, üzülerek görüyoruz ki, ikili ilişkilerimizdeki gerginliklerin faturası da buradaki toplumumuzdan çıkarılmak istenmektedir. Bunun son örneğini, Berlin’deki bazı belediyelerin Türkçe dersleri için ücret talep etmelerinde görüyoruz. Bu haksız talebe karşı dernek ve kuruluşlarıyla Türk toplumu gerekli tepkiyi ortaya koymaktadır. Bu yanlıştan bir an önce dönülmesini bekliyoruz.
Son zamanlarda giderek güçlenmekte olan yabancı düşmanı ve İslam karşıtı aşırı sağ görüşlü akımlarla mücadele edilmesini ve bunlara karşı gerekli bütün önlemlerin alınmasını acil olarak bekliyoruz.  

Türk ekonomisi, yükselen sanayisi, genişleyen ticareti ve artan yatırımları ile büyümeye, istihdam yaratmaya devam etmektedir. Yapılan tüm olumsuz yayınlara ve kampanyalara rağmen Türkiye’yi ziyaret eden turist sayısında geçen yıla göre önemli bir artış sağlanmıştır.
Bu yılın ilk iki çeyreğinde yüzde beşin üzerine büyüyerek Avrupa’nın en hızlı gelişen ekonomisine sahip olan Türkiye, yabancı yatırımcılar için güvenli ve kazançlı konumunu sürdürmektedir. Ulaştırma ve enerji alanları başta olmak üzere çeşitli sektörlerde devasa yatırım projeleri hızla ilerlemektedir. Özetle, ekonomimiz, bazı çevrelerin çizmeye çalıştığı kara tablonun tam aksine güçlü ve sapasağlam ayaktadır.  

Türkiye’nin istikrarı Avrupa’nın istikrarı demektir. Son mülteci krizinde olduğu gibi Türkiye uluslararası camianın ortak sorumluluğunun önemli kısmını taşımaya devam edecektir. Bizim kültürümüzde ekmeğimizi komşumuzla, misafirimizle paylaşmak vardır.
Ülkemizdeki 3 milyonu aşkın mülteciye de bu gözle bakıp, onları toplum olarak kucakladık. Ekmeğimizi paylaştık. Bir milyona yakın Suriyeli çocuğa eğitim verebilmek için kısıtlı imkanlarımızı zorladık. Kimseden de takdir beklemedik. 

Türkiye, insani yardımlar alanında günümüzde milli gelire oranla dünyanın bir numaralı donörü haline gelmişse, Myanmar’dan Yemen’e, Somali’den Filistin’e dünyanın dört bir tarafına elini uzatabilen, muhtaçların yardımına koşan bir ülke olmuşsa, bu son yıllarda izlenen insani dış politikaların sonucudur. Bu yaklaşımımızın savaştan kaçan insanlara kapıyı kapatma payesi üzerinden seçim kazanan bazı Avrupalı siyasetçilere örnek teşkil etmesini ümit ediyorum.
Farklılıklarımızdan ziyade ortak yanlarımızı öne çıkarmamızın gerektiği bir dönemden geçiyoruz. Sizlerin burada ortak asgari paydalarda birlikte hareket etmeniz, hak ve menfaatlerinizin korunması açısından hayati önemdedir... 
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!”

11 Kasım 2017 Cumartesi

AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDA GEÇEN YILLARIM XVIII/18



-İslâm Federasyonu’nu bugün okullarda din dersi veren bir kurum haline biz getirdik-


Rüştü Kam
Ha-ber.com

1986 yılında Berlin’e geldim. Çok kısa sürede bazı gençlerle tanıştım.  Milli Görüş Teşkilatlarına gönül veren hakikatlı gençlerdi bunlar. Kaldığım o 1 odalı ev İslâm Vakfı’nın eviydi. İslâmî İlimler Okulu’da Vakıf binasında hizmet veriyordu. Vakfın giriş kapısında da İbrahim Arsalan’ın berber dükkanı var. Vakfın önünde de bir park var. Parkta kocaman kocaman kestane ağaçlarıvar. Park ve berber salonu buluşma yeri gibiydi. İslâm Federasyonu’na, İslâm Vakfı’na, İslâmî İlimler Okulu’na ve Vakıf Camii’ne gelenlerle mutlaka bu mekanlarda  selamlaşma ve tanışma imkanımız oluyordu. Teşkilat toplantılarında yeni gelen hoca olarak ben cemaate tanıtıldığım için bu mekanlarda ayrıca kendimi tanıtmam gerekmiyordu, selam vererek yanıma gelenleri ben tanıma fırsatı buluyordum. Yahya Tel, Zeki Bina, Hasan Akyol, Bekir Taşkıran, İsmail Koçyiğit, Bahttin Savaş, Ömer Faruk Demirel, Bekir Durak, Abdurrahman Akgül, Rasül Bayram bu mekanlarda tanıdğım hakikatli gençlerdendi. Arı gibi vızıl vızıl çalışıyorlardı. Kimisinin elinde çanta, kimisinin elinde kitap, kimisinin elinde gazete- mecmua var. Almanca okuyup yazan, üniversite okuyan bir avuç genç. Bugün Berlin’de Müslümanlara hizmet verek ve varlıklarıyla övünülen kurumların altında bu gençlerin imzaları vardır. Bildiğim kadarıyla o gençlerden bugün teşkilatta hizmete devam eden kimse yoktur. Allah kimin ne yaptığını biliyor mutlaka, zaten o gençler de yaptıkları işi Allah’ın rızasını kazanmak için yapmışlardır. Ehliyet, liyakat, ahde vefa gibi kavramlar Milli Görüş teşkilatlarında kullanılmaz. Ben kullanıldığına şahit olmadım.
Bu hakikatli gençlerden  biri var ki; teşkilatın camilerinde eğitimci olarak çalışmış, Federasyonun, Vakfın ve cami derneklerinin muhasabesini yapmış, bazılarından çok cüz’i ücretler almış bazılarından ise (İslâm Federasyonu ve İslâm Vakfı)  ücret bile almadan yapmış bir genç, Bekir Durak. Bekir Durak ile 4 saat konuştuk; oldukça kırgın, özellikle bazı kişilere çok kırılmış. İki ev parasıyla bir ev almasına sebep olanlar var.  Sevdikleri bazı insanların ihanetine uğramış ama o, davasından vazgeçmemiş.  Bu 18.bölümde o hakikatli gencin yaşadıklarını, başından geçen bazı olayları kısa da olsa sizlerle paylaşmak istedim.

Bekir Durak kimdir?
Ben Balıkesirliyim. İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Türkiye’de Kamu Yönetimi okudum. Berlin’de de İşletme okudum. Türkiye’de üniversitede okurken Diyanet işleri Başkanlığı’nda görev yaptım. Berlin’e geldiğimde hemşehrim Nail Dural’ın görev yaptığı Milli Görüş’e bağlı olan Fatih Camii’nde eğitimci olarak hizmet ettim. Bu arada cami derneğinin hesap işleriyle de ilgilendim. Bir gün üçüncü bir hocayı göreve başlattılar, cami bütçesinin üç kişiyi kaldıramayacağını anladığımdan dolayı görevimi bıraktım. ‘Neden görevi bırakıyorsun?’ diyen de olmadı.
Berlin’de de üniversiteyi bitirince, muhasebeci olabilmek için gerekli olan kursları tamamladım ve muhasebeci olarak hayatını kazanmaya başladım. Zaman zaman doktoramı da  yaparak Türkiye’ye dönmek istediğim oldu ama evlenince bu isteğimin gerçekleşmesi mümkün olmadı. 

Ben halkına hizmet etmek isteyen biriyim
Ben evden işe işten eve gidecek bir yapıya sahip değilim. Halkıma hizmet için birşeyler yapmanın gerektiğine inanan birisiyim. Berlin’deki sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek kurdukları Berlin Türk Cemaati’nin kurucularındanım. Aynı zamanda daha sonraları kurulan Müsiad’ın da kurucuları arasındayım. Türk Cemaati’nin ilk muhasibiyim. (Schatzmeister).  O zamanlar cami derneklerinin dışında faaliyet gösteren dernek sayısı fazla değildi. Yararlı hizmetlerimiz oldu Türk Cemaati’nin çatısı altında. Bir gün, Türk Cemaati Türk kültürünün tanıtılması için gece balosu tertiplemek istedi. Baloya kadınların gece kıyafetiyle gelmeleri istendi. Dansöz getirilmesi istendi. Ben bu karara muhalefet ettim. Türk kültürü dansla gece kıyafetiyle temsil edilemezdi. Bana destek veren arkadaşlar da vardı. Berlin İslâm Kültür Merkezleri (Süleymancılar) temsilcisi İlyas Uzun da oradaydı ancak kendisinden istediğim desteği göremedim. Hemen sonraki toplantıda Gönenli bir arkadaş derneğe  Atatürk posterleriyle geldi ve bu posterlerin Berlin’deki camilere asılmasını istedi. Ben de cevaben kendisine” Bu güzel posterlerin eviniz asmanız daha uyguındur, camilere resim asılmaz” dedim. Anlaşmazlığa düştük arkadaşlarla. Ertesi gün baktım ki; Hürriyet’in Berlin ilavesinde beni Atatürk düşmanı olarak ilan etmişler. Konu ile ilgili olarak Berlin Başkonsolosluğu’na davet edildim ve sorgulandım. Hemen gazeteye tekzip gönderdim. Tekzip yayınlandı. Ancak bekelmediğim bir tepki oldu; İslâm Federasyonu ve Milli Görüş beni yalnız bıraktılar. Ben isterdim ki; kendilerinin Türk Cemati’nde temsiciliğini yapan birisini desteklesinler.   Tekzip yayınlandıktan sonra Nail Dural bana geldi ve “Olan biten bu tatsız olaydan sonra arkadaşlar seni aralarında görmek istiyorlar.” dedi.  

İslâm Federasyonu
Berlin’e geldiğim günden beri Milli Görüş’e bağlı camilerde hizmet ettim. Tabii ki İslâm federasyonu’nda da. Dernek muhasebesini iyi bildiğimden ve Almancayı iyi dercede yazıp okumamdan dolayı İslâm Federasyonu’na yönetici (Geschäftsführer) olarak seçildim. Oradaki arkadaşlarla birlikte  birçok başarının altına imza attık. Alman okullarında İslâm Din dersi verilmesi için gecemizi gündüzümüze kattık ve emeğimizin karşılığını almayı başardık. İslâm Federasyonu’nu bugün okullarda din dersi veren bir kurum haline getirdik. Gazete ve dergilerde televizyonlarda elde ettiğimiz bu önemli hak konusunda açıklamalar yaptık, gündem oluşturduk. Böyle bir hakkın alınması bize doping etkisi yaptı ve  İslâm Dininin Almanya’da resmen tanınması  için kolları sıvadık. Çok iyi çalışmalar yaptık, yol da aldık. Ayrıca cami derneklerinin mülkiyet edinmeleri için gerekli alt yapı çalışmaları yaptık. Bugün o çalışmaların meyvelerini topluyoruz.
Faaliyetler çoğaldı ama yeteri kadar eleman yoktu. Bu nedenle birçok faaliyeti aynı kişiler yürütmek zorundaydı. Milli Görüş’te çalışanlarla İslâm Federasyonu’nda çalışanların aynı kişi olmaları da resmi makamlarda sıkıntı doğurmaya başlamıştı. Resmi makamlar iki kurum arasında bağ olup olmadığını araştırıyorlardı. Milli Görüş’ün ve de İslâm Federasyonu’nun başındaki kişiler de yeterli düzeyde Almanca bilmedikleri için bazı şahıslara güvenmek zorundaydılar. Sonradan öğrendiğime göre başkan Nail Dural bazen çevresindeki güvendiği arkadaşlara resmi makamlarda kendisini temsil etmeleri için güven mektubu şeklinde boş kağıtlara imzalar atmış.
Bu durumdan ben oldukça rahatsız oldum: Çünkü,  sonunda iş dönüp dolaşıp bana geliyordu. Nail Dural’a ‘Ya federasyonu bırak ya da vakıf başkanlığını bırak.’ dedim.  ‘Bu işler öyle kolay olmuyor, ben bazen hangi konuda boş kağıt imzaladım onu bile bilmiyorum.’ deyince ‘Sevgili hocam ben bu durumda sizleri savunamam, beni affedin dedim ve önce vakıf muhasebesini bıraktım, daha sonra da Federasyon’un muhasebesini bıraktım.(2005) Vakfın muhasebesini bıraktığım zaman beni korkak olmakla suçladılar. Arkadaşların bu sorumsuz tavrı beni fazlasıyla üzdü...

Dernek çalışmalarının hukuka uygun olması
Ben istiyordum ki; İslâm dininin resmen tanınması için alt yapı gerekiyordu. Yapılacak işler hukuka uygun olmalıydı. Bu çalışmaları yapacak olan kadroların resmen o kurum içinde çalışıyor olmaları gerekiyordu. Bu konuda muhammen bir  bütçe hazırlanmalıydı. Bu bütçe hem içinde yaşadığımız devletin hukukuna hem de inandığımız dinin kurallarına uygun olmalıydı. Kurumun gelir ve giderleri şeffaf olmalıydı. Ben bu çalışmaları yaptım(  ). Milli görüş Genel Merkezi’ne kadar uklaştırdım ve gerekirse bu konuda birifing verebileceğimi de söyledim. Takdir ile karşılanmış, bana övgüler düzmüşler. Ancak hepsi o kadar. Uygulamaya konulacağı günü beklemeye koyuldum, nafile beklemişim, o çalışmadan söz eden bile olmadı. Buna rağmen bir ümitle uzun süre bekledim, bir haraketlilik göremeyince ben arkadaşları konuyla ilgili bilgilendireyim istedim. Belki beni anlayan birileri çıkarda ciddi çalışmalar yapabiliriz diye düşündüm. Yönetim kurulu toplantılarında konuyu göndeme getirdim. Mesela şöyle bir teklifte bulundum: Ramazanlarda uygun görülen mekanlarda iftar çadırları kuralım ve oralarda bir ay boyunca camiler yemekler versin ve kuracakları standlarda kendilerini tanıtsınlar, seminerler, sempozyumlar, açık oturumlar düzenlesinler istedim.  Oraya din, dil ve ırk ayırımı yapmadam herkes gelebilsin,  kültürel faaliyetler yapılsın istedeim.  Ancak sadece istemiş oldum. Camiler bir türlü dışarıya açılamadılar, bu beni hâlâ üzen bir şeydir. 

Selim Kuzu ve Nail Hoca
Bir gün Nail Hoca yine çıkageldi. “Bu akşam bir yerde toplacağız” dedi ve bir emlakçının adresini verdi.  Verdiği adrese gittim. O büroda Fatih Camii’nden tanıdığım bir sima var, Selim Kuzu. Konu Fatih Cami için bina satın almak. Yeri banka satıyormuş. Ucuzmuş ve kaçırılmaması gerekiyormuş. Benim de hoşuma gitti. Yer Oberbaumstr. ile Falkensteinstr.  köşesindeymiş.  Gittik baktık, gerçekten güzel ve cami için uygun. Ancak ben evrak üzerinde bazı hataların olduğunu sezdim ve ‘Bu evraklar bende kalsın, ben bir araştırma yapayım, en kısa zamanda tekrar görüşürüz.’ dedim. Sözkonusu bankanın müdürü benim üniversiteden arkadaşımdı. Hemen onu aradım. Satış teklifini (Expose) ona faksladım. Bir saat sonra bana döndü ve kendilerinde böyle bir satışi teklifinin olmadığını söyledi. Bu olay bankanın hukuk bölümünü de karıştırdı. Aradan daha 1 gün geçti ve ben Nail hoca’ya bu evrakların sahte olduğunu söyledim. Söyledim söylemesine de o 1 gün içinde cemaattan 250.000 DM’ı çoktan toplamışlar. Selim de Berlin’i terketmiş...ara ki bulasın...

Holdingler
Gel zaman git zaman, Milli Görüş Teşkilatları’nın camilerinde yönetim kadroları nerede kuruldukları belli olmayan holdinglerin hisse senetlerini satmaya başladılar. Bu doğru değildi. Dayanamadım yönetici arkadaşlara camilerde bu şekilde para toplanmasının doğru olmadığını söyledim. Çünkü satışa sunulan hisselerin  holdinglerin yüzde kaç hissesi olduğu açıklanmıyordu, kimse de zaten bilmiyordu. Bu konuda Nail Hoca ile Yakup Hoca’yı kendi büromda, yatsı namazından sonra  özellikle bilgilendirdim. “Sen burada çalışmana devam et gece yarılarına kadar, millet parsayı topladı.”
Aslında Müslümanlara bu şirketleri İslâmi usülle çalışan şirket modeli olarak tanıttılar, Müslümanlar da buna inandılar. Oysa bu holdingler birer şarlatanmışlar.
Ben bu konuda tez yazdım. Benim üniversite tezim İslâm Ekonomisi ve İslâm Bankacılığıdır. İslâm’da faiz yoktur. Günümüz şirketlerinde ise faiz maliyet faktörüdür, bu da karı düşürür. Daha az kar payı dağıtılır. İslâm usüllerine göre çalışan şirketlerde kapitalin maliyeti içinde faiz olmadığından dolayı kar daha yüksek olur. Cemaatimiz bu anlatımla  yetiştiği için, holdinglerin de böyle olduğunu sandı ve aldatıldı. Maalesef biz de bunu geç anladık...

Olacak ya
Yıl 2001, birgün Tümelsan Şirketler Grubu adına Ayşenur Karakaya ile Nail Hoca ve Tümelsan Yönetim Kurulu ikinci başkanı Harun Kurt kapımı çaldı. Bana ortaklık teklif ettiler. “İki ilahiyatçı arkadaş holdingin başındaymış. Diğer Holdingler gibi değillermiş, güvenilir insanlarmış bunlar, istediğim zaman paramı da çekebilecekmişim, öyle olmasalar Nail Hoca’nın ne işi varmış orada...” filan. Ortak olan diğer arkadaşlara da baktım onlar da teşkilatta görev yapan hocalar ve cemaattan tanıdığım kişilerdi. Tanıtımlarını yaptıktan sonra bazı evrakları verin inceleyeyim dedim. İncelemem biraz sürdü, ama sonunda ikna oldum. Bana verilen evraklarda A grubu ortaklığı teklif ediliyordu. Bu ortaklık sadece belirli bir hisse ortaklığı değil şirketin tamamına ve de yönetim kuruluna katılma ortaklığıydı ve ben Tümelsan Otomotiv A.Ş ‘ye ortak oldum. Ancak söylenen şekildeki ortaklığım birtürlü tescil edilmedi. Ben sadece para vermiş oldum.
Aradan uzun denecek kadar bir zaman sonra verdiğim parayı geri istedim.  Ev almak istiyordum. “Paramı çekmem gerekiyor dedim” gerçekten de çektim. Bu işlemden sonra holdinge güvenim arttı. Çektiğim o parayı bir zaman sonra tekrar benden istediler, çünkü evi henüz alamamıştım.  Güven oluştuğu için ben de verdim, ama ev alınca yine alırım dedim. “Hay hay, sorun yok ne zaman istersen paranı çekebilirsin”  dediler. 

Ev alacağım
Ev alma zamanı gelince (2001 sonu) paramı tekrar çekmek istedim ve çekemedim. Nail Hoca’ya durumu anlattım, “tamam, ödeyecekler sen evini al imzayı at” dedi. Ben onlardan paramı alamayınca bankadan yüklü bir krediyi yüksek faizle çekmek zorunda kaldım ve çektim, evimi aldım.  Yani bir ev aldım, iki ev parası ödeyerek. 
Sonra Berlin’deki diğer şirket ortakları topladım ve işin peşine düştüm, Nail Hoca
ve şirket hakkında Konya ve İzmir savcılıklarına suç duyurusunda bulundum. Değişik avukatlarla görüşmeler yaptım, onlar bana Türkiye’de böyle bir davanın sonuş getirmeyeceğini ve masraflarının da çok yüksek olacağını söylediler. Anlayacağınız, bizim alacağımız da mahşere kaldı gibi...

Kredi imkanları araştırdım
Belki bunlar sıkıntı içindedir diye düşündüm ve uluslararası yatırım bankalarından kredi imkanları araştırdım, buldum da. İlgilenmediler, benimle irtibatı kestiler. Bursa’da Nail Hoca ben ve şirket yönetim kurulu ikinci başkanı Harun Kurt bir toplantı yaptık. Kurt açıkça orada “Arkadaşlar biz sizlere yalan söyledik, kandırdık, bana destek olursanız hakkınızı korurum hocam “ dedi. Nail Hoca Kurt’a inanmadı, ”Bu yalan söylüyor.” dedi. Yalan söylüyor demesine dedi ama ondan sonra kılını bile kıpırdatmadı. Oğlu Avukat olmasına rağmen bu işler için oğlundan yardım da istemedi. Ancak ben inanıyorum ki, onlar kendi paralarını aldılar. Olan bizim paralara oldu.
Birgün Nail Hoca’nın dostu  bir arkadaş kulağıma kar suyu kaçırdı, ‘ Bekir kardeş sen Hoca’nın Tümelsan Holding’in yönetim kurulu üyesi olduğunu biliyor musun? Hoca paraların nasıl toplandığını nerelere harcandığını biliyor, ama hakkınızı savunmuyor.’ dedi.
Bu uyarı üzerine ben başladım araştırmaya. Önce kendisine sordum Paşa Güven’in bürosunda. Bana açıklama yapması gerekirken, başladı seviyesizce konuşmaya. Anladım ki, Nail Hoca Tümelsan Şirketler Grubu’nun yönetim kurulu üyesi... 
Nail Hoca’ya mektup
Bu sözler benim çok zoruma gitti  oturdum kendisine bir mektup yazdım. O kadar param gitmesine rağmen saygı çerçevesinde yazılan bir mektup idi bu. Maalesef bir cevap alamadım. Maksat bizleri kendisine darıltıp kendisinden uzaklaştırmaktı. Amacına da ulaştı...

Türkiye Büyük Millet Meclisi
Bundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komiyonuna mektup yazdım. Tümelsan Şirketler kurumunu şikayet ettim. Bana sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı’ndan resmi bir cevap geldi. O cevapta; Nail Dural Hoca’nın gerçekten Tümelsan Yönetim kurulu üyeliğine getirildiği ve İzmir Ticaret siciline kaydedildiği yazılıydı. Hoca bunu tekzip etmedi. Bu nedenle de hocanın holdingle ilgili üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğne inanıyorum. O gereken çalışmayı yapsaydı en azından bizlere destek olsaydı, bizlerden para toplayan o düzenbazlar dışarda olmazlardı. 

Devam edecek.